
Medya: Sen büyüdün içimde (Suzan Hacıgarip)
Satır aralarına bol bol yorum yazarsanız çok mutlu olurum. Yıldızlarınızı bekliyorum. 😉👇🌟
36. BÖLÜM: İGMAN DAĞININ ÖTESİNDE 🪦
Barbaros'un Kaleminden
Sana bakmak kimsenin bilmediği bir resme bakmak gibiymiş,
Belki hiçbir kaleme değmeyen hüzünlü bir şiiri okumak gibi.
Senden anlatan, kimsenin okumadığı o romana dalıp gitmek gibi
Yosunların da biriken isyanı, divane gözyaşlarını kırık bir bardaktan kanaya kanaya içmek gibi.
Var olacağına inanamayacağım o güzel diyara hasretle ayak basmak
Her şey sen kokarken benim gibi birine sensiz yaşamak ölmek gibi,
Seni isterken sensiz kalmak kanlı parmaklarımla aşkı çizmek gibi.
Kollarımın arasındaydı. Onca öfkenin ve isyanın üzerine dallarıma konan göçmen kuşlar gibi ürkerek ve titreyerek varlığımla hayat buluyordu. Kokusunu ciğerlerime hapsettim. Ne büyük bir aşinalık vardı o tende ve insan ne çok huzur buluyordu yüreğini onun hassas yüreğine yaslayarak. Sanki upuzun dar bir yolda yürüyordum. Susuzdum ve o benim için bir hayat suyuydu. Sanki nefes almaya başlamıştım yeniden. Sanki gözlerim bir kez daha onu görmüş ve dudaklarım sadece onun arzusuna boyun eğmişti. İkimizin de yüreği kan ağlıyordu oysa. Bakışlarımı biraz daha sola kaydırmaya korkuyordum. Çünkü orada en kara vicdanları bile sızlatacak korkunç bir manzara yatıyordu. Birbirimize tutunarak vicdanımızdaki tüm çığlıkları susturmaya, karanlığın içinden sızan kanlı tırnakları savmaya çalışıyorduk.
"Her şey yoluna girecek!" Söylediğim söze inanıyor muydun gerçekten? Bu ülkede kaç dram kaç korkunç hikaye daha duyacağımı bilmeden postallarımı kanla sulanmış toprağın üzerine atıyordum. Kim bilir altında kimlerin cesetleri yatıyordu? Ne çok insan vardı ailesinden haber alamayan! Ölüsüne dirisini ulaşmak için canını dişine takıp karış karış toprak öğütten! İnsan böyle bir karanlığın içindeyken bir gün her şeyin düzeleceğini güneşin bu topraklara yeniden doğacağına inanabilir miydi? Fazla hayalci gelmez miydi?
Kollarımdaki kadının bir anda bedenine benden uzaklaştırılmasıyla afalladım. " Çek ellerini üzerimden yüzbaşı!" Bakışlarındaki hırçınlık yutkunmama sebep oldu. "Ama..." Devamını getiremedim. Adını söylemem yasaktı, yüzündeki siyah maskeye rağmen gözlerine her yerde her şekilde tanıyabilecek kadar aşıktım. Fakat o aramıza duvarlar örmeye devam ediyordu. Onunla konuşmak zorundaydım gerçekleri bilmeliydi. İkimiz de büyük bir imtihandan geçmiştik ve kendimizi kanıtlamıştık. Artık kavuşmamızın önünde hiçbir engel yoktu.
"Anahtar!"
"Hiçbir şey söyleme!" Bunu dişlerini sıkarak öfkeyle söylemişti. Yanımdan uzaklaşıp odanın bir başka köşesine geçti. Ona doğru gitmek istediğimde öksürükler içindeki gazeteci kız önümde durdu. "Savaş psikolojisini bozmuş olmalı! Benim ne kabahatim var şimdi?" Omzumun üzerinden ikimize baktığını fark etmiştim. O harelerde yoğun bir kıskançlık duygusunun gizlendiğine yemin edebilirdim. Gazeteci kıza cevap vermeden bir adım öne çıkmak istedim. "Beni yanlış anlıyorsunuz!" dedi çabamı görmezden gelerek ve yeniden adımlarımı duraksattı.
"Bakın! Şu an bunları konuşmanın ne yeri ne de zamanı! Bir anne gözlerimizin önünde öldü. Tek derdimiz sizin duygu ve düşünceleriniz değil! Lütfen biraz saygı gösterin!" Bakışlarını bizden kaçırıp yeniden duvara döndüğünde ortamda çığlık çığlık bir bebek ağlaması sesi yükseliyordu.
"Ne adaletsiz bir dünya değil mi?" deli Ferit sırtını duvara verip iç çekerken. "Fillerin savaşında hep çimenler eziliyor. İnsanlar güç yarıştırırken zavallı mazlum bebekler, çaresiz kadınlar hiç olup gidiyor." Berina kucağında bebeğe sarılıp hıçkırıklarını dindirmeye çalıştı. Onun acısı aslında herkesten daha büyüktü. Belli ki biraz önceki genç kızla bir geçmişi vardı ve arkadaşı gözlerinin önünde canına kıymıştı. Ne yazık ki bu ülkede onun gibi pek çok insan vardı. Savaşta öyle büyük acılar çekmişlerdi ki bunca yarayla yaşamaktansa bir toprağın altında kemik yığını olmayı tercih ediyorlardı. Tercih etmedikleri bu adaletsiz düzenin bedelini kendi hayatlarılarıyla ödüyorlardı.
"Şimdi ona kim bakacak? Emzirilmesi lazım! Açlıktan ağlıyor olabilir!" Ferit'in Berina'ya bakışlarında saf bir kıskançlık görüyordum. Ne dediğini muhtemelen anlamamıştı. Alina bana karşı duyarsızlığını korurken kız kardeşinin yanına gitti. Zavallı minik bebeği kucağına alıp alnını okşadı. "Sakin ol! Her şey yolunda meleğim! Kimse seni incitmeyecek!" Boşnakça mırıldandığı sözleri anlamıştım. Gazeteci kızı geride bırakıp yanlarına gittim.
"Kürşat! Hemen bebeğe bir şeyler bul!" Kürşat kaşını anlamaz bir ifadeyle kaldırıp gözlerini kocaman açtı. "Bebek için bir şey olduğunu sanmıyorum komutanım. Sadece yemek var! Bebek sadece anne sütü içer! Ya da en azından mama!" Yumruklarımı sıkıp çaresiz durumumuza okkalı bir si... çektim. İnsanların çığlık çığlık haykırdığı bu ölüm kampında bebek için mamayı nereden bulacaktık?
"Komutanım! Zemin katta bir kazan görmüştüm. İçinde biraz mercimek çorba vardı. Ya da ona benzer bir şey. Acaba ağzına birkaç kaşık versek yer mi? Ne de olsa sıvı!" Histerik bir şekilde gülüp kollarımı göğsümün üzerinde hesap sorar gibi birleştirdim. Berna Ferit'in sözüne göz devirdi.
"Oldu olacak şırdan falan da yedir! Bebek lan bu! Nasıl yesin mercimek çorbayı? 5-6 aylık olsa neyse diyeceğim."
"İnek sütü bulamaz mıyız komutanım?" diye önerdi Umut. "Olmaz Çaylak! Bebeğin sindirim sistemi inek sütüne uygun değil! Rahatsız eder!" Alina Türkan'ı onaylar gibi iç çekti. "Hemen yeni doğum yapmış bir kadın bulun! Bebeğe ancak emzirme imkanı olan bir kadın yardımcı olabilir."
"Eğitim alanında vardı!" diye atıldı Ferit "Bebeğini kaybetmiş bir kadın vardı. Belki bebeği emzirmeyi kabul eder."
"Evet Asude! O olabilir." Zeren'in sözleri Berina'yı heyecanlandırdı. Ne dediğimizi anladığını hiç sanmıyordum fakat yüzümüzdeki ifadelerden bir çözüm bulunduğunu fark ediyordu. Boşnakça, "Gerekeni yapalım!" dedi. Ferit'in onu gördüğünde bakışları değişmiş ve yine yüzü asılmıştı. Berina'ya olan ilgisini fark etmemek imkansızdı. Bu serseri Alina'nın kız kardeşini arkadaşı Ivan'dan kıskanıyor olamazdı değil mi?
"Şu yemek yapan kadın değil mi? Diğer araçla gelip akrabalarını kampta arayacaktı. Muhtemelen birkaç dakikaya burada olur!" Cihangir'in sözleri hepimizi bir nebze de olsa rahatlattı. Alina umursamaz bir şekilde bebekle balkona çıktı. Bebeğin durmaksızın akan gözyaşları içimdeki yarayı yeniden kanatmaya başlamıştı. Bebeği göğsüne bastırmış içindeki yaraları onun masum bedeniyle iyileştirmeye çalışıyordu.
Kendi yüreğimdeki aşk azabından utandım. Ne çok ağlamıştım. O gittiğinde benden uzaklarda bambaşka bir hayata başlar diye ne çok yüreğim sancılanmıştı. Oysa şu masum bebeğin daha doğduğu gün ömrüne ekilen acıların ve şanssızlığın hangisini kendi derdimle kıyaslayabilirdim.
Alina serzenişlerimi duymuş gibi bebeğe güzel sesiyle huzur veren bir ninniyi fısıldar gibi söyledi. Bebek huzurlu bir ifadeyle sessizleşti. Gözlerini hafiften yumup mırıltılı sesler çıkardı. Dudaklarını büzüp ağzıyla tutunacağı meme ucunu yokladı.
Gözlerim dolmuştu. Kendi annemin derdi aklıma düştüğünden midir bilinmez daha çok acı çekiyordum. Onu kaybetme fikriyle yaşamayı öğreneli uzun zaman olmuştu. Böbrek hastasıydı. Uygun vericiye ulaşılması çok fazla zamanımızı almıştı. O kadar sık diyalize bağlanıyordu ki ona hayatının büyük bir kısmı o aletle yapışık vaziyete bizden uzak geçiyordu. Annemi yanındayken bile özlerdim. Bir gün benden gideceğini bilerek kendi amaçlarımı tutunup yaşamaya ve kaybetme fikrini zihnimin en uç yerlerine saklamaya çalışırdım.
Belki bir gün yeniden onunla geçirebileceğim günleri umut edebilirdim. Uygun bir verici çıkardı. Öldükten sonra organlarının kendisine lazım olmayacağını bilen ve bizim gibi hayat ile ölüm arasında kalan insanları düşünüp anlayan bir verici... Annem onun verdiği böbrekle hayata tutunur, yaşardı. Düğünümü görürdü mesela. Doğacak torunlarını kucağına alır ve onlar için geliniyle birlikte börekler pişirirdi. Hayat anlamlanırdı ve yüreğim daha huzurlu bir şekilde siperden sipere dağdan dağa koşardım. Ardımda kalanın derdini omzumda silahımın üzerine koymazdım.
Bebeğin tatlı uykusu mahmur yüzünü sarıp sarmaladı. Uykuya dalarken annesi çoktan sedyeye konulmuş binanın önünden kaldırılıyordu. Yutkundum. Aşağısı ana baba günüydü. Yerdeki cesede baktığımda askerlerin başını eğmesi zaten gereken mesajı vermişti. Toplanan kalabalığı çoğaltmayıp bebeği koruyup kollamanın derdine düşmüştük. Aslında kimse ağlamıyordu. O kadar çok acı çekmişlerdi ki ağlamamayı ve acıyı göğüs kafeslerindeki kaslı dokuya hapsetmeyi öğrenmişlerdi.
Alina'nın yanı başına diz çöktüm. Varlığımı fark etmiş ve benimle dalaşmak yerine o güzel bedeni sevgisiyle iyileştirmeye çalışmıştı. Nihayet sesindeki özgürlük son bulunca dudaklarımı askeri üniformasının üzerine sürttüm. Dudaklarım tenini deli gibi özlemişti. Bedenine değen basit bir bez parçasına bile hasret duyuyordu.
"Çok güzel!" Yüzünü çevirdi. Gözlerime bakmıyordu. O da benim gibi savunmasız kalmaktan mı korkuyordu? "Annelik sana ne çok yakıştı bilsen! Hep seni kollarında bebeğimizle hayal ederdim. Gittiğim görevlerde bu hayal beni hep sana getirirdi. Geriye döndüğümde senle bir hayat bulma umudu her yarayı iyileştirdi. Her düşmanın karşısında yüreğim cesaretle atardı. Gözlerimde ne çok sen birikti. Ne çok ah mum gibi yanıp söndü. Bende kendini, sevdanı görmemek için mi gözlerime bakmıyorsun?" Sustu. O sustukça konuştum. Cümlelerime binbir anlam sığdırıp yakıştırdım. Ben onsuz hep eksik hep paramparçaydım.
"Senden bir hediye istemiştim kendime. Hayattan en çok seni çaldım asker. Benden alınanlara isyan etmedim. Bir tek varlığınla ısınıp eksiklerimi anlamlandırdım. Aklımdaki ölü bedenlere kalbimde çukurlar kazdım. O çukurların üzerine ektiğim hasret çiçeklerine senin sevdan su oldu, Can oldu, büyüttü. Sen o çiçekleri koparıp kanatarak benden aldın. Mezarları yeniden açığa çıkardın. Bana bir yuva vaad ettin asker, ne acı ki avuçlarıma sadece ölü hayaller bıraktın." Avuçlarını bebeği ürkütmemeye çalışarak kaldırdı ve hayali ölülerine baktı. "Bulduğun mezarlığa neden şaşırıyorsun? Öldürürken öleceğini hiç mi düşünmedin?"
"Bin kez olsa yine söylerim. Ben sana gitmek için geldiğimi sandım fakat bu yalanı ne ben yaşatabildim ne de sen kendini sevdirmeden benden gittin. Yalanlar söyledim. İçim kanayarak oyunlar oyandım. Belki başka türlüsü yapma imkanım vardı ama düşünemedim. Tek derdim o hainin ve ardındakilerin yakalanmasıydı. O masum 33 erin kanının bedelini istiyordum. Seni yalanla değil dürüstlükle kazanabilirdim ama gözümün önüne yerleştirdiğim siyah perde buna izin vermedi." Sağ elim başını okşadı. Yüzündeki maskeyi birkaç dakikalığına da olsa çıkarmıştı.
"Senin terörist olduğuna inanan tek kişiydim. Time küsme boşuna. Onlar hep sana güvendi. Hep değer verdi. Hatta komutanlarım bile sana güvenmeyi seçti. Seni bu yüzden tüm riskleri göze alıp lojmana yerleştirdiler. Hastanede iş verdiler. Peşine en başından bu yana adam takıp koruyup kolladılar. Canını korumak için abinle işbirliği yaptılar." Başını reddeder gibi salladı..
"Hayır! Ben sadece yemdim. Çocuğumuz olmasını bile istemediler. Çünkü..."
"Yanılıyorsun!" Dedim devam etmesine izin vermeyerek. Bilmediği çok şey vardı. "Savunmasızdın. Canın tehlikedeydi. O bebekle daha da savunmasız kalacaktın. Aslında ben de oyuna geldim!" Dedim mutlulukla. Bu bana bahşedilmiş bir şanstı. "Beni sevdiğini albayım biliyordu. Benim senin dayına yandaş olduğuna inandığımı biliyorlardı. Ne tuhaf. Sana hisler beslememek için kendimle mücadele ettiğimi bile anlamışlardı. Ben bir oyun oynadığımı sandım Alina! Aslında onlar bir yuva kurup işbirliğine gideceğimizin farkındaydılar. Ama bize güvenmek için bu oyunu kullandılar. İçime yerleşmesin diye mücadele ettiğim sevdamı gördüler. Beni kendi oyunumla tokatlayıp hırslarımdan kurtardılar aslında. Ben vatan sevdası kadar intikam için de sana yaklaşmıştım. O Vladimir hainini ele geçirip Hazel'in intikamını almayı istedim. Kişisel hiçbir intikamı görevime alet etmemem gerektiğini hatırlattılar. Beni kendi sevdamın ateşinde yaktılar. Seni kaybetme fikri göğsüme yerleştiğinde hatamı anladım."
Bakışlarında gerçeklerle yüzleştiğini ve kafasındaki sorulara yanıtlar bulduğunu biliyordum. Kalbi biraz olsun huzur bulmuştu fakat beni aklamak konusunda hâlâ çaresizdi. Neden onun için bu kadar güvenilmez kalmıştım sanki?
"Keşke sözlerinin bir anlamı olsaydı. Keşke kalbim bu kırgınlığı birkaç cümleyle atlatabilseydi. Artık istesem de sana güvenemem." Nemli gözleri gözlerimin derinliklerine feryad ettiğinde nefes bile alamadığını hissettim. "Bir daha hiçbir erkeğe güvenebileceğimi zannetmiyorum. Beni kim sevdiğini söylese şüphe duyacağım. En basit bir yanılgıda kafamda felaket senaryoları oluşturacağım. Öyle bir çelme taktın ki ayağıma her adımımda sendeliyorum. Kendimi sevilmeye layık göremez oldum." Boğulur gibi iç çekti "Aynaya baktığımda birkaç küçük rozet için harcanmış zavallı bir mülteci kız görüyorum. Oysa bir zamanlar bu gözler sahibinin yansımasına baktığında mutluluk duyardı. Sen benden kendini sevebilme mutluluğumu aldın."
Kucağındaki bebeği kalbinden biraz uzaklaştırdı. Uzaklaşmak istediğinde ben de peşinden ayaklandım. " Göçmen kızı dur!"
"Bana göçmen kızı deme! Bana Artemis çiçeği de! Ölüm çiçeği... Çünkü ben zaten senin hayatında içi boş bir mezardan ibaretim." Kucağındaki bebeği daha fazla açlığa mecbur etmemek için gözü yaşlı olan zavallı kadına uzattım. Kendi evladını kaybetmiş ve göğsünde biriken sütü bir başka çocuğun hayatını kurtarmak için sarf etmişti. Bebek onun kollarında huzurla uykuya dalarken uzaktan nemli gözlerle onları izliyordum. Berina bebeğin daha iyi durumda olduğunun farkındaydı.
Tüfeğin mermilerini şarjöre dizerken Alin'nın bakışlarının üzerimde hissedebiliyordum. Bebek sakin bir şekilde uykuya dalmış ve güvenli bir sepetin içerisine bırakılmıştı. Bana uzatılan kumanyadan bir tanesini aldım. Alina'ya uzattım fakat midesinin iyi olmadığını söyleyip geri çevirdi.
Çemol elinde dürbünle uzaklarda hareketlenmenin olup olmadığını anlamaya çalıştı. "Şu anlık sakin görünüyor. Fakat uzun süre bir şekilde dinlenemeyiz. Sabaha karşı İgman dağında bir operasyon hazırlığı içerisine gireceğiz."
"O dağın stratejik bir önemi olmalı?" dedim kafamdaki düşünceleri dağıtmaya çalışarak. Çemol homurdanır gibi, "Evet var!" dedi. " İgman dağı tek karayolunun bulunduğu yer. Sırpların diğer birliklerle buluşmasını engellemek için o bölgeyi savunmalıyız." Muris arkadaşının elinden dürbünü alıp çayını yudumladı. Bir hareketlenme olmadığından emin olduktan sonra sırtını duvara yasladı.
"Karla kaplandı. Artık yoğun kış şartlarıyla da mücadele etmemiz gerekiyor. Orada da bir geçit var. O geçit sayesinde yiyecek su ve ilaç temini yapabiliyoruz."
Boşnak askerinin kahverengi ahşap masaya bıraktığı haritanın üzerinden bölgenin durumunu anlamaya çalıştım. "Kurt kapanı ve hilal taktiği bu topografik özellikler düşünüldüğünde oldukça başarılı olacak." Elimle bölgenin en engebeli ve sert jeolojik özellikler barındıran kısmını işaret ettim. "Onları yönlendirerek bu bölgeye itmeliyiz. O zaman çok daha savunmasız kalacaklar."
"Savunmayı çok katmanlı olacak şekilde yapmalıyız. Öncü birlik ve gerideki izciler çok önemli. Keskin nişancılar yüksek mevzilere yerleştirilmeli ve timin güvenli bir şekilde dağa ulaşmasını sağlamalıyız."
"Gerekenin yapılacağından bir şüpheniz olmasın yüzbaşı!" Muris bana güvenini sonuna kadar hissettirecek tarzda bakıyordu. Alina ile yaşadıklarımızı hâlâ bilmiyordu fakat bakışlarından bir şeyler sezdiğini anlamıştım. "Şimdi istirahat etmenin tam zamanı! Birkaç saat dinlenip yarın için güç toplayalım!" Çemol'ün fikri herkesin yüzünde bir rahatlama ifadesi oluşturmuştu. Kendi köşeme çekilip biraz olsun dinlenmeye çalıştım.
Berina kucağında bebekle oradan oraya koşturuyordu. Sanırım bebek altına yapmıştı baldızın bu telaşı da boşuna değildi. Alina'yı yanlarında görünce gülümsedim. " Allah aşkına Berina! Bu nasıl bir koku?" Muris'in ekşi yüz ifadesi gülme isteğimi arttırmıştı. "Altına yapması benim suçum değildi!" Berina'nın ne söylediğini anlamayan Ferit yüzündeki somurtkan ifadeyle imalı imalı konuştu. "Belki de İvan'la birlikte değiştirmek istersiniz!" Birileri savaş koşullarında bile aşk yaşamaktan çekinmiyordu.
Berina neye uğradığını şaşırmıştı. Ona Ferit'in ne söylediğini tercüme ettim. Kaşlarını çatıp alnını kırıştırdı. "Kiminle ne yapacağıma siz karar veremezsiniz." Türkan üst dudağını yukarı kaldırıp homurdandı. "Lanet olsun! Havada yine aşk kokusu var!" Ivan Berina'nın kolundan tutup biraz daha kendine yaklaştırdı ve bu hareketi Berina'da huzursuzluğa sebep olmuştu.
"Üzerinize vazife olmayan işlere karışmayın asker!" Ferit'in patlamak için yer aradığını fark etmiştim. Son derece basit bir alt değiştirme işlemi bile bombayı yerinden oynatmıştı.
"Karışırsam ne yaparsın? Yoksa sevgiline şikayet mi edersin?" Sevgilin kelimesini Berina'yı işaret ederek ters bir şekilde söylemişti. Berina ne kastet ettiğini anlamış gibi geriledi.
"Sevgilimle olan ilişkim beni alakadar eder?"dedi İvan! Sevgilim mi? Acaba şu sevgili meselesinden Berina'nın haberi var mıydı?
"Yeter Ferit! Burası kavga etmek için hiç doğru bir yer değil. Birbirlerini ölümcül bakışlar atıp sert sert soluyorlardı. Berina ise rahatsız olmuş bir şekilde Ivan'ı kolundan çekip Ferit'ten uzaklaştırdı. Ferit'in gözleri Berina'nın eli ile İvan'ın gözleri arasında birkaç kez gidip geldi. Ne kadar öfkelendiğini yüzünden anlayabiliyordum. Ateş bacayı çoktan sarmıştı. Şimdi bir de onun kıskançlık saçmalıklarıyla uğraşmak zorunda kalacaktık. Bu timin aşk işlerinden başka bir derdi yok muydu Allah aşkına?
Berina kendisine kırgın ve öfkeli bir şekilde bakan Ferit'e yüz çevirdi. Ne kadar kırılgan ve duygusal yapıya sahip olduğunu görebiliyordum. Alina ise kız kardeşi ile birlikte gitmeyi tercih etti. Göz ucuyla bana bakıp 'askerlerine sahip çık' der gibi dudak burktu. Beni mahcup ettiği için Ferit'e kızgındım. Bana kış uykusundan uyanmış bir boz ayı edasıyla küskün küskün bakarken elimle aşağıdaki odunları işaret ettim.
"Aşağıda tek bir parça odun bile kalmayacak. Tüm kütükleri balta ile doğrayıp patika yolun gerisindeki samanlığa yerleştireceksin." Kaşlarını çatıp küçük Emrah gibi boynunu büktü.
" Ve hızlı olsan çok iyi olur." diyerek sesimi yükselttim. Eliyle asker selamı çakıp, "Emredersiniz komutanım!" diye karşılık verdi. İçinden bana sövdüğü üzerine yemin edebilirdim.
Dağıtılan kumanyalardan birini alıp Alina'nın bulunduğu odaya yöneldim. Tavşan tazı olayına devam ediyorduk. O sürekli benden kaçıyordu ben ise peşinden bir an olsun ayrılmıyordum. Öyle çok hasret kalmıştım ki ona gurur benim için efsaneden öteye gitmiyordu.
Bugün kumanya olarak peynirli sandviç ve mercimek çorba vermişlerdi. Alina'nın bugünlerde fazla yiyip içmediğini ve solgunlaştığını görebiliyordum. Kendine iyi bakması için onu yönlendirmeye çalışıyordum. Ruhumdaki bu koruma içgüdüsüne engel olamıyordum. O küçük odalardan birine girdiğimde Alina'yı elinde halat ve tahta doğramalarla cebelleşirken buldum.
" Demek beşik yapıyorsunuz!" Bunu Boşnakça söylemiştim ve sesimi tanır tanımaz kaşlarını çatıp öfke solumaya başlamıştı. Şu küskünlüğün de bir sonu gelmeliydi artık.
Berina kıkırdadı. Aramızdaki bu kaçma kovalamacadan hoşlanmış görünüyordu.
"Bizi yalnız bırak asker! Bebeği uyutmaya çalışıyoruz. En azından aramızdan birileri huzurlu bir uyku çekmeyi hak ediyor." Tahtalardan birini alıp halatla düzeneği kurmaya çalıştım. Bakışlarıyla beni öldürecekmiş gibi süzüyordu.
"Neden sana yardım etmeyeyim ki? Hem antrenman olur! Bebeğimiz doğduğunda seninle birlikte ona da hamak yaparız." Bebeğimiz lafı yüzünü kısmen yumuşatsa da yeniden suratını asmaya devam etti. Berina ise yeniden kıkırdamış ve kızarmış yanaklarla işine devam etmişti. Hâlâ Boşnakça konuşuyordum.
"Bu senin için hayal bile olamaz artık! Bizi yalnız bırak asker!" Bebek o sırada tiz bir şekilde ağlamaya başladı. "Görüyorsun değil mi Boşnak güzeli? Senin huysuzluğun bebeğe geçti." Alina kaşının birini kaldırıp delirmişim gibi bakmaya devam etti.
Bebeği alnından öpüp kendi çocuğum gibi kalbimin üzerine bastırdım. Alina'nın bakışlarının puslandığını fark edebiliyordum. İkimize ait bir bebeği seviyor olma hayali bile bam telini sızlatmaya yetiyordu.
"Hâlâ bir şansımız var Artemis çiçeği. Ölmedik hayattayız! Nefes aldığımız müddetçe bir araya gelip mutlu olmak ikimiz için de hayal değil." Hırsla yanıma gelip elimdeki halatı çekip aldı. "Ben hayal kurmayı senden sonra bıraktım. Bu cehennemde sadece gerçeklere ihtiyacım var asker. Sende bıraksan iyi olur!"
Elindeki halatı önce duvara sabitlediği demire bağladı. Ardından da bebek için konforlu bir alan oluşturmaya çalıştı. Elindeki battaniyeyi halatlara sabitlediğinde kucağımdaki bebekle onu bekliyorduk. Başıyla hazırladığı hamağı işaret etti ve bebeği oraya bırakmamı söyledi. Bebeği bırakıp hemen hemen yanıbaşında diz çöktüm ve rahatsız etmeyecek şekilde sevimli dostumuzun uykuya kavuşmasını sağladım. Hafifçe karnını okşayıp gazını çıkarmasına yardımcı oluyordum. Bakışlarımı yeniden sevdiğim tek kadına çevirdiğimde yumuşayan bakışlarını, irileşen yosun gözlerini fark ettim.
"Babalığın bana çok yakıştığını söylemek istiyorsun ama kalbinin yumuşamasından korkuyorsun. Seni yeniden kazanma ihtimalim seni rahatsız ediyor." Duygularının radarına girdiğimi fark ettiğinde hafifçe öksürüp bana sırtını döndü. Bebeğin üzerine yün bir battaniye örtüp küçük adımlarla ona yaklaşmaya çalıştım. Berina aramızdaki çekimi fark ettiğinden dakikalar önce odadan ayrılmıştı. Güvenlik için küçük bıraktığımız pencereden çıplak gözle dışarıyı izliyordu ya da daha doğrusu ikimizden, gerçeğimizden kaçıyordu.
"Affetmek bu kadar zor mu Alina? Birbirimizi böyle çok severken nasıl ayrılmayı düşünebilirsin? Ben senin için her şeyi göze aldım. Neden ikimizi de aynı ateşte yakıyorsun?" Başını geriye bırakıp iç çekti. Gerçeklerimizin ağırlığı canını yakıyordu. " Bana yaşattıklarından sonra seni affedersem kendimi affedememekten korkuyorum."
Elini tutmak istedim. Duyguları gibi elleri de buz tutmuştu. Kafasında neler yaşadığını az çok tahmin etsem de kalbin bu soğukluğa dayanamıyordu. "Bunu aşmamız için her şeyi yapacağımı biliyorsun! Bana yeniden güvenemez misin? Beni yeniden sevemez misin artemis çiçeği. Ben seni en büyük hatayı yapacağımı bilsem de hep affederdim. Sana verecek biri olsa kalbimi kalbine yerleştireceğim bir Yuvam hep olurdu. Senin kalbin bu kadar küçük olamaz! Ben seni sevdikten sonra kalbime dünyalara sığdırdım. Sen bu deli, yaralı adamı neden o kaslı dokuya yerleştiremiyorsun? Böyle çok severken ikimize de nasıl acı çektirebilirsin?"
Kapının hafifçe açılması elini benden kurtarması ile birlikte gerçekleşti. Gözlerimin derinliklerine kırgın kırgın baktı. O kırgınlığın içine sinen korkunun ve öfkenin varlığını beynimi eşelercesine hissetmiştim. Artemis çiçeği beni hemen bağışlamayacaktı.
"Unut beni asker! Ben kalbimin içine tüm ailemi gömdüğüm o toplu mezarı yerleştirdim ve sen o mezarlığın üzerindeki mavi bir kelebekten fazlası değilsin artık. Benim sevdiğim adam öldü! Benim o adama kurduğum hayaller öldü. Umutlar öldü! Bunca cesedinin arasında sen nasıl hayat şarkısı söylersin? Hangi söz hangi melodi içimdeki bu hiçliği bitirir?" Cevabımı beklemeden kapıdan süzülüp benden uzaklaştı. Hemen ardından içeriye bebeğin bakımını ve beslenmesini üstlenen Boşnak kadın geldi. Gözleri yaşlı kendi bebeğine sakladığı sütle zavallı bir çocuğu emzirmenin derin sızısını hissettiğini görebiliyordum. Bakışları tüm duygularını çırılçıplak bırakmıştı.
O bebeği kucağında Boşnakça bir ninni ile avutmaya çalışırken yanı başına gelip yarım yamalak bildiğim dille ona derdini anlatmak istedim. "Neler hissettiğini anlıyorum! Ne büyük bir acıdan geçtiğinin farkındayım. O bebeği nefretle dokunmayacağına inanıyorum. Ama yine de söylemek istedim. Yaşadıklarının acısını lütfen ondan çıkarma! Annesini kaybetti. Onun sana ihtiyacı var. Bu savaşın tüm günah hükmünü taşıyamayacak kadar masum ve zayıf! Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi?"
Kadın gözlerimi gözlerinden ayırmadan zavallı bebeği alnından öptü. "Merak etme asker! Ben öfkemi ve acımı zavallı masum bir bebekten çıkaramayacak kadar merhametli bir kadınım. Onlara benzememek için bile insanlığımı bir kenara bırakmam!"
Başımla onu onaylayıp yalnız kalabilmeleri için ortamdan ayrıldım. Merdivenleri inerken bakışlarım hâlâ odun kırmakla meşgul olan Ferit'i buldu. Ne kadar kızgın ve öfkeli olduğunu fark etmiş göz devirip ondan uzaklaşmıştım. Aşktan uzak duran evlilik düşmanı Ferit Alinaa'nın kız kardeşini gördükten sonra romantik bir prense dönüşmüştü. İşin doğrusu Berina'nın da ondan farklı olduğunu sanmıyordum. Ferit'e olan bakışları fark edilmeyecek gibi değildi.
Çemol, Muris'le motosikletinin parçalarını kontrol ediyordu. Birbirleriyle neşeli bir muhabbet içerisinde olduklarını fark etmiştim ve ne yazıkki tam olarak ne konuştuklarını anlamıyordum. Biraz olsun uyuyabilmek için kendimi kıyıda kenarda bir döşeğin üzerine attım. Burada evdeyken burun kıvırdığınız basit yün bir döşek bile ipek bir yatağa dönüşebiliyordu. Savaş sadece düşmanlara karşı değildi. Yokluk ve hastalık da bu savaşta insanları bitiren yegane şeydi. Aklımda sadece Alina vardı. Böyle olmaması gerektiğini biliyordu şafaktaki operasyonda uyanık olmak zorundaydım.
Saatler sonra
Gölcüler ve keşif ekipleri yerlerini almıştı. Bugün İgman dağı operasyonuyla önemli bir bölgeyi ele geçirecektik. Cihangir yakınımızda bulunan patlayıcıları imha etti. Önden keşif askerleri gidip taktik için manevra yaptı. Kar diz boyuna erişmişti. Gözlerim sevdiğim kadını bulduğunda yüreğindeki o korkuyla baş başa kalmıştım. O yanımda değilken de yanımdayken de onu kaybetme korkusunu hissetmem akla zarar bir durumdu.
Halatlarla yukarı doğru tırmanıyorduk. Boşnak askerleri siperdeki askerlerle çoktan buluşmaya başlamıştı. Kara sinmiş elimdeki dürbünle olan biteni izliyordum. Alina şarjörü yenilemekle meşguldü. Uzun zamandır silah kullanmamış bir askere göre fazlasıyla iyi olduğunu kabul etmem gerekirdi. Tipi yüzümdeki maskeye rağmen göz altlarımda ve kirpiklerimde soğukluğu hissettiriyordu. Çemol ve Muris öncü birlikteydi. İşareti aldığımda hilal taktiği uygulamak üzere askerlere emir verdim. Öncü birlik sözde kaçış planı için harekete geçmişti. Hareket alanı olarak gördüğünüz yere geldiklerinde düşmanların etrafını sarmış ve onları kıskıvrak yakalamıştık.
Bize direnmek için ateş açsalar da çaresiz teslim olmaktan başka bir yol bulamadılar. Tim kontrollü bir şekilde ileri atılıp teslim olanları toparladı. Çemol keyiften dört köşe olmuş bir şekilde Muris'in sırtını sıvazlıyordu. "Bu iş burda biter!"
"Beklediğimden çabuk oldu." Alina teslim olan askerlerden birinin üzerine yürüdü. Ne yapacağını az çok tahmin etmiştim. "Dur! Sakın düşündüğüm şeyi yapma!" Alina önündeki siyah saçlı, sıska adamı diz çöktürmüş başına dayadığı tüfekle infaz etmek üzereydi. Tüfeğin namlusunu tutup elinden almaya çalıştım. Sertçe tüfeği kendine doğru çevirdi ve tüfeğin sırtıyla adamın kafasına sert bir darbe indirdi.
"Karışma işime asker! Bu kadar kolay değil! Bu pislik o kadının intiharına sebep oldu. Gebertmemek için hiçbir sebebim yok!"
"Benim var!" diye öne atıldım. Bu adam bize teslim oldu. Silahı yok ve savunmasız... Onu intikam için öldürmene izin veremem. Bu suç! İnsanlık dışı!" Alina acımasız bakışlarını üzerime dikip silahın dipçiği ile beni dürttü ve bir adım geriledim.
"Bana ne yapacağımı söyleme asker! Sana insanlık dışı olanın ne olduğunu söyleyeyim mi?" Cebinden çıkardığı emziği göğsüme attı. Gözlerim karın üzerine ölü bir kuş gibi düşen emzik ile sevdiğim kadının yosun bakışları arasında gidip geldi.
"İşte! İnsanlık dışı olan şey tam da bu! Bir bebeğin annesinin göğsü yerine zavallı bir plastiği emerek yoksunluk duygusunu bastırmaya çalışması... Asıl insanlık dışı olan ne biliyor musun? Gencecik bir kızın sevdiği adama sakladığı tüm güzelliklerin bir canavar tarafından paramparça edilmesi... Duygularının ve namusunun bir paçavraya çevrilmesi... Hakaretlere dayanamayıp intihar etmesi... İnsan dışı olan şey tam olarak bu! Şimdi bu pisliği kimse elinden alamaz!" önüne geçip silah namusundan karnıma yaslanmasını sağladım. Bakışlarını öfkeyle üzerime geçirdi.
"Bize kurşun sıkmayana kurşun sıkmayız Anahtar! Buraya intikam için gelmedik! Eğer teslim olmasaydı haklıydın, ama o bize sığındı." Adam sızlanır gibi Sırpça konuştu. "Bu kadın delirmiş, sakın beni ona verme asker! Öldürecek beni!"
Alina bir adım daha atıp aralarındaki engelimi kaldırmaya çalıştı. Zeren ve Türkan Alina'yı uzaklaştırmaya çalışırken elimin tersini adamın suratına geçirdim. "Bir daha sevdiğim kadına dil uzatmaya kalkarsan o dilini inandığım her şeyi hiçe sayarak keser ve eline veririm. Savunacak haysiyetli insanlar değilsiniz. Gel gör ki ben bir kanun adamıyım. Göğsümde taşıdığım al bayrağa ihanet edip haklarımızın ve sınırlarımızın dışına çıkamam!" Alina bana öfkeyle uzaktan bakarken iki askerime o haini çekip götürmelerini emrettim. Artemis çiçeğinin göğsü hâlâ öfkeden inip kalkıyordu.
Çemol, "Sakin ol Boşnak kızı!" diye mırıldandı. Olanlardan ne kadar mahcubiyet duyduğunu tahmin edebiliyordum. "Yaşadıklarınız kolay değil! Ama sabırlı olmak zorundasın!"
"Sabırlı olmaktan nefret ediyorum! Yapmak istediklerimi yutmak zorunda kalmaktan da nefret ediyorum. İstediğim tek şey bizi yakanları yakmak, üzenleri üzmek, halkımın intikamını almak. Bunu yapmak istediğim için beni suçlayamazsınız." Yanağına dokunmak istediğimde benden uzaklaştı. "Sadece sakin ol! Anahtar!" Son kelimeyi bastırarak söylemiştim. "Bana ne yapacağımı söyle asker! Sadece kendi işine bak!"
Bana olan öfkesi asla dikmeyecekti. İşin aslının başka türlü olması bile kızgınlığını geçirmiyordu. O an bir ağlama sesi kulaklarımızda çınladı. Etrafa bakınmaya başladık. " Çocuk sesi geliyor! Ama burada ne işi olur?" Dedi Zeren. Türkan homurdanır gibi konuştu. "Has... Yine hangi oyunun peşindeler?" Cihangir ve Ozan'a sesin geldiği tarafı işaret ettim. "Gidip bir bakın! Dikkatli olun!"
"Emredersiniz komutanım!" Muris "Orası mayınlı bölge çocuğun ne işi var?" Diye kesik kesik soludu. Alina da gitmek için yeltenmişti fakat önünde durarak bu işi bize bırakmasını istedim. Onu tehlikeye atma fikri beynimi uyuşturuyordu. Alina farkında değildi ama artık herkes için önemliydi.
"Lanet olsun! Bu çocuğun mayının üzerinde ne işi var!" Diye söylendi Çemol. "Fazla yaklaşmayın! Güvenliği arttırın." Diye haykırdım. O zavallı çocuğun yüzü aklımı kaybetmeme ramak kaldığının sinyallerini veriyordu.
"Çocuğu oraya bırakmışlar! Mayına basıyor! Bir şeyler yapmalıyız!" Zeren'in sesi Alina'yı daha fazla durdurmama engel oldu. Bana rağmen çocuğa doğru atılmak istediğinde onu bir kez daha engelledim. "Sakın aklımdan geçeni yapmaya çalışma anahtar! O çocuğu korkutarak hayatını tehlikeye atıyorsun." Yüzündeki maskeye rağmen bakışlarının nemlendiğini görebiliyordum.
"Ona yardım etmek zorundayız! Bu şekilde uzun süre dayanamaz." Gözlerim Alina' un üzerinde çekilerek ağlayan zavallı çocuğu buldu. Yalvarır gibi ağlıyordu. Öyle büyük bir imtina vardı ki hareketlerinde sanki ayağının altındaki şeyin tam olarak ne olduğunu biliyordu.
"Sakin ol küçük! Sana kimsenin zarar vermesine müsaade etmeyeceğiz. Sakın ayağını bulunduğun yerden kaldırma! Korkma! Heyecanlanma! Biraz sonra her şey yoluna girecek! Bunu biliyorsun değil mi? Beni anladın değil mi?" Çocuk benim bozuk bir Boşnakça ile söylediğim sözleri anlamış gibi başını salladı. "Aferin! Bunu yapabileceğimizi biliyorsun! Sorun yok her şey yolunda tamam mı? Sadece yerinden kımıldama ve sakin ol!"
" Allah'ım bayılacağım! Bu çocuk mayınlı bölgeye nasıl gelmiş olabilir?" Bu Zeren'in sesiydi. " Allah kahretsin! Gün geçmiyor ki başımıza bir bela sarılmasın!" Cihangir'e sert sert baktım. " Konuşmayı kesmezseniz canınızı okuyacağım. Şu an panik olmak için hiç doğru bir zaman değil." Alina bir adım öne çıkıp çocuğu teskin etmeye çalıştı. Gözlerindeki korkuyu bir ömür geçse de unutamazdım.
"Lütfen! Sadece sabırlı ol tamam mı?" Bu işi Cihangir'in çözeceğini düşünüp ona mayını işaret ettim. Timin patlayıcı uzmanıydı ve ondan başka güvenecek kimsemiz yoktu. "Gitmek istiyorum! Ne olur beni burada bırakmayın!" Alina olması muhtemel tüm kötü sonuçları göze alarak çocuğun yanına yaklaştı ve yumuşak güzel elleriyle saçlarını ürkütmeden okşadı. "Buradan birlikte gideceğiz."
Çocuk "Söz mü?" Dedi Boşnakça.
"Söz güzelim!" Alina erkek çocuğunun alnına güvende olduğunu hissettirecek bir öpücük bıraktı. Çocuğun bembeyaz olan yüzünün biraz olsun aydınlandığını hissettim. Cihangir öne çıkıp çoktan mayını incelemeye almıştı. "Uzak durun! Kimsenin canının tehlikeye girmesini istemiyorum. Güvenli bölge oluşturalım." Tüm bunları Türkçe söylediğim halde çocuğun yüz ifadesinin değiştiğini fark etmiştim. Alina bana sert sert bakıp yeniden zavallı erkek çocuğuna yöneldi. "Bana adını söyle! Neden tanışmıyoruz?"
"A-adım! Hasan..." Alina onun başını okşayıp daha güvende hissetmesi için minik elini avucunun içine aldı. "Ben de Alina! Memnun oldum Hasan!" Çocuk zoraki bir şekilde titrek dudaklarıyla gülümsemeye çalıştı. Ne kadar üşüdüğünü morlaşan dudaklarından ve birbirine vurmak için fırsat arayan dişlerinden anlayabiliyordum. Üstü başı kir içindeydi ve günlerce yıkanmadığı halde yüzü masumiyetini el ele verir gibi ay misali parlıyordu.
"Neden seninle bir oyun oynamıyoruz! Hiç kımıldamadan en sevdiğin tekerlemeyi söyle bana! Kımıldayan oyunda yanar!" Umut'un bana uzattığı kamuflaj ceketi zavallı çocuğun omuzlarının üzerine bıraktım ve önünü kapatacak şekilde birkaç düğmeyi ilikledim. Şimdi biraz olsun ısınmış görünüyordu.
"Tamam Anahtar! Hiç hareket etmeyeceğim. Dizlerim donsa bile hareket etmeyeceğim söz!" Alina gülümsedi ve çocuğun elini dudaklarına götürüp ısıtmak ister gibi üfledi. Bu şefkat ve ilginin çocuktaki güven duygusunu harekete geçirdiğini tahmin edebiliyordum. Şimdi titrek dizleri biraz olsun sakinleşmişti. "Tri čavke čavrljaju. (Üç karga çavıldıyor. Pet pataka pliva. (Beş ördek yüzüyor.) Brzo brodi brodić. (Küçük kayık hızla ilerliyor.) Mala mačka mjauče. (Küçük kedi miyavlıyor.) Četiri čista čoška. (Dört temiz köşe.)" Cihangir işini ustalıkla yaparken çocuğun dikkati biraz dağılmıştı. Tim olanları büyük bir heyecanla takip ediyor ve fısıltı halinde dua ederek Allah'a yalvarıyordu.
"Şimdi sıra bende! Aferin Hasan! Çok güzel söylüyorsun tekerlemeleri." Hasan memnun bir şekilde gülümsedi. Alina onun dikkatinin dağılmasına izin vermeden aynı tekerlemeyi büyük bir ustalıkla Boşnakça söyledi. Aralarındaki küçük oyunu yaşadığımız ölüm çemberini düşünmeden bir seyirci gibi izliyorduk.
"Tamam komutanım! Yavaşça ayağını çeksin!" Cihangir'in bu sözü kızgın kumlardan serin sulara akmışım gibi ruhumu rahatlattı. Alina çocuğa tercüme edip ayağını çekmesi konusunda yardımcı oldu. Nihayet onu kurtarabilmiştik. Fakat ne yazık ki sevinmekte acele ettiğimizi anlamamız uzun sürmedi." Allah'a çok şükür!" dedi Türkan. Onun bile yüzü gülmüştü.
"Şükürler olsun sevdiğim! Çocuk kurtuldu!" Umut'un sarılma girişimi Türkan'ın dirsek darbesiyle altüst oldu. Küçük bir inleme sesi timin sessiz bir şekilde gülmesine sebep olmuştu. "Aslansın Cihangir! Yiğit Türk askeri! Kurtarıcı!" Bu cafcaflamalar da Ozan'dan gelmişti. Zeren ona göz ucuyla bakıp gülümsedi. Bu kızın gönlünü fethetmek Türkan'a yaklaşmaktan çok daha kolaydı.
"Abartmayın lan! İşimiz bu! Demirden korksak trene binmezdik evelallah!" Cihangir horoz gibi kabarsa da yalancıktan bir tevazuyla çocuğun başını okşadı. Alina kendisine sımsıkı sarılan yavrucağın başını göğsünden biraz daha uzaklaştırdı. Üşümemesi için parkayı biraz daha sarıp sarmalamak istemişti. "Bu da ne böyle?" Diz çöküp çocuğun göğsüne sarılı duran kablolara göz gezdirdim!
" lanet olsun! Biri bizimle alay ediyor!" Yıldırım timinin tüm askerleri hayretle çocuğun etrafında toplandı. "Kahretsin! Bu işin içinde bir iş olduğu belliydi zaten!" Çemol'ü Muris takip etti. " Kim bu ne istiyor?"
Çemol "Aklıma bir isim geliyor!" Diyerek alt dudaklarını ısırdı. Telsizden gelen sesle neye uğradığımızı şaşırmıştık. " Fazla zekisin sevgili kardeşim! Hemen işin arkasında olduğumu anladın!"
"Sensin abi!" diye hırsla yumruklarını sıktı Çemol. "Benim! Görüyorum ki seni tanıdığım günden bu yana hiç değişmemişsin! Yine yanlış tarafta olmayı ve kaybeden olmayı seçmişsin!" Telsizle aralarında geçen konuşmaya kulak kesilmiş olacakları seyrediyorduk. "Bizi tuzağa çekerek eline ne geçeceğini zannediyorsun?"
"Bizi yarı yolda bıraktın Çemol! Arkadaşının peşinden gidip Müslüman Boşnaklara destek oldun! Karşıma geçtin! Abini bir hiç uğruna çiğnedin! Sana merhamet edeceğimi sanıyorsan aldanıyorsun!" Yolun başından beri dost olduğunu bildiğin adamın omuzları düştü. "Bizden ne istiyorsun? Bu zavallı çocuğun ne suçu var?" Bir kahkaha sesi dişlerimin gıcırdamasını daha da arttırdı. Timdeki diğer elemanlar öfkeyle yerinde homurdanmaya başlamıştı. Büyük bir hayal kırıklığına uğramıştık.
"Dinle! Kafanda ne tilki dönüyor umurumda değil! Açıkçası merak da etmiyorum. Benim umrumda olan tek şu çocuğun ve beraberindekilerin canı! Abi kardeş aile toplantınıza nerede devam ederseniz edin fakat şu an bunun ne yerine de zamanı! Ben sahip olduğum tüm değerli şeyler üzerine yemin ederim ki bu çocuğun kılına zarar gelirse senin yerini bulur ve yaptığının bedelini en ağır şekilde ödetirim."
Sözlerim karşımdaki adamın daha çok eğlenip daha yüksek kahkahalar atmasından öteye gitmemişti. " Yüzbaşıııııı! Tanrı biliyor ki yürekli adamsın! Bu milletin davasını kendi davam sayıp buralara kadar kelle koltukta gelmenden belli. Fakat unutma tek yürekli olup ideal peşinde koşan kişi sen değilsin! Yanındaki benim kardeşim ve her zamanki gibi çukura düştü. Çocukken de her seferinde doğru yolda yürümeyi bilmez çukurlara düşüp kolunu dizini parçalar, üstünü başını çamura bulardı. Fazlasıyla iyi yürekli bir serseridir, deli doludur ama aklı kıt işte! Yanlış yerde yer aldı. Ona karşıma geçmemesini söyledim, dinlemedi! Şimdi bedelini hepiniz ödeyeceksiniz!" Burada tehlikede olduğumuzun daha yeni farkına varıyordu. Kusursuz bir planla bölgeyi ele geçirmiş ve amacımıza ulaşmıştık. Şimdi bu neyin nesiydi?
"Asla taraf değiştirmem abi! Yanındaki Marco itine söyle amacına ulaşamayacak. Geri dönmeyeceğim!" Sesindeki hırlama karşımızdaki adamın artık eğlenmediğini ispatlar nitelikteydi. "Dinle köpek! Artık sadece benim sözüm geçer ve benim isteklerim konuşulur! Senin fare beynin benim ne dediğimi anlayacak kapasitede bile değil! Ülkeni sattın bedelini ödeyeceksin!" Telsizden bir iç çekme sesi geldi.
"Kahretsin! Tanrı aşkına neden anneme söz verdim sanki! Seni korumak ve yaşatmak için lanet olası ağzımı neden açtım ki? Sana son bir şans veriyorum Çemol! O çocuğun ve beraberindekilerin yaşamasını istiyorsan söylediklerimi harfiyen yerine getireceksin! Aksi halde yapacaklarımdan sorumlu değilim!"
Muris ve Çemol birbirlerine öfke ve hüzün karışımı bir bakış attı. "Ne istiyorsun? Benden ne istiyorsun? Bir hain gibi, kuduz bir köpek gibi ölmemi mi?" Öfke Çemol'ün burnundan solumasına sebep oluyordu.
" Evet kardeşim! O hainlerin yanında yer almandansa bir köpek gibi ölmeni istiyorum! Şimdi daha fazla saçmalama da dinle! Anahtarın yanınızda olduğunu biliyoruz. Alina Mihaloviç Demirsoy! Onu kendi ellerinle bana teslim edeceksin!" Boğazımın kuruduğunu nefesimin kesildiğini hissettim. Sanki yer bir anda ayaklarımın altından kaymıştı ve ben çaresizce cehennemin kucağına düşüyordum.
"Hayır!" diye bağırdım. "Buna izin vermem!" Alina ile gözlerimiz birbirinden ayrılmıyordu. Sevdiğim tek kadını onlara yem etmeyecek kadar aşıktım. Üstelik bu sadece sevda meselesi değildi. Alina'yı korumak zorundaydım! Devletimin ve milletimin menfaatleri için aramızda ne yaşanmış olursa olsun o iyi olmak zorundaydı. Buradaki işimizi tamamlayıp sorunsuz bir şekilde ülkemize dönecektik. Çünkü o benim karımdı ve yeri benim yanımdı.
Çemol, çaresizce Alina'nın baktı. Kısa bir zaman içinde arkadaşının kız kardeşini kendi kardeşi gibi benimsemiş ve üzerine titrer olmuştu. Böyle olmasa da bir şey fark etmezdi zira Alina Boşnaklar için de fazlasıyla değerliydi. "Bunu yapamam! Benden böyle bir şey isteme! Eğer istediğin bensem tamam! Düşer gelirim peşine kafama sıkacağını bilsem gocunmam! Yeter ki onları rahat bırak!" Kısa bir duraksamanın ardından itiraz gecikmedi.
"İstediğim sadece sen değilsin Çemol! Anahtarın zihnini istiyorum. Onda bize ait olan çok şey var! Ve onu bana getirecek olan da yine sensin! Çocuğun üzerinde bomba düzeneği var ve inan bana uzaktan tek bir düğmeye basmamla hepiniz tuzla buz olursunuz. Bunun olmasını istemezsin değil mi kardeşim?"
Alina'nın bakışlarının sürekli Ivan'da dolaştığını görüyor ve bundan huzursuzluk duyuyordum. Bu düşmanca bakışların sebebi ne olabilirdi? Yeniden dikkatimi Çemol'e verdim. "Alina'yı rahat bırakacaksın! Onu kimseye vermem!" Alina'nın bileğine yapışıp gözlerimle yaşadığımız korkunç durumun tüm gerçekliğini inkar etmek istedim. Alina'nın yüreğindeki cesaret ateşi yosun bakışlarına vurmuştu. Biliyordum onu burada hiçbir güç tutamazdı.
"Seni benden kimse alamaz Artemis çiçeği! Ben senden geçmem! Sensiz buradan çekip gitmem!" Buz tutan ellerini avuçlarımın içine aldım. "Benim yüreğim sana mühürlendi. Hiç kimsenin çözemeyeceği bir düğüm atıldı kaderimize. Artık oyun yok!" Bakışlarındaki mahmurluk canımı daha çok acıtıyordu. Biliyordum aslında o da için için ağlıyordu. Fakat cesur yüreği ve bize duyduğu bağlılık kafasındaki planı harekete geçirmesinde onu ısrarcı kılıyordu.
"Size son bir şans veriyorum! Anahtarı bize getir! O zaman bombayı patlatmamak için bir sebebim olacak?"
Alina'yı ardıma alıp gözlerimle karşımdaki tüm dağları taradım. "Bombayı Alina'yı aldıktan sonra patlatmayacağını nasıl bilebiliriz? Bize oyun oynamadığına neden inanalım? Sen bir hainsin! Binlerce masum insanın kanına girmiş bir pislik! Bunu yapmamak için hiçbir sebebin yok! Anahtar hiçbir yere gitmeyecek! Burada benimle kalacak! Öleceksek de birlikte öleceğiz yaşayacaksak da birlikte yaşayacağız!" Gözlerinde benimle ölmeye dünden razı olduğunu hissettiren bir bakış yakaladım ve sanki hislerini anlamışım gibi kendini geri çekti.
"Siz zaten ölüsünüz. Etrafınızda gözlerinizin görmediği büyük bir ölüm çemberi var. Hilal taktiği! Evet başarılıydınız komutan! Fakat etrafınızda sizden daha büyük bir çemberin kurulduğunu düşünemediniz. Tek bir emrimle üzerinize mermi yağdırabilirim. Ve isteseniz de o çemberden kurtulamazsınız. Evet haklısın büyük bir kumar! Fakat sen bu kumarda tercih yapabilecek durumda değilsin! Tercihlerin iki mezarın arasında cambazlık yapmaktan öteye gitmez!"
"Bana söz ver! Abimi ve diğerlerini öldürmeyeceksin! Ne çocuğa ne de beraberindekilere bir zarar gelirse yemin ediyorum beynimdeki sırlara erişemeden kendimi öldürürüm. Ve emin ol giderken tek başıma da olmam!" Alina'ya başımı sallayarak karşı çıktım. "Hayır yapamazsın! Ölürüm de izin vermem!" Sesim kısıldı. Cümlelerim daha şefkatli bakışlarım daha hasret dolu bir hüviyete kavuştu.
"Sana bir şey olursa ben de ölürüm! Hayatımın sensiz bir anlamı olduğunu mu sanıyorsun!" Hiç değilse şu durumda beni sevdiğini söyleyemez miydi? Affettim, benim evvelim de ahirim de sensin diyemez miydi? Ölümden öteye yol mu vardı da bu kadar çok kin tutuyorsun Artemis çiçeği! Sen bensiz yaşayabileceğini mi sanıyorsun? Bir daha sevebileceğine nasıl inanırsın?
Yeniden koluna yapıştığımda başını reddeder gibi salladı. "Başka çarem yok! Sizi kurtarmak zorundayım! O masum çocuğa ihanet edemem! Bir söz verdim!" Orada kimlerin olduğunu umursamadan boynuna sımsıkı sarıldım. Maskenin altından dudaklarım hissedemediğim teninde delicesine bir hasretle dolaştı.
" Bizden daha önemli şeyler var! Onları bitirecek olan da senin zihninde! Senin ölmene izin vermezler Alina! Eğer öldürme derdinde olsalardı çoktan işimizi bitirmişlerdi. Buraya sıkışıp kaldık. Seni uzaklaştırıp amel defterimizi dürmek istiyorlar. Biz şu an burada ölsek bile yerimize yiğit vatan evlatları geçecek ve yokluğumuzu hissettirmeyecektir. Varsa kader de şehadet başımın gözümün üstündedir. Ona güvenme!"
" Oohh Hayır! Büyük tiyatroyu kaçırmışız. Sevgili yeğenim ve muhterem eşi çoktan vedalaşma Seremonisine girişmiş." Karşımda Vladimir hainini gördüğüme hiç şaşırmamıştım. Asıl şaşırdığımsa Erkin'in buralara kadar onun peşinden gelmesiydi. Göz göze geldik. Yüzünü gizleme ihtiyacı bile hissetmemişti. Bizim aksimize onlar maskesizdi. Hainin bakımlı saçları ve takım elbisesi savaşa değil lüks bir partiye gidiyor izlenimi veriyordu. Erkin'se onun yanında biraz daha sönük kalmış gibiydi.
"Hadi yanıma gel Srce moja! Dayını daha fazla bekletmeni istemem! Sorunlarımızı konuşarak halledebiliriz değil mi?" Alina'nın yumruklarını sıktığını görebiliyordum. Yine önünde durup gitmesine engel oldum. Çemol, "Uzak dur! Anahtarı kimseye vermeyeceğiz!" diye atıldı. "Onu sizden zorla almasını biliriz. Üzgünüm sevgili yeğenim! Bence bu kadar eğlence yeter! Bunca zaman değerli beynini fark etmediğim için beni affet! Artık gerçekler konuşmalı!"
"Eğer üç dediğimde anahtarı Vladimir'e teslim etmezsen oradaki herkesin ölüsünü izlemek zorunda kalırsın." Çemol abisinin kahkahalarına iğrenerek baktı. "Üç!" Alina'nın bakışları korkuyla zavallı çocuğa yöneldi. Çocuk korkudan altına kaçırmıştı ve ağlıyordu. Muhtemelen göğsüne bağlanan şeyin tam olarak ne olduğunu bile anlayamıyordu. İş üstündeyken duygularını belli etmeyen Erkin bile şaşkınlığını gizlemeden irkildi. Tüm arkadaşlarını Alina birlikte kaybetme fikri görev konusundaki duruşunu bozmaya başlamıştı.
"Tamam!" Diye bağırdı Alina. Size geleceğimi söyledim! Yeter ki onlara dokunmayın!" Vladimir'in sağında ve solunda olan iki adam bana silah doğrultup Alina'nın uzaklaşmasını sağladı. Yalvaran bakışlarıma sırtını dönmüş onların hemen ayaklarının dibinde adımlarını durdurmuştu. Telsizden bir inleme sesi duyduğumda hayretle diğerlerine baktım. "Adam temizlendi komutanım! Artık bombayı uzaktan patlatamaz!" Telsizden gelen ses Ferit'e aitti. Onu uzaktan timi koruması için çok önceden hatırı sayılır bir mevziye yerleştirmiştim. Ve yine beni utandırmamıştı.
Hainin bir bakışıyla Erkin Alina'nın başına silahı dayadı. "Sakın hareket etme! Yoksa beyninin parçalarını kocan yerden toplamak zorunda kalır!" Kocan kelimesini bastırarak söylemişti. Düşündüğüm şeyi yapmazdı değil mi? Alina Erkin'in gözlerine baktığında yüzünde değişmeyen cesaret emareleri gördüm. "Abinin ölümüne üzüldüğünü söyleyemeyeceğim Çemol! Ve anahtar artık bizim! Çocuğa gerek kalmadı! Onu zevkle öldürebilirim!" Çocuk çığlık attığında bir el patlama sesi dağlarda dalga dalga yankılandı.
"Çemol hayır!" Muris öne atılıp çocuğun ayaklarının dibine düşen arkadaşını dizlerine yatırdı. Aynı silahın onun hayatını bitirip bitirmemesi umurunda bile değildi. "Ölmene izin veremem dostum! Birbirimize sözler verdik." Kurşun Çemol'ün boğazında ölümcül bir delik açmıştı. Zavallı, masum bir çocuğu korumak için kendini siper etmiş ve abisinin günahlarının bedelini hayatıyla ödemişti.
"Yaşayacaksın dostum! Hikayemiz böyle bitmeyecek!" Üzerimize doğrultulan silahlardan ayrılıp onların yanına gidemiyorduk. Tek bir hareketimiz ölüm demekti ve timdeki askerlerimi düşünmek zorundaydım. O zavallı çocuğu ve Nice masum insanı koruyabilmek için ayakta kalmak zorundaydık. " hikayemizin bitmesi dostluğumuzun bittiği anlamına gelmez! Sözümü hatırla! Son nefesine kadar mücadele et!" Çemol'ün sayıklar gibi söylediği cansız sözleri gözlerimizden yaşların akmasına sebep olmuştu. Engel olamadığımız her ölüm hayatımızdan değil canımızdan etimizden kanımızdan alıyordu. Sanki bizden bir parça her seferinde kopup gidiyordu.
"Hayır! Hayır ne olur?" Muris kollarındaki arkadaşının kanlar içindeki bedenine bakıp gözyaşlarına boğuldu. Omuzlarının sarsılışı ve ona bakarken ki gururu gün gibi ortadaydı.
"Aşağılık hain! Kimseyi incitmeyeceğim demiştin! Öldürmeyeceğim demiştin!" Erkin'in silahının namlusu şakağındayken Alina dişlerini sıkarak bağırdı. Bundan daha kötülerinin olabileceğini biliyordum. Vladimir pişkin pişkin, "Çok üzgünüm sevgili yeğenim ! Ama kimse sana dürüst biri olduğunu söylemedi ! Pekala sıkıldım !" Diye söylendi. "Hepsini öldürün!" O an birkaç silah sesi pusuya yatan askerlerin olduğu taraftan geldi. Neye uğradığımızı bile anlamamıştık. Hemen burnumun dibindeki askerin kanlar içinde yere yığıldığını hayretle gördüm. Yüzümdeki maskeye sıçrayan kan umurumda bile değildi. Ben bizi rehin alan askerleri saniyeler içinde kurşuna boğarken Erkin'in silahının namlusu Alina'dan uzaklaşıp Wladimir'in başını bulmuştu.
"Neler oluyor? S-Sen!?"
"Sakın dostlarıma dokunma!" Wladimir gerçeklerin farkına varır varmaz sıtmaya tutulmuş gibi titremeye başlamıştı. Alina onu dizüstü çöktürecek o sert tekmeyi attığında hain karların üzerinde debelenmeye başladı. Doğrulmak istediği an Erkin'in namlusu büyük bir beyin sarsıntısı yaşamasına sebep oldu. Karların üzerinde yüzükoyun düştü. Artık elimizin altındaydı.
🪦🪦🪦
Selam canlarım. Yeni bölüm normale kıyasla biraz daha uzun sürdü farkındayım. Bundan dolayı üzgün olduğumu bilmenizi istiyorum.
Maalesef üç haftadır ailecek hastayız ve bu şekilde hem çalışıp hem de içerik üretme gayretindeyim.
Kötü haberler de aldım be yazık ki bu da yazma motivasyonumu etkiledi. Kitap söz konusu yayınevi tarafından baskıya verilmeyecek. 😕 hayırlısı olsun diyelim umudumuzu kaybetmeyelim. Benim en büyük hayalim bir gün imza gününde sizlerle kucaklaşmak ve kitabımı raflarda görebilmekti. Ne yazık ki henüz nasibimiz açılmadı.
Son kitabı çok uzatıp tadm ıkaçırmak istemiyorum. Sonrasında yeni kurgu hazırlığına yavaştan başlarım. Ama artık sosyal medya da daha aktif olmak istiyorum. Yine tek kurgu devam edeceğiz. Beni desteklerseniz çok mutlu olurum. 😉👇❤️🔥
İns: seyma_yldz_koc
İns 2 : atomyazar
Wattpad-Kitappad- TikTok : syildiz_koc
YouTube: atomyazar
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.85k Okunma |
327 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |