15. Bölüm

15. Bölüm: Büyük Buluşma

Şeyma Yıldız KOÇ
syildiz_koc

15. BÖLÜM: BÜYÜK BULUŞMA?

Yıllar önce:

Efsun, duş başlığını saçlarında dolaştırıp sıcak suyun tadını çıkardı. Bu gün keyfine diyecek yoktu. Demir, ona karşı ikinci kez hata yapmıştı. Kendisine hiçbir şey yapmadığı halde Efsun'dan intikam almaya kalkmış, onu işlemediği bir suçun sorumluluğuyla baş başa bırakmıştı. Küçük kız aile fertlerine ne kadar dil dökse de üzerine yıkılan suçtan yüzünü ağartmayı başaramamıştı. Gün intikam günüydü. Kafasında Burcu'dan aldığı intikam kadar olmasa da can alıcı bir plan vardı. Demir'e kendisiyle uğraşmaması gerektiğini gösterecekti. Ona daha fazla zarar vermesinin önünde duracak tek şey karlılık vermekti. Ona kimin güçlü olduğunu göstermekten başka bir çaresi yoktu.

Yapacaklarını düşünüp neşeyle şarkı söylemeye başladı. "Hav hav hav... Benim küçük köpeğim. Miyav miyav miyav... Nerdeymiş sevimli kedim?"

O avazı çıktığı kadar bağırarak şarkı söylerken babaannesi içerde "Fesupanallah" çekmeye çoktan başlamıştı. "Efsuuuun! Bırak şu kedileri de çık artık banyodan. Evi hayvanat bahçesine çevirdin!" Küçük kız bu sesi duyar duymaz alt dudağını ısırıp heyecanla gözlerini kocaman açtı. Büyük hanımı kızdırmaya gelmezdi. En iyisi mi biraz daha uslu durmalıydı şimdilik. Köpüklerle oynarken zamanın nasıl geçtiğini anlamamış, banyoda saatlerce kalmıştı. Son kez yüzünü sabunladığında elini duş başlığına atıp kendisini durulamak istedi. Fakat tüm parmakları musluğa var gücüyle asıldığı halde bir damla suyu bile bedenine akıtmayı becerememişti. Musluktan umudu kesince "Babaanneeeee!"diye kulakları çınlatan bir ses çıkardı. "Su gelmiyor!"

"Seni küçük şapşal! Demek pastamı yersin ha! Şimdi o kılıkta çık da seni göreyim." Bu Burcu'nun sesiydi. Demek banyoda kalsın diye kendisini oyuna getirmişti. Sinsice gülümseyip helkeye doldurduğu suyla durulandı. Burcu kendisini akıllı zannederek çok büyük bir hata yapmıştı. Kurulanıp yeniden kıyafetlerini üzerine geçirdi. O havalı havalı saçlarını kuruturken Burcu öfkeden yerinde tepiniyordu. İki kuzen arasındaki bu çekişme kolay kolay geçeceğe benzemiyordu. Burcu' da kıskançlık Efsun'da yaramazlık olduğu sürece bu iki kız kolay kolay anlaşamazdı.

"Gıcık!" Efsun dil çıkarıp onun kıskanç bakışlarına nanik yaparak cevap verdi. Bu soğuk savaş döneminin başladığını haber veriyordu. Babaannesine sarılıp onun kendisine yaptığı bez bebeğe baktı. Biraz oynamaya çalışsa da tek başına oyun oynamak hiç keyifli değildi. Eskiden babası vardı. Kendisiyle oyun oynamaktan sıkılmaz, hep sevgiyle saçlarını okşardı. Artık onun varlığı Efsun için sadece bir hayaldi. Bazen amcasından kendisini mezarlığa götürmesini istiyor ve orada içindeki hasretin dindirilmesini bekliyordu. Yalnızlık içinde kök salıp filizlendiğimde artık bu gidip gelemezler de yetmez olmuştu.

Babaannesi mahcup bir şekilde dizine yatan minik kıza hüzünle baktı. Gözleri gurbet deryasıydı, fakat yaşlı kadının elinden onun için hiçbir şey gelmezdi. Kendisi de Kerim Bey'in ölümüyle öldürücü bir azaba düşmüş, evlat hasretini iliklerine kadar yaşamıştı. Sonunda gözyaşları dinmiş, ölüm ansızın kapısında bitse de zaman içindeki yarayı derin bir iz bırakarak küllendirmişti. Ah ah çeken dili sadece Efsun'u tatlı sözler söylediğinde biraz olsun duruluyor, gözleri aklıma düşen acıyla sulanıp nemleniyordu. Keşke başka türlü olabilseydi her şey. Ama olmuyordu!

"Hadi kızım! Dışarı çıkıp biraz arkadaşlarınla oyun oyna. Evde sıkılıyorsun, iyi gelir." Efsun başını dizinden kaldırıp omuzlarını küskünce silkeledi. "Gitmem. İstemiyorlar beni. Burcu onlara ne anlatmışsa hiçbir beni sevmiyor. Oyuna alacaklarını söyleyip yüzüstü bırakıyorlar." Babaannesi hüzünle öpüp koklasa da Efsun, "Gitmeyecem işte!"diye küskün küskün mırıldandı. Kırılan kalbi başka türlüsünü bilmiyor, dili kederi tarif etmenin yollarını anlamıyordu.

Biraz nefes almak için tek katlı gecekondularının balkonuna geçti. Elindeki bez bebeği dizlerine yatırıp babasından öğrendiği çocuk şarkılarını söylemeye başladı. Kendi sesine sarılıp içindeki yalnızlığı ve ötekileştirmeyi düşünmemek istiyordu. Balkonun demirlerine yaklaşıp mahalledeki diğer çocukların çığlıklarına kulak verdi. Birlikte oyun oynarken çok neşeli görünüyorlardı. Heyecanlı seslerini her duyduğunda eski mutlu günlerine duyduğu özlem de katmerleşip içinde büyüyordu.

Demir'e uzaktan kızgınlıkla baktı. Bu çocuğu hiç sevmemiş, onu gördüğünde içinden akan olumsuz hislerle baş etmek zorunda kalmıştı. Yine burnunu koluna siliyor, ter içinde kalan alnını omzuna bastıra bastıra top peşinde koşuyordu. Son attığı iftiradan sonra Efsun onu iyiden iyiye düşman bellemişti. Demir'i üzecek bir şey yapmazsa Efsun"a uyku bile haram olacaktı.

Bir anda balkonun korkuluklarına gelen sert top küçük kızı yerinden sıçrattı. Top önce demirlere çarpmış ardından da Efsun'un ürkek bakışlarının arasında içeri girmişti. "Hey! Şaşkoloz! Şu topu at da işimize bakalım." Efsun ters ters Demir'e baktı. Bu şapşal çocuk kendisini ne zannediyordu? "Sana diyorum be öldün mü? Heeeey!"

"Sümüklüüüüüü! Beni duydun mu sen sümüklü böceğin tekisin." Efsun küçülüp suratını komikleştirerek sümüklü böcek taklidi yaptığında mahalledeki diğer çocuklar kahkahalarla Demir'e gülmeye başladı. "Ulan ben yanına gelirsem şimdi!"

"Ne yaparsın? Döver misin? Hah hay! Güleyim bari!" Efsun dil çıkarıp nanik yaparken Demir bulunduğu yerde sinir küpüne dönmüş ekseni etrafında tepinip duruyordu. Bununla da yetinmeyen küçük kız eline aldığı bitki makasını Demir'in topuna geçirip zavallı topu parçaladı. Bu Demir'i delirten ikinci hamleydi. Korkunç bir saldırganlıkla öne atılıp arkadaşlarının bozulan moralini alacağı intikamla yerine getirmek istedi.

"Ulan sen kaşındın!" Demir kapının önüne gelip girmeye çalıştığında Efsun onu gafil avladı ve saksının içindeki suyu Demir'in kafasından aşağıya boşalttı. Demir artık kızgınlıktan boğa gibi kıpkırmızı kesilmişti. Bu kızla başa çıkmak ne kadar zor olabilirdi?

"Canını yakmazsam şerefsizim. Bu yaptığın yanına kalmayacak." Efsun babaannesi içerde söylenirken kahkahalarla gülmeye devam etti. Kendisini kimsenin üzmesine asla izin vermeyecekti. Demir bir daha ona iftira atarken iki kez düşünürdü. Kahkahalarının arasına çöreklenen sinsi hüzün bir anda yüzüne sirayet etti. Pencereden sokağın başındaki o tanıdık simaya baktığında öfke kanına ölümcül bir zehir yaydı. Bu oydu. Annesinin sevgilisi olan adam... Cemal... Balkon korkuluğunun demirini sımsıkı kavradı.

Hâlâ tüm o olan bitenden sonra bile etrafında dolaşıyor, kendisinden nefret ettiğini söylediği halde bir türlü peşini bırakmıyordu. Adam fark edildiğini gördüğünde kendisini duvarın arkasına saklamaktan vazgeçip birkaç adım öne çıktı. Efsun'un kendisini görmek isteyeceğini umut ediyor, ona yaklaşmak için fırsat kolluyordu. Efsun'a doğru bir kaç adım daha attı ve çocukları geçip balkonunun biraz aşağısında ona bakmaya devam etti.

Efsun kendisine gülümseyen adama nefret dolu bakışlarla karşılık verdi. Onu gördüğünde babasını hatırlıyordu. Babasının asfalta dökülen kanını, Bobi'nin pembeden kankırmızıya dönen oyuncak tüylerini düşünmekten nefret ediyordu. Annesinin ona yapabileceği en büyük kötülüğü yaptığını küçük zihnine kare kare yerleşiyordu.

Amcası sessizliği fark edince küçük kızın yanına gelip bakışlarının odağına nefretle baktı. Yüzü kinle kısılmış, bedeni gerginlikten kaskatı kesilmişti. Efsun'un kolundan tutup örseleyerek içeri soktu ve ardından balkon kapısını sertçe kapattı. Cemal öylece ayakta dikilmiş fakat onlara dönüp tek kelime edememişti. Kapının önüne gelmek ve delicesine bir sinirle yumruklarını kapıya indirmek istiyordu ama yapamıyordu. Bir şeyler adımlarını durdurmuştu. Efsun'un deli öfkesi ve bitmek bilmeyen nefreti tüm cesaretini kırıyordu. Ardından sımsıkı yumulan kapıya hüzünle baktı. Yapabileceği bundan fazlası asla olmayacaktı.


Efsun'un kaleminden:

Sabaha kadar yatağın içine dönüp durdum. Uyuyamıyordum. Dün gece yaşanılanlar aklımın çorak topraklarında dolaşıyor kalbim söylediğim yalanların altında eziliyordu. Güney dün gece aramızdaki mesafeleri kaldırıp bana kalbini açmıştı. Hislerini bir bukete sarıp elime vermiş bense onu yalanlarla örselemekten başka bir şey yapamamıştım. Hayallerime yönelik olan her gerçekti, fakat ailemle ilgili anlattıklarım tamamen yalanlardan ibaretti.

Yataktan kalkıp dalgın dalgın duş aldım. Aşk bana yaramamıştı. Eskiden duşu eğlenceye çevirir, her anının tadını çıkarırdım. Şarkılar söyler, taklitler yapar köpüklerin içinde kendimden geçerdim. Fakat şimdi içimden bunların hiçbirini yapmak gelmiyordu. Aşk imkansız olunca kalbi çok yoruyor insanı içten içe tüketiyordu.

Dişincelerimi zihnimden uzaklaştırmaya çalışarak bornozla yeniden odama geçtim. Kot pantolonlarımdan birini üzerime geçirip spor bir tişörtle kombinemi tamamladım. Melis çoktan uyanmış benim için nefis bir kahvaltı hazırlamaya girişmişti. Onun aksine şarkı söylemiyor sadece dün geceyi düşünüyordum.

Turuncu renkteki mini sandalyelerine oturup başımı masanın üzerine kurbanlık koyun gibi bıraktım. Keşke Güney'i düşünmediğim bir anım olsaydı. Onunla ilgili hayal kırıklığı yaşamaktan öyle çok korkuyordum ki bu korku bana olmadık işler yaptırabilirdi. Ona çekilmek istemiyordum. Onu sevmek benim için sadece bir hayal olarak kalmalıydı. Gözlerimi her kapadığımda onu yüzünü görmek zorunda mıydım? Mavi gözlü devi hiç tanımadığım günlerin rahatına yeniden kavuşamaz mıydım?

"Kalbim yaralı, gönlüm yaralı. En güzel yarınlarla sen açtın aramı." Bakışlarım Murat Göğebakan'ın yaralı şarkısını bana serenat yapan güzel dostuma takıldı. Bakışlarımı küskünce kaçırıp başımı eğdim. "Sağol Melis. Benimle dalga geçmeyen bir sen kalmıştın." Hazırladığı nefis kreplerden birini önüme koyup içine en sevdiğim çikolatalı kahvaltılığı sürdü. Bıçakla birkaç küçük parçaya ayırdığı kreplerden bir parçayı çatala saplayıp ağzıma uzattı. Küçük bir sincap gibi hemen çataldaki lezzetli krebi kaptım. Ağzımda keseler olsa hepsini stoklayabilirdim.

Yüzüm biraz olsun gülmüştü. Melis benim her şeyimdi. Onunla gülmek, yaşamak benim için dünyalara bedeldi. Oğlumu bulmak için benimle birlikte pek çok tehlikeye atılmıştı. Kardeşim olsaydı eğer eminim o da Melis'ten farklı bir şey yapmazdı. Onunla bu şirin mutfakta zaman geçirebilmek bana huzur veriyordu. Benim gibi sepeti seyrek bir kıza nasıl tahammül edebildiğini anlamak güçtü.

"Biraz gülümse artık. Güney de sevilmeyecek adam değil hani." Ellerimle kulaklarımı kapatıp gözlerimi yumdum. "Yaaaaaa! Sus ne olur! Ben bunu daha kendime bile itiraf edemiyorum."

"Ne var ki itiraf edemeyecek. Aşık olan tek kişi sen değilsin." Ellerimi kulaklarımdan çekip yüzümü avuçlarımla tamamen örttüm. "Sus sus!" Ellerimi yüzümden çekip gözlerimin içine baktı. "Susmayacağım. Sen çok güzel bir kızsın Efsun. Güney'in seni fark edememesi imkansız. Birbirinize çok yakışıyorsunuz. Eğer ona karşı bir şeyler hissediyorsan bunu gizleme. Hissetmesini sağla. Sana yaklaştığında kendini geri çekme. Bırak su aksın yolunu bulsun." Kaşımın birini kaldırıp onun aşkla kızaran yanaklarına baktım.

"Yapamıyorum Melis. O tuhaf biri. Bazen çok iyi bazen de tam bir dağ adamı. Böyle birine nasıl güveneceğim?" Sustum. Onun şaşkın, sempatik bakışlarının arasında küskünce çatalıma kreplerden birini daha geçirdim.

"Umutsuz vakayım. Dün gece birlikteydik. Ona korkunç yalanlar söyledim Melis. Hayali bir anne-baba uydurup asla sahip olamadığım bir geçmiş çizdim. Bana inanıp inanmadığını bile bilmiyorum. Her şey iyice sarpa sardı."

Melis için cevap basitti. İki yandan örgü yaptığı saçlarını geriye doğru itip tam karşıma oturdu. "Ona karşı dürüst ol Efsun. Yaşananlar senin suçun değildi. Geçmişinden utanma." Onun için söylemesi kolaydı fakat ben bu yükü taşımakta zorlanıyordum. Eline aldığı gazeteyi bana uzattı. Gözlerimle sayfayı taradığımda manşetler dikkatimi çekti. "Bir adam karısını ve iki çocuğunu balkondan atmış!" Kocaman gözlerle ona baktım. Bozuk olan morelimi resmen ipe dizmişti. Benim hayatım zaten bir faciaydı. Ali Cabbar'a ve pankartta gördüğü çizgi kıza aşık olup hasretten ölen penguene üzüldüğüm yetmezmiş gibi şimdi bir de trajik aileye üzülecektim.

Elini alnına çarpıp gözlerini devirdi. "Şapşik! Onu göstermiyorum. Altındaki ilana bak. Moda yarışması düzenleniyormuş. Tasarımlar ve çizimler kapışacak. Kazanana yüklü bir miktar ödül verilecek. Tabi en iyi tasarımcılardan eğitim alma şansı da var." Gözlerim mutluluktan adeta kalp şeklini almıştı. Yoksa talihim tüm sakarlıklarına ve şapşallıklarıma rağmen bana gülmeye mi başlamıştı? Bu çok güzel bir yarışmaydı. Kim bilir belki hayallerimi gerçekleştirmem için bana bir şans bile verebilirdi.

"Bu harika Melis. Hep eğitim almak istemiştim. Kendime ait bir çalışma atölyem ve malzemelerim olsa ne kadar da güzel olurdu değil mi?" Başını mutlulukla salladı. "Harika da laf mı? Muhteşem olurdu. Ne kadar yetenekli olduğunu biliyorum. Sadece kendine inanman gerekiyor."

Bakışlarım ondan ayrılıp yeniden ilana çevrildi. "Sadece iki hafta sürem var. Yetiştirebilir miyim bilmiyorum." Bana bıyık altından bakarken elini beline atıp otuz iki diş gülümsedi. O da benim gibi sade spor tarzda bir şeyler giymişti. "El ele verirsek başarmamamız için hiçbir sebep yok. Hem ben de sana bildiğim kadar yardımcı olurum. Kadın dayanışması... Ne dersin?" Boynuna sımsıkı sarılıp, "Allah derim!"diye bağırdım. Sonra işaret parmağını dudağına götürüp "Şşşşş!"diye fısıldadı. "Yukarıdaki ihtiyar adamı delirtmeyelim. Geçen hafta banyoda şarkı söyledin diye etmediğini koymamamıştı bize! Adam dedektör gibi çıt çıksa kıyametleri koparıyor. Evde sadece bir kuçu kuçusu var bir de kendi. Hiç halden anlamıyor."

Benim gibi birinin tercih edeceği cinsten bir komşu değildi. Ben kimse olmasa bile kendi kendime konuşur, şarkılar söylerdim. Sessizliği sevmez, hayatı olabildiğince bir partiye çevirirdim. Şimdi benim kahrımı nasıl çekecekti daktilo amca? Umarım eline bastonunu alıp beni dövmeye gelmezdi. Kafamda onu bu şekilde hayal edince kıkırdamaya başladım. Melis hiçbir şey söylemedi. O da alışmıştı artık benim kendi kendime konuşup gülmelerime. Koğuştakiler eksik akıl diye dalga geçse de Melis beni tüm şebekliklerimle sevip kabul etmişti.

"Deli kız!"dediğinde daha fazla haylazlık yapmayıp kahvaltıma gömüldüm. Bu gün Güney'le klip hakkında görüşecek ve sözleşmeyi karara bağlayacaktım. Klibi izlemem için henüz çıkış yapmamıştı ve benden onay almadan da bir şeyler yapmak gibi bir derdi yoktu. Onu yeniden göreceğimi düşününce midem düğüm düğüm oldu. Karşısında öylece normal biri gibi durmak benim için çok zordu. Keşke onca yalanı söylememiş olsaydım. Bu yalanlar er ya da geç ayağıma dolaşacaktı.

Daha fazla oyalanmadan çantamı da alıp Güney'in beni alması için gönderdiği araca bindim. Beni düşünmesi mutluluk vericiydi. Bu sayede otobüsle yolculuk yapmayacak ve bir sürü kötü kokunun arasında nefes alıp verme mücadelesine girişmeyecektim. Ön dikiz aynasından makyajımı kontrol ettim. İyi görünüyordum. Fazla süslü görünmemek en iyisiydi. Güney kendisine hoş görünmek için saatlerce uğraştığımı düşünmemeli ve mümkünse bana o güzel gözleriyle öldürücü kurşunlar sıkmamalıydı. Karşısında ucube gibi görünmek titrek ve aşık görünmekten çok daha iyiydi.

Telefonumu kurcalayıp Harzem'i birkaç kez aradım. Bana buluşup konuşacağımıza dair söz verdiği halde hâlâ dönüş yapmıyordu. Oğlumu bulmak için ona mecburdum. Bana oğluma dair olan gerçekleri söyleyip hayatımdan ilelebet defolup gitmeliydi. Ondan yeterince iğreniyordum ve yüzünü görmeye sesini duymaya uzun süre tahammül edemezdim.

Araç, Güney'in hayran olmaktan kurtulamadığım o güzel villasının garajına girdiğinde bedenim titremeye, ellerim terden kızarıp yapış yapış olmaya başladı. Birazdan içeri girecek ve onun mavi bakışlarının karşısında güçlü ve sakin durmaya çalışacaktım. Belki yeni yalanlar da söyleyebilirdim ama ona yine istesem de gerçekleri anlatamayacaktım. Ayağımdaki spor ayakkabılarla ve spor giysilerimle çok dikkat çekmediğimde emindim. En azından topuklu ayakkabı işkencesine maruz kalma gafletinde bulunmamıştım.

Kapı zilini çalıp beklemeye başladım. Birkaç saniye sonra Güney'in yardımcısı Perihan Hanım kapıyı açıp beni içeri aldı. Adımlarım doğruca salonu bulmuştu. Büyük spor tarzdaki holün ardından gözlerim berjerde rahat bir şekilde oturan stara takıldı. "Merhaba!" Gergin görünmemeye çalışsam da titreyen ellerim beni ele vermekten geri durmuyordu. Lütfen ona karşısında konuşamayacak kadar çok aşık olmuş olmayayım.

Onca olan bitenden sonra Güney'den bir şeyler ummaya gücüm yoktu. Yalanlarım aramızda olacak tüm güzellikleri yerin en dibine, cehennemin kuytu çukurlarına boşaltmıştı. Ondan uzak durmak zorundaydım. Lütfen o da benden uzak dursun diye içimden sayıkladım.

Beni görünce mesafeli fakat saygılı bir tavırla ayağa kalktı. "Merhaba Hoşgeldiniz!"

"Hoşbulduk!" Gözlerimi ondan kaçırıp bej rengi koltukta oturan beyefendiye döndüm. Kumral, orta yaşın biraz üzerinde çok yakışıklı bir adamdı. Parlak mavi gözleri yüzündeki en çarpıcı unsur olarak bakışlarıma ilişen özel bir detaydı. Takım elbiseli, ciddi bir hali vardı. Beni görür görmez yüzünde hayranlık dolu hoş bir ifade belirdi. Varlığımdan hoşlandığını hissetsem de ondan çekinmiştim. Koyu kahverengi saçlarında yer yer beyazlıklar oluşmuştu fakat ona yaşlı dediğimde tüm eşek arıları dilimi sokmak için peşime düşüp beni kovalayabilirdi. Bu söze kayık olması pek olası değildi.

Güney, eliyle beyefendiyi işaret edip, "Harun Bey... Kendisi benim amcam olur!" dedi. Sadece üst ön dişlerimi gösterecek şekilde nezaketen gülümsedim. "Efsun Hanım!"diye beni takdim ettiğinde ise elimi uzatıp bana benden önce uzanan eli sıktım. "Tanıştığımıza sevindim Efsun Hanım."

"Bende!" Harun Bey'in gözleri ışıl ışıldı. Sanki beni yıllardır tanıyor, biliyordu. Ona ısındığımı hissediyordum. Ama içimde garip bir tutukluğun olduğunu da inkar edemezdim. Güney aramızdaki sessizliği bozup eliyle televizyonu İşaret etti. "İsterseniz şu klibi birlikte izleyelim. Yayınlanmadan önceki son haline bir de siz bakın. Eğer rahatsız olduğunuz bir şey varsa yeniden düzenleyebiliriz."

"Elbette."dedim. Aslında şu saatten sonra bir şeylerin değiştirilmesi gibi bir amaç gütmüyordum. Benim için önemli olan Güney'in başarısıydı. O başarılı olacaksa ve dolaylı olarak mutlu olacaksa ben elimden gelenden de fazlasını yapardım. O kostümleri sırf bu yüzden dikmiş, klip hikayesine ve dekorlara da bu amaçla karışıp yorum yapmıştım. Sadece içtenlikle gülümsemesini istiyordum. O gülümsediğinde tüm kara bulutlar dağılıyordu. İçimdeki yaralar kapanıyor ve benliğim sedefli bakışlarının arasında huzurla doluyordu. Bencilce bir duyguydu belki ama mutluluğu benim için de çok önemliydi.

Elindeki kumandanın tuşuna bastığında klip dev ekranda başlamıştı. O büyüleyici sese eşlik eden dekor ve plato enfes görünüyordu. Beklediğimden çok daha güzel çıkmıştım. Oldukça komik diyaloglar eşliğinde çektiğimiz sahneler muhteşem görünüyordu. Işıklar ve sahne geçişleri de enfesti. Gözlerim ekran ile Güney arasında birkaç defa dolaştı. Ortaya çıkan üründen oldukça memnun görünüyordu. Kendimi klibe kaptırmış müziğin ahengiyle pek çok duyguyu aynı anda yaşamıştım. Sanki sözler bizi anlatıyordu. Bizim için yazılmıştı. Belki de kendi kendime gelin güvey oluyordum.

Belki de sevdiği biri vardı. Bu sözleri de onun için yazıp çizmişti. Neden her şeyi kendi üzerime alınmıştım ki? Ne hakkım vardı ona dair hayaller kurmaya? Her sözü yalan olan biri için fazla uçuk kaçık beklentiler değil miydi düşündüklerim? Onu bir başkasıyla düşünmek neden bana bu kadar acı veriyordu?

"Nasıldı? Düşüncelerinizi ifade etmedin? Rahatsız olduğun bir şey varsa çekinmeden söyleyebilirsin."

"Hayır yok! Her şey çok başarılı görünüyor." Güney gülümsemeye çalışırken birer sade kahve söylemiştik. Harun Bey, "Kızımız bu role çok yakışmış. Bence kariyerinize bu şekilde devam edebilirsiniz. Güney ve siz muhteşem bir ikili olmuşsunuz. Pek çok klip izledim fakat sizden daha çok yakıştırdığım bir çift olmamıştı."

Güney'in gözlerindeki ışıltı benim kızaran yüzümü gördüğünde daha da belirginleşti. Emindim. Kesin şu an boğazıma bir şey takılmış gibi morarmıştım. İşin kötüsü nefes almayı bile unutmuştum. Nefesimi verdiğimde rahatsızca "Teşekkür ederim. Ben daha çok kıyafet ve kostüm tasarımıyla ilgileniyorum."dedim. Haklıydım. Oyunculuk modellik pek benim işim değildi.

"Efsun Hanım klipteki kostümlerimizi tasarladı. Dikiminde de bizzat görev aldı." Harun Bey'in gözlerindeki yıldızlar yutkunmama ve kendimle gurur duymama sebep olmuştu. O gözlerde saf bir inanç kök salmıştı meyvesi ise benim küt küt atan kalbim ve başarma arzumdu.

"Gerçekten kıyafetleri çok beğendim. Her şey şarkının sözlerini öyle güzel yansıtıyor ki. Tüm bu detaylar birbirini tamamlar nitelikte olmuş. Eminim bu işin doğayenleri sizinle çalışmak için fırsat kolluyordur."

Mahcup bir gülümseme dudaklarımın kıvrımını mesken tuttu. Ne yazık ki o kadar kesin ve iç açıcı bir durum söz konusu değildi. "Henüz o kadar öne çıkan biri değilim. Yolun başında olduğum için bu tasarımlar sadece bir hobi niteliğinde. İlerleyen zamanlarda kendimi geliştirmek istiyorum." Şaşırmamıştı. Bakışlarım Güney'i bulduğunda amcasının bana olan ilgisiyle epey afalladığını fark ettim.

Harun Bey yeni tanıştığı herkese bu kadar ilgili davranır mıydı bilmiyordum. Ama yakınlığı benim gibi kimseye güven duyamayan biri için çok fazlaydı. Ondan kart zampara havası almamıştım. Bana bir kadına bakar gibi bakmıyordu. Arzu dolu bir duruşunun olmadığını anlamıştım fakat yine fazla geliyordu işte. Ben kimdim ki bana yeni tanıştığımız halde parlak bir yıldıza bakar gibi ilgi dolu bakıyordu?

Güney'in yardımcısı kahvelerimizi getirdiğinde koltuğuma iyice yerleşip sıcak kahveden bir yudum aldım. Aceleci bir şekilde içmemiş yeniden yanan ağız faciasıyla yüzleşip kendimi rezil etmemiştim. Şapşallığı bir süre rafa kaldırmam gerekiyordu sanırım.

Harun Bey kahvesini içerken havadan sudan birkaç cümlelik sohbetlerde bulunduk. Hobileri ve ilgi alanları dikkatimi çekmişti. Sohbet ilerlerken Taşpınar Holdingin sahibi olduğunu, babasıyla elli yıllık bir imparatorluğun temsilciliğini yaptığını öğrendim. Bunlar parasal açıdan büyük insanlardı. Buna rağmen bana daha ilk görüşmemizde ailesinden biri gibi davranmıştı. Sohbet son derece tatlı bir şekilde ilerlese de birkaç kez saatini kontrol ettikten sonra kalkmaya yeltendi. Kahvelerimiz bitmişti ve bize ayrılan sürenin sonuna gelmiştik. Bu sözleşme meselesini onun yanında Güney'e açamazdım. Bu konunun yeniden gündeme gelmesi beni çok yıpratıyordu. Güven duygum alaşağı edilmişti bir kere. Artık ne yaparsam yapayım davranışlarının altında bir hinlik aramaktan kurtulamazdım. Yeniden o kötü gün aklım düştüğünde istemsizce kasılıp ürktüm. Duygularım bana yaşattıklarını her düşündüğümde alabora oluyordu.

Harun Bey Güney'e albümünün çıkış şarkısı için şans dilerken aralarındaki ilişkinin oldukça iyi olduğunu anlamıştım. Fakat kafamda hâlâ bazı taşlar yerine oturmamıştı.

Güney babasının ölümünden sonra geçim sıkıntısı çekmişti. Bunun için sokaklarda şarkılar söylemiş, çalgıcılık yapmıştı. Amcası bu kadar güçlüyken neden ona yardım etmemiş borçlarını ödemede kolaylık tanımamıştı ki? Bu insanlar paranın içinde yüzüyorlardı. Hal böyleyken kendi yeğenine ve emekli yengesine abisinin hatırası için bile olsa yardım etmesi gerekirdi. Aman be Efsun dedim içimden. Bu zenginlerin hangisinin işine akıl sır erdi ki buna ersin.

Harun Bey holü geçip çıkışa yöneldiğinde ben de ayaklanarak ona eşlik ettim. Kapının önüne gelir gelmez bir şey unutmuş gibi duraksadı. Güney'in ilgili bakışlarının arasında cüzdanından çıkardığı kartı bana uzattı.

"Bana eğitim almak istediğinizi söylemiştiniz. Bu benim numaram. Bir arkadaşım sizin gibi genç yetenekler arıyordu. Yetenekli gençleri yetiştirmek ve moda dünyasına kazandırmak istiyor. Ben tasarımlarınızdan çok hoşlandım. Arkadaşımla sizi tanıştırmak ve tasarımlarınızı ona göstermek istiyorum. Tabi siz de isterseniz." Sözleri kalbimin deli gibi çarpmasına sebep olmuştu. Bu kadar harika bir teklifi nasıl reddedebilirdim ki?

"Elbette. Neden olmasın? Bu alanda başarılı insanlarla iş yapmak kendimi geliştirmem için çok güzel bir fırsat."

"Harika!"dediğinde Güney ilerleyen ilişkimize tuhaf bir yüz ifadesiyle bakmaya devam ediyordu. Harun Bey'in mavi gözleri benden aldığı karşılıkla daha da parıldamaya başlamıştı. Güney'le birbirlerine çok benziyorlardı fakat Harun Bey Güney'in aksine koyu kahverengi saçlara sahipti. Teni de açık kumral tonlarındaydı. 50 yaşında olmasına rağmen daha genç gösterdiğini itiraf etmeliydim. Benzeyen simaları aralarındaki akrabalığı doğrulayan en önemli detaydı.

Harun Bey veda edip çıktığında ben de dış bahçeyi çoktan adımlamıştım. "Bir dakika." Mavi gözlü dev elindeki beyaz zarfı bana uzattı. Ah yoksa bu bir aşk mektubu mu? Sanırım o da bana aşık. Saçmalama Efsun! Bu devirde mektup mu kaldı? Oldu olacak telgraf çeksin. Hatta dumanla falan da haberleşin. Offf! Nasıl gelirse gelsin. İsterse Zeki Müren gibi uçaktan paraşütle atlayarak gelsin. Beni bir kez olsun anlayıp yalanlarımı sorgulamasın yeter. Çok mu şey istiyorum ben? Tabiki de hayır! Of iç sesim! Senin de ne kadar çenen düşük böyle!

"Bu..." Zarfı ciddiyetini koruyarak avucumun içine bıraktı. "Bu sizin... Kostüm tasarımı ve oyunculuk için." Demek paraymış... Ne olacaktı ki? Hayaller ve hayatların benim hayatımda yer bulmasına alışmıştım ama özel bir şeyler umacak kadar saf olduğum için kendime kızmadan edemiyordum. "Teşekkür ederim."dedim zarfı alırken. İçindeki miktarı çok merak etsem de bakmamaya kararlıydım. Ciğerci kedisi gibi görünüp kendimi utandıramazdım. Güney'in bana hak ettiğimden çok daha fazlasını vereceğini biliyordum. O işin kalitesine önem veren bir sanatçıydı ücretine değil. Bir şeyler söylemek ister gibi ellerini ceplerinden çıkardı. "Şey..."

Gözlerinin içine baktım tüm cesaretimi toplayarak. Aramızda iş ilişkisinden fazlası olmadığını bildiğim halde yine de pır pır eden yüreğime engel olamıyordum. Telefonumun zil sesi biriktirdiği tüm cesareti dağıttı ve ikimizi de suskunluğa mecbur etti. Bakışlarım ekrana kitlendiğinde gözbebeklerimi Diyarbakır karpuzu gibi kocaman olmuştu. Harzem... Onu onlarca kez aramıştım ve nihayet dönüş yapma lütfunda bulunmuştu(!)

"Hoşçakalın."deyip söyleyeceği tüm sözleri ağzına tıkadım. Kapı hemen arkamdan sertçe yüzüme kapandı. Fazla asabiydi fazla. Düzgünce konuşup veda etmek dururken bu asra tafra da neyin nesiydi. Arayanın kim olduğunu görmüş müydü? Görmediğini umuyordum. Onca olan bitenden sonra Harzem'le neden görüştüğümü ona anlatamazdım. Bana olan tepkisinde haklıydı ama oğlum için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım.

Evden uzaklaşırken telefonumla Harzem'i bir kez daha aradım. İkinci çalışında neyseki telefonu cevaplamayı başarmıştı. "Nerdesin sen?"dedim bana iyi bir açıklama yapacağını umarak.

"Sana attığım konuma gel." Telefon kapandığında kendimi savunmasız hissediyordum. Ona söyleyebileceğim her şeyi bertaraf etmiş ve telefonu çarçabuk yüzüme kapatmıştı. Saniyeler sonra mesaj kutumda bir adresin konumunu gördüm. Küçük bir çay bahçesine çağırıldığımı anlamıştım. Bu kısmen içimi rahatlatsa da hâlâ tedirgindim. Harzem'e güvenmiyordum. Orada yalnız olmayacaktık. En azından birkaç kişinin daha yan masalarda bulunacağını düşünerek kendimi rahatlatabilirdim. Fakat Harzem korkunç bir adamdı. Bunun bir tuzak olma ihtimalini gözardı edemezdim.

Güney'in avucuma iliştirdiği zarfı alıp içindeki paraları yokladım. Beklediğimden çok daha fazla para olduğunu görmüştüm. Güney cömert bir patrondu. Bu parayı alnımın akıyla kazandığımı düşündüğümde içimde kelebekler uçuşmaya başlamıştı. Şimdi yapacağım tek şey oğlumu bulmak ve hayatıma devam etmekti. Artık param olduğu için taksiye binebilirdim.

Önüme ilk gelen taksiye binip atılan konuma doğru yol aldım. Çok heyecanlıydım. Tek dileğim bu sefer Yiğit'e ulaşabilmekti. "Geldik abla!" Şoföre elimdeki zarftan bir miktar para uzatıp teşekkür ettim. Küçük çardaklarla dolu otantik bir mekana gelmiştim. İçimden bildiğim tüm duaları edip girişten masalara doğru yöneldim. Ahşabın hakim olduğu kahverengi bir ambiyansa sahipti. Birkaç garson sade kıyafetlerle ortalıkta dolaşıp sipariş alıyordu. Güzel İstanbul manzarasına rağmen pek fazla insan görebildiğimi söyleyemezdim.

Gözlerim Harzem'in kadraja girmesiyle hedefi tam on ikiden vurdu. Ciddi ve kendinden emin tavrımı bozmadan bana olan kaypak bakışlarını görmezden gelerek tam karşısına oturdum. "Bir selam yok mu?" Huzursuzca kıpırdandım ve sesli soluk alışverişimle ona sıkıldığımı hissettirdim. Bu adamın karşısında oturup onu görmek zorunda olmak benim için nefret edilesi bir durumdu fakat Yiğit için biraz sabırlı olmam gerekiyordu.

"Boş konuşuyorsun. Buraya muhabbet etmeye gelmedim. Beni oyalamaya çalışmaktan vazgeç. Oğlumun nerde olduğunu öğrenmek istiyorum." Histerik bir şekilde güldü. Elleri gömleğinin ön cebine iliştiğinde filmlerdeki gibi çakı falan çıkaracağını zannetmiştim ve neyse ki yanılmıştım. Sigara paketini masaya bırakarak nefret dolu bakışlarımın arasında birkaç tur çevirdi. Bunu yaparken gözlerini benden bir an olsun ayırmıyordu.

"Seni anlamıyorum. Oğlunu geri almanın nasıl bir mantığı olabilir? O çocuk bir tecavüz mahsülü değil mi? Sana yapılan bir kötülüğün namzetini hangi akılla yakınında tutmaya çalışıyorsun? Senin yerinde bir başkası olsa kendi eliyle sokağa atardı. Hatta doğmasına bile izin vermezdi kim bilir? Neden bu ısrar?"

"Başkalarının ne yaptığı beni ilgilendirmiyor."dedim gözlerimi nefretle kısarken. "Yaşananlarda onun bir suçu yok. Ben onu kabullendim ve çok sevdim. Hayatımda olmasını istiyorum. Babasının yaptığı pisliğin ceremesini Yiğit çekmemeli." O huzursuzca iç çekerken gelen garsondan bir kahve bir de su istedik. Söz konusu geçmiş olduğunda dilim damağım kuruyordu. Konuşabilmek için bir damla da olsa suya ihtiyacım vardı.

"Oğlum nerde Harzem? Ona ne yaptınız? Kime verdiniz söyle!" Sigarasının dudağına yerleştirip ucunu yaktı. "Merak etme! Oğlunu dilenci çetesine falan satmış değiliz. Yiğit emin ellerde." Masaya doğru eğilip "Buna karar verecek olan sen değilsin!"dedim. Sesim umduğumda sert çıkmıştı. Bozulsa da sigarasında zehirli bir nefes çekip rahatsız olacağımı bile bile yüzüme doğru üfledi. "Sen bir aptalsın!"dediğinde yumruklarımı sıktım. Öz teyzeme güvenmek aptallıksa evet aptalın tekiydim. Oğlumu parmaklıklar ardında büyütmek istememiş, güneşe toprağa hasret kalmaması için onu özlemeyi göze alarak o hapis damlarından uzaklaştırmıştım. Ne yazık ki annelik şefkatim en çok ikimize zarar vermişti. Kim bilir nerde kiminleydi? Ona erişmek için attığım her hamle geçersiz kalmıştı. Sanki birileri ona ulaşmamın önünü tıkamak için sürekli beni bertaraf ediyordu ve ben çaresizlik içinde debelenmekten fazlasını yapamıyordum.

"Burada bir aptal varsa o da sensin."dedim iğrenir gibi dişlerimi sıkarken. Aşağılayışım onu güldürmekten başka bir işe yaramamıştı. "Hayır ne yapacaksın onu alıp? Zavallı sabıkalı bir kadınsın sen. Doğru düzgün bir işin bile yok! Bir evin yok! Arkanda güçlü bir ailen, malın yok! Ona nasıl bir hayat vereceğini hiç düşündün mü?" Sözlerinde haksız sayılmazdı ama tüm bunlar benim oğlumdan vazgeçmemi gerekli de kılmazdı. Her şey yerine er ya da geç gelirdi. Gerekirse yalın ayak dolaşır birbirimize tutunarak yokluğu var etmenin gayretine düşerdik.

"Bunlar benim sorunum. Senin değil! Oğluma gereken o güzel hayatı vermek için her şeyi yaparım. Ben..."

"Bir gün karşına geçip babasını sorduğunda ne diyeceksin? Onu kendi ellerinle öldürdüğünü öğrendiğinde annesinin babasını katlettiği gerçeğiyle yaşayabilecek mi? Senden nefret etmeyecek mi?" Sözümü keserek söylediği gerçekler canımı acıtmıştı. Dolan gözlerimi ve kaymak için çırpınan dudaklarımı zapt etmek benim için imkansız bir hal almıştı.

"Ben kimseye bir zarar vermek istemedim. O adam bana tecavüz etti. Ondan iğrendiğimi söylediğim halde beni namus derdine düşüp ona verdiler. Nefret ettiğim bir insanla hayatımı paylaşmamı beklediler. Katil olan ben değilim, bana bu zulmü reva görenler. Ben asla kimseyi öldüremezdim. Öldürmek istemezdim fakat şartlar beni bu raddeye getirdi. Oğlum gerçekleri öğrendiğinde beni anlayacak." Masaya doğru eğilip nefretli soluklarım arasından konuştum. "Ona geçmişin lekelerinden arınmış temiz bir hayat vereceğim."

"Sence oğlun bu koca yükü sırtlayabilecek mi? Kendini düşün! Annenden nefret ediyordun. Babanı öldürdüğünde adını bile anmıyordun. Bu gün kınadığını kendi ellerinle sen yaptın. Oğlunun seni affedebileceğini nasıl düşünebilirsin?" Kısa bir sessizlik oldu. Bu ihtimalin farkındaydım fakat farkında olduklarımın Yiğit'i benden koparmasına dayanamazdım. Gerçeklerin üstesinden gelmek için her şeyi yapacaktım. Garson suyumu getirdiğinde ondan bir yudum alıp masaya bıraktım. Bazı şeylerin ne olacağını sadece zaman gösterebilirdi. Bunun için onunla tartışacak değildim.

"Beni laf cambazlığıyla oyalamayı bırak! Oğluma ne olduğunu bilmek istiyorum. Onu kime verdiniz?" Harzem sigarasını kül tablasına bastırıp bir yenisini dudaklarına geçirdi. Emzik gibi ağzından düşürmediği sigara dişleriyle birlikte parmaklarının da sararmasına sebep olmuştu. Diş taşları onu gözümde bir canavar gibi gösteriyordu. Saçlarında yer yer beyazlar belirmişti ve genellikle üzerinden hiç eksik etmediği oduncu gömleği vardı.

Efkarlı bir iç çekişten sonra, "Onu kimseye vermek istemedik!"diye başladı yalanlarla süslediği sözlerine. "Karşımızda güçlü insanlar vardı. Teyzen Yiğit için çok direndi ama sözünü kimseye dinletemedi. Sonunda razı oldu. Razı olmamak gibi de bir şansı yoktu esasen. Adamlar kafayı Yiğit'le bozmuştu. Dirensek de er ya da geç bizden koparmanın başka bir yolunu bulacaktı." Delirmek üzereydim. Tüm bu saçmalıklar da neyin nesiydi?

"Yalan söylüyorsun! Benim kimseyle bir alıp veremediğim yoktu. Oğlumu neden istesinler? Zengin ve güçlü olduklarını söylüyorsun. İsteseler kimsesi olmayan çocuklardan birini riske girmeden elde edebilirlerdi. Sokaklar çaresiz çocuklarla dolu. Birçoğunun peşine düşüp arayanı bile yok. Neden Yiğit gibi sahipli bir bebeği tercih etsinler? Yolun sonunda hapse girebilirler. İtibarları zedelenebilir. Tüm bunları niçin göze alsınlar?"

Harzem çayından bir yudum alıp, " Orasını bilmem!"diye geveledi. "Esasen benim kafamı karıştıran da tam olarak bu! Neden onca çocuğun içinden senin oğlunu istediler ben de bilmiyorum. Başımı belaya sokmamak için durumu sorgulamadım." Çirkin yüzünü hevesle burkup, "Ben işime bakarım."diyerek sandalyesine yatar gibi tüm ağırlığını verdi. Koyu, kalın kaşları martı gibi inip kalkıyordu. Yüzünde pişmanlığın zerresini bile göremiyordum.

"Yerinde olsam peşlerini bırakırdım. Sonuçta maden sende. İstersen bir tane daha doğurur gül gibi bakarsın. Bu adamlar seni de gözlerini kırpmadan harcarlar. Bir çocuk için hayatını mahvetmeye değmez. Özellikle de o çocuk bir pi..."

"Kes sesini!"dedim yumruğumu masaya sertçe indirirken. Oğlum için o iğrenç kelimeyi kullanmasına asla izin vermeyecektim. Elim acımıştı bu darbeyle ama canımın yandığını ona belli etmedim. Sevgili yıldızlar. Bu adamın karşısında güçlü durmak istiyorum. Lütfen beni olduğumdan daha sert gösterin. Korksun benden, öcü falan sansın!

Cebinden tesbihi çıkarıp sert bakışlarını benden ayırmadan evirip çevirdi. Posta koymamdan hoşlanmamıştı. Bir kadının kendisine sesini yükseltmesi böylelerini rahatsız ederdi. Haklı bile olsa kadın erkek işine karışmamalı, en büyük haksızlıklara kaderimdir deyip susmalıydı. Ben o guruba değil olmayı reddetmiş ve bedelini elimi kana bulayıp hapis damlarında sürünerek ödemiştim.

"Sesin fazla çıkıyor Efsun Hanım."Gözünü ağzını yamultarak iğreti bir şekilde kırptı. Bu haliyle şişkin cüzdanına rağmen mahalle kabadayıları gibi duruyordu. Başımı dimdik tutup önümdeki koca bir bardak suyu bir dikişte mideye indirdim. "Zoruna mı gitti?"

"Hapiste iyi şeyler öğrenmemişsin." dedi işaret parmağını üzerimde azarlar gibi dolaştırırken. Aklı sıra bana ağalık taslıyordu. "Bu güveninin bir sırrı olmalı. Yoksa o şarkıcı parçasına mı bel bağlıyorsun? Sevgilinin parası mı başını döndürüyor?"

"O benim sevgilim değil. Aramızda bir şey yok!" Ellerini tazim yapar gibi koca göbeğinde buluşturdu. "Yok canıııım! Aranızda bir şey olmadığı için mi senin için bıçakların önüne atladı? Hadi kızım kandırma beni. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz."

"Sana hiçbir şeyin açıklamasını yapmak zorunda değilim. Bana oğlumun yerini söyle!" Omuzlarını haylazca silkti.

"Bilmem! Bu adamlarla direk temas kurmadım. Bir kadın aracılığıyla bana ulaştılar. Kadının da ne adresini bilirim ne de adını. Sadece bir numara var hepsi o. Arkasında kimin olduğu meçhul! Arada bana üç beş kuruş harçlık atarlar hepsi bu."

Elimi ona doğru uzatıp avucumu açtım. "Bana telefonunu ver. O kadınla konuşmak istiyorum. Ne kadar para istersen veririm. Yeter ki bizi görüştür. Oğlumu bulmama yardım edersen sana verdikleri paradan fazlasını bile bulurum." Kahkahaları etraftaki insanların bakışlarını oturduğumuz masaya yöneltti.

"Hadi ya! Yok deve! Kızım sen benden de çulsuzsun. Para sende ne gezer? Ufak at da civcivler yesin!"

Harzem haklıydı. Çulsuz kelimesi benim için az sayılırdı. Düne kadar akpil parasını bile bulamıyordum. Güney'in verdiği para Harzem denyosunun dişinin kovuğunu bile doldurmazdı. Bana bakıp pis pis sırıtırken, "Tabi her şeyin ücreti para olmak zorunda değil." dedi. Her an masanın üzerinden atlayıp onu boğazlayabilirdim.

"Pislik!"

Masanın üzerindeki ses kayıt cihazını hâlâ fark etmemişti. Küçük bez çantanın açık fermuarından her şeyi bizzat kayda almıştım. Artık oğlumla ilgili gerçekleri ortaya dökmek için elimde bir delil vardı. Bu kayıt sayesinde bana kurulan tuzağı hukuki yollardan arayabilecektim. Daha fazla vakit kaybetmek istemediğim için ayağa kalktım ve geldiğim çıkışa yönelmek istedim. Başım dönüyordu. Sanki bedenim bir anda tonlarca ağırlığa ulaşmıştı. Oturduğum sandalyeye yığılıp kaldığımda omzuma dokunup beni kaldırmak için harekete geçti.

"Bırak beni!"
"Gidiyoruz! O kadınla görüşmek istemiyor muydun? İşte sana fırsat!"

Beni kolumdan tutup kendine yasladı. Bu hareketiyle birlikte üzerindeki sigara kokusunu daha da keskin bir şekilde hissetmeye başlamıştım. Kulaklarım uğulduyordu. Bu halim hiç de hayra alamet değildi. Çantamı ona hissettirmeden masadan çekip aldım ve değerli bir eşya gibi sımsıkı kalbimin üzerine bastırdım. Bu oğlumu kurtarmak için belki de tek şansımdı.

"Nereye götürüyorsun beni."dedim uyuşuk bir ses tonuyla. Ona direnecek gücü kendimde bulamıyordum. İçtiğim suya bir şeyler mi karıştırmıştı? Sesini bile çıkarmadan etrafa gülücükler saçıp beni arabasına yönlendirdi. Birkaç kişi durumdan şüphelenip karşımıza geçse de Harzem onları "Kardeşim fenalaştı!"diyerek bizden uzaklaştırmıştı. Gözlerimi açtığımda arabadaydık ve bir bilinmeze doğru yol alıyorduk. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Gözlerimi yoğun şehir ışıklarının parıltısı yüzünden açamıyordum. Keskin virajlar başımın koltuğa çarpmasına sebep oluyordu. Kulağımda korna sesleri ve trafik gürültüsü cirit atarken bu pisliğe kandığıma bin kez daha lanet ettim.

"Nereye götürüyorsun beni?"

"Şşşşş! Gidince anlarsın."

Midem adeta çalkalanıyordu. Kusacak gibi öğürdüm. "İnmek istiyorum." Bana cevap vermeye bile tenezzül etmedi. Sırtım sert bir şekilde yatakla buluştuğunda sıçrayarak gözlerimi araladım. Sanırım bir otel odasına getirmişti beni. Beyazların hakim olduğu odada çift kişilik bir yatak ve asma tavanda gözlerimi yoran beyaz spot ışıkları vardı. Keskin bakışları beni süzerken üzerinden ceketini çıkardı. Korkulu, uyuşuk bakışlarımın arasında üzerime eğildi ve ceketimi direnmelerime aldırmadan bedenimden uzaklaştırdı. Korkuyordum. Başıma ne geleceğini düşündükçe aklımın benden uçup gittiğini hissedebiliyordum. Kolumu dirseklerime kadar sıyırdı.

"Gelebilirsin!" Uyuşuk bakışlarımın kadrajına giren genç adam oldukça tedirgin görünüyordu. Bana aceleyle yaklaşıp kolumu eldivenle sıktı ve damarlarımın olduğu yere batan iğne biraz olsun ayılmama sebep oldu.

"Bunu neden yapıyorsunuz?" Bana cevap dahi vermeden bir şırınga dolusu kanı gözlerimin önünde alıp çantaya koydular. Onlara direnemiyor ve kurtarın beni diye bağıramıyordum. Bu görüşme planlıydı ama niçin?

???


Güney kendisini engellemeye çalışan güvenliği umursamayıp oteldeki tüm odaları tek tek çalmaya başladı. Akla zarar bir hızla Efsun'u arıyor onu bulmak için kendisini engellemeye çalışan herkese direniyordu. Koridorlar altın rengi lambalarla doluydu. Koridorun loş ambiyansı genç adamın ruhunun daha da daralmasına sebep oldu.

"Lütfen Güney Bey! Burada böyle davranmazsınız." Güney adamı itip Efsun'u Harzem'le gördüğü son koridoru taramaya başladı. Buraya ne için geldiklerini düşündükçe kan beynine sıçrıyor, hayalinde canlananlar kemiklerinin altındaki canevini hiç olmadığı kadar yaralıyordu.

İzin vermeyecekti. Bu gece birbirlerine dokunamayacaklardı. Efsun'un o adamla yaşayacağı tek bir anısı dahi olmamalıydı. Bunun için gerekirse gururunu hiçe sayıp o odayı basacak ve sevdiği kadını kolundan tuttuğu gibi alıp götürecekti. Loş ışık ve peşini bırakmayan görevliler işini zorlaştırsa da son iki kapıyı da görmüştü. Nihayetinde biri tüm engellemelere rağmen onu Efsun'a götürecekti. İnsanlar gürültüye dayanamayıp birer ikişer odalarından çıkmıştı. Yerdeki kırmızı hali ayağına takılıyor ve amacını bertaraf etmeye çalışıyordu. Sonunda aralıklı kapıdan kendini içeri bıraktı. Gözleri yarı uyuşuk vaziyetteki genç kadına takıldığında dudaklarından sadece onun adı dökülmüştü.

"Efsuuuun!"

Efsun duvara yaslanmış durgun bir ifadeyle güç bela ayakta durmaya çalışıyordu. Yüzünün tim kanı çekilmiş, teni ruh gibi bembeyaz kesilmişti. Sıyrılan kolundaki eldiven ve iğne izi Güney'i daha da delirtti. Aklına gelenden çok daha fazlasını göreceğini düşünmüyordu fakat Efsun Kıvanç'ın söylediğinden çok daha büyük bir kötülük yapıyordu bedenine.

"Efsun hayır!" İsmini duyan uyuşuk beden kırılan dizlerinin arasında kendini Güney'in kollarında buldu. Başı onun dizlerine yaslanmış bedeni tüm ağırlığını genç adamın kollarına vermişti. Güney içindeki kavurucu sevdayla Efsun'un güzel çehresini taradı. Canı yanıyordu. Kolundaki eldiven ve hafifçe kanayan iğne izi burada dönen tüm dolapları yüreğini parçalayarak ispiyonluyordu. Gözleri dolu dolu oldu. Elleri tuzağa çekilen zavallı kadının saçlarında dolaşırken bir öfke patlaması yaşamamak için direniyordu. Efsun gözlerini güvenli ellerde olmanın huzuruyla yumarken Güney'in dudaklarından hayal kırıklıkları içinde yaralı sözler döküldü. "Bunu bize nasıl yaparsın?"

 

 

Bölüm : 08.08.2024 12:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Şeyma Yıldız KOÇ / YILDIZLARIN MELODİSİ / 15. Bölüm: Büyük Buluşma
Şeyma Yıldız KOÇ
YILDIZLARIN MELODİSİ

5.28k Okunma

440 Oy

0 Takip
53
Bölümlü Kitap
1.Bölüm: Aşk Tesadüfleri̇ Sever2. Bölüm: Kimsin Sen Be!3. Bölüm: Komplo4. Bölüm: Dikkat Sakar Var!5. Bölüm: İz6. Bölüm: Kader Masasi7. Bölüm: Masum Yüzlü Kukla8. Bölüm: Oyun Içinde Oyun9. Bölüm: Düşmanla Diz Dize10. Bölüm: Bay Ki̇bi̇rli̇11. Bölüm: Di̇nmeyen Öfke12. Bölüm: Başımın Belası13. Bölüm: Isyan14. Bölüm: Yalanın Koynunda15. Bölüm: Büyük Buluşma16. Bölüm: Ayrılan Yollar17. Bölüm: Aşk-I Viran18. bölüm: tutsak19. bölüm: geçmişin külleri20. bölüm: aşk oyunu21. bölüm: operasyon22. Bölüm: Aşkın Gözyaşları23. BÖLÜM: KALBE DÜŞEN SANCI24. bölüm: elveda25. Bölüm: YM 2 DÖNENCE 🌟 Yalnızlığın Notası26. Bölüm: YM 2 DÖNENCE🌟 Bir Sevda şarkısı27. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 KÖRDÜĞÜM28. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 PİNOKYONUN SEVDASI29. Bölüm: YM 2 DÖNENCE 🌟İZÜSTÜ30. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 BEN BUYUM!31. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟YİNE BANA HÜSRAN32. Bölüm: YM 2 DÖNENCE 🌟 BÜLBÜLÜN KÜSTÜĞÜ ŞARKILAR33. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 TESLİMİYET34 bölüm: YM 2 Dönence 🌟 Gerçeklerin haykırışı35. BÖLÜM: KADERE KISKIVRAK YAKALANDIM!36. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 2 DÖNENCE 🌟 YADIMDAKİ SİYAH PELERİN!37. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 YARIM KALMIŞ BİR ŞARKI38. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 GERÇEKLERİN AYRIMI39. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 2 DÖNENCE 🌟 TÖKEZLEYEN HİSLER40. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟AYRILIK ÖLÜMDEN BETER41. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨KÜSKÜN SAVAŞÇI42. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨ ACITMADAN SEVMEK43. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 3 TUTULMA ✨ İKİNCİ ŞANS44. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 3 TUTULMA ✨GÖZDAĞI45. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 3 TUTULMA ✨YIKILMIŞ SEVDALAR46. Bölüm: ETME BULMA DÜNYASI ✨47. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨VİCDAN AZABI48. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨BİR DAHA ASLA49. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨ HAYALET DÜŞMAN50. BÖLÜM: AŞK YENİDEN ✨51. BÖLÜM: VUSLAT ✨52. BÖLÜM: BULGU ✨53. BÖLÜM: FİNAL ✨MASALLARIN ÖTESİNDE
Hikayeyi Paylaş
Loading...