40. Bölüm

40. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟AYRILIK ÖLÜMDEN BETER

Şeyma Yıldız KOÇ
syildiz_koc

Medya : Hasret (Sezen Aksu)

 

 

Umut içimde anbean yeşeriyordu. Hayatım belki de hiç olmadığı kadar kötüye giderken Mahir'in bana verdiği o müjde ile ruhum hem gazabın ateşiyle yanmış hem de umudun tatlı esintisiyle sil baştan yeniden yeşermişti. Oğlumu kaybetme ihtimali günlerce gecelerce gözyaşı döken beni adım adım ölüme sürükleyip olmadığım birine çevirmişti. Etrafımdaki insanlara zarar veriyor ve kaybettiklerim için isyan ediyordum. Mahir sayacı yeniden başlatan o sihirli sözleri söylediğinde hayatımı yeniden kazanmak için ayaklarımın üzerinde yükseldim.

O gün Mahir'den gerçekleri öğrenir öğrenmez yapacağım ilk iş Yiğit'e uygun vericiye ulaşmak ve en kısa sürede herkesten gizli bu nakli gerçekleştirmekti. Artık dakika kaybetmeye bile tahammülüm yoktu. Oğlumun hayatı tehlikede iken aldığım her nefes bana zehir, attığım her adım cehennem çukuruydu. Güney gözaltına alınmış ve sorguya çekilmişti. Aklım ve kalbim hem babamda hem de Güney'de kalmıştı fakat bir anne olarak çocuğumu kaybetmeden önce ilk işim bu aldatmacaya bir son vermek olmuştu. Belki bencilceydi ama o an Yiğit'ten başka hiçbir şey düşünememiştim.

Doktor 2 gün önce yanıma gelmiş ve bana hayırlı haberleri bildirmişti. Uyum gerçekleşmişti fakat kısa bir süre daha kemoterapiye devam edecek, sağlıksız hücrelerin bedenden tamamen temizlendiğinde emin olacaktık. Yaklaşık iki saatlik süren operasyonun sonunda 1-2 ay içinde oğlumun eskisinden daha iyi olacağının müjdeli haberini almıştım. Artık onun iştahsız, zayıf bedenine, solgun yüzüne, kazınmış saçlarına bakmayacaktım. Sağlıklı çocuklar gibi koşup oynayacak, yaşam heyecanıyla bizi hayata bağlayacaktı. Bu dünyadaki her şeyden daha güzeldi. Enfeksiyon kapacağını düşünmeden ona sımsıkı sarılabilecektim. O kadar uzun zaman olmuştu ki ona sarılmanın doya doya öpüp koklamanın ne demek olduğunu, sıcak sevdasının bende bıraktığı hissi bile unutmuştum.

Oturduğum sandalyede biraz daha dikleşip Mahir ve Melis'e minnetle baktım. Melis elimden tutup, "Sana her şeyin düzeleceğini söylemiştim!" Diye fısıldadı. Gözlerimden dökülen sadece mutluluk yaşlarıydı artık. Şimdi tek dileğim Güney'in üzerindeki bu iftiradan kurtulup babamla birlikte hayatıma yeniden dahil olmasıydı.

Yiğit operasyondan sonra çok daha iyi duruma kavuşmuşu. Kahvaltısını etmiş ve benimle bahçede kısa bir yürüyüş yapmıştı. Sare Hanım kardeşi Zahir'in pisliklerinden haberdar olmadığı için yaptığım tüm girişimleri baltalamaktan geri durmuyordu. Onunla mücadele etmekten gerçekten yorulmuştum. Tüm engellemelerime rağmen kardeşini malikaneye geri almak için çabalamış ve bu uğurda benimle defalarca tartışmıştı. Ona bildiklerimi söylememiştim. Yiğit'in operasyonunu tehlikeye atmamak için diğerleriyle konuşup olanlardan habersizmiş gibi davranmanın daha doğru olacağını düşünmüştük.

Gerçekleri öğrendiğimizi bilmek Zahir'i daha güçlü planlar yaparak pisliklerini örtbas etmeye sevk edecekti. Benim istediğim şey hata yapmasıydı ve onu hataya çekmek için elimden gelenden çok daha fazlasını yapmaya hazırdım. Bir yerlerde yanlış yapmalı ve onu hapse göndereceğimiz kozu bize kendi elleriyle vermeliydi. Tüm suçlarını polise bildirecek ve onun hayatımızdan ilelebet çekip gitmesini sağlayacaktım. Yiğit'i ameliyata gizlice almıştık. Bundan ne Güney'in ne de Sare Hanım'ın haberi olmamıştı. En azından iki hafta boyunca Yiğit gözden uzak bir yerde güvende kalmalıydı. Her yanımızı saran korumalar bunun için yeterliydi.

Telefonumdaki aramalara baktığımda Kıvanç'ın beni defalarca çaldırdığını gördüm. Oğlumun telaşından ne yazık ki onlara dönüş yapamamıştım. Güney'in yanında olamadığım için kendimi çok kötü hissediyordum. Belki de bana hayatında ilk defa gerçekten ihtiyaç duyuyordu ama ben yanında olamamıştım. Gerçekleri bilmediği için kim bilir şu an benimle ilgili neler düşünüyordu. Aklıma gelenler kalbimdeki acıyı katre katre arttırdı.

Daha fazla duramayıp Yiğit'i Melis'e emanet ederek evin yolunu tuttum. Dakikalar geçmek nedir bilmiyordu. Güney yaşadığımız eve çoktan gelmiş olmalıydı. Ondan daha fazla uzak kalamayacağımın farkındaydım. Görmek istiyordum artık. Yüzünü göremediğim, sesini duyamadığım her an benim için azap vericiydi.

Kapının kilidini çevirip, ürkek adımlarımla yavaş yavaş içerisi sürdürdüm. Burnuma ilk gelen koku sert bir alkol kokusu olmuştu. Geçen her saniye beni şöminenin başında elindeki kadehle bekleyen Güney'e yaklaştırıyordu. Geldiğimi duymuş, fakat umursamazca elindeki bardağa odaklanmıştı. Karşımdaki şu an görmek istediğim son manzara bile değildi. Güney alkol sorununu çözeli uzun zaman olmuştu ve şimdi onca korkunç anıdan sonra yine onu görmekten korktuğum yerdeydi .

"Güney..." Koltuğunda dikleşse de yüzünü bana dönmemiş ve lacivert harelerinin yansıdığı o güzel irislerinden beni mahrum etmişti. Ayakkabılarımın topuk sesleri ölü bakışlarını titretse de aramıza koyduğu mesafeler azalacak gibi değildi. Taze gelin utangaçlığını üzerimden sıyırmadan dizlerinin dibine çöktüm ve cevap bekleyen bakışlarımı üzerine dikerek ellerini tuttum. Bakışlarındaki öfke canımı acıtıyordu. Oysa öfkeli olması gereken bendim. Beni yarı yolda bırakan ve kendisine en ihtiyacım olduğu anda sırtını dönen büyük starın kendisiydi. Belki doğru olanı yapmıştı ama onun doğruları ne yazıkki benim içimdeki yaralara derman olamıyordu.

"Olanlar için üzgünüm!" Dedim bir araya getirdiğim ellerine yanaklarımı sevgi umar gibi yaslarken. Bakışlarını tek bir noktaya dikmiş öylece duruyordu. "Benimle neden konuşmuyorsun! Bu kızgınlığın sebebi ne?" Bakışları bana döner dönmez titreyen dudaklarımdaki tüm hava pusulasını şaşırdı.

"Neredeydin Efsun? Neden bir kez olsun aramadın? Neden yanımda değilsin?" Ses tonu sarhoş olduğuna el ele veriyordu. " Bilmediğin şeyler var Güney! Ne yazık ki sana derdimi şu an anlatsam da anlamayacaksın. Sarhoşsun! Biraz uyuman ya da en azından sade bir kahve içmen sana iyi gelecek!"

Dolu dolu olan gözlerinde hüzünlü bir tebessüm belirdi ve tebessüm bir bıçak gibi yüreğime saplanıp kaldı. Telefonunu çıkarıp birkaç küçük parmak hareketinden sonra bana uzattı. "Bu kim? Ben senden gelecek bir haberle üzerime yapışıp kalan tüm o çirkin iftiraların utancına tahammül etmeye çalışırken neden yanımda yoksun? Neden hiç tanımadığımız bu adamla birliktesin?" Bakışlarım telefonun ekranından bana göz kırpan boydan çekilmiş o fotoğrafa saplanıp kaldı. Öfke içimden taşan bir ejderha gibiydi. Sanki tırnaklarını ruhuma geçirmiş ve derinlere gömdüğüm ne varsa çekip çıkarmıştı.

"Bu fotoğraf..."

"Cevabını duymaktan korktuğun bir şeyler saklamıyorsun değil mi?" Ayağa kalkıp büyük cam kapının ardında kış ile birlikte çırılçıplak kalan ağaçlara baktı. "Duymaktan korktuğun ne?" İkimiz de mantıklı hiçbir şey konuşamıyorduk aslında. Ne ben derdimi anlatabiliyordum ne de o içindekileri dökebiliyordu. Bir girdabın içinde amaçsızca dönüp duran kum taneleri gibiydik.

"Yaşadığımız o geceden sonra..." Devamını getiremiyordu fakat ben ne demek istediğini çok iyi anlamıştım. "Yo hayır! Bunları düşünen sen olamazsın değil mi? Sırf bana bir donör bahşetsin diye hayatıma birini aldığıma inanacak kadar delirdiğini kabul etmek istemiyorum. Ben böyle biri miyim?" Yüzünü bana dönüp üzerime doğru birkaç adım attığında bulunduğum yere çivilenmiş gibi hareket edemedim. Elleri kollarımı kavrayıp gövdemi kendisine yaklaştırırken bakışları gözlerimden bir an olsun ayrılmıyordu. Orada kırık bir adam vardı. O bakışların ardında isyan ederek ikimiz için mutlu bir kader yazılmasını diliyor ve bunun için yalvarıyordu. "Değilsin! Benim Efsunumsun! Ama..." Yutkundu. "Aynı zamanda bir annesin! Acılı bir anne... Çocuğu için kendi canın bile seve seve verecek kadar gözü kara bir anne! Bu rolün farkına varmadan sana yanlış şeyler yaptırmasından korkuyorum."

"Ben onursuzluk etmem Güney! Bilmediğin çok şey var ve n dediğini bilemeyecek kadar sarhoşsun! Bence bu konuşmayı daha fazla uzatmayalım!" Arkamı dönüp gitmek istedim fakat bedenimi saran kollar buna asla izin vermeyecekti. "Sana ihtiyacım var! Beni yüzüstü bırakma!" İyi hissetmiyordu. Parmakların sarılın ipeksi saçlarında yorgun hassas yüzünde dolaştı. Kırgınlığın ne yeriydi ne de zamanı... Et tırnak kolay kolay birbirinden ayrılmıyordu.

"O zaman kim? Neden onunla bu kadar yakınsın?" Yumruklarımı sıkıp dilimden dökülmesini istemediğim tüm sözcükleri dişlerimin arasındaki o kafese hapsetmek ister gibi sıktım. " Bundan daha önemli bir şey var Güney! O da senin bu fotoğraflara nasıl ulaştığın! Peşime adam takmaya mı başladın?"

"Hayır! Başkası ulaştırdı." Kimin olduğunu tahmin etmekte hiç de zorlanmamıştım. Aramızdaki bu dikenlerin sebebi Ceyda'nın ta kendisiydi. "O soytarı yaptı değil mi? Sırf seni benden soğutmak, aramızı açmak için Allah'ın belası fotoğrafları sana sundu." Başını eğmesi ve suskunluğu gereken cevabı vermişti. Sevdiğim adamı hırsla ittim. "Onun daha hayatımızda ne kadar kalacağını gerçekten çok merak ediyorum. Bize ne kadar zarar verdiğini görmüyor musun?" Yüzünde açan tebessüm ve peşinden gelen o minik kahkahalar gözlerinden damlayan yaşları örtmeyi yetmiyordu.

"Artık bizimle değil! Yapımcım benimle olan sözleşmesini iptal etti. Artık yalnızım! Artık insanların nazarında bir torbacıdan, bir bağımlıdan fazlası değilim! Güney Tunç Atasoy tüm yıldızlar gibi kayıp gitti." Bunları öyle yavaş ve yorgun söylemişti ki içimi saran tüm öfkenin benden uzaklaştığını hissettim. "Beni terk ettiler! Kimse artık çalışmak istemiyor! Bir bağımlıyla, sorun çıkaran ve tehlike saçan sıradan bir suçluyla kim çalışmak ister ki?" Biraz önce aramızda geçen tüm diyalogları unutup ona sımsıkı sarıldım. Ellerim boynunu tenime hapsetti. O da belimi kavramış ve kalp atışlarını hissedebileceğim kadar ruhuma sokulmuştu.

"Artık parıldayan bir hayatım olmayacak. Gökyüzündeki tüm yıldızlar bana sırtını döndü." Alınlarımızı birleştirip ellerimle yüzünü burunlarımız birbirine değecek kadar birbirine yaklaştırdım. "Bu olmayacak! Hayranların saçmalıklara inanmayacaktır. Sen böylesi bir bağımlılığa tahammül edecek biri değilsin Güney. Asla suç işlemezsin. Bunu biliyorum! Onlar da biliyor." Sarhoş bakışları gözlerime tam aksine inandığını haykırdı. "Ne fark eder? Ben çoktan onların gözünde bir bağımlı hükmüne düştüm. Artık ben yokum! Sokak şarkıcılığı yaptığım dönemkinden bile daha zavallı bir konuma düştüm. Ne kadar muhteşem şarkılar üretirsem üreteyim kimse benimle çalışmak istemez. Kimse arkamda durmaz artık! Nereye gitsem bu hakaretler ve imalar peşimi bırakmaz. İtibarsızlaştırma o günden sonra hayatımın bir parçası olacak! Ne Yaparsam yapayım bundan kurtulamayacağım."

Parmak uçlarım şakaklarından ipeksi güzel saçlarına ilişti. Öyle güzel bir tonu ve parlaklığı vardı ki sarışın erkekleri çekici bulmayan Efsun Taşpınar onun bedeni karşısında diz çökmüştü. Güney'i tanımadan önce karşımda sadece bir bedendi aslında. Şimdi o bedenden çok eşsiz bir mücevheri andıran ruhuyla karşı karşıyaydım. Belki de beni kendine aşık eden tarafı tam olarak buydu. Dudaklarımızın arasındaki mesafe her geçen saniye biraz daha daralıyordu.

"Benim aşık olduğum adam bu değil! Sevdiğim adam asla yılmaz! Kendisine atılan iftira ne olursa olsun karakterine duyduğu saygıdan hiçbir şey kaybetmez. Güney bu yıkılmışlık sana yakışmıyor. Varlığına en ihtiyacım olduğu zamanda seni böyle görmeye dayanamıyorum."

Onu ellerinden tutup büyük tekli koltuğunun yanına doğru hassas bir şekilde getirdim ve oturmasını sağladım. Dışarıda sanki büyük bir kaos vardı ve Güney benim sineme sarılarak korkularından kurtulmaya çalışıyordu. Başını göğsüme yaslayıp kokumu içine çekti. Gözlerinin kapanması ve nefes alışverişlerinin düzene girmesi varlığımın onda bıraktığı o özel etkiyi hissetmemi sağladı. Ellerim bundan fazlasını vaad eder gibi yeniden alnında ve her bir teline hayran olduğum ipeksi saçlarında dolaştı.

" Hep yanımda kal Efsun! Seni de kaybetmek istemiyorum." Onu bu kadar kırgın gördüğüm zamanlar sınırlıydı. Her zaman dışarıya kapalı ürkek bir çocuk gibi varlığına sığınan ben olurdum. Şimdi sanki roller değişmişti.

Tekli koltuğa uzanmasını sağladım. Uykusuz görünüyordu. Dinlenmesi gerekiyordu. Bu kadar yorgunken birbirimize derdimizi anlatamayacaktık. Üzerine uzanıp kalp atışlarını dinlemek istiyordum. Sıcak samimi dokunuşları beni sarıp sarmalamalıydı. Dışarda korkunç bir rüzgar uğuldasa da onun varlığı ve şömineden gelen çıtırtılı sesler içimde üşüyen mevsimini kaçırıp ayaza kalmış bahar çiçekleri gibi yeniden yeşerdi. Benim ona öfkem bu kadardı işte! Düne kadar onu kendime hasret bırakacağımı söyleyen dilim çoktan yılan deliğine sinmiş, kalbim onun göğsünü yuva edinmişti.

"Seni seviyorum!" Diye fısıldadı. "Seni seviyorum. Aramıza giren hiçbir mesafeye dayanamayacak kadar çok seviyorum." Gözlerini yumdu. Elleri hâlâ yüzümün küçük, zarif kıvrımlarında dolaşıyordu. Sanki bir çakmak tüm yüzümü dağlıyordu. Parmak uçlarında aşk vardı. Öyle bir ateşti ki yakmıyor, içimdeki tüm buzları çözüyor beni kendisine düşürüyordu.

Onun kadar iddialı bir sesim yoktu biliyordum ama dilimde sadece ona duyduğum aşk ve hasreti anlatan o şarkı geçiyordu.

"Ter döküyor dört duvar ter bense beklerim bir gün mutlak,

Ters dönecek anahtarlar bir gün elbet çıkacaksın ışığa

Sen aydınlığa, ben sana hasret

Gel eritir demirleri bendeki ateş."

Yüzünde zarif bir tebessüm belirdi. Dudaklarından sızan ışık bana aşkı anlatıyordu. Her bir tebessümü umudumu pas tutmuş duygularımın arasından sıyırıp kollarına bırakıyordu. Dudaklarım avuç içlerini bulup alnım çenesinin altına yerleşti. Yanımdayken bile içime yerleşen o hasrete engel olamıyordum.

"Gün bizim güneş bizim, göğsümüzde ateş bizim

El ele olduğumuz o gün gülmek bizim

Dün bizim yarın bizim, yana yana sevmek bizim,

Hasrete vurduğumuz göz göz yürek bizim!" Dedi fısıldar gibi. Sesi inancını yitirdiğini ele veriyordu. Yıldız semayı terk etmeye çoktan karar vermişti.

Dudakları alnımı buldu. Bana dokunduğunda hissettiklerimi bilse tenimden bir an olsun uzaklaşamazdı. Öyle çok sevmek iyi değildi aslında. Çok seven kalbin derdi de ağır oluyordu. Diğerleri gibi olmasa da yaşarım diye büyük büyük yükselemiyordunuz. Hayatı ikiye bölüyordunuz istemeden. O ve ondan arta kalan zamanlar... Yanınızda yokken bile ondan bahsetmeye, onsuzken onu yaşamaya çalışıyordunuz. Onsuz geçen günler boş ve anlamsız geliyordu. Bir gün son bulacağı fikri zihninize düştüğünde tüm duygularınızı infilak ediyordu. Korkuyordunuz. Kaybetmek ölümün önüne geçiyor ve korkularınızın tamamına çelmek takarak tüm ürkekliğinizin aynı noktaya ulaşmasına sebep oluyordu. Kalbinizden dilinize dökülen sevda bir nehir gibi engellere çarparak günbegün büyüyordu. Dilinizden o nehir akıyordu. Bazen su bulanıklaşsa da kalbinizi saran o duyguyu bir kenara bırakamıyordunuz. Herkesle yaşayamıyordunuz mesela. Sevdiğiniz adamın acısı acınız, sevinci yaşam kaynağınız oluyordu. Sevmek zordu. Belki de kalbi en çok bu yüzden yoruyordu.

"Süsledim gelin misali gençliğimi sandığıma kaldırdım!" Dedim Sezen Aksu'nun sözleriyle derdimi döker gibi. "Sensiz geçen yılları sildirdim, sana yeni zaman aldırdım. Sen aydınlığa, ben sana hasret. Gel eritir demirleri bendeki ateş!" Dudaklarındaki tebessüm yanağına ilişen gamzeyi biraz daha açığa çıkardı. "Ah!"dedi iç çeker gibi. Boynumdaki o hareketli noktaya yaklaşıp dudaklarını değdirdi. Gözlerimi sımsıkı yumdum. "Şu kokun! Bana her şeyi unutturan gözlerin..." Ellerim ensesine ilişti ve parmaklarım benden bağımsız yumuşak yapısının tatlı tatlı okşadı. "Ne olmuş onlara..." Bakışları dudaklarım ve gözlerim arasında birkaç kez gidip geldi. "İnsana aklını kaybettirir Efsun! Deli divane eder!" Yüzümü boynuna yaslayıp kollarımı belinin iki yanından sarmaşık gibi gövdesine sardım.

"Deli olmak güzeldir!" Dediğimde kıkırdadı. Aynı şekilde beni sarıp sarmalaması uzun sürmemişti. "Şuan kollarımdasın..." Sesimi çıkarmadan başımı hafifçe titrettim. Bu onay anlamına geliyordu. "Bana o gün bir daha sana dokunmama izin vermeyeceğini söylemiştin! Bana dair bir beklentin kalmasın demiştin! Gerçekten bunları inanarak mı söyledin?"

O geceyi hatırladığımda istem dışı yüzüm düştü, bakışlarım onun lacivert harelerin önünde buğulandı. Yüreğime düşen sis gözlerinden kaçmamıştı. "Çok kırgındım. Aslında sözlerimin arkasında durmaya da kararlıydım. Ama böylesin işte!" Bakışlarındaki şefkat içimi titretti. " İnadıma rağmen bütün tövbelerimi bozduruyorsun. Şu kalbim var ya şu kalbim!" Dedim tatlı bir öfkeyle. Aramıza giren inat kolay kolay geçmeyecekti. "Ne olmuş ona?" Omuzuna küçük bir yumruk patlattım. "Hep sana yeniliyor kerata! Bir dinlemedi gitti beni! İnsan biraz olsun akıllanmaz mı? Madem tutmayacaksın büyük büyük sözler etme o zaman değil mi?"

Ben partileri üşünüş minik bir kedi gibi kıyısına sinip ısınmaya kalktığımda coşkulu bir kahkaha patlattı. Biraz önceki yıkılmış halinden eser kalmamıştı. "Ah seni çılgın kedi! Bir de haylaz haylaz kendine kızıyor! Şu hallerin yüzünden sana uzun süre küskün kalamıyorum. Küssem de yorulsam da kalbime sızıp orada yolunda olan ne varsa kırıp döküyorsun!"

Otuz iki diş sırıttım. "Bana kıyamıyorsun! Çok hoş bir cazibem var farkındayım! İnsan beni nasıl sevmez hâlâ anlayamıyorum! Beni sevmeyen bir yerlerden atlayıp ölmeli! İnsanın kalbinde ne kadar yer kaplarım ki ben?" Omuzlarımı silkip yaramaz bir kız çocuğu gibi dudaklarımı ısırdım. Karizmatik kahkahası uzun sürmemişti. Ne olur üşüdüğümde beni şu adamın yanağındaki çukura bıraksınlar! Titremelerim hemen diner ısınıveririm! Beni ondan daha güzel sarıp sarmalayan ne var ki?

"Seni benden daha çok seven var mı ki haylaz cadı!" Kaşlarımı çattım. "Bana bak star bozuntusu!" Ne olduğunu bile anlamadan dudaklarıma kapandı. Artık beni öpmek konusunda ilk zamanlardaki kadar ketum olmaması güzeldi. Bu kadarını aşabilmiştim ve terapiler devam ettiğinde daha iyi sonuçlar alabileceğimizi biliyordum. Fakat o ilk geceden sonra onu süründürmeden yaklaşmasına izin vermek gibi bir hatayı asla yapmazdı. Karadul örümceğinin müridi sayılırdım artık! Karadul öremceğiyle çiftleşmek ölümle yüzleşmek demekti. Erkek ona yaklaşırken ölümü göze almak zorundaydı. Şu saatten sonra Güney'in bana yaklaşırken daha büyük bir mücadele vermesi gerekecekti. O örümcekten neyim eksikti sonuçta! Hıh!

Dudakları nihayet benden ayrıldığında haylazca ona sırtımı dönüp yamacından kalktım. Ölsem daha ileri gitmesine izin vermezdim. O tren çoktan geçmişti! Moreli bozulsa da dudaklarını düşürmekten fazlasını yapmadı. "Sana kahve yapacağım! Hâlâ sarhoşsun! Konuşmamamız gereken önemli meseleler var!" Kanepeden doğrulup bana yönelerek başını kollarının arasına aldı ve çenesini kanepenin sırtına yasladı. "Bence hasret gidermemiz gereken konular daha fazla!" Mutfaktaki süs kedisini sinsice ona fırlattım. Havada kapmayı başarmıştı. Yüzündeki manidar tebessümle kediyi öpüp yeniden bana attı. Sen daha çok yanacaksın Güney Tunç Atasoy dedim içimden. Öpücüğü kurye ile gönderdiğin günleri bile çok arayacaksın! İntikam almadan yok sana fanfilifon şeyler!

Kahve makinasının karşısına geçip sıkı bir Türk kahvesi yaptım. Öyle sert yapmıştım ki acıdan ağzı yamulacaktı. Ona hazırladığım kahveyi içmesini dört gözle bekliyordum. Kahveden bir yudum aldığında ağzı lezzet ile feryat arası gidip gelmişti. Amacımı anlasa da bozuntuya vermemişti. Hiç tereddüt etmeden küçük yudumlarla kahvesini içmeye başladı. Yavaş yavaş zihinin aydınlandığını biraz önceki sarhoşluğun etkisinden sıyrıldığını fark ettim. O sessizce kahvesini içerken zihnim hâlâ Zahir ve diğerleriyle uğraşıp duruyordu. Güney'e gerçekleri anlatmak zorundaydım. Ondan hiçbir şey saklamak istemiyordum.

Telefonumu elime aldığımda Mahir'den gelen aramaları fark etmiştim. Hiç tereddüt etmeden Güney'e Mahir'le olan tanışma hikayemizi anlattım. İçinin bir nebze de olsa rahatladığını hissetmiştim. Hâlâ kendisini deliler gibi sevdiğimden emindi. Fakat Mahir'i tekinsiz bulmuş ve bunu da bana açık açık söylemişti. Ona güvenmekte ne kadar haklıydım bilmiyordum ama eli kolu bağlı bir şekilde daha fazla duramayacağımın farkındaydım.

Güney'in ellerini tutup ona "Yiğit kurtuldu!" dedim. Mutluluk gözlerinden taşıyordu. Onu ne kadar sevdiğini ve iyileşmesi için ne çok çaba sarf ettiğini biliyordum. Gözler yalan söylemiyordu. Yiğit'e biri babalık edecekse bu kişi Güney'den başkası olamazdı. Bana sımsıkı sarıldı ve dakikalarca öyle kaldık. İyiye giden ruh halimin zaten en başından beri farkındaydı fakat bu kadar hızlı gelişmeler olmasını da beklemiyordu.

Zil çalar çalmaz gelenin Mahir olduğunu düşünüp kapıyı açtım. O an Levent'i görmek düşündüğümden çok daha sarsıcı olmuştu. Yanında Melis ve Mahir de vardı. Levent'e olan kızgınlığım geçmese de iyi bir ev sahibi gibi davranıp onu içeri almaktan çekinmedim. Melis'le birlikte mutfağa geçip misafirler için Türk kahvesi hazırladık. Büyük yemek masasının başına geçmiş ve hayatımız için çok önemli olan bir toplantıya başlamıştık. Ajan filminde rol alıyor gibi hepimizin üzerine bir ciddiyet kisvesi çökmüştü.

Güney, Mahir'i şüpheli bakışlarla süzdü. Yiğit'in hayatı söz konusu olduğunda ona minnet duysa da güvenip güvenmemek konusunda oldukça kararsız kalmıştı. "Zahir'in yaptıkları korkunç!" Dedi bakışlarını masanın üzerindeki vazoda gezdirirken. "Aslında o adamdan tanıştığımız ilk günden bu yana hiç hoşlanmamıştım. Ama bu kadarını da beklemezdim doğrusu."

Mahir, Güney'in sözlerini onaylar gibi sayıkladı. "Zahir gözünü para hırsı bürümüş kötü bir adam. Taşpınar ailesinin tüm servetine kavuşmak için harcamayacağı hiç kimse yok. Başınıza gelenleri biliyorum Güney Bey. Size yapılanlar zamanında bana da yapıldı." Levent yüzünde acıklı bir tebessümle dudaklarını burktu. Onun kelepçelerle tutuklanıp götürüldüğü o yağmurlu günü hatırladığımda Melis'in gözyaşları içimi üşütmüştü.

"Ne yazık ki iftiralardan ben de payıma düşeni aldım!" dedi Levent bir gerçeği haykırır gibi. "Ne hissettiğini öyle iyi anlıyorum ki! Hâlâ o şubeye gittiğimde insanların bana şüpheyle baktığını fark edebiliyorum. Aklanmış olsam bile üzerime atılan çamurun izini ne yapsam silemedim. Zahir ayak altında dolaşmamam için bana kendince ders verdiğini sanıyor. Ama onun ipini çekmeden asla huzur bulamayacağımı biliyorum." Melis'in ters bakışları bu itiraflarla birlikte kısmen yumuşamıştı ama aralarına giren siyah duvarların kolay kolay yıkılacağını sanmazdım.

Mahir "Ucuz atlatmışsın! Ne yazık ki benim artık bir işim bile yok. Adamın tarzı bu. Manipüle edip sindirmeye çalışıyor. Sizi psikolojik anlamda öyle yoruyor ki bir süre sonra kendinizden şüphe etmeye başlıyorsunuz. Saygınlığın zaruri bir ihtiyaç olduğunun farkında. Tam da bu yüzden en hassas noktamızdan vuruyor. Gururumuzdan..."

"Masum olduğum ortaya çıktı ama piyasa benden çoktan elini eteğini çekti. Sosyal medyada üzerime yapılan karalama kampanyalarını söylemiyorum bile." Güney'in serzenişleri canımı yakıyordu. "Bunlara sebep olan benim."dedim af diler gibi. "Eğer ben ortaya çıkmasaydım belki de bu kadar insana zarar vermeyecekti." Güney ellerimi avuçlarının içine hapsedip hafifçe sıktı. " Seninle bir ilgisi yok Efsun! O adam amaçlarına ulaşmak için her şeyi yapabilir. Muhtemelen sen olmasaydın da bana zarar vermekten çekinmeyecekti." Gözlerim Mahir'i bulduğunda içindeki kin ateşini anlamıştım.

"Bize yaşattıklarının aynısını ona yaşatmadan asla huzur bulmam. Şirketteki muhasebe kayıtlarını araştırıyorum. Mutlaka para sızdırıp Taşpınar Holding'in zarar görmesine sebep olmuştur. Bunları ortaya çıkarmalı ve medyaya düşürmeliyiz. Köşeye sıkıştığını düşünürse hata yapması çok daha kolay olacak."

"Sırası var!" dedi Güney. "Önce onu Holding'de söz sahibi yapan hisseleri elinden çekip almalıyız. Bunu da borçlandırarak yapabiliriz. Şirkete büyük ebatta zarar verirse yönetim kurulu toplanır ve onu köşeye sıkıştırır. Tam da o anda muhasebe kayıtlarını ve yaptığı dolandırıcılık işlerini gündeme getirmeliyiz. Hakkında soruşturma açılmalı ve ortaya çıkanlar diğer suçlarını tetikleyip ortalığa dökmeli. Onu öyle köşeye sıkıştırmalıyız ki kullandığı maşalar bile Zahir'i kurtarmaya yetmemeli."

İçimdeki zehri akıtmanın sırası gelmişti. Güney tek günah keçisinin Zahir ve Zişan olmadığını bilmeliydi. " Zahir bunları yaparken yalnız değildi Güney. Zişan ve yeni ortağı Ceyda da bu işin içinde. Onları konser gecesi birlikte gördüm. Bana meydan okudular. Zahir kendini kurtarmak için tüm suçu Zişan'ın üzerine attı. Muhtemelen araları bu yüzden açık. Aksi taktirde Zişan firar etmek yerine Zahir'e güvenip tutuklanmayı tercih ederdi." Ceyda'nın söz konusu olayların içinde olması Güney'in yüzünde herhangi bir dalgalanmaya sebep olmadı.

"Ceyda'nın planını açık etmeliyiz!" dedim Güney'in gözlerinin içine bakarak. " Onun tek amacı Güney'den intikam almaktı. Ona öyle bir oyun oynamalıyız ki kendi kendini ipe dizmeli. Bence çoktan iyi bir dersi hak etti. Ceyda'nın gerçekleri itiraf etmesi Güney'in aklanmasını sağlayacak. Böylece diğerlerinin nazarında gerçek suçlu ortaya çıktığı için Güney itibarini yeniden kazanacak."

" Ceyda'nın bu işi planladığından ne kadar eminsin?" Dedi Levent. Belli etmese de Güney'in bakışlarından da aynı düşünceyi taşıdığını anlamıştım. Muhtemelen beni üzerine sıçratmamak için onun savunucusu durumuna düşmemeye çalışıyordu. Kahvemden bir yudum alıp tırnaklarımı masanın yüzeyine geçirdim. Düğün günümüzde Ceyda'nın Güney'e yalvardığı o anları zihnimde yeniden canlandırmak canımı sıkmıştı.

" Ceyda Güney'den intikam almak istiyor. Başından beri aramızdaki ilişkiyi kabullenemedi. Onu yeniden elde etmek istiyordu fakat Güney ona bu fırsatı vermediği için de yarattığı starı sektörde bitirmeye karar verdi. Aklınca intikam alacak. Zahir ve Zişan'la iş birliği yaparak bu emeline kısmen ulaştı. Güney'in Ceyda ile zorunlu bir şekilde görüşmeye devam etmesi Zahir'e istediği fırsatı verdi."

Melis masaya küçük bir şaplak atıp, "Her şeyin altından bu Zahir denilen pislik çıkıyor. Bu adamın Taşpınar ailesiyle derdi ne?" Diye sızlandı. Mahir'le aynı anda, "Tüm mirasa konmak!" diye öne çıktık. Kısa bir süre göz göze geldikten sonra bakışlarım Güney'in kıskanç maviliklerine odaklandı. Beni Mahir'den kıskanıyor olamaz değil mi? "O adam verici donör olduğu halde Yiğit'in göz göre göre ölmesine izin verdi. Para için küçük bir çocuğun hayatını kaydıracak kadar canavarlaşmış. Babamın o kazayı geçirip komaya girmesinde de parmağı olduğunu biliyorum. Suikastti de o düzenledi." Melis, "Şeytan!" Diye yükselirken Levent dudaklarımızı ısırmamıza sebep olacak kadar okkalı bir küfür savurdu.

"Sıradaki hedef sensin Efsun! Çok dikkatli olmalıyız!" Mahir'in sözleri Güney'in gözlerinde korku ve kıskançlık duygularının parıldamasına sebep oldu. Onun beni düşünmesinden rahatsızlık duymuş olabilirdi. Yani muhtemelen ben olsam öyle hissederdim. "Bundan sonra daha dikkatli olmalıyız. Sevgili karımın bu pisliğin elinde harcanmasına asla izin vermem!" Karım kısmını belirgin bir ima ile söylediğinde Melis kıs kıs güldü. Yüreğindeki kıskançlığının farkındaydı. Açıkçası bu durumdan rahatsız olduğumu kimse söyleyemezdi. Şu Ceyda denen patlak tekerlek hayatımıza girdiğinden beri kıskançlık benim hayat amacım haline gelmişti. Sevgili Güney Tunç Atasoy da biraz uykusuz kalıp kendi kendine çıldırsa hiç fena olmazdı.

"Ne yapmayı düşünüyorsunuz?" Dedi Mahir şu kıskançlık meselesini zerre kadar kişiselleştirmeyerek. Bakışlarım ruhsuzca boşluğu taradı. Kısa bir sessizliğin ardından "Paravan bir şirket kuracağız ve bu şirketle anlaşmalar imzalamasını sağlayacağız." diye ilk parlak fikrimi ön öne sürdüm. "Bu paravan şirkette ne yapmayı düşünüyorsun Efsun? Hedefimiz ne?"dedi aş güvercinim. Her zaman parlak fikirleri o verecek değildi ya!

"Şu saatten sonra benim tek hedefim onu bitirmek!"dedim dişlerimi gıcırdatarak. "Artık bu iş fazla uzadı. Onun huzurla nefes aldığı her dakika bana düşman! Daha fazla beklemeye gerek yok!" Mahir öne atılıp masanın üzerine birkaç tane fotoğraf bıraktı. "Bu fotoğraftaki adamlarla daha önce şirket adına kendi cebini doldurmak için sahte anlaşmalar yaptı. Kara para aklama gibi kirli işlerini de yine bu adamlara yaptırıyor. Zayıf halkayı bulup satın almalı ve Zahir'e karşı piyon olarak öne sürmeliyiz. Zahir hem kendini hem de şirketi zarara sokmalı. O kadar zor bir hale düşmeli ki tüm hisselerini satmak zorunda kalmalı." Bu fikri sevmiştim. Güney'in gözlerindeki tedirginliği umursamayıp benden cevap bekleyen Mahir'i başımla onayladım.

"Onları satın almak için gereken meblağyı karşılamaya hazırım." Mahir cebindeki silahını öfke dolu bakışlarının arasında masaya bıraktı. " Sadece para yetmeyebilir Efsun! Bu adamlar sandığınız kadar aptal değil. Onları köşeye sıkıştırmak için sevdiklerini kullanmak zorunda kalabiliriz. Sana elimizi kirletmemiz gerekebilir demiştim." Güney'in bakışlarında şimşekler çaktı. Bu kadarını yapacağımızı kanun dışı yollara başvuracağımızı tahmin etmiyordu olmalıydı. "Ne demek oluyor bu?" Sessizlik ona gereken cevabı vermişti.

Güney ayağa kalkıp sandalyesini kaba bir ses çıkartarak geriye itti. " Mahir! Efsun'u bu pis işlere alet etmeyeceksin. Kanun yoluyla ne gerekiyorsa yaparız fakat olayla ilgisi olmayan herhangi bir kişinin zarar görmesini istemiyorum. Böylesi bize yakışmaz. Zahir'e haddini bildireyim derken kendi kişiliğimizi kaybedemeyiz." Mahir'in bakışları Güney ile benim aramda gidip geldi. Melis'in ve Levent'in kaçak gözleri Güney ile aynı fikirde olduklarını ele veriyordu.

Mahir, sallayarak histerik bir şekilde güldü. "Karşınızdaki sıradan bir insan değil bay Güney Tunç Atasoy. Görüştüğü insanlar da kanunu tanıyan insanlar değil. Onları yeri geldiğinde kendi silahlarıyla vurmayı bilmemiz gerekiyor. Aksi taktirde bu savaşı kaybetmekten kurtulamayız." Güney ayağa kalkıp ellerini masaya yasladı ve biraz daha eğilerek onun gözlerinin içine meydan okur gibi baktı.

" Mahir bey! Yasa dışı hiçbir şeye iznim yok! Yöntemleriniz ve fikirleriniz sizi bağlar." Bakışları bir anlık üzerimde duraksadı ve tehditler saçarak yeniden gözü kara adama odaklandı. "Karımın bu işlere alet edilmesini istemiyorum. Yeni evlendik. İyileşme sürecinde olan ve annesine ihtiyaç duyan bir çocuğumuz var. Onu düşünmek zorundayız. Sonunun kodes olacağını bildiğim hiçbir yola girmek istemiyorum." Kendisiyle birlikte ayağa kalkmış olan benim elimi tutup bu konudaki duruşunu gösterdi. Mahir ardına bile bakmadan kapıya yöneldiğinde ne diyeceğimi bilemeyip öylece donup kaldım. Ona gereken neyse yapacağıma dair bir söz vermiştim ve Güney aslında benim bu sözümü de çiğnemişti.

Levent ortamın daha fazla konuşmaya uygun olmadığını anlamış olacak ki Melis'i elinden tutup müsaade istedi. Melis yeniden bir şeyin farkına varmış gibi hemen ellerini çekti. Levent'in o kadınla hâlâ görüşüp görüşmediğini bilmiyordum ama Melis onu kolay kolay affedeceğe benzemiyordu.

Evde bizden başka kimse kalmamıştı. Yiğit'in yalnız olduğunu düşünüp onu gizleyerek götürdüğümüz hastaneye dönmek istedim. Öncesinde babamı görüp son gelişmeleri haber almam ve oğlumun yardımına koşmam gerekiyordu. En azından bunlar Güney'le olması muhtemel tartışmamızın önüne set çekmek için ideal fikirler gibi görünmüştü. Ona hiçbir şey söylemeden hazırlanmak üzere merdivenlere yöneldiğinde beni kolumdan tutup gövdemi kendisine çevirdi. Bakışlarımı ondan kaçırıyor haklı olduğunu bildiğim halde yine kendi bildiğimi okuma gafletinde bulunuyordum.

"Efsuuun!" Dedi yorgun bir sesle. İki eli kollarımı tutup bedenimi kendisine yaklaştırdığında başımı göğsüne yaslamamak için kendimle savaş veriyordum. "Oradaki benim oğlum Güney! Hastalığının bu hale gelmesindeki en büyük sorumlu ise Zahir! O adam benim oğlumun kan kustuğunu, her gün biraz daha sararıp solduğunu görerek ölümüne göz yumdu. Düşünebiliyor musun? Para için o dünyalar güzeli çocuğu mezara gömmeye çalıştı. İnsan nasıl bu kadar canavar olur cevabını vermek zor. O adam işine yarayana kadar insanları kullanıp işi bitince de üzerine bir çizik atıyor. Harzem'e yaptıklarını biliyorsun. Böyle biriyle sadece kanun yoluyla savaşabileceğimi zannetmiyorum." Elleri yanaklarımı kavrayıp parmak uçları tenimin her bir zerresinde sevgi ve şefkatle dolaştı.

"Seni kaybetmek istemiyorum. Bu işten zararlı çıkabilirsin! Bak her şeye yeniden başladık. Oğlumuz iyileşecek, amcam yeniden hayatımıza dönecek. Tüm kırgınlıklar bitecek Efsun! Sana parmaklıkların ardından bakmak istemiyorum. Sensiz tek bir gün bile geçirmek istemiyorum artık. Hayatımızı güzelleştirmek için harcayacağımız zamanı Zahir gibi bir pisliği kendimizle birlikte tuzağa çekerek harcamayalım. Onun için tüm bu güzelliklerden vazgeçmeye değmez. Er ya da geç cezasını bulacak ama bunu onun çirkin yollarına düşmeden yapmalıyız."

Beni bana rağmen sarıp sarmaladı ve başımı göğsüne yasladı. "Bu Mahir denilen adama çok çabuk güveniyorsun. Gerçekten bize yardım etmek isteyip istemediğini zaman gösterecek. Her zaman temkinli olmak zorundayız."

"Haklısın! Sözlerini dikkate alacağım. Şimdi oğlumu görmek istiyorum. Ondan daha fazla ayrı kalamam." Gözlerindeki o sevimli pırıltıyı bana dünyaları bahşetmişti. Bütün hayatımı Güney'le geçirmek istiyordum fakat bunun için Zahir'in ve Ceyda'nın hayatımızdan çıkıp elini eteğini üzerimizden çekmesi şarttı.

Daha fazla beklemeye gerek kalmadığı için hazırlanıp aracımıza yöneldik. Oğlumun güvenliğini sağlamak için her şeyi yapmıştım. Sare Hanım yüzlerce kez telefonumu çaldırdığı halde ona oğlumun durumuyla ilgili hiçbir şeyi anlatmadım. Sevgili teyzesi de aynı şekilde bana etmedik hakaret bırakmamış ve defalarca evden kovmuştu. Böyle bir zamanda bile kendi egosunu düşünecek kadar bencildi. Onları umursamıyordum. Artık yapıp ettikleri ben de kırıcı bir etki bırakmıyordu. Şu an tek derdim oğlumu kurtarmak ve iyi olduğundan emin olmaktı. Sonrasında Zahir ve diğerlerinin icabına bakmaktan çekinmeyecektim.

Güney, Kıvanç'la birkaç görüşme yapıp mutsuz bir şekilde aracının şoför koltuğuna oturdu. Yol boyunca telefonu hiç susmamış, Güney'i dışarı çıktığına çıkacağına pişman etmişti. Aslında iyi bir basın açıklaması yapması gerekiyordu ama oğlumun son durumu ikimizi de ondan başka bir plan yapmak konusunda durduruyordu.

Aracın önüne barikat kuracak kadar şaşıran basın ordusunu atlatmaya çalışarak hastanenin yollarına yönelmek istedik. Cama, kapıya, arabanın kaportasına vuruyor ve bizden ısrarla bir açıklama yapmamızı bekliyorlardı. Ceyda'nın her şeyi uzaktan büyük bir keyifle izlediğinde emindim. Sıranın ona geleceği günler çok uzakta değildi. Sonunda aracımızı gözden uzak o hastanenin otoparkına bırakmayı başardık. Oğlumun gözlerini açtığını ve Melis'le kıkırdayıp oynadığını görünce dünyalar benim olmuştu. Güney'in bakışlarından da resmen kalpler çıkıyordu. Bizi gerçekten ailesi gibi gördüğünü biliyordum. Hayat ikimiz için güzel şeyler vaat ediyordu ama öncesinde yapmamız gereken bazı şeyler vardı.

Daha fazla beklemeyip Yiğit'in yanına gittik. Bizi görünce türlü şakalar yapıp eğlenmiş ve iyileşeceği haberini de yine bizden almıştı. Ona büyük bir hevesle elimdeki sefer tasını gösterdim. Hâlâ hasta sayıldığı için her şeyi yemeye izni yoktu fakat ben yine de en sevdiği şeyleri hazırlamış ve aşk dolu bakışlarına sunmuştum. Tamam ben becerikli biri sayılmazdım ama sonuçta emrini ben vermiş, bizzat bu konudaki başarılı insanlardan yapmasını rica etmiştim. Bu yüzden ben de yapmış sayılırdım. Oğluma kendi ellerimle bir şeyler yedirmenin o güzel hissini dünyalara değişmezdim. Çok yakında tamamen ayağa kalkacak ve bizimle harika günler geçirecekti. Şimdiden Güney'den futbol maçına gitme sözünü kapmıştı. Ara ara Sare Hanım'ı sorsa da bunun moralimi bozmasına izin vermedim. Er ya da geç beni annesi olarak kabul edecek ve hayatımızın bir parçası olacaktı. Ona babamın başına gelenleri söylememiştim. Tek umudum Yiğit'le birlikte onun da ayağa kalkarak geçmişteki kötü şeyleri telafi etmemiz için bize bir şans vermesiydi.

Doktorun içeriye gelmesiyle uyku vaktinin geldiğini anladık. Yiğit'in sevdiği masal kitaplarından bir tanesini elime alıp okumaya başladım. Aslında o mu bana masal anlatıyordu yoksa ben mi ona belli değildi. O kadar meraklı ve sorgulayan bir çocuktu ki masallardaki çarpık düşünceleri hemen anlıyor ve konu üzerine ardı ardına yorumlar yapıyordu. Zekâsını benden almış olmalıydı. Demir'in aklı kıt bir adam olduğunu düşününce daha fazlasını bekleyemiyordum.

Masalım bitmiş ve Yiğit çoktan uykuya dalmıştı. Gözlerim siyah deri koltukta hafifçe kendisini bırakarak uyuyan Güney'e takıldı. Yaşadıkları çok ağırdı. Ne kadar zamandır uykusuz kaldığını tahmin edebiliyordum. Üzerine dolaptan çıkardığım gri tonlarındaki, uzun tüylü battaniyeyi örtüp telefonumdaki çağrıları kontrol etmeye başladım. Sare Hanım'ın adının bulunduğu onlarca aramayı geride bırakıp tek bir isme takıldım. Mahir... Numarayı çevirip bana iyi bir haberle gelmesini diledim.

" Mahir!"

"Merhaba Efsun!" Selam kelam faslını uzatmadan, "Bir sıkıntı mı var yoksa? Saat gece yarısını çoktan geçti."dedim. Akabinde telefondan sıkıntılı nefes sesi duymam bir oldu. " Doktor bozuntusu oyunlarını anladığımızı fark etmiş. Tası tarağı toplayıp kaçmaya çalışıyor. Bir şeyler yapmalıyız. Ülke dışına çıktığında onu ele geçirmemiz çok daha zor olacak! Hatta belki imkansız..."

"Hemen geliyorum!" Telefonu aceleyle cebime atıp bir fırtına gibi yorgunluktan koltuğa yığılıp kalan Güney'e haber vermeden esip geçtim. Aracı hızla sürerken bir yandan da telefonuma gelen konuma doğru yol almanın kaygısını taşıyordum. O pislik evden çıkmadan yetişmeli ve onu adaletin huzuruna çıkarmalıydık. Arabamız Mahir'le aynı anda doktorun evinin önünde durdu. Neyse ki kapıda herhangi bir güvenlik ibaresine rastlamamıştık. Mahir başıyla evi işaret edip tokmağa tıklatmamı istedi. Dediğini yaptım. Ayak seslerinin geldiğini duyuyor ve içeride bulunduğundan her geçen saniye biraz daha emin oluyordum.

Kapı açıldığında Mahir de silahını çıkarmış ve olabilecek her şeye karşı hazırlığını korumuştu. Doktor bizi hemen karşısında bulmayı beklemiyor olacak ki daha ne olduğunu bile anlamadan kapıyı yüzümüze kapatmak istedi. "Lanet olsun!" Sözünün ardını bir küfür kovaladı. Mahir bu karşılamayı bekliyormuş gibi kapının yüzümüze kapanmasına izin vermeden ayağıyla ona engel oldu ve kapıya sert bir tekme savurdu. Kapının kolu duvarı inletirken hızla içeri girip adamın tam karşısında gardımızı aldık.

Gözleri korkuyla büyüyen adama nefret dolu bir bakış attım. Yerdeki valizler ve para çantaları dikkatimi çeken ilk şey olmuştu. Gelmemeye gittiğini biliyordum ama buna asla izin vermezdim. "Demek bu paralar için oğlumun hayatını sattın. Bu paralar için gözyaşlarımız aylarca akıp gitti." Gözlerim dolu dolu söylediğim bu sözler yüzünde belli başlı bir pişmanlığa sebep olsa da kendisini bize teslim etmemeye kararlı bir şekilde dimdik durdu. "Ben..."

"Şerefsiz..." diye haykırdı Mahir. "Ulan sen yaptıklarınla o doktor önlüğünün üzerine sı... be Mahir! Bu mu lan senin adamlığın? Gücün zavallı çocuklara mı yetiyor? Bu kadar mısın sen?" Resmen duygularıma tercüman olmuştu. Üzerine atılıp o doktor bozuntusunu gebertmemek için çıldırıyordum. "Aşağılık pislik! Yaptıklarının bedelini ödeyeceksin!" Hemen önümdeki kanepenin üzerinde iki çanta dolusu para vardı. Bana doğru atılmak istediğinde çantaları hemen kavrayıp ondan uzaklaştırdım. Mahir de boş durmamış ve gözlerimin önünde bana yaklaşmaya çalışan doktoru bileklerinden kelepçeler gibi kendine hapsetmişti.

"Onlar benim!" diye inledi doktor. Bu paraların hayrını görmesine ölsem bile izin vermezdim. Yüzümdeki nefret dolu tebessümle çantayı açıp gözlerinin önünde yere bıraktım. Bu hamlemle birlikte içindeki birkaç deste para çantanın hemen dışına saçılmıştı. Öne atılmak için çabalasa da parke zeminde ayakkabılarını kaydırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Mahir'in güçlü kolları doktoru paralardan uzaklaştırmak için yetiyor ve hatta artıyordu.

Masanın üzerindeki limon kolonyasını alıp korku dolu gözlerinin önünde çantaların üzerine boca ettim. Nasıl bir çılgınlık yapacağımı anlamış gibi bana başını sallayarak ters ters baktı. "Sakın yapma! Kulun kölen olayım yapma! Onlar benim tek şansım!" Kolonyayı sıkarak boca ettikten sonra öne çıkıp onu kelepçeleyen Mahir'i onayladım. Ardından sert bir tekme 35 yaşlarındaki cılız yapılı, kemikli doktorun bacak arasını buldu. Daha onun acısını sindiremeden ikinci hamlem karnına olmuştu. Arda ardına birkaç yumruğu patlattığımda ağzından boşalan kanları sağa sola tükürüğüyle birlikte saçarak kendini zemine bıraktı.

"Her şeyi bu banknotlar için yaptın pislik herif! Oğlumu bu paralar için gözünü kırpmadan harcadın! Şimdi o çok sevdiğin paraların ne hale geldiğini gözlerinle göreceksin!" Mahir gümüş detayları olan siyah bir çakmağı bana fırlattı. Gözlerimi doktorun kan dolu ağzından ve çirkin yüzünden ayırmadan onu havada kaptım. Üçümüzün de gözbebekleri çıkan alevle aydınlanmış, ışığın yansıması çehrelerimizi kızıla boyamıştı.

"Hayııııııır!" Onu umursamadan kinle çantaların tutuşmasını izledim. Uğruna birçok insana gözyaşı döktüren bu paralar gözlerinin önünde kül oldu. Onlara yaklaşmak için sürünse de Mahir'in karnına indirdiği darbe yerde acıyla yuvarlanmasından daha gerçekçi bir sonuç doğurmadı. Doktor feryat figan bir süre daha ağlamaya devam etmişti ve elbette biz onun susmasını bekleyecek kadar sabırlı değildik. Mahir onu bir yumruk darbesiyle bayılttı. Gözlerim korkuyla büyümüş olsa da Zahir'e hak ettiği cezayı getirecek her şeye vardım. Arabaya yerleşip yola revan olduk. Onu Harranlı isminde birine götürüyordu. Amacımız konuşturup Zahir'i bitirecek daha fazla bilgiye kısa sürede erişmekti. İşimiz bittiğinde polise teslim etmeyi planlıyorduk ama bunun için daha zaman vardı.

Mahir ön koltuğa yerleşip Şile yoluna doğru rotasını ayarlamış ben ise arka koltukta elimdeki silahla düşmanım bildiğim adamı rehin almakla meşguldüm. 'Affet beni Güney! Sana verdiğim sözü tutamadım!'diye feryat figan ağladı iç sesim ama artık çok geçti. Adamın yalvarışları umurumuzda değildi. Çoktan şehrin dışına çıkmış otobanı geride bırakmıştık. Dağ yollarına doğru hareket ederken arkamızdaki araçtan gelen o kurşun sesi Mahir'in bakışlarını dikiz aynasına yöneltti. "Lanet olsun!" O küfürlerine bir yenisini eklerken doktorun suratındaki sırıtış elimi ayağıma dolaştırmaya yetmişti. Erol Taş'ı andıran bir kahkaha atmak istediğinde silahın namlusunu kafasına indirdim. Böyle daha az tedirgin ediciydi. "Eğil!" Mahir'i dinleyip olabildiğince küçülmeye çalıştım. Bu şekilde daha az zarar göreceğimi düşünüyordum.

Mahir'in inleyişi ve hemen ardından keskin bir viraj sesi çığlıklarıma karıştı. Araç sertçe bir engele çarpmış ve sarsıntı başımdan yara almama sebep olmuştu. Seslerin birbirine karıştığını duyumsadım. Yeniden bulanıklaşan zihnim yerine geldiğinde kendimi kapalı, karanlık bir alanda bulmuştum. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum. Korku dolu hıçkırıklarımın arasında cebime yerleştirdiğim telefonu nihayet bulabilmiştim. Gözyaşlarım süzülürken sıkış tepiş yerleştirildiğim yerden aklıma ilk gelen şeyi yaptım. Telefon ilk çalışta açılmıştı ve duyduğum ses bana yaşama sevince veren yegane şeydi. "Güney!" Cılız çıkan sesime onlarca soru ve serzenişle yanıt verdi.

"Nerdesin Efsun? Beni delirtmek mi istiyorsun?" Burnumu çekip hıçkırıklarımın arasından güç bela konuştum. "Bilmiyorum. Sanırım bir aracın bagajındayım. Burası çok dar ve havasız. Hareket halindeyiz Güney!" İsyanları ve hıçkırıkları canımı yakıyordu. Onu dinlemiyor oluşumun bedeli çok daha ağır olacaktı. "Bana nerde olduğunu söyle! En son nerdeydin?"

"Şile yolundaydık. Bilmiyorum! Nefes alamıyorum Güney!"

"Sakin ol! Bana bir şey söyle! En son hangi tabelayı gördün?"

"Bilmiyorum!"dedim sızlanır gibi. Kendime nefes alıp dışarıyı görecek bir alan yaratmaya çalıştım. Kırık sayılabilecek bir anahtar deliği vardı. Onu elimdeki levyeyle ittirdiğimde bana bir çay bardağı ağzı büyüklüğünde bir açıklık bıraktı. "Burada eski bir fabrika var! Avşarlar yazıyor Güney!" Sık nefes alışları ümit verici sesiyle son buldu. "Beni dinle! Levent'e ulaştım. Sinyali takip edecek. Telefonu sakın bırakma! Duydun mu beni? Biraz sabır! İhbarda bulundum. Ekipler seni bulacak!" Aracın durduğunu fark ettiğimde nefes almaktan bile imtina ederek olacakları kolladım. Güney'e söylemek istediğim binlerce söz vardı ve eğer ölürsem hepsi benimle mezara gelecekti.

Islak gözlerimi aracın bagajındaki açıklığa iliştirdim. Gördüklerim çığlık atmamak için ağzımı kapamama sebep olmuştu. "Olamaz!"

"Ne oldu? Bir şey söyle Efsun! Bir şey söyle! Aklımı kaybetmemek için tek bir sözüne muhtacım anlamıyor musun?" Ağzımı kapatan elleri çekip ölür gibi nefes aldım. Alnım ter içinde kalmıştı. "Güney! Doktoru öldürmüşler. Bir varilin içine attılar, şimdi de üzerine beton döküyorlar!" Gördüklerim kanımın çekilmesine sebep olmuştu. Güney'e dair en ufak bir ses duyamaz olmuştum. "Güney öldürecekler beni!" Sayıklayışım mırıltılı ağlamalarımla son buldu. "Hayır! Hayır buna izin vermem! Ekip yola çıktı. Seni almaya gelecek."

"Çok uzaktayız! Yetişemeyecekler!" Sesindeki acı yüreğime işlemişti. "Yetişecekler Efsun! Yetişmek zorundalar! Ben hayatımı sensiz geçirmeye dayanamam. Seni bulmuşken kaybetmeye dayanamam!" Ağlamaları içinde bükündüğüm durumun vehametini değiştirmiyor, erimiş bir plastiği tenimin üzerinde dolaştırıyordu.

"Seni seviyorum Güney! Aklının alamayacağı kadar çok! İlk gördüğüm andan beri sadece seni... Bir tek seni..."

"Böyle veda eder gibi konuşamazsın! Beni böyle çaresiz bırakamazsın! Dayanmak zorundasın! Direnmek zorundasın Efsun!" Adım sesleri kalbimin deli gibi atmasına sebep oldu. Kısık, yaralı bir sesle "Buraya geliyorlar!"diye sızlandım. "Elveda sevgilim..."

"Efsun... Hayır, hayır! Ne olur cevap ver! Buradayım de! Direneceğim de Efsun! Teslim olamazsın!" Ona sesimi duyurmam artık imkansızdı. Bagaj açıldığında sözlerine uyup direnmeye çalıştım fakat karşımdaki ızbandut kılıklı adamlara güç yetirmek imkansızdı. Bizi gafil avlamışlardı. "Bırak beni!"diye haykırsam da beni kollarımdan yakalayıp dizüstü çöktürmeleri birkaç saniyelerini almıştı. Başıma silahın kabzasını indirmeden önce gördüğüm son kişi Mahir olmuştu. Karşımda kanlar içinde hareketsizce yatıyordu. Yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordum.

Bilincimi tamamen yitirmesem de bedenimin hareket kabiliyeti o darbeyle neredeyse son bulmuştu. Uyku uyanıklık arası bir zihinle ayılmaya çalışıyordum. Ayakkabılarım ve kot pantolonum patika çamurlu yolda derin izler bırakarak dolaşıyordu. Bir ıslaklığın tüm bedenimi sardığını hissettim. Metal sesleri geliyordu kulağıma. Çamlıkların kokusunu alıyor, gri gökyüzünü gözlerimi her araladığımda hissediyordum. Güneş zayıf ışıklarını kara bulutlara rağmen bakışlarıma sundu. Ellerim beni ensemdeki kumaşı tutup çekiştirerek sürüyen adama direnmek için çamurlu zemine saplansa da bu şekilde direnmek imkansızdı.

"Güney, Yiğit..." Sayıklayışlarımın artık bir önemi kalmamıştı. Oğlumun iyileştiğini görebileceğimi bile düşünmüyordum. Beni sağ bırakmayacaklardı. Bunu hissediyordum. Ölümün ürpertili nefesi kulaklarımda bir poyraz gibi esip duruyordu. Babamı düşündüm. Ona bir kez bile baba dememiş, hep Harun Bey diye hitap etmiştim. Demek "Seni affettim! Seni çok özledim baba!" diyerek boynuna sarılmak kısmet olmayacaktı. Bazı vuslatlar mahşere kalmıştı. Zihnimin benden ayrıştığını hissettim. Gözlerimi açtığımda metalin bedenimi örselediğini duyumsayabiliyordum. Titreyen raylar bana ayrılığı hatırlatıyordu. Bileklerimi ve bacaklarımı tüm gücümü kullanarak hareket ettirmek istedim. Beni raylara bağlamışlardı. Ağzımdaki bez parçası sesimi çıkarıp haykırmama engel oluyordu. Ben çırpınmaya çalışıyorken kan ter içindeki yüzüme pis pis sırıtarak bakıyor ve beni kurtarmak için hiçbir şey yapmıyorlardı.

Raylar daha güçlü bir şekilde titredi. Saçlarımdan önüme gelen tutamların arasından göz yaşlarım akıp gitti. Bana yaklaşan şey ölümün ta kendisiydi.

 

 

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız ☺️

 

 


 

Bölüm : 03.12.2024 22:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Şeyma Yıldız KOÇ / YILDIZLARIN MELODİSİ / 40. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟AYRILIK ÖLÜMDEN BETER
Şeyma Yıldız KOÇ
YILDIZLARIN MELODİSİ

5.28k Okunma

440 Oy

0 Takip
53
Bölümlü Kitap
1.Bölüm: Aşk Tesadüfleri̇ Sever2. Bölüm: Kimsin Sen Be!3. Bölüm: Komplo4. Bölüm: Dikkat Sakar Var!5. Bölüm: İz6. Bölüm: Kader Masasi7. Bölüm: Masum Yüzlü Kukla8. Bölüm: Oyun Içinde Oyun9. Bölüm: Düşmanla Diz Dize10. Bölüm: Bay Ki̇bi̇rli̇11. Bölüm: Di̇nmeyen Öfke12. Bölüm: Başımın Belası13. Bölüm: Isyan14. Bölüm: Yalanın Koynunda15. Bölüm: Büyük Buluşma16. Bölüm: Ayrılan Yollar17. Bölüm: Aşk-I Viran18. bölüm: tutsak19. bölüm: geçmişin külleri20. bölüm: aşk oyunu21. bölüm: operasyon22. Bölüm: Aşkın Gözyaşları23. BÖLÜM: KALBE DÜŞEN SANCI24. bölüm: elveda25. Bölüm: YM 2 DÖNENCE 🌟 Yalnızlığın Notası26. Bölüm: YM 2 DÖNENCE🌟 Bir Sevda şarkısı27. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 KÖRDÜĞÜM28. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 PİNOKYONUN SEVDASI29. Bölüm: YM 2 DÖNENCE 🌟İZÜSTÜ30. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 BEN BUYUM!31. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟YİNE BANA HÜSRAN32. Bölüm: YM 2 DÖNENCE 🌟 BÜLBÜLÜN KÜSTÜĞÜ ŞARKILAR33. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 TESLİMİYET34 bölüm: YM 2 Dönence 🌟 Gerçeklerin haykırışı35. BÖLÜM: KADERE KISKIVRAK YAKALANDIM!36. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 2 DÖNENCE 🌟 YADIMDAKİ SİYAH PELERİN!37. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 YARIM KALMIŞ BİR ŞARKI38. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 GERÇEKLERİN AYRIMI39. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 2 DÖNENCE 🌟 TÖKEZLEYEN HİSLER40. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟AYRILIK ÖLÜMDEN BETER41. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨KÜSKÜN SAVAŞÇI42. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨ ACITMADAN SEVMEK43. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 3 TUTULMA ✨ İKİNCİ ŞANS44. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 3 TUTULMA ✨GÖZDAĞI45. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 3 TUTULMA ✨YIKILMIŞ SEVDALAR46. Bölüm: ETME BULMA DÜNYASI ✨47. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨VİCDAN AZABI48. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨BİR DAHA ASLA49. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨ HAYALET DÜŞMAN50. BÖLÜM: AŞK YENİDEN ✨51. BÖLÜM: VUSLAT ✨52. BÖLÜM: BULGU ✨53. BÖLÜM: FİNAL ✨MASALLARIN ÖTESİNDE
Hikayeyi Paylaş
Loading...