Medya: Yusuf Güney (Heder oldum aşkına) Kesinlikle dinleyin! ☺️
Allah'a bir şans diye yalvardığım günler sayılıydı. O gün tren raylarının üzerinde ölümü ve acılı bir yok oluşu beklerken yüreğimin derinliklerindeki bir ahı dillendirerek bana sevdiğim adamla, oğlumla ve babamla bir şans daha vermesi için yalvarmıştım. Onları aklımdan çıkaramıyordum. Birbirimize mutlu olacağımız güzel günler ve uzun bir hayat borçluyduk. Mutluluğu bu kadar geç bulmuşken kaybedemezdim.
Tren gürültüyle bana adım adım yaklaşırken ağlamaktan ve çırpınmaktan başka elimden hiçbir şey gelmiyordu. Kalbim atmayı bırakmış çoktan ölümü kabullenmişti. Aniden duyduğum iki el silah sesiyle vücudumu saran titremeyi saç uçlarıma kadar hissettim. İri yarı bir baş ağzımdaki bandın ardından firar eden bir çığlığın yansıması gibi başımın hemen sağ tarafına devrildi. Gözlerim iri iri açılmış bir şekilde alnındaki deliğe bakıyordum. Bir kurşun... İnsana ölümden başka bir çare bırakmayan bir çekirdekti gözlerimin gördüğü. Peşinden bir başka adam ayağımın üzerine gürültüyle devrildi. Tam kalbine nişan alındığını ve oracıkta can verdiğini görebiliyordum. Şimdi sıra bende miydi? Tren bize yaklaşırken sıska bir çift bacak gövdemi istila ederek elindeki keskin bıçakla bileklerimdeki ipleri kesti. Ağzımdaki bandı açmadan doğrulup ayaklarımdaki iplerden kurtulmaya çalıştım. " Debelenme sersem! Yoksa ikimiz de aynı anda trenle kucaklaşacağız!" Tanıdık sesle neye uğradığımı şaşırmış ve ipin gıcırtılı çözülüşüne teslim olmuştum.
Trenle kucaklaşmamıza en fazla beş saniye vardı. Ağzımdaki bandı çözüp kopan iplerden uzaklaşmak için kendimi geriye atmaya çalıştım. Beni göğüs kafesinden yakalayıp sürükler gibi geriye çeken kişi de aynıydı. Platin sarısı saçları kirpiklerime değiyor gözlerimi açmama engel oluyordu. Göğsü ile sırtıma destek vermiş ve beni mezarım olacak olan o raylardan bir çırpıda çekip çıkarmıştı.
"Zişan!" Diye inledim. Ağzımdan isminin dışında hiçbir şey çıkmıyordu. "Sevimli şapşalım! Demek beni bu kadar özledin!"
"Senin burada ne işin var? Ama neden?" Yüzüne yapışan ve günlerdir yıkanmadığı belli olan saçlarını geriye doğru atıp artist edasıyla kendini takdim eder gibi kıvırdı. "Seni kurtarmaya geldim! Filmlerde olduğu gibi erkekler tarafından kurtarılmayı bekleyecek değilsiniz ya! Senin kurtarıcın da ben oldum işte!" Histerik bir şekilde kahkahalarla güldüm. Öyle çok güldüm ki karnıma ağrılar girmiş gözümden de birkaç damla yaş akmıştı. Ölmemiştim ama tehlikede olduğum gerçeği de hâlâ değişmemişti.
"Ölümden kurtulunca neşen epey yerine geldi. Bence hemen gülmesen iyi edersin!"
"Beni neden kurtardın?" diye sordum kuşkulu bakışlarımı dağınık vücudunda, solgun güneş lekeleri ile hemhal olan yüzünde gezdirirken. Görmeyeli epey zayıflamış ve makyajsız haliyle biraz daha çirkinleşmişti. Bu kadının Zişan olduğuna tüm ümmeti müslimin gelip yemin etse inanmazdım.. Makyajın gücü adına! Afrodit köydeki Kezban teyzeye dönüşmüştü resmen!
"Bunları burada konuşmanın ne yeri ne de zamanı! Önüme düş! En azından birimizin kendini koruyabilecek silahı var. O ü pisliğin adamlarının bizi enseleyip diri diri mezara gömmesini istemiyorum. Bana uzattığı eli tutup kendimi güvende hissetmeyerek peşine takıldım. Nereye gittiğimizden bihaberdim. Ve itiraf etmeliyim ki beni Zişan'ın yerine Güney'in kurtarmasınını her halükarda tercih ederdim. Muhtemelen çok daha romantik bir ambiyansa tanıklık edebilirdik. Sarışın kovboyum nerdeydi acaba? Ah! Hep romantik sahnelerim böyle işgüzar insanlar tarafından mahvediliyordu. Eğer ölmeme beş saniye kalmasaydı orada Zişan'ın uzattığı yardım elini reddeder Güney'i beklerdim. Gelmeseydi de muhtemelen ahirette bekliyor olurdum! Ah Güney senin için bütün gılmanları elimin tersiyle itmeye hazırım!
Beni arabasına yönlendirdiğinde binip binmemek konusunda kararsız kaldım. "Yaşamak istiyorsan gel derim!" Dudaklarımı büzüp çık tarzında bir ses çıkardım.
"Sana neden güveneyim?" Diye sordum. Denize düşmüş ve maalesef yılana sarılmak zorunda kalmıştım. Yılanın da belli ki kafasında ciddi planlar vardı. "Seni ben kurtardım küçük sevimli maymun! Eğer ben olmasaydım muhtemelen rayların altında paramparça bir halde dolaşıyor olurdun." Kendimi o şekilde hayal edince içimdeki öğürme isteğini yutkunmam çok zor oldu. " Bir planın olmasaydı ve benden faydalanmak gibi bir derde düşmeseydi muhtemelen o pislikler gibi parçalanan cesedimi izliyor olurdun. Bu yüzden bence şapşal çeneni daha mantıklı cümleler kurmak için açmalısın. Benden ne istiyorsun? Niye hayatımı kurtardın?"
"Sandığımdan daha akıllısın sevimli maymun. Elbette ki kara kaşın mavi gözün için seni oradan kurtarmadım. Eskisi gibi sıradan bir sabıkalı olmadığını, Holding patronluğuna giriştiğini çok iyi biliyorum. Güçlüsün ve bilirsin ben gücü severim." Kahkahalarla gülüp alaylı bir şekilde yüzünü süzdüm. "Görebiliyorum! Takke düşmüş kel görünmüş. Ne güzellik kalmış ne para ne hava... Zahir seni ortalarda bir başına bıraktığından beri kaçmak için kendine delik arayıp cırlayan fındık fareleri gibi ortalıkta dolaşıyorsun." Esefli bir şekilde iç çektim. "Senin zavallı, sefil fare... Zahir'in hevesi geçtiğinden bu yana halin içler acısı! Birlikte giriştiğiniz işte tüm suçu üzerine yıkarak holdingte emirler yağdırıp Patronluk taslıyor. Sen de buralarda sürünüyorsun." Yüzündeki öfke gerçekten görmeye değerdi. Allah'ın adaleti bu olsa gerekti. Yaptıklarının bedelini ödeme sırası Zahir'e geldiğinde karşısına geçip kahkahalarla zavallı haline gülmek benim için bir zevk olacaktı.
"Bence yeterince gülüp eğlendin! Ve şu an silahın bende olduğunu sana hatırlatmak isterim. Her an Zahir'in yarım bıraktığı işi tamamlayabilir ve seni cehennemdeki zebanilerin yanına gönderebilirim." Silahını bana doğrultup yüzündeki itici tebessümle göz attı. Kollarımı gövdeme sarıp yüzümü endişeli bir hale getirerek dalga geçtim. "Çok korktum! Beni ürkütüyorsun tarla faresi..." Burnunun ucuna kadar eğilip aynı alaycı tebessümle burun kemerini sıktım. "Çok korktum! İstersen deneyebilirsin! Bu suçlardan kurtulmak için bana muhtaç olduğunu ikimiz de biliyoruz. Zahir, Harzem iti gibi senin de defterini dürmek için pusuya yatmış bekliyor. Sonunda belanızı buluyorsunuz galiba!" Beni sevdiğini biliyordum teşekkür ederim Allah'ım! Bu yüksek ilahi adalet performansının devamını da sabırla bekleyeceğim. Amin!
Ben iman tazelerken beklemediğim bir hamle yaptı. Silahla bana vurmaya çalıştığında her zamanki gibi platin sarısı saçlarını elime dolayıp alayla güldüm. Yemişim nezaketini! Kavganın bile mahalle dilberi versiyonu güzel oluyordu. "Bence aklından bile geçirme! Kendimi senin gibi bir süs kokanasına dövdürmeyecek kadar akıllıyım! Gerçekleri duymak zoruna gidiyor ama bence bu duruma alışsan iyi olur!"
Saçlarını elimden kurtarıp kalçasını aracın kapısına yasladı. "Bir anlaşma yapacağız Efsun Taşpınar! Sen Zahir'den intikamımı almam konusunda bana yardımcı olacaksın ben de bildiğim her şeyi anlatarak seni o pislikten kurtaracağım. Elbette Ceyda konusunda da bana güvenebileceğini biliyorsun. O sü... beni sırtımdan vurdu."
"Demek bu hikayede harcanan sen oldun! Keşke buna üzüldüğümü söyleyebilseydim ama üzülmedim. Bilakis oğlumu benden ayıran hainlerden biri bile belasını bulduysa bunun için sevinçten dört köşe olabilirim." Saçını fettanca geriye doğru atıp dudağını yana doğru kıvırdı.
"Benden bunu yapmamı Zahir istedi. Seni ne tanırdım ne bilirdim. Kimse oğluna bir garezim olduğunu söyleyemezdi. Bana ihtiyacım olan parayı verecekti ben de oğluna hiç kimsenin elinde olamayacak kadar güzel bir hayat bırakacaktım. Sen zaten hapisteydin! Muhtemelen çocuk da seninle birlikte ziyan olup gidecekti. Düşününce o kadar da kötü bir fikir gibi gelmemişti o zamanlar. İşlerin bu noktaya geleceğini kimse tahmin edemezdi." Benim nefret dolu bakışlarım arasında yaptıklarından gurur duyar gibi yapmacık bir şekilde nefes aldı. "Her şey bir yana sen annesiysen Harun Bey dedesiydi. Kısacası oğluna büyük bir iyilik yapmıştım. Alan memnundu satan memnundu." Elimin tersini suratının tam ortasına geçirip yakasını yırtar gibi kavradım. Gözlerimdeki kin nefret deryası olmuştu.
"O benim oğlumdu pislik, oğlumdu!" Diye bağırdım olabilecek en yüksek frekansta. "Sonu ne olursa olsun en büyük mutluluğumdu. Sizin iğrençlikleriniz yüzünden oğlumu kaybedecektim. O Zahir köpeği hastalığını fırsata çevirip onu ölüme terk etti. Oğluma söz konusu dönerin ulaşmaması için doktorunu satın aldı." Onun yakasını kavrayıp kaportaya doğru eğdim. Dişlerimi sıkıyor adeta bir yılan gibi tıslıyordum. Söz konusu Yiğit olduğunda gözüm dönüyordu. " Yaptıklarınızın bedelini ödeyeceksiniz. Sakın benden medet umma. Kaçıp gitmene asla izin vermem!" Arkamı dönüp gitmeye yeltendiğimde bir evl silah sesi tüm adımlarımı bulunduğum yere mıhladı.
"Bence bir daha düşün! Zahir'den intikamını almak için bana mecbursun. Kilit isim benim! Ve silah benim elimde!" Omuzumun üzerinden ona lanet eder gibi baktım. Benim aksine oldukça keyifli bir şekilde 32 diş sırıtıyordu. Telefonunu çıkarıp gözlerimin önünde Güney'i aradı. Onu silahsız ve polissiz bir şekilde yanına çağırıyor ve beni gelip alması konusunda uyarıyordu. Anlaşmayı benimle sağlayamayacağını anlamış ve okları Güney'e çevirmişti.
"Hayır! Onu bu işe alet etme!" Telefonu kapatıp "Alet ettim bile!" diye vızıldandı. Elinden telefonu almaya çalıştığımda ani bir hareketle silahın kabzasıyla başıma sert bir şekilde vurdu. Ellerim aracın dikiz aynasına tutunmak istese de bunu yapamamış ve başımdaki ağrıyla birlikte kendimi toprak zeminin üzerinde bulmuştum.
***
Kollarımın arasındaki güzel kadının çekici yüzüne aşkla baktım. Onu Zişan denilen iblisin elinden dakikalar önce almış ve ikimiz için yuva yapmaya çalıştığım eve getirmiştim. Kahya evin kapısını açıp geçmem için yol verdi. Gözlerim hasret ve kırgınlıkla sevdiğim kadının masum çehresinde dolaştı. Sanki bakışlarım onun tarafından satın alınmıştı. O hayatıma girdiğinden beri varlığının dışında hiçbir şeyi görmek ve duymak istemiyordum. Bir kadının her bir zerresine insan nasıl bu kadar vurulurdu bilmiyordum. Böylesini daha önce ne duymuş ne de yaşamıştım. İnsan hayatında gerçekten bir kez aşık olur derlerdi ya haksızsınız bile diyemiyordum. Ben her fırsatta benden kaçan, arkamdan iş çeviren, kendi başını da benimle birlikte belaya sokan haylaz mı haylaz küçük bir kadın sevmiştim. Küçük lafı sözde değil yüreğime düşen közde gizliydi.
Çabuk büyümüştü Efsun. Annesi hapse girdiği gün kocaman bir kız olmak ve onun bindirdiği yükleri omzunda taşımak zorunda kalmıştı. Ne kadar ağladığını, acı çektiğini biliyordum. Yaramazlıklarının arkasında yatan gerçek sebep de buydu. O acılarını hayatla dalga geçerek ve daha fazla yaramazlık yaparak yenmeye çalışıyordu.
Bir elim bacaklarını diğeri ise belini kavramıştı. Başını göğsüme yaslayıp derin bir iç çekişle bana yaslandı. Alnı dudaklarıma değiyor yüzündeki huzur bu mesafeden bile fark ediliyordu. Sanki kokumu almıştı. Burada yanımda olduğunu biliyordu. Onu merdivenlerden yukarı doğru çıkarıp odamıza getirdim. Yatağa bıraktığımda huzursuz birkaç mırıltı dudaklarından döküldü. Yanına uzanmış yastığın hemen kenarına başımı bırakmıştım. İpeksi saçları biraz karışık olsa da onca hırpalanmaya rağmen güzel kokuyordu. Parmak uçlarım değerli bir mücevheri keşfeder gibi ürkütmeden yanaklarında, pembe sade dudaklarında dolaştı. Çok güzeldi. İlkbaharda açıp en ufak bir dokunuş da yaprakları zarar gören taze bir kır çiçeği gibiydi. En büyük yanılgım onu ilk gördüğüm anda hayatımdan çekip gidebileceğini düşünmem olmuştu. Hissetmiştim. Gözlerimin derinliklerine şaşkın şaşkın baktığında bu kadının hayatımın anlamı olacağını kalbim çoktan doğrulamıştı.
Rezil olan gösterimin verdiği öfkeyle kızı hırpalasam da içimdeki sevda, dolu dizgin ona doğru çoktan koşmaya başlamıştı. Bir yabancıydı. Belki bir hain... Ona dair hiçbir şey bilmiyordum ama daha ne olduğunu bile anlamadan Efsun'a kapılmış onun gizemlerle dolu denizinde nefessiz kalıp kaybolmuştum. Dudaklarım dudaklarına eğilip doyamadığı kokusundan payına düşeni aldı. Onu kaybetmenin ne demek olduğunu anlamıştım. Kısacık bir zaman aralığıydı belki ama öleceğini sandığım, ondan haber alamadığım o anlarda delirmiş gibi feryat ederek bağırıp ağlamıştım. Onu bir daha göremeyeceğimi düşündüğüm o anlarda hayat anlamını yitirmişti. Dünya karanlıklara gömülmüş, hayali bir silgi sahip olduğu tüm güzellikleri bir çırpıda silip atmıştı. Olmuyordu işte! Ne kadar kızarsam kızayım ondan geçemiyordum. Ondan vazgeçmek demek sanki kendimden, kaderimden, beni hayata bağlayan tüm o mutluluklardan vazgeçmekti. Ne acı ki onunla da yapamıyordum. Birbirimizin derdinden anlayamıyorduk bir türlü. Farklı insanlardık. Farklı zihniyetler, farklı yaşam alanı ve karakterler... Böyle biriyle olacağımı söyleseler güler geçer asla inanmazdım. Olmuştu! Kalbimi avuçlarının arasına almış ve beni kendine meftun etmişti. Ellerim saçlarının arasında yerini buldu. Gözlerimi kapatıp dudaklarımı yanaklarında ve kokusunun içime işlediği gerdanında dolaştırdım. Yanımda olduğunu ve yaşadığını bilmek sahip olduğum her şeye değerdi. Berbat göründüğümü biliyordum ama umrumda değildi. Efsun ölmemişti. Yanımdaydı ve hâlâ güzel bir hayat için ikimize ait bir şans vardı.
Gözlerim bedeninde dolaşmaya başladı. Yaralanıp yaralanmadığını bilmek istiyordum. Görünürde dikkate değer bir şey yoktu. Yaralanan biri varsa o da bendim. Deliler gibi aşık olduğum o kadına dokunmak için büyük bir arzu duyuyordum ama kader ikimizin arasına sınır çizmekten bıkmıyordu. Evlendiğimiz gece ikimiz için güzel bir şeylerin olacağını düşünmüştüm. Olmamıştı! Büyük bir hevesle beklediğim o güzel anlar Efsun'un acı verici travmalarından sonra ikimiz için de bir kabusa dönüşmüştü. Ona yaklaşmak istediğimde nefes alışverişlerinin değiştiğini bakışlarının üzerine bir cesedin binip bana meydan okuduğunu görebiliyordum. Korkuyordu. Benden, hayatını sevdiği kadın için seve seve feda edecek bu aşık adamdan deli gibi korkuyordu. Gecenin mutlu bir sabaha eremeyeceğini anladığımda kendimi güç bela durdurup ondan uzaklaştım. Demir'in cehenneme çevirdiği düşlerini karartmak ve onun bıraktığı oyuğun içine girip kabusu olmak istemiyordum. Eğer kendimi durdurmasaydım belki de yaşadıklarımıza dayanamayıp benden durmamı istediğinde o geceki kadar şanslı olamayacaktı. Kontrolümü kaybettiğimde Demir'den bir farkım kalmayacağını biliyordum. Bana aşıktı,sevip istiyordu. Biliyordum ve bu benim tek tesellimdi. Ne yazık ki yetmiyordu, yetiremiyorduk! İnsanın sevdiği kadın söz konusu olduğunda arzularını dizginlemesi hiç kolay olmuyordu. Beni durduran şey ona olan sevdam ve kendime duyduğum saygıydı.
Gözlerini açıp ona aşkla bakan mavi irislerime ilk defa görüyormuş gibi hevesle baktı. Eli aniden yanağımı kavradı ve ne olduğunu bile anlayamadan bedeni bana çekildi. Her defasında aynı şey oluyordu. İlk defa onu kollarımın arasına alıyormuşum gibi heyecanlanıyordum. Bana sımsıkı sarıldığında efkarlı bir nefes verip onu göğsüme bastırdım.
"Seni bir daha göremeyeceğimi sandım Güney. Sana dokunamayacağımı, oğluma annelik yapamayacağımı düşündüm. Aile olmak, seninle mutlu olmak benim en büyük arzumdu. Beni tüm bu güzelliklerden mahrum edeceklerdi." Kısık bir şekilde sayıklar gibi söylediği sözler kalbimdeki yarayı yeniden sızlattı. Yüzünü göğsümden ayırıp yüzüme yaklaştırdım. Alnına, dudaklarına, burnuna sayısız öpücükler bıraktım. Bunu yaparken temkinliydim! Onu rahatsız edecek hiçbir şeye izin vermiyordum.
Alınlarımızı birbirine yaslamış ve onun yanımda olduğunu kendime yüzlerce kez hatırlatmıştım. Yanaklarıma dokunan yumuşak elleri alnını benden ayırıp dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Bu cüretkar hallerini seviyor ve bana yaşattığı anların hiç bitmemesini diliyordum. Artan bir arzuyla onu daha fazla kendime yaklaştırdım ve öpücüklerine tutkuyla karşılık verdim. Bir sıcaklık tüm bedenime sirayet etmişti. Kaslarım gerilmiş kan akışım hızlanmıştı. Nihayet dudaklarımı bıraktığında başımı geriye bırakıp nefes alma ihtiyacı hissettim. Bundan fazlasını o iyi olana kadar ikimize de haram kılmıştım.
"Sarıl bana!"dedi. Yeniden kollarını boynuma dolamıştı. Belini kavrayıp aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdim. "Delisin Efsun! Beni bir gün kalpten götüreceksin! Kim bilir neler yaptın yine? Kim bilir..." Parmak uçları dudaklarıma kapandı.
"Ne olur sus! Şu kısacık anda bile seni öyle çok özledim ki!" Boynumda hissettiğim küçük öpücükler düşüncelerimi toparlamama engel oluyordu. Söylemek istediğim cümleler yaydan çıkan ok gibi dilimden uzaklaşsa da anlamlı bir bütün oluşturamıyordu. "Seni seviyorum! Belki de... Belki de en büyük hatayı bu yüzden yapıyorum."
"Aşkım!" Ne söylediğim umurunda bile değildi. Fısıltısı dikkatimi yeniden dağıttı. Ellerim çözüldü önce ve ardından bacaklarım bedenimi ondan uzaklaştırmaya çalıştı. Sevdanın tüm külfeti onların omuzlarına binmişti. "Güney! Gitme!" Kapının eşiğinde sırtımı ona dönmüş öylece açıklamasını bekliyordum. "Seni çok seviyorum! Kötü bir niyetim yoktu." Bakışlarımdaki kızgınlığa aldırış etmeden soluğu yanımda aldı. "Kızma bana ne olur! Kızma! Tek derdim..."
"Tek derdinin ne olduğunu sana söyleyeyim Efsun! Zahir'den ve diğerlerinden intikam almak... Ama Allah kahretsin ki zerre kadar alakanın olmadığı şu alemde kafana göre at koşturabileceğini zannediyorsun." Başını eğdi. Yaşamak zorunda kalabileceği şeylere karşı gözleri kör, kulakları sağırdı. Bir gün nefes almayı bırakırsam bunu sebebi Efsun olacaktı.
"Onun aileme daha fazla zarar vermesini istemiyorum. Ben..."
"Ne yaşadığını biliyorum!" dedim ses tonumu biraz daha yükselterek. "Evet haklısın! Kötü şeyler yaptı. Ama bu seni onun yolundan gidip karanlık insanlarla görüşme aptallığına düşürmemeli." Bakışlarını kaçırıp kıyamadığım o yüz ifadesini bana karşı bir silah gibi kullandı. Lanet olsun! Bu kadar haklıyken bile ne yüzüne ne de hüzünlü gözlerine kıyamıyordum. Hemen şimdi ona sarılmak ve söylediğim tüm bu sözleri yutmak istiyordum ama inandığım değerler buna izin vermiyordu. Ne vardı bu kadar güzel ve masum olacak? Hiçbir şey yapmazken bile insan bir başkasının aklını nasıl böylesine mahirce çelerdi?
"Başka çaremiz mi var Güney? Karşımızda sıradan bir adam mı var? Onunla kendi silahı dışında neyle baş edeceğiz?" Efsun'u belinden kavrayıp kendime çektim. "Bu işi polise bırakacağız! Daha fazla kendini meydanlara atmayacaksın! O Mahir denilen itle de görüşmeyeceksin, duydun mu?"
Gözyaşları ardı ardına sıralanırken "Güney!"diye inledi. "Ne olur anla beni!" Yalvarışları umurumda değildi. Duygusuz ve sert olmak zorundaydım. Bu işin ciddiyetini kavraması gerekiyordu. "Anlamıyorum! Anlamayacağım. Yoksa..."
"Yoksa!"dedi ölümü bekleyen namlunun ucundaki kör bir kurşun gibi. Ölen de öldüren de aynıydı ne yazık. "Seninle olan bütün bağlarımı kopartırım Efsun." Kaşları havalandı. Gözlerindeki acı yüzünün her zerresine sirayet etmişti. "Güney!"
Öyle bakma! İçime akıtma gözyaşlarını! Etttiğim sözü yedirme bana! Anla derdimden Efsun! Seni ne o parmaklıkların ardında ne de mezarın oyuğunda görmeye tahammülüm yok!
Beni yine dinlemeyecekti biliyordum. Başka çarem olmadığını biliyordum ve aramıza koyduğum küskünlük bile canımı acıtıyordu. Yardıma ihtiyacı olduğuna inanıyordum ve düşünmesi için ikimize de zaman verdim. Aşağıya inmiş ve soğuk olan evin derecesini biraz daha arttırıp şömineye fazladan birkaç odun eklemiştim. Ağladığını biliyordum. Gözyaşlarının sebebi olmak ruhumda sigaralar söndürüyordu. Bu kadar sevdalı olmak akıl alır gibi değildi ama çaresizdim. Vazgeçebilsem durmaz çeker giderdim ama insafsız ne yapsam benden gitmiyordu. Birbirimize uygun olmadığımızı bildiğim halde gözlerim her sabaha ondan gelecek bir umut ışığıyla açıyordu.
Küskün küskün alevleri izlerken merdivenlerde belirdi. Geldiğini görmüş ve görmemiş gibi önüme dönüp közleri karıştırmaya devam etmiştim. Bu evdeki varlığının benim için ne kadar değerli olduğunu biliyor muydu acaba? Biraz önceki o sözleri ederken bile çekip gidecek diye yüreğim sıkışmıştı. İnsanın bir gamsıza düşmesine zormuş diye kendi kendime kıvrandım. Ölüp gitseydi kendisine meftun olan bu adam ne yapardı hiç düşünüyor muydu acaba? Onsuz ne elim tutardı ne ayağım. Sesim bile terk ederdi beni. Onu tanıdığım günden bu yana ben kendi şarkılarımın sahibi bile olmamıştım. Dilimden dökülen de gitarımdan çınlayan da Efsun'un ta kendisiydi.
Hemen ardımda, yanıbaşımda durdu. Göğsümü kaplayan o heyecanı hissettirmemek içi duygusuz kalmaya çalışıyordum. Hemen yanımdaki mindere oturup benimle birlikte alevleri izledi. Ne kadar üşüdüğünü biliyordum. Mevsim hâlâ kıştı ve üzerindeki ince giysilerle nasıl titrediğini fark etmiş, paltoma sarıp Zişan'ın gözlerinin önünde onu ısıtmaya çalışmıştım. Efsun'la tanışmadan önce hayatımda sadece doğru ve iyi şeylere yer vardı. O gün Efsun'un hayatı karşılığında o kadına boyun eğmiş ve saçmalıklarını kabul etmek zorunda kalmıştım.
" Güney..." Sesi bakışlarımı kendine çevirdi. Ona uzun süre bakamazdım. İçimdeki öfkenin dinmesini istemiyordum. Bu kadar severken insan doğruyu yapmakta hiç olmadığı kadar zorlanıyordu. Güzel yüzünün, masum bakışlarının kalbimin içine sızması demek doğrularımın paramparça olması demekti. " Bana küstüğünde ve kızdığında kendimi çok kötü hissediyorum. Sanki tüm umut ışığım sönüyor. Sanki bu dünyada tamamen sevgisiz, tamamen yalnız kalıyorum." Yardım dilenir gibi söylediği sözler içime işledi.
" Birbirimizi anlamaya başladık sanırım. Sen bana sırtını döndüğünde ve beni dinlemeden yargıladığında aynı şeyleri hissetmiştim. Umudum zavallı tutsak bir güvercin gibi can çekişip o anda tükenip kalmıştı. Sevmediğine inanmak diri diri mezara girmek gibiydi." Bana ne kadar insafsızca davrandığını anlayabilmiş miydi? O benden kaçtığında ve bana inanmadığında aynı şeyleri hissetmiştim.
"Kendimi kötü hissediyorum Güney! Oğlumu kaybetmekten çok korkuyordum. Geçmişini yeniden karşıma çıkmasına tahammül edemiyordum. Ağır şeyler yaşadım, beni anlamak zorundasın. Babamı Affetmek benim için zordu. Ben senin gibi değilim bunu biliyorsun!"
Biliyordum! Kahretsin çok iyi biliyordum. "Senin ailen farklı. Onların yaşayışları, okumuştuk düzeyleri, görüştükleri insanlar... Her şey çok farklı! Senin dünyandaki yıldızların arasında en başından beri kendimi bir yabancı gibi hissediyorum. Senin kolunda olmam kendimi o dünyaya ait hissetmemi sağlamıyor. Farklı düşünüyoruz, farklı hissediyoruz. Ben yoksul bir mahallede spot ışıklarından uzakta yaşıyordum. Geleneklere göre büyütüldüm. Genç kızlığımdan çocukluğuma kadar her anımda o mahalle baskısını omuzlarımda hissettim. Babamın öldüğü gün büyüdüğümü kabullendim aslında. Belki de tek ortak noktamız buydu. Şimdi senin dünyana girmekte zorlanıyorum."
Sağ elim yanağını kavradı. Oradan şakaklarına ve saçlarının arasına ulaştı. Gözleri huzurla kapandı. "Keşke tek sorunumuz bunlar olabilseydi. Zahir'den intikamını almak için yanlış yollara başvuruyorsun. Sonunda Zahir'den çok senin zarar görmenden korkuyorum. Yiğit bu hastalıktan kurtuldu. İyileşip yeniden aramıza katılacak. Sen de yardım almanın olumlu etkilerini görmeye başladım bile. Aslında her şey ailemiz için güzel bir noktaya erişiyor. Benim işim dışında mutlu olmak için sebeplerimiz var. Birlikteyiz... Bunu bozacak hiçbir şey yapmanı istemiyorum. Kanun yoluyla her şeyi halletmemiz gerekecek!"
"Her şeyi kanunla halledebileceğimize inanmak zor! Kanun delillerle çalışır, şahitlerle... O pisliğe dair elimizde ne var ki? Parası var gücü var! Böylelerine ne kadar işleyecek kanunlar? Ben hapse düştüğümde çocuğumu benden aldılar. Ne yapabildim? Karşı koyabildi mi tek başıma? Çok şeye inancımı yitirdim Güney."
Baş parmağım dudaklarının üzerinde sevgiyle dolaştı. Ona sarılmak, hasret kaldığım bütün güzelliklerini öpüp koklamak istiyordum. Hem birbirimiz için yaratılmış hem de farklılıklarımız yüzünden aynı evde, aynı yatakta birbirimize hasret kalmıştık. "Neden bana geç kaldın efsun? Neden seni çok daha önce bulup hayatıma alamadım? Aynı evde iki kuzen olarak büyüyebilmiş olsaydık belki de tüm bu farklılıklar olmayacaktı. Aile büyükleri anne babalarımızın tercihlerine saygı duyup onları yönetmeye çalışmasaydı mutlu bir aile olarak büyüyebilirdik. Babam annemle evlenebilmek için herkese sırtını dönüp soyadını değiştirmeseydi, Harun amcam anneni bulmakta gecikmeseydi ve hayatına alırken hatalara sebep olmasaydı çok önceden bu iki hikayeyi birbirine kavuştururduk."
Yüzünde kırık tatlı bir tebessüm belirdi. Kollarımın arasına gelip göğsüme sığındı. Yanağım alnına hafifçe sürttü ve kollarım onu ilkinden çok daha nazik ve güçlü bir şekilde göğüs kafesime bastırdı. "Ne güzel olurdu değil mi? Hapishanelerden kurtulup bir starın kollarına, spot ışıklarının altına düşmezdim. Düştüğüm gibi şaşırmaz hatalar yapmazdım. Birbirimize daha erken kavuşurduk belki. Hırpalamazdık!" Sözleri bedenimin daha da gevşemesine sıcak ortamla birlikte kalbimin ısınmasına sebep oldu. Aslında hepimiz kendi yaralarımızın kurduyduk ve yaralarımız da yaşadıklarımızın aynasıydı. Efsun'un geçmişi geride bırakması ve benimle kuracağı mutlu yuvaya odaklanması gerekiyordu. Hayat bu kadar kısa iken geçmiş acıları sürekli tazeleyip kanatmanın kimseye bir yararı olmayacaktı.
"Belki de böyle olması gerekiyordu. Belki de bu acıları yaşamamız gerekiyordu. Sadece mutlu ol! İstediğim bu! Zahir'in pisliklerini ortaya çıkarmak için ne gerekiyorsa yapacağım ama sen de bu uğurda kendini kaybetmeyeceksin! Ne kendini ne oğlumuzu ne de bize sunulan mutluluk fırsatını..."
"Artık hayatımız düzene girsin istiyorum."
"Girecek!" Ellerim saçlarını hasretle okşuyordu. "Sen benimle olduktan sonra her şey düzelecek. Sadece beni anlamaya çalış. Çünkü ben seni tanıdığım ilk günden beri hep bunu yapıyorum." Başını göğsümden ayırmadan yukarı doğru kaldırıp gözlerimin içine baktı. " Zişan beni ne karşılığında sana verdi?" Sustum. O kadınla ilgili bir şey konuşmak istemiyordum. Muhtemelen Efsun yine kıskançlık krizlerine tutulup beni anlayamayacaktı. "Söyle Güney bilmek istiyorum! Bizden ne istiyor bu kadın?"
"Kendisini koruyup kollamamızı! Çekip gitmesi için yardım edeceğiz o da bunun karşılığında Zahir'in suçlarını ifşa edecek!" Benden uzaklaşıp öfkeyle bulunduğu yerden kalktı. "Ona ne söyledin? Beni sana vermesi karşılığında teklifini kabul ettin mi?" Susup başımı eğdim. Efsun benim tek zayıf noktamdı. İşime olan bağlılığımda herkesçe bilinirdi ama Efsun'un hayatıma girmesinden sonra o bile gözümde değersiz kalmıştı.
"Başka çaremiz yoktu. Seni onun elinde bırakamazdım. Benimle anlaşamadığında neler yapabileceğini az çok tahmin edebiliyorum." Yüzündeki öfke dalgalanmasından hiçbir şey eksilmemişti. "Ne yapardı? Yoksa kurtardığı gibi öldürür müydü?"
Yüzümdeki kırık bir tebessümle başımı salladım. "Çaresizdim Efsun! Seni Zahir'e vermekle tehdit etti. Onun eline düşmeni istemediğim için ne derse kabul ettim." Ayağa kalkıp biblolarından birini hınçla duvara fırlattı. Parçaların bir kısmı yere dağılsa da birkaç tanesi üzerine gelmekten kurtulamamıştı. Ayağa kalkıp öfkeli tekmelerini durdurmaya çalıştım. " Allah kahretsin! Kahretsin!"
"Başka çarem yoktu!" diye yükseldim. "Seni Zahir'in pençelerine atmasına izin veremezdim. Adamın ne kadar korkunç biri olabildiğini gördük. Harzem'in cesedini asla unutamam. Gazetede bileklerini kesip intihar eden karımın haberini mi beklemeliydim?"
"Onların karşısın da bir mum ışığı gibiyiz. Kendi dibimizi bile aydınlatamıyorken bu kördüğümü nasıl çözeceğiz? O kadın Ceyda ve Zahir'le işbirliği içerisindeydi."
"Ceyda konusundan ne kadar eminiz? İçi kuru ithamlarla bir yere varamayız Efsun!" Biraz önceki sevgisinden geriye hiçbir şey kalmamış gibiydi. Bakışları ölümcül çığlıklar atıyor beni söylediğim her sözcük için pişman ediyordu. " Eski sevgilin benimle evlendiğin için sana ateş püskürüp intikam yeminleri etti! Ve sen öyle bir insan dururken başka bir yerde düşman mı arıyorsun bay muhteşem star Güney Tunç Atasoy?" Bileğini tutup onu kendime biraz daha yaklaştırdım. Bakışları ellerim ile gözlerim arasında birkaç kez gidip geldi.
"Onun benim için iyi şeyler düşünmediğini anlayacak kadar akıllıyım Efsun Taşpınar Atasoy! Fakat bu işlerde delil konuşur! Varsa bir delilin üzerine gidecek yüzün olur yoksa bulana kadar susar karşındakinin hata yapmasını beklersin. Bizim ihtiyacımız olan şey delil ya da şahit... Başka türlü olmaz!" Yüzü kısmen rahatlasa da hâlâ ona olan kıskançlığını devam ettirmeye çalışıyordu. İnsan gözlerime her baktığında o büyük aşkı gördüğü halde nasıl geçmişte kalmış silik bir mazinin derdine düşer, kıskançlıktan kıvranırdı akıl alır gibi değil.
Söylediklerim aklına yatmış olacak ki susup bakışlarını kaçırdı. Gözlerim hâlâ mavi gözlerinde büyük bir arzuyla dolaşıyordu. Yüzündeki her bir kıvrımı ezberlemek istiyordum. Onu düşünmekten ve onu anlatan şarkılar söyleyip dinlemekten diğer insanlar gibi yaşamaya bile vakit bulamıyordum. Hâlâ nasıl bu kadar kör olabilirdi bir kadın? Ellerim yanaklarını kavrayıp alını alnıma bastırdı. "Çok yoruldun." İç çektim. "Çok yorulduk! Yaşadıklarımızın öfkesini birbirimizden çıkaramayız. Biz birbirimize düşersek onlar kazanır Efsun! Bana güvenmeni istiyorum."
Başını olumlu anlamda sallayıp gülümsediğinde biraz olsun huzur bulduğumu hissedebiliyordum. Alımlarımızı kısmen birbirinden ayırıp dudaklarına küçük tatlı bir öpücük bıraktım. Bana karşılık vermekte tereddüt etmedi. Hatta bundan fazlasını yapıp dudaklarımı, çenemi, yanaklarımı o güzel tatlı öpücüklere boğdu. Dudaklarını tenimde hissetmek yaşadığım onca acının üzerine bir örtü çekmek gibiydi. Şahsıma yapılan hakaretler, iftiralar, korkunç bir hale gelen kariyerim... Hepsi silinmiş gitmişti zihnimden. O benimleyken istesem de çok üzgün olamıyordum. Elleri kalbime değiyor içindeki tüm kederi çekip alıyordu.
"Beni Ceyda'dan kıskanmaktan vazgeç! Hiçbir kadın benim için bir şey ifade etmiyor. Aşık olduğum gün ben sana mühürlendim. Senden başka hiçbir şey düşünemiyorum artık. Kendini onunla kıyaslama!" Elleri ürkekçe gözlerimin denizinde boğuluyordu. Burunlarınız birbirine değecek kadar yakındık fakat aramızdaki farklılıklar ikimizi de iki farklı uçurumdan hasrete mecbur bırakıyordu. Titreyen dudaklarıyla ve yaralı sesiyle, "Çok korkuyorum Güney!" diye sayıkladı. "Bu kötü insanlar bizi birbirimizden ayırıp zarar verecek diye aklım başımdan gidiyor. Tüm bu hataların sebebi o! Bir gün onlar yüzünden benden vazgeçersen kendimi asla affetmem!"
Başımı boynundan arta kalan o boşluğa yerleştirdim ve gerdanındaki o nefis kokuyu içime çektim. Yapmamak için çırpındığım düşünceler aklıma her geldiğinde kendimle yakıcı bir savaşın içine düşüyordum. Bu kadar yakınımdayken dokunmam, arzu beynimi uyuştururken birkaç sevgi busesi ile yetinmek cehennem çukurunda açlıktan kıvranırken zakkuma talip olmak gibiydi.
"Biraz uyuyup dinlen! Günlerdir hem Yiğit'e hem de Harun amcama koşturup duruyorsun. Uyku gözlerinden akıyor. Şirket işlerini de devraldın! İş hayatı zordur, dinlenmeden yapamazsın." Bana sarılır vaziyette iken omuzlarımı elleri sımsıkı tuttu. İç çektim. Bilerek mi yapıyordu? Bu tatlı şeytan beni delirtmek mi istiyordu yoksa? Bir de gülümsemesi yok mu?
"İş kadını olmak zordur Bay star! Hem artık benimle daha dikkatli konuşsan iyi olur! Koskoca holdingin başına geçtim. İnsanları önümde nasıl eğileceklerini şaşırdılar." Kıkırdadı. Karşımdaki haylaz gülüşüne, gururlu ifadelerine eğlenmeden edemiyordum. "Hımmm! Ne olmuş yani? Ben binlerce takipçi peşimden koştururken bile bu kadar şımarmamıştım." Hafif mahcup, utangaç bir şekilde tazim yapar gibi eğildi.
"Çok eğlenceliymiş!" Bir Kıkırdama daha.... Bu şapşik kadın yüzümü güldüren olmak zorunda mıydı? "Şu Teoman bey var ya Teoman bey!"
"Ne olmuş ona!" dedim kaşımın birini kaldırarak. "Eğilip bükülmekten az kalsın Naterdamın kamburuna dönecekti." Omuzlarını dikleştirip kaşlarını çattı dudaklarını hafifçe öne doğru toplayıp burnunu kaf dağına dikerek Teoman Bey'in taklidini yapmaya başladı. "Buyrun Efsun Hanım! İstirham ederim Efsun Hanım! Aman Efsun Hanım! Allah belamı versin ki Efsun Hanım!" Parmaklarını ördek gagası gibi gevezeliğini ifade etmek için suratına buruşturarak salladı durdu. "Mıç mıç hiç peşimden ayrılmıyor. Önemli insan olmak da bayağı zormuş!" Kahkahalarla güldüm. Hiç susar mıydı devam etti tabiki!
"Vallahi ben Demir'i temizledikten sonra koğuş ağasının sol koluyken bile bu kadar yorulmamıştım. Bütün kadınlar karşımda sıraya girer namus belasına adam temizlediğim için elimi bile öperdi. O zaman bile bu kadar şımarmamıştım." Efsun'u koğuş ağası gibi hayal edince ister istemez gülme isteğimi bastıramadım. Onun gözleri ise dolu dolu olmuştu. O günleri hatırlamak hiç iyi gelmiyordu. Acılarıyla dalga geçerken aslında kalbine sakladıkları onu içten içe çürütüyordu.
"Adam öldürmek iyi şey değil! Mecbur kalmak bile acı veriyor." Dudakları titrediğinde yüzümdeki tebessüm de yanlış mevsimde açan gül goncası gibi çoktan solup gitmişti. "Efsun!" Yüzündeki tebessüm silinmeden gözyaşları ve hıçkırıklar aniden bastırdı. Bu ani duygu değişimlerinin sebebini bilmek canımı yakıyordu. O aslında iyi değildi. Göründüğü kadar mutlu ve aymaz da değildi.
"O kapı özgürlüğüm için ardına kadar açıldığında yanımda benden başka genç bir kız daha vardı. Ailesi çıkışta gelmiş onu karşılamıştı. Sarılıp kucaklaşıyor hasret gideriyorlardı. Benim hiç kimsem yoktu. O kodese ardımda benden nefret eden bir grup insanı bırakıp yapayalnız girmiş ayrılırken de sadece dostlarımla koğuşta vedalaşarak çıkmıştım. Beni karşılayacak hiç kimse yoktu. Tutunduğum tek dal da gitmişti. Acaba ölsem beni gömecek, mezarıma birkaç çiçek ekecek biri olur mu diye düşünüyordum." Ona yeniden sımsıkı sarılıp tüm acılarını göğsünden söküp omuzlarıma yüklemek için çırpındım. " Efsun!" Sayıklayışım sevgi ve şefkat kokuyordu.
"Artık ben varım! İkimiz varız! Yeni bir hayat inşa edebiliriz." Bir süre öylece kaldık. Hiçbir şey söylemeden ve konuşmadan da anlaşabiliyorduk. İtiraf etmeliyim ki konuşmak ikimize de iyi gelmiyordu. Sadece kalbini göğsüme yaslasın ve orada öylece kalsın istiyordum. Zaman dursa ve biz kötü olan her şeyi unutup yeniden başlasak!
telefonun zil sesi ikimizi de ayağa kaldıran tek şey oldu. Efsun'u daha fazla merak içinde bırakmamak için hemen açtım. Amcamla ilgili bazı gelişmelerin olduğunu öğrendiğimizde sevdiğim kadın huzurlu yüz ifadesi bütün dünyaya değerdi. Ben daha telefonu kapatmadan üzerine beyaz takımını geçirip çoktan kapıya yönelmişti. Evden dışarı çıkmak istemesen de gelişmeleri öğrenme adına aynı şekilde ayağa kalkmış ve anahtarlıktan arabanın anahtarlarını alıp çoktan bahçenin sade atmosferine yerleşmiştim. Evimin önünde dikilen onlarca gazeteciyi umursamadan hastanenin yolunu tuttuk. Peşimizden gelmiş ve bizi o hastane bahçesinde de yalnız bırakmamışlardı.
Efsun'un endişeli bakışlarına görebiliyordum. Düne kadar bir Starın karısı olarak anılıyordu bugünse eşinin torbacı olduğunu iddia eden binlerce kişiyle karşı karşıya gelmişti. Araçtan inip hastane girişine yönelmek istedik. Ağzımıza sokulan mikrofonları görmezden gelmek ve açıklama yapmayacağımı ifade etmek ne yazık ki bir çoğuna yetmemişti. Evliliğimizin gerçekliğini sorguluyor, benim gerçekten uyuşturucu işiyle bağlantılı olup olmadığımı öğrenmek istiyorlardı. Bunun için bir basın toplantısı düzenleyecektim fakat daha güçlü bir delile ihtiyacım olduğunu biliyordum. Piyasa beni silmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu.
"O an hiç hesapta olmayan bir şey oldu. Yağmur hafif hafif atıştırırken yüzüme atılan kahverengi çamurla adımlarım duraksadı. Öfke kulaklarımdan alevler çıkmasına sebep oluyordu. Çenem de dahil olmak üzere yüzümün sol yanı tamamen çamura bulanmıştı. Tıpkı şerefim gibi... Sevdiğim kadının yanında böylesi bir hakarete uğramak hem acımı hem de öfkemi köpürtmüş zapt edemeyeceğim bir boyuta ulaştırmıştı. Ellerim titriyor gözlerim öfkeden kan çanağı gibi kıpkırmızı kesiyordu. Yumruklarımı sıkıp çene kaslarımı yırtılacak kadar sert bir şekilde şişirdim. Öyle öfkeliydim ki birbirine geçirdiğim dişlerim porselen bir tabak gibi çatlayıp paramparça olacaktı.
Ağzımdan okkalı bir küfürün yuvarlanması ilk hatam oldu. Bir gazeteci görevini kötüye kullanmış ve bana yakın olmanın getirdiği fırsatı hayatıma balyoz gibi inerek tamamlamıştı. Efsun bileğime asılıp, "Yalvarırım Güney yapma! Bu komploya gelme!" diye inledi. Gözlerindeki korku ve endişe sesindeki yalvarma tınısı beni durdurmaya yetmeyecekti. Sevdiğim kadının önünde bana yapılan bu terbiyesizliği karşılıksız asla bırakmayacaktım. Sonu verdiğim onca emeğin ziyana uğraması olsa da yaptığının karşılığını en adil şekilde görecekti.
Kalabalığı sert bir şekilde ikiye yarıp yaklaşık 2 metre önümdeki kel, iri yapılı adamı yakasından yakalayıp kendime doğru çevirdim ve bir kafa darbesiyle yerde yuvarladım. Çamura bulanmış haliyle vahşi doğasından koparılıp şehrin göbeğinde sürüklenen bir gergedanı anımsatıyordu. "Güneeeeey! Hayır!" Efsun'un feryatları ve kolumu çekiştirmeleri umurumda değildi. Sanki herkes ağız birliği etmişti. Kimse o pisliği elimden almaya çalışmıyor, beni durdurmak için en ufak bir hamlede bulunmuyordu. İtiraf etmeliyim ki bu durum işime gelmişti. Adamı yerden kaldırıp olabilecek en güçlü hamlemle suratını dağıtacak okkalı bir yumruğu sağ elmacık kemiğine indirdim. Bu hamlemle birlikte kanayan burnuna bir de patlayan bir kaş eklenmişti. Adam yerde feryat figan yardım çığlıkları atarken, "Bir canavar gibi kameralarımıza saldırılıyor sayın seyirciler!" diye slogan atan muhabir sesleri kulağıma ilişiyordu. Efsun'un hıçkırıklarını duymak bile istemiyordum. Beni bu şekilde görmesi yüzümdeki utancı ortaya çıkarsa da utanç öfkemin yanında bir hiç kadar değersizdi.
"Yalvarırım dur artık! Duuuuuur!" Diye haykırdı. Sesindeki ağlak tını kalbimi ve gururumu asırlık bir ayna gibi paramparça etti. " Yapma Güney!" O bu sözü söylerken ben çoktan adama ikinci kafa darbesini indirmiştim. Aksi gibi bana karşılık bile vermiyordu. Üzerine eğilip onu tekrar yerden kaldırmaya ve dövmeye devam etmek istedim. Ne yazık ki kolumu kavrayan ince parmaklar buna asla izin vermeyecekti. Kaslı kollarımı o parmaklardan kurtarmak için geriye doğru sert bir şekilde bıraktım. Bu hamlemle birlikte parmaklar kolundan ayrılmış ve bir ah sesi yağmurun sesine karışmıştı. Sesi tanıdığımda başımı çevirip ayaklarımın birkaç santim gerisindeki kadına baktım. Çamurlu zeminde bizi izleyen ve çekmek gayretine düşen onlarca kameranın karşısında boylu boyunca uzanmıştı. Dudağının kenarından sızan kan ve ıslak bakışlar, nasıl bir cehennemin içinde bulunduğumu bana bir kez daha hatırlattı.
O provokasyoncu pisliğin havasını bozmaya çalışırken ellerim istemeden de olsa yüreğimin ta kendisi olan kadına zarar vermişti. Üzerine giydiği kıyafetlerin ve çamurlu ellerinin şahitliğinde titrek ellerle ayakta öylece dikildim. İnsanlar sloganlar atıp kameraya çekim yapma kaygısıyla debelenirken görebildiğim tek şey onun gözlerindeki hayal kırıklığıydı. Bir kahkaha sesi bakışlarımı o güzel mavi gözlerinden koparıp kendi alaylı yüzüne yerleştirdi. Girişin sütunlarından birine yaslanmış birbirine bağladığı kollarının ve nefret dolu bakışlarının arasında bana acıyarak gülüyordu. Bir zamanlar bu kadının hayatımda olduğunu ve beni sevdiğini bilmek içimdeki iğrenme duygusunu daha da arttırdı.
Ceyda oyunun ikinci perdesini çoktan kapatmıştı.
Merhaba arkadaşlar. Sonunda bebek uyudu ve ben de tabletimi elime alabildim. 🥲 Umarım bölümü sevmişsinizdir. Bu kitabı çok uzun tutmayacağım. Karakterlerimizi büyük sınavlar bekliyor.
Bu kitap benim boş zamanlarımı değerlendirmekmiçin yazdığım doğaçlama bir kurguydu. Ama zamanla güzelleşti ve hayatımızda yer etti. Umarım sizler de okumaktan mutlusunuzdur. Bu arada hala ARTEMİSİN Gözyaşlarını okumayanlar varsa hiç tereddüt etmesinler. Her sayfası emek dolu heyecan verici bir kurgudur. Sırayla bölüm yazıyorum. Genellikle hafta da bir bölüm geliyor. Desteklerinizi bekliyorum. Duyurular için instagrama davetlisiniz. Yıldız atan elleriniz dert görmesin. Hoşçakalın. ☺️🪻🌹✨
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.67k Okunma |
261 Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |