43. Bölüm

43. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 3 TUTULMA ✨ İKİNCİ ŞANS

Şeyma Yıldız KOÇ
syildiz_koc

🎶 Medya: Tırnağın kırılmasın (Emircan İğrek) 🎶

 

 

Efsun’un Kaleminden

Ceyda Güney’in vermesini istediği cevabı dakikalarca bekledi. Uzayan her an kalbimin üzerine binen yeni bir ağırlık gibiydi. Güney onun teklifi karşısında susuyor, doğru tercihi yaptığına dair en ufak bir cevap dahi vermiyordu. Ne demekti bu? Kariyeri için benden, aşkımdan, ailemizden vaz mı geçecekti? Daha fazla dayanamayıp Ceyda’ya doğru atılmak istediğimde ellerini bir emniyet kemeri gibi karnımın üzerinde birleştirdi. “Aşağılık! Kocamı bu şekilde mi hayatına almayı düşünüyorsun? Bu kadar mı zavallısın Ceyda?”

Güney’in sessizliğin yüzünde dalga dalga bir tebessümün büyümesine sebep olmuştu. “Neden kararı Güney vermiyor?”

“Ceyda git buradan!” Sonunda Güney’in olaya dahil olması biraz olsun içimin rahatlamasını sağlamıştı ama hâlâ söz konusu sessizliğe bir anlam verememiştim. Bu kadarına müsaade etmeyecektim. Gözlerimin önünde benden sevdiğim adamı çalmaya çalışan bu kadına daha fazla nezih davranmamam gerektiğini çoktan anlamıştım. Güney’in çabalarına rağmen ona atılmak için defalarca çırpındım. “Dur Efsun! Yeterince kötü günler geçirdik. Her şeyin daha fazla sarpa sarmasına izin veremem!” Ceyda arabasının ön koltuğuna yönelip kapısını açtı ve omzunun üzerinden kendinden emin o iğrenç bakış attı.

“Ben henüz cevabımı almadım.” Güney’e toslayan bakışları onu dakikalarca göz hapsine aldı. “ Seni bekleyeceğim?”

“ Allah’ın belası!” diye haykırdım. O çarpık bir gülüşle aracına yerleşip gaza basarken kendimi egzoz dumanlarının arasında Güney’den kurtardım. Suratına okkalı bir tokat patlatmamak için kendimi zor tutuyordum. Ona söylemesi gereken hiçbir şeyi söylememiş ve beni sevdiğini, beni tercih ettiğini dile getirmemişti. Derdi neydi bu adamın? Ceyda’ya teslim olarak, o pisliği bir kez daha hayatına alarak kendini yeniden ateşe atmayı mı düşünüyordu? Suskunluğuyla bize neler yaptığını görmüyor muydu?

“Bırak kolumu Güney? Sen ne yaptığını bilmiyorsun!” Beni yavaşça eve doğru çekiştirmeye başladığında Ceyda’nın arkasından etmediğim hiçbir hakareti bırakmıyordum. Bir kadının kendine olan saygısını bu kadar yitirebileceğini düşünmemiştim. Güney nihayet kapıyı ardından kapatıp bizi gösterişli evinin holüne yönlendirdi. Ona direniyor, uyum sağlamamak için çırpınıyordum. “Karşısında sustun!” diyerek onu göğsünden sertçe ittim. Gözlerim ateş saçıyordu. Bu benim aşık olduğum adam olamazdı. Elleriyle beni durdurmak ister gibi yanıma yanaştı. “Sakin ol Efsun!”

Onun sabırlı ses tonuna karşılık “Sakin falan olmayacağım!” diye bağırdım. Sesimi son perdesine kadar kullanmıştım. “O kadın resmen gözlerimin önünde seni benden almaya çalıştı. Evli olduğumuzu bildiği halde başınıza ördüğü çorapları kullanarak yeniden onunla olmanı istedi.” Histerik bir şekilde güldüm, fakat sulanan gözlerim beni yalancı çıkarmakta gecikmedi. “İnanamıyorum ya! Allah kahretsin! Güne bir insan kendine bunu neden yapar? Beni sevdiğini bildiği halde bizi birbirimizden ayırabileceğini nasıl düşünür?”

Suskunluğu uzadıkça onu duyduğum öfke perçinleniyordu. Kolundan tutup bir kez daha ittim. “ Neden sustun? Neden hiçbir şey olmamış gibi davrandın Güney? Bu davranışınla onu güçlendirdiğini, bize karşı zafer kazanmış gibi hissettirdiğini anlamıyor musun?” Güney sıkıntıyla iç çekti. Kafasında bir şeyler olduğunu anlamıştım fakat ne düşündüğünü kestiremiyordum. “Benden vaz mı geçiyorsun?” Ses tonum ilk seferine kıyasla düşmüş, yüzümdeki öfkenin yerini keskin bir acı almıştı. Söz konusu ihtimal aklıma düştüğünde nefes dahi alamıyordum. “ Efsun! Senden vazgeçtiğim falan yok!”

“O zaman bu susuşların mantığı ne?”

“Anlayacaksın!” Bir boğaz ayıklama sesi duyduğumda nihayet ışığı yakmam gerektiğini anladım. Odada yalnız değildik. Ortam aydınlanmış ve jöleli sarı saçlarıyla Kıvanç tam karşımızda yerini almıştı. “ Nihayet beni fark edebildiniz tatlış! Saçma tartışmanızı dinlemekten gına gelmişti. Daha fazla dayanamayıp bölmek istedim.” Bölmek istedim derken bir elini ekmek bıçağı gibi diğerinin üzerine yerleştirmişti.

“Felaket tellalı da geldi!” Dedi Güney ‘acaba yine ne saçmalayacak’ der gibi. Kıvanç onu onaylayarak vahiy meleği gibi karşımıza dikildi. Yüzündeki hüzün ve yersiz huzursuzluk söyleyeceklerini duymadan canımı sıkmaya yetmişti. “Durumlar iyi değil tatlış! Fan hesapların her geçen gün biraz daha çözülüyor. Satışlar durma noktasına geldi. YouTube hesabımızdaki videoların altları hakaret ve nefret yorumlarıyla dolmuş taşmış durumda. Üzerine seni bitirebilecek çok ciddi bir linç kampanyası başlatıldı.”

İçimde büyüyen felaket her geçen dakika hortum gibi kendine bir şeyler ekleyip çoğalırken Güney’in yüzünde en ufak bir şaşkınlık ibaresi görmüyordum. “ Her şey tersine dönüyor Star dostum! Eğer çözülme bu şekilde devam ederse değil piyasada ülkede bile kendimize yer bulamayacağız.” Gözlerim onun mavi harelerindeki hüzne bulandı. “Bir şey söylemeyecek misin?” Ben bile konuşamıyordum ki Güney ne diyebilirdi? “Bunun olacağını tahmin etmiştim. Ceyda her anlamda beni yok etmeye çalışıyor. İnsanların gözünde kendi karısına el kaldıran, sırf işini yaptığı için bir gazeteciyi evirip çevirerek döven korkunç, şiddet meraklısı bir adamım. Benden nefret ediyorlar.”

Ne yazık ki Kıvanç onu onaylamaktan fazlasını yapamadı. Espirili mizacı bile yaşadığımız şu zavallı hal karşısında bedbaht bir şekilde sinip saklanmıştı. “ Olaylar medyaya çok farklı yansıyor. Gazetecinin sana çamur attığı kısmı kesip sadece senin şiddet görüntülerini insanlara sunuyorlar. Camia sadece sorularından ötürü bu davranışta bulunduğunu öne sürüyor. Oysa durum bundan çok farklı.” Kıvanç elindeki gazeteyi burnundan soluyarak Güney’e uzattı. “Şu habere bak dostum. Sadece başlık bile insanı delirtmeye yeter. “Ünlü süperstar kendisiyle röportaj yapmak isteyen gazeteciyi herkesin içinde fena halde hırpaladı. Eşi Efsun Taşpınar da bu hengamede şarkıcının şiddetinden payına düşeni aldı.”

“İnsan düşündükçe delirecek gibi oluyor. Hemen avukatla görüşüp dava açmalıyız. Olayları bu şekilde medyaya yansıtmazlar. İadeyi itibari yapmak zorundalar.” Güney gözlerindeki yorgun ifadeyi değiştirmeden onu başıyla onayladı. “Ne gerekiyorsa yap. Bu hafta o tekzip yazısını okumazsam neler yapacağımdan sorumlu değilim. Avukat bizi daha aklayacak her türlü argümanın peşinde olsun!” Ne yazık ki söylenenler Kıvanç’ın içindeki sıkıntıları gidermeye yetmemişti. Bizden sakladığı bir başka şey olduğunu anlamıştım.

“Keşke bu kadarı yeterli olabilseydi Güney! Ne yazık ki seninle birlikte Efsun’a yönelik de medyatik saldırılar gerçekleşiyor.” Kumandayı alıp gözlerimin önünde televizyonu açtı. Alık alık ekrana bakıyor dönüp dolaşan görüntülerimin ve hakkımda çıkan haberlerin idrakına varamıyordum. “ Allah kahretsin!” diye yükseldi Güney. “ Bir bu eksikti!” Öldürücü bakışları üzerime düştüğünde boğulduğum karanlık kuyudan çıkmak için çırpınmaya başlamıştım.

“Burada yazılanlar gerçek değil Güney! Sandığın gibi değil!” Konuşmama bile fırsat vermeden Kıvanç öne atılıp VTR’nin sesini açtı. “ Efsun Taşpınar kocası gözaltına alındığında yakışıklı bir genç adamla kafede görüntülendi. Çiftin oldukça samimi olan ilişkisi görenlere dudak ısırttı. Taşpınar veliahtı çıkan haberlerden sonra Güney Tunç Atasoy’dan ayrıldı mı? Yoksa bir ihanet mi söz konusu? Kimliğini henüz ulaşılamayan şahıs kim? İlişki ne zaman başladı?”

Gözlerim dolu dolu olmuştu. Yanlış hiçbir şey yapmadığım halde tarafıma yönelik akla zarar iftiralar söz konusuydu. Herkes Güney’i sırtından vurduğumu ve bana en ihtiyaç duyduğu anda onu bir başkasıyla aldattığımı düşünüyordu. İstemeden de olsa hem babamın hem de kocamın adına leke getirmiştim. Yanlış bir şey yapmadığım için içim rahattı fakat bu haberler Güney’in kariyerini daha da alta çekip atılan iftiraları haklı çıkarırken ister istemez ilişkimize de zarar verecekti.

“Ah tatlış ah!” Diye esefli inledi Kıvanç. Halimizden duyduğu hoşnutsuzluğu yüzünün her bir kıvrımında ve mimiğinde görebiliyordum. “Bizi yalnız bırak!” Yutkundum. Güney’in bakışlarına akbabalar tünemiş, feryat figan bağırıyordu. “Güney!” Kıvanç’ın uyarı tonu aramıza çöreklenen kasveti dağıtmıyordu.

“Bize izin ver! Seninle sonra konuşalım!” Kıvanç dudaklarını büzüşmüş torba gibi toplayıp isteksizce yukarı doğru kaldırdı. “Peki! Daha dikkatli olun! Algı operasyonları ve saldırılar devam edecektir. Kimseye daha fazla fırsat vermeyin!” Güney bakışlarını bana dikerek yüzünü ifadesiz tuttu. Dağılmış hali canımı yakıyordu ve şimdi istemeden ona bir darbe de ben indirmiştim.

Kıvanç daha fazla kalmasının anlamsız olduğunu bilir gibi başını sallayıp veda etti. Ne ben ne de Güney ona bir cevap bile verememiştik. Suskunluğu bir bıçak gibi huzurumuzu aramıza sızan şüpheye ivme kazandırdı. “Bu görüntüler ne demek oluyor Efsun!” Sakin ses tonuna daha zayıf bir ses tonuyla karşılık verdim. “Sandığın gibi değil. Onunla senin için bir araya geldim. Zahir’in Taşpınar holdingi dolandırdığı kesinleşti. Belgelerle kanıtladık! Onu tuzağa çekmeye çalışıyoruz! Biz…”

Sırtını döndü. Canının yangısı beni saçlarına bile kıyamadığım adama yaklaştırdı. Elini tuttum. Yıkılmıştı. Sanki dağılmak ve un ufak olmak için bu hamleyi bekliyordu. “Ne olur bana sırtını dönme!” Dedim yalvarır gibi. “Birbirimize en çok ihtiyacımız olduğu anda aramıza bu sınırları koyma!”

“Beni üzüyorsun Yıldız perisi. Sana olan tüm güvenimi domına taşı gibi yerle bir ediyorsun.” Yüzümü sırtına yaslayıp kokusunun ciğerlerime dolmasına izin verdim. Uzun süre bedeninden ayrı kalamıyor, mahşerde sevdasını kaybeden bir günahkar gibi kendi kendime kıvranıp duruyordum. “Ben utanacağın bir şey yapmadım. Onunla iş ilişkisinden farklı bir şey yok aramızda! Bunu biliyorsun! Yanına gelebilmem için bana yardım etti, hepsi bu!”

“Biliyorum!” Sesi beklediğimden yorgun çıkmıştı. “Ama bu durumun ilişkimize zarar verdiği gerçeğini değiştirmiyor.” Dudaklarımı sırtına sürttüm. Üzerinde sadece beyaz sade bir gömlek vardı ve tenimin sıcaklığını hissettiğini biliyordum. Başını geriye doğru bırakıp derin bir iç çekti. Birbirimize karşı direnişimiz zayıftı. Ne o benden uzak kalabiliyordu ne de ben! İkimizde gurur konusunda pek yetenekli değildik. Aramızdaki bu yakınlıktan rahatsız olmadığı halde emniyet kemeri gibi göğüs kafesini saran ellerimden bir çırpıda sıyrıldı.

Hiç bir şey söylemeden tok adım sesleri bırakarak merdivenleri çıktığında ardından gitme demek için çırpındım. Diyemiyordum. Birbirimizi anlayamıyorduk. Peşinden gidip ne yaptığını görmek istedim. Onu teselli edecek doğru kelimeleri seçemiyordum. Küçük bir çanta hazırlamıştı. Gidiyordu. “Güney!” Arkasındaydım. Yüzünü bile göremesem de elini sımsıkı tuttum. Soğuk ellerimi ısıtmasını beni yeniden sarıp sarmalamasını istiyordum. “Beni bırakma! Çekip gitme!”

“Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var.” Yüzünü bile dönmeden elini ince beyaz parmaklarımdan kurtarıp yeniden gardrobuna yöneldi ve birkaç parça eşya daha koydu. Artık ayrı odalarda onsuz uyumak istemiyordum. Bir silüet gibi peşinden ayrılmıyor ve nereye giderse gitsin düşük omuzlarla onu takip ediyordum. Nihayet merdivenleri inip elindeki çantayla bahçeye çıktı ve kenara park ettiği aracına yöneldi. Anahtar kilitleri açtığında omzunun üzerinde gözlerimi görmeyecek kadar yarım bir bakış attı. Onlardan korkuyor muydu? Nemli ve kırgın olduklarını fark ettiğinde gidememekten mi korkuyordu? Gözlerime bak Güney! Orada sadece sen varsın! Bak bana! Seni ne kadar sevdiğimi gör! Sensiz solup biteceğimi bile bile bırakma beni!

“Bir şeye ihtiyacın olursa ya da işler ters giderse beni ara!” Başımı salladım. Bir şey söylemek ve konuşmak istemiyordum. Tek bir sözcük söylediğimde bile gözyaşlarına boğulacağımı biliyordum. O giderken yüreğimi de çekip götürüyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Aracı benden uzaklaşırken dikiz aynasından bana bakmamak için ne çok çırpındığını anlamıştım. Yeniden mutlu olabilmemiz için Zahir’in hayatımızdan çıkması şarttı.

Eve yönelip beni yüreğimdeki açıdan kurtaracak yegane şeyi yapmaya karar verdim. Her zaman yaptığım gibi oğlumu görmeye gidecek ve onunla zaman geçirecektim. Güzel bir duşun ardından kot pantolonumu giyip üzerime beyaz triko bir kazak geçirdim. Saçlarımı tepeden güzel bir topuz yaptığımda oldukça sade ve rahat görünüyordum. Sanırım benim tarzım buydu. Kendimi böyle çok daha iyi hissediyordum. Aracımı atlayıp Taşpınar malikanesine gittim. Sare Hanım her zamanki gibi gelişimden mutlu olmamıştı. Ahuzar Hanım ise babamın başında yine nöbetteydi. Onu bu hale getiren kişinin Zahir olduğunu hâlâ inanmıyordu. Ben de her gün onun gibi babamı ziyarete gidiyor durumu hakkında bilgi alıp yokluğunu hissettirmemek için hem işlere hem de sevdiğim insanlara yetişmeye çalışıyordum. Öyle bir zamana denk gelmişti ki hem oğlumun hem de Güney’in bana çok ihtiyacı vardı. Babamın son günlerde ihmal etmemeye gayret etsem de ilk günlere kıyasla orada geçirdiğim zaman azalmıştı. Görüşmediğim doktor, medet ummadığım tedavi ve hastane kalmamıştı. Sadece beklememiz gerekiyordu. İyi haberler alabileceğimi umarak beklemek canımı yakıyordu.

Sare Hanıma yaramaz bir selam verip elimdeki mavi tavşanla top havuzundaki Yiğit’e yöneldim. Sanırım bu adı unutmam gerekecekti. Oğlum ismini hatırlamıyordum bile. Sesimi şirin bir tavşan sesi gibi çıkarmaya gayret ederek tavşanı yüzümün hemen önüne getirdim. Dilimi peltekleştirmeye çalışarak, “Dünyanın en tatlı kahramanı kim acaba?” Diye seslendim. Mavi bakışları dakikalar içinde hemen beni bulmuş, yüzündeki kocaman tebessüm yüreğime işlemişti. Her gün karşısına yeni bir süprizle çıkmam aramızda daha büyük bir bağın oluşmasına sebep olmuştu.

“Beniiiiiim!” Diye bağırıp hemen hemen kollarını bana uzattı. Onu havuzdan çıkarmayıp tam tersine top havuzuna ben de girmiştim. Bu hareketim Sare hanımın gözlerini devirmesine sebep olmuştu. “Gerçekten ikiniz de birbirinizden çocuksunuz!” diyerek bana duyduğu teessüfü dile getirdi. İnkar edemem Sare hanım oğlumla gerçek annesi gibi ilgilenmiş, asla kötü duygu ve düşünceler beslemesine izin vermemişti. Yiğit’in bu konuda şanslı olduğunu kabul etmem gerekirdi. Üvey annem benim aksime oldukça oturaklı, sakin bir kadındı. Doruk ve beni yan yana gören insanlar ikimizin anne oğuldan ziyade arkadaş olduğumuzu düşünürdü. Onu görünce acaba Doruk’u ben yetiştirseydim ona kadar iyi bakabilir miydim diye kendimi sorgulamadan edemedim.

Top havuzunda Sare hanımın baygın bakışlarının arasında oğlumla çok güzel vakit geçiriyordum. Aynı renkte olan toplarla oyunlar oynuyor, oyuncaklarımızı konuşturarak ve tatlı kukla gösterileri yaparak çok güzel anlar yaşıyordum. Oğluma annesi olduğumu söylemek istiyordum. Daha fazla bir başkasına anne demesine dayanamayacağımın farkındaydım. Bu gerçekle ne kadar erken yüzleşirse aslında hepimiz için o kadar iyiydi. Yiğit’in başına mutlulukla baktım. Kestane rengi saçları tıpkı benimkiler gibi hafif dalgalıydı. Yavaş yavaş kaşları, kirpikleri çıkmaya başlamıştı. Tedavi beklediğimizden daha çabuk sonuç vermiş ve oğlumun güçlenen vücudu herkesçe fark edilmişti. Yüzünün değişen rengini ve canlanan dudaklarını gördüğümde ne kadar güzel olduğunun bir kez daha farkına vardım. Enerjisi çok yüksekti. Ona ben bile yetişemiyordum.

Sare Hanımın “yemek saati!” uyarısını duyduğumda oyun faslını bitirmemiz gerektiğini anladım. “Muhteşem Superman ne yemek ister?”

“Köfte, patates…” diye atıldı. Dudağımı tatlı tatlı büzüp, “Bir de brokoli salatası… Hem de bol limonlu değil mi?” Yüzünün asılmasına ve suratındaki tiksinen ifadeye bakılırsa sebzelerle aramız hiç de iyi değildi. “Sebze çok önemli tatlım! Sağlığımıza dikkat edeceğiz değil mi? Yoksa kahramanlıklar yapıp insanları kurtaramayız!”

Suratındaki sevimli ifadeyi bozmadan, “Hı hı!” Diyerek onayladı. Elini havaya kaldırıp gururla, ‘

“Süper kahraman iş başında!” Diye atılıp koşmaya başladı. Dakikalar sonra bize hazırlanan sofraya kurulduk. Şermin yine döktürmüş, elinin marifetini ardına saklamamıştı. Doruk’un iştahla yemeğine koyulduğunu görünce ben de hazırlanan yiyeceklerden biraz atıştırdım. Arada oğlumun ağzına da bir şeyler veriyor, anne oğlu ilişkimizin pekişmesi için elimden geleni yapıyordum. Oğlum da bu konuda benden geride kalmıyordu. Ben onu annelik yaparken o da sevimli bir baba gibi beni kendi elleriyle beslemeye çalışıyor ve tatlı mırıltılı sesler çıkararak büyük adamlık taslıyordu. Sare Hanımın kıskanç bakışlarını yine üzerimde hisseder olmuştum. Onun bana bu kadar yaklaşmasına tahammül edemiyordu. Bu davranışlarının arkasında bana duyduğu öfkeden çok anne olamama duygusunun yattığını biliyordum.

Nihayet Doruk’un ilaç ve uyku saati gelmişti. Doruk’un uyuduğundan emin olduktan sonra kapıyı kapatıp salona geçmek istedim fakat kollarıma yapışan bir çift el bakışlarımı kendisine yönlendirmekte gecikmedi. “Yine buradasın! Evlenip gittiğinde hayatımızdan biraz olsun uzaklaşacağını düşünmüştüm ama…”

Sözünü yakalamasına izin vermeden haylazca göz attım. “Beni artık kabullenseniz iyi olur Ahuzer hanım! Ne yazık ki ben sizi kabullenmekten başka bir çıkar yol bulamıyorum. Burası babamın evi ve aynı zamanda artık benim de evim. 100 kere gelin gitsem de aileme sırtımı dönmeyeceğimi bilmenizi isterim.” Yüzü küstahlığım karşısında kaskatı kesildi. Beyazlayan saçları ve babamın gözleriyle uyumsuz olan ela gözleri nefret saçıyordu. Minyon bir kadındı Ahuzer hanım. Babam güzelliğini ondan belirgin fiziksel özelliklerini ise dedemden almıştı.

“Ailemden ne istiyorsun? Tek derdim para mı?” Ukala yaramaz bir kız gibi kollarımı birbirine kavuşturup ona meydan okudum. “onlar benim de ailem! Harun Bey benim babam. Doruk da oğlum!” Bakışlarım keskin ve duruşum hiç olmadığı kadar kararlıydı. “Paranız umurumda bile değil! Bildiğim tek şey hayatımızı mahveden o adama daha fazla pirim vermeyeceğim. Zahir bir insanın yapabileceği en büyük kötülükleri bana yaptı. Babamın bu hale gelmesinin arkasında da onun parmağı var. Bundan zerre kadar şüphe duymuyorum. Oğlumu onun yüzünden kaybedebilirdim. Doruk’un iyileşmemesi için tüm donörleri bizden sakladı. O yüzden çabalarımız uzun zaman sonuç vermedi.” Ona biraz daha eğilip göz gözlerinin derinliklerine baktım. Yüzündeki ifade kararlı duruşunu bozmuş ve çevresine bir şüphe tohumunun yerleşmesine sebep olmuştu. Zahir’e güveniyordu fakat söz konusu para olduğunda insanların değişeceğini de herkesten iyi biliyordu. Bu kadar aldanması bile hayat tecrübesine yakışmayacak kadar sevimsiz duruyordu.

“ Zahir böyle biri değil! Elimde büyüdü. Bu eve geldiğinde on yaşındaydı. Asla ailesine ihanet etmez!” Yüzümdeki hırçın tebessüm suratının daha da asılmasına sebep oldu. “ Hâlâ kendinizi kandırıyorsunuz. Zahir sizi ayakta uyutuyor Ahuzer hanım. O para için insanlara harcamaktan asla çekinmeyecek biri. Bu yüzden yanlış insanların yanında yer almaktan vazgeçin. Bu insanlar dönüp dolaşıp bana verdikleri zararı size de verebilirler. Belki çok daha fazlasını…” Kendisine Zahir’in zarar verme ihtimalini kaldıramıyordu. Başını reddeder gibi sallayıp kırmızı rujla renklendiren dudaklarını titretmemeye özen gösterdi.

“Onun teyzeden çok annesi gibiyim! Asla böyle bir şey yapmayacağından eminim!” Bunu söyledikten sonra düştüğü şüpheyi görmemem için arkasını dönüp camdan dışarıya baktı. “Sana yapılanlar konusunda haklısın! Bir anneyi evladından ayırmak şüphesiz büyük bir günahtır! Ama beni de anla! Seni yeniden bu aileye dahil etmek ve kabul etmek hiç kolay değil! Hâlâ camiada Taşpınar ailesinin sabıkalı, varoş kızı olarak anılıyorsun. Aynı lekenin oğlunun üzerine bulaşmaması için yollarınızı ayırmama şaşırmamalısın! Bu evde küçük bir prens gibi büyüdü. Bunun için minnettar olmanı beklerdim.” Kolundan tutup çakmak çakmak bakan gözlerine titrek bir nefes bıraktım. Bana bahsettiklerini düşündükleri şey acıdan fazlası değildi ve hâlâ oğluma sundukları maddi imkanlar için kendilerine teşekkür etmemi bekliyorlardı.

“Siz bir anneyi evladından ayırdınız. Karşılığında verdiğiniz hiçbir şey annesinin kollarında büyümek isteyen bir çocuğu mutlu etmeye yetmezdi. Yaptığınız kötülüğün bedelini er ya da geç ödeyeceksiniz.”

Onunla daha fazla konuşmak istemiyordum. Hakkımda ne düşündüğü umurumda bile değildi. Artık buradaydım ve aileme sahip çıkıp o Zahir denilen pisliğe hak ettiği cezayı vermek için ne gerekiyorsa yapacaktım.

Babamın durumunun daha iyiye gittiğini hastaneye uğradığımda öğrenmiştim. Telefonuma baktığımda Mahir’den gelen mesajları görmüştüm. İşler istediğimiz gibi gidiyordu. Paravan şirket, işlevini yerine getirmiş ve Zahir’i adım adım tuzağa çekmişti. Zahir’i işlerin şu anki haliyle bile hapse attırabilirdim fakat benim istediğim bundan çok daha fazlasıydı. Hayırsızı sevmezdim ama Harzem’in cinayetinden Doruk’un donör meselesine kadar her şeyi meydana çıkarmak istiyordum. Doktor öldüğü için bu hesaplaşma da yokuşa sürülmüştü ama yine de onu çaresiz bırakıp yaptığı her şeyi gün yüzüne çıkarmaktan vazgeçmeyecektim.

Güney’in nerede olduğunu öğrenmek istiyordum. Tüm gün kafa dinlemesi için ona istediği zamanı vermiş ve daha fazla benden uzak kalamayacağını ona göstermek için kollarımı sıvamıştım. İlk iş Kıvanç’ı arayıp Güney’in nerede olduğu konusunda sıkıştırmakla işe başladım. Elbette ki o civciv bana gerçeği söylememek için epey direnmişti. Neyse ki inadım karşısında diz çökmekten başka bir yol bulamadı. Tabi bunun için biraz şantaj yapmam da gerekmişti. Kız arkadaşına pembe bir bakster giydiği fotoğrafı atacağımı söylediğinde Güney’in yerini ifşa etmek şurada dursun ülkenin milli sırlarını bile ifşa edebilirdi. Sarışının gözünü fena halde korkutmuştum. Hi hi!

Güney benden uzaklaşmak istediğinde soluğu şehirden uzaktaki bir taş evde almıştı. Taş ev kelimesini duyduğumda bile aklıma Aşk-ı Memnu’nun bazı malum sahneleri gelmişti. Psikolojim uzun yıllar düzelmeyecekti anlaşılan! Onca sene sonra bile aklıma gelen fikir beynimde şimşekler çakmasına sebep oldu. Behlül Bihter’i taş evde aldatmıştı ve her türlü günahını da taş evde yaşamıştı. Yoksa Güney Ceyda’yı görüşmek için oraya mu çağırmıştı? Kendi kendime pis pis güldüm. Yok artık Efsun daha neler saçmalayacaksın acaba? Güney öyle bir adam değil! Kendine gel! İçime düşen fitne tohumu beni kıvrandırmaktan vazgeçmiyordu. Aklıma düşmüştü bir kere sobelemeden asla rahat etmezdim. Güney’i orada kafa dinler vaziyette tek başına görecektim. Ancak o zaman içimin huzur bulacağını biliyordum.

Navigasyonu Kıvanç’ın bana attığı konuma ayarlayıp kalbimi sıkıştıran o düşünceyle birlikte yola koyuldum. Korkularım Güney’i yeniden görmek için duyduğum heyecanı bile bastırmıştı. Kötü bir şey olmaması için resmen içimde Mevlüt okutuyordum. Nihayet Güney’in bulunduğu araçtan inip çevremi kolaçan ettim. Hiç kimse görünmüyordu. Büyük dev cam duvardan içeriye göz gezdirdiğimde Güney’in ipek saçları ve hemen ardından güzel çekici yüzü beni karşıladı. Sol profilden bedeninin tamamını görebiliyordum. Ve bu bana cenneti bahşeder gibi mutluluk veriyordu.

Büyük bir heyecanla zile bastım. Yaklaşık 2 dakika sonra çekici, üçgen bedeni tam karşımda belirmişti. Yüzümde açan o kocaman tebessümle ellerimi iki yana açıp “Sürpriiiz!” diye bağırdım. Evden çıkarken ki ağlak halimi görmediğine sevinmiş gibiydi. Artık cezam bittiğine göre yeniden birlikte olabilirdik. Bu kadar şeytan bile azapta gerekmiyordu. “Sonunda beni buldun. Keşke sobelenmek konusunda biraz daha hevesli olabilseydim.“ Sözlerinin moralimi bozmasına izin vermeyerek omuzlarımı silkip sevimli tavşan bakışı attım. Bana içeri girmem yönünde herhangi bir söz söylemese de kapıyı açık bırakması peşine düşmem için yeterli olmuştu.

“Senden daha fazla uzak kalamadım! Şanslı bir adamsın! Genellikle kadınlar böyle durumlarda gurur yapar! Ben peşine hemen düştüm. Böyle yuvasına sahip çıkan birini bulduğun için mutlu olman gerekiyor.” Dudaklarında beliren o gülüşü saklamak için çırpınsada çabaları boşunaydı. Ben göreceğimi görmüştüm.

“Dünyanın en yaramaz kadınına sahibim. Benden daha şanslı bir erkek yoktur herhalde!” Cümlenin sonunda kaşlarını kaldırıp kinayeli yüz ifadesi takınmıştı. “Ne yapalım yani?” dedim omuzlarımı kaldırarak. “ Hayat bana çiçekler, güller vaad etmedi ki! Çok bile bahar sunuyorum. Karşıma iyi insanlar çıksaydı ben de bu kadar haylaz olmazdım.” Yine dönüp dolaşıp aynı yere gelmiştik. Benle polemiğe girmemek için baltasını kaptığı gibi bahçeye yöneldi. Kocaman bir kütüğün üzerine ondan biraz daha küçük bir başka kütük koyarak kolları sıvadı. Burası şehirden yüksekte kaldığı için biraz daha soğuktu. Birilerinin şömine için odun kırması gerekiyordu. Beni umursamamaya çalışarak ayaklarıyla sabitlediği kütüğe sert bir darbe indirdi.

“Vay canına! Süper star nazik elleriyle odun kırıyor! Şu halini fotoğraflayıp sosyal medyada paylaşsam milyonlarca tıklanma alır!” Kaşının birini kaldırıp omzunun üzerinden yan yan baktı. Belli ki benimle konuşmamaya kararlıydı. Haylazca dudaklarımı kıvrım saçlarımı geriye attım. “Ne gayret ama!” diye çimlerin üzerine soğuğu umursamadan uzandım. “bay karizma yine burnumdan soluyor. Seni jonny Bravo’ya benzetiyordum ama sanırım artık iflah olmaz bir angry birds olduğunu kabul etmemiz gerekecek. Somurtkanlığın dillere destan maşallah!” Birkaç kıkırdama sesi duysam da yetinmeyip hayallere dalar gibi kendimi sırtüstü yatar vaziyette gökyüzünü seyre bıraktım.

“Aman ne gayret! Odunlar karizmanız karşısında feryat figan ağladı!”

“Neden benimle uğraşıyorsun? Sanırım en son seninle küsüp yollarını ayırtmıştık. Şimdi de tepemde dikilmiş benimle dalga geçiyorsun! Senin küsüp evde ağlıyor olman gerekmez miydi?”

Bulunduğum yerden doğrulup, “Hıh!” Diyerek yan yan baktım. “Hiç de bile! Neden ağlayacakmışım? Benden ayrılmak istersen başkasını bulurum. Allah’ım var güzel kadınım! Bana koca mı yok! Hıh!” Kaşlarını kaldırıp imalı imalı sırıttı. “Demek sana başka kocalar da var ha!” Kendimden emin bir şekilde dudaklarımı büzüp gülümsedim. “Elbette var! Hem de bir sürü…. Ben lisedeyken yolda bile yürüyemezdim. Bir bakan bir daha bakardı. Oğlanlar neredeyse derdimden verem olacaktı.” Yüzündeki kıskanç ifadeyi değiştirmeye çalışarak gülümsemesini soldurmamaya gayret etti.

“Ona ne şüphe! Sen insanı verem edene kadar uğraşırsın!” İmalı sözlerini umursamayıp saçlarımı havalı havalı geriye savurdum ve burnumu kibirli bir şekilde havaya diktim. “Bir Hakan vardı lisede!” Elimle ağacın dalına değecek kadar uzandım. “ Nah şu kadar boyu vardı. O senden bayağı bir uzundu.” “Hasbinallah!”

“Hı hı!” Dedim gözlerimi kırpıştırarak. Gören herkes Hay maşallah derdi!” Bakışlarım aşığılar bir şekilde onu baştan aşağıya süzdü. “ Senin boyun ancak onun bacaklarını karşılardı muhtemelen.” Elindeki baltayı bırakıp kollarını birbirine bağladı. “Eeeee sonra!”

“Bana aşıktı!” dedim kendinden emin, güçlü, cazibeli kadın edalarıyla. “Hem de ne aşk! Bana şiirler mi yazmadı, ağaçlara adımı mı kazımadı! Aaaaaah ah! Öyle bir karizmayı bir daha göreceğimi hiç sanmam! Yakışıklılığı dillere destandı! Sidikli Burcu bile ona yakın olmak için embesil gibi sürekli not ister dururdu. Matematikten anladığı halde anlamıyor muş gibi zırt pırt soru sorardı.” Ellerimi hevesle kavuşturup şapşal şapşal gülümsedim. “Ama o bana aşıktı tabii ki!” Yüzündeki öfkenin gitgide belirginleştiğini biliyordum. Ve bu durum beni fazlasıyla mutlu ediyordu.

“Aman ne güzel! Kesin zil takıp oynamışsındır!” Kaşlarımı çatıp ters ters baktım. “ Oynamama gerek yoktu! Sonuçta o sadece bana yazanlardan biriydi.”

“Efsuuuuum!” Yükselen ses tonu canının ne kadar sıkıldığını ortaya koyuyordu. Baltayı yeniden eline alıp kütükleri biraz öncekinden çok daha sert bir şekilde indirdi. Karşısında düşman olsa anca bu kadar zalim olabilirdi. Kütüklerin haline acımıştım. Bu kadar karizmatik görünmeseydi onun bir cani olduğunu düşünebilirdim.

“ Hakanmış! Hıh! Bir de hanımefendi bana hava atıyor. Benim peşimden koşan kızları yan yana dizsek İstanbul’dan Şırnak’a yol olurdu. Ben sesimi çıkarıyor muyum? Tabii ki de hayır!” Kıkırdadım. Bu konuda onunla yarışmak akıl kârı bir iş değildi. Ama beni kıskanması çok hoşuma gidiyordu. Güney kıskançlığını taşkınlıkla bastıran bir adam değildi. Bu yüzden beni istediği kadar kıskanabilirdi.

Kucakladığı odunlarla birlikte içeri yöneldiğinde hemen peşinden gittim. Kapıyı yine ardından açık bırakmış ve kendinden uzaklaşmamam için bana yol göstermişti. Ahşap detayların olduğu harika bir evdi. O şömineye odunları yerleştirip tutuşturmaya çalışırken Külkedisi gibi hemen karşısındaki tekli, uzun, ince yapılı koltuğa serip uzandım. Kendimi yaban filmindeki zengin züppe kız gibi hissediyordum. Söz konusu Güney olduğunda çapkınlığım tartışılmazdı. İşi bitince omzunun üzerinden bana baktı. Saçımdaki tokayı çıkarıp kumral tutamlarımın bir şelale gibi yastığa dökülmesine izin verdim.

Suratımdaki şapşal, tatlı sırıtışla ona bakarken surat ifadesi ister istemez yumuşamıştı. “Biz balayına bile gidememiştik. Bu küçük tatil aslında fazlasıyla iyi gelecek!” Bakışlarını kaçırdı. Kendimi coşkun gibi hissediyordum. Adama bak ya! Sanki kendisini kötü emellerine alet etmek için yanıma çağırıyordum. Hayır ortalıkta gazoz falan da yoktu. Evli iki insana göre fazla utangaç değil miydik?

“Bana küs kalmaya devam edecek misin?” Ciğerlerindeki havayı fark edilir bir şekilde bıraktığında buna uzun süre direnemeyeceğinin ikimiz de farkındaydık. Birbirimizden uzak kalamıyorduk. “Yine haylazlıklar yaparak beni yumuşatmayı başardın!”

“Huyum kurusun! Bu işte idol benim!” Genişçe gülümsediğinde içim sıcacık olmuştu. Hemen yanıma gelip uzandı. Ellerim saç tellerini sevgiyle okşadı. Yüzüne fark edilir bir huzur yerleşmişti. Çok fazla derdimiz vardı ama elimiz birbirine değdiğinde ve bir yastığın üzerinde birbirimize sığınmayı başardığımızda her şey geride kalabiliyordu.

Parmak uçlarım haritadaki en değerli bölgeyi keşfetmiş gibi dudaklarının üzerinde oyalandı. Sırf çekici görünsün diye ruj sürülen dizi artistlerinden çok daha tatlı bir yakışıklılığı vardı. Saçları dağınıkken de taramışken de çarpıcı bir görünüme sahipti. Peşimi bırakmayan gazetecilerin ve hayranların bu adama sahip olduğum için ne kadar kıskançlık dolu olduğunu tahmin edebiliyordum. Boşuna bizimle uğraşmıyorlardı. Romantik prensi çoktan kollarımın arasına almıştım. Henüz gerdeğe girememiştik ama bu da yeterdi. En azından şimdilik… Şu işler bir düzene girsin nasıl olsa ben onu kandırmasını bilirdim.

“Bence bunu yapmayı bırakmalısın!” Kıkırdadım. “Neyi?” İç çekti. “Bunu işte!” Acı çekiyormuş gibi konuşmuştu. Sanki karşımda kıvranıyordu da ben fark etmiyordum. “Bu ne yahu!” Gözünün birini açıp onunla aynı hizadaki kaşını kaldırdı. “Dudaklarıma dokunmandan bahsediyorum.” Parmak uçlarım biraz daha çapkınca o güzel dokuda sevimli küçük daireler bıraktı. “Bunları mı?”

“Ah evet Efsun! Eğer biraz daha uğraşırsan seninkilerin üzerine kapanacak! Bir süre daha yaramazlık yok!” Parmak uçlarım hedefini şaşırıp önce şakaklarına sonra da kulaklarından boynuna doğru ilerledi. “Kapansın ne olacak?” dedim erir gibi. Kokumu içine çekip gülümsedi. “ Eskiden benim yanımda utanırdın! Bakıyorum da evlendikten sonra baya arsızlaştın!” Kıkırdadım ve aynı yaramaz tavırlarla yanaklarımı dudaklarının üzerine bıraktım. “ Sen bende ne terbiye bıraktın ne de terez! Bu kadar tatlı olmasaydın ben de böyle pusulayı şaşırmazdım.” Çıtırtı sesleri inip kalkan göğüs kafesine daha da sinmeme sebep oldu.

“ Asıl pusulayı şaşıran benim! Hem de ne şaşırma! Yanlış bir şey yapmamak için senden kaçmaya çalışıyorum!” Titrek bir nefes bırakarak parmaklarımızı birbirine geçirdim. “Yanlış bir şey yapmak sana ne de güzel yakışırdı.” Kendimi eskisinden daha iyi hissediyordum. Bence o şey artık yanlış bir şey olmaktan çoktan çıkmıştı. “Eskisi kadar ürkek olmadığını fark ediyorum. Sence de terapilerinin bir işe yaradığını söyleyemez miyiz?” Parmak uçları saçlarımı tarar gibi hareketlendi.

“ Kendimi daha iyi hissediyorum bye Güney Tunç Atasoy. Sanki zihnimdeki o kötü hatıralar bir bir benden uzaklaşıyor. İki gün önce gittiğim terapide benimle aynı mağduriyeti yaşayan başka insanlarla bir araya geldim. Farklı memleketlerden gelen farklı yaş grubunda ve meslekte ne çok kadın benimle aynı acıyı çekiyordu. Onları görmek bana kötü hatıraları bir kez daha hatırlattı. Ama artık halimden ve derdimden anlayan başka insanlarla bir şeyleri paylaşmayı öğrenmiştim. İçime attığım ne varsa benden uzaklaşıp gitti sanki. Onların kötü şeylerle olan mücadelesindeki güç bana da ilham verdi. Birbirimize kol kanat gerdik sanki. Doktorum bu konuda oldukça becerikli. Bana gerçekten çok destek oluyor.”

Yüzündeki huzurlu ifadenin kısmen de olsa değiştiğini fark ettim. Sanırım o da doktorun erkek olmasına takmış durumdaydı. “Doktor belli ki halinden iyi anlıyor. Genellikle kendini kötü hisseden kadınlar böyle durumlarda bu profesyonel çalışmadan etkilenip başka düşüncelere kapılabilirler.” Başımı bir yuva haline getirdiğim göğsünden kaldırıp gözlerinin içine baktım. “Ona aşık olmamdan endişe duyuyor olamazsın değil mi?”

“Olmamalıyım değil mi?” Ağzımdan cık tarzı bir ses çıkardım. “ Söz konusu sen olduğunda pusulayı şaşırmadan edemiyorum.” Elini yeniden kavrayıp kalbimin üzerine bastırdım. “Orada öyle çok yer kaplıyorsun ki senin dışında hiçbir şeye alan bırakmıyorsun. İnsan birini bu kadar severken bir başkasına nasıl yüreğini açar bilmiyorum. Bir başkasına aşık olma ihtimalim dert edineceği son şey bile değil star!” Başımı aynı yastığa bir kez daha bıraktığımda bana yaklaşıp burnumun üzerine tatlı bir buse bıraktı.

Bir süre sessiz kaldıysak da ıssızlığı bozan yine ben oldum. “Hakkımda çıkan haberler için üzgünüm. Beni böyle takip edeceklerini ve fotoğraflarımı çekeceklerini düşünemedim. Sanırım hayatına alışmakta hâlâ zorlanıyorum.” Bakışları donuklaşsa da öfkesi neyse ki tahtını çoktan terk etmişti. “Biliyorum! Her cephede bir düşmanla savaşıyoruz. Bazen istemesekte yara alıyoruz. Keşke hayatımızın bundan farklı olabileceğini düşünebilseydim. Belki de sıradan biri olmak o kadar da kötü değildir.” Birbirimizin gözlerinde kaybolmuştuk ama beni o kuyudan çıkaran yine Güney’in sözleri oldu.

“Ne demek istiyorsun?” Kırık bir tebessümle iki parmağının arasına aldığı çenemi hafifçe makas alır gibi sıktı. “Belki de artık bu cafcaflı hayattan vazgeçmenin zamanı gelmiştir. Ben ünlü bir Star olduğum sürece hayatımızda yanlış anlaşılmalar hep devam edecek. Asla ikimize ait bir hayatımız olmayacak. Kameralar ve spot ışıkları gittiğimiz her yerde bizi takip edecek. Neden şarkılarımı sadece senin için söylemeyim ki? Ceyda en başından beri beni işimle tehdit edip duruyor. Ona istediğini verelim! Bütün kameraları ve spot ışıklarını alsın razıyım! Yalnız sen ol! Sadece sen… Ben senin bahçendeki bahçıvan olmaya bile razıyım.”

Kusursuz tebessümü umutla yüzünde açarken ona hafifçe itip sırt üstü uzanmasını sağladım ve yüzünün her bir zerresine minik dudaklarımla küçük ıslak izler bıraktım. Tebessümünün yerini kahkahalar almıştı. Etrafı bu kadar güzel ve çekici kadınlarla doluyken o bana aşıktı. Doğru düzgün topuklu ayakkabıların üzerinde yürümesini bile beceremeyen haylaz, saf kıza… Demek ki beni benden daha çok önemsiyordu. Onun gözleriyle kendime baksam acaba ne görürdüm?

Dakikalarca dünyanın en şanslı adamına sahip olduğumu düşünüp bu anların tadını çıkarmıştım. Sonunda açlık hissine yenik düşüp dışarı çıkmaya karar verdik.

Dışarı çıkmadan önce Güney ikimiz için kocaman kovboy şapkaları almıştı. Tanınmak istemiyordu. Benimle yeniden o sahil kenarında ıslak hamburger yemek için değil kovboy şapkası, Palyaço kıyafeti bile giyerdi. Arabayı sahile uzak sayılabilecek bir yere bırakıp taksiye bindik. Güney’in arabası herkes tarafından biliniyordu. Hal böyleyken iç göstermeyen camlara sahip olsa bile onunla ilerlememiz gazeteciler yüzünden pek mümkün değildi. Yağmur hafifçe atıştırırken taksiden inip telaşlı koşar adımlarla sahildeki yerimize geldik. Basit sıradan bir büfeden fazlası olmadığını biliyorduk ama göz önünde olmamak için lüks restoranlara asla gitmezdik. Denizin tuzlu kokusunu almak hafif bir titreme eşliğinde sevdiğim adama sarılarak ısınmak istiyordum.

Islak hamburgerlerin yanında nefis ayranlar da yerini almıştı. Salatalık turşusundan küçük bir parça alıp ağzıma attım. Ekşi ile acının arasındaki gidip gelen o tadı sevmiştim. Yüzümdeki keyifli ifadeyi izleyen büyük Stara da küçük bir parça uzattım. Turşunun kütürdeyişi ve akabinde dudaklarının zevkle burkulması doğru yerde olduğumuzu destekler nitelikteydi.

Islak hamburgerinden büyükçe bir lokma aldı. Ona eşlik edip yarışır gibi ağzımı tıka basa dolduracak kadar büyük bir ısırık aldım. Meydan okuyarak lokmalarını hızlandırdı. Bu bir yarış mıydı? “Boğulacaksın!” dedi homurdanır gibi. Omuzlarımı silip umursamazca turşulardan birkaç tane daha tıkıştırdım. İkinci hamburgere geçtiğimde aslında çoktan doymuştum. Ama onunlayken yemek yemek bile bir başka tat veriyordu insana. Lokmalarımı yuttuktan sonra, “Buraya Doruk ile de gelmeliyiz bence! Eminim bunları çok sever.” Ağzını peçeteyle silip, “Neden olmasın!” Dedi. Nihayet tıka basa doymuş ve ardından atıştıran yağmurun altında keyifle dumanı üstünde çaylarımızı içmeye koyulmuştuk.

Ben lavaboya geçip ellerimi ve ağzımı yıkamanın çabasına düşmüştüm. Dönüp geldiğimde Güney’in çoktan hesabı ödeyip çıkışta beni beklediğini fark ettim. Onu ilk kez tanımaya başladığım günlerde olduğu gibi yine kendimizi kestanecinin önünde bulmuştuk. Fakat bu sefer temkinliydim. Ağzımı yakmak gibi bir hata asla yapmayacaktım. Küçük bir kese kağıdıyla kestanelerimizi aldık. Kestaneyi kendi ellerimle küçük yangılar eşliğinde hoplata hoplata soyup ona uzattım. Parmaklarımın arasındaki lezzet bombasından bir ısırık aldı. Aynı yerden ısırmış ve basit bir kestaneyi de olsa paylaşmanın o muhteşem tadını almıştım.

Oldukça yorulmuş bir şekilde, neşemizden bir şey kaybetmeksizin yeniden kovboy şapkalarımızla kendimizi taksinin içine attık. Tanınmamak için olabildiğince tenha yolları tercih etmeye çalışıyorduk. Ağzımıza sokulmaya çalışılan onlarca mikrofona dert anlatmak gibi bir amacımız yoktu. Özel hayatımız hakkında sürekli açıklamalar yapmak zorunda kalmamız can sıkıcı olmaya başlamıştı. Bizimle ilgili her şeyi insanların merak etmesi saçmaydı. Bu şekilde gündeme gelmeye Güney’in zerre kadar ihtiyacı yoktu.

Taksicinin sırıtışımdan ve gizli bakışlarından rahatsız olmuştum, fakat Güney’e hiçbir şey belli etmedim. Bu güzel günün bozulmasını istemiyordum. Güney’in arabasını park ettiğimiz ara sokağa yaklaştığımızda taksiciye ücretini ödeyip araçtan indik. El ele tutuşup başımızdaki kovboy şapkalarıyla Güney’in beyaz lüks aracına doğru yürüyorduk. Bir anda etrafımızı saran gazeteciler yeniden afallamamıza sebep oldu.

“Bay Güney Tunç Atasoy… Efsun Hanım’ın kimliği belirsiz şahısla olan fotoğrafları hakkında açıklama yapacak mısınız?”

“İhanet dedikodularını onaylıyor musunuz?”

“Neden suskunsunuz bay Güney Tunç Atasoy. El ele dolaşmanızı barıştığınız yönünde bir işaret olarak kabul edebilir miyiz?” Delirmek üzereydim. Tüm bunlar bizi ilgilendiren meselelerken insanları neden böyle meşgul ediyorlardı anlamıyordum. Güney’in gerginleştiğini fark ettiğimde kalbim yine deli gibi çarpmaya başladı. Benzer bir hata yapmasından korkuyordum ve bu sefer her şey daha da kötüye gidecekti.

“Camiada adınız Basın Barbarı olarak anılmaya başladı. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?” Güney daha fazla dayanamayıp gergin bir yüz ifadesiyle sakin konuşmaya çalışarak, “Açıklama yapmak istemiyoruz! Lütfen önümüzü kapatmayın! Aracımıza binip uzaklaşmak istiyoruz sadece.” İnsanlar derdimizi anlamamış gibi hâlâ önümüzü kesmeye, bizi tepelercesine bir ordu gibi karşılamaya devam ediyordu. Başımızdaki şapkaları çıkarmış ve daha fazla gizlenmenin gerek olmadığına kanaat getirmiştik. Mikrofonlar Güney’den bir cevap alamayacağını anladığında bana çevrildi. Yanlış bir şey söylememem gerektiğini biliyordum. Bu hem Güney’e hem de bana ciddi şekilde zarar verebilirdi.

Yürüyemeyeceğimizi anladığımız an durup insanların etrafımızdan uzaklaşmasını bekledik. Ne yazık ki bu kadar şanslı olmayacaktık! Beni sıkboğaz eden soruların devam etmesini önemsemeyip o an sadece içimden gelen tek şeyi yaptım. Onların ne dediğini umursamadan sevdiğim adamın dudaklarına kapanıp onu sevgiyle öptüm. Saniyeler akıp giderken tüm sesler kesilmiş, insanlarsa gereken cevabı çoktan almıştı. Yanaklarımızın kızarması ve yüzümüzün alev topu gibi yanması umurumuzda değildi. Utanç kısmen esir alsa da tüm sesleri kesmeyi başarmıştık. Uzaktaki siyah aracı ve içindeki kadını fark ettim. Direksiyona gözlerimin önünde sert bir şaplak indirmişti ve sanırım o da bizden gereken cevabı almıştı. Hayatımızı altüst etmek bu kadar kolay olmayacaktı. Ceyda yanlış insana çatmıştı.

 

Merhaba arkadaşlar. Şu aralar biraz konsantrasyon problemi yaşıyorum ama yine de karakterlerle olan bağımdan bir şey eksilmedi. Sanırım bundan sonra iki kurguyu birlikte yazmak gibi bir hataya düşmeyeceğim. Bu güncelleme sıklığını gerçekten çok etkiliyor.

Bu hafta sınav haftası olduğu için ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI gecikebilir. Bazı hazırlıklar yapmam gerekiyor. Şimdiden anlayışınız için teşekkür ederim. Sınav haftaları bu durumla sık karşılaşıyoruz. Hoşçakalın ☺️❤️

İnstagram: seyma_yldz_koc

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 30.12.2024 13:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Şeyma Yıldız KOÇ / YILDIZLARIN MELODİSİ / 43. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 3 TUTULMA ✨ İKİNCİ ŞANS
Şeyma Yıldız KOÇ
YILDIZLARIN MELODİSİ

5.28k Okunma

440 Oy

0 Takip
53
Bölümlü Kitap
1.Bölüm: Aşk Tesadüfleri̇ Sever2. Bölüm: Kimsin Sen Be!3. Bölüm: Komplo4. Bölüm: Dikkat Sakar Var!5. Bölüm: İz6. Bölüm: Kader Masasi7. Bölüm: Masum Yüzlü Kukla8. Bölüm: Oyun Içinde Oyun9. Bölüm: Düşmanla Diz Dize10. Bölüm: Bay Ki̇bi̇rli̇11. Bölüm: Di̇nmeyen Öfke12. Bölüm: Başımın Belası13. Bölüm: Isyan14. Bölüm: Yalanın Koynunda15. Bölüm: Büyük Buluşma16. Bölüm: Ayrılan Yollar17. Bölüm: Aşk-I Viran18. bölüm: tutsak19. bölüm: geçmişin külleri20. bölüm: aşk oyunu21. bölüm: operasyon22. Bölüm: Aşkın Gözyaşları23. BÖLÜM: KALBE DÜŞEN SANCI24. bölüm: elveda25. Bölüm: YM 2 DÖNENCE 🌟 Yalnızlığın Notası26. Bölüm: YM 2 DÖNENCE🌟 Bir Sevda şarkısı27. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 KÖRDÜĞÜM28. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 PİNOKYONUN SEVDASI29. Bölüm: YM 2 DÖNENCE 🌟İZÜSTÜ30. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 BEN BUYUM!31. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟YİNE BANA HÜSRAN32. Bölüm: YM 2 DÖNENCE 🌟 BÜLBÜLÜN KÜSTÜĞÜ ŞARKILAR33. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 TESLİMİYET34 bölüm: YM 2 Dönence 🌟 Gerçeklerin haykırışı35. BÖLÜM: KADERE KISKIVRAK YAKALANDIM!36. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 2 DÖNENCE 🌟 YADIMDAKİ SİYAH PELERİN!37. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 YARIM KALMIŞ BİR ŞARKI38. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 GERÇEKLERİN AYRIMI39. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 2 DÖNENCE 🌟 TÖKEZLEYEN HİSLER40. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟AYRILIK ÖLÜMDEN BETER41. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨KÜSKÜN SAVAŞÇI42. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨ ACITMADAN SEVMEK43. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 3 TUTULMA ✨ İKİNCİ ŞANS44. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 3 TUTULMA ✨GÖZDAĞI45. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 3 TUTULMA ✨YIKILMIŞ SEVDALAR46. Bölüm: ETME BULMA DÜNYASI ✨47. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨VİCDAN AZABI48. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨BİR DAHA ASLA49. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨ HAYALET DÜŞMAN50. BÖLÜM: AŞK YENİDEN ✨51. BÖLÜM: VUSLAT ✨52. BÖLÜM: BULGU ✨53. BÖLÜM: FİNAL ✨MASALLARIN ÖTESİNDE
Hikayeyi Paylaş
Loading...