
Merhaba değerli dostlarım. Öncelikle gecikme için üzgünüm. Aile ziyaretleri, hastalıklar, sınavlar derken bölümü bir türlü tamamlayamadım.
Öncelikle Bolu’daki kazadan ötürü çok üzgünüm. Allah tüm vefat edenlere rahmet eylesin. Ailelerine sabır versin. Ülke olarak zor günlerden geçiyoruz ve ihmaller hiç bitmiyor. İnşallah daha fazla kayıp olmadan tedbirli çalışmayı öğrenir ve denetim işini ciddiye alırız.
İnstagramdan duyuru yapmıştım. Yaklaşık bir yıl önce bir yayıneviyle Hüsran kitabım için sözleşme imzalamıştım. Dün akşam sularında söz konusu yayınevi sahibinin bünyesindeki bir yazara tacizde bulunduğunu öğrendim. Mobbing ve benzeri söylemleri de öğrenince Hüsran gibi kadın haklarını konusunda duyarlılık gösteren bir kitabı orada bastırmanın şahsıma yakışmayacağına karar verdim. Bana yönelik bir davranış gösterilmese de duyarsız kalamazdım. Şu an için yeni bir basım kararı bulunmamaktadır. Kitabımız bir süre daha burada yayınlanmaya devam edecektir.
Teşekkür ederim. ☺️❤️
Medya: Vazgeç artık rüyalarımdan (mavi gri)
45. BÖLÜM: YIKILMIŞ SEVDALAR
Kin insanın hamurundaki güvenleri meydana çıkaran kordan bir mızrak gibiydi. Birkaç ay öncesine kadar tek derdim oğlunu bulup kıt kanat yaşamaya çalışan sıradan bir insan olmaktı. Şimdi sıradan kelimesini düşünmek bile akla kâr bir durum gibi görünmüyordu. Zahir kartlar açık oynuyordu. Odamıza bıraktığı bebekle beni bir düşman olarak gördüğünü ve ortadan kaldırmak için ne gerekirse yapacağını açık açık ortaya koymuştu. Bunca zaman para saplantısı yüzünden elini kirletmekten çekinmemişti. Daha da çirkinleşmekten de çekinmeyecekti. Sıradaki hamlesi bendim. Babamı ortadan kaldıramamıştı. Ne oğlumu ne de babamı bitirmesine izin vermemiştim. Artık ben de elimi kirletmekten çekinmeyecektim. Sonumun mezar ya da hapis olacağını bilsem de Zahir’i bitirmeden hayatıma hiçbir şey olmamış gibi devam etmeyecektim.
Üzerime siyah bir pantolon, siyah bir bluz geçirmiş bluzun boynunu çeneme kadar çekip karanlık duygularımla yüzümün bir kısmını kapatmıştım. Burada olduğumdan Güney’in haberi yoktu. Dün geceki saçmalıktan sonra ne Güney’i ne de beni uyku tutmamıştı. Babama hiçbir şey hissettirmesek de ikimizin sıkıntısı başından tütmüştü. Artık oyunu çok daha sert oynayacaktım. Demek canımı istiyordu. O halde gücü yetiyorsa çekip almalıydı. Zahir’i bana bulaştığına pişman edecektim.
Telefonu parmak izi kullanarak açıp Zahir’in numarasını çevirdim. Lüks, gri aracını uzaktan görüp ve zil sisinin kulaklarıma yayılmasını bekledim. “Demek hediyemi aldın?” Dedi büyük bir keyifle. Bu aramayı beklediğini anlamıştım. “Aldım teşekkür ederim!” Dedim aynı keyifli ve özgüvenli tınıyı kullanarak. “Nasıl adi bir şerefsiz olduğunu bildiğim için hiç şaşırmadım.”
“Çok kibarsın Taşkıran’ların güzeller güzeli veliahtı. Demek açlık oyunlarına sen de katıldın!” Bir kahkahaya dudaklarımın yanaklarıma kadar genişlemesini sağladı. “Evet köpeklerin lordu. Seni cehenneme göndermek için sabırsızlanıyorum. Arabana senin için bir hediye bıraktım.” Sesinin kesildiğini, kalbinin malum yerlerinden çıkacakmış gibi attığını hissettim.
“Ne saçmalıyorsun lan sen!” Dedi ani bir fren yaparken. Bulunduğum konumda öne doğru savrulduğunu, kafasını sertçe direksiyona çarptığını görebiliyordum. Bir kahkaha daha… “Demek güzeller güzelinden bu seviyeye düştük. Çıtan çabuk iniyor, köpeklerin şahı! Arabandaki saatli bombayı fark edemeyecek kadar aptal olmadığına inanmak istiyorum.”
“Bomba mı?” Onu gerçekten korkutmuştum. “Evet! Seni eşek cennetine gönderecek olan bomba! O muhterem bombayı aslında mabadına yerleştirip patlatmak vardı ama bilirsin! Ben elimi kirletmekten pek hoşlanmam!” Araçtan inip kravatını alelacele gevşetip sözümün gerçekliğini doğrulamak ister gibi aracının bagajına yöneldi. Tali yoldaydık ve ardımız kocaman bir dağdı. Bomba patlamak için gün batımı saatleri ve ıssız yer ikilemi müthiş olacaktı. “Sevgilinle tanışmış olmalısın!”
“Saatli bomba!” Dedi nefes nefese. Gözlerinin çukurlarına kaçtığını bulunduğum yerden bile hayal edebiliyordum. “Hayır! Pimi elimde olan bir saatli bomba! Yani oradaki saat yanıltıcı. Hemen şuan tek bir tuş hareketimle patlatıp seni moleküllerine ayırabilirim.” İştahla iç çektim. Önümdeki aynadan gözlerime baktığımda yüzümdeki ifadeden ben bile korkmuştum. “Seninle eğlenmek istiyorum Zahir! Zavallı bir kokarca gibi bedeninin dağılışını uzaktan izlemek için deliriyorum. Uzun bir zaman ciğerlerime senin bedeninin yanıklarından sızan kirli havanın girmesini arzuluyorum. Bu dünya artık ikimize fazla. Yok olacaksın! Gebereceksin!”
“Hayır Efsun!” Dedi yanıltıcı korkak bir tınıyla. Yalvarmasını istiyordum. Köpekler gibi ağlamasını, canının yanmasını istiyordum. “Sen bir o… çocuğusun bunu biliyorsun değil mi Zahir? Küçük, zavallı, hasta bir çocuğu üç kuruşluk banknotlar için ölüme iten adi bir şerefsiz. Layık olduğun şekilde ölmeni görmek bana huzur verecek. Bir b… torbası gibi parçalanacaksın. Organların ve kanın silinmemek üzere o asfaltı sıvayacak.”
“Bunu yapamazsın! Sen iyi birisin! Sen…”
“İyi biriydim!” Sesim patronun ben olduğumu hatırlatacak kadar güçlü çıkmıştı. “Senin gibi bir şerefsizle karşılaşmadan önce karıncayı bile incitmezdim.” Hıh diye inledim. “Hâlâ incitmem. Ama sizin gibi şerefsizleri incitmek artık bana namus borcu gibi geliyor.” Ciğerlerimi sesli bir şekilde havayla doldurdum. “Siz p…ler o karıncayla yan yana bile anılmaya layık değilsiniz.” Kaçmak için arkasını döndüğünde “Sakın!” Dedim oldukça sakin bir şekilde. “Acımam! Adımını attığın an üç saniyede tuzla buz olursun. Aklın varsa nefes bile alma! Baş parmağımın altında ömrünü saklıyorum. Ve gözümde ne para var ne evlat ne de sevda. Kıyarım acımam!”
Alnı ter içinde kalmıştı. Ağlar gibi, “Ulan benden ne istiyorsun o…” diye bağırdı. Bu çaresizliğin haykırışıydı. “Gebermeni istiyorum Zahir p… Gebermeni! Ama öncesinde bana hayatın için it gibi yalvaracaksın.”
“Efsun! Bak anlaşabiliriz.” Dedi sırtını kaputa yaslarken. “Biliyorum! Haklısın! Çok itlik yaptım. Affedilir şeyler değildi. Ama biz akrabayız. Kan bağımız var. Anlaşabiliriz. Bana hakkımı verirsin, çeker giderim. Aramızdaki her şey de mahşere kalır. Hı!” Bir sersem gibi güldü. Yüzü patlıcan misali morarmıştı. “O kadar bekleyemem. Bu hesap bu gün bitecek!”
“Efsun sakın yapma! Ne istersen yaparım!” Saçları rüzgarda dans ediyordu. Gözleri ise beni görmek ister gibi etrafı taradı.
“Elveda Zahir! Gittiğin yerden tüm zebanilere benden selam çak!”
“Hayııııır! Efsun hayır!” Elimdeki küçük kumandanın tek siyah düğmesine bastım. Kulakları sağır edip kulak zarlarının canını okuyan bir ses ortamdan dalga dalga yayıldı. Ben ifadesizliğimi korurken Zahir yüz üstü yere kapaklandı. O ne olduğunu anlamaya çalışırken aracın gazına asılıp yanına ulaştım. Sadece bir ses bombasına maruz kaldığını anlamış ve saniyeler içinde tek parça kaldığından emin olmuştu. “İt soyu!” Dedim telefonun ardındaki adama. Gaza daha fazla asılıp üzerine doğru direksiyonu kırdım. Gözümü karattığımı anlamıştı.
“Gebereceksin pislik!” Ben haykırırken aracın altında kalmamak için deli gibi koşmaya başladı. Alnımın kenarından bir ter damlası akıp yanaklarıma düştü. “Kanını akıtmak boynumun borcu oldu artık!” Üzerinde siyah takım elbise ve beyaz gömlek vardı. Saçları ise terden karmakarışık olmuştu. “Duuuuuur! Dur ulan dur!” Sağa doğru meyletti. Direksiyonu aynı yöne çevirmekte bir an bile tereddüt etmedim. Bir ayağı diğerine çelmek taktığında paldır küldür yerde yuvarlandı. Siyah, pahalı takımı toza toprağa bulanmıştı. “Köpeeeeek!” Kalkaması için beklediğim. Bu kadar kolay olmayacaktı. O savrularak kaçmaya çalışırken telefonum da bana yapma der gibi çalmaya başlamıştı. Ekrandan arayanın Güney olduğunu gördüm. Yanlış zamanlamaydı. O pislik öldükten sonra beni arayabilir, sayıp sövebilir, isterse kendi elleriyle polise verebilirdi. Ama şimdi değildi! Hayatımın en büyük intikamını alırken değildi.
Yol bitmiş yüksek bir dağın eteği Zahir’i fare deliğine tıkmıştı. Ben üzerine gelirken geriye doğru düştü ve ayakları aracın altında kaldı. Bu pozisyonda kalkması ve bana direnmesi imkansızdı. Tek bir hamle daha… Sonrası o pisliğin ölümü olacaktı. Telefonum ısrarla çalmaya devam ediyordu. Hayatımın belki de en yanlış şeyini yapmadan önce son kez sevdiğim adamın sesini duymak istiyordum. Sonra kendimi ihbar edecek ve aracımı kanıyla birlikte emniyet binasının önüne doğru sürecektim. Pişman değildim, olmayacaktım. Ama oğluma annesi olduğumu söyleyemeyeceğim için kalbim hep sızlayacaktı. O benim aksime annesinin bir katil olduğunu bilmeden huzurlu yaşayacaktı.
Zahir can havliyle bana yalvarırken beşinci aramayı cevaplandırdım. “Efsun! Nerdesin! Neden açmadın telefonu!” Gözümden bir yaş akıp gitti. “Güney! Aşkım!” O bana bakarken asla ağlamayacaktım. Onu yok etme arzusu beni ele geçirmişken yüreğimdeki sevginin vicdanımı yumuşatmasına izin veremezdim. “Efsun! Neydesin? Kahvaltı edeceyiz seni bekliyoyuz!” Bu Doruk’tu. Beni kahvaltı için çağırıyordu. Ona kendi ellerimle patates kızartması yedirmemi istiyordu.
Parmaklıklar yüzüme kapandığında ardımda babamın, sevdiğim adamın ve oğlumun bana acıyla baktığı anı hayal ettiğimde kursağımdaki diken yüreğimi sızlattı. Onlara o kadar geç kavuşmuştum ki Zahir gibi bir pisliğin cesedi birlikte geçireceğimiz hayatın karşılığı olamazdı. “Güney ben!” Sesim hüzünlü çıkmıştı. “Nerdesin! Her şey yolunda mı? Bir şey söyle!” Sesinde bir delilik yapmamdan duyduğu endişenin her rengini görebiliyordum. “Yolunda aşkım! Sadece o sevdiğim gevreklerden almaya çıkmıştım. Geliyorum.” Zahir susup kaderini kabullenmişti ama ben yeniden bir cani olmayı kabullenememiştim. Aracı geri vites yapıp camdan iğrendiğim adamın suratına baktım. “Bitmedi, bitmeyecek! Sen elimi kirlettiğime değmezsin! Senin belanı Allah verecek!”
***
İçim kapkara bir tufanı anımsatırken hava kalbime çöreklenen acıya meydan okur gibi günlük güneşlikti. Elimdeki gevreklerle aracımdan indim. Kırmızı q2’yi yolun yarısında şirketteki sağ kolumdan rica etmiş ve kullandığım aracı bakıma göndermiştim. O dağ yolunda yaşadıklarımdan sonra aracımı tamamen ortadan kaldırsam haksız sayılmazdım. Bir mağazaya girip üzerimdeki o tuhaf kıyafetlerden kurtuldum. Bir gün Zahir’i öldürmediğime pişman olacağımdan neredeyse emindim fakat sevdiklerimi bu kadar çabuk terk etmek kabul edeceğim bir şey değildi.
Kırmızı çiçekleri olan krem rengi bir elbise giyinip saçlarımı yeniden açtım. Elimdeki gevreklerle oğlumun ve sevgili kocamın karşısına çıkmaya hazırdım. Güvenlikli bahçe kapısından girip yaklaşık 50 metre kadar uzağımdaki görüntüye mutlulukla göz gezdirdim. Doruk uzayan saçlarıyla ve bembeyaz dişleriyle beni bekliyordu. Onu böyle sağlıklı bir çocuk olarak görmeye doyamıyordum. Enerjisinin her geçen gün yerine geldiğini bilmek tarifi imkansız bir mutluluktu. Bahçede hafif bir rüzgâr olsa da hava nefis görünüyordu. Elimdeki simitlerle onlara doğru yürümeye başladım. Geldiğimin haberini almış olmalıydılar fakat henüz görüş açılarına girmemiştim. Saçlarımın arasına dolan rüzgara aldırmadan peyzaj mimarisinin eşsiz örneklerinden olan, sıra sıra dizilmiş ağaçların arasından geçmiştim. Telefonumdaki aramayı görünce duraksayıp sarmaşıkların arasında bir süre daha kendimi gizledim. Arayan Mahir’di. Zahir’in arabasına ses bombasını yerleştirmemi sağlayan ve bir hayalet gibi karda yürüyüp izini belli etmeyen zeki bir dostum olduğunu kabul etmeliydim. Israrla telefonumu çaldırmaya devam edince beni daha fazla Güney’in yanında darlamaması için cevap vermeye karar verdim. “ Efendim Mahir! Beni yine sık sık aramaya başladın.”
“Kusura bakmayın hanımefendi! Her gün hasmının arabasına ses bombası döşemem için benden bir kadın ricalarda bulunmuyor sonuçta!” Cızırtılı sese göz devirip dalların arasındaki güzel hayalin tadını çıkardım. “Bunun aramızda bir sır olacağını sanıyordum. Güney ve babam bilmeyecek.”
“Öyle olsun!” Dedi isteksizce. “Ne yaptın peki? Onu öldürdün mü? Gözünü karartmış görünüyordun!” Başımı geriye yaslayıp gözlerimi kapattım. Zahir’in o zavallı hali gözlerimin önüne geldiğinde dudaklarım hafifçe yukarı doğru kıvrıldı. “ Yapmak üzereydim. Fakat oğlumun sesini duymak içimde insan kalan yönlerimi ne yazık ki yeniden harekete geçirdi. Elimi kana bulamak istemedim. Zahir bu kadar kolay, bu kadar çabuk ölmemeliydi. Ondan itibarı da dahil olmak üzere her şeyini almak istiyorum. Sokaklarda süründüğünü görmezsem bana yaşattıklarının bedelini ödediğine de inanmam. Hem…” Duraksayıp ciğerlerimi hava ile doldurdum.
“Hem sen itibarını geri kazanıp mesleğinin başına dönmek istemiyor muydun? Zahir’in ölmesi senin amaçlarına da limon sıkar. Biraz daha sabırlı olacağız. Onu borçlandırdırma işi ne alemde? Adamımız beklenmedik bir sürpriz yapmadı umarım.”
“Şu an için her şey kontrolümüz altında. Kadın çoktan elimize düştü. Adam Zahir’e haber uçurup planlarımızı altüst ederse bunun bedelini en ağır şekilde ödeyecek.”
“Tamam!” dedim sesimi biraz daha kısarak. “ Olabilecek her ihtimali düşünün. Gün içinde sizden haber bekliyorum.” Vedalaşıp telefonu kapattım. Artık yavaş yavaş çözülme başlayacaktı. Zahir oltaya gelmek üzereydi. Önce ağır bir borcun altına girip, iflas bayrağını çekecekti. Sonra da bizden çaldığı her şeyi geri iade etmek zorunda kalacaktı. Sabırlı olmak zorundaydım.
Adımlarım aileme yaklaştıkça sevdiğim adamın yüzü de belirginleşmeye başlamıştı. Elimdeki pakete çatık kaşlarını gizlemeden baktı. Yüzümde kaçıp geldiğim fırtınadan herhangi bir iz taşımıyordum. Tam karşısında durup içtenlikle gülümsedim. “Yorgun görünüyorsun!”
“Yorgunum!” Ona doğru iki adım daha atıp yanağından zarifçe öptüm. “İyi hissedeceksin!” Bana olan şüphe dolu bakışları değişmemişti fakat üstelemek istemediğini de fark etmiştim. “Sen yanımd solduktan sonra kötü hissetmem mümkün mü?” Kahvaltı masasına büyük bir iştahla baktım. “Vay canına harika görünüyor!” Güney yanıbaşımızdaki dazlak, uzun boylu adamı bana işaret etti. “Her şey Pierre Bey’in marifeti… Harika işler çıkarıyor gerçekten.” Sigara böreklerinden bir tane alıp ucunu ısırdım. Homurdanır gibi, “Bunun tadı da nefismiş. Çıtır çıtır… Demek Fransız aşçılar bu kadar iyi işler çıkarıyor. ” Pierre “Teveccühünüz!” Diye başını eğerken ısırdığım sigara böreğini Güney’e uzatıp ısırdığım yerden keyifle yemesini izledim. Onunla her şeyi paylaşmak öyle güzeldi ki bu mutluluktan hiçbir zaman vazgeçemiyordum. Doruk, “ Efsun gelmiş!” diyerek boynuma atıldı. Sare Hanım ve diğerleri de gelmek üzereydi. Babamla birlikte atlara binip kısa bir yürüyüş yaptıklarını biliyordum. Sabaha karşı onların uzaklaşmasını fırsat bilerek kafamdaki planı harekete geçirmiştim.
Etrafımızda birbirinden güzel çiçekler yer almıştı. Bahçe masası ve sandalyeleri yeşildi. Tıpkı göz alabildiğince yeşil olan diğer her şey gibi. Gökyüzü masmavi görünüyordu ve hemen karşımızdaki küçük havuza maviliğini yansıtıyordu. Beyaz bulutlar birer pamuk helvayı hatırlatıyordu. Onları beklemeden masaya oturmak istemediğim için Doruk’la birlikte vakit geçirmek en güzeliydi. Bir sigara böreği daha alıp Doruk’un ağzına tıkıştırmaya başladım. “ Benim küçük kuzum da aç kalmasın!” Ağzı tıka basa dolmuştu. Kenarından dökülen kırıntılara aldırmadan homurdanır gibi konuştu. “Çok lejjetli! Boğulacağım!” Onun küçük bir çocuk olduğunu bazen unutuyordum.
Neyse ki ağzına iliştirdiğim portakal suyu yutması kolaylaştırmıştı. Bizi yan yana bırakıp çimlerin üzerine serdiği örtüden legolarla yaptığı silahını çıkardı. “ Ben artık asker olmaya kayay veydim Supeyman olmayacağım.”
Güney’le birbirimize bakıp kıkırdadık. “Demek süpermandan vazgeçtin!” Dedi Güney onun başını okşarken. Doruk kendinden emin bir şekilde omuzlarını silkti. “Evet! Askey olacağım. En büyük kahramanlay onlarmış. Babam anlattı. Kendisi de askeyde yayalanıp nişan almış! Gazi olmuş!” Oğlumun yeni çıkan kahverengi tonlarındaki saçlarına küçük öpücükler bıraktım. Onları görmeyi öyle hevesle bekliyordum ki sadece bu an için bile bir ömrü harcamaya hazırdım. Yüzünü göğsüme bastırıp bu anı yaşatan Allah’a şükrettim. “Sana her şey yakışır Doruk! Eminim çok güçlü bir asker olursun.”
Güney yanımıza gelip, “Kahraman asker!” Diyerek Doruk’u alnından öptü. 3 Gün önce onun hastalığını tamamen yendiğinin müjdesini almıştım. Ona doya doya dokunmak, öpmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyordum. Pierre, elindeki tabakları Fransız disipliniyle masaya yerleştirirken Doruk gözlerini kısıp silahını ona doğrulttu ve “Bam!” Diye bağırdı. “Aramıza sızan casusu vurdum. Artık o hain bize zarar veremeyecek.” Güney ve ben Doruk’un elini tutup kahkahalara boğulurken Pierre bu durumdan pek de hoşlanmış görünmüyordu. Yüzü bembeyaz olmuş, belirgin bir şekilde bakışları şekilsizce dalgalanmıştı. “Bam bam bam!” Doruk oyuncak silahının namlusuna üfleyip cesur bir şekilde gülümsedi. Pierre ise gerçekten vurulmuş gibi terledi.
Güney Pierre’in yanına gidip sırtını hafifçe sıvazladı. Ben ise anlamsız anlamsız bakmakla yetinmiştim. “Sakin ol Pierre! O sadece bir çocuk! Seninle oynamaya çalışıyor hepsi bu!” Pierre zoraki şekilde gülümsedi. “Haklısınız monşer! Çok zeki ve şakacı bir çocuk!” Sonrasında aynı yapmacık gülümsemeyle, “Madam!” Diye beni başıyla selamladı ve ihtiramla tepsisini alıp yeniden mutfağa yöneldi. Omuzlarımı silkip gülümsemeye devam ettim. Ama tavrı dikkatimden kaçmamıştı. Nihayet babam ve Sare Hanım büyük, Demir kapıda göründü. Yüzlerindeki ılık ifadeye bakınca keyifli bir yürüyüşten geldiklerini anlayabiliyordum.
Babam üzerine kısa kollu spor bir tişört giymiş, altına ise sade, rahat, yumuşak bir keten pantolon tercih etmişti. Sare Hanım ise her zamanki gibi şansını aşırı şık giysilerden yana kullanmıştı. Siyah kalem elbisesini bedenindeki çekici kıvrımları meydan okur gibi gözlerimize düşürmüştü.
“Tam zamanında!” Dedim babamın boynuna atılırken. Sare Hanım’da alışılagelmiş kıskançlıkları görmemek beni memnun etmişti. O buzları çoktan kırmaya başlamıştı. Babam beni alnımdan öpüp belimi kavradı. “Güzelim! Sana da bakındık ama yoktun! Bize eşlik edersin diye düşünmüştüm.” Masaya uzanıp sigara böreklerinden bir tanesini babamın ağzına bıraktım. “Bu sefer yalnız gitmeniz iyi olmuş! Sonrakine sözünüz olsun!” Sare Hanım, masadakileri keyifle, iştahlı iştahlı süzdü. “Vay canına! Bir kuş sütü eksik!”
“Pierre Bey onu da bulur getirir bence!” dedi Güney. Ardından nezaketle sandalyemi çekip kendisi de yanı başıma oturdu. “Demek ondan hoşlandınız. Memnun olmanıza sevindim. Holdingdekileri bayağı sıkıştırmıştım. İşini iyi yapan birini sonunda gönderebilmişler.”
“Şimdilik iyi gidiyor!” Dedim Güney’e yan bir bakış atarak. “Eminim bundan sonra da iyi gidecek!” Birlikte güzel bir kahvaltı yaptık. Babamla geçirdiğim günler bana sadece mutluluk veriyordu. Kötülükler unutulmuştu. Babam da boş durmamış, ben şirketteki işleri idare ederken Zahir’i kanuni yollardan şirketten uzaklaştırmanın yollarını aramıştı. Tüm bağlantılarını kullanarak Zahir’i suçlarından ötürü yargılamaya tabi tutmaya çalışsa da ne yazık ki suçlarını kanıtlayamıyorduk. Basit bir gözaltı ve soruşturmadan fazlası işimize yaramıyordu. Onca uğraş sadece yurtdışı yasağını getirmişti. Zahir bu işlerin kurdu olduğu için ortaya temiz iş çıkarmıştı.
Güney saatini kontrol etmeye başladığında huzursuz oldum. Kısa bir süre sonra da bizden izin alıp uzaklaştı. Kahvaltı sonrası duş için bizi yalnız bırakmış ve hemen ardından çok şık giysiler giyip kokular sürerek aracını hazırlamalarını emretmişti. O aynada saçlarını düzeltirken peşinden odamıza girip arkadan sımsıkı sarıldım. “Işıldıyorsun!”
“Teşekkür ederim!” Alnıma bıraktığı nem hoşuma gitse de içime dolan kıskançlık duygusuna engel olamadım. “Bir iş görüşmesi için gidecektin!”
“Evet! Yeni bir projeksiyon şirketiyle görüşmeye gidiyorum. İlk izlenim önemli. Haftalardır evde oturmaktan ve depremin dinmesini beklemekten çok yoruldum. Artık kolları sıvamalıyım. Aksi takdirde kollarım boş kalır ve silinirim!” Ellerim saçlarını bozmadan hafifçe okşadı. “Böyle yetenekli birini kimse başı boş bırakmaz!”Belimi saran aşk kelepçesiyle beni göğsüne bastırdı. Dudakları dudaklarıma dolu dolu bir öpücük bıraktı.
“Keşke her şey bu kadar basit olsaydı. O silinen sanatçıların hepsi yetenekliydi. Ama hiçbiri üzerine atılan iftiradan sonra piyasada kendine yer bulamadı. Onlardan biri olmak istemiyorum Efsun.” Parmak uçları yanaklarımı sevgiyle okşadı. “Ben bu işi sadece para için yapmıyorum. Şarkılarda özgürlük, aşk, mutluluk buluyorum. Tek derdim para olsaydı babamdan kalan mirasla Holding’teki hisselerimin başına geçer ve iş adamı gibi yaşamaya çalışırdım. Ve inan bana bundan daha az para da kazanmazdım. Ama ait olduğum yer orası değil bunu biliyorum. Ben şarkı söylemek için doğmuşum. Hayallerimi gerçek kılmak için yaşıyorum. Spot ışıklarının altında nefes alabiliyorum.”
Elleri yanaklarımı okşarken tatlı bir sevecenlikle burunlarımızı birbirine değdirdi. Gözleri biraz öncekinden çok daha güçlü ve keskin bakıyordu.”Ceyda’nın benden çaldığı her şeyi geri alacağım. Eğer tek bir hata daha yaparsa bedelini olabilecek en ağır şekilde ödeyecek. Artık saçmalıklarının bir sonu gelmek zorunda! Merhamet etmeyeceğim!”
Ellerini avuçlarımın arasına aldım. “Sana hiçbir şey olmayacak değil mi? Ne maddi ne manevi zarar görmeni istemiyorum. Biliyorsun, o kadın çok tehlikeli biri. Toplumdaki algıları kullanarak kendisini mazur gösterebilir. Buna daha fazla izin veremeyiz. Ona saldırıp herhangi bir davranışta bulunursa sonun hapishane olabilir. ‘Kadın düşmanı’ olarak anılabilirsin.”
“Bunu biliyorum. Ama… Dayanamadım işte!” Göğsünün üzerine küçük bir öpücük bıraktım. Sinirlerine hakim olmayı öğrenmen gerekiyor Güney! Gazetecilerin karşısında ne yazık ki hatalı davrandın. Belki haklıydın ama çok yanlış bir şekilde lanse ettiler. Bunun bir daha tekrarlanmasını istemiyorum. Özellikle de bir kadın söz konusu olduğunda…” Beni daha sıkı bir şekilde sarıp sarmaladı. Dudakları saçlarımın ortadan ikiye ayrıldığı yere küçük bir öpücük bıraktı ve saçlarımın kokusunu doya doya içine çekti.
“Merak etme! Hakkımda yalan haber yapan, eksik görüntülerle itibarıma leke süren herkesi mahkeme koridorlarında süründüreceğim. Yakında bomba patlar!” Omzuma samimi bir öpücük kondurup, “Sen bunları düşünüp üzülme! Olur mu?” Diye sayıkladı. Başımı onaylar gibi salladım ve ona aracına binene kadar eşlik ettim. Direksiyona asılıp büyük demir kapıya yönelmesiyle gözlerim buğulandı. O benden uzaklaşınca kalbim istemsiz deli gibi çarpıyordu. Ona uzak olmak benim için her geçen gün biraz daha imkansız bir hal alıyordu. Zihnimdeki kara bulutları dağıtmak için oğlumun yanına gidip ona en sevdiği keklerden yedirmeye çalıştım.
Güney yaklaşık 3 saat sonra işten döneceğini söylemiş ve büyük bir kutlama yapacağımızın müjdesini önceden vermişti. Kendine inanıyor ve iyi şeyler olacağını düşünüyordu. Sonuç ne olursa olsun yanında olmaktan asla vazgeçmeyecektim. Ceyda’nın bizi ayırmaya asla gücü yetmezdi.
Aklım Güney’de kalsa da babamla ve oğlumla zaman geçirmenin bana iyi geleceğini düşündüm. Birlikte at binip meyve ağaçlarından sepet sepet elma topladık. Bahar geldiği için minik çilek fideleri de boy göstermeye başlamıştı. Gökyüzü masmaviyken güneş bulutların ardında kızıl bir elmayı hatırlatıyordu. Ne yazık ki içime çöreklenen kasvetli duygulardan kurtulamıyordum. Hayatımızda bize zarar vermeyi isteyen insanlar vardı ve ne yazık ki onlara karşı yeterince güçlü duramıyorduk. Bir yanlışın bu mutlu tabloyu darmadağın etmesinden korkuyordum.
Nihayet akşam olduğunda Güney’in eve ulaşmakta olduğunu gördüm. Gün boyu ondan haber beklemiştim. Gözlerim cam duvarın ardında mavi gözlerini bulmuş ve yüzündeki huzursuz ifade canımı sıkmıştı. Onu kapıda karşılayıp gelir gelmez boynuna atıldım. Neşesiz görünüyordu. İş görüşmesinin pek iyi geçmediği ortadaydı. Pierre sofrayı hazırlamaya devam ederken kış bahçesine yönelmek üzere elini tuttum. Dalgın bakışları bana teslim olduğunu hatırlatırken ne dersem yapabilecek bir durumda olduğunu hissettiriyordu.
Bahçedeki salıncağa oturup ona yanımdaki boşluğu işaret ettim. Hiçbir şey söylemeden yanıma oturdu ve dizlerini hafifçe kırarak öne doğru meyletti. “Neyin var?”
“Bilemiyorum!” dedi hüzünlü bir ses tonuyla. “ Aslında oldukça sıcak karşılanmıştık. İş hayatından bazı sohbetler açıp olumlu bir görüşme gerçekleştiriyorduk. Ama sonra mesafeli bir şekilde biz size dönüş yaparız dediler. Birkaç küçük kaza bir anda bu şekilde davranmalarına nasıl sebep oldu anlayamadım.” Dediklerinden hiçbir şey anlamamıştım. Telefonumu kontrol ettiğimde babam tarafından arandığımı fark ettim. Bizi sofraya davet ediyorlardı. Bu neşesiz tavırların onları üzmesinden endişe duyduğum için daha geniş bir zamanda kimse yokken bu konuyu Güney’le konuşmaya karar verdim.
“Şimdi bir şeyler ye! Detaylı bir şekilde her şeyi öğrenmek istiyorum.” Güney hüzünlü bir şekilde başını sallayıp elimi tuttu ve beni yeniden salona yönlendirdi. İçeri girer girmez dönmüş gözlerle bize bakan oğlumu kucaklamak istedim. Fakat Sare hanım buna izin vermedi. “Doruk sen biraz odanda oyun oynar mısın tatlım? Birkaç dakika sonra ben de yanına geleceğim.” Bu gerginliğin ve sıkıntının sebebini anlayamamıştım. Yüzleri mahkeme duvarı gibiydi. Yokluğumuzda ne olup bitmişti böyle?
Doruk omuzlarını silip Sare hanımın gösterdiği yerden ona eşlik ederek yukarı çıktı. Merdivenleri çıkarken omzunun üzerinde hüzünle Güney’e ve bana kaçamak bakmış, bu bakışıyla ikimizi daha da tedirgin etmişti. Babam Güney’in omzuna dokunarak büyük ekran televizyonu işaret etti. “Bundan hoşlanacağızı hiç sanmıyorum! Birileri çok korkunç bir oyun çeviriyor.”
Ekrana baktığımda başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. “Ama bu!”
“Kahretsin!” Dedi eline aldığı vazoyu yere fırlatırken. “Bir işler döndüğünü anlamıştım.” Ekranda siyah, mini elbiseli, siyah küt saçları olan ela gözlü genç bir kızın Güney’in kucağında oturduğunu gösteren bir fotoğraf defalarca her bir detayı gözler önüne serer gibi sunuluyordu. Güney tuhaf bir ilgi ile kıza bakıyor gibi görünse de yüz kıvrımlardaki endişe ve huzursuzluk fark edilmeyecek gibi değildi. “Sesini aç!” Pierre kumandaya asılıp haberin sesini açtı. Güney’in genç bir prodüktörün asistanı ile iş görüşmesi yaptığı ve bu görüşmede bu genç kadını taciz ettiği yönünde iddialar farklı cümlelerle evrilip çevrilip insanlara nakli ediliyordu. Güney sözde genç kadına ahlaksız bir gece teklif etmiş, karşılığında klibinde oynatacağını söyleşti. Reddedildiğinde ise fiziksel tacizde bulunmuştu. Fotoğraf defalarca ekrana gidip geldiğinde ayakta duracak gücüm bile kalmamış, büfeye tutunma ihtiyacı hissetmiştim. Pierre elinde kadehle bir bardak su getirip bana uzattı. Güney ise ilk defa akla zarar küfürler sıralayıp eline ne geçerse bağırarak yere fırlatmaya başlamıştı. Ceyda oyunlarına asla son vermeyecek ve aşık olduğum adamı hapse düşürmeden geri adım atmayacaktı.
Ekrana gelen genç kadını gördüğümde kadehi televizyona fırlatmamak için kendimi zorladım. Olan bitenden duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor, gözyaşları içinde yardım istiyordu. Ceyda tarafından satın alındığını bildiğim halde artık bu olanları kaldıramıyordum. Doruk bunların ne kadar şahit olmuştu bilmiyordum fakat hayatımızın altüst olduğu gerçeğini hiçbir şey değiştirmiyordu. Bir kenara sinip hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu yalanların bir sonu olmak zorundaydı. “Bu kadın neden hayatımızdan çıkmıyor Güney? Neden hala bizimle uğraşıyor?” Sızlanır gibi söylediklerim salonda deliler gibi ileri geri gidip nefretten ateş saçan Güney’i sakinleştirmeye yetmemişti.
“ Bilmiyorum!” Diye bağırdı. Artık onun da sabrının sonuna geldiğini görebiliyordum. “Bana bağırma!” diye yükseldim. “Bağırmıyorum!” Dedi beni yalancı çıkarır gibi. “Olan biten yeterince zorken bir de sen üzerime gel Efsun! Böyle olmasını istediğimi mi zannediyorsun? O kadını asla taciz etmedim. Üzerimde oynanan oyunların ne haddi var ne hesabı! Kaldıramıyorum artık!” Son cümlesini deli gibi bağırarak söylemişti. İlk defa ses tonunun bu kadar yükseldiğini fark ediyordum.
“Sana bağırmamanı söyledim Güney!” Babam araya girip ikimizi de durdurmaya çalıştı. “Böyle hiçbir şeyi halledemezsiniz! Neler oldu Güney!” Güney öfkeden kızaran gözlerini sıkıp yumruğunu bir kez daha duvara geçirdi. Elini acıdığını biliyordum ve ona ilk kez yaklaşmıyordum. Böyle olması gerekiyordu. “Sakin ol! Böyle yaparak kendine zarar vereceksin!” Babamın onu yakasından tutup sarsması Güney’i biraz olsun şoktan kurtarmıştı. Tırnaklarını yüzüne geçirip kolunu büfeye yasladı ve bize bakmayarak sayıklar gibi konuştu. “Sözleşme maddelerini getirecekti. Bir anda kendini üzerime attı. Neye uğradığım şaşırdım. Etrafta bizi kayda alan kimse yoktu. Ama şimdi…” Babama rağmen oymalı sandalyelerden birini yere çarptı. “Böyle bir şeyi halledemezsin!”
“Bıktım artık amaca! Bıktım! Birilerinin hayatımı kaydırmak için çabalamasından yoruldum. Önce Engin şimdi de Ceyda… Bu felaketlerin bir sonu gelmek zorunda! Orada ayaklarının altında çiğnedikleri benim şerefim! Benim onurum!”
“Senin kadar biz de üzülüyoruz. Oğlumun nelere şahit olduğunu düşünüyor musun?” Histerik bir şekilde güldü. “Şimdi tek sorunumuz bu mu?”
“Ceyda’yı en başından hayatına alan sendin Güney!” Kırgınlığı gözlerinden okunuyordu. “Durma! Konuş hadi! Böyle bir zamanda bana unutamayacağım şekilde destek oluyorsun!”
“Efsun lütfen!” Dedi babam. Gidişattan hiç Memnun değildi. Sesi rica yüklüydü. Onu görmezden geli parçam ettim. “ Hâlâ akıl erdiremiyorum! Nasıl bu kadar kör olabilirsin? Bu kadar kötü bir insan olduğunu nasıl bu kadar geç fark edersin?” Üzerime yürüdüğünde bir adım bile geriye doğru atmadım. Babam ikimize de hayretler içerisinde bakıyordu. “Yeter artık saçmalamaya başladınız! Karşınızdaki insanların oyunlarına karşı birlik olacağınıza tam da onların istediği gibi birbirinize düşüyorsunuz.
Güney bana ölümcül bir bakış atıp ceketini bile almadan kapıya yöneldi. Ardından sinirle odama kapanıp dakikalarca yatağıma uzanarak kıvrandım. Bu yalan canımı yakıyordu. Gerçek olmadığını bilmek bile içimde kopan fırtınaları dindirmeye yetmiyordu. Güney’in hayatının bir döneminde yanlış bir insana kalbini açması bizim ilişkimize zarar vermeye başlamıştı. Gerekeni yapmaktan çekinmeyecek Ceyda’ya yaptıklarının bedelini ödetecektim. Oyununun karşısında gerçek bir düello bulacaktı. Onu pişman edecektim.
Telefonuma beklediğim mesaj geldiğinde hızla yerimden doğrulup üzerime ince bir manto geçirdim. Saçlarımı ortadan ayırıp iki yanıma dümdüz olacak şekilde bıraktım. Aracıma binip dakikalar sonra kendimi Güney’in bulunduğu mekana attım. Kırmızı kalın perdeler vardı. Kahverengi parke zemin cilalı görünüyordu. Duvarlarda meşaleyi andıran aksesuarlar bulunuyordu. Disko topuzu loş ışığın etrafta süzülmesine sebep oluyordu. Mekanın oldukça sakin olduğunu kabul etmem gerekiyordu. Güney buraya bu saatte boşuna gelmemişti. Burası ön planda olmak istemeyen sanatçıların katıldığı küçük bir kulüptü.
Güney büfeye yaslanmış bir şekilde içeceğinden bir yudum aldı. Ceyda’nın da hemen yanı başında olduğunu fark etmemek imkansızdı. Derin dekolteli elbisesiyle mekana göre gereğinden fazla şık bir hali vardı. Beni fark etmemeleri için sırtını duvara yaslayıp onları izlemeye başladım. Ceyda yüzündeki itici tebessümle Güney’i süzdüğünde sabır kotamı çoktan doldurmaya başlamıştım.
“Bence daha fazla içme!” Dedi ürkütücü bir ses tonuyla. Güney ise onu dinleyecek durumda değildi. Ceyda, elindeki kadehin ağız kısmına işaret parmağının uçlarını kullanarak yuvarlak hareketlerle dokundu . Dişil enerjisini Güney’in gözüne sokmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. “Benimle uğraşma! İlişkim berbat durumda! Senin yüzünden her şeyimi kaybetmek üzereyim!” Ceyda şuh bir kahkaha patlattı. Kıvırcık bir hale getirdiği kabarık saçlarını pavyon güzeli edasıyla omuzlarından geriye doğru savurdu. Dudaklarında vampir kadın hissi uyandıran taşırılarak sürülmüş bordo renk bir ruj vardı. Aşırı kalın ve dolgun dudakları olduğu için yapmacık bir dudak hareketi yapmaktan kurtulamıyordu.
“Sonunda gücümün farkına vardın! Sana yanlış yapmamanı söylemiştim. Seni bu piyasada parlatan bendim. Parlattığım gibi söndürmesini de en iyi ben bilirdim. Kariyerin berbat durumda Güney Tunç Atasoy. Beni hayatında tuttuğun kadınla kıyas edemeyeceğini anlamış olmalısın.”
Güney hüzünlü yüz ifadesiyle, “Beni hiç sevmemiş!” diye mırıldandı. Perişan görünüyordu. Saçları dağılmış gömleğinin ilk üç düğmesi kopmuştu. “ Seni benden daha çok hiç kimse sevemez Güney!” Güney’in sessizliği sinirlerimi bozmuştu. Şu an yapmasını istediğim tek şey ona benden başka hiç kimseyi sevmediğini söylemesiydi. Bunu tam da şu anda yapmayacağını biliyordum. “ Eskiden seninle buraya sık sık içmeye gelirdik. Güzel günlerdi…”
“Beni başımlı yapan sendin!” Ceyda gülümserken Güney fazlasıyla kızgındı. “Ben kontrolümü kaybetmedim Güney! Zayıf halka sendin!” Güney bakışlarını önüne çevirdi. Ceyda ise onu sıkıştırmaya kararlı gibi görünüyordu. “Onunla benim olduğun gibi değilisin. Hayatına uyum sağlayamıyor. Seninle içip derdini paylaşmayı bile beceremiyor. Farklısınız!” Ceyda kadehini Güney’in elindeki kadehe çarpıp “Şerefe!”dedi. “Beni sevmiyor. Belki de sadece hayran! Peşimdeki diğer kadınlar gibi… Ve bunun farkında bile değil!” Ceyda dudaklarına hevesle bakarken şapşalca sırıttı. “Bunun farkında bile değil! Aşık olduğunu sanıyor ama aşk yok! Bu gün daha iyi anladım. Ben kaybettikçe o da tuzla buz olan aşkının farkına varmaya başladı. Şimdi tek hissi acıma ve hayal kırıklığı…”
“Ben sana olan hislerimden bir şey kaybetmedim.” Ceyda bileğine dokunduğunda Güney tepki vermedi. Ben ise daha fazla beklemeye tahammül edemeyecektim. Hızlı adımlarım arkalarını dönmelerine sebep oldu. “Güney!” Sesim sert çıkmıştı. Bakışları anlık benimle Ceyda arasında dolaştı. Bir açıklama yapmak ister gibi bir hali yoktu. “Demek ilk kavgamızda teselli için kendini eski sevgilinin kucağına bıraktın. Vay canına! Yeniden muhteşem bir çift olmuşsunuz!”
Sert bakışları üzerime mıhlandı. “Efsuuuuun!” Kolumdan tutup beni kendine yaklaştırdı. “Hiçbir şey bilmeden böyle konuşamazsın!” Kolumu çekip onu sertçe ittim.
“Bir şey söyleme Güney! Madem onunla olmak istiyorsun, özgürsün! Ben onun gibi seni yanımda zorla tutacak değilim!” Ceyda’ya iğrenerek bakıp, “Hala korumaya çalıştığım bir gururum var!”dedim tükürür gibi.
“Yeter artık! Sadece kendini düşünmenden, kendi sorunlarını öncelemenden yoruldum. Dünyada bir tek sen yoksun Efsun Taşpınar!” Biz birbirimizi yedikçe Ceyda zevkten dört köşe oluyordu. “Dök eteğindeki taşları!”dedim daha büyük bir öfke patlamasıyla. Suratımdaki alaycı ifade evlere şenlikti. “Benim gibi bir kenar mahalle kızını kendine hiçbir zaman layık bulmadığını da söyle!”
“Efsuuuuun!”diye bağırdığında Ceyda ile arasında kalan şarap kadehini alıp içindeki sıvıyı yüzüne çarptım. “Bitti Güney! Bitti!” Ceyda kahkahalarla gülerken arkama bile bakmadan ağlayarak çekip gittim. Artık hesap vakti çoktan gelmişti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 5.28k Okunma |
440 Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |