Medya: Gökhan Türkmen (Mahşer)
Mikseri cam kabın içine daldırıp yumurtaları içimden çağlayan gri bir öfkeyle çırpmaya başladım. Ardından büyükçe bir bardak şekeri hemen kabıma ekleyip yumurtayla birlikte köpük köpük olana kadar karıştırdım. Gürültülü bir şekilde burnumu çektiğimde beynim neredeyse yerinden hoplayıp cambazlık yapacaktı. “Demek birbirimizde iz bıraktık ha! Hain!”diye sayıkladım. Yeterince köpük köpük olduğundan emin olunca havuçlarımı kaba sıvı yağ ve sütle birlikte ilave ettim. Onları kuru malzemeler takip etmişti. Mikserle cebelleşmiş, üzerimdeki limon desenli krem rengi elbiseyi krem önlüğüm sayesinde kısmen koruyabilmiştim. Saçımı gevşek bir at kuyruğu yaparak enseme yakın toplamıştım. Alnıma dökülen birkaç tutam dışında kekle bağlantıları kalmamıştı.
“Çekip gitti işte! Yine gitti.” Keki yağlı kalıba boşaltıp işaret parmağımla kabın dibinde kalanları sıyırdım. Birkaç ağız şapırdatmanın yanı sıra gözümden dökülen yaşlar yanaklarımı yeniden istila etti. “Hep suç bende. O pisliğe fırsat veren bendim. Onu oracıkta öldürmeliydim. Lanet olsun içimdeki insan sevgisine!” Fırından gelen kokular eldivenleri kaptığım gibi terliklerimi mermer zeminde çatlak sesler çıkartarak sürümeme sebep oldu. “Neyse ki yanmadan yetiştim.” Bu beşincisiydi. Yaptıklarımla bir ordu doyardı.
“Günaydın bebeğim! Bu ne telaş böyle!” Unlu elimi farkına bile varmadan yanağıma sürdüm. “İyi diyelim iyi olsun. Yani!” Omuz silktim. “Allah belamı verdi ama can çekişerek de olsa yaşamaya çalışıyorum desek daha doğru olur.” Babam genzinden hırıltılı bir şekilde güldü. Elinde bastonu, mavi tişörtü ve yumuşak kot pantolonu ile salaş, yakışıklı bir görüntüsü vardı. “Demek kek yaptın!” Burnumu çekerek emme basma tulumba gibi başımı indirip kaldırdım. İç çektim. Güney gideli iki gün olmuştu. O yokken iyi hissedemiyordum. Bir yanım hep eksikti. Kırık döküktüm. Hayatını geri kazanmıştı ve ben onu belki de tamamen kaybetmiştim.
Nemlenen bakışlarımı saklamaya çalışınca yanıma gelip yüzümü örten tutamları geriye çekti. Çenemden tutup mavi gözlerimi yüreğine işledi. “Neyin var bitanem? Kaç gündür iyi hissetmiyorsun! Farkındayım. Odalara kapanmaların, iştahsızlığın! Tatlı bile yemedin!” Son sözü yalancı bir şekilde gülmeme sebep oldu. Tatlı yememiştim. Küçük kıyamet… Efsun dolaptaki o kocaman çilekli pastayı şu zamana kadar nasıl olur da yemezdi?
“Beni düşünme baba!” Ellerim omuzlarını tutup yavaşça hazırladığım masaya yönlendirdi. Sandalyeyi çekip oturması için koltuk altlarından ve omuzlarından tutarak yardım ettim. “Kek yaptım. Sıkma portakal suyu da var. Afiyetle yersin!” Ellerimi lezzet şöleni sunar gibi şıklattığımda benim aksime oldukça neşeli bir şekilde göz kırptı. Yüzü gülüyordu. Keşke ona tebessüm ederek mutluluk saçabilseydim. Ben keki yeniden fırına yerleştirirken o da beni uzaktan keyifle izliyor, ara ara da elindeki gazeteye göz atıyordu.
Şermin alı alına moru moruna karışmış bir vaziyette geldi. Üzerinde siyah kalem eteği, beyaz kolalı gömleği ve beyaz dantelli, beyaz güpürlü önlüğüyle her zamanki hoş İngiliz hizmetlisi imajı çiziyordu. Sağ yanağındaki benle benim salaş duruşumun aksine disiplin üstüne disiplin kokuyordu. Daha önce kocası çalışmak için Almanya’ya gitmiş, orada da bir Helga bulup karısını bırakarak yerleşmişti. Zavallı Şermin de kimseye muhtaç olmadan yaşamanın derdindeydi.
“Doruk Bey yine terör estiriyor.” Dedi El-Kaide lideriyle mülahaza yapmış gibi. Onu gören esir kampına düştüğünü falan sanırdı. “Vay haylaz! Yoksa sana da mı oklarla saldırıya geçti?” Şermin korku dolu gözlerini babama dikip “Öleceğimi sandım!” Diye sızlandı. Şermin’e kalıptan tabağa boşalttığım kekelerden irice bir dilim hazırladım. Daha fazla kilo almamam için o keklerin bitmesi şarttı. “Korkma! Ben onunla konuşur, davranışları konusunda uyarırım. Oyun yaptığını zannediyor. Hastalığı döneminde hepimiz fazla yakın davrandık, biraz yaramazlaştı.”
O sırada Doruk’un kendini elindeki ok ve yayla mutfağa daldırması bir oldu. “Dan dan dan dan!” Bu sefer okun hedefinde ben ve babam vardık. “Elleyinizi hemen kaldıyın! Ben vahşi Batı’dan gelen kovboyum. İsmim Ok atan Boğa!” İsmini duyunca babamla kızgın olan yüzlerimiz anında yumuşadı ve birbirimize bakıp kahkahalarla güldük.
“Gel buraya ok atan boğa!” Başını kollarımın arasına alıp ellerimle saçlarını dağıtmış ve haylazca yanaklarını sıkmıştım. “Yaaaaa saçlarım!”diye sevimli bir şekilde itiraz etti. “Ne olmuş onlara!”
“Bozulmuş! Dağıttın saçlayımı Efsun! Onlayı çok güzey tayamıştım!” Sinirlendirmek için saçlarıyla uğraşmaya devam ettim.
“Demek bunları taradın ha! Benim oğluşumun cici saçlarını…” Oğluşum lafım bakışlarının bana dönmesine ve kaşlarının aniden çatılmasına sebep oldu. “Oğluşum…” Doruk’un gerçekleri bildirmediği şimşek hızıyla aklıma yerleşti. Pot kırmıştım. “Yani ben şey…” Babam yardımcı olmak ister gibi ayaklanırken ortamı Sare Hanım’ın sesi doldurdu. “Bebeğim!” Suratında sevgi dolu bir gülümsemeyle oğlumun yanına geldi ve yanaklarını sevgiyle okşadı. Doruk bu ilgiden oldukça memnun görünüyordu. Ben ise dokunsalar ağlayacak bir durumdaydım. “ Uyanınca seni göremedim. Demek buradaydın!” Gözlerimin önünde oğluma sımsıkı sarıldı ve alnından zarifçe öptü.
“ Efsun’la oyun oynuyoyduk.” Doruk’un gözünde hâlâ Efsun ablası olmak canımı yakıyordu. Bunca emek ve hasretin sonuncu ona uzaktan hasretle bakmaktı. Oğlum beni ablası Sare Hanım’ı da annesi olarak görüyordu. Belki de gerçekleri ona söylediğimde büyük bir travma yaşayacak ve beni annesi olarak kabul etmek istemeyecekti.
“Minik kahraman oyununa devam edebilir ama önce sütünü bol bol içip kaymak ve bal yiyecek. Bir de yumurta!” Doruk yüzünü buruşturup hayran olduğum mimiklerini kastı ve eliyle iğrenir gibi ağzını kapattı. “Ay ballı yumurta!” Sare hanım yanaklarını sıkıp hemen yanındaki sandalyeyi çekti ve onun tabağına bahsi geçen kahvaltılıklardan eklemeye başladı. “Dün biraz öksürüyor gibiydin tatlım! Miden de ağrıyordu! Şermin’e söyleyelim de sana nane limon kaynatsın. Hatta içine şeker yerine bal koyalım. Sen limonu çok seversin!” Bir solukta tatlı tatlı söylediği bu sözler bakışlarımın daha da nemlenmesine sebep oldu. Ben oğlumun kahvaltıda bal kaymak yemekten hoşlandığını bile bilmiyordum. Ona bu zamana kadar hep tatlı şeyler içirmiş, ekşi bir şeyi arzulayacağını düşünememiştim. Benim bilmediğim bunca detayı Sare hanım zihnini zorlamaksızın hatırlıyor ve onun için hazırlıyordu.
Kursağımı tıkayan iğneler nefes almamı daha da imkansız hale getirdi. Boğulur gibi olduğunda mutfak önlüğümü çıkarıp nefes almak için genişçe bir salonu ardımda bırakıp kış bahçesine yöneldim. Ben içimdeki ağlama isteğini güç bela bastırırken omuzumdaki bir elin beni teskin eder gibi yanıbaşımda belirdiğini hissettim.
“Onu annesi olarak kabul ediyor. Birbirlerini çok seviyorlar! İyi bir anne-oğul olduklarını kabul etmemiz gerekiyor.” Babam bana sımsıkı sarıldı. Neler yaşadığımı neler hissettiğimi çok iyi anlıyordu. “ Aralarındaki ilişki benim için değerli fakat Doruk’un annesi sensin Efsun! Sare kabul etmeliyim ki ona bunca zaman iyi baktı. Anne oğul olduklarını kabul etmekte inan hiç zorlanmadım. Ama gerçekler farklı! Bugün pedagogla bir randevu alıp Doruk’a gerçekleri açıklama konusunda uzman yardımına başvurmalıyız. Uzman derdimizi torunuma doğru bir şekilde anlatmamızda yardımcı olacaktır. Zümra hanım alanında çok başarılı bir pedagogtur.”
Elimin tersiyle yanağımdaki yaşları sildim. Bu benim kaçıncı yıkılışımdı bilmiyordum. Güney çekip gitmişti. Aslında yanımda olmasına öyle çok ihtiyaç duyuyordum ki kelimelere dökmek bile anlamsızdı. Evimizdeki kameraları fark ettiğimiz gün çekip gitmişti ve beni iki gündür aramak aklının ucundan bile geçmemişti. Arkasından iş çevirmemden hoşlanmıyordu ve ben her seferinde sevdiğim adamdan bir şeyleri gizlemek zorunda kalıyordum. Zahir’le aramızda yaşanan o olaylar benim yine ani deli kararlarımın bir neticesiydi. Onu öldürebilirim sanmıştım. O karanlık kötü ruhlu adamım hayatımızdan tamamen çıkması için kendimi feda etmeye hazırdım. Yanılmıştım. Sevdiğim adamın ve oğlumun sesini duymak kafamdaki şeytanları susturmuş ve tek bir hamlemle mahvedeceğim adamı geride bırakmaya karar vermiştim.
Sadece gaza son kez basmam gerekiyordu. Bu şekilde onu sindiği yerde ezip yaşayamayacak kadar perişan bir hale sokacaktım. Olmamıştı. Olmadığı gibi söz konusu olaylar Güney’in kulağına gitmişti. Benim gerçek bir sabıkalı olduğumu hatırlamış olmalıydı. Böyle biriyle birlikte olmak istememesini anlardım ve ona diyecek hiçbir sözüm kalmazdı.
O ben gözyaşları içinde ardından bakarken çekip gitmeye karar vermişti. Güney’e derdimi anlatamamış, “Yalvarırım gitme!” diyememiştim. Haklıydı. Benimle birlikte olduğu sürece başı beladan hiçbir zaman kurtulamayacaktı. Belki de gitmesi en doğrusuydu.
“Kızım iyi misin? Şu sıralarda çok sessiz görünüyorsun! Bilmediğin bir şey mi var?” Gülümsemek istesem de dudaklarım isyan eder gibi birbirine yapışmıştı. Gözümden damlayan yaşlar ise babamın bakışlarından gizli değildi. Elleri saçlarımı geriye çekip yüzümü açığa çıkardı ve gözleri hasret kaldım o şefkati yüreğime dokundu. “Şşşşş! Benim güzel meleğim neden ağlıyor? Neden konuşmuyor, açmıyor derdini?”
“Çok mutsuzum baba! Kafam karmakarışık! Neyin doğru neyi yanlış olduğunu anlayamıyorum. Güney’i çok seviyorum ama derdimi anlatamıyorum. Önce Ceyda’nın yaptıkları ardından Zahir ve saçmalıkları… Biz mutlu olmak istesek de bir şeyler hep buna engel oluyor. Ayaklarımız birbiri için atan kalplerimize rağmen birbirine dolaşmaktan kurtulamıyor.” Omuzlarımı kabullenmiş gibi hıçkırıklarımı destekleyecek şekilde sarstım. Yüzümdeki ifade ve duruşun mızıkçılık yaptığı için oyundan atılan zavallı bir kız çocuğu gibi çaresizdi. Biz mutlu olmak istedikçe hayat bize yav he he demekten çekinmiyordu.
“Zaten ciddi bir uyum sorunumuz olduğu en başından beri ortada. Olmayacak galiba! Bir aile olmayı beceremiyoruz. Daha doğrusu…” Tüm suçu kabullenir gibi sersem bir şekilde gülümsedim. “Ben beceremiyorum sanırım! O en başından beri beni koruyup kollamaya çalışıyor. Elimden tutuyor, yüreklerimiz birbirine ait olsun diye çabalayıp duruyor ama ben…” Ciğerlerimdeki efkarlı nefesi bırakıp dişlerimi alt dudaklarıma geçirdim. Canım o kadar çok yanıyordu ki dudaklarımdan kan sızması umurumda bile olmamıştı.
“Sanırım onun için doğru insan değilim baba! Aslında bunu en başından bu yana fark ediyorum. Nereye gitsem kenar mahalle dilberi sözünün muhatabı oluyorum. Ben onun gibi yetiştirilmedim. Mutlu bir ailem de olmadı. Hep tek başıma mücadele ettim. Çoğu zaman harcanıp bastırıldım. Kokteylleri bilmem, partilerin aranan yüzü olduğumu da kimse söyleyemez. Onun cafcaflı dünyasına nefes aldığım müddetçe hep yabancı kalacağımı biliyorum. Belki de en başından beri ikimizin gerçeği olan bu konuyu enine boyuna düşünmenin zamanı geldi.”
Babam çenemi tutarak hafifçe başımı kaldırdı. “Sen benim kızımsın! Hiç kimseden daha az değerli olduğunu düşünmedim, düşünmem. Güney’in bunları sorun ettiğini sanmıyorum. Senin yaşadığın ortamın onun dünyasından farklı olması bu ilişkiyi yürütmek için aranıza bir engel teşkil edemez. Eğer mesele buysa sen benim olan her şeyin sahibisin! Bundan çok daha iyi yerlere gelmeye de layıksın! Ne Güney senden üstün ne de sen diğerlerinden aşağısın! Bırak şu düşünceleri artık.” Burnumu çekip bakışlarımı gökyüzüne diktim. Mavi bir örtü, uçuşan kuşlar ve serçe sesleri her yerdeydi. Fakat ne yazık ki bunların hiçbiri benim için bir şey ifade edemiyordu. Kalbime çöreklenip kalan olumsuzluklar içimdeki yangının kulaklarıma kadar tırmanmasına sebep oluyordu.
Babam elimden tutup bahçedeki örme, hasır sandalyelerden birine oturmamı sağladı. “ Güney’le konuşacağım!” Kalbimin çarpıntısının çığlık çığlık göğüs kafesimden yükseldiğini hissettim. “Lütfen yapma bunu! Onu daha fazla kızdırmak ve üzmek istemiyorum. Biraz zaman tanımalıyız birbirimize. Dönüp gelecek biliyorum. O benden uzak kalamaz. Ben de ondan!”
Aslında babama anlatmak istediğim çok fazla şey vardı, fakat hastaneden çıkalı bir aydan fazla olmamıştı. Zor günler atlatmış ve doktordan dikkatli olması yönünde ciddi tavsiyeler almıştı. Onun artık eskisinden daha hassas olduğunu biliyordum. Bu yüzden Zahir ve Ceyda ile ilgili hiçbir şeyin onu daha fazla üzüp yormasına müsaade etmiyordum. Kamera meselesi bir yana Mahir’le planladığımız hiçbir şeyden haberi yoktu. Bir süre daha olmayacaktı.
“Bunları duyduğuma sevindim! Şu Doruk meselesini en kısa zamanda halletmeliyiz kızım. Buna ne kadar geç kalırsak o kadar zararlı çıkacağız.”
“Bilmiyorum baba! Doğru olanı yapıp yapmadığımdan emin değilim.” Babam kaşlarını kaldırıp sözlerimin devamını kollarken bazı şeylerin artık benim için hayal olabileceğinin farkındaydım. “ Doruk Sare Hanım’ı annesi olarak görüyor. Bunca zaman onun elinde büyüdü. Onu annesi bildi. Korktuğunda ona sığındı, kendini hep ondan bir parça olarak gördü. Şimdi bir anda karşısına çıksam! Yüzümdeki en samimi tebessümle ben seni dokuz ay karnında taşıyıp emziren ve en acı şekilde kaybeden annenim desem ne değişir ki? Beni kabullenceğini zannetmiyorum. O Efsun ablasını sevdi. Aynı Efsun’u annesi olarak kabul etmedi. Bu saatten sonra da kabul eder mi bilmem!” Sesim kısıldı. Dudaklarım titredi ve kalp çarpıntım göğüs kafesimi dövmeye başladı. Acılarımı bedenimden uzaklaştırmak ister gibi yaralı yaralı gözlerine baktım.
“Ya onu tamamen kaybedersem! Ya söylediklerim yüzünden benden nefret ederse! Beni annesi olmaya layık görmezse! Bu ihtimalleri düşününce dilimi kökünden kesip koparmak istiyorum. Burada en azından yanındayım. Onu sevebiliyorum, sarılıp öpebiliyorum. Gülüp dalga geçme ne olur! Bunca zaman hasretten yanıp kavrulmuş bir anne için bunlar çürüyüp tamamen bitmiş bir cesedin can suyuna batıp çıkması gibi. Yeniden yaratıldım sanki! Ruhum yeniden hayat buldu! O güzel çocuğa sarılıp öpmek bana dünyadaki en büyük armağan. Şimdi bu armağanı kaybetme ihtimali bile benim için ölümcül. Hiç değilse büyüdüğünü görüyorum. Aynı ailenin içinde bana sevgiyle bakmasının verdiği o güzel hisse sarılıp uyuyabiliyorum. Bir gün bunlar yeniden lüks olursa nasıl yaşarım bilmiyorum. Artık böyle bir ihtimale katlanamıyorum.”
Elimi elinin üzerine koyup yağmurdan kaçan küçük bir serçeyi ısıtır gibi parmaklarımı sıkıp güçlendirdi. “Neler hissettiğini anlayabiliyorum. Talih işte! Ben senin hasretinle yaşamaya dayandım bunca zaman. Canımdan bir parça olarak gördüğüm sen de kendi evladının hasretiyle yaşıyorsun. İkimiz de kaybetmekten korktuğumuz için susup bir yabancı olarak sevdiklerimizin hayatında yer edinmeye çalışıyoruz. Çok sancılı oldu bizim kavuşmamız!” Yanağımı baba şefkatiyle okşayıp gülümsedi. Yıllara meydan okuyan güçlü güzel dişleri ve gülümsediğinde hafifçe kıvrılan burnu kalbimde kabuk bağlayan yaraları yumuşatmıştı.
“Ama birlikteyiz işte! Hep seninle şöyle yan yana oturup sabah güneşine karşı kahve içmeyi isterdim. Senin yaptığın keklerden yemek bile kısmet oldu şimdi. Neden o güzel talih Doruk ve senin için gerçekleşmesin?”
“Senin varlığın bile hayata bir başka bakmama sebep oluyor baba. Bundan sonra hiç ayrılmayalım olur mu? Bize verilen bu ikinci şansı en güzel şekilde doya doya yaşayalım.”
“Yaşayacağız güzel kızım! Ne Zahir ne de bir başkası buna engel olamaz.”
***
“Vay canına! Sen bu işi biliyorsun Efsun! Ne yalan söyleyeyim başta ölme endişesiyle ağzıma keklerden almak istemedim ama beni düşüncelerimden utandırdın !” Kekden bir çatal daha alıp büyük bir keyifle ağzımda öğütülüşünü hissettim. “Bu sefer şeytanın bacağını kırdım galiba Melis! Gerçekten kekim harika olmuş! Doruk tam dört dilim yedi. 2 dilim kadar da babam yedi. Sare hanım bile diyeti bırakıp iki dilim yedi, düşün!” Melis kahvesini keyifle yudumlarken homurdanır gibi konuştu. “ Sare hanım bile diyet bozduysa gerçekten iyi iş çıkarmış olmalısın.” Elimizde kek tabaklarıyla oğlumun koşuşturarak etrafta oyun oynadığı noktaya bakıyorduk. Güney gittikten sonra ilk defa yüzümün biraz olsun güldüğüne şahit oluyordu. Melis’le aramız aynı evde yaşamasak da gayet iyiydi. Onunla aramızda geçen bütün kötü şeyleri unutmuş ve yeniden dostluğumuzu perçinlemeye karar vermiştik.
“Biraz daha yersem patlayacağım!” dedi tabağını hafifçe avuç içi ile iterek kendinden uzaklaştırırken. Küp gibi olan karnıma bakınca benim halimin de ondan daha iyi olmadığını anlamıştım. “Gerçekten bugün epey yürüyüş yapmam gerekecek. Fazlasıyla kalori aldığımı düşünüyorum.” Tabağı önümüzdeki sehpanın üzerine bırakıp sırtımı iftardan sonra göbeğinin üstüne çay bardağı koyan dayılar gibi geriye bıraktım. Tombul Güvercinimi görmek bana kendimi çok iyi hissettirmişti. Zahir denilen o patlak tekerleği düşünmüyordum bile.
“Uzun zamandır bu konuda konuşmadık ama artık meraktan delirme noktasındayım! Ne oldu sizin iş? Levent’le yani…” İşaret parmağımı birbirine yaklaştırıp bir çift olduklarını hatırlatır gibi tatlı tatlı sırıttım. “Hiçbir şey olduğu yok! Yani biliyorsun işte! Yaptıklarını unutamıyorum. Açık açık bana gelip pişman olduğunu söylemedi ama davranışlarından zamanı geriye almak istediğini anladım. Birbirimizi çok incittik!” Levent’in adı geçince dişlerimi öfkeyle gıcırdatmaktan kurtulamadım. “Ah be tombul Güvercinim! Ne desem bilemedim şimdi! O Levent’in başını sarımsak döveceği ile ezmek istiyorum ama seni düşününce vazgeçiyorum.”
“Neden vaz geçiyorsun? Ez onu! Ağzına dinamit döşe! Sırtüstü dereye yuvarla!” Dişlerini sıkıp kekimi çatalla mırdar etti. Benim adım sabıkalı esas katil yanımdaymış da haberim yokmuş! “Hatta bence balyozla ezmeliyiz onun başını. Evet en iyisi bu! Engin’le biraz samimi oldum diye ilk fırsatta kendisine sarışın bir bomba buldu o! Resmen aklı sıra bana ders vermeye çalıştı. O kadından ayrılmış olması bizi tekrar bir araya getirmek için yetersiz. Bir daha ona güvenemem. Ben çoktan vazgeçtim!” Burnunun ucunu sıkıp kaşlarını çatışındaki tatlılığı keyifle izledim.
“Şu kalbinin altındaki kelebekler de aynı düşüncede mi acaba? Neden bilmiyorum adı geçtiğinde yine bakışların bir başka oluyor! Bedenin ısınıyor!” dedim biraz daha tutkulu bir ses tonuyla. “Elin ayağın birbirine savaş açıyor sanki heyecandan. Dilin öyle söylüyor ama gözlerin bambaşka şeyler yumurtluyor. Bence sen bu kadar çabuk kestirip atma. Aşk öyle unutulacak bir şey olsaydı onca yaramazlığımdan sonra Güney beni çoktan bırakmış olurdu.” İç çektim. Efkarlanmıştım. Kendimden uzaklaştırdım kek tabağını alıp kocaman bir dilimi ağzıma tıkıştırdım. Canım istemese de deli gibi kekin ağzımda bıraktığı tada muhtaçtım.
“Boğulayum! Hem de hemon!” Dedim homurdanır gibi. Ağzımdakini yutup kedi uysallaığıyşa devam etti. “ Belki Güney hemen geri gelir. Onu şimdiden çok özledim. Sen de Levent’i özledin biliyorum. Bırak inadı da kavuşun artık!”
“Biz sadece arkadaşız Efsun! En başından beri aramızda bundan başka hiçbir şey olmadı biliyorsun!”
“ Büz sadeco arkadaşuz!” Diye taklit ettim. “tabi canııııım!” dedim dalga geçer gibi. “Siz zaten en başından beri hep arkadaştınız. Arkadaş olduğunuz için birbirinizi kıskanıyorsunuz. Arkadaş olduğunuz için birbirinizi her baktığımda aşkla süzüyorsunuz.” Eğilip çenesini hafifçe tıklattım. “ Tatlım bence bu arkadaş numaralarını bir kenara bırakmalı ve kendine karşı dürüst olmalısın. Siz bal gibi de birbirinize aşıksınız. Şu saatten sonra arkadaş falan da kalamazsınız. Koca koca insanlarsınız! Oturun bir kafede güzel güzel konuşun işte! Affedin birbirinizi olsun bitsin!” Melis’in Levent’i bir başka kadınla gördüğünde nasıl hüngür hüngür ağladığını hatırlıyordum. Bir başkasıyla evlenme ihtimali arkadaşımı darmaduman etmişti. O anı hatırlatmak için dirsekle kolunu hafifçe dürttüm.
“Yoksa gidip nikahında şahitlik falan yapacaksın!” Kulak memesini çekip öpücük atar gibi dudaklarını kavuşturdu ve tahta sehpaya vurdu. “Aman Allah korusun! Nişan tepsisini falan da taşıtırlar şimdi! Gerçi ayrıldılar ama memleketteki tek kız da o sarışın değil sonuçta!”
“Birbirinize karşı dürüst olmazsanız bu gidişle kankalıktan öteye gidemeyeceksiniz. Akıllı ol Melis! Aşk herkesle yaşanmıyor. Levent bir hata yaptı. Bu saatten sonra sana düşen kalbinin sözlerini kulak ardı etmemek.” Melis başını sallayıp omuzlarındaki sevda yükünü hüzünlü bakışlarıyla dağıtmaya çalıştı. “Elveda demek çok zor Efsun!” Çaresizce dönüp dolaşıp aynı beyaz bayrağı sallamıştı. “Levent benim tüm çocukluğum. Hatıralarım! Korkularım… Neşem, acım… Onu çıkardığımda geriye hiçbir şey kalmıyor. Kalbimin bir yanı eksiliyor sanki. Kirli pençeler ikimize ait olan hayat fotoğrafını tam ortadan yırtıp umutlarımızı paramparça ediyor.” Öfleyip püfledi. “ Ne zormuş aşktan, sevdadan geçmek. Deli gibi özlerken rol kesip arkadaşlık maskesine saklanmak. Beceremiyorum galiba sevmeyi. Becersem bile kavuşmak asla tamamlanamayacak bir şiir gibi geliyor.”
“Ah! Güzel Melis! Canının bu kadar acımasına dayanamıyorum. Seninle demlik demlik çay yapıp ince belli bardakta tokuştura tokuştura içmek istiyorum.” Melis’in kaşları havalandı. “Ya! O şey değil miydi? Rakı sofrası… Kadeh falan!” Ellerimi mahallede horoz kavgasına hazırlanan Ayten teyze gibi belimde buluşturdum. “Sağlığımız değersiz değil! İçki çok zararlı ve bağımlılık yapan bir madde. Bana üzüldüğümde dumanı üzerinde tavşan kanı çay da yetiyor. Aklım yerinde kalsın ki doğru düşünebileyim!” Melis kahkahayı patlattı. “Kızım sen masal dünyasından çıkıp gelmiş gibisin. Sendeki akıl adamı yarı yolda koyar anca! Büyük annesine yemek götürürken kötü kurt tarafından mideye indirilen kırmızı başlıklı çıtırla aynı parkurda yer alıyorsunuz.” Biraz önceki hüznünün aksine kahkahalarla gülmeye başlamıştı. Biz ikimiz uzun süre acı çekmeyi bile beceremiyorduk.
“Dalga geçme Melis!” Diye huysuz huysuz mırıldandım. “Ben ciddiyim! Doruk’un sağlığı için bu evde kötü örnek olunmaması adına içkiye ve sigaraya yaklaşılmasına izin vermiyorum.”
“Tamam duyarlı anne! Siz yeterki iyi olun!” Kahvesinden birkaç yudum aldığında, aniden aklına gelen şey ile bakışlarını çakmak çakmak üzerime dikti. “Şu pedagog meselesini ne yaptınız? Doruk’un annesi olduğunu ne zaman söyleyeceksin?” Tam da yaramın üzerine basmıştı. Oğlumun bir başkasını annesi olarak bilmesi daha fazla tahammül edemeyeceğim bir konuydu. Aklıma her geldiğinde canım yanıyordu.
“Pedagog görüşmelerine başladık. Doruk artık iyileşti. Diğer çocukların yapabildiği her şeyi yapıyor. Onunla ablası olarak zaman geçirip bana alışmasını sağladım. Artık daha fazla bu yalana devam edemem.” Yüzüm kırık bir tebessümle aydınlandı. Kalbimi saran o duygunun kanatlanıp yüreğime dokunduğunu hissettim. “Oğluma annesi olduğumu söylemek, ona annesi olarak sarılmak istiyorum. Bana her Efsun dediğinde kahroluyorum. Daha fazla bekleyecek gücüm kalmadı. Sare hanımla aralarındaki ilişkiyi istemezliğim yok ama Doruk’un annesi benim! Bu gerçeği ne kadar saklarsak öğrendiğinde o kadar ayağımıza dolaşacak.”
Melis sağ elini bileğimin üzerine koyup hafifçe sıktı. “Ben her zaman yanında olacağım Efsun! Benim tek isteğim senin oğluna kavuşman ve sevdiklerinle mutlu bir hayatının olması.”
“ Biliyorum güvercinim? Sen sahip olduğum en iyi dostsun! Ve hep benimle olacaksın!” Kıkırdadım. Siyah gözlerinin içine bakıp hayran hayran gülümsedim. “Belki çocuklarımız birlikte büyür ne dersin? Harika olur!” Melis sinsileştirdiği bakışlarıyla hafifçe yanıma sokuldu. “Yoksa hamile misin?” Yüzümdeki tebessüm solarken başımı hayır anlamında salladım. “Hayır! Yani… Şey!” Elimin üzerine küçük bir şaplak atıp, “Ne?” diye diretti. “Olmadı işte!” dedim utanarak. “Biz hiç Karı koca olmadık yani! Bana dokunmadı! Sonra da dokunmadı! Sanırım ben de dokunmasına izin vermemiş olabilirim!” Melis’in error veren yüz ifadesini görünce ne kadar saçma bir oyunun içinde olduğumun farkına vardım.
“Ne demek bu şimdi? Mezarda mı karı koca olmayı düşünüyorsunuz? Bana dokunmadı da ne demek?” Elimi şakaklarıma yerleştirip sağ ve soldaki sinirlerimi hafifçe ovdum. “Çok uzun hikaye Melis! Nasıl anlatayım bilemiyorum. Yaşadıklarımdan ötürü bu tarz bir yakınlaşmayı taşıyamayacağımı düşündü ve bize zaman verdi. Bana dokunmayınca ben de bu işi gurur meselesi yapıp onu kendimden uzak tuttum.” Yaşadığım anlar gözlerimin önüne perde perde dökülmüştü. Kokusu ciğerlerime dolarken dudaklarının yeniden boynuma sürttüğünü hissettim. Onu bu kadar çabuk özlemem normal miydi?
“ Şaka gibi! Zengin fakir herkesin başarabildiği ücretsiz ve kolay tek eğlence bu ve siz bunu bile bunca zaman becerememişsiniz. Aman ne güzel! Ben de yakın bir zamanda bebek haberi alırım diye hayaller kuruyordum. Sizin için leylekler bile uğraşmaz Efsun!” Dudaklarımı büküp küskün küskün bakışlarımı kaçırdım. “Onu bu kadar çok severken, dokunamamak, duygularımı yeterince hissettirememek çok yoruyor Melis. Evlendiğimizden bu yana sorunlarımız hiç bitmedi. Ceyda’nın yapıp ettikleri hem Güney’i hem de beni çok sarstı. Zahir’in üzerimize oynadığı oyunlar… Babamla olan çıkmazdaki ilişkim… Seninle bile ne çok sorun yaşadık bu yüzden hatırla! İster istemez bu durum bizi yıprattı. Zahir göründüğünden çok daha tehlikeli bir adam. Onunla baş etmekte bu kadar zorlanacağımı hiç düşünememiştim.”
“ Allah Zahir’in bin türlü belasını versin. Doruk’u ve babanı nasıl ortadan kaldırmayı düşünür hâlâ aklım almıyor. Adam resmen bütün aileyi ortadan kaldırarak mirasa konma planları yapmış bunca zaman. Aralarına dostları gibi girip ailenin bir parçası olmuş ve onu imparatorluğa konduracak her türlü hainliği yapmaktan çekinmiş. Şeytan bu adamı görünce parmağını ısırıp mesleği bırakmıştır. Bu kadarına pes artık!” Zahir’in hasta oğluma yaptıkları her aklıma düştüğünde beynimdeki cadı kazınının deli gibi kaynadığını hissedebiliyordum.
“Onu öldürmek istedim! Yemin ediyorum bunu gözümü kırpmadan yapacak kadar yüreğimi karartmıştım. Yeniden katil damgası yemeyi, parmaklıkların ardında çürümeyi göze almıştım. Kendimden çoktan vazgeçmiştim ama oğlumun annesini tanımadan büyüyeceğini düşününce Zahir gibi bir pislikle elimi kirletmekten vazgeçtim. Onu yasaları kullanarak içeri attıracağım!”
Ben bu sözleri söyleyince sevgili dostumun yüzü kağıt gibi bembeyaz olmuştu. “ Deli misin sen?” Sözünü üzerine basa basa gururumu eze eze söylemişti. Deli olduğuma inandığını düşünmek artık beni rahatsız etmiyordu. “Kendimi çok akıllı uslu biri olarak tasvir edemiyorum ne yazıkki! Kanı deli akan biriyim ben! Korkak olduğumu sanıyordum ama değilmişim. İnsanın kaybedecek bir şeyleri olmadığında aslan kesilebiliyormuş. Benim kaybedecek bir şeylerim vardı Melis. Hayatımdaki üç özel adam beni kötü olabilecek her şeyden varlığıyla kurtardı. Artık Zahir’i öldürmek gibi bir derdim yok.”
“Öldürme zaten!” Dedi işaret parmağıyla şakağımı dürterken. Aklımı başıma almam için başımdan aşağı buz gibi bir kova su dökse içinin serinlemeyeceğini biliyordum. Yaşadıklarım karşısında verdiğim tepkiler aklının başından gitmesi için yeterdi. “ Sakın bir daha böyle bir şeye kalkışma. Şaşkın kuzu! Sen ağzı süt kokan bir kuzudan farksızsın! Zahir denilen o pislik ise bu alemin çoktan kurdu olmuş. Onunla baş edemezsin! Anladığım kadarıyla Güney de bu gerçek yüzünden seninle sürekli tartışıyor. Seni kaybetmek istemediği için bu işlerden uzak tutmaya çalışıyor. Ve haklı!” Son sözünü bastıra bastıra olabilecek en kararlı haliyle söylemişti.
“Akıl alır gibi değil! Anlamıyorsun! Bu adam resmen benim sinirlerimle oynuyor. Güney gitmeden önce bizi telefonla arayıp evin her yanına kameralar yerleştirdiğini itiraf etti. Düşünebiliyor musun çiftlik evine bile kamera yerleştirmiş. Tüm o yaşadığımız anları, aramızda geçen konuşmaları biliyor. Bizi dinliyor, izliyor! Yaptıkları karşısında verdiğimiz tepkileri gördüğünde kahkahalarla gülüp dalga geçiyor belki. Bunca şeyi bilip de nasıl sakin kalabilirim söyler misin?”
“ Allah’ın cezası!” diye dudaklarının arasından hırladı. “Bu pislik cezasını bulmadan size huzur yok!” Ben yumruklarımı sıkarken bakışlarını endişeyle etrafında gezdirdi. Ne yaptığını anlamıştım. Burada dikkatli konuşup konuşmaması konusunda kendini rahatlatmaya çalışıyordu. “Merak etme! Olanlardan babamın haberi yok ama ailemi annesi Zülal hanımın bahçesine gönderdi. O gece eve gelen ekip evdeki tüm böcekleri ve kameraları tespit etti. Girip çıktığımız her yeri kontrol ettirdik. Artık Zahir bizi dinleyemez.” Melis’in yüzünde beliren rahatlama ifadesi ne yazık ki kalbindeki huzursuzluğu öldürmeye yetmiyordu.
“Keşke içimin tamamen rahatladığını söyleyebilseydim. Ama rahatlamadı!”
“Benim de!” Kahvemi masaya bırakıp bahçe bitkilerinin arasında dolaşmayı teklif ettim. Huzursuzluğu arttığı için bunun kendisine iyi geleceğini düşünmüş ve bestfriendim olarak koluma girmişti. “ Sen de benimle aynı şeyi düşünüyorsun değil mi?” dedim peyzaj mimarisinin eşsiz örneklerini incelerken. Çakıl taşlarıyla süslenip çevrelenmiş havuzun kenarına geldik. Havuzun iki tarafından genele kıyasla daha ince sayılabilecek iki kol bahçenin etrafını sarıyor ve mavi seramiklerle suyun berraklığını ortaya çıkarıyordu. Havuzun içindeki Nilüfer çiçekleri baharın müjdecisi diğer çiçeklere rehberlik ediyordu. Çeşitli sarmaşıklar evimizi çevreleyen pergolaları süslerken, begonviller duvarlara ayrı bir renk katıyordu.
Ciğerlerimin çiçeklerin enfes kokusuyla doldurup şişirdim. Böyle bir evde yaşamak bir zamanlar benim hayalini bile kuramayacağım bir şeydi. Ne yazıkki bu mutluluğu gölgeleyen tek şey Zahir ve saçmalıklarıydı. “Hâlâ güvende değiliz! Zahir’i babam hastalandığında evden tamamen uzaklaştırdım. Bu kamera meselesinin daha yakın zamana dayandığı ortada. Evime girip çıkıyor ve bir şekilde beni dinlemenin bir yolunu buluyor. Bunu kendisi yapmış olamaz. Etrafımız onu tanıyan ve dikkat kesilip her hareketini izleyen korumalarla dolu. Peşine bir ordu dolusu adam taktım. Bana sürekli rapor veriyorlar. Evime yaklaşsa bilirdim.”
“İçerden birini tutmuş olamaz mı?” Onu başımla onayladım. “Evdeki çalışanları göz hapsine alıp bir hata yapmalarına bekler gibi defalarca sorguya çektim. Hiçbir şey bilmediklerini söylediler ve elimde bunun aksini ispat edecek hiçbir şey yok.” Dudaklarından birkaç üfleme sesi yükseldi. “Of! Resmen karman çorman her şey! Çok dikkatli olmalıyız!”
O an cep telefonumun çalma sesiyle küçük bir ürperme yaşadık. Zahir’in bize verdiği en büyük zarar aslında buydu. Hiçbir yerde huzurlu olamıyor herkesten bir suç, bir fenalık bekliyorduk. O hayatımızdan çıktıktan sonra bile uzunca bir süre normal yaşama dönemeyeceğimi biliyordum. Sürekli etrafını kolaçan edip cani aramaktan paranoyak davranışlar sergilemeye başlamıştım.
“Mahir! Umarım bana iyi haberlerle gelmişsindir.” Mahir’in kahkaha sesleri o kadar güçlüydü ki hoparlör açık olmadığı halde Melis gözlerini devirmekten kurtulamadı. Ona güvendiğim için bu konuşmayı Melis’in yanında yapmaktan çekinmedim.
“ Zokayı yuttu Efsun! Adamımız nihayet Zahir’i dolandırdı. En güvendiği adamlarından biri kendisine ihanet etti. Gırtlağa kadar borçta! Görünürde şirketi de büyük bir zarara soktu. Onu güçlü kılan yegane şeyi elinden aldık. Artık kaldırımda yatan bağımlı bir sokak serserisinden daha iyi durumda değil.”
Biraz önceki durumun aksine yüzümde güller açmaya başlamıştı. “Bu aldığım en iyi haber! Şimdi sıra diğer planlara geldi. Zahir köşeye sıkıştı. Bütün mal varlığını satıp borçlarını ödemek zorunda. Onu mahkemeye vererek iyice çaresiz bırakacağız. Tüm hisselerini satmak zorunda kalacak! Sabah şirketteki genel müdürümüz Ezgi Hanım aradı. Yönetim kurulu toplanıp uğradığımız zarar konusunda bazı kararlar alacak. Şirketin dolandırılmasına sebep olduğu için Zahir adına bazı yaptırımlar uygulanacak. Anlayacağın onu hisselerini satmaya mecbur edeceğiz.”
Mahir’in neşeli sesi göz dolduruyordu. Benim halim de ondan daha kötü değildi. “ Bundan gerisi sende Efsun! Ortak olduğunuz için sözleşmeye göre hisselerini size teklif edecek. Eğer bu konuda sizinle bir anlaşmaya varamazsa hisseleri başkalarına satabilir. O zaman b planlı devreye girer.”
“Sana çalıştığı adamlardan birinin sevgilisini esir alacağımızı söylemiştim. Adam Zahir’le çalışmaktan fazlasıyla hoşnuttu. Birlikte müthiş paralar kırmış ve dolandırıcılık sayesinde kara para aklamışlardı. Adamın elinde Zahir’in holdingi dolandırdığına dair belgeler var. Yasa dışı yollara başvurduğu kanıtlayacak görüntüler de mevcut. Aralarındaki güveni bu belgelerle kalıcı yapmışlar. Bugünkü toplantı sonrasında adamdan o görüntüleri ve belgeleri alacağız. Karşılığında kadını vereceğiz.” Duyduklarım canımı sıkmıştı. Her ne kadar Zahir2i bitirmeye bu kadar yaklaşmış olsak da olaylarla ilgisi olmayan bir kadının zarar görmesi taşıyabileceğim bir durum değildi.
“ Mahir! O kadının bu işle bir ilgisi yok! Ben yasa dışı yollara başvurmak istemiyorum. Onu kullanmayı bırakın! Saçının teline bile zarar gelirse bunun vicdan azabını ödeyemem. Bırakın gitsin! Zahir’i bitirelim derken kendimizi mahvetmeyelim.” Ses tonum her zamanki halinden çok daha kuralcı ve baskın çıkmıştı.
“Sana adının geçmeyeceğini söyledim.” Melis’in soluk alışverişleri bile hızlanmıştı. İçine düştüğüm duruma hayret dolu gözlerle bakıyordu. Başımı sallayıp bunu yapmamam konusunda beni uyardı. “ Mahir sana emrediyorum! O kadını bu iş için kullanmayı bırak! Kötü şeyler yaşadın farkındayım ama böyle olmaz. Ona bunu yapmaya hakkımız yok! Bırak gitsin! Kim bilir ne zamandır yanınızda tutuyorsunuz.”
Kısa bir sessizlik ikimizin de huzurunu ipe dizdi. Melis’in eli kalbine bulmuş, tişörtünün uçlarını sıkan terli parmakları belli başlı bazı kırışıklıklar oluşturmuştu. “Ben kendimden emir alıyorum Efsun Taşpınar. Senin birlikte çalışıyor olmamız seni üst olarak kabul ettiğim anlamına gelmiyor. Üzgünüm! Ben yaptığım işi tam yapmayı severim! Ve bir kadından emir almam. Esir aldığım kadın masum olduğu için zarar görmeyecek. Sana garantisini vereceğim tek şey de bu!” Gözlerim öfkeden alevler saçmaya başlamıştı. Yüreğime tırmanan öfke kanıma zehir olarak karışmıştı. Aniden sesimin yükselmesiyle Melis elindeki mini çantayı düşürdü.
“Mahir! Sakın bir aptallık yapma! Seni buna pişman edeceğimden hiç şüphen olmasın! Benim tek derdim Zahir! Ne dolandırıcılık yaptığı adamlar ne de onların sevgilileri sorunum değil! Başına buyruk davranmayı kes!”
“Sana kimseden emir almayacağımı söylemiştim. Zahir’i bitirmek için birkaç hamlem kaldı. Onun ne mal olduğu ortaya çıkacak ve zarar verdiği herkesin yüzü ağaracak. Artık geri adım atamam! Korkaklık yapmak için çok geç Efsun Taşpınar! Bu işe birlikte girdik birlikte tamamlayacağız.” Telefonu yüzüme kapattığında dudaklarım ve ellerim tir tir titriyordu. Telefonu yere fırlatıp isyan eder gibi bir haykırışla tırnaklarımı saç diplerime geçirdim. Melis yeniden telefona uzanıp yerden aldı. “Neyse ki yaşıyor!” Avuç içlerim şakaklarımı defalarca dövüp titrek parmaklarım bir çözüm bulmak için çeneme mıhlandı.
“Bu Allah’ın cezası başıma bela olacak. Zavallı bir kadını intikamı için kullanmaya çalışıyor.” Melis’in hâlâ telefonu kurcaladığını görünce kasap koyun muhabbetine çoktan girdiğimiz anlamıştım. “Ah ah? Ben ne dertteyim sen derttesin!”
***
Aynanın karşısında yüzümde kocaman bir tebessümle öylece dikiliyordum. Bugün intikamıma adım adım yaklaştığım gündü. Biraz önce yönetim kurulu toplantısı yapılmış ve Zahir gözlerimin önünde alaşağı edilmişti. Holdinge dair neredeyse bütün hakları ellerinden alınmıştı. Holding’teki hisselerini satması için hissedarlar tek yürek olmuş ve onu köşeye sıkıştırmıştı. O toplantı odasını yönetirken Zahir’in aptallaşan suratını düşündükçe keyiften dört köşe oluyordum. Hesaplardaki eksikler ve uyumsuzluk şirket avukatı tarafından bizzat kendisine bildirilmiş ve suçlamalar herkesin içinde okunmuştu.
Holdingin hukuk departmanı bu konuda gerekeni yapacağını açık açık gözdağı verir gibi söylemişti. Finans departmanı açıklama yaparken suçlarını morarmış bir yüzle dinliyor kendisine uygun bulduğunuz kararı ve oylamayı alnında biriken terlerlerle karşılıyordu. Artık holdingde söz hakkı kalmamıştı. Yavaş yavaş mağlubiyeti tatmaya başlamıştı. Odamdaki saksıları severken kapımın gürültüyle teklifsizce açıldığını fark edip omzumun üzerinden ters ters karşımdaki adama baktım. Kravatı boynundan gevşemiş, mimikleri canavarca hislerle oynamaya başlamıştı. Zahir’in ne kadar dağıldığını ve köşeye sıkıştığını şu halinden anlayabiliyordum. Öyle bir yere gelmişti ki tanrısı olarak gördüğü para bile onu kurtaramıyordu.
“Sen yaptın!” dedi üzerime yürürken. Yüzümdeki o sinir bozucu tebessümle olay bir bakış atıp etrafında bir tur döndüm. “Ne kadar da mutlu görünüyorsun. Ya da boş ver! Şeytan çarpmış gibisin! Toplantı sana pek yaramadı anlaşılan!” Sesimi çocuklaştırıp, “ zavallı!” diye bastıra bastıra kulağına doğru fısıldadım. Bu fısıltımın meltemi sinirlerini daha da yıpratmış görünüyordu. Cehennemde odunları beğenmeyip kömür isteyen kuyruklu kırmızı bir şeytan gibi gergin ve ruhsuzdu. Ve olabildiğince küstah…
“Saçmalıklarına daha ne kadar devam edeceksin!” Onu geride bırakıp gürültülü bir şekilde poz atarak kendimi koltuğuma bıraktım. “Bilmem! Sen söyle! Ne zamana kadar devam edeceğim?” Çok hızlı bir şekilde masama eğilip ellerini kahverengi ahşap zemine sertçe indirdi. Aklı sıra bana gözdağı vermeye çalışıyordu. “Ateşle oynuyorsun! Eline güç ve iktidar geçti diye kendini aslan görmeye başladın. Sen mahallede seksek oynarken ben bu yollardan dönüyordum mahalle dilberi. Senin gücün bana yetmez! Kendi sonunu getiriyor, ipini çekiyorsun haberin yok!” Kaşımın birini kaldırıp dudaklarımı yan bir şekilde burktum.
“Beni tehdit mi ediyorsun?” Sesim bir fısıltı gibi tehlikeli çıkmıştı. “Uyarı diyelim!”
“Bana farketmez! Senden korkmuyorum! Seni tekerleklerimin altında bozuk turşu gibi ezmek istediğim o anlarda gözümün ne kadar karardığını hatırlarsın. Sonunda yok olacağımı da bilsem bu hayatı sana dar edeceğim Zahir! Eğer aklın varsa benimle oynama!” Biraz önceki yüzünün aksine kahkahalarla gülmeye başladı. Masamdan doğrulmuş ve kalçasını hafifçe masanın üzerine bırakmıştı. Kahkahalar dur durak bitmeden devam ederken yüzümdeki huzursuz ifadeyi keyif kaynağı olarak görmesine izin vermedim.
“Aptal kadın! O Mahir denen polis eskisi sana bu akılları veriyor değil mi? Güç ve iktidar sende, intikam planları onda beni köşeye sıkıştırmaya çalışıyorsunuz. Beni çaresiz bıraktığınızı zannediyorsunuz. Kiminle dans ettiğinizin farkında bile değilsiniz. Tebrik ederim!” Ellerini birkaç kez yavaş tempoda alkış moduna aldı. “ Birkaç puan aldığınızı inkar edemem!” Masadan üzerime doğru hafifçe eğilip gözlerini gözlerime bir ok gibi dizdi. “Ama henüz oyun bitmedi. Son gülen iyi güler derler ya, ben hikayenin sonunu bekleyemeyecek kadar sabırsız bir adamım! Hikayenin sonundan önce belki senin sonunu görmek istiyorumdur. Öldürmek istemiştim ama…” Suratındaki iğrenç gülümseme yüzüne yumruk atma isteğimi perçinledi. Kontrolün kendinde olduğunu hissettirecek şekilde iç çekti. “Artık öldürmek de istemiyorum. Seni süründürmek istiyorum Efsun Taşpınar!”
“ Efsun Atasoy diyeceksin Zahir! Ve inan bana sandığın kadar aciz bir kadın değilim.”
“Elinden geleni ardına koyma!” Sözümü daha fazla dinlemeksizin hırsla odamdan çıktı. Onu fena halde korkutmuştu ve hata yapması için harika fırsatlar yaratmıştım. Aslında Zahir’i tutuklatmak için elimde belli başlı deliller vardı. Kara para aklama ve dolandırıcılık suçlarından yargılanmasını sağlayabilirdim fakat bunların tamamı buz dağının sadece görünen kısmıydı. Ben Zahir’i tüm suçlarıyla birlikte hapse göndermek istiyordum. Öldürdükleri ve para uğruna aileme yaptıkları cezasız kalmamalıydı. Birkaç yıldan fazlası lazımdı bize. Doktoru öldürmüş, kaza süsü vererek babama suikast düzenlemişti. Oğluma yaşattıklarını saymıyordum. Gözümden akan her bir damla yaşın cezasını çekecekti.
Telefonundan Mahir’i bir kez daha arayıp ulaşmaya çalıştım. Söz konusu görüşmeden sonra bu 20. arayışımdı. Nihayet telefonu açtığında kadını tuttukları yere gelmek istediğimi söyledim. Anlaştığımız adamla bir işimiz kalmamıştı. İstediğimiz gibi Zahir’i sırtından vurmuş ve göstermelik bir şekilde holdingin maddi bir zararı düşmesine sebep olmuştu. Şimdi sevgilisini de alıp Amerika’ya kaçmaması için hiçbir sebep yoktu.
Saçlarımı toparlayıp anahtarımı ve cep telefonumu çantama attım. Etrafım yine korumalarımla doluydu. Beni uzak ve yakın olarak takip ediyor, Zahir’den ve diğerlerinden korumak için beklediğimden çok daha özverili davranıyorlardı. Ve artık ben de işimi şansa bırakmıyordum. Çekmeceden kendimi korumak için ruhsat çıkardığım silahı aldım. Oldukça parlak güzel bir araçtı. Ve tahmin ettiğimden çok daha ağırdı. Henüz kullanmayı çok iyi beceremesem de varlığı kendimi iyi hissetmemi sağlıyordu.
Bana selam veren onlarca insanı geride bırakıp asansöre yöneldim ve kendimi yaklaşık 2 dakika sonra otoparktaki aracımın şoför koltuğunda buldum. Mahir bana takasın yapılacağı yerin konumunu atmıştı. Yollara yabancı olduğum için navigasyon cihazını açarak yaklaşık 25 dakika sonra terk edilmiş bir fabrikanın girişine ulaştım. Ayakkabılarımın topuk sesi ve kapının gıcırtısı daha ilk saniyelerde varlığımı onlara hissettirmişti. Üzerimde siyah pantolonlu takımım ve parmağında milyonluk pırlanta yüzük ile büyük bir hanedanın varisi gibi görünüyordum.
Karşımda siyah giyimli mafya kılıklı pek çok adam vardı. Kirli sakallı, beyaz saçlı adamın tam ortalarında dimdik durduğunu görünce Mahir’in bahsettiği kişi olduğunu anladım. Bu işleri organize eden ve benim uzak olduğum adamdı. Topuk sesimin bıraktığı yankılarla tam karşısında yerimi aldım. Daha iri yarı bir adam beklediğim için boyunu kısa bulmuştum. Ve hatta diğerlerine kıyasla çelimsiz bile sayılırdı.
“Merhaba! Sizi beklemiyorduk!” Mahir’e ölümcül bakışlar atıp yeniden gururlu bir edayla adama yöneldim. “Ben de gelmeyi istemiyordum zaten! Ama sözlerim dikkate alınmayınca buraya uğramak şart oldu.”
“Sözleriniz!” Dedi ekonomik boy mafya. “Şu kadın meselesi diyorum! Adamınızın sevgilisi yani… Onun bu işe karışmasından hoşlanmadım. Masum insanların zarar görmesi arzu ettiğim bir durum değil. Karşındaki savunmasız bir kadın ve burada zorla tutuluyor. Belki sevgilisinin çevirdiği işlerden haberdar bile değil. Onu bırakın gitsin! Biz adamla anlaşmanın daha insancıl yollarını bulalım.” Mafya babası kılıklı olan Mahir’e ters ters baktı. Bu çıkışı benden beklemediklerini anlamıştım. Yanıbaşımızdaki sekiz adam beni pis pis süzerken onlara göz ucuyla bile bakmadan gururlu bir şekilde karşılarında dimdik durdum. “Yasa dışı hiçbir şey istemediğimi daha önce Mahir’e söylemiştim. Ama ne çare! Sözümü kimse dikkate almıyor gördüğüm kadarıyla.”
Adam sigaradan sararmış dişlerini göstererek pis pis güldü. “Ayıp etmiş kerata! Kusurumuza bakmayın! Öyle etrafınızda dolaşan kravatlı, mektepli tiplere pek benzemeyiz biz!”
“Belli oluyor!” dedim bariz bir şekilde aşağılayarak. “Umarım bu kadına kaba davranışlarda bulunmamışsınızdır.” Adam göz ucuyla yanındaki kirli sakallı, sırık boylu delikanlıya yöneldi. “ Kadına kibar davrandınız mı lan zirzoplar?”
“Çok naziktik baba!” Dedi çatallı bir ses. “ Tümör bir ara ayaklarına manikür pedikür yapmayı bile teklif etti.” Diğerleri pis pis Erol Taş kahkahası patlatırken cebinden çıkardığı çakıyı gözüme sokar gibi çürük dişlerini göstererek güldü. Öndeki ilk iki dişinin boşluğundan tren geçiyordu. Kopkoyu bir mağaranın içine düşmüşüm gibi nefes alamadım. “Yani çakı bu işlere pek yakışmaz ama! Denemekten zarar gelmez! Bu yoklukta çakı bile nimet!” Etrafımızdaki adamlar yeniden kahkahalarla gülmeye başladı. Ortalıkta gülünecek hiçbir şey yoktu.
“Gördünüz mü hanımefendi? Bizim pembe kelebekler sizin hanıma nezaket kusmuşlar adeta. Sen de nazik oldun mu lan düttürük?” Söz konusu adam öne çıkıp ihtiram gösterir gibi bacağını kırdı. “Nezaket ne demek baba? Kendi ellerimle yedirdim yemeğini. Ağladı gözyaşını kendi ellerimle sildim. Şu puşt da geçen gece masal falan okuyordu. Allah belamızı versin kadını göndersek gitmez o kadar sevdi bizi!”
Yumruklarımı sıkıp öldürecek gibi bakarak “İnşallah!” dedim kinayeli kinayeli. “Bu bataklıkta böyle sürünmeye devam ederseniz olacağı bu!” Başlarındaki adam istifini hiç bozmadan boyası kavlamış tahta bir sandalyeyi önüme doğru çekip kaşıyla işaret etti. “Otursaydınız hanımefendi! Nazik bedeniniz bu rutubete pek alışık değil malum!”
“Buraya oturmaya gelmedim! Kadını bırakmanızı istiyorum.”
“Bırakacağız! Merak etmeyin. Sevgilisi olacak it yarım saate gelir. Bundan sonrası için…”
“Bundan sonrası olmayacak!” Mahir’e ters ters bakıp gözlerimle tehditler savurdum. “Anlaşmayı bitiriyorum. Paranız neyse alırsınız bu mesele de burada kapanır. Bu saatten sonra Zahir’in tek meselesi benim. Benim sorunum sadece benim sorunum. Başkalarının sorunu da başkalarının sorunu! Kapiş?” Bunu özellikle Mahir için söylemiştim. Ona kadına dokunmamasını söylediğim halde beni dinlememiş ve başına buyruk davranmıştı. Bu saatten sonra ona güvenip devam edemezdim. Kini beni bile bir kalemde silip attıracak kadar güçlüydü.
“ Efsun Taşpınar! Hata ediyorsun! Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Yolun yarısında yüzmeyi bırakırsan boğulursun. Bırak şu işi tereyağından kıl çeker gibi halledeyim.” Mahir’in serzenişleri umurumda bile değildi. Ona bir kez şans vermiştim ve beni yüzüstü bırakmıştı. Bu saatten sonra onunla yan yana bile yürümezdim.
Cebimden çıkardığım zarfı sadaka verir gibi göğsüne attım. “Sen o şansı teptin! Bu son olsun! Helalleştik bitti!”
Mahir’in yüzünde sıkıntılı, öfkeli bir ifade belirdi. Benim için iyi şeyler düşünmediği her halinden belliydi. “Kadın nerede?” dedim yeniden ekonomik boy mafyaya. Bana eliyle üst katı işaret etti ve merdivenlerden geçmem için yol gösterdi. Dediğini yapıp yukarıya doğru adımlarımı yönlendirdim. Demir bir merdivenden geçip tok sesler bıraktım. Tavsiyesini aldırış etmeden can bir duvarın ardında baygın bir şekilde yatan kadına baktım. Kendisine yemek olarak bırakılan hiçbir şeye dokunmamış ve sırf bu yüzden neredeyse açlıktan baygınlık geçirecek bir hale gelmişti. Siyah, omuzlarına düşen saçları ve açık bir teni vardı. Yüzünde cesedi andıran bir soğukluğun hakim olduğunu fark ediyordum.
“Zavallıyı ne hale getirmişsiniz! Kimsenin zarar görmesini istemediğimi söylediğim halde beni buna ortak ettiniz!” Mafya babası hemen yanıbaşımda durup sesli bir şekilde nefesini verdi ve ellerini belinin arkasında yumruk yapıp birbirine bağladı. “Çamurda yürümek için kirlenmeyi göze alabilmen gerekir. Zahir denilen pislik düzgün bir adam değil. Kravatlı eşkiyalardan anlayacağın ve inan bana böyle biriyle baş etmek hiç kolay değildir. Onu kendi silahıyla vurmak yapabileceğimiz en doğru şeydi ve biz de onu yaptık. Artık olan biteni kabullen ve bu işin bir an önce sonuçlanması için dua et Efsun hanım.” Omuzumun üzerinden daha kısa olan adama öfkeli bakışlar atıp önüme gelen saç tutamıma hafifçe üfledim. “Bana ne yapacağımı söylemekten vazgeç!”
“Sen de beni emrindeki adamlarla karıştırmaktan vazgeç! Para sende olabilir ama silah bende. Onu kullandığımda iyi şeyler olmaz.”
“Beni tehdit mi ediyorsun?” Çatık kaşlarım ve yüzümdeki öldürücü ifadeye aldırış etmeden, “Biz tehdit etmeyiz yol gösteririz.” Dedi. “Merak etme birazdan sevgilisine kavuşacak. Ve inan bana esir aldığım insanların içinde en şanslı olanı olduğunu itiraf etmem gerekiyor. Tırnağı bile kırılmadı. Biz bu kadar anlayışlı davranmayız.” Cam duvardaki buğuyu parmak uçlarıyla hafifçe silip görüntüyü netleştirmeye çalıştı. “Fazla korkak çıktı. Bir şey yapıldığından değil, korkaklığından bu halde!”
“Esir almışsınız zavallıyı. Prenses gibi davransanız kaç yazar! Kim bilir ne kadar zamandır burada.” O bana bir şey söylemeye hazırlanırken içeri giren eşkıyalardan biri kaş göz işareti ile anlaşıp kulağına bir şeyler fısıldadı. Beni yeniden kapıya yönlendirip, “Zamanı geldi! Aşıkları kavuşturalım değil mi?” Diye tısladı.
Biz araçlara yerleşirken iki adam da cam duvarın ardındaki kadını uyandırmaya girişmişti. Kalbim deli gibi atıyordu. Bu insanların arasında olduğumu bilse Güney öfkeden aklını kaybederdi. Bir kere pisliğin içine düşmüştüm ve şu saatten sonra kimse zarar görmeden bu işi temizlemek zorundaydım. Hava gri bir bulutun üzerinde yürüyormuşum gibi sisliydi. Arabama binip önümdeki siyah mafya kılıklı adamları takip ettim. Dağlık sakin bir yere gelmiş yolun karşısındaki işbirlikçimizi karşılamıştı. Yaklaşık önümde üç tane araba vardı. Kıdemli mafya babası yalnız gezmeyecek kadar akıllıydı. Kadın aracın içinde ağlayıp yardım dilenirken tırnaklarımı direksiyona geçirmiş delirmemek için kendimi zor tutuyordum. Beni görmemişti ve ne yazıkki istemeden de olsa bu işin içinde olduğumu bilmiyordu.
Onları uzaktan izliyordum. Kadının sevgilisi siyah saçlı iri ela gözleri olan hafif tombulca bir adamdı. Saçlarını geriye doğru taramış ve beyaz gömlek giymişti. Elindeki iki çanta dolusu parayı gözlerimin önünde her şeyin planlayıcısı olan promosyon mafyaya verdi. Çantalardan biri kendilerine diğeri bana aitti. Boyumdan büyük işlere kalkıştığımı biliyor ve bulunduğum yerde tırnaklarımın kenarındaki etleri kemirmekten daha fazlasını yapamıyordum. Arabanın camları film kaplı olduğu için kimse beni görmüyor, varlığımı fark etmiyordu. Ama ben her şeyin farkındaydım.
Perişan bir halde olan kadını sevgilisini işaret ederek yönlendirmek istediler fakat beklenilen olmamıştı. Kadın içinde bulunduğu halin sebebi olan adamı değil tam tersi istikametteki patika alanı yön olarak seçmişti. Gruptan uzaklaşıp deli gibi kaçmaya başladı. Kıvrımlı yolun ardındaki aracımı fark etmiyor varlığımı bilmiyorlardı. Hızla araçtan inip kadının peşine düştüm. Hayır çığlıklarını duymak canımı daha çok acıtmıştı. “Dur! Lütfen dur! Sana yardım etmek için geldim, dinle beni!” Beni duymuyor içinde bulunduğu korku halinden sebep önüne ardına bakmadan kaçar gibi söz konusu insanlardan uzaklaşıyordu.
Adımları onu uçurumun kenarına getirmişti. Muhtemelen sevgilisi de onu bulmak için peşine düşmüştü. Genç kadın bana nemli gözlerle baktı. “Onlar korkunç insanlar!”
“Biliyorum!” dedim elimi uzatırken. “Ama ben değilim. Seni kurtarmak için geldim! Haydi yardım alacağımız bir yere gidelim! Bana güven lütfen! Seni korumaktan başka bir derdim yok!” Gözleri kararsızlık naraları atıyordu. “Sana nasıl güveneceğim!” dedi ağlamaklı titrek bir sesle. “İnan bana seni incitmek aklımın ucundan bile geçmedi. Bu pisliklerden koruyacağım! Sadece güven!” Bana doğru adım atmak istediğinde ona yaklaşıp elimi uzattım. Fakat üzerinde durduğu toprak parçası sandığımızdan çok daha zayıftı. Küçük bir çatırdamanın ardından ben ulaşamadan gözlerimin önünde uçuruma doğru yuvarlandı. “Hayııııır!” Diye atılmak istedim. Fakat gövdemi saran güçlü kollar onunla birlikte düşmek üzereyken beni zamanında yakaladı. Feryat figan ağlıyor, sebep olduklarım yüzünden nefes dahi alamıyordum. “Hayır hayır hayır!”
“ Allah kahretsin!” Bedenimden çözülen eller adım sesleri eşliğinde kadının düştüğü yere doğru yöneldi. “Lanet olsun! Böyle olacağı belliydi.”
“Güney!” Sesim zayıf ve feryat dolu çıkmıştı. Onu burada göreceğimi hiç sanmıyordum ve takip edildiğimin daha yeni farkına varmıştım. Aramızda geçen tartışmalara rağmen beni yine yalnız bırakmamıştı. “Ne olur kurtaralım onu! Yalvarırım bir şey yap! Ben bu vicdan azabı ile yaşayamam!” Ben cümlemi tamamlamadan Güney çoktan ambulansı aramıştı. Zahir‘le birlikte yavaş yavaş kendimi de sona itmiştim. Elimden bu saatten sonra ne gelirdi bilmiyorum. Kadını uçurumda ölüme terk edemezdim ama işin içine polisin karışması demek benim bu adamlarla olan bağlantımın ifşa olması demekti. Ambulansla birlikte polis de buraya gelecekti. Yeniden parmaklıkların ardına mı düşecektim ben şimdi?
Merhaba canlarım. ☺️❤️✨ Hikayemizde sona doğru yaklaşıyoruz. Efsun’un bazı dersler alması gerekti ama ıslanacağını düşünüyorum. Güney her şeye rağmen sevdiği kadından uzak kalamıyor ve onu korumaya devam ediyor. Bakalım çiftimizi yeni bölümde ne bekliyor? ARTEMİSİN bölümünü yazdıktan sonra yeni bölümde buluşacağız.
İki hikaye bittikten sonra YM’nin tüm bölümlerini düzenleyeceğim. Güncelleme gelebilir. Özel bölüm olmayacak. Hüsran’ın özel bölümü aklımda. Yeni hikayeme başlamadan yazıp paylaşacağım. İstediğiniz gibi mutluluk vaad eden bir bölüm olacak.
Yaz ayları geldiğinde artık instagramda ücretli reklamlara başlamayı düşünüyorum. Umarım bu hikayelerimizin kaderi açısında güzel gelişmelere sebep olur. ☺️☺️
Yorumlarınızı bekliyorum. Beni takip etmeyi, yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.56k Okunma |
261 Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |