

Medya: Korkmasam ölürdüm (Melike Şahin)
Beni yorumsuz ve yıldız bırakmayan elleriniz dert görmesin . 🤭🤭🤭
Efsun’un Kaleminden
davranışlarımızın iyi bir amaca hizmet etmesi her zaman yeterli olmuyordu. Akıllıca mantıklı kararlar vermediğimiz zaman bunun bedelini ödemekten kurtulamıyorduk. Zahir sevdiğim insanları benden para için çalmak istemişti. Ailemde öyle büyük yaralara sebep olmuştu ki her şey bittikten sonra bile telafisi pek mümkün olmuyordu. Bu adamların karşısına rehin aldıkları zavallı kadını kurtarmak için çıkmış ve bunun için de herkesi karşıma almaktan çekinmemiştim. Ama ne yazık ki tüm uğraşlarım hüsranla sonuçlanmıştı.
“Nereye gidiyoruz?” dedim ağlamaklı bir sesle. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Gökyüzü kızıl ışıklarla çevrelenmiş, aracın yan tarafındaki gölgesi her geçen dakika biraz daha uzar olmuştu. Güney yüzüme bile bakmadan direksiyonu sağa çevirip tepkisizliğini korudu. Delirmek üzereydim. Ne yaptığımızı nereye gittiğimizi bilmiyordum. Aklımda sadece o kadın vardı. Hiçbir şeyden haberi olmadığı halde Zahir’e kurduğum tuzağın kurbanı olan zavallı kadın…
“Yalvarırım bir şey söyle artık! Delirmek üzereyim!” Mavi bakışları keskin bir şekilde ıslak yüzümde oyalandı. Mavilerin rengi iyice açılmış alın çizgileri belirginleşmişti. “Hiçbir şey söyleme Efsun! Beni daha fazla çıldırtmaya hakkın yok!” Başımı önüme eğip gözlerimi kaçırdım. Ne söylese haklıydı. Zahir’i bitirme derdi beni öyle kıskıvrak yakalamıştı ki hiçbir şeyi gözüm görmüyor sadece intikamım ruhunda yer tutuyordu. Yosun bağlamış aklım kinimle yıkanarak daha da gürleşen karanlık fidanlara toprak oldu.
“Böyle olmasını istemedim!” dedim sızlanır gibi. Aracın aniden fren yapmasıyla öne doğru savrulup sırtımı sertçe koltuğa yasladım. el frenini çekti ve anahtarı çıkarıp ne olduğunu bile anlamadan şaşkın bakışlar eşliğinde araçtan indi. Ben bulunduğum koltukta kemeri çözerken güçlü sert elleri bileğimi kavrayıp beni sürükler gibi beyaz aracından çıkardı. “ Güney ne yapıyorsun? Dur lütfen!” Beni dinlemiyor , kurbanlık koyun gibi çekiştirip duruyordu. Öfke, aldığı bütün nezaket kurallarını geri planına yetecek kadar güçlü bir duyguydu.
Gözlerimden yaşlar boşanırken ağlamaklı bir şekilde, “Böyle davranmayı kes!” dedim. “Korkutuyorsun beni!” Çatılan kaşları ve soğuk yüz ifadesi değişmemişti. Kapıda güvenlikler vardı ve korumalar peşimizi bir an bile bırakmıyordu. Ben fark etmesem de arkamızda bir orduyu aratmayacak sayıda koruma uzak yakın olarak dolaşıp duruyordu. Kapıyı açıp aynı hız ve atiklikle içeri girmemi sağladı. Eve gelmiştik ve tam da şimdi buraya niye geldiğimiz hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Telefonu eline alıp bana sırtını dönerek bir numara çevirdi. Yüzüme bakmaması canımı yakıyordu. Ben bunların hiçbirini isteyerek yapmamıştım.
“ Kıvanç! Bana kadınla ilgili haberler ver!” Telefonunun sesi kısık olduğu için Kıvanç’ın ne dediğini duyamıyordum. Ve bilinmezlik her geçen saniye boğazıma takılmış bir kelepçe gibi soluğumu kesiyordu. “Tamam! Olayla bir ilgimiz olduğunu kimsenin bilmesini istemiyorum. Özellikle de amcamın! İyileşmesi için stresten uzak durması gerekiyor.” Kıvanç’tan onay sözcüklerini duymuş gibi başını salladı ve telefonu yüzüne kapattı. Cam kenarındaki L koltuğa geçip büyük bir hırsla titreyen sağ bacağını yumruklarını sıkarken daha da hızlandırdı. Ona gidip bir şey söylemeye cesaretim yoktu. Aramızda telafisi mümkün olmayacak diyalogların geçmesinden korkuyordum. O beni incitecek biri değildi ama bu hali de hayra alamet görünmüyordu. Sınırlarımı çok aştığımın farkındaydım.
O yüzüme bakmasa da cesaretimi toplayıp hemen yanı başına oturdum. Sağ elim hafifçe saç tellerine iliştiğinde hırsla yüzünü benden çevirdi. “Beni kandırmaya çalışma artık! Yalancı bir şefkat ve ilgi gösterme! Sınırlarını her geçen gün biraz daha aşıyorsun! Düne kadar dünyanın kaç bucak olduğundan haberi olmayan sen bugün başıma mafya babası kesiliyorsun.” Mahir’i hayali bir şekilde karşıma getirmiş gibi başıyla sol yanımızı işaret etti.
“ Mahir denilen o itle birlikte durduk yere adam kaçırıyorsunuz. Ne idüğü belirsiz suçlularla, dolandırıcılarla işbirliği yapıp Zahir’i tuzağa çekmeye çalışıyorsunuz.” Ayağa kalkıp kahverengi sehpaya eğildi ve üzerindeki vazoyu elinin tersiyle yere fırlattı. Akabinde öfkeli bir haykırış dudaklarından dökülmüş ve gözlerimi sımsıkı kapatmama sebep olmuştu. Alnındaki terler ne derece kızgın olduğunu ele veriyordu.
Ayağa kalkıp ona yaklaşmak istediğimde sağ eli aramızda bir paravan oldu. “Bana sakın Zahir’in yaptıklarından bahsedip kendini haklı çıkarma!” Yenilmiş gibi omuzları düştü. “Yoruldum artık Efsun!” dudaklarım aralandı ve yüzümdeki acı kıvrımları göz pınarlarımın birkaç damla daha süzülmesine sebep oldu.
“ Güney üzgünüm!” Beni duymamış gibi devam etti isyanına. “Anlamıyorsun! Tek derdim seninle mutlu bir yuva kurmak. Karımla ve oğlumla gerçek bir aile olmak. Zahir’i illegal yollarla tuzağa çekmek bize de zarar verebilir. O adamlarla işbirliği yaparsak onlardan bir farkımız kalmaz. İki gün sonra işlemediğimiz suçların üzerimize yıkıldığını görebilirsin. Ceyda’nın oyunlarından daha yeni başımızı kaldırdık. Şimdi yeniden bir başkasına tahammülüm var mı zannediyorsun?” Avucumun içiyle yanağımdaki ıslaklıkları silip burnumu çektim.
“Anlamıyor musun? Zahir denen o pislik her şeyi kuralına uydurarak yapıyor. Esas büyük suçlarını ortaya çıkaramıyoruz. Polis dediğin delil ister şahit ister! Söylesene onla ilgili polise verebileceğimiz ne var?” Yutkundum. Ağlama isteğimi güç bela zapt ediyordum. “Bak bana Güney!” Çenesiden kavrayıp bana bakmayı reddeden gözlerini gözlerime yerleştirdim. Bunu neden yaptığını biliyordum. O bana baktığında tüm cephanesi harcamış oluyordu. Gözlerim öfkesini dindiriyor yüreği beni affetmek için her seferinde yeni bir bahane buluyordu. Bu yüzden bana bakamıyordu. Ben nasıl ona kızıp uzun süre küs kalamıyorsam o da aynı şekilde duygularını dizginleyemiyordu.
“Oğlumun uygun donöre ulaşmasını engelledi. O hain doktorla işbirliği yaptı. Her şeyi öyle ustalıkla yapmış ki doktor kendisine bunu yaptıran kişinin Zahir olduğunu bile bilmiyor. Hep maşalar kullanıyor! Elleri koru avuçlamasın diye her suçunu bir başkasına harcayarak kendinden uzaklaştırıyor. Tüm çabalarımıza rağmen oklar hiçbir zaman onu bulmuyor. Söylesene! Böyle biriyle kanunları kullanarak nasıl baş edeceğiz? Biz onu adalete atmaya çalışırken ya bize daha büyük zararlar verirse! Sevdiklerini tek tek kendi ellerinle mezara koymaya dayanabilecek misin?”
Elimi yüzünden uzaklaştırıp derin bir iç çekti. Düne kadar sahne ışıklarının altında göz kamaştırıcı bir hayata sahipti. Şimdi her günü bir olay her günü bir aksiyondu. Ne yazık ki bunun sebebi bendim. “İntikam hırsı gözünü kör etmiş! Zahir’i kodese tıkayım derken kendini kaybetmişsin Efsun! Bak! Böyle olmaz!” Kolumdan tutup göğsümü göğüs kafesine yasladı. Gözleri benden bir an olsun ayrılmıyordu. O bana böyle çaresizce aşkla bakarken zihnimi toparlayamıyordum.
“Bu insanlarla olan her temasın bize zarar verecek. O kadın şimdi hastanede. Belki orada senin bu intikam hırsların yüzünden can verecek. Bunun vicdan azabını nasıl taşıyacaksın söylesene! Nasıl hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam edeceksin? Siz birbirinizi yerken ayaklarınızın altında başkaları eziliyor. Zahir bir şekilde cezasını bulsa da sen onu yok etmeye çalışırken mahvettiğin insanların uykularına girmesini engelleyebilecek misin? Başını yastığa huzurla koyabilecek misin? Kim bilir neler yaşadı! O şerefsizlerin onu taciz etmediğinden emin misin?” Son sözü beynimden dumura uğramama sebep olmuştu. Gözlerim iri iri açıldı. Kirpiklerimde dolaşan yaşlar çiğ damlası gibi lacivert harelerine işledi. Başımı inkar etmek ister gibi salladım.
“Yo hayır! Bu olamaz! İmkansız bir şey bu!” Çenemden tutup beni dudaklarına yaklaştırdığında nefes almayı bile unutmuştum.
“Neden imkansız olsun! Ne kadar korkak bir halde olduğunu görmedin mi? O insanlar sandığın gibi değil. Her türlü suça bulaşmaktan çekinmezler. Sen onlarla işbirliği yaparak onlardan biri oluyorsun, farkında değilsin!” Bacaklarımdaki dermanın çekildiğini hissettim. Ayakta duramayacak kadar güçsüzleşmiştim. Epey zamandır terapi gördüğüm için geçmişimle barışmış ve yaşadığım acıları kısmen de olsa unutmuştum. Bu cümle bana o karanlık geceyi bir kez daha anımsatmıştı. Ellerim titremeye başladığımda tırnaklarım yırtar gibi boynumu kaşıdım. Aynı salyaların üzerimde dolaştığını düşündükçe delirecek gibi olmuştum. Yaptığı hatanın farkına varmış gibi sendeledi ve sert tırnak darbelerine maruz kalan boynumu ellerimden kurtardı. Ben kollarından kurtulmak için kararsız adımlarla kendi etrafımda dönüp dururken kolları gövdemi sımsıkı sardı.
“Tamam! Tamam sakin ol!” Sesi bir fısıltıdan ibaretti bir hıçkırıklarımı bastırmaya yetmiyordu. “Özür dilerim!” Yanaklarımı kavrayıp alımlarımızı birleştirdi ve çenemi birkaç küçük öpücük bıraktı. Yüzümü omzuna yaslayıp kalp atışlarımın göğsünün üzerinde titreşmesine izin verdim. “Sana yaralarını hatırlatmak istememiştim.” Yine dönüp dolaşıp onun kollarında nefes alıyordum. Yaralı gözbebeklerim bir tek onun varlığıyla düştüğü girdaptan kurtulup gün ışığı görüyordu.
“Ben başka birinin aynı acıları çekmesine sebep olmuş olamam değil mi? Yapmamışlardır değil mi? Bunun azabını kaldıramam ben Güney!” Sesim yalvarır gibi çıksa da sadece bir fısıltıdan ibaretti. Sanki büyük bir rüzgâr esmişti de elimdeki çakmağın alevi gibi titrek bir nefesi güç bela ona ulaştırabilmiştim. Sönmeye yüz tutmuş ama var olmak için mücadele eden bir feryat vardı kıvılcımlarda ve ben yalanla kucak kucağa olan gerçeğe yabancılaşmıştım.
Kollarında sessiz iç çekişleri eşliğinde sarsılan omuzlarımı hissettirmemeye çalışarak ağladım. Bunun olmasından nefret ediyordum. Dönüp dolaşıp aklını kaybetmiş çılgın bir yılan gibi kendi kuyruğumu ısırmaktan yorulmuştum. “Bana bunu yapmandan nefret ediyorum.”
“Neyi?” dedim zavallı küçük bir kız çocuğu çaresizliği ile. “Bunu işte! Hep aynı şey oluyor. Dünyanın en haklı adamı olsam bile sana kıyamayıp karşında tüm öfkemi yutmak zorunda kalıyorum. Seni affetmek için her seferinde sebepler buluyorum. Çok yoruyorsun beni Efsun çok! Arkanı toplamaktan mecalim kalmadı artık!” Gözyaşlarımın arasından dudaklarım hafifçe yukarı doğru kıvrıldı. Birbirimizin zaafı olduğumuz gerçeği hem kızmam hem de buna içten içe sevinmeme sebep oluyordu.
“Ben senin en karanlık gecelerde bile avuçlarına alıp sığındığın ve her şeye rağmen koruyup kolladığın yıldız perin değil miyim? Sen bana sırtını dönersen ben o karanlığın içinde kaybolurum Güney!” Kollarını sarıp sarmadığı belimden kurtarıp yılgın bir şekilde yanlarına bıraktı. Ama kendisine bağlanmış bir sarmaşık gibi yapışan beni uzaklaştıramamıştı. Bir adım geriye attığında daha fazla bu temasa izin vermedim.
“ Bu sefer o kadar kolay affetmek yok Efsun hanım! Bana vermek zorunda olduğunu daha çok hesabın var.”
“Ben yanlış bir şey yapmadım!” dedim sayıklar gibi. Sesim zavallı bir kedi yavrusu gibi cılız çıkmıştı. Yani bir şeyler yapmaya çalışmıştım ama neticede olmamıştı.
“ Zahir’i öldürmeye mi çalıştın? Gerçekten yaptın mı söyle!” Bakışlarını kaçırıp yutkundum. Sessizliğim gereken cevabı vermişti. Ellerini ensesinde birleştirip yılgın bir eda ile, “Off Efsun of!” diye isyan etti.
“Ben ikimiz için yollar açmaya çalıştıkça sen her şeyi mahvediyorsun. Hayatını yeniden o parmaklıkların ardında mı geçirmek istiyorsun? Bunu bize yapmak istedin mi gerçekten?” Ona verecek bir cevabım yoktu. “Bu hikayede harcayacak ya da harcanacaktım. Zahir Harzem’in işini bitirdi. Adım gibi biliyorum Zişan’ın da defterini dürmesi yakındır. Babamı ve oğlumu öldürmeye çalıştı. Sıranın er ya da geç bana geleceği aşikar. Belki seni bile benden alacak. Artık daha fazla susamazdım! Onu bitirerek hamleyi yapmak istedim. Hepinizin canının kurtulması benim için yeterdi! Ve inan bana bunu başarmak üzereydim.”
“Başarmak üzereydin! Birine kıymayı başarı gibi anlatıyorsun! Sen bir canavar değilsin Efsun! Bunu yaptığında ondan hiçbir farkın kalmayacaktı. Birbirimize hasret bir şekilde yaşayacaktık.” Yanıma gelip yanağınımı kavradı ve parmak uçları sürtünerek saç diplerimi buldu. O dokunuşlarda huzur vardı. Hayatımdaki en güzel şey olduğu gerçeğini hiçbir şey değiştiremiyordu.
“Yazık değil mi sana?” Yalvarış gibi çıkan sesi huzur doluydu. “Bu güzelliğe yazık değil mi? Bize yazık değil mi Efsun? Bu kadar geç kavuştuk birbirimize! Telafisi olmayan yıllara bir o kadar daha ömür eklerken hiç mi kendini kötü hissetmeyeceksin?”
Boynuna sımsıkı sarıldım. Onun beni kendinden itip itmemesi umurumda değildi. Sevgisine ve desteğine bu kadar muhtaçken gururumu düşünemiyordum bile. “Her şeyi bizim için yapmak istedim. O adam herkese zarar veriyor! Dahası da olacak biliyorum. Ama yapamadım.” Boğulur gibi ciğerlerimi havayla doldurdum. Burnumu hafifçe boynuna sürttüm. Oradaki aşina olduğum arzuyu tüm ruhuma hapsettim.
“Beni bundan alıkoyan sadece sizdiniz. Sizinle yaşayacağım günler. O adamın üzerine direksiyon kırdığımdan gözümü bile kırpmazdım. Bir böcek gibi ezilişini zevkle izlerdim. Belki bana kızıyorsun ama onun gebermesi bana verilebilecek en büyük ödüldü.” Yenilmiş bir ses tonuyla sızlanır gibi konuştum. Parmak uçlarım dudaklarını buldu ve dudaklarım çenesinin üzerinde küçük bir nem bıraktı.
“Sizden ayrı geçireceğim tek bir güne bile dayanamayacağımı biliyordum. Sesinizi duymak tüm cesaretimin yerle yeksan olmasına sebep oldu.” İsyan eder gibi başını geriye bıraktığında dudaklarım göğsünün ortasındaki o boşluğu buldu. İncecik beyaz gömleğinin altındaki ipek derinin beni hissedeceğini bilerek dudaklarımı hafifçe sürttüm. Bu kızgınlığını geçirmek için yeterli olur muydu?
“ Şair sen aklım ve kalbim arasındaki en büyük çaresizliğimsin demiş! Aynı çaresizliği seni tanıdığım günden bu yana iliklerime kadar hissediyorum.” Yüzümde haylaz bir tebessüm peyda oldu. “Barıştık değil mi? Sen bana uzun süre küs kalamazsın! Bak yine geldin yamacıma!” Gözleri kızgınlıkla karışık yüzüme odaklandı. Hafif çarpık bir gülümseme tüm direnişlerine rağmen haylazca dudaklarına yerleşti.
“Hemen sevinme! Seni affettiğin falan yok!” Kaşlarımı çatıp ardındaki kanepeye göğsünden sertçe ittim. Ne olduğunu bile anlamadan kendini yumuşacık yastıkları arasında bulmuştu. Kaşının birini kaldırıp cüretkarlığıma dudak ısırdı. “Sen!” Bir şey demesine fırsat vermeden kucağına oturup bacaklarımı bacaklarının arasına yerleştirdim. Kollarımı boynuna doladığımda, bağrıyanık köylüler gibi göğüs kafesini dövmeye başlamıştı.
“Şuna bak! Hiçbir fırsatı kaçırmıyor!” Cilveli cilveli kucağında kıpırdandım. “Of! Seni gören de her fırsatta fanfilifon falan yaptığımızı zanneder. Lafı var, adı yok! Bu gün Melis bile kınayarak baktı bana!” O emniyet kemeri elleriyle belimi sararken yanağımı yanağına yasladım. “Zengin fakir herkesin becerebildiği ücretsiz yegane etkinlik seksmiş ve biz bunu bile becerememişiz! Yazıklar olsunmuş bize!”
Öksürük tufanına tutulduğunu fark ettiğimde kıkırdadım. “Sen de haklısın kolay bir kadın değilim sonuçta!” Ben küçük şebek maymunu gibi sırıtırken dudaklarını kemirip cık tarzı bir ses çıkardı. “Senin bu arkadaşının dili fazla uzunmuş! Levent’e söyleyeyim de arada o dili budasın!” İşaret parmağımı kaldırıp tehdit eder gibi salladım.
“Tombul güvercinime kimse dokunamaz!”
“Tombul güvercinin fazla taklalar atmaya başladı Efsun. Senin başını döndürmesinden endişeleniyorum.” Mayışmış bir şekilde, “Benim başımı sadece sen döndürebilirsin!” dedim. Ağzım kulaklarıma çoktan varmıştı. “Galiba Allah belamı seninle verdi! Hayır düşünüyorum dişe dokunur büyük bir günah da bulamıyorum. Ne yaptım da senin gibi yaramaz bir kadın başıma musallat oldu hâlâ anlamış değilim. Acaba nerede tövbe etsem?” Yanaklarını kavrayıp hafifçe sıktım ve gözlerimizi birbirine mıhladım.
“Çok kötüsün Güney! Bana neden bu kadar kızdığını hiç anlamıyorum. Hayatına renk kattım.” Son sözümü söylerken kollarımı milyonlarca izleyicinin hayran kaldığı bir tiyatroyu sunar gibi iki yana açmıştım.
“Çok sıkıcı yaşıyordun itiraf et! Peşinden koşan o çatlak kızlardan daha sevimli olduğumu kabul etmen gerekiyor. Hepsi senin ağzının içine düşüyordu.” Başını alaycı bir şekilde sallayıp beni onayladı. “Haklısın! En azından onlar ağzımın içine düşüyordu. Sen sahnede kucağıma düşmüştün hatırlarsan! Beyin sarsıntısı geçirmediğime hâlâ hayret ediyorum. Bütün kemiklerim aynı anda kırılabilirdi. Hayır bakıyorum öyle şişman falan da değilsin! Bu pehlivan gücü nereden geliyor hiç anlamadım! Atmaca gibi seke seke üzerime kondun.” Kıkırdadım. O anlar aklıma geldikçe gülme krizlerine giriyordum.
“Bence Allah senin değil diğerlerinin belasını verdi! En son öğle yemeğimi başlarından aşağı boşaltıyordum. Kusmuk yağmuru… Zavallı insancıklar!”
Suratı patlıcan gibi morarmıştı. “Seni böyle seversem asarlar beni diyen şair geldi aklıma. Seni o olaydan sonra seveceğimi bilseler muhtemelen beni de asarlardı Efsun!” Hafifçe dirseğimle göğsünü dürttüm. “Asacaklarını bilsen de yine de beni severdin değil mi?” Kirpiklerimi kırpıştırmış nazın niyazın son raddesine ulaşmıştım. Kaşlarını küçük Emrah gibi sallandırıp, “Emin değilim!” dedi. Bu sefer dirsek çok daha sert gelmişti.
“Star bozuntusu!”
“Huysuz cadı!” Beni kucağından indirip çalan telefonuna bakmak için ayaklandı. Gözüm kulağım sadece ondaydı. Neler konuştuğunu duymak istiyordum. “Anladım!”dedi kendinden bir şekilde. “Hisselerini sonunda satmaya yanaştı demek! Peki! Uyanmaması için oyuna devam et!” Aradan saniyeler geçmişti ve Güney’in yüzünün Allah bullak olduğunu fark ettim. Biraz uzaklaşıp daha rahat konuşabileceği bir yere geçmişti. Kapıyı ardında kapattığı için hiçbir şey duyamıyordum. Nihayet tıklatmalarımı dikkate alıp kapıyı açtı.
“Çok sabırsızsın!”
“Neler oluyor? Meraktan öldüm!” Yüzü sirke satıyordu. “Kameralarla ilgili korumalarla görüştüm.”
“Sonuç!”
“Eve elektrikçi gelmiş! Arıza yapan prizlerle ilgilenmiş! Kameraları onun yerleştirmiş olmasından endişe ediyoruz. Korumalar yabancı kimsenin eve girmediğini söylüyor.”
Başımı kaşıyıp adamı hatırlamaya çalıştım. Güney elimden tutup beni koltuğa oturttu. Kafasının hayli dalgın olduğunu fark ediyordum.
“Adamı hatırlıyor musun?” Dudaklarımı dişlerimin arasına alıp beynimin tüm raflarını taradım. “Sanırım! Şirketten döndüğüm o gün gelmişti. Yaklaşık bir ay oluyor. Sanırım şu Zahir’i öldürme planımı henüz hayata geçirmemiştim.” Olayı hatırladığında şahin bakışları keskinleşti.
“Adamı şirket göndermişti. Bulup konuşturacağım. Onun yaptığından emin olmalıyız. Sen Sare Hanım ve Ahuzar Hanım’dan emin misin?”
“Sanmam! Bu kadarına cesaret edemezler. Ahuzar Hanım onun tarafında olsa da eve kamera yerleştirmesine rıza göstermez.” Parmaklarıyla alnındaki ince çizgilerin üzerinden geçti. “Şu adamı konuşturacağım. Kıvanç kılık değiştirerek senetlere alıcı oldu. Bizim adımıza hisselerini devralacak bir arkadaşı var. Kalan borçları için de elinde avucunda ne varsa satmak zorunda. Tefeciye başvurmazsa-ki sanmıyorum- Geri ödeme yağacağı para yok. Bu yüzden malı mülkü satıp kaçmaya çalışacak. Onu ipe götürmek için yavaş yavaş kapanın ağlarını örüyorum.” Bu sevindiriciydi. Elini tuttum.
“Tehlikeye girmeni istemiyorum. O pislik kudurdukça daha fazla zarar verecek.” Gülümsedi ve yüzündeki endişe verici ifadeye aldırmadan yanağımı okşadı. “Merak etme! Ben işlerimi kanuni yolda yaparım. Zahir bu gün hisselerinin bir kısmını zaten sattı. Elindeki hisseleri de geçersiz kılıp ele geçireceğim. Tefeciden borç alsa bile holding üzerindeki haklarını kaybetmekten kurtulamayacak!” Gözlerimi kırpıştırıp şapşal şapşal baktım.
“Nasıl yani!” Ayağa kalkıp şifoniyere yöneldi ve mavi, büyük bir dosyayı gözlerimin önünde özgüvenle açtı. “Şunu oku!” Gösterdiği maddeyi okuduğumda gözlerime inanamamıştım. “Bu?!”
“Evet! Yönetim kurulu toplantısında amcamla birlikte bazı kararlar aldık. Ana hisse sözleşmesinde bazı değişiklikler yapılmasına karar verildi. İki gün içerisinde tüm hissedarlar sözleşmeye göre sermaye arttırımında bulunmak zorundalar. Eğer bu gerçekleşmezse hissedarlar hisseleri üzerindeki hakkını kaybeder!” Gözlerim Diyarbakır karpuzu gibi açılmıştı. “Zahir tam da şu anda asla bu sermaye arttırımını yapamaz.” Dedim hayretle karşılık bir sevinçle. “Sadece o da değil! Sare Hanım ve Ahuzar Hanım da yapamaz. Yani şer ortaklarının da eli kolu bağlı. Ahuzar hanım bir kaç çiftlik evini satarak belki kendi hisselerini kurtarabilir ama Zahir’in hiç şansı yok.”
Büyük yük kapmış gibi heyecanla elimi kalbimin üzerine bastırdım. Bu alabileceğim en iyi haberdi. Babamın binbir emekle meydana çıkardığı holdingin hiçbir şekilde hayatını mahvetmeye çalışan insanlara menfaat kaynağı olmasını istemiyordum.
“Peki bundan sonra ne yapacağız? Ben Zahir’in sadece parasız kalmasını istemiyorum. O adamın hak ettiği cezayı bulması gerekiyor. Dışarıda sıradan insanlar gibi keyif çatıp yaşaması kanıma dokunuyor. Onun layığı asla çıkmamak üzere müebbet hapse mahkum olmak. Harzem’i ve doktoru öldürdüğünü ispat etmeliyiz. Babama ve Doruk’a yaptıklarını da meydana dökmenin zamanı geldi. O adam artık kimseye zarar verememeli.” Çenemi uyarır gibi tutup bakışlarımı yüzüne yerleştirdi.
“Artık bu saatten sonra senin hiçbir şeye karışmanı istemiyorum Efsun. Ama mafya bozuntularından da uzak duracaksın. Sadece olası hamleleri bekle.”
Olanlardan sonra bu konuda hiçbir şey diyemezdim. “Ne yapacağız peki?”
“Dedektif tuttum! Alanında çok başarılı biri. Adım adım Zahir’i izleyecek. Hesap açıkları elimizde, fakat bundan fazlasına ihtiyacımız var. Zahir sadece holdingi dolandırdığı için yargılanmamalı. Cinayetlerini ortaya çıkarmalıyız. Bunun için dedektif bir şekilde doktorun evine sızıp delil toplayacak. Zahir’le olan görüşmelerine mesaj kayıtlarına erişecek. Yeterli delil bulunduğunda soruşturma başlatacağız. Artık adaletten kaçışı yok.” Onun gereken cezayı bulması istediğim tek şeydi. Bu konuda Güney’e güveniyordum. “Bu arada senin yaptıkların da çok yasal sayılmaz. Doktorun evini aramak için özel izinler gerekiyordu malum.” Kaşının birini kaldırıp kendinden emin bir şekilde sırıttı.
“Kuşları kafesten ürkütmeye niyetim yok Efsun. Gizli saklı yürütmeliyiz.” Yerimden doğrulup ikimiz için bir şeyler hazırlamaya yöneldim. Mutfakta pek iyi olduğumu kimse söyleyemezdi fakat açlıktan ölmeyecek kadar bir şeyler hazırlayabilirdim. Kumpirlik patatesleri köz moduna ayarlayıp kaşar peyniri rendelemeyi başladım. Evde yeterince malzeme vardı ve ortalıklarda kimse görünmüyordu. Güney ben bunlarla uğraşırken berjer koltuğa oturmuş düşünceli bir şekilde Kıvanç’la mesajlaşıyordu. Bu işi çözdüğünde dünyanın en mutlu insanı olacaktım.
Fırından yükselen sesler fırın eldivenlerini elime geçirip patateslerle cebelleşmeye başlamama sebep oldu. Karınlarından yarıp ortalarında hatırı sayılır bir boşluk oluşturmuş ve kaşar peynirlerimi sıcak patatesin içinde eritmiştim. Şimdi diğer malzemeleri ekleme sırası gelmişti. Salam-sosis, ketçap, mayonez, turşu, zeytin ve diğer güzellikler…
Burnuma kadar ulaşan nefis koku iştahımı daha da kabartmıştı. Aklım hâlâ uçurumdan düşen kadındaydı. Çok yüksek ve dik bir yamaçta değildik. Ölümcül bir şeyin olacağını zannetmiyordum ama yine de kalp çarpıntımı dindirmek kolay olmuyordu. Tabaklara hazırladığın kumpirleri masanın üzerine bıraktım. Yanına Şermin’in bir gün önce yaptığı Özbek pilavını da bırakmıştım. Nefis portakal sularını büyük meşrubat bardaklarına boşaltıp bardağını ağız kısmına kabuklu ince bir dilim yerleştirdim. Sanırım bu işi yavaş yavaş kapıyordum. Güney hâlâ bana kızgındı. Onu mutlu edip kendimi affettirme derdinde olduğumun da farkındaydı.
Kıvanç’la mesajlaşırken hafifçe ensesini okşamaya başladım. Saçlarının arasına dolu dolu bir öpücük bıraktığımda soluk alışları bile değişmişti. “Bana bu kadar huzurlu hissettirmen normal mi?” Kollarımı arkasından boynuna dolayıp sırtının kalp atışlarımı hissetmesine izin verdim. Yanağına tatlı bir buse bıraktığımda iç çekti. “Ben seninleyken istesem de mutsuz olamıyorum!” dedim. “ Sen insanın içinde kelebekler uçuşturuyorsun.”
Ayağa kalkıp yanıma geldi ve bel çukurumdan kavrayıp beni kendisine yaklaştırdı. “ Bir daha böyle bir şey istemiyorum Efsun. Artık Zahir meselesine eline atmayacaksın. Onu yakalayım derken kendi hayatını mahvetmene izin veremem. O mafya kılıklı adamlardan da uzak duracaksın.” Onlara yakın olmayı ben de istemiyordum fakat bir şekilde temas halinde olmamız gerekiyordu. Ama bunu Güney’e söyleyemezdim.
“Tamam!”
“Söz mü?” dediğinde ayağımın birini kaldırıp, “Söz!” dedim. Biraz daha huzurlu bir şekilde “Buna inanmak istiyorum.” dedi. Ona haylaz bir şekilde sırıttım. Elindeki çatalla kumpirden küçük bir parça alıp Güney’in ağzına tıkıştırdım. Dudakları keyifle gevşediğinde iyi iş çıkardığımın farkına varmıştım. “Harika olmuş! Sonunda elinden zehirlenmeden yiyebileceğim bir şey çıktı Efsun! Bu özel bir gün, kutlamalıyız!” Kaşlarımı çatıp koluna küçük bir çimdik attım. “Çok kötüsün Güney! Bir dahaki sefere içine fare zehri de koyacağım.” Kıkırdayarak dudaklarını şakaklarıma bastırdı. Gözlerimi kapatıp içtenlikle gülümsedim.
“Bana kıyamazsın değil mi? Sana güvenmek istiyorum!”
“Bana güvenmelisin Güney Tunç Atasoy. Seni elimden kaçıracak kadar aptal değilim!” Bu adam delirmiş olmalıydı. Bu kadar çok severken onsuz yaşama fikrine bile dayanamıyordum. Nasıl zehirleyecektim?
Birlikte keyifli öğlen yemeği yedik. Telefonumdaki mesajları kontrol ettiğimde Mahir’im beni mesaj bombardımanına tuttuğunu anlamıştım. Bu eksik akılda beni idrak edecek kapasite yoktu galiba. Bitti demiştim işte! Artık seninle çalışmayacağım diye kaç kere daha söylemem gerekiyordu ? Kıpırdanmalarım Güney’in bakışlarını istemez üzerine çekti. İlgilenmiyormuş gibi davranıp çatalla kumpiri didiklemeye devam etti. Fakat aklının da gözlerinin de bende olduğunu çok iyi biliyordum.
“Şu Zişan meselesi… Ona ne olacak? Gala gecesine gelmesi akıl alır gibi değildi. Hayatını durduk yere tehlikeye attı.” Konunun değişmesi ve benden uzaklaşması işime geliyordu.
“Bilemiyorum şimdilik onu sadece güvende olabileceği bir yere bıraktım. Aslında bunu bile yapmamamız lazım. O Zahir’i suç ortağı ve her şeyi ortaya çıkaracak yegane kişi. Defalarca konuştuğum halde bir türlü hakim karşısına çıkmayı kabul etmedi. Açıkçası ne yapacağımı ben de bilmiyorum. Onu teslim etmek istiyorum ama Zahir’in içerden birini ayarlayıp canına ot tıkayacağını çok iyi biliyorum. Dışarıda da güvende değil. Bana sığınan bir kadını yarı yolda bırakmak bana ahlaki gelmiyor, fakat kanunlara uygun olmayan bir davranışta bulunmak da istemiyorum. Bu konuda anlaşmaya en kısa sürede varacağımızı düşünüyorum. Onu koruma programından yararlandırmak düşüncesindeyim. Böylece Zahir istese de ona zarar veremez. Başka bir kimlikle, gizli sayılabilecek bir soruşturma belki bu konudaki endişelerimi biraz olsun giderebilir.” Çatalı elimden bırakıp çınlama sesine aldırış etmeden Güney’in elini tutup avucunun içini sıktım.
“Onu teslim etmekten başka çaremiz yok Güney! Ne zamana kadar koruyabileceğini zannediyorsun? Zişan hapse girmeye niyetli değil, benden kendisini kaçırmamı istedi. Bunun suç olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Sadece zaman kazanmaya çalışıyor. Bize yardım edeceğine inanmıyorum.”
Yüzü biraz öncekinden çok daha öfkeli bir hal almıştı. “Onunla görüşmeni istemiyorum Güney. O kadın sıkıntılı biri. Sana zarar verebilir ya da…” Devamını söyleyememiş ve yutkunmak zorunda kalmıştım. Bunun bir kıskançlık krizi olduğunu elbette Güney’in anlaması uzun sürmemişti. “Ya da ne? Onu kıskanıyor musun?”
“Kıskanmamalı mıyım?” dedim kaşlarımı çatarken. “Nasıl biri olduğunu bildiğim için beni bu konuda anlamadığını söyleyemezsin bay star.” Bıyık altından güldü. Haklı sayılırdım. Zişan’ın sabıka defteri oldukça kabarıktı. “ Biliyorum! Ama yine de kıskanmandan hoşlandım.” Biz birbirimize bakıp kıskançlık üzerine romantizm yaparken telefonum Mahir tarafından defalarca aranıyordu. Reddettiğim kim bilir kaçıncı cevapsız aramaaydı. Güney daha fazla dayanamayıp çatalını sertçe tabağına bıraktı.
“O değil mi? O şerefsiz seni yine rahatsız edip duruyor. İyi bir dersi hak etti.” Dudaklarını peçeteyle silip kapıya yöneldiğinde hızla sandalyemi çekip önünde durdum. Elim yüzünü kavradı ve başım yardım dilenir gibi koynuna kıvrılıp kaldı. “Lütfen Güney! Sorun istemediğini söyleyen sendin! İstediğin oldu! Onunla hiçbir bağımın kalmasına izin vermedim. İş kalmadı anlaşma bitti artık. Daha fazla olayı köpürtmeye gerek yok!” Aramıza mesafe koyduğunda bu mesafenin içinde boğulup kalıyordum.
“Belli ki birileri için iş hâlâ devam ediyor. Ona ihtiyacımız yok! Gereken neyse yaparız! Ama belli ki onun iyi bir derse ihtiyacı var.” Telefonum çalmaya devam ediyordu. Çoktan sessize almıştım ama bunun sesi Güney’in sinirlerini bozmak için yeterliydi.
“ Güney yalvarırım!” Dedim kapıyı ısrarla çekiştirirken. Kapatmış ve tanıdık bir ses kulaklarımıza ulaşmıştı. “Efendim Mahir isminde eski bir polis memuru sizi arıyor. Efsun hanımla görüşmek istiyormuş! İçeri alalım mı?” Bu Güney’in koruması Fatih’ti. Sesini daha ilk duyduğumda tanımış ve Mahir’in geldiğini öğrendiğimde bacaklarımın titrediğini hissetmiştim.
Histerik bir şekilde gülüp kollarımı kollarından çözdü. “ Eceli gelen kurt acı acı ulurmuş. Mahir kendi ayaklarıyla geldi.” Şansıma içimden her türlü lafı sayıp beni iterek öne geçen Güney’in ardından korkuyla baktım. Ben toparlanıp arkasından koşarken o çoktan bahçeyi geçmiş ve girişte kendisini bekleyen Mahir’in üzerine yürümeye başlamıştı. “Ben sana karımdan uzak duracaksın demedim mi?” Mahir’in cevabını duymaya bile tenezzül etmeden okkalı bir yumruğu suratına geçirmişti.
“Ulan şerefsiz! Saçma amaçların için masum bir kadını kullanmaya utanmıyor musun?” Ikinci kez yumruğunu sendeleyen Mahir’in burnunun üzerine indirdi. Başlarda sakinliği ile dikkatimi çeken Mahir bir anda aslan kesilmiş ve Güney’in yakasına yapışmaktan çekinmemişti. “İşlerimize burnunu sokuyorsun muhallebi çocuğu! Onunla bir anlaşma yaptık! Ben bana verilen sözün karşılığını istiyorum.” Sözleri beni de öfkelendirmişti. “Sözleşme falan yok Mahir! Benim ne istediğimi sorgulamadan başına buyruk davranıyorsun. Artık sana güvenemem!” Onlar birbirini hırpalarken sözlerimin ona etki ettiğini hiç sanmıyordum.
Mahir Güney’e sert bir yumruk indirdi. Misliyle karşılık almaktan kurtulamamıştı. Kıran kırana dövüştüklerini görmek ortalıkta sinema izler gibi dolaşan korumalara ateş püskürmeme sebep oldu. “ Ayırmak için birbirlerini öldürmelerini mi bekliyorsunuz!” Düş uykusunda uyanmış gibi kendilerine gelip birbirlerini parçalamak üzere olan iki adamı ayırdılar. Güney Mahir’den daha boylu ve geniş omuzluydu. Tahmin ettiğimden çok daha iyi dövüştüğünü iş üstündeyken anlamıştım. Daha önceki görüşmelerimizde hayran saldırılarına karşı savunma dersleri aldığını söylemişti. Şimdi bu derslerin etkisini kendi gözlerimle görebiliyordum.
“ Güney yalvarırım dur!” Korumaya rağmen ona atılmak istemiş ve sadece sözümün bıraktığı etkiyle adımlarını durdurabilmişti. Mahir yumruklarını sıktı. “Bu iş burada kapanmadı STAR! Yine görüşeceğiz!” İkisi de nefes nefese bir haldeydi. Güney’in yakası hafifçe yırtılmış Mahir’in ise saçı başı tamamen dağılmıştı. Yüzünde Güney’e ait morlukların hüküm sürdüğünü burnunun ise dudaklarını kana büyüyecek kadar kırmızılaştığını fark ettim.
“Elinden geleni ardına koyma. Sana pabuç bırakacak kadar aptal değilim.” Güney ona atılmak istediğinde engel oldum ve omzumun üzerinden birkaç metre arkamda olan Mahir’e, “ Git!” diye bağırdım. Yoksa elinden bir kaza çıkacak. Keskin ve öfkeli bakışlarını şu an umursayabileceğim bir durumda değildim. Yeterince bir şeyleri mahvetmişti. Adamlar Mahir’i yaka paça çıkarmak istediyse de polis memuru bu davranışları sindiremeyip kendisine uzanan elleri itti ve dik bir şekilde çıkışa yöneldi. Benimle konuşamayacağını ve derdini anlatamayacağını kabul etmiş olmalıydı.
Onun gitmesini beklemeden Güney kendisini tutan kollarından kurtulup yeniden eve yöneldi. Peşinden gitmiş ve odasına çıktığını anlamıştım. Birkaç dakika sonra kilitli kapının ardında ona dil dökerken kendimi bulmuştum. Beni umursamadan değiştirdiği kıyafetleriyle ve yenilenmiş parfümü ile tüm sorularımı yanıtsız bırakarak merdivenlerden aşağıya indi. Beni cevapsız bırakması ve görmezden gelmesi canımı yakmıştı. Kendisi için hazırlanan araca binip şoför koltuğuna yerleşti. Diğer koltuğa yerleşmek için yöneldiğimde kapıları çoktan kilitlemiş ve aralanan camdan, “Peşimden gelme!” diye bağırmıştı. Delirmiş gibi haykırdım. “Beni almadan hiçbir yere gidemezsin. Ne işler çevirdiğini bilmek istiyorum Güney!” Korumaların başı olan uzun boylu adama beni işaret etti.
“Evden dışarı adımını bile atmasın! Bir süre burada kalacak. İkinci bir emre kadar tek derdiniz Efsun.” İkisi arasında delirmiş gibi mekik dokuyan bakışlara aldırmadan el frenini indirdi. “ Güney saçmalama! Beni buraya hapsederek ne yapmaya çalışıyorsun?”
Aracın içinden, “Seni korumaya çalışıyorum!” diye bağırdı. Sesi fazla kararlı çıkmıştı. “Daha fazla başını belaya sokmana izin veremem Efsun! Sadece benim dönmemi bekleyeceksin. Hastanedeki kadın ölmüş! Senin mafyalar da gözaltına alınmış. Kapımıza dayanmaları an meselesi! Şu an benimle güç yarıştırabilecek durumda değilsin! Bu yüzden uslu uslu evde oturup beni bekleyeceksin. Pierre’e haber verdim. Şermin’i de alıp buraya gelecek. Gerekli hizmetlerini onlar görür!”
“Hayır Güney!” Diye bağırdım. Beni umursamadan gaza asılıp açılan kapıdan dışarı çıktı. Peşinden gitmek istemiştim fakat önüme geçen adamlar emre itaat edip bana engel oldu. “ Güney hayır! Beni bırakıp gidemezsin! Güney!” Beni duymuyordu. Adamları itip kendime yol açmaya çalışmam boşuna bir gayretti. “Ne saçmalıyorsunuz siz? Beni burada böyle esir gibi tutmaya hakkınız yok!” Ben onlarla dalaşırken Güney çoktan bizden uzaklaşmıştı.
“Biz Güney Bey’den emir alıyoruz Efsun hanım! O güvenliğinizin tehlikede olduğunu söyledi. Bir yere gitmemeniz sizin hayrınıza olur.” Adama öldürecekmiş gibi bakmam ifadesiz yüzünde en ufak bir dalgalanmaya sebep olmamıştı. “Lanet olsun!” Haykırışım yaprak bile kımıldatmamıştı. Gözlerimdeki nemleri silip kapıyı ardımdan sıkıca kapattım. Sırtım çelik kapıya yaslanmıştı ve adımlarımı ne yapsam içeri atamıyordum. Gözyaşlarım sıcak sıcak yanaklarıma ve dudaklarıma döküldü. Bu ilk yenilgim değildi.
“Alacağın olsun Güney! Beni yapayalnız bıraktın!”
***
✨✨Güney’in kaleminden ✨✨
İstanbul trafiğine takılıp kalmıştım. Bileğimdeki saate birkaç kez göz attım. Kıvanç’la olan konuşmamızın ardından yarım saat geçmişti. Selektör yapıp yol istedim ve nihayet nazik bir kadın şoför bana yer verme nezaketinde bulundu. Araç kulaklığını takıp yaklaşık yarım dakika telefonun açılma sesini bekledim. “Nerdesin?”
“Çoktan geldim tatlış!”
“Yanında mı?” Kahretsin yine kırmızı ışığa yakalanmıştım. “Evet tatlış! Tamer Bey benimle birlikte.” Dedektifi daha fazla bekletmek istemiyordum. Onu araştırmış ve zor bir adam olduğunu öğrenmiştim. Müthiş bir kibri vardı. Zamanı kıymetliydi. Onunla randevüleşmek için epey uğraşmıştım. “Adamı mekanda güzel ağırla. Semih bu konuda sana en iyisini sunacaktır.”
“Merak etme tatlış! O kız kurusu bana büyük bir minnet duyacak! Zahmet edip sabahtan beri sizle uğraşıyorum. Mümkünse söyle ona bir daha böyle fitne fücur düşmanlar edinmesin!”
“Karıma kız kurusu demeye devam edersen seni limon gibi sıkacağım Kıvanç!” Ben tırnaklarımı direksiyona geçirmiş bir şekilde dişlerimi sıkarken umursamazca kıkırdadı. “Seni ona vermekle ne büyük bir hata ettim star dostum! Şimdiden hanımcı olup çıktın! Kesin sen hamile kalınca onun ayaklarını falan da yıkarsın!” Kaşlarımı çattım. Efsun’un hamile kalması fikrinden hoşlanmıştım hoşlanmaya ama şuan bebeğin hayalini bile kuramıyorduk.
“Üzerine vazife olmayan işlere karışma! Yoksa seni o permalı saçlarından tavana asmak zorunda kalırım.” Mesut komiser gülüşünü duyduğumda göz devirdim.
“Bazen seni görünce kadın olmadığıma çok kızıyorum.”
“Yılışma! Umarım ben de gözün yoktur.” Sesini daha da inceltip kadınsılaştırdı. “Ah Güney! Kalbimi ne çok çaldın bilemezsin! Seni özleyip arzulamamak ne mümkün?” Bir kız arkadaşı olduğunu ve erkeklere ilgi duymadığını bilmesem bana sırnaşıyor sanırdım. “Umarım bu saçmalıklarına dedektifin yanında devam etmezsin!” Kıkırdadı. “Tamam şakaydı dostum! O kız…” Durdu ve yutkunup devam etti. “Efsun hanımefendi seni kendine iyi alık etmiş anlaşılan! Sana yaklaşan kadınları dövmekten beter ediyorsun! Ve beni de…” Çenesi yine formundaydı. “Kapat telefonu Kıvanç! Tamam mı abimin! Yoksa yeni bir menajer bulmak zorunda kalacağım!”
“Peki genç kızların ve Kıvamç’ları sevgilisi…. Daha çok var mı?”
“Hayır!” Telefonu sabırsızca kapattım. Aslında fazlasıyla yorgundum ama bu işi Efsun’a bırakacak kadar da aklımı kaybetmemiştim. Aracı mekanın önüne park edip sakin olmaya çalışarak girişe yöneldim. Semih liseden arkadaşımdı. Gastronomi okumuş ve kısa sürede İstanbul’un en güzide mekanlarından birini açmıştı.
Kapıdaki karşılama ekibini geçiştirip hızla Kıvanç’ın bulunduğu masaya yöneldim. Adamı elinde Büyüteç Sharlek Holms kılığında hayal etmiştim fakat karşımda fazlasıyla ciddi, gri takımlı biri duruyordu. Elini sıkıp “Merhaba!” dedim. “Merhaba!” Masada bana ayrılan yere oturup bir süre onu göz hapsine aldım. “Kıvanç size yaşadıklarımızdan bahsetmiş olmalı.”
“Evet! Kötü günler geçirmişsiniz.” Alnımdan ter akmıştı. Düşünmeye bile dayanamıyordum. “Ne yapabiliriz?” Aceleciliğim gözüne batmamıştı. Onun için de kısa kesmek en arzu edilen şeydi. “Parasız bırakmışsınız. Bu onu epey afallatır.”
Kıvanç’a bakıp, “Bize bundan fazlası gerekiyor!” Dedim. Kahvesinden sesli bir yudum alıp elindeki dosyayı çıkardı. “Doktorla ilgili araştırma yaptım. Daha önce de benzer davranışlarda bulunmuş! Diplomasını kötüye kullanan kan emicilerden biri! Çalıştığı hastanede para için pek çok bebeğin ölümüne sebep olmuş! Hastaneden bazı belgelere ulaştım. Bu bize soruşturma için iyi bir kapı araladı. Bir hemşire de suç ortağı olarak bulunuyor. Onunla iletişime geçmiş. Arama kayıtları ve konuşmalar mevcut. Hakkında soruşturma açarak bunu lehimize kullanmalıyız. Böylece Zahir’le olan bağlantısını açığa çıkarabiliriz.”
Öğrendiklerim içimin bir nebze de olsa serinlemesine sebep olmuştu. “Peki amcamın yaşadığı iş kazası için ne yapabiliriz? Kamera kayıtları silinmiş! İnsanları sorguya çektim ama bir sonuca ulaşamadım!” Adam bıyıklarını burktu. Fenomen pilavcıyı aratmayan gür, şekilli bıyıkları vardı. “Bana o gün şantiyede olan kişilerin bilgilerini bulun. Sorguya çekildiklerinde verdikleri ifadeyi öğrenmemiz iç açıcı sonuçlar doğurabilir. Kayıtların bulunduğu bilgisayarı da istiyorum. Silinenelere ulaşmaya çalışacağım!”
Şüpheci halini sevmiştim. Bu işi çözeceğinden en ufak bir şüphem yoktu. Tek endişem bazı şeylere geç kalmış olabilmekti. Efsun’u güvende tutmak her geçen gün zorlaşıyordu. Ve Zahir tam bir pislikti.
“Şu kamera meselesi! Elektrikçiyi araştıracağım. Ama içimden bir ses onun bu işle ilgisinin olmadığını söylüyor. Adamı uzaktan takip ettim. Kırsal bir tip! İki çocuğu var. Yıllarca şirketle çalışmış ve müşteri memnuniyetinden fazlasını getirmemiş!”
Kıvanç onu başıyla onayladı. “Telefon konuşmalarına ulaştım. Şüpheli bir duruma rastlanmadı. Adamımız işini yapıp gitmiş! Bilgisayarda kameranın ilk kayıt anları yok! Silinmiş! Muhtemelen yerleştirirken yüzünün göründüğünü düşünüp silmiş!” Tamer bey kendinden emin bir şekilde sırıttı. “Sadece bilgisayara ulaşmamı sağlayın ve mucizelere tanıklık edin Bay Güney Tunç Atasoy! Muhbirin işi bitti.”
Selam canlarım. Yarım saat gecikmeyle sizlerleyim. ☺️✨ YM ‘de finale doğru yaklaşıyoruz. Çok uzatmak istemiyorum. Güzel bir final istiyorum ama acele etmek de hoşuma gitmiyor. Önümüzdeki bölüm heyecanlı olacak. Sonu vurgun! Demedi demeyin ☺️✨
Şu Zahir’in hakkından gelebilirlerse romantizim de kapıda olacak. ✨ARTEMİSİN ikinci kitabına nihayet geçtik. YM bitince onu da düzenlemeye alacağım. Tekrar eden her şeyi, hızlı olduğunu düşündüğüm geçişleri yumuşatırım. Gerisine de bakarız.
Artemis bitince de Yeni bir kurguyla yeniden karşınızda olacağım. Hangisini yazacağıma henüz karar vermedim. Ama ARTEMİSİN devamı bir asker kurgusu olabilir. Yani bir yan karakter kurgusu düşünebilirim. Eğitim üzerine olur bu. Ya da bir deprem kurgusu fikrimde var. Genç kurgu olacak. Benden sürprizler bekleyin ☺️✨ Ve takipten ayrılmayın. İnstagramdan duyuru yapmayı planlıyorum. Desteklerinizi bekliyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 5.28k Okunma |
440 Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |