

Medya: mecburum 🎶🎶🎶
Efsun'un Kaleminden
Geçen zaman gecikmişliğimi telafi eden yegane şeydi. Ben hayatı yarım yaşamıştım. Hayatımın nihayet işsiz bir tablo gibi tamamlandığını hissedebiliyordum. Büyük acılar çekmiş meşakkatli, çetrefilli yollardan geçmiştim. Bugün sahip olduğum her şey bir zamanlar benim için hayal bile değildi. Babamı bulmuştum ve sevdiğim adam oğlumla birlikte dünyamı cennete çevirmişti. Düştüğüm yerden kalkalı çok olmuştu ve dizlerimin acısını bile unutmuştum.
Zahir'in nihayet suçlarını ortaya dökecek delillere ve şahitlere ulaşmıştık. Bu benim için büyük bir şanstı fakat gecikmişliğimizin onu kafese tıkmada biz çaresiz bırakacağını düşünememiştik. Zahir nereye kaçarsam kaçayım peşimden gelen kirli bir gölge gibiydi. Ondan kurtulmaya çalıştıkça o gölgenin içine hapsoluyor ve kendimi kaybediyordum. Nihayet her şeyin düzeleceğini düşünmüş ve cesurca adımlar atmıştık fakat yine de kendini kurtarmayı başarmıştı.
Çizim masasının başında elimdeki kalemle kağıda zihnimdeki tasarımları işlemeye devam ettim. Artık bir tasarım evim vardı ve genç yetenekleri keşfedip güzel ürünler ortaya çıkarabilecektim. Babam benim şirketteki işlerle ilgilenmemin kendisine çok yardımcı olacağını söylemişti. Yapamazdım. Ben tasarımcı olmak için doğmuştum. Doğru düzgün anlamadığım şirket işleri bana hitap etmiyordu. Mutluluk için beyaz bir kağıt ve güzel bir kalem yeterliydi. Makasım ve dikiş makinemle hayallerimi avuçlarıma almak için can atıyordum.
Gözlerim televizyonun karşısında Pepee'yi izleyen oğluma takıldı. Yanımda mutlu ve huzurlu görünüyordu. Nihayet işlerim bittiğinde onunla ilgilenebilecektim. Tasarım atölyeme sevgiyle baktım. Bu ilk açtığım yerden çok daha güzeldi. Uzun süre tasarımdan uzak kalsam da ne hayal gücüme ne de yeteneğime ket vurmamıştı. Parke zeminde topuk sesim yankılandı. Kocaman bir duvar aynası, kenarındaki uç uca eklenmiş kare kesmelerle oldukça modern bir hava estiriyordu. Kenarda cansız mankenler, sağ yanımda çizim masası, sol tarafta renk kartelaları, not defterleri, tablet ve bilgisayar, makas ve renk renk iplikler vardı.
Yan odada dikiş makineleri bulunuyordu. Mekanın üst katında küçük ama tatlı bir butik vardı. Oraya benim gibi güzel tasarım yapacak ve tasarımlarımı hayata geçirecek yetenekli kişileri getirecektim.
Ben daha çok ellerimle çizmeyi sevsem de tablette de zamandan tasarruf ettirecek uygulamalar vardı. Babamın bana yardımcı olması için getirdiği Beyza Hanım bana bu işin inceliklerini tüm detaylarıyla anlatmıştı. Onunla pratik yapıyor ve sık sık başka atölyeleri ziyaret ederek kendimi geliştirmeye çalışıyordum. İlk işim önceki tasarımlarımı yeni formlarla ortaya koymak olacaktı.
"Daha bitmedi mi?" Oğlumun yanına gidip oturduğu kanepenin arkasından saçlarına dolu dolu bir öpücük bıraktım. "Bitti bebeğim. Nihayet çizimi tamamladım. Bakmak ister misin?" Gözlerini televizyondan ayırıp heyecanla güldü. "Eveyyyt!" Defterimi getirip oğlumun önüne bıraktım. "Vay canına! Bu hayika!" Yanaklarından ıslak izler bırakarak öptüm. Bana anne dediği her an kalbimdeki kelebekler aynı anda kaçışıp duruyordu. Mutluluktan delirmeme az kalmıştı.
"Şey!" Kızaran yanakları dikkatimden kaçmamıştı. "Bundan Ece'ye de yapabiliy miyiz?" Kaşlarımı kaldırıp yüzündeki tatlı mimikleri inceledim. " Ece kim bebeğim?"
"Ana okulundan aykadaşım!" Ellerini belinin arkasında birleştirmişti ve bakışlarını benden köşe bucak kaçırıyordu. Sanırım oğlum daha şimdiden aşık olmuştu. "Nasıl bir kız?" dedim haylazca sırıtarak. İç çekti. "Çok güzel! Onu göyünce kalbimin kanatlayı olduğunu düşünüyoyum. Uçup benden uzaklaya gidiyoy. Tıka basa hamburger yemişim gibi nefes alamıyorum." Yanağından tatlı bir makas alıp utangaçlığını gülücüklerle karşıladım. "Biy de Beyat vay." Dedi. Suratı acı biber yemiş gibi buruşmuştu. " Berat nasıl biri?"
"Aptalın teki ya!" Kıkırdadım. Kıskançlık da başlamış. "Neden aptalmış boncuğum!" Dudaklarını öne doğru toplayıp dişlerini sıktı. Onunla oynamaya çalışıyoy ama Ece onu sevmiyoy!" Onu göğsüme yaslayıp saçlarını karıştırdım. "Sen de elbise hediye ederek kalbini kazanmaya çalışıyorsun!" Sertçe omuzlarını silkti. "Hiç de bile!"
"Bi de inkar!" Homurdanmalarına burnunu sıkarak karşılık verdim. "Benim yaramaz küçük bıdığım!"
"Ben bıdık değilim!" Sesli güldüm. "Öylesin! Dünyanın en tatlı, en güzel, en sevimli bıdığısın!" Sonlarına doğru sesim yükselmişti. "Yalançı!"
"Anneye yalançı denmez!" Önce kaşlarını sallandırmış ardında da gülümsemişti. "Annem!" Dedi binlerce cümleyi aynı kelimenin içine sığdırarak. O böyle seslendikçe kalbim bir hoş oluyordu.
Kahve makinasına malzemeleri koyup bekledim. "Söylediklerin..." dedi kararsızca. " Yani o benim dedem mi artık! Sare de anneannem!" Başımı salladım. Bu durumu ona nasıl açıklayacağımı bilmiyordum. "Neden bana söylemediley?" Düşünmek için "ıııı" tarzı bir ses çıkardım. "Aslında söylemek istediler ama bunu zamana bırakıp birbirimize alışmamızın daha iyi olacağını düşündüler. Sen çok küçüktün. Bunları anlayamayabilirdin! Yani anneni özlerdin ve..."
"Bilmek isteydim!"dedi çocuksu bir küskünlükle. "Sana geliydim!"
"Belki hapiste olduğumu öğrenince üzülürdün." Gözleri dolu dolu oldu. "Olsun... Yine de isteydim ! Sana oyuncaklayımdan getiyiydim. Konuşuyduk!" Oğlum! Çok isterdim. Seni benden almasalardı o birkaç dakikaya bile dayanırdım. Sana kavuşmak için günleri, ayları kovalardım. Çaresiz olmasaydım çok daha önceden kavuşurduk.
"Haklısın! Belki daha önce bilmen iyi olurdu."
"Niye?" Ses tonu yalvarır gibi çıkmıştı. "Neden söylemediley?" Bu sırrı daha fazla içimde tutamayacağımı biliyordum. Bu işteki tutarsızlıkları Doruk fark ediyordu. O da sabırla kendimi açacağım anı bekliyordu. Ellerini ellerimin arasına alıp parmak uçlarımla avuç içlerini tatlı tatlı okşadım. " Seni benden aldılar oğlum. Hiç ummadığımız insanlar bize kötü bir oyun oynadı. Yıllarca babam da seni oğlu zannetti. Gerçeği kısa bir süre önceye kadar ne onlar biliyordu ne de ben. Şu an söylediğim bazı şeyleri anlayamaman normal! Babam asla ikimize incitecek bir şey yapmak istemedi. Şartlar onu da farklı bir düğümün içine düşürdü."
İç çekti. Bana güveniyordu. En azından bunu başardığım için mutluydum. " Sonunda hey şey ortaya çıktı. Peki ya kötüley? Onlay da belasını buldu mu?" Söyleyecek hiçbir sözüm yoktu. Zahir henüz yakalanmamıştı ama ilahi adaletin onu da es geçmeyeceğini biliyordum.
"Bulacak oğlum! Bize bunları yaşatanlar er ya da geç yaptıklarının hesabını verecek." Gözlerindeki umut bana kendimi biraz daha iyi hissettirmişti. Dışarıda onlarca koruma vardı. Kendimizi korumak için silah kullanmayı da öğrenmiştim. Buna rağmen asla güvende olamayacağımızı biliyordum.
"Şimdi yemek zamanı! Biricik oğluma sebzeli mantarlı makarna yapacağım. Bakalım makarnalarımı sevecek misin?" Yüzünde güller açmıştı. Ondan sakladığım şeyleri sorun etmiyordu. Çocuk kalbi uzun süreli nefret edemeyecek kadar masumdu.
"Yaşasın!" Mutlulukla küçük bir alkış tutturdu. Ben sos için sebzeleri almaya giderken o çoktan hangi makarnayı istediğine karar vermişti. Doğradığım domatesleri bir kenara alıp diğer malzemelere geçtim. Sebzeli harika bir makarna yapacak ve oğlumu mutlu edecektim. Benim için biberleri ince ince kıymaya başlamıştı. "Ellerini kesme sakın! Eğer sakarlık da bana çektiysen bayağı işimiz var!"
"Ayh!" Panikle hemen ellerine yöneldim. Avuç içlerini parmaklarımın arasında incelerken yaramazca güldü. "Şaka yayptııııım!" Saçlarının üzerine dolu dolu bir öpücük bıraktın. Onlara ne kadar dokunursam dokunayım asla doyamıyordum. "Seni yaramaz! Anneni kandırmaya başladın demek! Senin burnunu ısırmak istiyorum." Gözlerini kocaman açıp dudaklarını araladı. "Hayıııııy! Buynum kıpkıymızı oluy!" Sağ omzumu silktim.
"Sonra Ece beğenmez değil mi?" Kıkırdadı. Oğlumun bu ilk hislerini neşeyle karşılıyordum. Şu Ece'yi ben de merak etmiştim doğrusu.
Pişen makarnaları sosla karıştırıp tabaklara böldüm. Nefis görünüyordu. "Mmmmm!" Dedi homurdanır gibi. Demek ki boğazına düşkün tek obur ben değildim. "Hadi bakalım! Önce eller yıkanacak ardından da sofraya!" Yerinden kımıldamadığını görünce onu kovalar gibi haylazca üzerine yürüdüm. Kıkırdayıp doğruca yeni dekore edilen lavaboya koştu. Uzanması için onu biraz yerden yükselttim ve oğlumun birbiriyle dans eden parmaklarına baktım.
Sofranın başına geçtiğimizde dumanı üzerinde nefis bir makarna bizleri bekliyordu. Doruk'un kalpler saçan gözleri beni doğrular nitelikteydi. Öyle güzel yiyordu ki onu izlerken bile doymuştum. Dudaklarına bulaşan salçalar bile neşe kaynağı oluyordu. Ağzını silip kendi ağzıma da lezzet bombsından tıkıştırdım. Nihayet yeme işimiz bittiğinde tabakları ve bardakları makinaya dizdim. Oğlumla birlikte yeni iş yerime bazı özel mobilya ve araçlar almaya gidecektik. Kapıyı kitleyip alışveriş için arabaya yöneldim.
Peşimden pek çok koruma ve aracın gelmesi uzun sürmemişti. Zahir yakalanana kadar asla güvende olmayacaktık. Alışveriş yapacağımız markete geldiğimde korumalar sağıma ve soluma yerleşti. Bazıları da uzaktan beni izliyordu. Güvende olmam için çabalıyorlardı ama oğlumla dışardayken huzurlu olmam imkansızdı. Ona çok geç kavuşmuştum. Erken kaybetmeye hiç niyetim yoktu.
Nihayet katların arasında dolaşarak bana uygun mobilyaları bulabildim. Oldukça modern tasarımlı ve rahatlığıyla tam zevkime göreydi. Masam ve mutfak gereçlerim de tamamlanmıştı. Kahve için harika bir alan yapmıştım. Doruk yanıma geldiğinde rahat rahat oynasın diye mini bir saha ve futbol kalesi almıştım. Benimle oyun oynamadığı zamanlarda bunlarla vakit geçirebilirdi.
"Daha fazla bir şeyler alacak mısınız?" Dedi Şükrü. Bu korumalarından biriydi. "Mağazayı da satın almayı düşünüyorum!" Dedim ciddi görünmeye çalışarak. Gözlerini kocaman açmıştı. Tüm dişlerimi göstererek sırıttım. "Hadi ama! Biraz rahatla! Sadece şu kadarcık bir şey aldım!" Şükrü gözlerini kocaman açıp kaşlarını sallandırdı. "Tabi ki şu kadar!" Diyerek bana seyyar dükkan gibi görünen diğer korumaları gösterdi. Hepsi paketlerden koca bir dağın altında kalmış gibiydi. "Değil mi Kemal!"dedi kinayeli kinayeli. Kemal kutuların arasındaki ince boşluktan tek gözünü çıkardı. Kafasına kocaman bir Fransız şapkası geçirmiş, ayakkabıları topuklarını bir kanca gibi kullanarak ceketinin önüne yerleştirmişti. Paketlerin altında dağa saklanan minik bir fındık faresi gibi görünüyordu.
"Evet! Şuuuuuuuuuuuuu kadar!" diye uzatarak konuştu. "Biraz abartmış olabilirim." Dedim teslimiyetle. "Biraz!" Gözlerini devirdi. "Daha önce milletvekili koruması olmuştum. Sürekli tetikteydik. Bazen ölümcül çatışmalara katılmam bile gerekebiliyordu." Bana kumarda milyonlarını kaybetmiş gibi çaresizce göz attı. "Hiçbirinde bu kadar yorulmadım. Sırtımı ve kollarımı hissetmiyorum. Parmaklarım kan topladı ve belim koca bir ayı tarafından pençelenmiş gibi ağrıyor. Dozerin altında kalsam daha az canım yanardı. Korkarım bu saatten sonra siz bizi korumak zorunda kalacaksınız." Ben laf yetiştirmeye hazırlanırken Kemal, "Kulağa hoş geliyor!"diye sayıkladı. Suratındaki sırıtış delirmeme sebep olmuştu.
"Bence işten atılmak istiyorsunuz!" Şükrü önümde eğilip, "Ne olur bizi işten atın Efsun Hanım! Dilenmeye bile razıyım. Bu gezdiğimiz 225. Mağaza!" Oğlum kıkırdarken Michel, "Tanrı Güney Bey'e aziz sabrı vermiş olmalı!" Diye vızıldandı. "Şimdiden İsa'nın ayak ucunda çok yüksek mertebede oturduğunu hayal edebiliyorum." Bu siyah çocuk sabır kotamda Nirvana'yı zorluyordu.
Diğerleri koro halinde gülerken, "Hah! Çok komik!" Diye bağırdım. En çok gülen yine Doruk olmuştu. Elindeki dondurmayı yalarken dünya batsa umrunda olmayacaktı. "Bence Kıvanç'la çalışmalısınız?" Sinsi sinsi güldüm. Şeytan çarpmış gibi olmuşlardı. Ama hayır ben çarpmıştım. "Hemen onu arayıp sizlerle biraz zaman geçirmesini isteyeceğim. Biraz dinlenmek hepinize iyi gelecek!"
"Hayır olmaz!" dedi Şükrü. "Yüce ise aşkına!"dedi Michel. "Ağda bantları, cımbız," diye haykırdı Kemal. "Bigudili saçlar ve öldürücü şeytani parfüm..." Afganistan'da recm cezası bekleyen idamlıklar gibi tir tir titriyorlardı. Michel istavroz getirip baba oğul ve kutsal ruhu anmak suretiyle kendini kutsadı. "Göklerdeki yüce babamız. Bu günkü ekmeğimizi temin et ve bizi Kıvanç kulunun gazabından koru!" Bu dindar hergeleyi seviyordum. "Amen!"dedim büyük bir keyifle. Gazabın büyüğüne uğramamak için seslerini çıkarmadan benden daha hızlı bir şekilde kalan mağazalara girerek beni de peşlerinden sürüklediler. Kıvanç bana hem Güney hem de babam konusunda oldukça ekmek yedirmişti.
Nihayet alışverişimi tamamlamıştım. Doruk'un uyku saati geldiği için onu eve bıraktım. Bu gün Güney için çok yoğun bir gündü. Onu görmeden daha fazla duramayacağımı bildiğim için direkt kayıt stüdyosuna yönelmiştim. Araçtan iner inmez heyecanla lavaboya yöneldim. At kuyruğu yaptığım dalgaları saçlarımı özgür bıraktım. Siyah kumaş dar bir pantolon ve üzerine beyaz büstiyer badi giymiştim. Rujumu tazeleyip sevdiğim adamın bulunduğu kayıt stüdyosuna yöneldim. Neyse ki Kıvanç sürpriz yapabilmem için küçük bir rüşvetin ardından yerini söylemişti.
İçeri girer girmez miks mühendisi ve müzik prodektörü beni fark etmişti. Rahatsız olmamaları yönünde işaret verip büyüleyici sesin beni esir almasına izin verdim. Güney üzerindeki şık giysilerle kendi şarkısının büyüsüne kapılmış, beni kapalı gözleriyle fark etmemişti. Dudaklarımdaki o yoğun gülümsemeyle ona korkusuzca doya doya baktım. Diğer kadınların divane olup erişemediği adam kocam olmuştu. Birbirimizi seviyorduk. Oğluma kavuşmuştum ve babamla aramızdaki tüm sorunlar çözülmüştü. Affetmenin kalbimdeki tonlarca yükü alacağını bilmiyordum. Bu dünyadaki en huzur verici şeydi.
Kulağında kulaklıklarla yerinde tüm sahne ışığını hissettiriyordu. O dudakların açılıp kapanarak yüzüne işlediği kışkırtıcı duruşa yutkunarak baktım. Sanki sözleri bile ikimize aitti. Bizden aşkımızdan bir parçayı içine işlemişti. Yüzündeki o gülümseme gözlerini kapattığında beni düşündüğünü ele veriyordu. Kendimden biliyordum. İnsan ancak sevdiğini düşündüğünde bu kadar huzurlu olabilirdi. Kalbi aşka düşenin yüreği söz dinlemez, aklı fikri diğerleri gibi çalışmazdı. Aşk insana verilmiş en güzel hediyelerden biriydi fakat yokluğu ve kaybı yaşama gücünü tamamen öldürebilirdi. Belki de insanlar bu yüzden intiharın eşiğine geliyordu.
Nihayet şarkının nakaratı bitti ve ben onun şaşkın neşeli bakışlarına düşebildim. Beni görünce mutluluk tüm yüzüne yayılmıştı. Gözlerimi kırpıp devam etmesi yönünde destekledim. Bu harika kaydı asla mahvetmek gibi bir hataya düşmezdim. Prodüktörün işaretiyle ses kısılarak bitirildi. Güney kulaklıkları çıkardı ve oval biçimli mikrofondan dudaklarını uzaklaştırdı. Saniyeler sonra aradaki cam bölmeyi geçmiş ve kendini kollarıma bırakmıştı. Ona sımsıkı sarıldım. Elleri belimde parmak uçlarının nazik dokunuşlarını hissettiriyordu.
"Harika!"dedi adam Güney'e kısa süreli bir alkış temposu tutturken. "Siz şarkı söylemek için doğmuşsunuz Güney bey! Gerçek bir yıldız ışığı var sesinizde." Mühendislerden biri, "Efsane bir yorum oldu gerçekten. Biz şarkının enerjisine kapılıp güçlükle işimizi yaptık. Kim bilir dinleyiciler bu duygu dolu sözlerle neler hissedecek." Güney ellerini sıkıp teşekkür etti. Hemen ardından hasretle bana bakıp gözlerini gözlerimden ayırmadan, "Bu günlük yeter sanırım!"diye ekledi. "Albümün kalan şarkılarını müsait bir başka gün seslendiririz."
"Hay hay! Siz nasıl isterseniz." Kendilerine ait eşyaları alıp dinlenmek içim çay ocağına yöneldiler. Nihayet yalnız kalabilmiştik.
"Demek bana sürpriz yaptın!" Dedi nefesiyle boynumu okşarken. Parfüm kokusu aklımı başımdan alıyordu. Dudaklarımı boynuna sürtmemek için ruhumla savaşmak zorunda kalmam ne kadar adildi? "Daha fazla senden uzak kalamazdım. Çok yoğun çalışıyorsun! Yanında olamamak bir cehennem." Eğilip dudaklarıma dolu dolu bir öpücük bıraktı. Topuklu ayakkabılarıma rağmen ondan kısa görünüyordum.
"Bana uyar! İlham perimi yanımda istemek en büyük hakkım! Senin varlığın şarkılarıma yaşam kazandırıyor." Çenesindeki o sevimli gamzeden öpüp yüzümü kokusunun sindiği göğsüne bastırdım. "Senden önce ölü olan bendim. Sen ruhumun çorak topraklarında çiçekler açtırdın. Şarkıların sevgiye dair olan ölü inançlarımı hayata kazandırdı. Artık sensiz nasıl yaşanır bilmiyorum." Alt dudağını çekiştirip hafifçe ısırdım.
"Bilme zaten! Neden bileceksin ki? Ben hep seninle olmak istiyorum. Hatta ölünce bile yanında olmayı arzuluyorum." Sağ eli sol yanağıma dokundu. Baş parmağı dudaklarımın üzerinde dolaştı. "Ölümden bahsetme. Seninle sağlıklı, güzel yaşamak istiyorum. Mutluluğu bu kadar çabuk kaybetmeye hiç niyetim yok." Dudaklarımı dudaklarına sürttüm. Bu kadarıyla yetinmemiş beni kendine çekip tutkuyla dudaklarıma hapsolmuştu. Dudaklarımı nemlendirmesi duygularımı yeniden harekete geçirmişti. Onunla yaşadıklarımı düşününce bedenim aniden bir volkan gibi ısınmıştı. Korkarım ateş püskürmesi için basit bir kıvılcım bile yeterdi. Ah yıldızlar! Aklımı onunla öyle tıka basa doldurmuşum ki başka hiçbir şeye yer kalmadı. Aşka hapsolan kalbim ölümcül hastalar gibi kıvranıp duruyordu. Çok güzeldi. Çok samimiydi. Öylesine aşk ve tutkuyla bakıyordu ki karşısında tüm terbiyemin bozulduğunu hissedebiliyordum. Onun kollarında olduğum her an benim için cennetti. Güzel yüzüne dokunmak, ellerinin bedenimde gezinmesini hissetmek muhteşem bir duyguydu. Yaşadıklarımdan sonra onsuz kalmak imkansız gibiydi. İnsan yaşamadığı imtihana acem kalırmış. Tensel temastan önce böylesi arzuları bu kadar derinden hissetmiyordum.
"Dur!" Dedi nefes nefese! "Yoksa elimden bir kaza çıkacak!" Kıkırdadım. Alt dudağımı ısırmış ve iç çekmiştim. "Keşke çıksa!" Burnumun ucunu sıktı. "Çıksın ama burada değil! İkimiz için harika planlarım var." Gözlerimden alevli kalpler çıkmıştı. "Nasıl planlar!"
"Baş başa zaman geçireceğiz ama öncesinde eve gidip amcamla bazı konuları konuşmam lazım." Yüzüm düşmüştü. "Bu bazı konular Zahir'e çıkan konular değil mi?" Gözlerini onaylar gibi kırptı. "Mesele için emniyetle irtibat halindeyiz. Zahir'i yakalamaları an meselesi. Yurtdışına illegal yollarla kaçmaması için gerekli tüm önlemler alındı." Bu sözler beni tatmin etmekten uzaktı.
"Bunun bir anlamı yok. O pislik kaçmak için elinden geleni ardına koymayacaktır. Bir yolunu bulup giderse asla güvende olmayacağız. Güçlenip geri dönecektir ve bizden intikam almadan da asla huzur bulmayacaktır."
Eli yanağımdan enseme kaydı ve sağ diplerimi huzur verir gibi okşadı. "Sizi kimsenin incitmesine izin vermem. Gülümsedim. Söz konusu Zahir olduğunda asla bundan emin olamazdık. Stüdyoyu bırakıp aracımıza yöneldik. Güney valeden anahtarı kaptığı gibi soluğu babamlarla kaldığımız malikanede almıştı.
Artık oradan ayrılma zamanımız gelmişti. Güney, Doruk'la ilgili bir sorun kalmadığına inandığı için yeniden evine yerleşmek istiyordu. Bunun için haftalar öncesinden yenileme faaliyetlerine başlamıştı. Yeni gelin evi olacakmış... Alem çocuktu bu Güney. Yenisi mi kaldı? O şık dekorasyona ben dünden razıydım ama yine de sihirli dokunuşlarda bulunmadan duracak gibi değildi.
Aracı park edip bahçeye yöneldik. Havalar ısındığından bu yana neredeyse her akşam bahçe sefası yapıyorduk. Sofralar kuruluyor, arka fonda nefis bir müzik açılıyordu. Babamla Güney tavla oynarken ben de oğlumla tatlı yiyip oyun oynuyordum.
"Ah sarmaları unutma! Sakın tepsi kebabını ihmal etme bak Harun görmezse çok üzülür! İçecekler... Hımmmm! Çiçekleri de hemen şuraya yerleştirelim." Sare Hanım bizi fark etmemişti bile o elindeki çiçek vazosunu yemek masasında ileri geri ittirip satranç oynar gibi yer beğenmeye çalışıyordu.
"Bu ne telaş böyle? Vazo nerdeyse stresten pazıl gibi dağılacak. Gözlerinizle kaşıkları büküyorsunuz Sare Hanım!" Sare Hanım beni görünce alnını kırıştırdı. "Sorma. Son dakikada Melis'le Levent'in de yemeğe katılacağını öğrendik. Şermin sağolsun diğer çalışanlarla kısa sürede ziyafet hazırladı ama her şeyin mükemmel olmasını istiyorum." Güney belimi sarıp masaya yönlendirdi. "Ben de bizim için sanmıştım." Dedi sevgili kocişkom sahte bir hayalkırıklığıyla. Sare hanım şakadan anlamayıp bocaladı.
"Siz de varsınız canım. Hep birlikte oturacağız sofraya."
"Ben alınırım!" Dedi Güney istikrarla. "Kalbim buz dağına çarpan titanik gibi iki parçaya bölündü." Koluna çimdik attım. Kadını üzmeye ne hakkı vardı şimdi? "Ah yapmayın çocuklar."
"Her an ağlayarak evi terk edebilirim. İstenmediğim yerde duracak değilim." Dedi Güney ben homurdanır gibi gülerken. Sare Hanım tuhaf bir endişeyle bana bakarken başımı yazık eder gibi salladım. "Hassas adamdır. Kalbi antika şamdan gibi hemencecik kırılıverir." Sare hanım gerginlikle alnına vurup "Ama tanrım bu Z kuşağı çocukları... Bazen doğurmadığım için bana kendimi şanslı hissettiriyorsunuz." Güney'le birbirimize bakıp kahkahalarla güldük.
"Ah sadece şaka yapıyoruz. Kırılmak bir yana bizi kovsanız bile bu nefis sofrayı bırakıp bir yere gitmeyiz. Sevgili midem ve sulanan ağzım asla bu bedbaht durumu kabul etmez." Sare Hanım mürebbiye gibi başını kaldırıp kaşlarını çattı. "Bazen kötü bir üvey anne gibi davranıp ikinizi de kapı dışarı etmek istiyorum. Demek benimle dalga geçiyorsunuz." Kıkırdadım. "Ah lütfen bu düşüncelerinizi ziyafetten sonraya saklayın. Bu sofrayı bırakıp beni küçük bir hamam böceği gibi dışarı atamazsınız." Kahkahalarla güldü. Benzetmemden hoşlanmıştı. Aramızdaki buzlar nihayet kırılmıştı.
"Siz sevimli küçük hamamböcekleri." Sarmalardan birini aldım. Sare Hanım'ın küçük bir çığlık koparması uzun sürmemişti. "Ah tanrım!"
"Antenlerimin bu şeyi tatması gerekiyordu." Bu sefer kahkahalarla gülme sırası Güney'e gelmişti. "Sakın masayı bozmayın! Misafirler gelene kadar her şey yerli yerinde kalmalı. Parmaklayanı vururum. Tabaklarımın karınca yuvası gibi delik deşik olmasını istemiyorum." Biz dirsek atıp sinsice gülerken babam nihayet yanımıza teşrif etmişti. Güney onun gelmesini fırsat bilip gizlice sarmalardan bir tane daha ağzına attı. "Bunu gördüm delikanlı."
"Ben masumum! Çok lezzetliydiler." Sare Hanım isyanlardaydı. "Akıl sağlığımı korumak için mutfağa gitmeliyim." Babam alnından öper öpmez "Birazdan gelirim!" Dedi ve gülerek yanımızdan ayrıldı. "Onu kızdırmanız çok hoş! Ama..." Sır verir gibi eğildi. "Sare titizdir ve intikam almayı da çok sever." Birbirimize bakıp korkmuş gibi titredik. "Ne kadar da endişe verici!"
Babam sarmalardan alıp "Bunu sevdim. Sare görmesin." Dedi. Sare korkusu hepimize sirayet etmişti. "Melis'ler gelmek üzeredir. Yarın nişan alışverişine çıkacaktık." Alışveriş fikri yüzlerinin asılmasına sebep oldu. " Tehlikeli olabilir Efsun. Biliyorsun bugün çıkman bile doğru değildi." Babamın fikrine saygı duysam da bana kardeş gibi davranan o kızı yalnız bırakmak istemiyordum. Evlerinde bir curcuna zaten kendine yer bulmuştu. Annesiyle babası gelmiş, kız kardeşleri bu nişan hazırlığını güzel bir şekilde halledebilmek için epey çabalamıştı. Onları yalnız bırakamazdım.
"Uzun sürmeyecek baba! Zaten işin çoğunu halletmişler. Ben sadece bazı süslemelerle ilgilenecektim. Kıyafetinin birkaç rötuşa ihtiyacı var. Melis hanım benim tasarladığı elbiseyi giyecek." Güney gerginliğini hissettirmemeye çalışarak, "Dikkatli olmalısınız! Zahir tehdidi henüz bitmiş değil."
Babamdan onay gecikmedi. " Güney haklı Efsun. Hem neden nişanı burada yapmıyoruz? Melis'in apartman dairesi de çok hoş ama bahar ayları geldiği için bahçe enfes görünüyor. Hem masraf yapmaktan da kurtulurlar. Burada işlere yardım edecek çalışanlarımız da var. Melis'in ailesi kutlamanın tadını çıkarırken onlar diğer işlerle ilgilenirler. Hem biz de sevaba girmiş oluruz." Güney'le birbirimize bakıp gülümsedik. "Bu harika bir fikir baba. Teklif ederim elbette ama kabul ederler mi bilemiyorum. Bence burada Levent ve Melis için harika bir kutlama yapabiliriz."
"İkisi için en güzel şarkılarımı seçeceğimden şüpheniz olmasın. Solistleri şimdiden hazır." Babam, "İşte bu kadar!" Diye onayladı. "Melis bu solist meselesine çok sevinecek. O senle tanışmadan önce de sıkı bir Güney hayranıydı. Şimdi en mutlu gününde senin şarkıların çalacak." Güney elimi sıkıp göz attı. "Bize her konuda çok yardımcı oldular. Hafiyelik yaptığımız günleri unutma. Bence bunu fazlasıyla hak ettiler. Dostluğumuzun her daim devam etmesini istiyorum."
"Ben de." Sare Hanım ve Doruk el ele içeri girdiğinde artık onun oğlumla ilgilenmesini kıskanmadığımı fark ettim. Doruk'un ağzını anneanne kelimesine alıştırması zaman alacaktı. Fakat sabretmeyi öğrenmiştim. Kötü günler nasıl rüzgârda dağılan küller gibi benden uzaklara savulduysa zamanla her şey yerli yerine oturacaktı. Oğlum koşarak boynuma sarıldı. Sare Hanım'ın geçmişteki yaptıklarından ona bahsetmemiştim. Benim yokluğumda onu annesi bilmişti ve zihnindeki anne imajının sarsılmasını istemiyordum.
"Bir tanem nihayet gelmiş." Dedim gülücükler saçarak. Yanağımdan kocaman ıslak bir öpücük aldı. " Şeymin'le oyun oynuyoyduk. Ve bu sefey onu yahatsız etmedim." Mezeleri elindeki tepsiden alıp masaya yerleştiren Şermin bana onaylar bir biçimde göz kırptı. "Doruk bugün fazlasıyla usluydu. Hatta onun için elmalı turta yaptım." Doruk büyük bir memnuniyetle dudaklarını yaladı. "Sen dünyanın yedi harikasından birisin Şermin. Elmalı turtaya ben de bayılırım. Ah o tarçın kokusu yok mu? Enfes oluyor." Şermin'in uzatmalı Eksaşkı konuya direk atladı.
"Ben de bayılırım Efsun Hanım. Turtayı benden zor kurtardı Şerminciğim." Kaşlarım havalanmıştı. Şermin bir şey söylememe fırsat vermeden dirseği ile hayranının karnını dürttü. "Sen her şeye karışma!"
Şermin'in "Emret gülüm!" Karşılığını alması uzun sürmemişti. Nihayet Melis'lerin geldiğini görünce yemek yiyeceğimiz için sevindim. Açlıktan midemin sesleri kendi içinde ritim tutturup şarkı yapmıştı. Melis'i kollarımın arasına alıp hasretle kucakladım. "Nihayet gelinlik kız da geldi." Sesli bir şekilde güldü. Evleneceği için ayakları yere basmıyordu.
"Uzun zamandır görüşemedik." Melis yanağımı tatlı bir kızgınlıkla sıkmıştı. " Neredeyse Ferhat olma yolunda ilerliyordum. Arayı artık bu kadar açmayalım."
"Bence de Melis. Son olaylar yüzünden bir türlü görüşemedik. Bunu telafi edeceğiz." Melis ve Levent, Babam ve Sare Hanımla da kucaklaştı.Birlikte sofranın başına geçtik. Melis yemeklerimizi öve öve bitiremiyor Şermin de utangaç bir şekilde ardı ardına teşekkür ediyordu. Tabii onu sinir etme görevi yine sevgili hayranı tarafından üstlenilmişti.
Doruk yemeğini kendi yiyebilse de arada ağzına ben de bir şeyler tıkıştırıyor ve gecikmiş anneliğimin tadını çıkarıyordum. Levent ve Melis'in çocukluk anıları hepimizi güldürmüştü. Sevdiklerimin yanımda olması her şeye değerdi. Yemeğin sonlarına doğru tepsi kebabına methiyeler düzen babamın sesi beni yaşadığım anın dizgesinden çıkarıp geçmişe götürdü. O an farkına bile varmadan, "Babam da çok severdi." Diye sayıkladım. Masadaki tüm bakışlar anında üzerime çevrilmişti. Bahsettiğim kişinin Kerim Bey olduğunu anladıklarını fark ettim. Onunla ilgili olumsuz bir yorum kimseden duymamıştım ama babamın kendini değersiz hissetmesini de istemiyordum.
"Şey ben.." dedim gerginlikle. Devamında ne söylemem gerektiğini kestiremiyordum. Babam sağ elimi avucunun arasına alıp dudaklarına götürdü ve sevgiyle öptü. Gözlerinden onun için bir sorun olmadığını anlamıştım.
" Kendini kötü hissetmeni gerektirecek bir durum yok. Kerim bey değerli bir adamdı. İyi bir insandı her şeyden önce. Sana ve annene sahip çıktı. Ona çok şey borçlu olduğunun farkındayım. Başlarda seninle kurduğu bağı kıskanmıştım fakat şimdi iyi ki diyorum. İyi ki kızımın yolu ona rast gelmiş. Seni öyle güzel sevgiyle yetiştirmiş ki yaşadığın onca acıya rağmen yüreğinde kötülük duygusunu barındırmamayı öğrenmişsin. Hayatım boyunca ona minnet duyacağım."
"Bu sözlerinin beni ne kadar sevindirdiğini bilemezsin baba. Onu hep iyi hatırlamak istiyorum. Geçmişimin ilişkimize zarar vermesini istemiyorum." Güney'in bakışları da beni onaylar nitelikteydi.
Sare hanım bakışlarını kaçırsa da olumsuz bir cümle kurmaktan çekinmişti. Gözlerine baktığımda geçmişi kabullendiğini anlayabiliyordum. Yaşadıkları onun için de kolay değildi. Hiçbir kadın kocasının bir başkasını sevdiği gerçeğiyle yaşamaya dayanamazdı. Sare Hanım karşılıksız da olsa onun yıllarca sevmeye devam etmişti ve nihayet aralarındaki küllü rüzgârlar son bulmuştu. Artık evliliklerinin üzerine güneş açmıştı. Sare hanım hayatımın geri kalanını geçmişteki düşünceler ile yaşayarak değil babamla mutlu olmaya çalışarak geçirmekte karar kılmıştı.
Kerim bey benim geçmişimdi. Ne yaşanmış olursa olsun ona minnet borçluydum. Bana asla babasızlığın acısını hissettirmemişti. Beni dünyanın en mutlu çocuğu yapmak için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Aklıma her düştüğünde onu güzel anmayı ihmal etmeyecektim.
Önüme dönüp tabağımı tamamladım. Bir süre sessizlik olsa da yeniden sohbet başlamıştı. Yemek faslı bittikten sonra kahvelerimizi içmeye koyulduk. Koyu bir sohbetin eşiğindeydik. Doruk yatmadan önce Güney ve Levent'le birlikte basketbol oynamak istemişti. Başlarda oyun üç kişilik devam etmişti fakat sonra Güney ve levent arasındaki gerilimin dozajı arttıkça oyun bir mücadeleye dönüşmüştü. Doruk bile kenara çekilmiş onlar arasındaki çekişmeyi izlemeye koyulmuştu. Ara sıra eliyle alkış tutup tezahürat yapıyordu. Takvime hatırlanmaya değer anılar bırakıyorlardı. Ah şu yaramazlar.! Gözü kapalı basket atmalar, sahanın dışına çıkıp çok uzaktan topu potaya girdirmeye çalışmalar... Bunların ikisi de kocaman birer çocuktu. Nihayet yenişemeyeceklerini anladıklarında pes edip yanımıza gelmeyi akıl edebildiler.
Melis yorgunluktan başını masaya koymuş Levent'in start vermesini bekliyordu. Onlara kapıya kadar eşlik edip vedalaştım. Güney gitmeden önce son kez Levent'e meydan okumuş ve bunu saymadığını dile getirmişti. Koca çocuklar vedalaşınca babamla Sare Hanım da odalarına çekildiler. Oğlumu elinden tutarak odasına götürmüştüm. Odasındaki çoğu eşyanın toplandığını görünce gideceğimizi anlamıştı. O bu konuda çok istekli değildi fakat bizim de artık kendi düzenimizi kurup kendi ayaklarımızın üzerinde durmamızın zamanı gelmişti. Bir ailenin sorumluluğunu almayı bilmeliydik. Doruk yeni hayatına ne kadar kısa sürede adapte olursa o kadar iyiydi.
Ona yine masallar okudum ve dalgınlaştığını fark eder etmez kollarımın arasına alıp saçlarını okşayarak uyuttum. Bu anı her gün yaşasam bıkmazdım. Oğluma kavuşmayı öyle çok beklemiş ve kaybetme korkusunu öyle derinlerde hissetmiştim ki bu anların yerine bir şeyler koymak imkansızdı. Saat geç olmasına rağmen Güney'in beni beklediğini biliyordum. Bana aldığı paketi açıp üzerindeki notu okudum.
"Her şey güzel karım için. Bakalım hediyeni beğenecek misin? Onu üzerinde görmek için sabırsızlanıyorum." Ağzım mutluluktan kulaklarıma kadar yükselmişti. Beni mutlu etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Kağıdın üzerine küçük masum bir öpücük bıraktım. Onun elleri değmişti o kağıda. Kaleminin bıraktığı izlere bile öyle aşıktım ki!
Paketi açıp içindeki elbiseye göz attım. Elbise omuzlardan dökülen ince askılara sahipti. Bele kadar inen ve vücudu sımsıkı saran siyah, mat, ipek krep bir kumaşı vardı. Sırtına derin sayılamayacak kadar açıkta bırakıyor ve belin üzerinde ince boncuklu ipler oval bir biçimde dört sıra halinde peş peşe dizilmişti. Elbiseyi takip eden hoş bir kuyruğu vardı. V yakası ve kalçalardan itibaren küçük dalgalanmalar eşliğinde genişleyen harika bir eteğe sahipti. Güney yine yapmıştı yapacağını.
Güzel bir duşun ardından kurulanıp hemen kıyafeti üzerime geçirdim. Büyük aynanın karşısına geçip bedenimdeki bu güzel duruşa hayranlıkla baktım. Hemen saçlarımı sıkı bir atkuyruğu ile bağladım. Tepeden bağladığım tutamlar dümdüz bir şekilde sırtıma kadar iniyordu. Siyah tokam at kuyruğunu daha da çarpıcı hale getirmişti. Gözlerimi ortaya çıkaran koyu renk bir makyaj yaptım. Dumanlı göz makyajımı hafif bir parlatıcı ile tamamlayıp parfümü boynuma çok yakın olmayacak şekilde sıktım. Güney parfümümü çok seviyordu. Bu yüzden onu tenimdeki kokudan mahrum bırakmak istemiyordum.
Sivri topuklu siyah kapalı ayakkabıları ayağıma geçirip Güney'in bana bıraktığı takı kutuma odaklandım. Siyah kadife kumaştan yapılan ince dikdörtgen formunda hoş bir kutuydu. Parlak yıldız şeklinde pırlantaları olan zarif bir kolyeyi bulduğuma hiç şaşırmıyordum. Yıldız şeklinde hoş pırlanta bir yüzük de vardı. Güney bu gece beni bu kadar şımartarak kendi ipini satılığa çıkarmıştı. Artık bunu hep isteyecektim. İlgisinin üzerimden dağılması ihtimalini düşünemiyordum bile. Artık gerçek bir evliliğe dönüşmüştü ilişkimiz ve bundan ikimiz de çok hoşnuttuk. Yeterince iyi göründüğümden emin olduğumda hazır olduğumu bildiren kısa bir mesaj attım.
Pırlanta detayları olan siyah küçük el çantamı alıp merdivenlere doğru yürümeye başladım. Herkes çoktan yatmıştı. Beni salonda bekleyen adamı gördüğümde heyecanlı bir kıkırdama bedenimi yokladı. Genişçe gülümsemiş ve kollarına atlama arzumu dizginlemeye çalışmıştım. Merdivenlerden olabildiğince zarif bir şekilde inmeye çalıştım. Ne yapayım ancak bu kadar oluyordu. Ben beceremezdim öyle salon kadını gibi davranmayı. Doğamda yoktu bir kere. Ama bu konuda kimse bir şey söyleyemezdi. Güney beni böyle sevmişti ve ben de kendimden hoşnut olduğum için bu tarz şeyleri takıntı haline getirmiyordum. Aramızdaki mesafeler bittiğinde hızlı bir şekilde gelip belimden sarıldı. Bedenlerimiz birbirine kavuşmuştu. Boynuma burnunun ucunu sürtüp dudaklarıyla gerdanımı mühürledi. Yeniden dudaklarıma asıldığında bu kadar spontan olmamam gerektiğine karar verdim.
"Ah hayır! Makyajımı bozuyorsun bay Güney Tunç Atasoy. Henüz gecenin başındayız." Baş parmağını dudaklarında dolaştırıp küçük izleri sildi ve kışkırtıcı bir şekilde gülümsedi. " Gecenin sonunda bu halinden eser kalmayacağını biliyorsun değil mi? Şimdiden o anların gelmesi için sabırsızlanıyorum." Yanaklarım kıpkırmızı olmuştu. Onları görmesem de ne halde olduklarını çok iyi biliyordum. Hafifçe ayakkabının sivri topuğuyla ayakkabısının üzerine baskı yaptım.
"Yeterince allık kullandım büyük star. Bir de sen kızartıyorsun yüzümü. Bu gece domates gibi dolaşmak istediğimi hiç sanmıyorum."
"Benim küçük sevimli domatesim." diye sayıkladı. O domatese neler yapmak istediğini bildiğim için yutkundum. "Bu hiç romantik değil! Bana kontes gibi davranabilirsin. Belki bir prenses! Ama kesinlikle domates gibi görülmek istemiyorum. Domates kahvaltı tabağında güzel oluyor sadece."
Belimden tutup beni biraz daha yaklaştırdı. "Sen de benim kollarımda güzelsin! Hem de çok..." Çenenisindeki gamzeye küçük bir öpücük bıraktım. "Bunu seviyorum!"
"Ben de!" Elimi tutup aracına yönlendirdi ve dakikalar sonra hoş bir mekana gelmiştik. Elleri teklifsizce belimi kavrayıp mekanın büyük cam terasına yönlendirdi. Mum ışığının yanı sıra harika bir ambiyansın olduğunu kabul etmem gerekiyordu. Hemen arka tarafta karanlık bir bölge vardı. Ses yoğunlukla oradan gelse de odaya eşit miktarda dağılmıştı. İnsanın ruhunu tetikleyen hoş bir caz müziği gecemize eşlik ediyordu. Modern bir tasarım vardı ve mekanın konsepti yıldızlar üzerine kuruluydu. Tavana baktığımda canlı bir uzay manzarasının beni esir almasına izin verdim. Yıldızlar galaksiler öyle canlı öyle gerçekçiydi ki bu mekanın uzaya açılan bir kapı olduğunu düşünmeye başlamıştım.
"Bu harika Güney! Nefis bir şey!" Heyecanımı dizginlemeye çalışsam da gümbürdeyen kalp atışlarım ve hayran bakışlarım bu çabamı boşa çıkarıyordu. "Senin için buradayım. Mekanı ikimiz için kapattım. Burada bu harika manzaranın, bu nefis atmosferin tadını çıkaracağız." Bakışlarımı yıldızların parlak detaylarından kurtarıp sevdiğim adamın yıldızlardan daha parlak olan göz bebeklerine diktim.
"Yani tüm gece burada mıyız? Başka bir yere gitmeyecek miyiz?" Bundan şikayetim yoktu ama daha farklı bir sonu tercih ettiğimi de gizleyemezdim. "Merak etme! Üst katta ikimiz için harika bir oda hazırladım. Gecenin kalanını orada geçireceğiz." Kulağıma doğru eğilip hafif bir meltem estirerek fısıldadı. "Sana sadece uzaktan bakacağımı düşünüyordun değil mi ? Bedenini keşfetmek için sabırsızlanıyorum ." Yanaklarımı yine ateş basmıştı. Bacaklarımın heyecandan titrediğini hissettim. Bunun için bu kadar sabırsızlanmam normal miydi?
Tırnağımı elini geçirdim. "Birilerinin bunu duymasını istemiyorum." Omuz silkti. "Duyarsa duysun! Herkes bilsin Güney'in Efsun'a meftun olduğunu. Onunla geçirdiği her dakikayı cennetten bir an çalarak yaşadığını." Belimden kavrayıp beni caz müziği eşliğinde hafifçe kollarının arasına aldı. Sadece ayak hareketleriyle yavaş bir ritimde salınıyorduk. Esas amacının dans olmadığını biliyordum.
"Sana yakın olmak için bu ortam nefis. Sanırım dansımızın amacı da bu." Dakikalarca sallanır şekilde dans ettikten sonra bize uzatılan kadehleri alıp cam terasa yöneldik. Burası harika görünüyordu. İçki içmediğimi bildiği için bana farklı bir içecek getirmişti. Kadehi dudaklarıma götürdüğümde onun tercihlerine güvenmem gerektiğini anlamıştım. Bunun da Misk kedilerinin olayına dönmesinden endişe ettiğim için onun içip içmediğimi kontrol ettim. İkinci bir kaka vakasını kaldıramazdım.
Elimdeki kadehi gösterip "Bunun ne olduğu hakkında bir fikrin var mı?" diye sordum. Elimdeki kadehe baktı. Şampanya kadehinde olduğunu fark etmiştim. Kenarında üzüm salkımından küçük ince bir parça süsleme olarak bulunuyordu. Rengi altın rengindeydi ve hafif köpüklüydü. "Merak etme! Alkol kullanmadığını biliyorum. Ben de mesafeli olduğum için alkolsüz bir kokteyl tercih ettim." Kadehindeki açık altın rengi sıvıdan bir yudum aldı.
Dudakları zevkle burkulmuştu. "Beyaz üzüm suyu, soda ve limonla yapıldı. Merak etme gecenin sonunda seni kollarımda baygın bir şekilde taşımak zorunda kalmayacağım. Güvendesin! Ben Coşkun değilim." Güldüm. Hafif altın tonlarındaki sıvının boğazımdan döküldüğünü hissettim. "Zevklerini seviyorum Star!" Kenarındaki üzüm tanesinin tadına baktım. Havadan sudan sohbetler edip hayatımızdaki güzel şeylere odaklandık. Birlikte 2 saat kadar burada zaman geçirmiştik. Artık ona daha yakın olabileceğim ve insanların bizi rahatsız etmeyeceği kata çıkmayı istiyordum. Saat yeterince geç olmuştu.
Nihayet cam terastan ayrılıp bize eşlik eden görevli ile birlikte büyük gösterişli asansöre yöneldik. Genç bir adamdı ve üzerinde lacivert ceket pantolondan oluşan hoş bir takım bulunuyordu. Eğer ayakkabıları parlak papyonu ise oldukça moderndi. Nihayet odamıza geçtiğimiz için mutluydum. Bugün epey yorucu bir gün olmuştu ve sadece onun kollarında uyumak bana kendimi iyi hissettirebilirdi.
Gözlerimi kapatıp hemen arkama geçti. " Güney!" endişeyle aldığını sayıkladığımda "Şşşşş!" diye fısıldadı. "Merak etme! Seni yönlendireceğim. Görmeni istediğim bir şey var. Düşmene izin vermen!" Alt dudağımı ısırıp onu başımla onayladım. Ayakkabımın tıkırtısı daha tiz bir sese dönüşünce merakım ikiye katlanmıştı.
Gözlerimi açtı ve gördüğüm manzara bir kez daha dilimin tutulmasına sebep oldu. "Vay canına! Bu ilkinden çok daha güzel!" Bakışlarım zemine kayar kaymaz ellerimin tir tir titrediğini hissettim. Sanırım küçük bir yükseklik korkusu sorunuyla yüzleşmek zorundaydım. Hemen Güney'e sımsıkı sarıldım. Sivri topuklu ayakkabılarım onun pahalı deri ayakkabılarının üzerine yerleşti.
"Aman Allah'ım! Şu an burada olduğuma inanamıyorum. Buradaki zemin de cam ve tüm İstanbul ayaklarımın altında sanki. Bu çok farklı hissettiriyor! Hem endişe hem de heyecan duygusu beynime alarm verdi."
"Daha ayaklarını yerden kesmedim sevgilim. Bizi çok güzel günler bekliyor." Güzel sözleri heyecanımı dizginlemeye yetmemişti. İstanbul'un bütün parlak ışıkları aynı anda gözlerime hücum ediyordu. Tüm yıldızlar üzerime ışıklarını bırakmış pırıltılar her yanımı hücrelerime kadar sarmıştı. İki dudağım birbirine kavuşmuyordu. Yüzüme yansıyan tüm bu ışıklar eşsizdi.
Bana birkaç yıl öncesine kadar böyle bir mutluluğa erişeceğimi söyleseler güler geçerdim. O kadar acı çektikten sonra böyle bir hayata kavuşmak aklımın ucundan bile geçmezdi. Şimdi her şey bambaşka olmuştu. Güney benimdi. Birbirimize aittik. Onunla bütün mutlulukları tadıyordum. Ve tek korkum tüm bu saadetin elimden gidebilme ihtimaliydi.
"Bir gün doğacak bebeğimizle de buraya gelelim." Bir anda gülüşüm soldu. Bu ihtimal kalbimde küçük bir sancılanma oluşturmuştu. Yüzümü yüzüne döndüğünde ellerini medet umar gibi titrek bir şekilde tuttum. "Bir bebeğimizin olmasını mı istiyorsun?" En doğal şeyi söylüyormuş gibi, "Evet!" dedi. "Her erkek sevdiği kadından çocuk sahibi olmak ister. Yani eğer sen de istersen tabii!" Bakışlarımı kaçırdım. Beni yanlış anlamasından korkuyordum. Hakkımızda bu konuyla ilgili yalan yanlış haberler çıkmıştı. Şimdi onun dudaklarından bir benzerini okumak endişelenmeme sebep oldu.
"Yanlış bir şey mi söyledim?"
"Hayır!" dedim titrek bir sesle. "Ben sadece... Şey!" Sesli bir nefes verdim. " Güney ben seni çok seviyorum. Seninle yaşadığım her an benim için bir ömre bedel. Yanında olmak, saçlarına dokunmak, beni sevdiğini senin sesinden duymak, dudaklarından dökülen her şarkının melodinin bana aşkımızı hatırlatması... Her şey çok güzel! Masal diyarında gibiyim. Ama çocuk konusunda şu an bir arzu hissetmiyorum."
Dudaklarını birbirine bastırıp anlayışlı bir şekilde başını salladı. Parmaklarım el yüzeyini okşadı. "Beni yanlış anlamanı istemiyorum. Ben de senden bir çocuğum olmasını isterim elbette ama şu an zamanı değil. Oğlumu yeni kazandım. Büyük bir badire atlattık. O iyileşmiş olsa da hâlâ annesine ihtiyacı var. Onu daha yakından tanımak, annelik yapmak istiyorum. Biz çok fazla zaman kaybettik. Hem..." Yutkundum. "Ben kendimi yetiştirmek istiyorum. Üniversite okumak istiyorum senin gibi. Kendi alanımla ilgili kurslara katılmak ve çalışmalarımı güçlendirmek en büyük arzum. Taşpınar Butiği Efsun Taşpınar Atasoy tasarımlarını dünyaya duyurmak tek hayalim. Başka kadınlara da ilham kaynağı olmak istiyorum."
Yüzündeki hayal kırıklığı ifadesinin ruhunda bıraktığı acıyı derinden hissettim. Ellerimi yanağına bastırıp gözlerimi yumdum. "Seninle daha çok vakit geçirmek istiyorum. Sensiz geçen acı dolu günlerimi unutmak ve sevdiğim adamla mutlu olmak istiyorum. Annelik büyük bir sorumluluk ve ben henüz buna hazır değilim. Bu sefer çok daha iyi bir anne olmak istiyorum. Bir süre birlikte zaman geçirelim. Hayatımızı doyasıya yaşayalım. Sonrasında kısmet olursa yine bunun için bir adım atabiliriz."
Dudaklarındaki tebessüm ve gözlerindeki anlayış dolu ifade biraz olsun kalp çarpıntımı hafifletti. "Haklısın! Henüz çok yeniyiz. Yaşayacağımız pek çok güzel şey var. Zamana ihtiyacımız var. Hem anne olursan benimle eskisi kadar ilgilenmezsin. Bırak da biraz sana kanayım değil mi?" Parmak uçlarımda yükselip dudaklarına uzun, tutkulu bir öpücük bıraktım. Alınlarımız birleşti. Her kıvrımını hissetmek istiyordum.
"Ne zaman kalbim üşüse seni düşünüyorum. Bir güneş doğuyor içimde. Isınıyorum. Sıcacık oluyor seninle en buzdan iklimler bile. Hiçbir hazan baki kalmıyor. Dökülen yapraklar senin varlığınla ardında envayi çeşit bahar çiçekleri saklıyor. Bir adam bir kadına kendini nasıl bu kadar iyi hissettirir hiçbir fikrim yok. Düşünmek istemiyorum. Büyünün bozulması fikri bile aklımı başımdan alıyor. Böylesi bir aşkı hak edecek ne yaptım bilmiyorum. Nasıl bir iyilik yaptım ki Allah seni karşıma çıkardı." Sözlerimi duyar duymaz beni kendine daha çok yasladı. Gözlerindeki tutku ürpermeme sebep oldu.
"Aşkın kulaklarımdan ruhuma yansıyan bir şarkı gibi. Sanki notalar bile seni saklıyor. Susmak... Seninle aynı gökyüzüne bakarken susmak. Aslında ne çok konuşuyoruz bir bilsen. Ne çok anlatıyoruz birbirimize bizi anlatan şiirleri. O şiirlerde özgürlük var. O şiirlerde sen varsın. Sana kavuşmak, senle yaşamak var."
"Yıldızlara bakmak sana bakmak demek. Dünya karanlıklara büründüğünde seni onlarla anmaktan başka yol bulamıyorum." Yüzümü göğsüne gömdüm. Sözleri duygularımızı ifade etmede hep yetersiz kalacaktı.
"Seni dualarıma eklemeden günler geçirebilir miydim bilmiyorum." Dedi fısıltıyla. "Seni beklemeden, sevmeden yaşanır mı unuttum. Senden öncesi puslu ve karanlık, bu günkü varlığınla o anları çözemiyorum. Sonu sana çıkmayan hiçbir şiiri, hiçbir şarkıyı sevemiyorum. Kulaklarıma dolan melodileri beynime işleyemiyorum. Aşkını istiyorum. Tutkunu... İlk kez sadece sana karşı."
Alınlarımız birleştiğinde gözlerimiz kapandı. Aramızda geçen her sözcük yansımaların arasında kaybolan bir fısıltı gibiydi. Ona aşkımı anlatmak için doğru kelimeleri seçmek ve derdimi anlatmak istiyordum. Bendeki Güney'e benim dilimle seslensin benim gözlerimle baksın istiyordum.
"Ben senin kalbinden dökülen bir hikayeyim." Dedim arzuyla kıvranırken. "Durup nefeslendiğin bir virgül, duygular beslediğin bir karakter, her şey olan ama kimsede bulunmayan bir yürek çarpıntısı... Cümlelerim, yaralarım, nefesim, dermanım... Beni ben yapan ve beni benden çalan her şey sana ait..."
"Bana ait!" Dedi ölür gibi. Yeniden dudaklarıma yerleşti. Bu sefer daha sert, daha içli, daha arzu doluydu. Bulunduğumuz yeri düşününce dudaklarımı ondan kurtarmak istedim. Birileri tarafından gözetlenme ihtimali utanmama sebep olmuştu. Elbiseyi sırtımdan sıyırmaya çalışırken uzaklaştım. "Ya bizi görürlerse. Burası cam!" Histerik bir şekilde güldü. "Görmezler! Biz dışarıyı görürüz ama onlar bizi görmez. Bu özel bir cam!" Rahatlamıştım. Saniye beklemeden yeniden bana yaklaştı. Bana dokunması utanma duygusuna rağmen deli gibi istediğim bir şeydi. Güney'in sevdası beni arsızlaştırmıştı.
Elbise ayaklarının dibine düşerken her saniye artan bir telaş ve arzuyla onu deli gibi öpüyordum. Artık beni onun olmaktan hiçbir şey alıkoyamazdı.
***
Çalan telefonun sesi ikimizde de küçük bir irkilmeye sebep oldu. Başımı Güney'in çıplak göğsüne yaslanmış derin bir uykunun içerisindeydim ve bu büyüyü bozan tek şey ikimizi de ayağa kaldıracak o haber olmuştu.
"Efendim Kıvanç!" Gözlerimi ovuşturup telefondan gelen metalik sese kulak verdim. "Ne?!" Sesini resmen korkuyla yerimden sıçramıştım. Ellerim sakinleştirmek ister gibi açık tenine, göğsünün deli gibi çarpan odak noktasına yerleşti. "Kesin mi?" Kısık sesi duysam da Kıvanç'ın tam olarak ne söylediğini anlamıyordum.
"Tamam!" Dedi Güney. Yataktan deli gibi fırlamıştı. "Hemen geliyorum. Orada buluşalım." Telefonu kapatır kapatmaz sabahlığı giymeye bile zaman bulamadan yataktan çıktım. "Neler oluyor."
Uyku mahmuru gözleri alev saçtı. "Bir ceset bulmuşlar. Eşkali Zahir'e çok uyuyor. Vurulmuş bir erkek cesedi. Sanırım ölmeden günler önce uçuruma itilmiş. Sudan biraz önce çıkarmışlar. Teşhis için bekliyorlar."
Ağzım bir karış açık kalmıştı. O adam Zahir olabilir miydi? Ondan kurtulmuş muyduk? Güney daha fazla zaman kaybetmemek için hemen duşa girdi. Kabin cam olduğu için buğulu kısmından onun telaşını rahatlıkla görebiliyordum. Peşinden duşa girdim ve yağmurluğu ikimizin odak noktası olan yere çevirdim. Şaşırsa da bundan hoşlanmıştı. Şampuanı önce onun başın ardından da kendi başıma sürmüştüm. "Demek şu anda bile fantezi istiyor benim karım!" Umursamazca omuz silktim. "Bir an önce morga gidip o lanet cesedi görmek istiyorum. Zahir'in nefes almadığından emin olana kadar bana huzur yok."
Küçük bir hayal kırıklığı kendisini yoklasa da yüzünü toparlamakta zorlanmadı. "Gelmeni istemiyorum. Cesed harap halde. 'Annesi gelse tanımaz' diyor Kıvanç. Buna şahit olmanı istemiyorum." Yağmurluğu odak noktasından alıp kendi başının üzerine bıraktı. Köpükler benimden süzülürken sinirden koyunlarımı saymaya başlamıştım. Yağmurluğu bencilce kendime çevirip köpüklerden kurtuldum. "Geliyorum. O pislik paramparça olmuş olsa bile görmek istiyorum. İnan bunu kaldırabilirim. Hiçbir şey eli kolu bağlı beklemekten kötü değil."
Duş jelini bedenimde dolaştırdım ve durulandım. Havluya sarılıp çıktığımda iki dakika sonra Güney de belinde bir havluyla bana katılmıştı. Kurulanıp iki dakika içinde rahat spor giysiler giydi. Siyah kot pantolon ve siyah tişörtle çoktan yasına hazırlanmıştı. Ben de benzer giysiler giymiş saçlarımı taramaktan fazlasını yapmamıştım.
Güzel görünmek şu an asla önemseyeceğim bir durum değildi. Keşke boynumdaki morluklar olmasaydı. Tüm bedenim yaşadığımız gecenin etkisiyle kırılmış gibi sızlıyordu. Ben ondan gelen tüm hisleri seviyordum. Her gecenin sabahında bu sızlamaları mutlulukla karşılıyordum. Elime aldığım fondötenle boynumdaki morlukları kapattım. Güney'in kıkırdaması homurdanmama sebep oldu. Morlukların mimarı olduğu halde bir de halimle eğleniyordu.
"Hazırım!" İsteksizce yanıma geldi. "Bu iyi olmayacak. Onu görme..."
"Hayır Güney! Emin ol Zahir'i öyle görmek beni rahatsız etmez. Ben onu insan sınıfında bile görmüyorum." Daha fazla direnmeyeceğini anladığımda elini tutup kapıya yöneldim. Gerçeklerle yüzleşmeye hazırdım.
Merhaba canlarım ☺️❤️❤️❤️
Son bölümümüz kaldı. Artık finali bekliyoruz. Yaklaşık 3 aydır evimde misafirlerim var. Bu yüzden ister istemez bu işe ayırdığım zamanı etkiliyor. ☺️
Ben bu bölümden keyif aldım. Umarım siz de seversiniz. Bittikten sonra tüm ağırlığımı Artemisin Gözyaşları kurguma vereceğim. Son bizi bir gençlik gizem kurgusu bekliyor olacak. Ve nihayet hem Hüsran'ın hem de Gençlik kurgusunun kesim kurgusu olan yan karakter hikayesini kaleme alacağım. ☺️ Yani Leyla ve Niyazi'ye merhaba diyeceğiz.
Hoşçakalın.
İnstagram: seyma_yldz_koc
Beni takip etmeyi unutmayın. ☺️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 5.29k Okunma |
440 Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |