53. Bölüm

53. BÖLÜM: FİNAL ✨MASALLARIN ÖTESİNDE

Şeyma Yıldız KOÇ
syildiz_koc

Medya: Kalbimden tenime (Can ozan) 🎶🎶

Yıldızlarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum canlarım . Bu beni çok motive ediyor ☺️🌟

 

 

Efsun’un kaleminden

Bulunduğum yerde gerginlikten topuklarımla sesler çıkarıyordum. Girişte kimlik kontrolüne tabi tutulmuştuk. Bekleme odasındaydık. Güney ve ben fazlasıyla gergindik. Ne düşünmem ne hissetmem gerektiğini kestiremiyordum. Zahir’in ölmesini benden daha fazla isteyen hiç kimse yoktu. O hapse girdiğinde er ya da geç oradan çıkacaktı ve hapisteyken de bir şekilde birilerini kullanarak bize zarar verebilirdi. Zahir gibi karanlık bir adamın varlığı her koşulda bizim için bir tehditti.

Bekleme odasındaki saate göz attım. Sabaha karşı saat 5:00 sularındaydı. Aslında fazlasıyla uykusuzdum ama şu anki heyecan ve gerginliğim kendi ihtiyaçlarımı görmezden gelebileceğim kadar güçlüydü.

Nihayet polis memuru karşımıza geçip refakat için bize yardımcı olmaya geldi. Uzun bir koridordan geçtik. Zemin kata doğru iniyordu. Attığım her adımda kalbimin biraz daha sıkıştığını hissedebiliyordum. Güney bendeki gerginliğin aksine kısmen de olsa rahat görünüyordu. Memurun ise bu olaylara fazlasıyla alışkın olduğu her hareketinden belli oluyordu. Polis içeri girmeden önce bizi tembihledi.

“Göreceğiniz manzara hiç hoş olmayacak. Kendinizi buna hazırlasanız iyi olur.” Güney’le birbirimize bakıp başımızla onu onayladık. “Sorun değil!” Dedi Güney. Bunu söylerken elimi sımsıkı tutmuş ve bana gelmek istediğimden emin olup olmadığımı sorgulatmıştı. Gözlerimi bir kez güçlü bir şekilde kırptım. Umurumda değildi. Onun Zahir olup olmadığını bilmek istiyordum. Ancak o zaman nefes alacaktım. Bir ceset görmek insana kendini kötü hissettirmeliydi. Kötü hissetmiyordum. Bu adam benden çok fazla şey almıştı. Canımı çok yakmış, sevdiklerime zarar vermeye çalışmıştı. Böyle bir insan için üzülmek akıl karı bir iş olmazdı.

Nihayet içeri girdiğimizde metal bölmelerle dolu bir dolap karşımızda belirdi. İçerisi dışarıya göre çok daha soğuktu. Duvarlar beyaz fayansla kaplıydı. Geniş odanın ortasında büyük metal bir masa vardı. Cesetten gelen kötü kokular midemizi bulandırmıştı. Nefes almak şimdi çok daha güçtü. Önümüzde boylu boyunca yatan cesetin üzerinde beyaz bir örtü vardı ve ayak başparmağından bir etiket sarkıyordu. Bir numara… Koskoca bir hayatın varlığının sığdırıldığı ürpertici bir kaç rakam…

Örtü kaldırıldığında neredeyse kalbim durmak üzereydi. Gözlerim cesedin üzerinde dolaştı. Teni grimsi ve yeşilimsi tonlardaydı. Dudaklar şişmenin etkisiyle dışarı taşmıştı. Elleri eldiven gibi kabuk olmuş ve soyulmuştu. Şişme yüzü tanınabilir olmaktan çıkarmıştı.

“Çok kötü durumda. Tanımak neredeyse imkansız.” Huzursuz bir şekilde gözlerimi cesedin her bir zerresinde dolaştırıyordum. “Böyle oluyor!” dedi polis memuru. “İki hafta boyunca suyun içerisinde kalmış. Böyle görünmesi de kokması da çok normal.”

“Bir yorum yapmak zor!” Güney’i onaylamaktan başka bir çarem yoktu. Midem bulanıyordu ve bir an önce buradan çıkmak istiyordum. O an gözlerimin önüne gelen küçük bir detay dışarı çıkmaya hazırlanan adımlarımı durdurdu.

“Bu!” Güney bel çukuruma dokunup gözlerimi gözlerine dikti. “İyi misin?” Memurun gözlerinin önünde çarşafı biraz daha araladım. “Bu dövmeyi tanıyorum.” Memur boş gözlerle neredeyse silinmek üzere olan dövmeyi incelerken yardım dilenir gibi Güney’in avuçlarına dokundum.

“Hatırla Güney! Zişan’ın arabasına takip cihazı yerleştirdiğimiz günü hatırla!” Daha sonra pot kırdığımın farkına varıp hafifçe boğaz ayıkladım. Memur şüphelense de kaşlarını havalandırmak dışında bir şey yapmadı. Muhtemelen o da sıkı bir Güney hayranıydı.

“Onunla buluşmuştuk. O gün Zahir’in yüzünü görememiştik ama göğsündeki balta dövmesini fark etmiştik. Haftalar sonra Zahir’le karşı karşıya geldiğimde sesini ve dövmesini hatırlayarak bilmeceyi çözmüştüm.”

Güney olan biteni anımsadığında onaylar gibi başını salladı. Bizi merakla dinleyen ve macera filmi anlatıyormuşuz gibi fazlasıyla rahat olan memura döndü. “ Efsun haklı! Zahir’in de tam olarak buna benzer bir dövmesi vardı. Ve aynı yerdeydi. İşinize yarar mı bilemiyorum ama bu cesedin Zahir’e ait olma ihtimali yüksek. Yine de kesin bir şey söylemek güç!” Memur eliyle kemerini yokladı. “Pekala! Anladığım kadarıyla kesin bir kanaate varamıyorsunuz. Kesin sonuç için biraz beklemeniz gerekiyor. Ceset mevsimi geldi.” Genizden gülmüştü.

“Adli tıp fazlasıyla yoğun. Kısa sürede parmak izi ve DNA örneklerinden kime ait olduğunu anlayacaklardır.” Rahatlığı Güney’i de benim kadar hayrete düşürmüştü. İnsan böyle bir varlıktı. En tuhaf, en irite edici durumlarda bile duyarsızlık gösterebiliyordu. Burada uzun süre görev yapmış olmalıydı ve kim bilir elinden ne cesetler gelip geçmişti. Hâl böyleyken onlar için rahatsızlık hissinin kalmamasına şaşırmamak lazımdı. Bu memur insanlardan çok cesetlerlerle görüşüyor gibiydi.

“ Sizi şöyle alabilirim!” Nihayet o boğucu odadan çıkacağım için mutluydum. Güney ile el ele tutuşup memurun bizi yönlendirdiği odaya geçtik ve teşhis için form doldurduk. Ne yazık ki kesin bir kanaat bildirmemiz mümkün olmamıştı. Yaklaşık 20 dakika sonra nefes almak için emniyetin yeşilliklerle dolu bahçesindeydik. Ağaçları, çiçekleri inceliyor ve kuş cıvıltılarıyla biraz olsun yaşadığımı olumsuz anlardan kurtulmaya çalışıyordum. Memur ise bize bırakır bırakmaz kendisini kahvaltı için çağıran mesai arkadaşlarına katılmıştı. Kuşların sesini dinlerken yanı başımda beliren Güney’in yaklaştığını fark ettim.

“Hadi iç bunu! Midene iyi gelecek!” Cam şişedeki suyu alıp birkaç yudum içtim. Temiz hava gerçekten iyi gelmişti. Karton bardaktaki iki şekerli çayı da dudaklarıma götürdüğümde gerçekten gözle görülür bir şekilde düzelmiştim.

“Sence o şey Zahir mi?” Omuz silktim. “Bilmiyorum Güney. Zahir’in ne kadar kurnaz bir adam olduğunu biliyorsun. Bu cesedin orada ne işi var anlayamadım. Fiziksel açıdan Zahir’e benziyor. Ten rengini anlamak pek mümkün değil ama saçlar…” Sustum. Cesedin o görüntüsü yeniden zihnime düşmüş ve iştahını kesmişti.

“Kim göğsündeki o çukura Zahir’den başka balta dövmesi yaptırır ki? Üstelik dövme yeni değil. Bu işin içinde bir oyun olabilir mi bilemiyorum. Her şeye rağmen tetikte olmakta yarar var. Güvende olmanız için her şeyi yapacağım.” Sürekli bu şekilde dolaşmaktan rahatsız olsam da sesimi çıkarmadım. Hayatımın normalleşmesi tek arzumdu.

“Defalarca ölümün kollarında dolaştım. Eğer Zahir planlarında başarılı olsaydı belki ben de o ceset gibi şu an morgda ya da mezarda olurdum.

“Sus! Böyle şeyler söyleyip beni iyice delirtme! Geçmişteki kötü anıları unutmak için çabalıyorum. Seni defalarca öldürmeye çalıştılar, darp ettiler. Ama başaramadılar. Gerçeklerin üzerine sünger çekemediler. Bundan sonra da bizi ayırmaya Allah’tan başka kimsenin gücü yetmez.” Başımı Güney’in omzuna yasladım. “Sen yanımda olduktan sonra ben her şeyle baş edebilirim Güney Tunç Atasoy. Varlığın bana dünyadaki en güzel hediye.” Yanağını saçlarıma sürterek alnından samimi bir öpücük aldı. Şu koşullar altında bile yanında iyi hissediyordum.

O an gözlerim çiçek toplayan bir kız çocuğuna ilişti. “Ne sevimli değil mi?” Büyük bir keyifle. “Çok güzel! Şu bukle bukle siyah saçlarına, iri ela gözlerine bak.” Güney çayından bir yudum alıp, “Sanki biraz sana da benziyor.” dedi. Kıkırdamıştım. Hemen başımı yaslandığım yerden kaldırdım ve ters ters sevdiğim adamın lacivert hareli deniz gözlerine baktım.

“Yoksa beni kandırmaya mı çalışıyorsun? Eğer öyleyse şimdiden söyleyim bu numaralara karnım tok.” Çenemin ucunu parmağıyla hafifçe çekiştirip dudaklarıma zarif bir öpücük bıraktı. Çevremizdeki insanları görünce yanaklarım kızarmıştı.

“Seni buna zorlamayacağımı söylemiştim. Kendini ne zaman hazır hissedersen o zaman bunun kararını birlikte vereceğiz.” Bakışlarımı kaçırdım. “Sana evlat hasreti çektirmek istemiyorum. Ama yanlış bir karar da vermek istemiyorum.”Ellerimi tuttu. Parmak uçlarımın her birine sevgiyle dokundu. “Merak etme. Sen benimleyken benim başka hiçbir şeye ihtiyacım yok. Bir çocuğumuzun olmasını elbette istiyorum ama bunu sen de istersen benim için bir şey ifade eder. Güzel bir ilişkiniz var. Hayatımız yoluna girmeye başladı. Bunu mahvedecek hiçbir şey istemiyorum. Bu konuda endişelenmene gerek yok.”

Duyduklarım bana kendimi iyi hissettirmişti. “ Benim yetiştiğim ailede bu tarz şeyler genellikle kadına bırakılmaz. Onun hazır olup olmaması önemsemez mesela. Çoğu insan sadece çocuk sahibi olmak için evleniyor ya da evde kalmış denmesin diye. Dünyalarımızın ne kadar farklı olduğunu anlayabiliyor musun? Şimdi birilerinin tercihlerime önem verdiğini görmek benim için harika bir masalın başlaması gibi.”

Yanağımı okşadı. “Bir kadın olarak düşünceleriniz her daim önemli. Bedeninizle ilgili kararları vermek en doğal hakkınız. Anne olmaya hazır değilsen seni bu konuda anlamak durumundayım. Hazırlıksız bir annelik her zaman olumlu sonuçlar doğurmayabilir.” Cümlesi biter bitmez küçük kızın tökezleyip yere düştüğünü fark ettim. Ayağıma iğne batmış gibi hemen yerimden fırlayıp çimlerin üzerindeki zavallı kızın yanına gittim.

“İyi misin tatlım?” Belini kavrayıp yaralı dizine göz attım. “Kanamış!”

“Önemli değil!” Sesi huzur vericiydi. Çocukları severdim ve bu güzel kız her anlamda masumiyetin berrak bir damlası gibiydi. “Onu temizlememiz gerekiyor. Enfeksiyon kapabilir tatlım!”

“Gerek yok!” Küçük kızla kurduğum diyaloglara karışan tanıdık sese yöneldim. Karşımda gördüğüm yüz kalp atışlarımı sendeletmişti. “Burcu…” O an benden ölesiye nefret eden ve kıskanan kuzenimi karşımda bulacağımı sanmıyordum. Yüzü morluklar içerisindeydi. Giydiği kısa kollu bluz çürükler içindeki bedenini örtmeye yetmemişti. Eskisinden çok daha cılızdı. O balık etli bedeninden ve kemikli yüzünden geriye bir şey kalmamıştı. Göz altlarının çöktüğünü görebiliyordum. Sanki 30 yıl birden yaşlanmıştı.

“Gidelim!” Benden utanır gibi bakışlarını kaçırdı ve başını eğdi. Ona ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. “Seninle burada karşılaşacağımızı sanmazdım. Demek sen de İstanbul’a geldin.” Başımı çevirdiğimde Güney’in arkamda olduğunu fark ettim. O da meraklı gözlerle kuzenime bakıyordu ve olanlardan tamamen habersizdi. Burcu küçük kızın elini tutup hafifçe çekiştirdi.

“Bana neler yaşattığını biliyorsun değil mi?” Şu an belki bunların hiç sırası değildi ama yine de içimdeki zehri akıtmadan asla rahata eremeyecektim. “Bana ne kadar çok zarar verdiğini biliyor musun? Ne kadar çok acı çektiğimi…” Kin ve nefret dudaklarımdan şelale misali çağlıyordu. “Özür dilerim!” İşte bu beklediğim bir şey değildi. Benim tanıdığım Burcu asla kimseden özür dilemezdi.

“Özürün kabul edilmedi. Bana hayatımın en büyük oyununu oynadın. Hakan’la birlikte olabilmek için beni Demir’in kirli ellerine ittin. Bana ne büyük bir kötülük ettiğini biliyor musun?” Yüzü solgunlaştı. Sanki tüm kanı bedeninden çekilip gitmişti. Burnunu çekip gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. “İyi ya! Mutlu ol işte! İstediğin oldu! Ben de en az senin kadar acı çekiyorum. Sana yaptıklarımın bedelini ödedim. Yaşattıklarımdan belki daha fazlasını yaşadım.” Çekip gideceğini sanmıştım. Gitmemişti. Belli ki onun günah çıkarmaya ihtiyacı vardı benim de içimdeki nefreti haykırmaya.

“Beni babamdan ayırdınız. Annemin sevgilisi olarak gösterdiğiniz kişi varlığından haberdar olmadığım babamdı. Onun bana yaklaşmasına izin vermediniz. Gerçekleri hep sakladınız. Nefret ettiğimi bile bile beni Demir’in kucağına ittiniz. Tek derdin Hakan’dı değil mi?” Arkasını dönüp çekip gitmeye yeltendi. Kolundan tutup ona engel oldum. Gözlerimden dökülen yaşlardan nefret ediyordum. Beni en çok da onun karşısında aciz gösterdikleri için öfke doluydum.

“Hiç mi vicdanın sızlamadı? Hiç mi acımadın? 18 yaşında gencecik bir kızdım. Ne çok şey umdum hayattan ve ne büyük bir hüsran buldum. Bunların sebebi sensin! Bana o gece oyun oynamasaydın Demir hiçbir zaman bana dokunamayacaktı. Kurduğun plan yüzünden bütün hayatım altüst oldu. Katil oldum! Oğlumdan koparıp aldılar. Hiçbir şey yapamadım! Atmadıkları hiçbir iftira kalmadı, susturuldum.” Kinle dudaklarımı burktum ve burnumu çektim. “Kim bilir neler yaşadın? Bu kadar değişmezdin sen! Severdin kendini!” Bunları Güney’in yanında konuşmak istemesem de kendime engel olamıyordum.

Onun öfkeli bakışlarını fark etmek içimdeki yaralı hisleri ayyuka çıkardı. Alaycı, aşağılayan bir gülüş dudaklarımdan firar etti. “Ne oldu? Evlenebildin mi sevgili Hakan’ınla? Mutlu olabildin mi bari? Benim acılarımın üzerine onunla aşk dolu bir yuva kurabildin mi?” Birkaç hıçkırık ve inleme sesi duyuldu. Gözlerimin içine bakamıyordu. Acaba şu an beni kıskanıyor muydu? Sevdiğim adama kavuşmuş, babanla birlikte mutlu bir gelecek kurmuştum. Artık bir işim, mesleğim vardı ve onun hayallerinin ötesinde bir mal varlığına kavuşmuştum. Benim tanıdığım Burcu böylesine şanslı bir kuzenin varlığına bile dayanamazdı.

“Yalvarırım sus! Ne olur daha fazla utandırma beni! Ne büyük bir hata yaptığımın farkına vardım. Senden af dilemeye bile yüzüm yok.” Çocuğun varlığı söylemek istediğim pek çok sözcüğe engel oldu. Yanımızda olduğunu fark ettiğim yaşlı kadın her şeyden bihaber olan zavallı küçük kızı alıp çiçek toplama bahanesiyle bizden uzaklaştırdı. Tanıdık biri değildi ve yaptığı fazlasıyla işime gelmişti.

“Ne yaşadın? Bilmiyorum. Dilerim ki bana yaşattıklarının karşılığını fazlasıyla görmüşsündür.” Yüzüme bile bakamadan arkasını dönüp koşarak bizden uzaklaştı. Bastırmaya çalıştığım tüm hıçkırıklarımla Güney’e sımsıkı sarıldım.

“ Üzgünüm! Bu konuşmaları duymanı istemezdim sevgilim! Ama içimdeki bu acıları ne yapsam unutamıyorum. Keşke onu görmeseydim.” dedim sayıklar gibi söylediğim cümlelerin arasından. Onun kokusu burnuma erişiyor ve bana sahip olmayı hayal dahi edemeyeceğim bir güvenin varlığını hissettiriyordu.

“ bende üzgünüm Efsun!” Dedi saçlarımı okşayıp öperken. “Sana geç kaldığım için üzgünüm! Seni incitenlere engel olamadığım için, geçmişin yaralarını seni çok severek yeterince saramadığım için üzgünüm. Biliyorum çok yara aldın. Yaralar kapansa bile izleri kalacak farkındayım ama ben her seferinde aynı şefkatle yaralarını öpmeye talibim. Seni iyileştirmek için kalbimi kalbine yoldaş kılmaya razıyım. Tüm şarkılarımı gözlerinin içine bakarak söylemek için bin ömrü harcamaya hazırım.”

“ Güney!” Adına tüm hücrelerime haykırdım. “Seni seviyorum! O yaralara tuz basanlara inat Benimle olman bile ne değerli bir ilaç oluyor bilemezsin.” Parmak uçları gözyaşlarımı sildi. Yanağını alnıma dokundurup okşadı. “Seni ağlamaktan men ediyorum. Bundan sonra hep gülümseyeceğiz demiştik. Onu düşünmeyi bırak! İlahi adalet belli ki çoktan yerini bulmuş. Bunu gözlerindeki acıya bakarak söyleyebilirim.” Bizi uzaktan izleyen yaşlı kadını görünce afalladım. Burcu ile nasıl bir bağlantısı olduğunu çözememiştim.

Güney’e izin ister gibi bakıp aramıza mesafe koydum ve yaşlı kadına yöneldim. Başında beyaz tülbenti olan küçük yüzlü biriydi ve anlamsız bakışları geldiğim ilk andan bu yana hep üzerimdeydi. “Onunla birlikte miydiniz?” Sesimi nazik ve anlayışlı çıkarmak için gayret sarf etmiştim. Burcu’nun bana verdiği acı öyle büyük öyle yaralayıcıydı ki olanları düşündükçe kan beynimin içinde sinsi bir akrep gibi dolaşıyordu.

“Evet kızım!” Telaşlı görünmemeye çalışarak, “Onun nesi oluyorsunuz?” diye sordum. “Komşuyum!” Kısa bir sessizliğin ardından Güney’e ilgi ve merakla baktı. Onu tanımaması pek mümkün değildi.

“O senin kocan değil mi? Sizi televizyonda görmüştüm.” Konunun değişmesinden rahatsızlık duysam da yüzümü stabil tutmaya gayret ettim. Güney gülümseyip onu başıyla onayladı. “ Kızım senin büyük bir hayranın delikanlı. Ve korkarım torunum da aynı yolda ilerliyor.” Güney gülümseyen yüzündeki mimiklerine merakla inceleyip, “Teşekkür ederim!” diye karşılık verdi.

“O neden burada?” Daha fazla beklemeye sabrım kalmamıştı. “Kocası yüzünden! Senin söylediğin isimdeki adam! Hakan mıydı neydi? Sanırım aynı kişiden bahsediyorsunuz. İşte onun yüzünden zavallının başına gelmeyen kalmadı.” Beyaz yazmasıyla yanaklarına hafifçe sildi ve kederli kederli iç çekti. “ Evlenmişler. Annesi babası karşı çıkmış! Bu da oğlanın peşinden kaçıp gelmiş İstanbullara.” Hakan’ın adının geçmesi bile canımı sıkmıştı. Onun iyi biri olduğunu düşünmüştüm. Belli ki işler pek de öyle değildi.

“Başlarda her şey iyi gitmiş! Ama zaman onlara iyi davranmamış. Oğlan bir kumar batağına düşmüş ki sorma. İçki alemleri, uyuşturucu falan derken kızı dövmeye başlamış. Hamile hamile dövermiş kızı. Bir çocuğunu da bu dayaklar yüzünden kaybetmiş zavallıcık. Evde eşikte bir şey koymamış satmış! Satacak bir şey kalmayınca kızı kumar masalarına peşkeş çekmiş!” Duyduklarım tüm dengemi altüst etmişti. Hakan’ın bu kadar kişiliksiz olacağını tahmin edememiştim. Burcu kendi ayağına kurşun sıkmıştı.

“Sahip çıkmamış mı ailesi?” Dedim hüzünle. Kızgınlığım kısmen de olsa geçmişti. Teyze cık tarzı ses çıkardı. Güney içinden küfür etmeye çoktan başlamıştı. “Ne insanlar var!” Güney’in sözlerini başımla onayladım. “ Allah nasıl biliyorsa öyle yapsın! Amcam hiçbir zaman akıllanmayacak!” Teyze gözlerini belertip tülbentin ucuyla ağzını kapattı. Minik beyaz boncuklarla bezeli oyaları alnına dökülüyordu.

“Kuzen miydiniz?” Dedi büyük bir telaşla. Alnı daha da kırışmış, gözleri toplanan deri birikintilerinin arasında kaybolmuştu. “Kuzendik!”

“Aman kızım! Biliyorum seni ben! Çok zenginsin! Ne yaşadınız bilmem etmem. Cahilim ben kafam fazlasına ermez! Ama Allah rızası için yardım et! Şu zavallı kız çocuğu ortalıkta ziyan olup gidecek. Öldüresiye dövmüş bir haftadır hastanede yatıyordu. Çekmediği kalmamış! Ana baba da yok ki sahip çıksın! İyisi mi sen destek çık da düştüğü çukurdan kurtulsun! Gücün yeter buna. Seni Allah gönderdi.”

Aslında kendi içimde büyük bir buhran yaşıyordum. İki farklı Efsun karşı karşıya geldi. Bir yanı öfke nefret duygularıyla yanıp tutuşan diğer yanı kendisine bunca acıyı yaşatan kuzenine her şeye rağmen merhamet etme düşünceleriyle cebelleşen iki farklı ruh… Efsun ona asla affetmezdi. İçimde kıran kırana savaşan o iki yan da affetmeyi aklının ucundan bile geçirmezdi, biliyordum. Ama başımı yastığa huzurla koyabilmek için kendime yakışanı yapmak zorundaydım. Allah her şeye rağmen beni düştüğüm o bataktan kurtarmış ve hayalime bile getiremeyeceğim büyük mutluluklara kavuşturmuştu. Bu yüzden geçmişi silip atmış ve içimde kine dair hiçbir duyguyu barındırmamıştım.

Güney merakla vereceğim kararı bekliyordu. Gözlerimin önüne o güzel kız çocuğunun masum çehresi ve nemli gözleri düştü. Burcu’dan hâlâ nefret ediyordum fakat o zavallı kız çocuğunu bu korkunç, izbe hayata mahkum edemezdim.

“Şimdi nereye gitti?” Güney’in sorusu bakışlarımı çakıl taşlarının bulunduğu zeminden kaldırıp teyzenin yaşlı ürkek gözlerine dikti. Teyze dudaklarını hafifçe öne doğru sarkıtıp gözlerini kıstı. “Yakınlarda bir sığınma evi varmış. Ne parası var ne mesleği ne de ailesi… Hayatını düzene koyana kadar muhtemelen orada kalacak.”

Kararımı vermiş olmanın iç huzuruyla çantamdan telefonumu çıkardım ve rehber için kayıt ekranını açtım. “ Bana onun numaranı verir misin teyze? Senin üzerinden ona ulaşmak istiyorum. Bizzat kendisiyle görüşmek ve konuşmak istemiyorum ama belki yardım edebilirim.”

Kadın anlayışla başını salladı. Orada bir işimiz kalmayınca Güney’le aracımıza atlayıp kahvaltı edebileceğimiz bir mekana geçtik. Martı sesleri her yanımızı doldurmuştu. Galiba İstanbul’un en sevdiğim özelliklerinden biri de buydu. Martıların sesleriyle kaynaşan masmavi deniz ve onun çadırı gibi her yeri kuşatan gökyüzü. Buraya geldiğimde dalgaların bütün olumsuz duygu ve düşünceleri benden alıp götürdüğünü hissedebiliyordum.

Güney elindeki sandviç ve çayla yanıma gelip bankın diğer ucuna oturdu. Ona bakmamış ve sadece uzattığı yiyeceklere odaklanmıştım. Sandviçi alıp kocaman bir ısırıkla çiğnemeye başladım. Büyük bir ısırık daha… Tek bir ısırık daha…

“Boğulacaksın!” Sesi beni kendime getirmişti. “Onunla konuştukların…” Çekingen hali kafasında dönen düşünceleri anlamamı sağlamıştı. “Neyi merak ettiğini tahmin edebiliyorum Güney.” Boğazımdaki her neyse nefes alıp vermemi engellediği gibi ruhumun ağır bir nefret taşının altında ezilmesine de sebep oluyordu.

“Anlatmak istersen her zaman yanındayım Efsun. Her zaman sana destek olmak için hazırım.” Çayımdan bir yudum alıp gırtlağıma takılı bir halde duran gıdaları mideye indirdim. Ve sesli bir şekilde burnumu çektim. “ Canım yanıyor Güney. Bunları çok önceden hallettiğimizi biliyorum. Ama geçmişten birini görmek bile düşüncelerimi, duygularımı yeniden tetikliyor. Hayatım boyunca bunun izini bir şekilde taşıyacağımı biliyorum. Burcu bana ihanet etti. Hakan’a aşıkmış. Yani…” Boğulur gibi nefeslendim ve başımı geriye bıraktım.

“Okuldan biriydi! İyi birine benziyordu ve benden hoşlanıyordu. Başlarda ben de ona hisler beslediğimi düşündüm ama bir süre sonra boş bir kuruntudan ibaret olduğunu anladım. Burcu muhtemel ilişkimizi engellemek için Demir’i bana koz olarak kullandı. Beni incitmesi için ona fırsat verdi ve ben onu öldürüp hapse girince de Hakan ile evlenmiş. Sonrasını sen de öğrendin.”

Güney geriledi. Biraz önceki acıma hissinin yerini öfke dolu bir boşluğa bıraktığını fark etmiştim. “Aradığı mutluluğu bulmuş gibi görünmüyor. Komşusunun anlattıkları korkunçtu. Belki sen de onun kadar büyük acılar çekmek zorunda kalacaktın. Belki hiçbir zaman babana ve bana kavuşamayacaktın. Kendini üzmeyi bırak lütfen! Kader acıları verirken hayatına senin için güzel sürprizler koymayı da ihmal etmemiş.” “Aslında onu ilk gördüğüm anda yüreğime delicesine bir öfke hakim olmuştu. Şimdi ise büyük bir boşluk içimde çağlayıp duruyor. Ne düşünmem ne hissetmem gerektiğini bilemiyorum.”

“Sana iyi gelecek olan şeyi en iyi sen bilirsin.” Evet bana iyi gelecek olan şeyi biliyordum.

***

Çalar saati gözlerimi güç bela açarak isteksizce kapattım. Başımı tekrar yastığın altına gömüp uykuma kaldığım yerden devam etmek istiyordum. Bugün çok fazla işim vardı ve bunları düşündükçe uykunun tatlı kollarından ayrılmak istemiyordum. Yatağın içinde dört nala deli danalar gibi dolaşıp kaçan uykumu aramanın derdine düşmüştüm. 2 dakika sonra huyumu iyi bilen çalar saat bir kez daha bana o korkunç işkenceyi yapmıştı. Homurdanır gibi bıkkın sesler çıkardım.

Lütfen biri bana sabah olmadığını söylesin! Sevgili yıldızlar! Fazlasıyla uykucu ve yorgunum. Lütfen bana Melis’in bohçasıyla birlikte evlenip gittiğini söyleyin!

Kapının açılma sesini duyduğumda dilsiz cellatları gören Şehzade Mustafa gibi hayretle irkilmiştim. “Ah Efsun! Uyanmak için neyi bekliyorsun? Bugün nişanlanıyorum ben! Ay nihayet!” Yastığın altına biraz daha gömüldüm. Biraz şansın varsa oradan farklı bir evrene geçip beni yoran bütün işlerden sıyrılılabilirdim.

“Hmmmmm!” diye homurdandım. “Bana o günün bugün olmadığını söyle tombul güvercininim” Dudaklarını kulaklarına kadar yayıp, “Bu gün! Sonunda Rahibe Teresa gibi ortalıkta gezmekten kurtuluyorum. Kalık Nuriye olacağım diye ödüm kopuyordu.” Kulağını çekip öpücük attı ve tahtaya vurdu. “ Ay Allah korusun! Nihayet sevdiğim adama kavuşuyorum.”

“O kadar yorgunum ki ayılmamam için kahve dolu bir havuzda boğulmam lazım. Kendime gelmem epey zor olacak.”

“Hallederiz güzellik. Ayrıca neden yorgun olduğunu az çok tahmin edebiliyorum.“ Kıkırdadım. Elimdeki yastığı fırlattım fakat isabet ettirme konusunda oldukça başarısızdım. Yataktan kalkıp doğruca gardroba yöneldim. Saçlarımı tarakla güzelce şekillendirdim. Şimdi bahçeyi hizmetlilerle birlikte genç çift için hazırlama zamanıydı. Bir şeyler atıştırdığım için aç değildim ve bir an önce en güzel nişan mekanını oluşturmak için tabanları yağlamam gerekiyordu

Melis’le birlikte şakalaşarak merdivenleri indik. Oğlum kucağıma atılmış ve bana sımsıkı sarılmıştı. “Annem!” Bu sözcüğü kullandığında dünyanın en mutlu insanı oluyordum. Çenesini hafifçe sıkıp alnından öptüm. “Minik aslan parçası demek sonunda uyandı.”

“Uykucu olan tek kişi sensin Efsun hanım!” Sare Hanım’ın sözleri güldürmüştü. Doruk’la aramızdaki ilişkiyi kıskanmadığını bilmek huzur vericiydi. Doruk’un çok sık kafası karışıyordu ve bu duruma uyum sağlamakta zorlanıyordu. Yardım almaya devam etsek de bunu uzun süre aşamayacağımızı anlamıştım.

“O kadar yorgunum ki geç kaldığıma hiç şaşırmıyorum.” Sare hanım oğlumun saçlarını okşayıp yanımıza geldi. “Tahmin edebiliyorum. Doruk’u zor tuttum. Az kalsın Şermin’e yaptığı ölümcül planları seni uyandırmak için deneyecekti.” Şermin boğulur gibi öksürmeye başladı. Yeniden Doruk’a Gargamel görmüş Şirine gibi baktı. Doruk’un yüzündeki sinsi keskin ifadeye şuh bir kahkaha attım. “Sevgili oğlum bana yaramazlıklar yapmaz değil mi?”

“Söz veyemem!” Gözlerimi iri iri açarken sinsi bir şekle soktuğu sevimli yüzünü masumlaştırdı ve gözlerini kırptı. “Armut dibine düşer diye boşuna dememişler. Sanırım çocukken yaptığım yaramazlıkların karşılığını görüyorum. Kapısını taşladığım, penceresine ayakkabı fırlattığım teyzeler amcalar film şeridi gibi gözlerimin önüne geldi.” Melis’le birlikte Sare hanım epey gülmüştü. “O zaman Doruk’un böyle haylaz olmasına şaşırmamak lazım.”

Çalan zil sesi hepimizin dikkatini kapıya yönlendirdi. Şermin kapıyı açmak için atıldığından Doruk önüne geçip onu durdurdu.

“Geldi geldi geldi…” Onun heyecanı hepimizi güldürmüştü. “Aaa! Kim geldi böyle? Doruk’u hiç bu kadar heyecanlı görmemiştim.” Sare hanımın yanına gelip gözlerimle ter atan Doruk’u işaret ettim. “Sanırım müstakbel gelinimiz! Ece hanımefendi!” Şermin’in sözlerine kaşlarımı çattım. “Yapma! Onlar daha çocuk!”

“Çocuk demeyin Efsun hanım! Beni o kör olasına verdiklerinde ben de çok büyük sayılmazdım. Hayatımı kararttı! Kesin o Alman metresi ile gününü gün ediyordur.”

“Sakın bu düşüncelerinden Doruk’a bahsetme! Evlenme sözlerini duyarsa şeker çikolatayla kapısına dayanmamız gerekebilir. Bırakın şimdi sadece evcilik oynasınlar! Zamanı geldiğinde su akıp yolunu bulacak! Önce idealler…” Doruk kapının önünde fışırdaşmalarımızdan habersiz derin derin nefes alıyordu. “Biraz daha açmazsan evde olmadığımızı düşünüp gidecek!” diye uyardım.

“Ah hayıyyy!” Doruk’un telaşı gerçekten fark edilmeye değerdi. Şermin’e göre gelinimiz olan kızı büyük bir hevesle kapının önünde bekledik. Lüle lüle saçlarını savuran yeşil gözlü tatlı bir kız çocuğu karşımızda yerini almıştı. Üzerinde pembe, bebe yakalı güzel bir elbise vardı. Kısa kollu üstü ve dizlere kadar uzanan eteği ile harika bir görüntü çiziyordu.

“Merhaba!” Dedi büyük bir sevinçle. Doruk kapının koluna yaslanmış aralanan ağzıyla ve hayran bakışlarıyla öylece duruyordu. Kız bir kez daha anlaşılmadığını düşünüp “Merhaba!” dedi. Doruk hâlâ kendine gelememişti. Boğaz ayıkladım. Oğlum nihayet yerinden kıpırdanıp “Meyaba!” Dedi. Gerçekten çok sevimli görünüyorlardı. Kızın yanındaki sarışın kadın muhtemelen annesiydi. Elimi sıkıp kendini tanıttı. Avukat olduğunu öğrenmiştim ve duruşuyla özgüvenli tarzını ortaya koyuyordu. Bize nişan daveti için teşekkür edip saatini kontrol ederek vedalaştı. Şaka gibi ya! Resmen ben de Şermin gibi dünür arayışına girmiştim.

İkisini de sırtından yakalayıp içeri aldım. Şermin nefis fındıklı kurabiyeler yapmıştı ve sıkma portakal suyuyla gerçekten iyi bir atıştırmalık gibi duruyordu. Onları bahçedeki koltuklara davet edip atıştırmalıklarını yemelerini izledim. Şermin 1 dakika bile gözlerini onlardan ayırmıyordu. Ona göre bu arkadaşlığın sonu evlilikti. Çocukların yanında bu tarz şeylerin konuşulmasını istemiyordum. Zihinlerinin vakitsiz olan düşüncelerle dağılması hiç hoş değildi. Yaşlarını gereği olan davranışlarda bulunmaları ve hayatları ile ilgili güzel yollar çizmeleri gerekiyordu.

Daha fazla Şermin’le uğraşmamak için nişan hazırlığına giriştim. Nişan tepsisi ve yüzükler çoktan hazırlanmıştı. Aynalı harika bir tepsi almış ve bu günün tadını en güzel şekilde çıkarmaya karar vermiştik. Lale hanım Melis’in annesiydi. Onlar Adapazarı’nda yaşıyordu ve sık sık birbirlerine gider gelirlerdi. Zahir’le olan olaylara o kadar kendimi kaptırmıştım ki uzun zamandır onlarla görüşmeyi ihmal etmiştim. Babası Kemal bey ise emekli memurdu. Karı koca birbirlerine sever sayar incitmekten sakınırdı. Melis benim aksine mutlu huzurlu bir yuvada büyümüştü. Bu konuda ona imreniyordum ama kaybettiğim zamanı telafi etmek için fazlasıyla şansım vardı.

Melis’in kuzenleri de dört elle işimize sarılmıştı. Üçü de esmer birbirinden güzel genç kızlardı. Aralarındaki yaş farkı ikiyi geçmezdi. Oldukça neşeliydiler ve hayat dolu halleri yüreğime dokunmuştu. Aslında daha küçük bir organizasyon düşünülmüştü fakat şarkıcı Güney tunç Atasoy’un güzel nişan töreni için sahne alacağını duyan ne kadar uzak akraba varsa koşa koşa soluğu bizim evde almıştı. Kalabalıktan yana bir şikayetim yoktu ama kızların Güney’e hayranlık duyması meselesini bir türlü aşamıyordum. Ona benim gözümle bakma ihtimalleri beynimin karıncalanmasına sebep oluyordu.

Beyaz tülü masanın üzerinden geçirip sandalyeleri bağladım. Şamdanlar ve nişan pastasının konulacağı yer de hazırdı. Güneş yavaş yavaş kızıllarını üzerimizden çekmeye başlamıştı. Gümüş işlemeli tepsinin üzerindeki iki alyans bulunuyordu. Bahçedeki ışıklar havuzun üzerinde dalgalı hoş bir görüntü bırakmıştı. Misafirlere ikram edilecek her şey hazırdı.

Onlarca çocuğun biz hazırlık yaparken etrafta koşuşturması işimizi biraz zorlaştırsa da neşemizden bir şey eksilmiyordu. Babam halinden fazlasıyla memnundu. Hatta Sare Hanım’ın bile gülücükler saçtığını söyleyebilirdim. İkisi de büyük bir aileye kavuşmanın mutluluğunu yaşıyordu. Melis artık onların ikinci kızı gibi olmuştu. Anne babasıyla tanıştıktan sonra ne kadar eğlenceli, hoşgörülü bir aile olduklarının farkına varmışlardı. Yorgunluktan halim kalmamıştı. Biraz dinlenmek ve mideme tatlı bir şeyler göndermek için soluğu büfedeki muzlu trufların yanında aldım.

Of nefis bir şeydi. Muzun ağzımda bıraktığı o tat çikolata ile buluşunca damağımda bayram havası estirmişti. Dudaklarımı yalayıp dilimi damaklarımın arasından zevkle dolaştırdım. “ Allah’ım lütfen asla şeker hastası olmayayım. Hatta ben kolesterol ve diğer hiçbir hastalığa da sahip olmayayım. Yemek yemeyi çok seviyorum ve onlardan uzak kalmak istemiyorum! lütfen lütfen lütfen!” O an belimi saran bir çift güçlü kol bacaklarımın titremesine ve refleks olarak tırnaklarımı bileklerine geçirmeme sebep oldu.

“Seni!” Dedim hışımla. “Beni!” Bu sesi bu kokuyu tanımıştım. “Ah Güney korkuttun beni!” Gövdemi kendisine çevirerek belimi sımsıkı sarıp sarmalaladı. “ Senden uzun süre uzak kalmadığımı biliyorsun. Tam da iş üstündeyken yakaladım.” Büfedeki incili pasta tabağından bir truf daha aldım. “Hmmm! Bunların tadına bayılıyorum.” Küçük bir ısırığın ardından dudaklarım tatlı şapırtılı sesler çıkardı.

“Muhteşem lezzetteler! 100 kg almayı göze alabileceğim kadar harikalar bay Güney Tunç Atasoy!” Elimdeki trufun kalanını ona uzattım. Kocaman bir ısırıkla tamamını mideye indirmesi uzun sürmemişti. “Damak tadını seviyorum hayatım. Tam bir lezzet avcısısın!”

“Bunları Şermin mi yaptı?” Dedim bir başkasını ağzıma götürürken. “Hayır! Daha önce sana ikram etmiştim ve çok sevdiğini anladığımdan 500 tane o pastaneden sipariş ettim. Merak etme henüz bir sürü açılmamış paketimiz var. Kusana kadar yesen bile diğerlerine bir şeyler kalacak.” Gözlerimi kocaman açıp alık alık baktım. Koluna küçük bir çimdik atmam uzun sürmemişti.

“Hainsin Güney! Söylesene yeni planın ne? Beni 100 kg yapıp bir su aygırı gibi etrafında dolaştırmak falan mı? Şimdiden yağ tulumu gibi olduğumu hissedebiliyorum.” Kahkahalarla güldü. “Kocaman bir su aygırı gibi olsan da her zaman benim aşkım olacaksın! Çünkü yüreğini seven deli divane aşık bir adama sahipsin.” Yanaklarım kızarmıştı. Kalbim ağzımın için fırlayacakmış gibi dolu dizgin atıyordu. İçimdeki beyaz atlar hep birden dört nala koşmaya başlamıştı. Beni tek bir bakışıyla deli divane eden adam. Kendimi onun yanında Cedric gibi hissediyordum. Benim sarı incim! Ah!

“Demek bana aşıksın! Hem de kocaman bir su aygırı olsam bile hep aşık kalacaksın!”

Dudaklarıma yaklaşıp sıcak bir öpücük aldı. “Hı hııııı!” Cilveli cilveli ne de güzel söylemişti. “Her zaman her daim sevgilim!” Onu ensesinden kavrayıp dudaklarıma bastırdım. “Bu dünyadaki en güzel şey!”

“Ah hadi ama gençler! Daha saçım ve makyajım duruyor.” Melis romantik dakikalarımızın üzerine limon sıkmasa olmazdı. Güney önüne ilişen o sarışın tutamı üfleyerek geri çektiğinde bana yine gelmişlerdi. Hem de ne gelme! Bazen onun çekici ourasına öyle çok bakıyordum ki kepçeyi keyifle izleyen dayılar bile devede tüy kalıyordu. Evet evet! Bu adam benimdi! Biliyordum, içimi ateş basmaları falan boşuna değildi.

“Arkadaşın neden bizi bize bırakmıyor? Bir evlensinler gece uyumayacağım kapılarının önünde horozlar öttüreceğim.” Kıkırdadım. Önüne gelen perçemi parmak ucumla ittirip, “Yapsan da farketmez. Yıllardır hasretler birbirlerine. Dozerle içeri girsen onlara engel olamazsın! Ne yapar eder kavuşurlar.”dedim. Burnunun ucunu hevesle burnumun ucuna değdirdi. “Biz kavuştuk değil mi?” Yanaklarıma hücum eden kanı hissedebiliyordum. “Kavuştuuuuuk!” Dedim saf saf. Ah bir de kavuşmalara doysam.

Nihayet balonlar ve nişan masası hazır olmuştu. Babam ve Sare Hanım Doruk ve Ece’ye bakıyor, Şermin platonik aşkından var gücüyle kaçıyordu. Melis koluma girip beni içeri doğru sürükledi. Levent ile cıvıldamaları bitmiş ve sıra nişan hazırlığına girişmeye gelmişti. Saçlarını örgülü bir topuz yaptırıp makyajına geçti. Levent’le ayrıldıkları o dönemde epey kilo vermişti. Siyah kaşları ve gözleri yerli yerinde dursa da yüzünün kaşık kadar kaldığını fark edebiliyordum.

Gece mavisi straplez, tüllü bir elbise giydi. Tülleri yerde sürünüyordun. Boynunda benim ona nişan hediyesi olarak aldığım kolyeyi taşıyordu. “Ah Efsun! Bu şey harika!” Dedi heyecanla. Boy aynasından boynunun her santimetrekaresini incelemeye devam ediyor beni görmeyi akıl edemiyordu. “Yüzüğünle harika görünecek.”

“Ah ah!”diye iç çekti. “Bir gün bu kadar mutlu olacağımı tahmin etmezdim.” Elinden tutup kendi etrafında döndürdüm. “Yüreğindeki yıldızları fark ettiğinde bahtındaki gece parlak yıldızlarla aydınlandı. Onu affettiğin için mutluyum Melis! Levent iyi bir adam!” Boynuma sarıldı. “Bana hep destek oldun. Sakladıklarıma rağmen beni kalbinden kovmadın.” Çenemi sarılır vaziyetteyken boynundan arta kalan o boşluğa bıraktım. “Beni korumak için yaptın her şeyi. Senin sayende affetmeyi öğrendim. Babama oğluma kavuştum. Belki beni yanına, İstanbul’a çağırmasaydın asla bu günkü gibi mutlu olamayacaktım.” Birbirimizden ayrıldığımızda ellerimiz henüz kenetlenme pozisyonundaydı.

“Sevgili aşıklar. Müsaade ederseniz gelinimin makyajını tamamlayacağım.” Kuaföre ters ters baktım ve hemen ardından birbirimize döndük. Ani kırılma… Kahkahalar ve ötesi… O makyajını tamamlarken ben de gri saten, boğazdan geçirmeli elbisemi üzerime geçirmiştim. Dalgalı saçlarım ve makyajımla yine harika görünüyordum. Güney’in bana nasıl aşkla bakacağını düşününce içimin titrediğini kalbimin göğüs kafesimdeki kemiklerin ardında kolbastı yaptığını hissettim. Kerata bir boş bırakmıyordu.

Topuklu ayakkabılarımı giyip yalpalamamaya çalışarak sevdiğim adamın karşısına çıktım. Yerdeki ışıklar ve kızıla çalan gökyüzü nefis bir ikindi saatini bize sunuyordu. Parfüm kokuları baharın bağrına hançer bırakacak kadar keskin olsa da beni onu duyumsamaktan hiçbir şey alıkoyamazdı.

“Nihayet geldin! Gözlerim yollarda kaldı.” Beni alnımda öpüp baştan aşağıya süzdü. “Bu kadar eşsiz olmak zorunda mıydınız güzel eşim? Gözlerimde ve zihnimde mavi ekran belirdi.” Yakasını hevesle düzeltip “Biricik kocamla harika bir gece geçirmek istiyorum.”dedim.

“Benim seninle geçirdiğim her dakikam her saniyem harika zaten.” Yanağından sıkı bir makas aldım. “Aşk konusunda üzerime çıkamazsın bay Güney Tunç Atasoy. Seninle ölümüne yarışırım. Boşuna kelime oyunları yapıyorsun.” Kahkahalarla güldü. Bana bu gece söyleyeceği şarkıların listesini gösterdiğinde kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Onun sesini duymak yaşam enerjisi veriyordu. Güney eşsiz bir şarkı gibiydi ve ben onu hissetmek için akla zarar bir arzu duyuyordum. Etrafıma baktığımda insanların ne kadar neşeli olduğunu görebiliyordum.

Ne kadar çabalasam da o cesedin kime ait olduğu konusunda emin olamıyordum. Bir şey göğsümün üzerinde alevden bir pranga oluşturmuş ve ruhumu sıkmaya başlamıştı. Yüzümdeki tatlı gülümseyen ifadeye rağmen şüphelerin peşimi bırakmayacağını biliyordum. Göğsündeki balta dövmesi biraz olsun ipucu verse de Zahir’in bu kadar çabuk hayatımızdan silinip gitmesi akıl alır gibi bir durum değildi.

Kıvanç ve sevgilisi koyu bir sohbete dalmıştı. Sarışın bir kızdı ve gerçekten harika görünüyordu. Herkesin etrafında bahar kelebeği gibi koşuşturması hoşuma gitmişti. Doruk ve Ece etrafta koşuşturuyor bu nefis iklimin tadını çıkarıyordu. Elbetteki sevgili oğlumun sırtına terini alsın diye bez koymayı ihmal etmemiştim. Ben düşünceli bir anneydim. Hi hi!

Nihayet nişan töreni başladı. Melis kolunda biricik Ex aşkı Levent’le birlikte kendilerini bekleyen havuzun üzerindeki geniş çiçekli köprüden geçip nişan masasının önüne geldi. Her yanımız bahar çiçekler ile dolup taşmıştı.

Ellerimiz kızarıncaya kadar onları alkışladık. Kıvanç’ın ıslıklarını gördüğümde hafifçe kaşlarımı çattım. Liseli bir ergen gibi davranması akıl alır gibi değildi. Beni hiç umursamadan, “Nihayet bir kız kurusu daha aranızdan ayrılıyor. Bir yıldız daha kaydı!” Hafifçe kıkırdadık. Bu insanların evlilikle sorunu neydi.? Aramızda duygusallıktan ağlayan yegane kişi her zamanki gibi Pelin’di. Kızılım Melis nişanlandı diye mi ağlıyordu yoksa yokluktan mı anlamak zordu.

“Bonu bana nadin yapıyorsunoz? Bo çok doygusal!” Diye Fatmagülümsü bir ağlama eşliğinde geveledi. Ben, “Ah!” diye bıkkınlıkla iç çekerken ona mendil uzatan orta yaşlı genç adam imdadımıza yetişmişti. “Lütfen ağlamayınız hanımefendi! Bu güzel gözlere ıslak bakışlar hiç yakışmıyor. Neşeyle gülmeyi hak ediyorsunuz!” Ayh! Dedim içimden. Bu romantik, biscolata erkeği de kim? Romantik bakışları ve sağlam duruşuyla beni İtalya’dan Venedik’e kadar sürüklemişti. Harika kaslı vücudu Pelin’in gözlerine ilk değen nokta olsa da nihayet bakışlarını bedeninden ayırıp genç adamın gözlerine yerleştirebilmişti.

“Şey! Yani ben! Biraz fazla duygusalım galiba! Hi hi!” Güney’le birbirimize bakıp güldük. İrileşen bakışlarımı ve açık kalan ağzımı gören Güney önce çenemi yukarı doğru üst çenememe kavuşturdu ardından kaşlarını çatıp sert sert baktı. “Bende kal Yıldız perisi!” Onu kıskandırmayı bu kadar sevmemeliydim. Elimden çekeceği vardı.

Kalabalık ortamdan göz ucuyla omzumun üzerinden Pelin’e baktım. Sohbeti bayağı ilerletmiş görünüyordu. Melis ve Levent heyecanla masanın etrafında kelebekler gibi kanat çırpıyordu. Sağlam durmakta ne kadar zorlandıklarını görebiliyordum. Yüzüklerin bulunduğu tepsiyi Melis’in kız kardeşi tutmuştu. Makas Melis’in dayısı Kenan Bey’deydi. Her nişan töreninde olan o güzel konuşmalardan birini yapıp çifte mutluluklar diledi. Arka planda yine Pelin’in ağlayacağını düşünmüştüm ve neyse ki beyaz atlı prensi zihnini öyle çok meşgul etmişti ki güzel anların ağlak kraliçesi etrafında dönen hiçbir şeyin farkında bile değildi.

“Ve mutlu olun gençler! Sevin sevilin! Dünyayı kendiniz için eşsiz bir yer haline getirin!” Dayı Bey’in son sözleriyle seremoninin bittiğini anlayıp alkışladım. Kıvanç’ı taklit eden Doruk da iki parmağıyla güçlü ıslık sesleri çıkarmaya başlamıştı. Melis’in annesi boynuna sımsıkı sarıldı. Pelin gibi o da ağlamaktan helak olmuş görünüyordu. Hadi ama sadece bir yüzük taktılar. Kızını yüksek yüksek tepelere gelin vermiş gibi davranmasını anlayamıyordum. Sadece iki sokak ötede oturacaklardı ve düğüne daha epey zaman vardı.

Alkışlardan sonra hazırladığımız şarkı listesine uyarak romantik bir dans eşliğinde havuz kenarına yöneldik. Güney önümde diz çöküp, “Bu dansı bana lütfeder misiniz hanımefendi?” Dedi. Başımı dikleştirip omuzlarımı geriye bıraktım ve belimi hafifçe kıvırıp popomu dışarı verdim. Bu halimle gerçek bir kontes gibi edalı duruyordum.

“Böyle romantik bir beyefendiyi reddetmek ne mümkün?” Bana uzanan elini tutup ellerimi ensesinde buluşturdum. Belimi sardığında kendimi dünyanın en güzel esaretini yaşarken bulmuştum. Parmakları yakuttan bir kafesin pırlanta parmaklıkları gibiydi ve onunlayken güvendeydim.

Doruk kızaran yanaklarıyla utana sıkıla Ece’yi dansa kaldırdı. Pelin bakışlarını kaçırarak kendisine uzanan elleri tuttu. Nihayet gerçek aşkını bulmuş gibi görünüyordu. Yalnızlık sıfırken aşk bir skor daha atlamıştı. Etrafta koşuşturan çocuklar dansımıza kısmen engel olsa da Güney’den başka hiçbir şey görmeyen gözlerim bu durumu önemsememişti. Hafif caz müzik romantizmin frekanslarını arttırıyordu.

“Ah nihayet!”dedi babam bakışlarıyla girişi işaret ederken. O an çocukları eğlendirsin diye bir palyaço getirdiğini anlamıştım. “Bu gerçekten iyi oldu. Yetişkinlerin ortamında çocuklar ister istemez sıkılıyor. Animatör onları eğlendirecektir.” Güney’in düşüncelerine katılsam da kalbime çöreklenen o sıkıntı yine boş durmuyordu.

Kırmızı saçları, çenesinden burun diplerine kadar genişleyen boyalı kırmızı ağzı ve yuvarlak kırmızı burnuyla oldukça komik bir görüntüye sahipti. Yani en azından diğerlerinin böyle düşündüğünden emindim. Ben izlediğim korkunç palyaço filmlerinden olsa gerek bu kostümü ve makyajı bir türlü sevememiştim.

Palyaço kahkahalar atarak şaklabanlık yapmaya başladı. Doruk da dahil olmak üzere tüm çocuklar saniyeler içinde etrafında toplanıp kıkırdamaya birbirlerine dirsekleriyle dürtüp onu işaret parmaklarıyla göstermeye başladılar. Güney’in sırtı palyaçoya dönük olsa da omuzlarının üzerinden 20 metre kadar uzağımızda olan adamı izlemeye devam etmiştim. Şapkasından kocaman yapmacık çiçekler çıkarıyor ve elindeki topları havaya atıp aynı anda yakalıyordu. Çocukların kahkahaları müzik sesini bile bastıracak kadar gürdü.

“Harikasın Harun! Çocuklara bakar mısın ne kadar da neşeli görünüyorlar.” Sare Hanım’ın aksine kendimi oldukça gergin hissediyordum. Güney boynuma küçük bir öpücük bıraktığı esnada palyaço ile göz göze geldim. Gözlerimi kaçırma isteğime direnip onun bakışlarını benden çevirmesini bekledim. Nihayet 5-6 saniyeden sonra rahatsız edici, boyalı gözlerini benden uzaklaştırmıştı.

Biz konuk masalarının etrafında Güney’in şarkılarını beklerken garsonlar da dilimlenmiş kremalı pastalardan ve atıştırmalık kuruyemişlerden getirmeye başladı. Lezzet şöleni gibi olsa da sebepsiz canım hiçbir şey istemiyordu. Ne kanepeler ne turtalar ne de hazırlanan kurabiyeler ilgimi çekmiyordu. Güney’in ekibi onun Start vermesini bekliyor ve planlama yapıyordu. O sırada insanlar atıştırmalıkların tadını çıkarıp sohbete girişmişti. Omzumun üzerinden bakışlarımı yeniden palyaçoya çevirdim.

Bana kaçamak bakışlar atıp işine odaklanmış ve çocukları güldürüp eğlendirmeye devam etmişti. Mikrofondan Güney’in sesi duyulduğunda neşeli görünmeye çalışarak yeniden bakışlarımı onun için hazırladığımız sahneye çevirdim. Yıldız ve uzay temalı sahnede o ışıkların altında gecedeki eşsiz bir mücevher gibi parıldıyordu. Güney romantik Slow şarkısını gitarı eşliğinde söylemeye başladı. Yeniden duygularımı kendisine odaklanmayı başarmıştı. Gitarına hakimiyeti ve şarkıya katılan sesiyle muhteşem görünüyordu. Ondaki yıldız ışığını ilk gördüğüm andan itibaren fark etmiştim. Özgüvenli duruşuna hayran kalmamak imkansızdı.

Şarkısını benim için bestelediğini biliyordum. Fotoğraflarımı karşısına alıp melodilerini duygularından hareket ederek yazmıştı. Bunu bana sürpriz olarak bu gece için hazırladığını anlamıştım. Onunlayken her şey anlamlı ve güzeldi. Elini uzattı. Alkış seslerini duyup telaşsız küçük adımlarla yanına yaklaştım. Elimi tutup gözlerimin içine bakarak şarkısını söylemeye devam etti. Bir adamın bakışlarında yıldızları göreceğimi söyleseler bir zamanlar güler geçerdim. Şimdi ben o yıldızların parıltısından nefes alabiliyor ve yaşamıma anlam katabiliyordum.

İnsanların hayranlık dolu bakışları heyecanımı daha da katlıyordu. Ona sarılmak yüzünün her bir zerresini doya doya öpmek istiyordum. Ne yazık ki bunun için pek de uygun bir ortamda sayılmazdık. Etrafımızdaki insanlar da romantik danslarına devam etmeye başlamışlardı. Çiftler birbirlerine doya doya bakıyor ve dansı ahengine uyum sağlamaya çalışarak harika bir gece geçiriyordu. Melis’in yüzüğüyle ve Levent’le ne büyük bir aşk yaşadığını görmek kalbimdeki o oyuğun dolmasını sağladı. Şarkı bittiğinde sahneden inip insanlardan Güney’in ellerini sımsıkı tutmuş ve bahçenin diğerlerinden uzak olan köşesine onu çekmiştim.

Bir şey söylemesine izin vermeden dudaklarına kapandım. Bana karşılık vermekte bir an bile tereddüt etmedi. Nihayet ayrıldığımızda başımı göğsüne yasladım. “Beni kendine bu kadar aşık ederek ne büyük bir hinlik yaptığını biliyorsun değil mi?”

“Bana bu şarkıları yazdıran sensin yıldız perisi. Öyle yoğun duygular hissediyorum ki yüreğimden çağlayan hisleri kağıtlara melodilere sığdıramıyorum.” Yanaklarıma dolu dolu birkaç sıcak öpücük bıraktı. “Ah pekala! Lütfen koklaşmayı bırakıp benimle gelin.” Güney gözlerini devirdi ve ben oldukça bıkkın bir nefes verdim. “Ne saçmalıyorsun yine Kıvanç? Şu an hiç iş konuşacak durumda değilim. Karım ve dostlarımla zaman geçirmek istiyorum.”

“Bu acil Star dostum. Sevgili karıcığından ayrılabilirsen ne demek istediğimi anlayacaksın.” Bakışları ürkütücüydü. Neden bilmiyorum kalbime doğan kötü hisler bunun basit bir iş görüşmesinden ibaret olmadığını söylüyordu. Güney onun telaşını anlamış gibi bana baktı.

“Pekala sevgilim. Sen diğerlerinin yanına geç ve beni bekle. Konuşmamız bittiğinde tekrar yanına geleceğim.” Belimden kavrayıp şakağıma masum bir Öpücük bıraktı.

“Tamam! Ben de Ahuzar Hanım’a bir bakayım! Dünden beri pek iyi görünmüyordu.”

“Tamam canım!” Onlar uzaklaşırken ben de yavaş yavaş malikanenin girişine yaklaşıyordum. Bakışlarım ardında bir süre oyalandı. Palyaçoyu görememiştim. Merdivenleri çıkıp Ahuzar hanımın odasına bana kızacağını bile bile giriş yaptım. Bakışlarım odanın her bir zerresinde tek tek dolaştı. Babama çok kızgın olduğu için bu nişan törenine katılmayı reddetmiş ve odasına kapanmıştı. Oysa her şeyi ailemiz için yapıyorduk ve ne yazık ki bizi anlamaktan yoksundu.

Lavaboda olduğunu düşünüp odadan çıktım ve yeniden merdivenlere yöneldim. Peşimde dolaşan bir gölgenin varlığını hissediyor ve tedirgin oluyordum. Aniden başımı arkaya bırakıp beni takip eden bir şeyin olup olmadığını anlamaya çalıştım. Yoktu. Bu Zahir hiçbirimizde ne akıl bırakmıştı ne de fikir. Paranoyak akıl hastaları gibi sürekli etrafımı kontrol etme ihtiyacı hissediyordum.

“ Ahuzer hanım! Neredesiniz?” Bir gün ona babaanne diyeceğim günler gelecek miydi? Bana olan öfkesi hiçbir zaman bitmeyecek gibi geliyordu. “Of!” diye söylendim. İlaç saatini geçirmiş olamazdı değil mi? Şekeri yükseldiği için bir yerlerde düşüp kaldıysa hiç şaşırmazdım. Bu hazırlıklar sebebiyle onu biraz ihmal etmiştik.

Güney’in odasına geçip orada olup olmadığını kontrol ettim. Kapısı aralık bir haldeydi. “ Ahuzar hanım!” Beni yakalayan hoyrat bir çift elle neye uğradığımı şaşırmıştım. “Ah!”

“Şaşırdın değil mi?” Gırtlakdan hırıltılı bir nefesle birlikte tiksindirici bir şekilde güldü. “ Zahir!” Anlamıştım. O palyaço da bir tuhaflık olduğunu sezmiştim. “Benden öyle kolay kurtulabileceğini düşünmüyordun değil mi? Aptal kadın! Beni hafife alarak en büyük hatayı yaptın.” Elleri bileklerimi duvara yaslamış canımı yakıyordu. Göğüs kafesi göğüs kafesimin üzerine tonlarca ağırlık bindirmiş gibi öldürücüydü. Soluğunu yüzümün her bir zerresinde hissedebiliyordum ve içki kokusu onun neler yapabileceğini ele verecek kadar güçlüydü.

“Bırak beni!” Dedim hırıltılı bir nefesle. Güçlükle konuşuyordum. “Yaptıklarının bedelini ödeyeceksin! Sen benden hayatımı çaldın Efsun Taşpınar! Daha fazlasını yapmana izin vermeyeceğim. Buradan çıkıp gitmem imkansız. Öyle bir derdim de yok artık!” Burunlarımızı birbirine değdirecek kadar yaklaştı ve keskin gözlerine gözbebeklerimin üzerine yerleştirdi. “Buradan bana acı veren herkesin canını almadan gitmeyeceğim. Sonumun ölüm olup olmaması umurumda bile değil.”

“ Güne…” diye bağırmak istediğimde kirli sert elleri tüm çenemi öğütür gibi yüzüme mıhlandı. Beni kıskıvrak yakalamış hiç ummadığım bir anda hançerlerini yüreğime saplamaya hazırlanmıştı. “Artık hesaplaşma bitti.”

“Bırak beni! Yeterince kötülük yaptın! Hâlâ bizden ne istiyorsun?” Bakımsız bir haldeydi. Gözleri uykusuzluktan şişmiş yüzünün rengi solmuştu. Saç diplerindeki kirleri gördüğümde onu kıskıvrak yakaladığımızdan emin oldum.

“ Sen beni mahvettin. Şimdi hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edebileceğine nasıl inanırsın? Öldüreceğim! Seni, Güney’i, oğlunu ve hatta sevgili babanı… benden çaldığınız her şeyin bedelini ödeyeceksiniz.” Sert yumruklarımı göğsüne indirdim fakat onda küçük bir irkilmeden fazlasını yapamamıştım.

“Onlara bir zarar verirsen seni mahvederim! Şu halini mumla ararsın!” Erol Taş’ı anımsat bir şekilde genizden güldü. “Şu zavallı halinle bana hiçbir şey yapamazsın.” Bacağına sert bir tekme attım fakat beni bacaklarının arasına alıp hareket kabiliyetimi sıfıra indirmesine engel olamadım. “İyi denemeydi. Ama bu sana daha ağır bir bedel olarak geri dönecek.” Beni sertçe yere fırlattı. Ayakkabılarım ayaklarımdan çıkmış elbisem hafifçe yukarı toplanıp bacağımı açıkta bırakmıştı.

“Seni en büyük yaradan vuracağım sevgili kuzenim. Bu acıyı asla atlatamayacaksın!” Aklından ne geçtiğini anlamıştım ve zihnime düşen korkunç düşünce bir anda tüm derimin paramparça olmasıyla eşdeğerdi. Efsun ü’u nasıl mahvedeceğini bitireceğini biliyordu. Yerde çıplak ayaklarla kendimi geriye doğru ittirmeye çalıştım. Tüm gücümle çığlık attığımda afallasa da geri adım atmadı. Ve bir kırılma sesi… Zahir karanlık bakışlarını ardındaki bedene çevirdi ve eli gayriihtiyari ensesine buldu. Parmaklarının arasından dökülen kanları gördüğümde daha da afallamıştım.

“Ahuzar Hanım!” Dedim Sızlanır gibi. Zahir onun üzerine yürürken kendimi yerden kaldırmış titrek bedenimi güçlü ve kendinde tutmak için uğraşmıştım. “Nasıl bu kadar aşağılık şeyler düşünebilirsin?” dedi Ahuzar hanım nefretle. Ne kadar büyük bir öfke duyduğunu fark etmiştim. Zahir bu çıkışı beklemiyordu. Yaşlı kadının üzerindeki giysilere bakılırsa bahçenin ücra bir köşesinde olan biteni izlemekten an itibari ile dönmüştü. Belli ki onu evde bulamamamın sebebi de buydu.

“Teyze!”

“Seni bunca zaman koruyup kolladım. Bu kadar aşağılık bir harekette bulunmayı düşüneceğini zannetmemiştim. Demek her şey doğruydu. Demek oğlumu sen öldürmeye çalıştın! Torunumu o hastalığın dermanından uzaklaştıran sendin.”

Zahir’in yüzü nefretin karanlığına bezendi. “İşime karışmayacaktın yaşlı kadın! Yapman gereken şey bana destek olmaktı! Ve görüyorum ki artık sen de karşımdasın!” Gözlerimin önünde onu sertçe şifoniyerin sivri köşesine itti. Sivri uç nokta Ahuzar Hanım’ı böbreğinin bulunduğu yerden sertçe dürttü. “Hayır!”

“Ondan uzak dur!” Diye haykırdı. İlk kez beni savunuyor beni Zahir’e karşı koruyordu. “Ne yaparsın?” Dedi Zahir dalga geçer gibi. Ahuzar Hanım gözlerimin önünde küçük bir silahı Zahir’e doğrulttu. “Hayır! Elini kirlettiğine değmez!” Ses tonum yalvarır gibi çıkmıştı. Zahir ise çirkin sevimsiz bir gülüşle gözlerimin önünde yaşlı kadının üzerine atıldı. Onun kafasını sertçe duvara geçirmiş ve fenalaşmasına sebep olmuştu. Silahı elinden kapıp boğazına yapışmak istediğinde daha fazla dayanamayıp üzerine atıldım ve kollarımı boğazına dolayıp boğmaya çalıştım. Besili bir domuz gibi güçlüydü. Boğazından hırıltılı nefesler yükseldi.

Ahuzar Hanım’ın eli ayağı titriyor gözleri korkuyla irkiliyordu. “Bırak!” Zahir kollarımdan kurtulamayacağını anlayınca beni gerisin geriye gidip duvardaki kolona sert bir şekilde çarptı. Başımın arkası ağrısa da dişlerimi sıkmış asıldığım dokuyu bırakmamıştım. Bacaklarımla elbiseyi hiçe sayıp beline koala gibi tutundum ve boynunu kırmak için sıktım. Yüzünün morardığını ve ölecekmiş gibi çırpındığını fark edebiliyordum. Kollarını geriye bırakıp saçımı kavradı ve var gücüyle çekti. Haykırdım. “Güneeeeeeeey!” Çığlığım tüm malikanede yankılanmıştı. “İmdaaaat!” Çatallanan sesimi artık kesemezdi.

Bacağıma tırnaklarını geçirdiğinde bedenim aniden kayıp ondan kurtuldu. Düştüğüm yerden toparlanıp elindeki silaha asıldım. Kaşla göz arasında silahı bana doğrultmuştu. Ona kafa atmış ve karşılığında tekmeyi karnıma yemiştim. Birbirimize yapışık vaziyette odanın içinde duvardan duvara mücadele ediyorduk. Bağıramıyordum. Tüm gücümü silahı almak için kendime saklamıştım.

Haykırıp beni sertçe verandaya sürükledi. Öyle hızlı itişmiştik ki kendimizi bir anda verandanın korkuluklarından düşerken bulduk. Ani bir su dalışının ardından mücadeleye havuzda devam ettik. Burası malikanenin arka bahçesiydi. Sudan başımı çıkarır çıkarmaz tiz bir çığlık attım. Bir eliyle silahın tetiğini tutarken diğeriyle başımı havuzun derinliklerine doğru baskı yaparak batırmaya çalışıyordu. Boğuluyordum. Silahla değil belki ama beni kendi evimin suyuyla boğarak öldürüyordu. Saçlarım suda dağılıp yüzümü kapattı ve bakışlarım o ipeksi, parlak tellerin arasından düşmanımın nefret dolu gözlerine mıhlandı. Asla acımayacak ve bu işi ikimizi de bitirme pahasına tamamlayacaktı. “Zahir!” Başım suyun altında olsa da duyduğum sesin Güney’e ait olduğunu biliyordum. Onu nerde olsa tanırdım.

Bir patlama… Gözlerim nefretten korkuya dönen o koyu bakışlara çarptı. Elleri teklifsizce başımdan ve silahtan çekildi. Aramıza sızan kırmızı akıntı görüş açımı bulanıklaştırdı. Kanın bakırsı tadını almışım gibi iğrendim. Başımı sudan çıkardığımda derin, sesli bir nefes aldım ve deli gibi öksürmeye başladım. Benimle aynı anda Güney de başını sudan çıkarmıştı. Aramızda birkaç metreden fazla yoktu. Sesimi duyar duymaz suya atlamış ve kendini yanımızda bulmuştu.

Gözlerim ondan ayrılıp karşımdaki adama çivilendi. Yüzü suyun içindeydi ve yoğun kan akışının suyun berrak rengini allara boyadığını görüyordum. Göğsünden sızan kırmızılık yüzünü görmemize engel oluyordu. Çığlık attım. Ayaklarım yüzmeye devam etse de ellerim nemli gözlerimden ağzıma kapandı. Sırılsıklamdım. Güney yaşama ihtimaline karşı boğulmasın diye Zahir’in yüzünü sudan uzaklaştırdı. Gözleri korkuyla beni tararken eli ortak düşmanımızın nabzını kontrol etti.

Bakışlarındaki korkuyu gördüğümde titredim. Babam havuzun içine atlayıp bana sımsıkı sarıldı. “Güney bir şey söyle! Yaşıyor mu? Konuş!” Güney cesedi suya bırakıp başını salladı. “Ölmüş!” Dünyam karanlıklara bürünmüştü. Etrafımızda nişan kalabalığı, verandanın balkonunda Ahuzar hanım ve tam karşımda ölmesi için Allah’a her fırsatta yakardığım düşmanımın cansız bedeni duruyordu. İki sevdalının en mutlu günü kan kırmızıya boyanmıştı.

***

2 ay sonra

Güzel bir sabahın aydınlığını iliklerime kadar hissediyordum. O gün hayatımın en büyük sınavlarından birini vermiştim. Zahir’in öldüğünü anladığımızda polise haber vermiştik. Olayın tanığı olarak Ahuzar Hanım tüm soruşturma sürecinde benim yanımda olmuş ve olan biteni tüm çıplaklığıyla anlatmıştı. Yeniden hapse girip sevdiklerimden ayrılmaktan çok korkuyordum. Şükürler olsun ki bu olmamıştı. Silahı ilk Ahuzar Hanım’ın elinde görsem de aslında Zahir’e aitti. Ahuzar Hanım sesleri duyunca onu Zahir’in çekmecesinden almış ve beni korumak için Zahir’e doğrultmuştu. Zahir’in ona saldırdığı an darp raporuyla ve benim ifademle kanıtlanmıştı. Bana uyguladığı şiddet ve yardım çığlıklarım da davetteki misafirler tarafından doğrulanmıştı.

Zahir beni öldürmek isterken silahını istemeden kendi kalbine doğrultmuş ve tetiği çekerek kendi hayatını sonlandırmıştı. Namluda cebelleşme neticesinde parmak izim olsada tetikte bana dair bir iz bulunmamıştı. Geçmişte yapıp ettikleri kanıtlandığı için Zahir suçlu bulunmuştu.

Morgdaki cesed Zahir’in adamlarından birine aitti. Her şeyi önceden planlayarak rahat hareket edebilmek için kendine öldü süsü vermişti. Her şeyi planlamış ve adamını ummadığı bir anda sırtından vurup uçurumdan suya atmıştı. Günler sonra cesedi ihbar ederek intikam planını devreye sokmuştu. Onun öldüğüne kesin olarak inanmasak da ipleri gevşetmiş ve koruma sayısını kısmen azaltmıştık. Ne yazık ki tanıdık birilerini araya koyup palyaço kılığında içeri sızması uzun sürmemişti.

Babam ve Ahuzar Hanım morgda sahipsiz kalmaması için cesedi günler sonra isteksizce almışlardı.Yaptığı kötülüklerden sonra aile mezarlığına nakletmeyi kendilerine yedirememiş ve onu kimsesizler mezarlığına defnetmişlerdi. Zişan’ı mahkemede tanık olarak kullanmıştık. O da etkin pişmanlık yasasından faydalanarak olması gerekenden daha az ceza almıştı. Zahir’in şer ortakları da mahkemeye çıkmış ve yaptıklarının karşılığını görmüştü.

Ailemle olan mutluluğumun bozulmaması bana hayatın en büyük armağanıydı. Sevdiğim adamla turnelere katılıyor yaptığımız tatillerde Doruk’la harika zaman geçiriyorduk. Mutluluğumuz bu kadarla kalmamış etrafımızdaki insanlara da bulaşmıştı. Şermin nihayet gurbetçi eski kocasının yasını tutmayı bırakmış ve platonik aşkına bir şans vermeyi kabul etmişti. Melis ve Levent nikah için gün almıştı ve çoktan düğün hazırlıklarına girişmişlerdi. Babam eşiyle daha fazla zaman geçirmeye başlamıştı. Ben ise olayların üzerine bir sünger çekip moda evimin başına geçmiştim. Hapisten çıkan arkadaşlarıma iş verip onları hayatlarını kazanmaları konusunda desteklemiştim. Kurduğum moda evinde çaresiz ve yetenekli pek çok kadına istihdam sağlamıştım. Yeniden anne olmayı düşünsem de şimdi sadece sevdiklerime zaman ayırıp geç kazandığım özgürlüğümün tadını çıkarmayı düşünüyordum.

Burcu’yu vicdanımda affedemesem de ona kendime duyduğum saygıyı kaybetmemek için yardım eli uzatmıştım. Bir iş bulmuş ve küçük kızı için de iyi bir kreş ayarlamıştım. Artık sığınma evi yerine benim kendisine tahsis ettiğim evde yaşayacaktı. Ama asla bir daha karşıma çıkmayacak yüzüme bakmayacaktı. Bu iyilikleri bir anne olarak o zavallı çocuğun bir geleceği olması için yapmıştım. Kalbimdeki taş kolay kolay yerinden kımıldayamazdı.

Haftalar sonra amcam ve yengemle de yüzleşmiştim. Karşılarına geçmiş ve bana yaptıkları kötülüklerin hesabını sormuştum. Başlarını eğmiş ve suçlarını kabul etmişlerdi. Onlardan şikayetçi olmamıştım. Artık yüzlerini görmek, seslerini duymak istemiyordum. Bazı hesapları ahirete bırakmak en iyisiydi. Geçmişin kapısını mahşere kadar yüzlerine çarpmış ve bu güne odaklanmıştım. Kıvanç ve sevgilisi de evlenme kararı almıştı. Kıvanç’ın o zavallı kıza büyü yaptığını düşünsem de kanıtım yoktu. Allah kızcağıza bol miktarda peygamber sabrı versin siye dua etmekten başka çare göremiyordum.

Üzerime geçirdiğim beyaz ipli bluzumun altına mavi, bol bir kot pantolon geçirip düz saçlarımı açık bıraktım. Rüzgarda savruluşlarını seviyordum. Özellikle de Güney’in yüzüne dokunduklarında mutluluktan dört köşe oluyordum. Sevgili kocam elimden tutup yatın ipli merdivenlerinden çıkmama yardım etti. Ona kocaman sarıldım. Yanaklarını yanaklarıma yaslayıp boynundan öptüm. “Çok bekletmedim umarım!” Alnını kırıştırdı. “Hayır! Gelmeseydin bastonumu ve takma dişlerimi hazırlamıştım. Sorun olmazdı.” Kaşlarımı çatarken genizden güldü. “Seni ölene kadar beklerim.”

“Seninle ölüme bile gelirim!”dedim aşktan parıldayan gözlerle. Cevap vermeye hazırlanırken cılız bir ses sözleri bir kez daha tekrar etti. “Seninle ölüme bile geliyim!” Bakışlarım yan tarafta oynayan Doruk ve Ece’ye çarptı. Kıkırdadım. Bizi taklit ediyorlardı. Ece utanıp dudaklarını ısırırken Güney’le kahkaha atarak güldük. Başımı sevdiğim adamın göğsüne yaslayıp bu güzel İstanbul sabahının tadını çıkardım. Artık ömrümün sonuna kadar en mutlu anlarımı onunla yaşayacaktım.

SON

 

🌟🌟🌟🌟

Merhaba canım dostlarım. Duygulu en güzel anları birlikte bu hikayeyle yaşadık. Sizleri serüvenime ortak etmek başıma gelen en güzel şeydi. 🥹🤭

Efsun ve Güney nihayet mutlu sona ulaştı. Efsun acılarını yenip hayallerine ulaştı. Ve pek çok kadına güç verdi. ☺️ Bizler de onunla birlikte büyüdük serpildik başka başka rüyalar gördük.

Şimdi yeni kurguların hazırlığı içerisindeyim fakat elimdeki iş bitmeden başlamayı düşünmüyorum. Her ne kadar adil olmaya çalışsam da ne yazık ki bölünme ve çift kurgu ilerlemek bana iyi gelmedi. Sizler de bölümleri çok beklemek zorunda kaldınız. Bunun olmaması için AG’ye ağırlık verip bitireceğim ve sonrasında yeni kurgularımı instagramdan duyuracağım. 🥹☺️ gerçekten çok heyecan verici ❤️❤️

Niyazi ve Leyla’nın hikayesini merak ettiğinizi biliyorum. Onu kurgusunu tamamlar tamamlamaz kaleme alacağım. Hüsran’ı okumayanlar önceliği Hüsran’a vermeli. Aksi takdirde spoiler yiyebilir. 🤭Şimdilik hoşçakalın 🌟 Beni duyurular için takip etmeyi unutmayınız.

Bölüm : 11.05.2025 17:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Şeyma Yıldız KOÇ / YILDIZLARIN MELODİSİ / 53. BÖLÜM: FİNAL ✨MASALLARIN ÖTESİNDE
Şeyma Yıldız KOÇ
YILDIZLARIN MELODİSİ

5.28k Okunma

440 Oy

0 Takip
53
Bölümlü Kitap
1.Bölüm: Aşk Tesadüfleri̇ Sever2. Bölüm: Kimsin Sen Be!3. Bölüm: Komplo4. Bölüm: Dikkat Sakar Var!5. Bölüm: İz6. Bölüm: Kader Masasi7. Bölüm: Masum Yüzlü Kukla8. Bölüm: Oyun Içinde Oyun9. Bölüm: Düşmanla Diz Dize10. Bölüm: Bay Ki̇bi̇rli̇11. Bölüm: Di̇nmeyen Öfke12. Bölüm: Başımın Belası13. Bölüm: Isyan14. Bölüm: Yalanın Koynunda15. Bölüm: Büyük Buluşma16. Bölüm: Ayrılan Yollar17. Bölüm: Aşk-I Viran18. bölüm: tutsak19. bölüm: geçmişin külleri20. bölüm: aşk oyunu21. bölüm: operasyon22. Bölüm: Aşkın Gözyaşları23. BÖLÜM: KALBE DÜŞEN SANCI24. bölüm: elveda25. Bölüm: YM 2 DÖNENCE 🌟 Yalnızlığın Notası26. Bölüm: YM 2 DÖNENCE🌟 Bir Sevda şarkısı27. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 KÖRDÜĞÜM28. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 PİNOKYONUN SEVDASI29. Bölüm: YM 2 DÖNENCE 🌟İZÜSTÜ30. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 BEN BUYUM!31. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟YİNE BANA HÜSRAN32. Bölüm: YM 2 DÖNENCE 🌟 BÜLBÜLÜN KÜSTÜĞÜ ŞARKILAR33. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 TESLİMİYET34 bölüm: YM 2 Dönence 🌟 Gerçeklerin haykırışı35. BÖLÜM: KADERE KISKIVRAK YAKALANDIM!36. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 2 DÖNENCE 🌟 YADIMDAKİ SİYAH PELERİN!37. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 YARIM KALMIŞ BİR ŞARKI38. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 GERÇEKLERİN AYRIMI39. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 2 DÖNENCE 🌟 TÖKEZLEYEN HİSLER40. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟AYRILIK ÖLÜMDEN BETER41. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨KÜSKÜN SAVAŞÇI42. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨ ACITMADAN SEVMEK43. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 3 TUTULMA ✨ İKİNCİ ŞANS44. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 3 TUTULMA ✨GÖZDAĞI45. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 3 TUTULMA ✨YIKILMIŞ SEVDALAR46. Bölüm: ETME BULMA DÜNYASI ✨47. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨VİCDAN AZABI48. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨BİR DAHA ASLA49. BÖLÜM: YM 3 TUTULMA ✨ HAYALET DÜŞMAN50. BÖLÜM: AŞK YENİDEN ✨51. BÖLÜM: VUSLAT ✨52. BÖLÜM: BULGU ✨53. BÖLÜM: FİNAL ✨MASALLARIN ÖTESİNDE
Hikayeyi Paylaş
Loading...