43. Bölüm

30.Bölüm: Aynı Gözler

Sylph
sylph

Ponçiklerime keyifli okumalar dilerim!🫶🏻

 

Resepsiyon görevlisinin yardımıyla önceden rezerve ettiğimiz odanın anahtarını alarak hızlıca otelin restoranına geçtik. Sabırsızlıklıkla masaya oturan Aida bütün gün bu anı beklediği anlaşılabilecek şekilde acele ederek bize doğru gelen garsona elini uzattı.

 

Garson şaşkınlığını gizlemeye çalışırken hafifçe tebessüm ederek masaya yaklaştı ve elindeki menülerden birini Aida’ya teslim etti. Diğerini de usulca benim önüme bıraktıktan sonra seçim yapmamız için bize zaman tanıyarak yanımızdan ayrıldı.

 

Hızlıca sayfaları çevirerek menüdeki yiyecekleri inceleyen Aida’ya baktım.

Kaşlarını çatmış, bütün dikkatini sanki hayatı bu seçime bağlıymış gibi menüye vermişti.

Hızlıca yemek için bir şeyler seçtikten sonra menüyü kapatarak kenara bıraktım. Aida’ya seçimini yaptıktan sonra masaya tekrar uğrayan garsona isteklerimizi ilettik.

 

Garsonla gerçekleşen konuşmalar dışında kendi aramızda konuşmamıştık. Bu oldukça garipti çünkü Aida kendi tabiatı gereği sessiz biri değildi. Garson elinde tepsiyle siparişlerimizi getirene kadar sessizce Aida’yı inceliyordum.

 

Garson tepsisindeki tabakları masanın üstüne bıraktıktan sonra “Afiyet olsun,” diyerek uzaklaştı. Bu sessizliğe daha fazla göz yummayarak Aida’ya döndüm.

“Bir şey mi oldu?”

Bu basit soruyu ona yönelttiğimde irkilerek başını önündeki tabaktan kaldırdı.

“N-ne? Ha… yok bir şey,” diyerek tabağındaki yemekle ilgilenmeye devam etti.

 

“Aida iyi hissetmiyorsan arkadaşın olarak bunu bilmek hakkım,” dedim ona bakmaya devam ederken.

“Bir şey yok Risin, sadece biraz yorgunum sanırım bu yüzden dalmışım,” dedi ve yemeğini yemeğe koyuldu.

 

Yemeğini yerken onu rahatsız etmemeye karar vererek soru sormayı bıraktım.

Belki de cadının ona verdiği iksirin yan etkisidir bu… bilmiyorum.

 

Sessizce yemeğimizi bitirdikten sonra bavullarımızın bulunduğu otel odamıza çıktık.

İki tane tek kişilik yatağı, dolabı ve komodini bulunan ferah bir odaydı. Yeni değiştirilmiş beyaz nevresim takımı gergince yatağa giydirilmiş, oda yeni gelecek müşterilere hizmet edebilecek şekilde ayarlanmıştı.

 

Yanımda getirdiğim kalın kitabı komodinin üstüne bırakırken Aida merakla sordu. “Kolyen yeni mi? Daha dönce görmemiştim.”

Bir anlık afallayarak, “Ah… bu mu?” dedim ve boynumdan sarkan kolyeyi elimle kavradım.

Hemen ardından ekleyerek, “Birkaç gün oluyor alalı ama ilk defa takıyorum. Daha önce görmemen çok doğal yani,” dedim.

 

Yalan söylemek hoş olmasada bunu yeri geldiğinde hızlıca yapabilmek gerek, tıpkı şu anda da olduğu gibi. Sanırım hayatım boyunca deneyimlediğim olayların beni bu konuda geliştirdiğini söylemem yanlış olmazdı.

 

“Öyle mi?” dedi Aida, tek kaşını kaldırmış beni süzerken.

“Peki, güzel kolyeymiş,” diyerek omuz silkti ve arkasını dönerek kendisini yatağın üstüne bıraktı.

 

“Kitap ne alaka peki?” dedi, yattığı yerde bana doğru dönerek.

“Okumak için Aida, kitap başka ne için olabilir?“ diyerek kollarımı bağladım ve ayakta dikilerek ifadesini takip ettim.

 

Kaşlarını kaldırarak, “Yani… Yıllardır eline kitap almamış birinin neden birken kitap sevdalısı olduğunu bilemiyorum! Ders kitabı dışında herhangi bir kitap okumuş musundur acaba hayatında?” dedi sözlerinde baskın bir ima kullanarak.

 

“Bunu söylerken ikinci kere bile düşünmedin değil mi? Bu oldukça bariz çünkü düşünmüş olsaydın uzun zamandır benim hayatım diye bir şeyin olmadığını fark etmiş olurdun Aida!” dedim çıkışarak.

 

Bencil sözlerinin, gerçekleri bu denli sert yüzüme vurması canımı sıkıyor. Aslında haklı sayılırdı, sonuçta bu zamana kadar kendim için yaptığım pek bir şey hatırlamıyorum. Kendimi yeni yeni keşfedebiliyorum adeta yürümeye yeni başlayan bir çocuğun dünyayı keşfetmesi gibi.

Derin bir nefes çekerek,” Biliyorum Risin, hayat ikimize de adil davranmadı,” dedi.

Gelen arama sesi onu bozana kadar oda birkaç saniyeliğine sessizliğe bürünmüştü.

“Efendim Naomi,” dedi Aida aramaya cevap vererek.

Belli ki arayan kişi kuzeni Naomi’ydi. Birkaç saniye sessiz kalıp karşı tarafı dinledikten sonra şaşkınca kaşları havalandı.

Tepkisinden anladığım kadarıyla önemli bir şeyler oluyordu. Telefonu hoparlöre almasını işaret ettim Aida’ya. Anlamış olacak ki telefonu kulağından indirerek hoparlöre aldı.

“Nasıl yani girdin? Şu anda orda mısın?” dedi telaşla bağırarak.

Hoparlörden Naomi’nin sesi duyuldu.

“Evet abla içerdeyim şu anda. Burası gerçekten acayip şeylerle dolu!”

“Tamam Naomi yeterince resim çektiysen çık ordan. Fazla vakit harcama!” dedi Aida endişeyle oturduğu yerde çırpınarak.

 

Nereye girdi ki bu kız böyle telaşlanıyor? Ne halt çeviriyorlar yine?

 

“Tamam abla şimdi resimlerin ve videoların hepsini sana attım. Birazdan yüklenmiş olurlar,” dedi Naomi fakat daha telefonu kapatamadan arkasından ona ait olmayan başka bir ses duyuldu.

 

“Ne işin var senin burda!” dedi sesi Naomi’nin yanından gelen adam.

Aida’nın durgun yüzü telefonunun ekranına bakarken buruştu. Birazı iğrenme içerse de ifadesinin kalanı tamamen öfkesini yansıtıyordu.

 

Yüz ifadelerini okumada uzmanlaştığım için istemsizce karşımdakinin ifadelerini okuyor ve yorumluyordum. Bu çoğu zaman işime yarasada bazen sinir bozucu olabiliyor.
Keşke bir tuşu olsaydı diyorum böyle zamanlarda çünkü henüz sormadan bile karşımdakinin ne düşündüğünü yüzünden açıkça anlayabiliyordum.

 

Sesinden de tanıdığım adam eski eğitmenlerimden biri ve aynı zamanda şu anda ki Kato ailesinin reisi olan Ren Kato, yani Aida’nın babasıydı.

 

“Naomi hemen kaç ordan!” dedi Aida bağırarak.

Karşılık olarak telefondan bir ses yükseldi. “Sence de biraz geç kalmadınız mı bunun için?” dedi adam.

Artık sesi önceki gibi uzaktan gelmiyordu. Sanırım telefon artık Naomi’nin elinde değildi.

Öfkeyle köpürerek, “Seni şeref yoksunu! Naomi’ye elini sürersen yerin yedi kat dibine de girsen seni bulurum, duydun mu!?” dedi Aida.

Tanıdık ses tekrar yükseldi telefondan.“İnsan babasını özlemez mi hiç, bu kadar zaman olmuş?”

 

Aida yüzünü buruşturarak, ”Şeytan görsün yüzünü, şerefsiz herif!” dedi.

Derin bir nefes çekti telefonun karşısındaki adam ardından tamamen farklı bir ses tonuyla konuşmaya devam etti. “Sen ne halt yapmaya çalışıyorsun Aida!”

“Ne boklar sakladığına bakıyorum!” dedi Aida çemkirerek.

 

“Altından kalkamayacağın gerçekleri kurcalama Aida. Benden sana bir baba tavsiyesi olsun bu. Sen kendi kurduğun küçük hayatında yaşamaya devam et yani ben izin verdiğim kadar. Yarı zamanlı çalıştığın işine git ve küçük kiralık evinde yaşa,” dedi kırklarındaki adam.

 

Tek kaşımı kaldırmış yüzümde sorgulayan bir ifadeyle Aida’ya baktım. “Ne işi Aida?”

 

Elini kısa bir süre telefonun hoparlörüne siper ederek, “Para biriktirmeye çalışıyordum,” dedi sessizce ardından telefona geri döndü. “Sen bunu nerden biliyorsun daha iki gün oldu işe gireli!”

 

“Sen ancak benim izin verdiğim kadar özgürsün Aida. Şimdilik bunun keyfini çıkart,” dedi ve cevap vermesini beklemeden aramayı sonlandırdı.

 

Öfkeyle haykırdı Aida.
“O**spu çocuğu! Narsist pislik!”

Elindeki telefona ardı ardına düşen bildirimler çıkardığı sesle dikkatimizi çekti.

“Naomi’nin attıkları gelmiş,” dedi Aida bildirimin geldiği uygulamayı açarken.

 

Kaşlarını çatarak gelen fotoğrafları teker teker inceledi.

İlk fotoğrafta büyükçe bir deponun dıştan çekilmiş görüntüsü vardı.

“Neresi burası?” dedim Aida’ya sorarak.

 

“Bir süredir bu adamın kirli çamaşırlarını araştırıyoruz Naomi’yle beraber. Sık sık ortadan kayboluyordu. Araştırınca sonunda bu depo ortaya çıktı. İçine girmek için fırsat kolluyorduk. Naomi ortalığın karışıklığından faydalanarak girmiş. İçerde ne sakladığını ben de bilmiyorum henüz, şimdi göreceğiz,” dedi sıradaki gönderi olan videoyu açtı.

 

Video oynamaya başladığında Naomi’nin sesi odada yankılandı. Heyecandan nefes nefese kalmış şekilde deponun kapısını açmaya çalışıyordu. Açılan ağır demir kapıdan metalik bir gıcırtı sesi duyuldu. Aida’ya baktığımda Naomi’nin heyecanını aynı şekilde taşıyarak istemsizce nefesini tuttuğunu gördüm.

 

Etrafını sık sık kolaçan ederek açılan demir kapıdan içeriye girdi Naomi. Dışardan göründüğü gibi deponun içi de oldukça yüksek ve genişti. Sol taraftaki duvarı boylu boyunca kaplayan devasa akvaryumun içinde sadece beklemekten soyunlaşmış eski su vardı.

 

Bu kadar büyük bir akvaryumun eski bir deponun içinde olması mantıksız. Gerçi mantıklı olan pek az şey yaşanıyor bu gün!

 

“Akvaryumun burda ne işi var, hemde bu kadar büyük olan bir tanesinin?” dedi Aida benimle aynı şaşkınlığı paylaşarak.

 

“Bir tür hobi olabilir mi acaba? Belki de eskiden balık beslemek gibi bir hobisi vardı?” dedi kendi kendine cevap vererek.

 

Bir dakika! Bu boyutlarda bir akvaryum söz konusuysa… Olabilir mi? Hayır ya saçmalıyorum şu an! Peki ya gerçekten düşündüğüm gibiyse!?

 

Video oynamaya devam ederken Naomi devasa akvaryumun yanından şaşkınlıkla ilerledi. Şaşkın olduğunu yüzünü görmesek de ağzından kaçırdığı seslerden anlayabiliyorduk.

 

Akvaryumun bitişiğindeki duvara peşi sıra asılı duran sayfalara yakınlaştı Naomi.

“Bir şeyi araştırıyormuş belli ki,” dedi Aida.

Başımı sallayarak, “Evet hemde uzun bir süredir,” dedim.

“Onu nerden anladın çok fazla kâğıt oluşundan mı?” dedi Aida.

Sakince cevap verdim.

“Hayır Aida kâğıtların sararmışlığına ve yıpranmışlığına bakarsak oldukça eski olmalı.”

 

Video bittikten sonra Aida Naomi’nin gönderdiği diğer fotoğrafları açtı sırayla. Anlaşılan Naomi okunabilmesi için duvardaki kâğıtlara daha detaylı resimler çekmişti.

 

“Bunlar ne?” Dedi Aida kafa karışıklığı içerisinde fotoğrafları çekilmiş olan birçok eski gazete küpürüne bakarken.

 

“Biraz daha yakınlaştırsana resmi,” dedim parmağımın ucuyla telefon ekranını işaret ederken.

 

Aida yönlendirmemi takip ederek görüntüyü yaklaştırdığında başımı ekrana doğru eğerek incelemeye koyuldum.

“Gazete oldukça eski basım. Yirmi bir yıl öncesine ait,” dedim gördüklerimi yorumlayarak.

“Marinada gizem!” dedi Aida yüksek sesle haberin başlığını okuyarak.

 

Gazete küpürüne yerleştirilmiş haberle alakalı küçük resim vardı fakat oldukça bulanıktı. Belli ki amatörce çekilmişti. Deniz kıyısında belli belirsiz görünen bulanık bir silüetten ibaretti.

 

“Ne yani bir deniz canavarı mı? Bunlar saçmalıktan başka bir şey değil!” Dedi Aida bıkkınlıkla.

 

“O kadar da emin olmazdım!” Dedim kendi kendime fısıldayarak.

“Efendim?” Dedi Aida söylediklerimi duyamadığı için.

 

“Yok bir şey canım. Biz diğer gazeteyi inceleyelim istersen,” dedim sakince.

Fakat Aida diğer resmi açtığında da benzer bir gazeteyle karşılaştık ve ondan sonrakinde de, hatta ondan sonrakinde de bu böyle oldu. Duvarda asılı duran onlarca gazetede hep benzer haberler vardı. Hepsi denizdeki gizemli varlıkla alakalıydı.

 

Aida suratındaki somurtuşla beraber, “Ne yani, bu kadar uğraş saçma salak uydurulmuş hikayeleri görmek için miydi?!” dedi bir sonraki resmi açmadan önce.

 

Gözleri neredeyse yuvalarından fırlayacaktı. “B-bu ne?!” dedi hiddetlenerek.

Ne gördüğüne bakmak için bakışlarımı telefon ekranına indirdim. Ekrandaki resimde depoda boş duran akvaryumun eski hali vardı. Yeni ve temiz olmasının yanı sıra şu an ki halinden farkı akvaryumun içinde birinin olmasıydı.

 

“Bu kadın da kim, O ölü mü?” dedi Aida kollarını karnına doğru çekmiş çenenin pozisyonunda ki kadına bakarak. Gözleri kapalı olduğu için suyun içerisinde öldüğünü düşünmüştü.

 

“Hayır Aida, ölü biri kollarını bu şekilde kendine sarıp bacaklarını karnına çekemez. Ancak bu pozisyonda öldürülmüşse ve cesedi katılaştıktan sonra suyun içerisine koyulduysa bu mümkün olabilir,” dedim açıklayarak.

 

Öfkeyle kaşlarını çatarak, “O zaman bu nasıl mümkün olabilir!” dedi.

Elindeki telefona dokunarak resmi yakınlaştırdım ve kadının boynunun yanındaki küçük ayrıntıyı gösterdim.

 

“Bu ne!?” dedi çıkışarak.

“Sence neye benziyor?”

Boşlukları onun doldurması için bırakıyor ve sadece ona gerekli zamanı tanıyordum.

 

“Solungaca benziyor… ama bu saçmalık Risin! Bir insanın solungacı olamaz!” dedi.

“Nasıl bu kadar emin konuşabiliyorsun, ya varsa?” dedim onun ketum düşüncelerini kurcalayarak.

“Sen gerçekten kafayı yemişsin! Böyle bir şeyi savunabiliyorsan tedavi olman gerek!”

“Bu kadınla arandaki benzerliğe ne diyeceksin peki! Saçınız, yüzünüz hatta gözleri açık olsaydı eminim gözleriniz de!” dedim daha fazla dayanamadan.

 

Gözlerindeki korkuyu gördüm Aida’nın. Benden mi yoksa söylediklerimden mi korktuğunu bilmiyorum.

“Sen gerçekten delirmişsin Risin! Ne yani bu kadın benim annem mi? Beni doğururken ölen kadın için bu iddiaların biraz ağır kaçmıyor mu sence de?! Resmin üstünde oynanmış olabileceği, shop olabileceği aklına gelmiyor mu? Diyelim ki bu kadın gerçekten de benim annemdi ve duvara asılı kâğıtlar da babamın bu sözde deniz kızı efsanesine olan takıntısıydı. Annemi kendi fetişine uyacak bir şekilde shoplamış olamaz mı?!” dedi Aida.

 

Birkaç saniyeliğine düşündüm ve evet, Aida’nın dedikleri kulağa gayet mantıklı geliyor. Gerçeği bilen benim aksime onun dedikleri hiçbir şey bilmeyen birine daha mantıklı gelebilir.

 

Daha fazla üstelemeden ellerimi kaldırarak teslim oldum. Bu durumda denilecek daha fazla şey yoktu. Naomi’den gelen başka bir bildirimle dikkatimizi telefona geri çevirdik.

Bu sefer gönderdiği bir ses kaydıydı. Aida vakit kaybetmeden kaydı oynattı.

 

“Aida abla deponun köşesindeki kutuda bir aksesuar ve fotoğraf buldum. Amcama fark ettirmeden almayı başardım. Hızlıca sana kargolayacağım bunları ama öncesinde sana resimlerini gönderiyorum. Sanırım bu bir tür saç aksesuarı yani en azından fotoğraftaki kadın bunu öyle kullanmış. Bir süre ortalıktan kaybolacağım göze batmamak için, eğer olur da amcam bunların kaybolduğunu fark ederse diye. Yani demeye çalıştığım beni merak etme! Seni çok seviyorum kendine iyi bak!” dedi kendini ses kaydına alınmış Naomi.

 

“Neymiş gönderdikleri? Resmi aç bir bakalım,” dedim sakince.

Resme baktığımda Naomi’nin elinde üstünde taşları olan işlemeli bir tarak toka olduğunu gördüm. Yanındaki fotoğrafta ise akvaryumun içinde gördüğümüz kadın vardı.

 

“Bu sefer gözleri açık,” dedim yandan Aida’ya bakarak ardından devam ederek ekledim.” Ve bil bakalım kimin gözleriyle bire bir aynı!”

 

“Risin, yeter artık!” dedi Aida griye çalan açık mavi gözlerini bana doğru açarken.

 

“Aida dediklerimi bir kenara bırakırsak bu kadınla inanılmaz benziyorsunuz. Annen olma olasılığı çok yüksek.”

 

Omuz silkti yavaşça ve telefondaki resme bakmaya devam ederken konuştu. “Bilmiyorum onu daha önce hiç görmedim, resmini bile. Babam hariç kimse onu görmedi. Bu yüzden doğum sırasında öldüğünü söylüyorlar.”

 

Keyfi kaçmış ve omuzları düşmüştü. Bu durumu tamamen anlayabileceğimi söyleyemesem de ben de annesiz büyümüş bir çocuktum.

 

“Sanırım biraz uyuyacağım,” dedi Aida oturduğu yerden kalkmadan yatağa devrilerek.

 

Elimi sırtına koyarak yavaşça sıvazladım ve
“Ben biraz hava almaya çıkacağım,” diyerek odadan ayrıldım.
Onun kendiyle baş başa kalmaya ihtiyacı vardı.

 

Otelin bahçesine inerken düşündüm. Neden benim çevremde benzer sorunları olan insanlar vardı?

Hepimizin ailevi sorunları vardı ve bu gerçekten tesadüf müydü bilemiyorum? Belki günümüzde herkesin aile sorunları vardı ya da biz sorunlu kişiler olarak kendimize benzeyenleri çekiyorduk?

 

Okuduğunuz için teşekkürler! Hepinizin gözlerine sağlık! Biliyorum uzun bir aradan sonra geldi bu yeni bölüm fakat diğer bölümüm çoktan hazır! Elimden geldiğince stok bölüm yazmaya çalışacağım bu yaz tatilinde!

Kendinize dikkat etin ve sağlıcakla kalın!

Ah bir de unutmadan emeğe karşılık bir oy alabilirim… Yani isterseniz… ☺️🥹✨🫶🏻

Bölüm : 13.06.2025 15:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...