"Annem yeni sildim oraları. Basma demiyor muyum ben sana?"
Annem o büyük günün gelip çatması ile telaşına telaş katmış, hiç olmadığı kadar titizleniyordu. Evet o muhteşem sarhoşluğumun ve bazı güzel sonuçlarının yaşandığı günün üzerinden birkaç gün geçmiş, isteme günüm olan cumartesi olmuştu bile.
"Ne olacak anne? Sanki terliklerimin altı kirli. Hem oraya basmadan nasıl vitrinin tozunu alabilirim?"
"İyi tamam bildiğini oku. Ama sonra misafirler orada bir leke görüp bunların evi de ne pismiş derlerse ben karışmam." Annemin abartma huyu stres altındayken daha çok gün yüzüne çıkıyordu. Herhangi bir gün olsa bu durum beni bu kadar etkilemezdi fakat şu anda stres altında olan bir tek annem değildi. Haklı olarak ben de stresli ve gergindim.
Hiçbir şey söylemeyerek sinirli sinirli vitrinde yer alan ve hiçbir işe yaramayan bibloların tozunu almaya başladım.
Ev daha dün dip temel temizlenmişti ama bu kesinlikle anneme yetmemiş, bugün tekrar evi temizlemek üzere halamları, yengemi ve komşumuz Derya teyzeyi çağırmıştı. Zaten temiz olan bir evin tekrar temizlenmesi için bu kadar insanın gelmesinin çok gereksiz olduğunu anneme bir türlü anlatamamıştım. Ona göre çağırdığı tüm insanlar bize yardım etmek ve bu mutlu günümüzde bizimle birlikte olmak için can atıyorlardı.
"Abla ben camların üzerinden bir kere daha geçtim, tertemiz ayna gibi oldular." demişti yorgunluğu sesinden belli olan küçük halam Sedef. Camın ayna gibi olmasına gerek var mıydı gerçekten? Cam, cam gibi olsa yeterliydi bence.
"Ellerine kollarına sağlık Sedef. Allah razı olsun vallahi koştun geldin hemen yardıma." Annemin sesinden ne kadar memnun olduğu anlaşılıyordu.
Herkes canla başla çalışıyor, kimimiz temizliğe koşturuyor kimimiz mutfak işlerini hallediyorduk. Temizlikle, sohbet muhabbetle vakit hızlı ilerlemiş ve hava kararmaya yüz tutmuştu.
"Kız Esma, daldık seni unuttuk. Hazırlanmamışsın daha. Çabuk ol halam, hemen hazırlan. Bakarsın birazdan gelirler hazırlıksız yakalanma. Biz de son bir etrafı toplayalım hazırlanacağız." Halamın aklına bir anda gelmişim gibi hızlı hızlı söylemişti bunları.
"Tamam halacığım. Sen merak etme hızlı bir duş alıp bir elbisemi giyeceğim zaten."
"Kız ne demek bir elbise giyeceğim. Saçın makyajın ne olacak?"
"Saçımı hemen düzleştirip atkuyruğu yapacağım. Çabuk düzleşiyor zaten."
"Olmaz öyle şey. Kuaföre neden gitmedin? Ay bu bizim aklımıza neden daha önce gelmedi? Bu saatte boş kuaför nereden bulacağız?" Şimdi herkesi bir telaş almıştı. Annem kendi kendine beni çok ihmal ettiği ile ilgili söylenirken lafı kapının çalması ile yarıda kesildi.
"Ay! Daha erkekler gelmedi. Misafirler erken gelmiş olmasın?" demişti korku ile büyük halam Mine. Halamın bu sözleri ile herkese sirayet etmiş olan telaşın üzerine bir de korku eklenmişti. Kapıya en yakın ve en az telaşlı olan komşumuz Derya teyze kapıyı açmaya gitti. Birkaç saniye sonra Derya teyzenin sesi duyuldu;
"Hoş geldin Gülbinciğim. Geç, buyur, içerideler."
Gelenin Gülbin olduğunu anlamamızla içimiz ferahlamıştı fakat zamanın hala akıp gitmekte olduğunun farkındaydık. Uzun uzun hoş geldin merasimine vaktimiz yoktu.
Sedef halam " Hoş geldin Gülbin ve sana kolay gelsin. Hemen Esma'nın saçını ve makyajını yapmaya başlayın. Fazla vakit yok." diyerek selamlamıştı Gülbin'i.
Gülbin herhangi bir şaşırma emaresi göstermeden elindeki küçük çantayı işaret etti gözleriyle ve devam etti,
"Senin kuaföre gitmeyeceğini bildiğim için hazırlıklı geldim. Hiçbir itiraz kabul etmiyorum. Saçını da makyajını da ben yapacağım." Saçımın ve makyajımın başkası tarafından yapılmasını istemiyordum. Ki öyle bir isteğim olsa kuaföre giderdim. Ben hariç herkes abartılı saç ve makyaj yapıyormuş gibi geliyordu ve bugün abartılı hiçbir şeye yer yoktu.
"Vallahi istemiyorum. Ben kendim yaparım."
"Aman kendi yaparmış!" dedi Mine halam ve devam etti, "Görüyoruz senin yaptıklarını. Bir pudra bir rimel tamam. Başka yok. Kız allık bile sürmüyorsun sen."
"Ne güzel işte sade olmak hoşuma gidiyor."
"Sade olmak öyle bir şey değil Esmacığım. Makyaj yaparak da sade olabilirsin. Hem Bülent Ersoy makyajı yapacağım demiyorum. Hafif hafif, güzel güzel yapacağım. O doğal güzelliğin ortaya çıkacak."
Daha fazla direnmek anlamsızdı. Beş kişilerdi ve laf cambazlıkları ile benden üstündüler. El mahkum başım önünde odama doğru Gülbin'i takip ettim.
"Önce makyajını yapalım saça daha sonra geçeriz." diyerek çalışma masamın önündeki sandalyeye oturttu beni Gülbin.
"Başlıyoruz hazır mısın Esma? Seni bambaşka bir insan yapacağım."
"Bambaşka olmak istemiyorum. Esma olsam yeter bana."
"Sus." diye kesin bir cevapla karşılık vermişti bana elindeki fırçayı suratıma sallarken.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ne yalan söyleyeyim Gülbin gerçekten iyi iş çıkarmıştı. Gözlerimi kırmızı elbisemle tam bir uyum içinde görünen buğulu bir makyajla ön plana çıkarmış, buğday tenimle hafif bir tezat oluşturan bronzer ile elmacık kemiklerimi belirginleştirmiş ve dudaklarıma gizemli bir hava katan bordoya yakın bir kırmızı ruj sürmüştü. Aynada kendime baktığımda omuzlarımdan dökülen maşa ile şekillendirilmiş saçlarımla gerçek bir kadın gibi duruyordum.
"Nasıl olmuş ?" dedi cevabımı aşırı merak ettiği havaya kalkmış kaşları ve ses tonundan belli oluyordu.
"Kadın gibi olmuşum." dedim cevaben.
"O ne demek Esma. Sen makyaj olmadan da kadınsın. Kendi değerini bilmeyen şu hallerin var ya aşırı sinirime dokunuyor. Bir tane çarpasım geliyor sana." sinirlenmişti. Ama bugün siniri yer yoktu. Her şey çok güzel, çok iyi olmalıydı.
"Ne bileyim güzel hissettim işte öyle ağzımdan çıkıverdi."
"Bir daha duymayayım." dedi sert bir ses tonuyla ve devam etti "Hadi giyin de salona gel ben geçiyorum."
Gülbin odadan çıkar çıkmaz üzerimi giydim. Harika olmuştum. Elbise bedenimi harika sarmış, kilolu olsam bile öyle bir taşma ve aşırılık göstermemişti. Makyajım ile de muhteşem bir uyum içindeydi. Aynada kendime uzun uzun bakmaktan kendimi alamadım. Biraz fazla uzun süre ayna karşısında kalmış olacağım ki kapım tıklatıldı ve Gülbin'in kafası göründü.
"Hadi kızım! Herkes geldi. Salonda misafirleri ve seni bekliyorlar. Mehmet ile konuştun mu ne zaman geleceklermiş?"
"Konuştum. Yirmi dakika önce yarım saate sizdeyiz yazmıştı."
"Ya bu şimdi mi söylenir? Gelmek üzereler. Hemen içeriye haber vereyim." Kapıdan göründüğü gibi anında kaybolmuştu.
Derin derin nefesler aldım ve ben de Gülbin'in arkasından salona geçmek için odamdan çıktım.
Kapıdan girer girmez tüm gözler üzerime çevrilmişti. Alışkın değildim bu kadar gözün üzerimde olmasına. İlk başta bundan rahatsız olsam da bakışlardaki memnuniyet beni rahatlattı. Şimdi halimden memnundum. Büyük bir öz güvenle üzerinde ikram bulunan masanın önündeki berjerde oturan dedemin yanına gittim. Elini öptüm.
"Hoş geldin dedem. Nasıl olmuş kızın, beğendin mi?"
"Beğenmek ne demek güzel torunum hep güzeldin daha da güzel olmuşsun. Maşallah sana." diyerek bana dua okumaya başlamıştı. Dedemden sonra hemen yanında oturan babaannemin elini öpmek için bir adım yana kaydım. Tüm aileyi tamamlayana kadar yana yana kaymaya devam ettim. Birkaç dakikanın ardından el öpme ve selamlaşma faslını bitirebilmiştim.
Şimdi herkes gibi oturmuş misafirlerin gelmesini bekliyordum. İçim içime sığmıyordu. Bir yandan heyecanım daha da artmasın diye gelmesinler istiyor bir yandan da bir an önce gelseler de bitse diyordum.
Geçmek bilmeyen birkaç dakikanın ardından zil çalmıştı. O ana kadar birkaç kişi hariç etkisini göstermeyen heyecan, en sakinimiz olan dedemi dahi etkisi altına almıştı.
Hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledim. Annem, babam ve diğer akrabalar da bizi takip etti. Şimdi kapının her iki yanında sıra olmuş şekilde bekliyorduk.
"Hazır mısınız?" dedim. Fakat ben kendimi hazır hissetmiyordum.
Kimisi hazırız derken kimisi de başını sallamakla yetindi.
Tekrar derin bir nefes alarak kapıyı açtım.
İşte tüm yakışıklılığı, asaleti ve elinde kocaman bir buket kırmızı gül ile karşımda duruyordu. Takım elbisesi üzerinde harika duruyor, yeni tıraş olduğu belli olan suratındaki gülümseme ile çevresini aydınlatıyordu.
"Hoş geldiniz." diyerek içeriye buyur ettim ve elindeki çiçeği aldım.
Teker teker içeriye girmeye başladı misafirler. Her gelen sıra halinde bekleyen ailem ile selamlaşıp salona giriyordu. Ama bir türlü içeri geçenlerin sonu gelmiyordu. Kaç kişi gelmişlerdi yahu?
17 kişi ile el sıkıştıktan sonra sonunda kapıda kimse kalmamış herkes içeriye geçmişti. Ama bu kadar çok kişinin geleceğini tahmin etmediğimiz için bizim taraftan bazı kişiler ayakta kalmıştı. Bizim taraftan kimsenin ayakta kalmak konusunda bir sıkıntısı olmayacağını düşünsem de ayakta kalanlardan birinin kuzenim ergen Sinem olduğunu fark ettim. Bugünün sorunsuz bir şekilde geçmesini istiyorsam onun bir an önce oturması gerekirdi. Dilinin kemiği yoktu ve her an her şeyi söyleyebilirdi. Hemen biri ile göz göze gelmeliydim ki komşudan sandalye istemeleri için işaret verebileyim. O anda Sedef halam ile göz göze geldik. O da benimle aynı şeyleri düşünmüş olacak ki küçük bir baş işareti ile gelmiş olduğu yoldan kapıya doğru ilerledi. Ohh. Rahatlamıştım. Bu gibi zamanlarda cümle kurmadan sizi anlayabilen insanların çevrenizde olması çok iyi bir şeydi.
Oturanlar çoktan muhabbete başlamıştı ama heyecandan ve Mehmet'e bakmaktan konuşulanlara kendimi veremiyordum. Herkesin suratında bir gülümseme vardı. Ne konuşuyorlardı acaba? biraz dinlemeye karar verdim ne de olsa benim istememdi biraz dahil olsam fena olmazdı.
"Mehmet oğlumuz da Manisamıza dönmüş, sizin yanınızda işe başlamış. Çok mutlu olduk vallahi." demişti babam. Havadan sudan konuşuluyordu.
"Evet biz de çok mutluyuz. Yeri yurdu belli artık diye." demişti Mehmet'in babası. Herkese göre bu normal bir cümle olabilirdi ama Mehmet'in suratına baktığımda gülümsemesinin hafifçe solduğunu fark ettim. Ama hemen kendini toparlayarak sohbete dahil oldu. Sanırım ondaki bu değişikliği bir tek ben fark etmiştim.
"Geldim artık buradayım İbrahim amca. Gitmeye de hiç niyetim yok. Özlemişim buraları." yalan söylediği o kadar belliydi ki gülmemek için kendimi zor tuttum. Mehmet'in Manisa'ya dönüşünün birazda mecburiyetten olduğu herkesçe biliniyordu ama kimse bozuntuya vermedi.
Sohbet uzadıkça uzuyor, her iki aile de daha önceden tanışıklıklarının olması sebebi ile uzayıp giden bu muhabbete katılmakta zorlanmıyordu. Bu beni memnun ediyordu. Tahminimden çok daha sıcak bir ortam vardı şu anda.
Ben düşüncelere dalmışken yengemin yanıma geldiğini zar zor fark edebildim. Kulağıma eğilerek,
"Annen bir saattir kaş göz işareti yapıyor görmüyorsun. Hadi kahve yapmanın zamanı geldi. Mutfağa git biz peşinden geliyoruz." dedi.
Kahve zamanı mı? Ne çabuk gelmişti vakit.
Müsaade isteyerek yerimden kalktım ve mutfağa doğru gittim. Peşimden Gülbin, halamlar ve yengem gelmişti.
"Siz niye geldiniz ki? Ben yapar götürürüm Mehmet'e kahveyi."
"Oldu canım Mehmet kahve içsin diğerlerine bok yemek mi düşsün? O kadar kişiye kahveyi nasıl yapacaksın? "
Doğru ben Mehmet'e o kadar odaklanmıştım ki diğerlerine de kahve yapılacağı aklımdan çıkmıştı.
"Tamam tamam. Aptallığımı yüzüme vurmayın" diyerek cezvenin başına geçtim. Sedef halam beni ve cezveyi fotoğraflamaya başlamıştı.
"Derya abladan da bir tane kahve makinesi aldık onunla da hızlıca hallederiz. Kaç kişiyiz saydınız mı?" dedi heyecanlı heyecanlı Mine halam.
"Saydık saydık. Sen geç başla yapmaya birkaç seferde anca biter." dedi Aslı yengem.
Ben kahveyi yapmaya başlamıştım. Tam cezveyi ocağa koymuştum ki herkesten bir 'cık cık cık" nidası geldi. Neyi yanlış yaptığımı anlayamamıştım.
"Tuz koymayı unuttun şekerim." diyerek hemen tezgahta bulunan tuz kavanozuna uzanmıştı Gülbin. Herkesin suratında muzip bir gülümseme vardı.
"Yapmayın. İçemez belki. Koymayalım. "
"Olmaz öyle. Sen koy Gülbin bakma ona." demişti Aslı yengem. Gülbin de bu izni bekliyormuş gibi iki tatlı kaşığı tuzu cezveye boca etmişti.
"Naptın!" dedim büyük bir şaşkınlıkla. O kadar tuzlu kahveyi kimse içemezdi ki. Mazallah tansiyondan giderdi.
"Bizden kız almak kolay değil. İçsin şu kahveyi bir Mehmet efendi." dedi Gülbin tüm hırsı suratına yansıyordu.
Neyse olan oldu artık diyerek bol tuzlu kahveyi pişirdim. Halamlar da diğerlerine ikram edilecek bir kısım kahveyi hazırlamışlardı. Ben önde onlar arkada ellerimizde tepsilerle sırayla içeriye girmiştik. Kahvenin önemi ve ağırlığından olsa gerek biz içeriye girer girmez herkes sus pus olmuştu.
Yavaş adımlarla kahveyi dökmemeye çalışarak Mehmet'in önüne kadar gelmeyi başarmıştım. Hafifçe eğilerek kahveyi ikram ettim. O da büyük bir gülümseme ile benim bastıramadığım gülümsememe karşılık verdi ve kahvesini aldı.
Yerime geçip oturdum ve diğer herkesin de yaptığı gibi Mehmet'in suratına bakmaya başladım. Hadi iç diye içimden bağırıyordum.
Mehmet de üzerinde olan bakışların farkındaydı ve ortama biraz daha heyecan katmak için hareketlerini ağırdan alıyordu. Ya da kahve sıcaktı da o yüzden yavaş davranıyordu.
Usulca sıcak fincanı dudaklarına götürdü. Ufak bir yudum aldı ve suratını buruşturmamaya çalışarak sırtını koltuğun arkasına yasladı. Mehmet kahvesinden yudum alır almaz herkes kısık kısık gülmeye başlamıştı bile. Şimdi de onun surat ifadesine bakarak gülüyorlardı. Ben de onlara eşlik ediyordum.
Bu sırada kahve almamış olanların da kahveleri gelmiş, istemenin gerçekleşmesi için artık önümüzde bir engel kalmamıştı.
"Öhöm öhöm" Mehmet'in babası boğazını temizleyerek dikkati oğlundan kendisine çevirdi.
"Sebeb-i ziyaretimiz malum. Gençler birbirleriyle görüşüp anlaşmışlar. Biz de Esma kızımızı eskiden beri tanır severiz. Siz değerli ailesini de sever ve sayarız. Demem odur ki şayet bu düşüncelerimiz sizde de karşılık buluyorsa oğlumuz Mehmet için kızınız Esma'ya talibiz." Mehmet'in babası bunları bir babama bir de dedeme bakarak söylemişti. Bilgili görgülü adamdı tabi. Ortamda bir büyük varken beni doğrudan babamdan istememişti. Babamın ve dedemin de bu hareketi takdir ettikleri gözlerinden okunuyordu.
"Gençler anlaşmışlarsa sizden neden izin istiyorlar, evlensinler gitsin bitsin işte." Ahh. İşte korktuğum başıma gelmişti. Yapmıştı yapacağını Sinem. Onun bu sözleri ile ortam bir an için buz kesse de Mehmet'in annesi toparlamak için lafa girdi;
"Orası öyle tabi canım. Şimdiki gençlerin önünde hiçbir engel dayanmaz. Bizimki adet olmuş işte. Hem bu vesile ile aileler bir kez daha kaynaşmış oluyor."
Dedem de boğazını temizledi, sanki Sinem hiç konuşmamış gibi davranıyordu. Elindeki fincanı orta sehpaya uzanarak bıraktı.
"Güzel sözleriniz için teşekkür ederiz. Gençlerimiz anlaştı ise bize de çok fazla laf söylemek düşmez. Evlenmeleri münasiptir." dedi sesi sonlara doğru titremiş, gözleri dolmuştu.
"Ay bunun için miydi bunca tantana." dedi yine küçük fare Sinem. Nerede susması nerede konuşması gerektiğini bilmiyordu. Ama ben ona sonra gösterirdim. Annesi daha fazla saçmalayacağını belli eden Sinem'i koluna girerek salondan çıkardı. Kimse fark ettirmemeye çalışıyordu ama herkes derin bir nefes almıştı.
"Çocuk işte daha. Neyse siz onun kusuruna bakmayın. Bu güzel ana da hiçbir şeyin gölge düşürmesine izin vermeyin. Hadi bakalım öpün elimi çocuklar. Hadi hadi. " dedi dedem. Gülümseyerek bana elini uzatıyordu.
Dedemin elini öptükten sonra ikinci bir el öpme faslı başlamıştı Mehmet ve benim için. Şimdi sıra nişanın ve düğünün detaylarının konuşulmasındaydı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
5.14k Okunma |
348 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |