17. Bölüm

16.Bölüm(Yeni Ev, Eski Hikaye)

Teddiursa
teddiursa

Nişanlık ve gelinlik alışverişinin üzerinden epeyce bir zaman geçmiş, düğün alışverişi tamamlanmış, çeyizler alınmış, ev yerleştirilmiş ve düğün zamanı gelip çatmıştı.

 

İçimdeki heyecanı anlatmak için hiçbir kelimeyi değerli görmüyordum. Yıllarca hayalini kurduğum an birazdan gerçek olacaktı. Şu anda arkadaşlarımızla birlikte gelin ve damat için ayrılan düğün salonunun bir odasında vakit geçiriyor, nikah memurunun gelmesini bekliyorduk. Nikah memuru geleceğini bildirdiği saati bir hayli geçmiş fakat henüz gelmemişti. Mehmet de benim kadar heyecanlı mı diye arada bir göz atıyordum. O benim bakışlarımı anlayamayacak kadar arkadaşları ile geyik muhabbeti yapmaya kaptırmıştı kendini.

 

Küçücük odada on kişiden fazlaydık, herkes aynı anda konuşuyor, kimisi şimdiden başladığı içkinin de etkisi ile sesinin tonunu ayarlamakta güçlük çekiyordu. Çok sıkılmıştım. Evet heyecanlıydım fakat nikah memurunu beklemekten çok sıkılmıştım. Bir an önce gelsin, nikahımızı kıysın ve oynama faslına geçilsin istiyordum. Vallahi bugün oynayacak, bütün kurtlarımı dökecektim. Ama 45 dakika geçmiş hala gelmemişti. İçerideki davetlilerin de en az benim kadar sıkıldığından emindim.

 

Oturduğum koltuktan, yanımda ayakta dikilen ve çevresini dikkatli bir şekilde inceleyen Gülbin'e doğru döndüm.

 

"Bu nikah memuru gelmeyecek mi acaba?" dedim sesimdeki endişe titremesinden açıkça anlaşılıyordu.

 

"Başka nikahlara gitmiştir ondan gecikmiştir. Gelir şimdi," dedi Gülbin ama onun bu cevabı içimdeki endişeyi söndürmeye yetmemişti.

 

"Ya kış günü başka ne nikahı? Bizden başka kışın evlenen var mıdır acaba?"

 

"Ne dememi bekliyorsun Esma. 'Evet nikah memuru sizin nikahı kıymaktan vazgeçti de gelmeyecek' mi diyeyim sana?"

 

"Yok öyle deme. Düşer bayılırım şimdi. Ama dediğin mantıklı aslında diğer nikahlar uzaktaysa demek ki gelmesi de uzun sürmüştür."

 

"Ya da bu son şansını kullanman için sana gönderilmiş ilahi bir işarettir. Daha açık konuşayım evren sana 'Mehmet ile evlenme' diyor."

 

"Hayır bunu evren değil sen diyorsun. Ve düğündeyiz farkındaysan, artık geri dönemem ki dönmek gibi de bir niyetim de yok."

 

"İyi. Vazgeçme sen. Ama sonra omzumda ağlamak için sakın gelme. Bak Esma diyorum. Son şansın diyorum. Fırlat çiçeği suratına gel kaçıp gidelim diyorum. "

 

"Saçmalama Gülbin otur oturduğun yerde."

 

"Ayaktayım ben. Mehmet'in arkadaşları tüm koltuğu kaplamışlar görmüyor musun?"

 

"Öf. Lafın gelişi söyledim. Ayrıca Mehmet'in arkadaşlarına laf etme hiç. Onlardan birine nasıl baktığını gördüm, " dedim. Anlamamış gözlerle bana bakmaya başladı. Devam ettim, " Sinanı diyorum. Birbirinize yiyecek gibi bakıyorsunuz ya hadi hayırlısı." İnceden muzip bir gülüş yerleştirmiştim suratıma.

 

"Hayırlısı mayırlısı kalmadı o işin," dedi somurtan suratı daha fazla somurtamaz dediğim yerde daha da asıldı . Şaşırmıştım. Kalmadı derken ne demek istemişti? Sinan'la aralarında bir şey mi geçmişti. Ee peki bundan benim neden haberim yoktu. Bunun hesabını sormak için hiç iyi bir zaman değildi. Ben de " Sonra bunu konuşacağız" demekle yetindim.

 

Zaten başka cümle kurmama fırsat kalmadan kapıdan kafasını uzatıp bize seslenen Zehra'nın sesi ile ona dikkat kesilmiştik.

 

"Nikah memuru geldi, salonda sizi bekliyor gençler. Hadi herkes yerlerine." Zehra'nın da sesi en az Gülbin'inki kadar mutsuzdu. Arkadaşlarımın benim adıma mutlu olamamaları kalbimi acıtıyordu. Ben onların her ne şekilde olursa olsun hep yanlarındaydım. Aynısını onlardan da beklemem çok doğaldı. Ama onlar Mehmet'in M'sini duyduklarında hep kendilerini geri çekiyorlardı. Mehmet onlara ne yapmıştı ki? Ayrıca değiştiğini kaç aydır neden kabullenemiyorlardı anlamış değildim. Düşüncelerim Mehmet'in elimi tutması ile bölündü.

 

"Hazır mısın, gidelim mi?" dedi Mehmet. Biraz önceki o heyecansız halinden eser yoktu. Şimdi o da benim gibi titriyor, ne yapacağını bilemez bir halde etrafına bakıyordu. Ama onun toparlanması benden çabuk olmuştu. Tutmuş olduğu elimden hafifçe çekerek beni oturduğum yerden kaldırdı.

 

İşte o ilk adımı attım. Bu adımın, Mehmet ile birlikte yürümeye karar verdiğimiz uzun ve mutlu yolun başlangıcı olmasını umarak Mehmet'in kolunda salona doğru yürümeye başladım.

 

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

Düğünümüzün üzerinden üç hafta balayımızın üzerinden ise iki hafta geçmişti. Her şey o kadar iyi gidiyordu ki... Her şey ama her şey hayalini kurduğumdan da mükemmeldi. Her sabah uyanıyor işe gidiyor, akşam eve gelip birlikte yemek yapıp yiyor, televizyon başında uyuyakalıyor, günlerimizi bu şekilde geçiriyorduk. Evlilikten beklentim buydu işte; hiçbir sıkıntının olmadığı rutin, huzurlu bir ev ortamı.

 

Bu huzurlu ev ortamında başka bir hayalimi gerçekleştirmenin de vakti gelmişti. Misafirler. Evet balayından dönüşümüzden sonra misafirler evimize gelmek için çoktan sıraya girmişlerdi bile. İlk hafta ailemi ve akrabalarımızı ağırlamıştık, sıra arkadaşlarımıza gelmişti. Bu akşam da Mehmet'in arkadaşlarını ağırlayacaktık. Zaten daha önceden tanıdığım arkadaşlarının yanında bu sefer hiç tanımadığım, İstanbul'dan birkaç günlüğüne gelmiş iki arkadaşını daha ağırlayacaktık. Mehmet onlardan pek bahsetmese de Seda, zamanında yakın arkadaş olduklarını fakat araya mesafenin de girmesiyle biraz uzaklaştıklarını çıtlatmıştı bana. Onları hiç tanımıyor olmam biraz beni gerse de sadece iki kişilerdi, o kadar kişinin arasında kaynar giderlerdi. Evlendiğimden beri sosyal anksiyetemi de fazla kafaya takmıyordum.

 

Akşama daha çok olsa da cumartesi günümü iyi değerlendirmek için erkenden kalkıp hazırlıklara başlamıştım. Evimize ilk kez gelecekleri için biraz özenmek istiyordum. Birkaç çeşit ikramlık hazırlamayı- her ne kadar sabah başlasam da- bitirmesi akşama kadar sürmüştü. Bu arada Mehmet de işten gelmiş evi temizlemekte bana yardım ediyordu.

 

Televizyon ünitesinin tozunu alırken bir yandan da benimle sohbet ediyordu. Mutfaktan oturma odasına sesimizi duyurmak zor olsa da bağırarak anlaşabiliyorduk.

 

"Temizlik beni yordu. Hala daha hazırladıklarından yiyemez miyim?" diye sormuştu neredeyse yalvarır bir ses tonuyla.

 

"Olmaz," diyerek cevap vermiştim. Cidden olmazdı çünkü. Hazırladıklarımı güzel bir şekilde sunumluklara yerleştirmiştim hiçbir kuvvet onları bozamazdı.

 

"Ya yerlerini bozmam, aldıklarımı fark etmezler bile."

 

"Olmaz dedim ya Mehmet. Çok acıktıysan yemek ısıtayım sana ama daha yeni yemek yedik nasıl acıkıyorsun anlamıyorum."

 

"Ne yeni yemesi ya?! Bir saat olmak üzere," dedi sitem eder bir şekilde.

 

"Tamam işte daha yeni yedik. Hem az daha dayan, az kaldı gelmelerine birazdan gelmeye başlarlar," dememle ilk misafirlerimizin geldiğini belli eden zil sesi bizi kendimize getirmişti. Mehmet elindeki toz bezini nereye koyacağı şaşırmış bir şekilde mutfaktan içeriye koşmuştu.

 

"Elime tutuşturdun bunu. Yeri neresi bunun nereye koyacağım?" sesinde komik bir telaş vardı.

 

"Banyoda kirliliğe at sonra yıkanır. Bunu da bana mı soruyorsun," diyerek kapıyı açmaya gittim.

 

Gelenler Enes, Seda ve Sinandı. Mehmet de banyodan koşar adımlarla arkadaşlarını karşılamaya gelmişti.

 

"Hoş geldiniz," dedik ikimiz de bir ağızdan. Biz senkronize bir şekilde konuştuğumuzda kapıda bekleyenlerin suratında da senkronize bir gülüş belirmişti.

 

"Ayy bunlar çok güzel olmuş vallahi," demişti Seda gördüğünden memnun olduğunu belli eder bir ses tonu ve gülümsemeyle.

 

"Hadi hadi geç nazar değdirmeden," diyerek Sedayı ilerlemesi için hafifçe yönlendirmişti Enes.

 

"İlk biz mi geldik?" diyerek söze karışmıştı Sinan. Sesinde belli belirsiz bir rahatlama vardı.

 

"Evet," dedi Mehmet garip bir kaş kaldırma hareketiyle. Onun sesinde Sinan'ınkinden de büyük bir rahatlama vardı. Misafirlikte önce gelmenin ne gibi bir ayrıcalığı olabilirdi ki? Hiç anlamamıştım.

 

Bir süre sonra diğer misafirler de gelmeye başlamıştı. En son İstanbul'dan gelecek olan misafirlerimiz, Selin ve Cevat'ın da gelmesiyle ekip tamamlanmış oldu.

 

Ekip tamamdı tamam olmasına ama onlar geldikten sonra, su gibi akıp giden muhabbet akmaz olmuş, ortada gereksiz bir gerginlik olmuştu. Herkes sessizce ikramlarını yiyip çaylarını içiyordu. Özellikle Başar, o güne kadar onu hiç görmediğim beton gibi bir ifadeyle hiçbir muhabbete katılmadan sus pus durmaya başlamıştı. Sinan ortamı yumuşatmak için ortaya yeni sohbet konuları atsa da birkaç cümleden sonra kimsenin söyleyecek sözü kalmıyordu.

 

İçimden bu böyle olmayacak diyerek gerilen ortamların ve akmayan sohbetlerin ilacı Monopoly oynamayı teklif ettiğimde herkes sanki bu anı bekliyormuş gibi bu teklifimin üzerine atladı.

 

Oyun sayesinde sohbet eski seyrine dönmüş, biraz önceki soğukluk unutulmuş gibiydi. Bir an için oturduğum yerden geri çekilerek oyuna kendilerini fazlasıyla kaptırmış arkadaş grubuna baktım. Oyun sanırım onları üniversite zamanlarına götürmüştü. Herkes biraz önceki hallerinden eser olmayan bir şekilde şakalaşıyor, birbirlerine takılıyordu. O an için o ortamda kendimi fazlalık hissettim. Derin bir nefes almam gerekiyordu. İçime derince çektiğim soluğumu verirken birinin bakışlarının üzerimde olduğunu hissettim. Tekrar. Yine Başardı. Dikkatli bir şekilde beni inceliyor, sanki bakışlarımda bir şey bulmayı umuyor gibi bana bakıyordu. Ona baktığımı fark edince başıyla usulca balkonu işaret etti. Yok ya işaret etmemiştir, bana öyle gelmiştir diye düşünsem de beni anlamamış bir şekilde görünce hareketini tekrarladı.

 

Ne yapacağımı bilemez bir şekilde bir süre önümdeki kartlara baktım. Herkes oyuna kendini kaptırmış yoğun bir tartışma içerisindeydi. Kimse ne bana ne Başar'a dikkat ediyordu. Yavaşça yerimden kalktım ve bana baş işareti yaptıktan sonra hemen balkona çıkan Başar'ın peşinden gittim. Kapının sürgülü kapısını ses çıkarmamaya dikkat ederek kapattım.

 

"Beni mi çağırdın Başar?"

 

"Evet. Geldiğin için teşekkür ederim."

 

"Rica ederim ama ne için rica ettiğimi ve ne için çağırdığını anlayamadım."

 

Sözlerim üzerine derin bir nefes aldı. Sanki biraz sonra söyleyeceklerini sindirmeye çalışıyor gibi birkaç kere yutkundu.

 

"Sen çok iyi bir insansın Esma, biliyorsun değil mi?"

 

"Teşekkür ederim ama iyi bir insan olup olmadığımı ben bilemem. Nereye varmak istediğini anlamadım."

 

"Ben biliyorum iyi bir insansın. Sen hatırlamazsın belki ama üniversitedeyken sarhoş olup Mehmet'e ilan-ı aşk ettiğin gün ben de oradaydım. Seni o zamandan beri biliyorum. Tamam hakkında çok şey bilmiyorum ama benim bir insanı iyi olup olmadığını anlamam için birkaç şeyine şahit olmam yeterli. Ve ben senin iyi olduğun çok şeye şahit oldum."

 

"Hala nereye varmak istediğini anlamadım Başar."

 

"Demek istiyorum ki... Sen iyi bir insansın ve sana değer veriyorum. Üzülmeni istemiyorum. Hala daha nasıl farkına varmadın bilmiyorum ama biraz önce ortamda oluşan sessizlik, soğukluk normal değil."

 

"Evet, bana da bir garip geldi."

 

"İşte sen bunun arkasında kötü bir şey aramayacak kadar iyi ve saf birisin. Saf derken neyi kastettiğimi anla, kötü anlamda kullanmıyorum.

 

"Teşekkür ederim ama neden kötü bir şey arayayım ki?"

 

Tekrar derin bir nefes aldı. Soluğunu yuttu ve beni şoke edecek o sözleri söyledi,

 

"Esma, herkes o kadar garip davrandı çünkü Selin ve Mehmet eski sevgiliydi ve bu sevgililiğin sonunun evlilikle biteceğine inanılıyordu. İkisi de bu inançtaydı ama şimdi her ikisi de başka insanlarla evliler."

 

 

Bölüm : 29.01.2025 00:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...