30. Bölüm

29.Bölüm (Soğuk Ev)

Teddiursa
teddiursa

Başar beni Gülbin'e bırakmıştı. Gülbin de işte olduğu için evde tek başıma kendimi dinlemek için mükemmel bir zamandı. İki odalı bu şirin evin oturma odasında olan Amerikan mutfakta su ısıtıcısında suyun kaynamasını bekliyordum. Kendimi dinlerken en sevdiğim eşlikçim çaydı. Isıtıcıdan gelen tık sesinden sonra demlediğim çayı ince belli bardağa doldurdum ve tezgahın karşısında bulunan köşe koltuğa oturdum. Kafamı kaldırıp biraz evi inceledim. Gülbin düzenli bir insan olduğu için şu an evde bir tane bile fazlalık ve dağınıklık yoktu. Nedenini bilmediğim bir rahatlama duygusu sardı beni. Derli toplu ortamlarda bulunduğumda sanki hayatım da etrafım gibi düzenli olacakmış gibi geliyordu.

İçime dolan huzuru, kendimi dinleyerek, yaşadıklarımı hatırlayarak mahvetmek istemedim ve biraz önceki fikrimden vazgeçtim. Şu an başka bir şeylerle ilgilenmek belki bana daha iyi gelecekti. Köşe koltuğun hemen önünde, oturma odasının ortasındaki cam sehpanın üzerindeki kumandaya uzanmıştım ki telefonuma gelen bildirim sesiyle durdum.

Telefonda Mehmet'ten mesaj geldiğini gösteren bir bildirim vardı. İstemeye istemeye elimdeki çay bardağını sehpaya koydum ve derin nefes alarak gelen mesajı açtım.

"Selam bir tanem. Akşam için ailelerimizi yemeğe çağırdım. Hiç endişelenme ben yemek işini dışarıdan halledeceğim. Sen akşam evde ol yeter."

Ne yapmaya çalışıyordu bu adam? Mecbur eve gidecektim şimdi. Bu soğukluğumla ben aileleri nasıl ağırlayacaktım? Boşanma konusunu annemlere hemen açamayacağımdan o kadar emindi ki bunu onun için yapıyordu kesin. Emrivakiyle beni eve getirip, her şeyi tatlıya bağlayıp bir daha gitmeyeceğimi mi düşünüyordu yoksa? Ailelerin yanında aramızdaki problemi yansıtmadan nasıl Mehmet'le konuşacağımı düşündükçe geriliyordum. Sanki başımda hiç dert yokmuş gibi bununla uğraşacaktım.

Ama Allah razı olsun 'Daha saat erken eve gidip yemek yaparsın' dememiş, hazır yemek alacağını söylemişti paşam. Çok da ince düşünceliydi maşallah.

Sinirimi zapt etmeye çalışarak birkaç derin nefes aldım. Gülbin'e durumu anlatan bir mesaj attım. Mesajı görünce çıldıracaktı ama yapacak bir şey yoktu.

Oturduğum yerden kalktım ve üzerimdeki Gülbin'in kıyafetlerini çıkarmak ve dün akşam yıkanmış, ütülenmiş kendi kıyafetlerimi giymek için yatak odasına geçtim.

Kıyafetlerimi değiştirdikten sonra aynalı tuvalet masasının üzerine konmuş, kurumaya yüz tutmuş çiçekler dikkatimi çekti. Çok güzel sarı ve beyaz kasımpatılardan oluşan bir buketti. Üzerinde katlanmış bir not vardı. Okumak için içim gidiyordu ama başkasının özeline - en yakın arkadaşım da olsa- saygı göstermem gerektiği için arkamı dönüp kapıya doğru ilerledim. Sonra durdum. Gereklilikler kimin umurundaydı. Merak ediyordum ve bakacaktım. Hem görmemden çekinse çiçekleri burada bırakmazdı, değil mi?

Çiçeklere zarar vermemeye çalışarak jelatine iğneyle tutturulmuş notu yavaşça açtım.

'Her bir yaprağı, bazı denk gelmelerin kalpte bıraktığı izleri hatırlatsın sana'
-Sinan

Sinan mı? Aklıma sadece Mehmet'in yakın arkadaşı Sinan geliyordu. Olabilir miydi gerçekten? Olabilirdi tabi neden olmasındı? Hemen Instagrama girerek takipleşip takipleşmediklerine baktım. Takipleşiyorlardı. O Sinan'ın bizim Sinan olduğu kesin değildi ama büyük bir ihtimaldi. Gülbin'in bana anlattığı hiçbir 'Sinan' olmadığı için kalbim biraz kırılmıştı ama belki hızlı gelişen bir şeydi ve bana anlatmaya fırsatı olmadı diye düşünerek bu kırgınlık duygusunu geri ittim.

Yaşadığım kısa süreli şaşkınlıktan sıyrıldım, bu konuyu Gülbin'le konuşacaktım. Ama şimdi değil. Şimdi eve gidip, temizlik yapıp 'Gelin' Esma rolüme bürünmeliydim.

*****************************************************************************

Evimin kapısına geldiğimde içimden bir titreme geçti ve ellerimde kaldı. Zar zor kontrol edebildiğim ellerimle anahtarı kilitte çevirdim. Yavaşça kapıyı içeriye doğru ittim.

İşte karşımda evim vardı. Ne hayallerle kurduğum, mutlu bir ailemin olacağını umduğum sıcacık yuvam. Ama şimdi bu evi öyle göremiyordum. Her yer çok soğuk geliyordu bana ve bunun dekorasyonla da bir ilgisi yoktu.

Ayakkabılarımı çıkarıp koridorda serili bembeyaz dokulu halıma bastım. Ayaklarımı kıpırdatarak halının dokusunu iyice parmaklarımda hissettim. Çantamı, kapının yanındaki portmantoya astım ve portmantonun karşısındaki mutfağa girdim.

Neredeyse o gün evden çıktığımdaki gibiydi her şey. Lavabonun kenarında birkaç fincan ve çöpteki birkaç hazır yiyecek paketi hariç aynıydı.

Fazla düşünmemeye çalışarak temiz bulaşıklarla dolu olan makineyi boşalttım ve kirli fincanları makineye doldurdum. Çöpleri poşetleyerek balkona koyup çöp kutusunun poşetini yeniledim. Tezgahı sildim. Buzdolabını açtım. Birkaç sebze bozulmuştu, attım. Sadece iki gün yoktum ama sebzeler bile benim yokluğuma dayanamamıştı.

Mutfakta işim bittikten sonra banyoya gittim. Mehmet'in kirli kıyafetleri birikmişti. Makineye attım. Tuvalet ve banyoyu temizledim.

Sıra evi süpürüp silmeye ve toplamaya gelmişti. Onu da yaptım.

Ruh gibi hareket ediyordum. Sadece bana yüklenen görevleri yapıyor, yaptığım işlere duygu katmıyordum. Sanırım o yüzden temiz bulaşıklar kirli, dolap ve temiz çamaşırlar kokuyor, ev de hiç temizlenmiyor gibi geliyordu.

İşlerim bitince oturma odasına geçip daha birkaç ay önce özenle seçtiğim koltuğa oturdum. O kadar rahatsız bir koltuktu ki dayanamayarak ayağa kalktım. Koltuğun önünde birkaç kere gittim geldim. Kader mahkumlarının volta atması gibi evde dolaşıyordum şimdi.

Kafamı oyalayacak bir şeye ihtiyacım vardı. Aklıma aylar önce Mehmet için örmeye başladığım atkı geldi. Onu henüz tamamlayamamıştım, devam edebilirdim.

Arka odaya gidip yünlerimin arasından yarım kalmış atkıyı buldum. Tekrar rahatsız koltuğa oturdum, televizyonu açtım ve işimi elime aldım.

Bir ilmek, senden nefret ediyorum, iki ilmek, neden bana bunu yaptın, üç ilmek, mutlu olabilirdik...
Bu döngüde devam ederek bir süre ördüm. Tam sövmelerimin en tatlı yerinde zil çaldı. Daha annemlerin gelmesine çok vardı saat henüz 16.00'dı. Gerçekleşmesini en istemediğim ihtimaldi kesin. Mehmet.

İşimi koltuğa bırakıp yavaş adımlarla kalktım. Ağır ağır uzun koridoru geçtim. Zil bir daha çaldı. Açtım.

"Aşkım? Hoş geldin evimize." Elinde çiçekler, gözlerinde sıcak bir gülümsemeyle sevimli görünmeye çalışan bir Mehmet vardı karşımda.

Geçmesi için kenara çekildim, dediklerine cevap vermemiştim. Ama çiçekleri aldım. Kan kırmızısı güllerdi.

Ceketini çıkarıp portmantoya astı, sonra bana döndü ve kollarını açarak sarılmaya çalıştı. Çalıştı diyorum çünkü sağ elimi havaya kaldırıp dur dercesine göğüs hizasında tuttum. Bir an şaşırarak durdu. Ne sanıyordu ki? Hiçbir şey olmamış gibi kollarına atlayacağımı mı?

"Yapma Esma. Tamam yaşadıklarımız çok taze ama aşmaya çalış artık." Sesinde bıkkın bir ton vardı.

Sinirlerimin ne kadar gergin olduğunun ve şansını ne kadar zorladığının farkında değildi sanırım.

"Aşılacak bir konu değil ve aşmama da gerek yok. Bugün avukata gittim, her şey yakında sonlanacak." dedim sert olduğunu düşündüğüm bir sesle.

Gözlerinde hem korku hem de öfke vardı.

"Sana ayrılmayacağımızı söylememe rağmen neden gittin ki? Boşanmayacağım senden. Zaten bugün ailelerimiz de ne kadar mutlu bir evliliğimiz olduğunu görecekler. Onlara üzüntü yaşatmak istemezsin değil mi?"

En korktuğum şeyden vurmayı başarmıştı. Ailemin üzülmesi en son istediğim şeydi. Gözlerine güç bela bakarak,

"Bugün için onları üzmeyeceğim ama daha sonra uygun bir dille boşanacağımızı söyleyeceğim. Sen de bu fikre kendini hazırla, tebligat eline geldiğinde şaşırma. Ayrıca koruma ve uzaklaştırma kararı alıyorum. Şimdiden eşyalarını toplamaya başla bence. Karar çıktıktan sonra bu eve giremeyeceksin."dedim.

Gözlerindeki korku ve öfke bir anda artmıştı.

"Koruma kararı nereden çıktı Esma? Ben sana bir şey mi yapıyorum?" Bunu gerçekten soruyor muydu?

Ellerimi kaldırarak, iyice görebilsin diye gözüne doğru uzatarak gösterdim.

"Bunları görüyor musun? Bunları ben kendi kendime yapmadım. Sen beni sürüklerken oldu."

Ellerimden sonra yanağımı gösterdim. Şimdi koyu mor bir renk almıştı.

"Bak yanağımın haline. Bunu da ben kendime yapmadım. Sen yaptın." Sesim sonlara doğru yükselmişti.

O da sesini yükselterek, "Bilerek yapmadığımı biliyorsun. Sen o çok sevgili Başar'ın önüne atlamasaydın şu an yanağı mor olan o olacaktı."

" Şiddeti sadece bana karşı yöneltmen değil, herhangi birine karşı da yöneltmen önemli benim için. Öfkelenince gözün hiçbir şey görmüyor. Ayrıca öfkelenmekte de zerre kadar haklı değilsin?"

"Nasıl haklı değilim?" Bir adım yaklaşmıştı bana, "Haklıyım Esma. Sen benden gidip nasıl o herife sığınırsın. Anlamadan dinlemeden hareket ediyorsun. Seni sevdiğimi söylüyorum bana inanmıyorsun."

"İnanmamam için elinden geleni yapıyorsun çünkü." Gözlerim dolmuştu. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.

"Sen beni aldattı Mehmet!"

"Aldatmadım. Senden önce olduğunu defalarca söyledim."

"Kast ettiğim tamamen o değil. Sen beni aşağıladın, ne kadar çirkin gördüğünü, sesimden ne kadar tiksindiğini açık açık söyledin. Bunu ha evlenmeden önce ha evlendikten sonra söylemişsin fark eder mi?"

"Eder. Hem de çok fark eder. Ben evlenmeden önce senin bu kadar iyi olduğunu, saçlarının bu kadar yumuşak, göz yaşlarının bu kadar tuzlu, ellerinin yumuşacık, gülüşünün sıcacık, demlediğin çayın huzurlu, yaptığın kahvenin bende kırk yıl hatırı olduğunun farkında değildim. Bunları anladığımda da geç olmuştu. Ama zamanı geri alamam Esma."

Son sözleri fısıltı gibi çıkmıştı. Kalbime fısıldıyordu. İki gündür nefretle atan kalbime bir anda renk gelmiş, ritmi değişmişti. Mehmet'e kanmamam gerektiğini biliyordum ama içimde sıcak bir şeyler akıyordu. Başım öne eğilmiş, duyduklarımdan utanmış bir şekilde ayak parmaklarıma bakıyordum. Ama dedikleri üzerine bir şey diyemiyordum. Ona kanmamam için konunun bir an önce değişmesi gerekiyordu.

"Ne yemek söyledin?" dedim.

Ona karşı yumuşadığımı anlamış olacak ki. Burnundan tatlı bir nefes verdi ve tüm dişlerini göstererek gülümsedi.

Bölüm : 12.12.2025 17:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...