11. Bölüm

Başlangıcın Bitişi

The_Older
the_older

Yeni bölüm ile karşınızdayım. Umarım severek okursunuz. Çünkü ben severek yazacağım.

Düz yazı kitaplarımda özellikle yorumlar olunca çok seviniyorum. Çünkü cidden yazmak zor oluyor moral olmayınca. Sizin yorumlarınız ise benim moral kaynağım

Oy sınırı 30 yorum sınırı 30 iyi okumalar dilerim.

 

Başlangıcın Bitişi

Onu severken bile sevdiğimi söyleyemiyordum

.

.

Etrafıma baktım. Sessizdi. Aynı ölüm sessizliği gibi. Karanlıktı. Çok karanlıktı. Hem sessiz hem karanlıktı. Hiçbir şey duyamıyordum, hiçbir şey hissetmiyor, hiçbir şey görmüyordum. Görmediğim halde adımlarımı ileri doğru attım. Karanlığın içerisinde ilerledim. Burası neresiydi? Ve niye bu kadar karanlıktı? Ben niye hiçbir şey hissetmiyordum. Ellerimi bir yere temas etmesi umuduyla kaldırdım. Ama hayır. Bir boşlukmuş gibi hiçbir yere temas etmemişti.

Boğazım düğümlenirken koştum. Delicesine koştum bu sefer. Belki birini görürüm diye delicesine koşmaya başladım. Bir ışık belirdi o an. Ufacık bir ışıktı bu. Daha hızlı koştum bu seferde. Işık git gide daha büyük ve belirginleşirken durmadım ta ki o ana kadar.

Adımlarım yere çivilendiğinde yutkundum. Yutkunuşum bana öyle bir eziyet çektirmişti ki boğazıma dikenli teller sarılmış ve batıyordu sanki. Dümdüz alanda ağaçlar yer alıyordu. Bir de insanlar. Tamamen siyah giyinmiştiler. O an seslerde netleşmeye başladı. Toprak sesi. Tahtaya çarpan toprak sesi. Adımlarımı yavaşça ilerlettiğimde insanların arasından geçtim. Bu sefer o toprak sesine ağlayış sesleri de eşlik etti.

Biraz daha ilerleyince halamı gördüm. Hemen yanlarında teyzem ve amcam vardı. Kaşlarımı çattım. Ne oluyordu? Ben niye hiçbir şey hissetmiyordum? Kalabalığın bittiği yerde durdum. Karşımda iki kişi vardı. Alaz ve albay. Yutkundum veya ben yutkunduğumu sandım. Çukurun üzerine toprak atıyorlardı.

Bir adım attığımda sessizliğe gömüldü her yer. "Alaz." diye fısıldadım. Alaz'ın elindeki kürek durdu bu sefer. Kıpırdamadı. Bir adım daha attım. "Alaz." dedim bir daha. Bu sefer biraz daha yüksek bir ses ile.

Başını arkasına çevirip beni gördüğünde yutkunuşunu gördüm. O âdem elmasının hareketini gördüğümde ufacık bir sızı hissettim. Elindeki küreği yere bıraktığında tamamen bana döndü. Adımlarımı yavaş ama bu sefer duramadan ona doğru ilerledim. "O kim?" Sustu. "Alaz o kim!?"

Başını arkasındaki çukura çevirip tekrar bana çevirdiğinde çoktan yanına gelmiştim. Önünde duruyordum. "Kimse." Dediğinde elini bana uzattı. Elini tutmayıp geri ittim.

"Nasıl kimse? Niye herkes siyah giyinmiş? Niye herkes ağlıyor? Neden hiçbir şekilde umurlarında olmadığımız halamlar burada?" Dediğimde başını aşağı eğdi. "Alaz! Ne oluyor?" Bir adım atıp kim olduğuna bakacaktım ki başını kaldırıp gözlerimin içine baktığında aynı anda önüme geçti. "Yapma." dedi. Gözlerinin içine baktım. O an sadece bir yalvarış gördüm. Acı bir yalvarış.

Geriye doğru ittim. Ama sadece sarsıldı. Kıpırdamadı bile. "Alaz çık."

"Yapma diyorum."

Omzuna yumruklarımı geçirdim ardı ardına. "Ne yapma?! Ne!" Dediğimde bir yumruk daha indirdim omzuna. "Çık önümden!" diye var gücümle bağırdığımda bu sefer daha sert bir şekilde ittim. Yana doğru sendelediğinde önümden çıktı.

Kaşlarımı çattım. Adımlarımı korku ile attım. Her adımda korku duygusu daha da sardı beni. Önümdeki çukurun önüne geldiğimde tamamen üzerine toprak atılmış olan mezarı gördüğümde kanım çekildiğini hissettim. Önümdeki mezar taşına baktım. Kerem Güneş'in ruhuna el Fâtiha. O yazıyı okuduğum an öyle öyle bir acı vücudumu sardı ki ölmeyi yeğledim.

"Kızım." Albayın sesini zihnimde bir yere ittim.

Başımı iki yana salladım. "Hayır." güldüm. Arkamı döndüğümde etrafımdaki insanlara baktım. "Benim babam ölmedi ki? Benim babam yaşıyor." dediğimde daha fazla güldüm.

Etrafın sessizliğini benim gülüşüm doldurmuştu. Tanıyıp, tanımadığım tüm insanlar bana acımış bakışlar ile baktılar. Bazıları ise kafayı sıyırmışım gibi.

Alaz'a döndüm. Alaz'ın bakışları zaten bende olduğunu gördüğümde ellerinden tuttum. "Benim babam yaşıyor değil mi Alaz? Bu bir şaka çünkü değil mi?" Cevap vermedi. Ellerini aniden bıraktım. Başımı iki yana salladığımda mezara baktım. "Benim babam yaşıyor. Benim güzel babam yaşıyor çünkü. Bu bir şaka çünkü benim babam yaşıyor." Gülüşlerim birer kahkahaya dönüştü bu sefer.

"Defne." Alaz'ın sesi kulağımı doldurduğunda sustum. Arkama yavaşça dönüp Alaz'a baktım. Alaz'ın bakışlarını gördüğümde boğazıma bir yumru oturdu.

Gözlerim doldu bu sefer. "Alaz." dediğimde başımı iki yana sallıyordum. İtiraz etmeye devam ediyordum. "Benim babam yaşıyor değil mi?"

Dudaklarını ısırdı. "Defne." Başını iki yana doğru yavaşça salladı.

"Sus." dedim "Sakın bir kelime daha konuşma. Lütfen." dediğimde gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Arkama dönüp mezara baktım. "Benim babam yaşıyor." dedim.

Bir adım atıp yere diz çöktüm. Başımı iki yana salladığımda kahkaha attım ve tırnaklarım ile toprağı kazımaya çalıştım. Toprağı açmaya çalışırken biri omzumdan tuttu. Bir şeyler söylüyordu ama duymuyordum. Babam yaşıyordu benim. Dün görmüştüm. Babam yaşıyordu.

Biri omuzlarımdan tutup beni sertçe sarstı. "Baban yaşamıyor artık anla! Baban yaşamıyor!"

Her yer birden karanlığa gömüldü. "Hayır!"

"Defne uyan!"

Birden yerimden sıçrayarak uyandım. Elim ile kalbimi tuttum. Kalbim yerinden çıkmak istercesine delicesine atarken derin nefesler alıp vermeye çalıştım. Etrafıma baktım. Omzumdan sıkan Alaz'ı gördüğümde kalbimdeki ağrı geçti. Ritimler eski haline döndü. Odayı güneş aydınlatıyordu. Buda sabah olduğunu gösteriyordu. Üzerimdeki battaniyeyi görünce derin bir nefes verdim. Evdeydim. Ellerimi saçlarıma götürüp arkaya attım. Sadece bir kabustu bu gördüğüm.

Alaz'a baktım. Elini omzumdan çektiğinde o da derin bir nefes vermiş rahatlamış gibiydi. Bana baktığında yüzündeki korku be endişeyi gördüğümde gülümsedim. "İyiyim. Bakma öyle bana.

"Defne iyi değilsin." dedi, bundan eminmişçesine.

Battaniyeyi üzerimden atıp yatakta bağdaş kurdum. Kâbus çok gerçekçiydi. Hem de çok. Gözlerimi açıp kapadım. "İyiyim." Gülümseyip gözlerinin içine baktım. "Cidden. Sadece," Dudak büzdüğümde omuz silktim umursamadığımı belli etmek için. " biraz gerçekçi bir kabustu o kadar." diye bitirdim cümlemi.

Alaz bu günlerde hep buradaydı. Yengemler, halamı, dedemi, nenemi ve teyzemlerden hiçbirini içeri almadığım için yanımda durmak istiyordu. İzin verip vermemem bir şeyi değiştirmiyordu. Girmek için illaki bir bahanesi veya yolu vardı.

Evi yan tarafımızdan olduğu için olabilir belki ha?

Yataktan zıplayarak banyoya ilerlediğimde adımlarımı yavaşlattım. Elimdeki yara o an kendini belli etmek istercesine sızladığında yutkundum. Dudaklarımı ısırıp kapıda durdum.

Alaz'ın sesi arkadan yükseldi. "Daha," dedi. "daha aynalara bile bakamazken sen bu acıya katlanamazsın Defne." dediğinde yutkundum. "Benle konuşmazsan sana yardımcı olamam." dediğinde sesinde kırgınlık sezmiştim.

Tam ağzımı aralayıp cevap veriyordum ki sustum. O yokken kimse yardım etmemişti babam dışında. Şimdi o mu yardım edebilirdi?

Önümdeki banyo kapısına baktığımda başımı iki yana sallayıp odanın çıkışına doğru ilerledim. Kapıdan çıkmadan hemen önce, "Ben aşağıdayım." dedim.

Merdivenlerden yavaşça inerken kâbusu unutmaya çalışıyordum. İlk defa bu kadar gerçekçi bir kâbus görüyordum. İlk defa bu kadar gerçekçi bir acı çekmiştim uyurken. Merdivenleri bitirdiğimde koridorda ilerledim. İçerdeki hareketliliği sezdiğimde durdum. Alaz tek değildi demek ki.

"Bence başka bir eve taşınmalı. Belki de başka bir şehre." Anıl'ın sesi kulağımı doldurduğunda salona girmekten vaz geçip durdum.

Bardakların takırtı ve tokurtusunu işittim bu sefer. "Tüm anıları burada neredeyse," İlayda'nın sesiydi bu. "onu buradan göndermek istemek, söylemek bir bencillik olur. Gitmek istemeyecektir zaten." Gitmek mi? Asla.

Kısa bir sessizlik yaşandığında bir başkası konuştu. Bu Yiğit di. "Bir süre sonra kafayı yiyecek gibi ama." dedi.

Derin bir nefes alıp adım atacaktım ki bir el belime sarıldı. Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdığımda başımı arkama çevirdim. Alaz'ın olduğunu görünce kaşlarım havalandı.

Kulağıma doğru eğilerek. "Peki buralardan gitmek ister misin cidden?" Gözlerimi kırpıştırırken bakışlarım yüzünde oyalandı. Aynı şekilde onun da benim gibi bakışları yüzümde oyalandığını fark ettiğimde yutkundum.

Başımı iki yana salladım. "Asla." Dedim, aynı şekilde fısıldayarak. "Buradan asla gitmeyeceğim. Ne olursa olsun." diye bitirdim cümlemi.

Gözleri yüzümde oyalandığında aklından geçeni okumak istedim. Gözleri tekrar gözlerimi bulunca başını aşağı yukarı salladı. Elini belimden çekip gülümseyerek salona girdim. Salona girdiğim gibi konuyu kapatmışlardı da zaten. Hiçbir şey duymamış gibi salonda ilerleyip koltukta oturdum. Herkes sofra kurmak ile uğraşırken tel oturanın Gökan olduğunu gördüğünde gülümsedim.

Gökay yerinde kıpırdandığında öne doğru eğildi. "Nasılsın bugün? Diğer günlere nazaran?" dedi.

Kaşlarımı çattığımda tuhaf bir şekilde gülümsedim. "Yeni uyandığımın farkında mısın bilemem ama iyiyim diğer günlere nazaran. Teşekkürler Gökay." dedim.

Diğerleri susmuştu. Şu anda. Yemek hazırlamak ile uğraşıyorlardı. Derin bir nefes verdiğimde başımı arkaya yasladım. Bugün gitmem gereken yerler vardı. En azından araştırdığım kadarıyla bulduğum mekanlar vardı. Ali Kınık’a özel birkaç bar ve şirket. Ailesi hakkında çok bilindiğini dışına çıkamamıştım. Yardım isteyebilirdim albaydan ama bu konu hakkında hiçbir şekilde yardım etmeyeceğine emindim. Özellikle yasadışı şekilde ise beni öldürürlerdi.

Anahtarı da bulamamıştım. O siyah dosyanın anahtarını bulamamıştım. Dün eve geldiğim ilk andan itibaren babamın çalışma odasını talan etmiştim ama değil anahtar anahtarlık bile görmemiştim. Büyük ihtimalle başka bir yerde saklıyordu ama nerede? Babam eğer böyle gizli bir şeyin anahtarını nerede saklardı? Annem gibi düşmüşse ya tıpkı benim de onun gibi düşünmeye çalıştığım gibi?

Annem! Annemin dolabında olmalıydı.

“Bugün bir şeyler yapalım mı?” Yiğit elindeki ekmek sepetini masaya koyarken.

Başımı yasladığım yerden kaldırıp koltuktan doğruldum. “Hiç canım istemiyor.” Dedim. Başka bir yere gideceğimi söyle yerine.

“O zaman evde film izleyelim?” dedi bu sefer Alper.

Yemek masasının yanından geçip dolaptan kendime bardak çıkardım. “Film izlemek istemiyorum.” Dedim. En sevdiğim şey film izlemek olmasına rağmen istemiyordum artık cidden.

Bardağa su doldurup içmeye başladım. O sırada bir sessizlik olmuştu.

Bir öksürük sesi geldiğinde ardından Alaz’ın sesi geldi. “Defne.” Diye bana seslendi. Yutkundum su bardağını tezgâhın üzerine bıraktığımda önümü onlara döndüm. “Cidden bir şeyler yapmak istemiyor musun? Üniversiteye gidebiliriz?” diye bir öneri sunmuştu.

İlayda da ‘aynen öyle’ dercesine başını aşağı yukarı salladı.

“Uyumak istiyorum.” Dedim. “Başka bir şey değil sadece uyumak. Benim için bir şey yapmaya çalışmayın lütfen. Beni kendi halinde bırakın.”

Onları kırmak canımı yakıyordu ama onların benle ilgilenmesi daha çok canımı yakıyordu.

Belki bu yüzden buradan gitmek bir bakıma da bu yüzden de benim için iyi olacaktı.

Derin bir nefes verip salondan çıkmak için adımlıyordum ki arkamdan İlayda. “Defne yemek yemeyecek misin peki bizle?” Dediğinde durdum.

Başımı arkaya çevirip. “Aç değilim size afiyet olsun.” Dedim.

Gökay koltuktan kalkıp yanıma doğru yürüdüğünü gördüm o sırada. Önüme geçtiğinde ise beni kapıya arkamı dönemi sağlayıp ileri itti. “Yalandan ye bari.”

Öne doğru sendeledim. Masaya tutunarak durdum. Ters bir bakış Gökay’a yolladığım da benim bakışlarımı umursamayıp tersim yönüne oturdu.

Göz devirdim. Önümdeki sandalyeyi çekip oturdum. Kollarımı göğsümde bağlayarak arkama yaslandım. Oturacaktık el mecbur artık.

Diğerlerinde yerlerine yerleştiğinde kalp atışlarını düzene sokmaya çalışıyordum hâlen. Ne kadar o kâbusun etkisi üzerinden çıktı desem de hâlen üzerimdeydi o anın yükü.

Saçlarımı geriye atıp arkama yaslandı. İlayda her birimizin bardaklarına çay doldururken karşımdaki camdan karşı binaya baktım. Hayatımızı mahvettikleri yetmiyormuş gibi şimdide karşı binamıza taşınmıştı laf kısa bir süreliğine. Neymiş kendi başıma yaşayamazmışım.

Önüme bardağını koydukları da yutkundum. Gözlerimi kırpıştırarak bardağıma baktım. Çayın rengi bile kırmızıydı. Başımı iki yana sallayıp tekrar önümdeki binaya baktım.

“Demek ki hiçbir şey yapmak istemiyorsan bugün ne yapmayı planlıyorsun evde?”

Gözlerimi binadan ayırıp Yiğit’e çevirdim. “Sizle durmayı.” Dedim. En azından bugünlük bir yere çıkmak gibi bir planım yoktu kesinlikle. Yarından sonra ise durmak gibi bir lüksü olmayacaktı çünkü.

Dudaklarını ısırıp başını salladı pes ederek. Gözlerim Alaz’a kaydı istemsizce. Kollarını bağlamış ve aynı şekilde benim gibi başını eğmiş arkasına yaslanmış bir şekilde duruyordu. Her dediğimizi dinliyordu. Ama konuşmamayı seçiyordu. En azından ben öyle hissediyordum.

Bakışlarımı ondan kaçırdım fark eder korkusuyla. Bakışlarımdan anlar korkusuyla. Gece yarısı gideceğimi nasıl söyleyebilirdim ki daha yeni bir araya gelmişken? Onu affettiğimden emin bile değilken onu bu sefer ben yüzüstü bırakırken nasıl söyleye bilirdim ki bu gece yarısı gideceğimi? Kim söyleyebilirdi mesela? Çünkü ben söyleyemezdim. Söyleyemiyordum da.

Elim ile burun kemerimi sıktığımda “Defne sen cidden iyi değilsin.” dedi İlayda.

Başımı aşağı yukarı hafif bir sallantı ile İlayda’yı onayladım. İlayda'ya bakıp. “Zaten belli değil mi iyi olmadığım?” dedim. Gereğinden fazla belliydi. İlk başlarda saklamaya çalışsam da artık saklama gereği duymuyordum çünkü buradaki herkes, her şeyin farkındaydı.

Ellerimi masa sandalyesine koyup ayağa kalktım. “Size afiyet olsun.” dedim masaya arkamı dönmüş kapıdan çıkarken.

Canım yanıyordu. Canım yanarken bilerek bir başkasının canını yakıyordum. Benim canımın yanmasının nasıl bir şey olduğunu bile bile bir başkasının canını da aynı şekilde yakmaya asla gücenmiyordum. Ve babamın ölümü beni değiştirmişti. Düşünce olarak, anlayış olarak gerekirse ise sabır olarak. Her bakımdan. Belki önceden de böyleydim. Annemin yokluğunda sadece bunun üzerini örten bir adet babam vardı. Şimdi ise hiç kimsem. Artık ne annem ne babam vardı. Ben tektim. Bir satranç tahtasında tüm taşlarını kaybetmiş bir kral gibi.

Merdivenlere doğru ilerlediğimde ardımda adım atışlarıma kendini uydurmaya çalışan bir başka adım sesleri benim adım seslerimi takip etti. Adımlarımı yavaşlattım ama durmadım. Kimin geldiğini biliyordum ama bakmak istemiyordum.

“Mimarlık okumayı çok isterdin hatırlıyor musun?” Birden duyduğum ses ile ayaklarım yere çivilendi. Elim tuttuğum pervazlıların üzerinde buz kesmişti. “Delicesine küçükken o yapmak istediğin evlerin hayalini kurar dururdun. Bende güler geçerdim. Yüzüne hiç söylememişimdir belki ama hep seni desteklerdim çünkü büyüyünce olacağına dair bir inancım vardı o zamandan beri. Halen de var.” Elimi çektiğimde yanıma bıraktım. Derin bir nefes aldığımda arkama döndüm. Alaz tam arkamdan durup bana bakarken ben ise yerimde can çekiştim. Bakışları canımı yakıyordu.

Kaşlarımı çattım. Ayaklarımı hissetmezken bir adım ona doğru attım. O ise kıpırdamadı. Elleri cebinde sadece bana bakıyordu. Sadece bana. "Evet isterdim.” dediğimde o devam etti.

“Sen isterdin, sen severdin mimar olmayı; ben sevmezdim.” diye bitirdi cümlesini. Yutkundum. Gözlerimi aşağı çevirdim. “Sen sevdin diye sevdim. Senin hayalin diye benim de hayalim. Sen istedin diye bende istedim. Sen okuyorsun diye okuyorum ben. Sen neysen ben oyum. Ve lütfen,” dediğinde gözlerimi kaçırdım.

Öne bir adım atışını hissettim. Sonra ise bir adım daha. Nefes tenime değdiği an ise ürperdim. Eli çenemin altına temas ettiğinde ona bakmamı sağladı nazikçe. Başımı kaldırıp onla göz teması kurmamı sağladığında ne kadar istemesem de o bakışlarını gördüm. “Ve lütfen aklından geçirdiğin şeylere bir son ver. Aklından geçirip de yapmaya çalışacağın her ney ise o şeylerden vaz geç. Baban için yapmaya çalışacağın hiçbir şeyden baban memnun olmayacak çünkü.” dedi.

Gözlerimi kıstığımda başımı yana çevirdim. “Sana bunların her birini düşündüren ne?” dedim. Sol gözümden bir damla yaş süzüldüğünde elimin tersi ile sildim.

Derin bir nefes alış ve veriş sesi geldi o an. Burnumu çekip Alaz’a baktım. Yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. Elini tekrar cebinden çıkartıp yüzüme ilerlediğinde yüzümü geri çevirdim. Bir an şaşkınlığa uğrasa da bozuntuya vermedi. Elini aşağı indirip tekrar cebine yerleştirdi. “Kerem Güneş’in kızı olman.” Omuz silkti. “Aynı onun gibi; deli dolusun. Başına buyruk ilerlemek gibi bir huyun var. Kafana taktığını yapmakta kesinlikle diyecek söz bırakmıyorsun.” dediğinde yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. “Ve en önemlisi ise gülümsemen kalbimi ısıtıyor. Bu özellik kimsede yok.”

Gözlerimi kırpıştırdım. Diğer dediği her şey aklımdan uçup gitmişti. Aklımda şu an yankılanan tek bir şey yankılanıyordu. Gözlerim dolduğunda başımı iki yana salladım. Ondan bir adım uzaklaştım arkaya doğru. “Şunu yapıp durma.”

Bir adım bana doğru yanaştığında bir adım geriledim ama adımım basamağa çarpmıştı. Arkama baktım sonra ise o bir basamağı geri geri çıktım. “Ne yapıp durmayayım?” dedi. Neyi yaptığını çok iyi bildiği halde bunu dile getirmişti.

“Bu yaptığını işte!” Dediğimde bana doğru gelen adımlarını göstermiştim. Adımları anında dururken kaşları çatıldı. Bir adım geriledi. “Beni önemsiyormuşsun gibi davranma. Bana, beni seviyormuşsun gibi davranma.” dediğimde gözümden bir damla daha yaş düştü. “Lütfen.” diye gözlerinin içine bakıp yalvarırcasına fısıldadığımda kaşları havalandığında yarım adım daha geriledi.

Şaşkınlıkla kaşları havalandığında yarım adım daha geriledi. Bir anda ne düşündüyse yüzü kat katı kesildi. Başını yana yatırıp benim o an hiç görmek istemeyeceğim bir yüz ifadesi ile baktığında yutkundum. “Seni sevmediğimi mi düşünüyorsun? Yani bunca yaptıklarımda bir gram bile mi inanmadın?” dedi. Cevap vermedim. Sadece ona baktım. O ise cevap vermeyip bakmamdan rahatsız bir tavırla. “Defne. Seni sevmediğimi mi düşünüyorsun?” diye tekrarladı ama yine cevap vermedim.

Ben bu soruya cevap veremezdim. Lanet olsun ki ben bu soruya ‘evet sevmediğini düşünüyorum’ diyemezdim. Çünkü öyle düşünmüyordum. Sevdiğini düşünüyordum. Ama içimde harlanmış ateş intikam almadan sönmeyecekti. Elimi yanımda yumruk haline getirdim. Sargı olan elim sızlamaya başladığında Alaz’a bakmayı sürdürdüm. Bakışlarımdan anlamasını bekledim. Konuşamıyordum ama bakışlarımdan anlamasını bekledim öyle düşünmediğimi.

Ama o anlamadı. Geri bir adım attığında burnundan nefes verdi. Ağzını araladı. Belki kızmak, belki bağırıp çağırmak için ama geri kapadı. Konuşmadı. Arkasına dönüp çıkışa ilerlediğinde bir basamak çıktığım basamağı tekrar indim ama daha fazlasını ilerleyemedim. Kapıyı bir hışımla açıp çıktığında dizlerimin üzerine düştüm. Gözümden bir damla usul usul yanağımdan boynuma doğru yol alırken arkasından baktım. İnsanlar hani hiç utanmadan hata olduğunu bile bile yaptığı bazı aptallıklar vardır ya. Sonra pişman olurlar. Pişman olur muyum bilmiyorum ama hata yaptığımı, aptallık ettiğimi biliyordum.

Gözlerimden ardı ardına yaşları süzülürken ellerimi yere koydum. Bundan sonra için dönüş olsa da artık benim için bir dönüş yoktu. Bir girdabın içine düşmüştük. Sürekli aynı döngüde dönüyorduk. Ve ben, beni o döngüden kurtaracağına emin olduğum o eli tutmak yerine itiyordum. Şimdi ise o girdabın içinde ya aptallığım ile çekilecektim ya da bu döngüden kurtulmanın bir yolunu bulacaktım.

ִֶָ. ..𓂃 ִֶָ🦋་༘࿐

Yeni bölüm sonuuu. Nasıl buldunuz??

Size kısa gibi gelmiş olabilir bu arada haklıısınız. Bu bölüme kadar daha alışmaydı çünkü. Her şey yeni başlıyor. Kemerlerinizi bağlayın dfgbfd

Bölümdeki karakterlerin tepkileriniz nasıl buldunuz? Alaz'ın hemen terk edişine kızdınız mı mesela? Bence bu konuda Defne'yi de sorgulamak lazım.

Siz düşüncelerinizi yazarken ben kaçarrr

SEVİLİYORSUNUZ BALLARIM 💕🍭

 

 

Bölüm : 02.07.2025 16:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...