
Son değişiklikten kızgınmısınız bilemem. Ama aynı anda yüklesem kafanız karışacaktı. Böyle aralıkla yollamam iyi olacak gibi. Umarım severek okuyacağınız bir bölüm olur
Sizden tek isteğim bol bol yorum yapıp oy vermeniz. Oy sınırı 150. Yorum sınırı 180. Bu sınırlar dolmadan gelmeyecektir final
Ve her zaman dediğim gibi SİZLERİ SEVİYORUM...
İlahi Bakış Açısı...
Elindeki bardağı tezgaha koyduğunda kendini şöminenin yanındaki koltuğa attı. Gözleri yanıyordu. Hem de hiç olmadığı kadar çok yanıyordu. Uyuyamıyordu da. Gözlerini kapattığı gibi gözlerinin önüne Gece geliyordu. Uyuyamıyordu bu yüzden. Hayır, hayır, Gece gelse uyurdu belki de, o güzel yüzünü görmüş olurdu. Ama bu farklıydı. Acı veriyordu. Her Gece’yi gördüğünde hataları yüzünden, sevdiği kişiyi hataları yüzünden kaybettiğini hatırlıyordu.
İlk Gece’yi kabusunda gördüğünde, ona sarılmak istedi ama Gece bir uçurumun kenarında duruyordu. Üzerinde beyaz bir saten elbise vardı. Yüzü kanlar içindeydi. “Seni sevmiştim,” dedi. Bir adım atmak için ileri atıldı kabusunda. Kalbi, bir rüya olmasına rağmen, sanki damarlarında kanın dolaşması için son kez hızlı bir şekilde atıyordu. “Seni her şeyim ile sevmiştim ben seni, Emir. Ama sen beni kullandın.” Tam o an konuşmak istemişti. “Hayır” demek için aralamıştı belki de ağzını ama ağızından tek bir kelime bile çıkmayı başaramadı. “Ben seni hiç kullanmadım,” demek istedi belki de o an, “Seni ilk andan itibaren sevdim,” demek istedi belki de ama konuşamadı. Sanki ses tellerini koparmıştılar sırf konuşamaması için. Gece, uçurumun ucuna daha çok ilerlediğinde ve bir adım bile kalmadığını gördüğünde kalbi tekledi. Başını iki yana salladı, rüyasında kıpırdamak için çabaladı ama yine olmadı, her zamanki gibi. Emir, çırpınışları arasında, arkası ona dönük olan Gece’nin tamamen ona döndüğünü gördü. Elini kaldırıp elindeki şeyi fırlatmıştı önüne. Başını eğdiğinde, ayağına kadar gelen şeye baktı. Bir bileklikti. Boğazına bıçaklar saplandı. Ay bilekliği. " Ben senin için kendi karanlığıma gömüldüm, Emir.” Başını kaldırıp önündeki kıza baktı. “Kendi karanlığım bana mezar oldu, Emir.” Bir adım geri geri gittiğinde dengesini kaybetti bir an. Gözleri karardı o an Emir’in. Sevdiği kız gözlerinin önünde kendisiyle birlikte ölüme sürükleniyordu ama tekrar toparlandığı an derin bir nefes aldı. “Hayır, Gece,” konuşabilmişti. Konuşabilmişti. Bir adım attı ileri. Elini önündeki kıza uzattı. “Lütfen. Yanıma gel, uzaklaş oradan.” Ama hayır, uzaklaşmadı. Yüzünde buruk bir gülümseme oluşan kıza doğru bir adım daha attı. Kalbi kasılıyordu. Karşısındaki kıza tedirginlikle baktı ama kız gözlerini kapayıp kollarını her iki yana açtığında, Emir var gücüyle koştu. “Gece!” Uçurumun ucuna kadar koştu ama geç kalmıştı. Gece’nin bedeni uçurumdan aşağı düşerken yere diz çöktü. “Hayır!” Son duyduğu şey haykırışları olmuştu. Sıçrayarak rüyasından uyandı.
İkinci kez uyumayı denediğinde uyumuştu. Bir kafeye ilerliyordu kabusunda. Neden ilerlediğini veya neden kafeye gittiğini bilmiyordu. Sadece ilerliyordu. Kafenin önüne geldiğinde birden ürperdi. Tenini okşayıp geçen rüzgar onun ürpermesine neden olmuştu. Kafenin önüne geldiğinde etraftaki kalabalığı fark etti. Kafenin girişinde insanlar toplanmış, ambulans siren sesi ve insanlardan gelen sesler karışmıştı. Merakına yenik düşerek, daire halinde bir şeyin etrafında toplanan kalabalığa ilerledi, her şeyden habersiz. Kalp atışları hızlanırken, cebinde olan ellerini çıkartıp etrafında toplandıkları her ne ise onu görebilmek için kalabalığı hızla aşıp önlerine geçti. Önünde eğilmiş üç doktor ve sedye gözüne çarptı. Bakışları yere değdiğinde gözleri acıyla açıldı. Yerde oluşan kan gölünü gördüğünde korku vücudunu bir zehir gibi sardı. Doktorun omzundan tutup geri itti. Gördüğü şey ile elleri her iki yana düştü. Ağzından ise tek bir kelime döküldü: “Gece.” Dizlerinin üzerine çöktüğünde sevdiği kızın yerdeki kanlar içindeki bedenini kucağına aldı. Gözlerinde biriken yaşlar firar edip yanaklarından süzülürken elleri her iki yanda havada kaldı. Her yer kandı. Her yer. Her yeri. Elini kızın saçlarına daldırdı. “Güzelim. Ne oldu sana? Aç gözlerini güzelim.” Uyumuş muydu? Yok uyuyamazdı ki. Kendisinin başını yemeden uyumazdı ki. İlla ki uğraşır öyle yatardı. Ama bu sefer uyumuştur belki, diye düşündü sevdiği kızın bedenine bakarak. Yerdeki kanlar gözüne çarptı. Belki de kan görünce bayılmıştır. Olamaz mı? Kan görünce bayılamaz mı? Ama kan kimindi? Belki de bir dizi çekimiydi bu ve şu an bir setteydiler. “Ölüm saati 19.43,” dedi bir ses. Başını yanındaki kadın doktora çevirdi. Ö- ölüm mü? Neyden bahsediyordu?! Başını iki yana salladı ama doktorlar kucağından Gece’yi almaya çalıştıklarında bağırdı. “Hayır! Ne saçmalıyorsunuz?! Yaşıyor görmüyor musunuz?! Sadece bana kızgın. Şaka yapıyor.” Başını eğip önünde yatan sevdiği kadına baktı. “Bana ders vermeye çalışıyor. Ama ben dersimi aldım. Uyan lütfen uyan!!” diye boğazını yırtarcasına bağırdığında, bedeni kendine çekip sıkıca sarıldı. Hayır, ölmemişti. “Ben onun için kendimden vazgeçtim! Ben onun için kendimden vazgeçerken ölemez! Yaşamak ona çok yakışırken ölemez!” diye var gücüyle bağırdığında, elindeki bedenin kayıp gittiğini hissetti. Ne ara kapattığını bilmediği gözlerini araladığında, sevdiği kadının bedenini ceset torbasının içinde yüzüne kadar neredeyse kapatılmak üzere olan fermuarı görünce deliye döndü. Bir anda dünya ayağının altından kayarken ise sıçrayarak uyanmıştı.
Sevdiği kadını her defasında ölerek görmek, onun için bile fazlaydı. Bu son gördüğü rüyadan sonra ise uyumamaya yemin etmişti. Ellerini şakaklarına götürüp ovaladı. Ağrılar çileden çıkarıyordu kendisini. Başını arkaya yasladı ama başı boşlukta durmak yerine bir şeye yaslanınca derin bir nefes aldı sinirle. “Gelmeyin dedim.” Dedi.
Gözlerini açmaya hiç yeltenmemişti bile. Gözünün önünde şömineden yansıyan ışığı kapanmasına neden olan bedene sövdü içinden. “Yalnız bırakmayacağımızı biliyorsun.” Gözlerini araladığında karşısında duran Gökay’a ters bakışlarını atamadan yapamadı. Sinirleriyle oynanıyordu. Hem de çok kötü sinirleri ile oynanıyordu. Ama kimsenin Emir’in sinirleri ile oynanması umurlarında bile değildi.
Utku kendini koltuğa yorgunlukla atarken bitmişti. Bedenen her yeri sızlıyordu. Bu lanet olası yazlığın neden bu kadar uzak olduğunu da sorguluyordu. Cem de Utku gibi kendini koltuğun bir köşesine attığında ayaklarını uzattı. Uzattığı ayaklarını ise utkunun omuzlarına attığında Utku, Cem’in ayaklarına ters bakışlar atarak ayakları savurduğunda Cem yere düşmüştü.
“Yavşak! Ayaklarını koyacak yer mi bulamadın puşt!?” diye söylendi Utku. Cem’in yerinin boşluğunu ise fırsat bilerek ayaklarını uzatmıştı aynı Cem gibi.
Cem ise sırtını tutarak sızlandı. Sırtı çürümüştü kesin. Çok kötü düşmüştü. Yerden kalkmak yerine Utku’nun ayaklarından tutup hiç zorlanmadan yere çektiğinde Utku da hemen Cem gibi yerde yerini almıştı. Ama sanırım Utku’nun beli kırılmıştı.
Ağzından bir küfür savurduğunda sinirle arkasındaki Cem’e tekme savurdu. Dişlerinin arasında “İt herif!” dediğinde koltuktan daha mı rahat diye düşünmeden edememişti yerin.
İkilinin kavgasını izleyen üçlü ise ne yaptıklarını sorgularcasına bakışlarını yolluyordular ama tabi ki de her ikisinin de umurlarında olan bir şey değildi. Elini anlına atıp ovuşturdu Yağız. Kesinlikle tek ders biri değil ki diye düşündü içinden. Cidden değildi ki tek dertleri.
“Gelmeyin dedim.” dedi Emir ikinci kez. Yalnız kalmak istiyordu.
Gökay bıkkınlıkla kendini yere attı. Arkadaşının inadını çok iyi bilirdi. Bir şeyi kafasında sorgulayıp kurduğu an her şey bitmiş demektir. O kafasında kurduğu şeyi kesinlikle yapar uygulardı. Kısacası dedim dedik bir salak arkadaşa sahiptiler. İnadını bazen babasına benzetirdi. Ama sonra bu benzetemeden vazgeçer derin düşüncelere dalardı. Annesinin katili olan bir adama kendini benzettiğinde kendinden nefret ediyordu. Biliyordu düşünceyi kafasından sildiğinde hiçbir şey değişmeyecekti. İnsan ailesini seçemiyordu.
Yağız da Gökay’a uyarak kendini yere attı. Diğer ikili zaten yerdeydi. En azından yerde olmaları bir işe yaramıştı. Kendilerini bir daha yere atmak zorunda kalmayacaklardı. Emir her iki elini yana koydu. Derin bir nefes aldığında kısa bir hayatı sorguladı. Bu kadar zor olmak zorun da mıydı her şey? Neden hayat zordu? Neden her hatası ona bin misli olarak geri dönüyordu? Dikkatini toplayıp ayağa kalktığında geniş cama doğru ilerledi. Arkasında duran dört arkadaşının onu izlediğini bile bile pencerenin önüne gidip görüş açısına giren iskeleye baktı. Baktığı gibi içine bir ürperti oluştu ama belli etmedi. Denizden o iskeleden nefret ediyordu. Kollarını göğsünde birleştirdiğinde iskeleye bakmaya devam ederken kendini cama yasladı. İlk hatasını da o iskelede yaşamamış mıydı zaten? İlk hatasını o iskeleden denize dalıp yüzdüğü için olmamış mıydı zaten?
“Bugün balo var biliyorsun değil mi?” Dedi Gökay. Sabahtan beri asıl söylemek istedikleri şeyi söylemenin verdiği rahatlıkla elini saçına götürüp karıştırdı. Neden bu kadar stresliydi ki!?
Derin bir iç çekti Emir. Biliyordu hem de öyle iyi biliyordu ki içinde korku büyüyordu. O da orada olacaktı. Yüzüne nasıl bakılacaktı? Bakışlarını denizden çekmeyerek sadece tek kelime etti. “Biliyorum.”
“O zaman?”
“Ne o zaman Utku?” Dedi bu sefer bakışlarını denizden çekerek. Direkten sinirden kızaran gözleri ile Uykuya bakıyordu.
Utku, Emir’im bakışlarında yatan kızgınlığı anında almıştı ama devam etti. “O zaman neden hazırlanmıyorsun?”
“Gelmeyeceğim için hazırlanma gereği görmedim.”
Dördü aynanda Emir’e baktılar. Gelmiyorum ne demekti?
Elindeki poker ile şöminenin içindeki odunlarla uğraşan Yağız. “Saçmalamayı bırak. Her şeyin içine ettin daha da boka batırmayı bırak. Kızı bıraktın. Bir daha gözükmeyeceğim yüzüne her şey bitti dedin! Kendin kaşındın üstelik!” diye son cümlede sesini yükseltti. Sonra elindeki pokeri yerine koyduğunda Emir’e ters ters baktı. Arkadaşı akıllanmayan bir psikopattı! Kendisinden bile salaktı! Bir iki adım attığında işaret parmağını sinirle arkadaşına salladı. “Sonra ne yaptın! Kızın üzerine kaynar su Toprak piçi tarafından dökülürken donup izledin! Siktiğim herifine bir zevk yaşattın sevdiğin kız açı çekerken!” Öyle bir bağırıyordu ki Gece’yi bu kadar önemsediğini o bile bilmiyordu. Sırf arkadaşının sevgilisi diye bu kadar sevdiğini düşünüyordu. Ama hayır öyle değilmiş. Gece’ye isteseler de istemeseler de her biri ölümüne koruyacak kadar alışmışlardı. Başlarına açtıkları her soruna, onların Gece’nin başına açtıkları sorunlara çok alışmışlardı.
Emir olanları hatırladığı gibi buz kesildi. Toprak piçin yaptığı insan dışı davranışı hatırladıkça yüzündeki tüm kaslar seğiriyordu. “Buna rağmen o gün kılını dahi kıpırdatmadın abi.” dedi önündeki arkadaşına bakan Cem. Gökay sesini bile çıkarmıyordu arkadaşları bir diğer arkadaşının üzerine giderken. Nereden tutsa elinde kalan hatalar yapmıştı. Ne diyeceğini bilemeyerek bağdaş kurmuş bir şekilde arkadaşlarının Emir’in üzerine gidişlerini izledi. Gerekirse körü körüne destekleyecekti. İşin ucunda çocukluk arkadaşı olsa bile aptalca bir şey yapması şaşırtıcı olmazdı. İlerleyip Emir’in önünde durduğunda Emir çoktan dona kalmış bir şekilde ona denenleri dinliyordu. Elleri her iki tarafa düşerken ise kaşları çatıktı. Cem arkadaşının gözlerinin içine baktığında işaret parmağını arkadaşının kalbine bastırdı. “O an bu lanet olası kalbinin bir sike yaramadığını kendi gözlerimiz ile gördük! Kız acıyla kıvranırken kıpırdamadın! Çektiği acıyı izledin. Lanet olsun!” Elini yumruk yapıp arkadaşının göğsüne sert değil ama bir o kadarda sert bir şekilde geçirdiğinde başını her iki yana salladı. Ahmağın tekiydi! Emir’in kaşları çatıldıkça çatılırken boğazına bir yumru oturdu. Zorla yutkundu. Ne cevap verebildi hepsinin bu tepkilerine karşı, ne de kendini haklı çıkarmak için uğraştı. Diyeceği her kelime boştu belki de o an için? Hatayı yaptığı kişini gerçekleri duymadığı sürece onun buda dil dökmesi neye yarayacaktı?
Cemin bu son dediği ile ortalığa bir sessizlik çöktü. Herkesin dili tutulmuştu. Bakışları Cem ve Emir arasında giderken Gökay’ın içi burkuldu. O an anlamıştı ki diğerlerine aldığı cezadan bahsetmemişti. Gururuna mı yedirememişti? Yoksa bunun başkalarının duymasını mı istememişti bilmiyordu ama arkadaşının aklında tilkilerin cirit attığını biliyor gibiydi. O gün Emir deliye dönmüştü ama kimsenin haberi yoktu. Gökay dışında. Toprak’ı bir güzel hallettikleri sıra kavga öğretmenlerin kulağına gitmişti. Müdür Gece’yi alıp odasına götürdüğünde; Cem, Utku, Yağızda Gece ile birlikte Müdür’ün arkasında gitmişlerdi. Gökay da onlarda gitmişti. Uzun bir bekleyişin ardından Müdür yardımcısının odasından ilk Toprak çıktığında arkadaşlarının yanından ayrılıp Toprak’ı takip etmişti. Hayır. Amacı onu korumak değildi. Sikseler de Toprak piçini korumazdı. Amacı başkaydı. Toprak okuldan çıkmadan spor salonuna gidip bıraktığı kişisel eşyalarını sinirle toplarken onu izliyordu. İzlerken de bir yandan da homurdanarak içinden küfrediyordu o gün. En ince ayrıntısına kadar hatırlıyordu. Görmeye bile tahammül edemiyordu adamı! Ama beklemesi kısa sürmüştü. Tam da tahmin ettiği gibi Emir gelmişti. Arkadaşını gördüğü gibi içine bir ürperti yerleşmişti ama. O an fazlası ile korktuğunu gizlemedi. Gözlerindeki kan içinde olduğunu türübün çıkışının olduğu yerden bile göre biliyordu. Daha doğrusu fırtına gibi yıkacağı barizdi. Fırtınalarında sonunun pek iyi olmadığını biliyordu. İstediği de buydu. Evet. Sadece arkadaşının kalbinin bu kadar taşlaşıp taşlaşmadığını merak ediyordu. Kalbinin tamamen taşlaşma ihtimali onu yakıp kavururken arkadaşı onu yanıltmıştı. Toprak’ın anasını belleyecekti o gün çok iyi bunu yapacağını biliyordu. Emir Toprak’ın onu fark etmesine bile fırsat vermeden yakasını tutmuş onu kendine doğru çevirdiğinde yüzüne en sağlam yumruğunu indirmişti. Toprak sendeleyip tökezlediğinde yere düşmekten son an kurtulmuştu. Canı yanmıştı. O an çenesinin kırıldığını hissetmişti. Emir ona fırsat vermeden ardı ardına vurmaya başladığında Gökay anın heyecanı ile yerinde kıpırdanmış kendini koltuklardan birine bırakmıştı o gün. Toprak’ın yüzü gözü kan içinde kalana kadar Emir Toprak’ın yakasını bırakmamıştı. Gözü Gece’nin üzerine bir kova sıcak su dökerken o kovayı taşıyan ellerine kaydı. Hiç düşünmeden bir elini tutup kırdı. Gökay izlediği yerden yüzünü buruştururken içinde bir yerde hazında tadını çıkarıyordu. Ama o bileğin kırılma sesi ona kadar gelmişti. Kesinlikle o bileğin işi bitmişti. Arkadaşının gözü dönmüştü. Toprak haykırdığında Emir kırdığı bileği biraz daha çevirdiğinde yerdeki adamın üzerine çıktı. Toprak yerinden bile kıpırdamıyor sadece bağırıyordu ve bu Emir’in daha da hoşuna gitmesine neden oluyordu. Elini tırnaklarına götürüp kemirmeye başladı Gökay. Bu yaptığına ne kadar sevinse de kesinlikle diğer karıştıkları hiçbir şeye benzemiyordu! Lanet olsun okuldan atılacaktı! Aklına yeni gelen detay onu strese sokmuştu. Salonun kapısı birden açıldığında Gökay korkuyla ayağa kalktı. Gözü kapıya kaydığında şom ağzına sövesi geldi. İki öğretmen büyük ihtimalle bağırışları duyduğu için nefes nefese etrafa bakındığında korku ve şaşkınlıkla Toprak’ın üzerine çıkmış bir şekilde altındaki kişinin bileğini büken Emir’e ve Emir’in altında can çekişen Toprak’a baktıklarında o gün dona kalmışlardı kısa bir an için. Ama sonra aynanda koşan iki öğretmen birbirine girmiş bir şekilde iki çocuğu ayırmaya çalışmışlardı. Lakin ayırmak hiç kolay olmamıştı. Sonra ise olaylar hızla gerçekleşmişti Emir ve Toprak yaka paça müdürün odasına yollanmış Emir okuldan atılmakdan son anda Gökay’ın büyük ısrarları doğrultusunda babası sayesinde kıl payı kurtulurken sadece okuldan iki hafta kadar uzaklaştırma ile kurtulmuştu. Tabii buna da kurtulma denirse. Toprak ise ailesine haber verilmişti ilesi Emirden şikayetçi olmak istediklerinde oğullarının bugün okulda bir kıza yaptıklarını öğrenip bunun için dövüldüğünü öğrendiklerinde ise şikayet etmekten vazgeçmişlerdi. Toprak’ın ise bileği kırılmıştı ciddi bir şekilde.
Gökay’ın hatırladığı şeyler ile burukluk yavaşça geçerken sevinmedi diyemezdi Tamam bu işin ucunda yanan arkadaşı olmuştu ama o an hem arkadaşının taş kalpli olmadığı konusunda yanılmadığını öğrenmişti, hem de Toprak’ın bizzat elinin kırılış anını izlediği için sevinç nidaları çekiyordu.
“Tamam bence uzatmayın bu kadar.” dedi Gökay göz devirerek. “Olup bitmiş. Konuyu kapatın. Geçmişe takılı kalmak bir sike yaramayacak,” Kaşları ile derin düşüncelere dalan ama Gökay’ın sesini duyduğu gibi o düşüncelerinden sıyrılan Emir’i işaret etti. “Aşk konusunda biraz daha bataklığa batmadan bir bok yapmalıyız.”
Utku’nun yüzünde hınzır bir ifade oluşurken her iki elini başının altına götürüp yastık yerine kullandı. Kıkırdadı. “Çok sıçasın geldiyse tuvalet üst katta.” dedi birde ili ile yukarıyı işaret ederek. Gökay sinirle çenesini kastığında kendini dizginlemeye çalışıyordu. Kesinlikle önünde uzanan Utku’nun uzuvlarını koparmayı düşünmüyordu!
“Kaşınıyorsun bu günlerde Utku!” diye bağırmak ile yetindiğinde Utku’nun umurun da bile değildi şuan ki bağırışı.
“Niye kızıyorsun ki şimdi? Bir bok yapmamız lazım demedin mi?” Dedi ama bu sefer dediğine pişman oldu. Gökay sinirle şöminenin yanındaki az önce Yağız’ın bıraktığı pokeri eline aldığında hiç durmadan havaya kaldırıp Utku’nun bir yerini kırmak için kaldırdığında Utku korkuyla yerinden kalkıp mutfağa kaçtı. Gökay ağzından söylenerek pokeri elinde sıktığında Utku bir küfür savurdu elini kalbine götürerek. Şerefsiz az önce ebesini belleyecekti!
Emir şakaklarını bu birkaç haftadır huyu haline getirdiği gibi şakaklarına götürüp ovuşturdu. Şakaklarına baskı yapan bir ağrı vardı sanki. Elini şakaklarından çekip önünde ona bakan üçlüye çevirdi. Arkadan mutfak kapısında korkuyla dikilen Utku da ona bakıyordu. Sorun baloya gitmek değildi. Sorun baloya gidememesiydi. Kıza gözünde gözükmeyeceğim demişti. Başka bir yer olsaydı onun yanında ne kadar olmayı arzulasa da yine de kendini bir türlü uzak tutabilirdi. Ama o baloya giderse onun yanında durmak zorunda kalacaktı. Homurdanarak camın önünden çıkıp sürgüyü açıp dışarı çıktı. Nefes almak neden bu kadar zor geliyordu ki ona? Merdivenlerden inerken hemen yazlığın önündeki sahile doğru ilerledi. Bir şeyi yanlış yapıyordu ve bu yanlışı yaptığını görmek de canını yakıyordu. Diğerleri de oflayarak oldukları yerden kalkıp arkasından ilerlediler. Utku homurdanarak şöminenin önünden geçtiğinde hemen şöminenin yanındaki pokere ters ters baktı. Az önce ölmesine sebep oluyordu bu şey!
Ayağının önündeki taşı tekmeledi. Sinirleniyordu e bunu belli etmek istemiyordu Cem. Alamıyordu hiçbir şeyi. Önünde yürüyen arkadaşının aklından geçenleri yapmaya çalıştıığı hiçbir şeyi anlamıyordu. Gerçi aklını kullandığına bile emin değildi ki! Derin bir nefes alıp daha fazla sorun çıkarmamak için konuşmamayı deniyordu. Deneyecekti en azından. Emir gözlerini kısarak ilerideki iskeleye döndü. Adımlarını oraya atmak istiyordu. Oraya çıkmak istiyordu ama değil oraya ilerlemek kıpırdayamıyordu bile. Gerçi en son ne zaman o iskeleye çıkmıştı ki? On yaşından sonra ilk kez Gece için oraya çıkmıştı. Peki bir daha çıkabilir miydi? Çıkamazdı. O gün çıkmıştı evet ama kaybetme korkusu her şeyden üstün gelmişti. Sevdiklerini kaybetmeyi sevmiyordu. Hem de hiç. Kim severdi ki zaten sevdiklerini kaybetmeyi? Eline boynuna attığında boynundaki zinciri görünür bir şekilde çıkardı. Zincirin ucundakini eline alıp ilk başta sıkıca avucunda sıktı sonra ise iki parmağının ucuyla tutup yüzüğü görebileceği bir şekilde kaldırdı.
“Varlığını her an hissetmek isterdim anne.” diye mırıldandı. Evet annesini yüzüğüydü. Diğerleri Emir durunca durduklarında ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalıştılar. Yüzük ortasında bir çiçek motifi var; bu çiçek, hafif parıldayan bir taşla süslenmiş. Taş, ışıkla oynadıkça farklı renklere bürünüyor, sanki hayat dolu bir enerji yayıyor. Yüzüğü çiçeği saran yaprak desenleri, doğanın tazeliğini ve zarafetini yansıtıyor. Bu detaylar, ona hem özel kılıyor hem de şık bir hava katıyor. Annesinin neden bu yüzüğü sevdiğini anlamazdı ama anlıyordu şimd. Annesi hep çiçekleri gördüğünde sever, koklar, diker ve ilgilenirdi. Annesine iyi bir his bıraktığını şimdilerde daha iyi anlıyordu.
Başını kaldırıp önündeki uzun iskeleye baktı. Hırçın dalgalar iskeleye çarpıp durduğunda hoş ve bir o kadarda korkunç bir hisse neden oluyordu. Başını iki yana salladı. Aklında yapmak istediği şeyi bir köşeye itelediğinde gözlerini iskeleden koparmaya çalıştı. Elinde tuttuğu yüzüğü avucuna hapsettiğinde dudaklarına yanaştırıp elinin üzerinden öptü. “Eğer bir gün,” diye konuşmaya başladı kendi kendine. “eğer bir gün her şey benim için anlamını yitirirse,” yutkundu. Diyeceği şey onun sonuydu. “o zaman her şeyin başladığı yeri bu sefer her şeyin son bulduğu yer yapacağıma senin üzerine yemin ederim anne.” dediğinde yemininin arkasında duracağını oradaki herkes çok iyi biliyordu. Emir aklından geçenleri ise kendi dışında kimse bilmiyordu. Bir tek tahmin ediyorlardı. Emir arkasına yavaşça döndüğünde elindeki yüzüğü geri göğsü ve kalbini arasında yerini almıştı. Gözündeki öfke ve umut aynı anda yerini almıştı. Dördüne sırayla bakıp. “Bu son. Ya her şey eskisi gibi olacak, ya da eskisinden daha beter.” dediğinde herkesi bir tedirginlik sardı. Aynı bir zehirli sarmaşık gibi o an herkesin nefes alamadığını hissetti.
Gökay gözlerini arkadaşına diktiğinde korku vücudunu ele geçirmişti. Utku ellerini göğsünde birleştirmiş karşısındaki arkadaşına bakıyordu. Bunu yapıcağına emindi. Kaybedecek bir şeyi yoktu. Bir dakika kaybedecek çok şeyi vardı ama arkasında bırakmaktan bahsettiğini anladığında daha da telaşlandı. Onlar vardı, Gece ne kadar soğuk davransa Emir’in haberi yoktu ama seviyordu yani kaybedeceği bir aşk ve sevdikleri vardı. Cem ve yağız kollarını birbirine dolamış tırnaklarını yiyordular. Aynı tediriginlik onlarda daha fazla gibiydi görünüşe göre. Ettiği yemin kulaklarında çınlıyordu. Buda korkutuyordu.
Gece
Güneş dünkü göz yaşlarımı kullanarak gözümü yakmaya sebep olurken yerimden kıpırdandım. Daha erkendi ve güneş ne ara vurmaya başlamıştı böyle bu odaya? Gözlerimi açmaya çalıştığımda bir şeyin gözlerimi açmama engel olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Sesler duymaya başladığımda kalbim bir anda sıkışmaya başladı. Etrafımdaki sesler rahatsız edici redeye geldiğinde gözlerimi zorda olsa açmayı başarmıştım. Bulanık bir şekilde etrafıma bakmaya çalıştığımda tam tepemden vuran ışık biraz daha gözlerimi kısmama neden olmuş, boynumu kıpırdatamamıştım. Biri beni sertçe sarstığında üzerimde bana bakan iki kişi kişiyi bulanık bir şekilde görmüştüm. Sesler net değildi ama sürekli bir bağırış, yalvarış vardı.
“ Gece!” İsmimin son harfi haddinden fazla bir şekilde uzatıldığında vücudumda bir kasılma hissettim.
Gözlerimi büyük bir acıyla biraz daha araladığımda beni kollarının arasında yerde sıkıca sarılarak tutan Emir’i ve onun yanında duran Aras’ı görmek karnıma bir bıçak gibi bir ağrının daha saplanmasına neden olmuştu. Haykırışları kulaklarımı varırken elimi yavaşça karnıma gitti. Elim karnımı bulduğunda bir sıvı gibi kaygan ve sıvıyı hissetmem gibi vücuduma yayılan bir sıcaklık hissetmiştim. Bu… bu kandı! Kanı görmemle midem bulandığında Aras dizlerinin üzerine çöktü. Gözünden bir damla yaş aktı.
“ E- Emir.” Zor bela söylediğim kelime başımın dönemsine sebep olurken Emir’in eli yüzümü buldu.
Bir eliyle yüzümü bulurken diğer eliyle sırtımı tutup yere değmemi engelliyordu. “ Gece. Gece lütfen gözlerini kapama. Lütfen gözlerini kapama. Bir daha olmaz. Seni bir daha kaybedemem. Seni bir daha kaybedemem anlıyor musun beni! Seni bir daha kaybedemem!” Emir’in bağırışı yankılanırken gözümden bir damla yaş aktı. Bilincim yavaş yavaş kaybetmeye başladığımda nefesimi kesik kesik almaya başladığım. Her nefes alışı boğazımı yakıyor, sanki kalbimin her bir noktasına iğneler batıyormuş gibi hissetmeme neden oluyordu. “ Aras! Lütfen! Lütfen bir şeyler yap! Ölüyor! Gözlerimin içine baka baka ölüyor!” Emir, Aras’a bağırdığında Aras dona kalmış bir şekilde bana bakışı canımı yaktı. Gözlerimi kapatmamak için direnmeye çalıştığımda derin bir karanlığın beni çağırdığını anlamıştım. Bana ne olduğunu bilmiyordum. Ana tek bildiğim ölüm ile burun buruna olduğum.
Elimi kaldırmaya takatımın olmadığını fark ettiğimde direnerek son gücümle elimi havaya kaldırıp Emir’in yüzünü okşadım. Gözümden bir damla yaş usulca yanağına doğru ilerlerken Emir başını eğip avucumum içerisine yanağını daha da bastırıp elimin yetişmesine yüzünün bir yarısına dokunmama yardımcı olmuştu. Boşta kalan bir eliyle yüzümden yanağına doğru akan yaşı sildi ve o an tekrar bir şeyi anlamış olmuştum. Ben Emir’i son nefesimi verirken bile sevmekten vazgeçmeyecektim.
“ Emir.” Kendimi zorla toplayıp ismini ağzımdan döküldüğünde bir kelime bile nefes alıp verişimi kesmiştir.
Emir’in gözlerinden yaşlar yanağına doğru süzüldüğünde başını yana çevirdi. Elim başını yana çevirmesi ile Emir’in kucağına düşerken son bir kez daha konuşmaya çalıştım nefes alımı umursamadan.
“ Ben seni son nefesimi verirken bile sevmekten vazgeçmeyeceğim.”
O an kulakları sağır edici derecede bir bağırış duyulduğunda gözlerim kararmıştı. O an kalbimi tutarak nefes nefese ter içerisinde sıçrayarak uyandım.
Emir’in gözlerinden yaşlar yanağına doğru süzüldüğünde başını yana çevirdi. Elim başını yana çevirmesi ile Emir’in kucağına düşerken son bir kez daha konuşmaya çalıştım ama zordu.
Nefesimi doğru düzgün alamayışımı umursamadan. “ Ben seni son nefesimi verirken bile sevmekten vazgeçmeyeceğim.”
O an kulakları sağır edici derecede bir bağırış duyulduğunda gözlerim kararmıştı. Görüş açım tamamen karanlığa teslim olmuştu. O an kalbimi tutarak nefes nefese terler içerisinde sıçrayarak uyandım.
Kalbim yerinden çıkmak istercesine hızlı atıyordu. Kâbus. Kâbus mu görmüştüm? Yanıma dalgın bir şekilde baktım. Ozan yoktu. Elimi saçıma geçirdim. Her bir acı gerçek gibi canımı yakmıştı fakat sadece sanrıdan ibaretti. Elimi saçından çektim. Yatakta birkaç dakika oturup kâbusun etkisinden kurtulmayı bekledim. Sadece sanrıdan ibaret olan yaşadıklarım o anlık bana ölüm gibi gelmişti. Bir yandan Ozan’ın yanımda olmamasına sevinmiştim. Dünden beri morali bozuktu ve beni bu halde görmesini istemezdim. Gerçi, ne zaman kalkmıştı?
Ben seni son nefesimi verirken bile sevmekten vazgeçmeyeceğim. Rüyamda söylediğim cümle zihnimde yankılanışı tüylerini diken diken etti. O anki acı öyle bir gerçektir ki anlayamazsın. Canım hâlen yanıyordu. Ha ruhsal, ha fiziksel. O anki tim acılar bedeninin her zerresinde kendini öyle bir kaptırmıştı ki.
Elimi yanıma koydum. Yanımdaki komodine eğilip üzerindeki telefonumu aldım. Saat 09.01 yazısını gördüğümde heyecanla yerimden kıpırdandım. Bugün balo günüydü. Yarında bu şehirden gidişimiz. Bir anlık sevincim kursağında kalmıştı. İki dakika mutlu olalım dedik, hevesinizi kursağımızda bırakmışlardı. Yerimden homurdanarak kalktım. Yatağımın üzerini düzelttim. İlerleyip banyoda işimi hallettiğimde aşağıya indim. İndiğim gibi ayağıma takılan koli yüzünden yere kapaklanacağım sırada kendimi son anda toparlayıp yere düşmekten kurtulmuştum. Bu kutunun merdivenin son basamağında ne işi vardı böyle! Etrafa kısa bir bakış attım. Aslında sadece merdivenden kutu yoktu her yer neredeyse kurumlarla doluydu. Merdivenin son basamağını da indiğimde neredeyse çarpıp düşmeme neden olan kutuya ter ters bakışlar attım. Yürüdüğüm sırada kutuların ne in olduğunu çözmeye çalıştım.
Salonun girişinden başımı içeri uzatıp neler olduğunu baktım. Ama koridordan bir farkı yoktu. Tek fark... Her şey boşaltılmıştı. Koltuklar dışında hiçbir şey kalmamıştı salonda. Kafamda birden şimşekler çalmaya başladı. İzmir... Salona girdim. Ortasına kadar yürüdüğümde etrafıma baktım. Bebekliğimiz, çocukluğum, iyi ve kötü anlılarım belki başkasına söylesem inanmazsın ama hepsi gözlerimin önünde bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip gitti. Eskiden televizyonun olduğu ama şimdi yerinde kutulardan başka bir şey olmayan yere döndüm. Üç veya dört yaşlarında olduğuma yemin edebilirdim. Televizyonun önünde durup açılan haber bültenleri, çocuk filmlerine hayranlıkla bakıp annemlere konuşsam beni duyarlar mı? Diyordum. Tabii onların bana gülüp sonra konuşsan tabi ki de duyarlar deyişleri geldi gözümün önüne. Bu sevdiklerinden sonra beş yaşına kadar televizyondaki adamlarla konuşuyordum.
“ Ama o anki halin çok tatlıydı biliyor musun?” bir anda zihnimde yankılanan ses benle konuştuğunu sandım. Gerçi konuşuyordu da ama bu ses anneme aitti.
Başımı salonun girişinde duran anneme kaydı. Kendini kapıya yaslamış bana bakıyordu gülümseyerek. Şaşkınlıkla göz kırpıştırdım. “ Bebekken mi?” diye sordum. Başını aşağı yukarı salladı.
“ Sana o adamların senin her dediğini duyduğunu söylediğimiz de ilk başta korkmuştun. Ana sonra,” yüzündeki tebessüm derinleşti. “ her televizyon açıldığında konuşmaya başladın. O anki hallerin çok komik ve tatlıydı.” Gülümsedim. Her yer anılarım ile doluydu.
Tebessüm yavaşça sokarken annemin önünde durdum. Gözlerimde yalvarış akıyordu. “ Anne. Yalvarırım gitmeyelim.”
Bir an durdu. Yüzünde onunda gitmek istemediğini görmüştüm. O an içimde bir umut doğdu gitmeyeceğimize dair. Ama anında o umutta çöp olmuştu.
“ Üzgünüm. Her şey sizler için.”
Başını iki yana sallayıp salona arkasını dönüp yürüyeceği sırada kollarımı açıp sarıldım. Bizim için yaptıklarını biliyorduk. Annemde buradan gitmek istemiyordu belli ki. Onunda bizim gibi burada anıları, yaşantıları ardı. Ama çocuklarına olan sevgi her şeyden üstün basıyordu. Elleriyle ellerimi sıkıca tuttuğunda ününü dönüp sıkıca bana sarıldı. Başımı göğsüne yasladım.
" Ben özür dilerim."
" Ne için?"
" Bizleri taşınmak zorunda bıraktığım için." Birden katılaştığını hissettim. Benden ayrılıp her iki eliyle omuzlarımdan tutup bana baktı. Yüzünde kızgınlık akıyordu. A
" Bunu duymamış olayım Gece."
Başımı iki yana salladım. Boğazıma oturan yumru ağlamam için beni zorluyordu. Gözlerimi kapadım. " İsmim gibi karanlığı getiriyorum anne. Beladan başka bir şey değilim." Başımı yana çevirdim. Bunları söylediğimde ismimden nefret ettim. Beladan başka bir şey getirmiyordum umutsuzluktan başka bir şey getirmiyordum.
Omzumda hissettiğim baskı yavaş yavaş yok olurken gözlerimi araladım. Annem ağzı açık bir şekilde bana bakıyordu. Kaşları çatıldı. " Ben bu ismi sana anlamı gibi ol diye koymadım. Anlamının tam tersi olacağına emin olduğum için koydum. Her karanlık kötülük değildir Gece. Bazı karanlıklar en güvenli en huzurlu yerdir. Ben sana bakınca isminin tam tersini görüyorum Gece. Gülen yüzlü, neşeli, yardım sever, hayat dolu biri." Gözlerinden bir damla yanağına süzüldüğünde bir şey demek istedim. Ama diyemedim. Hızla yüzüne düşen göz yaşını sildi. Gözlerini gözlerime diktiğinde elini yanağıma yaklaştırıp okşadı. " Ben sana baktığımda huzurdan başka bir şey görmüyorum Gece." dedi. " Ve böyle kalmanı istiyorum."
Elini yanağımdan çektiğinde bana doğru son bir gülümseme ile bakmıştı. " Bugünkü baloya gidip eğlenmeyi unutma." Kederli bir şekilde nefes alıp verdiğinde arkasına dönüp gitti.
Anlamın tam tersi ol diye. Söyledikleri kulağımda yankılandı. Ve o an annemi ağlattığım için kendime lanet okudum. Derin nefesler alıp verdim. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyor. Daha doğrusu ağrıyordu. O an kendime söz verdim. İsmimin tam tersi olmaya devam edeceğime.
@emirayan

Saudade...
Beğeni 2.067 Yorum 708
@hayatdolugül➔@emirayan Adamın neden okul takımının kaptanı olduğu belli aq Sabah akşam çalışıyor
@gökaykaya➔@emirayan Abi baloya az kaldı. Yazlıkta halen ne işin var!
@fırataayıım➔@emirayan Bizde adamı okulda maç için bekliyoruz
@çağlagünay➔@emirayan Saudade ne demek??
@güneysarı➔@emirayan Burası asla gitmediği yazlıkları değil mi?
@cemalsancak➔@fırataayıım Fırat bir siktir git be
Elimdeki telefonu yatağın en uç kısmına fırlattım. Daha ismini koymadığım kediyi kucağıma aldım. Saudade. Aklıma takılan şey sadece buydu. Ne demek olduğunu hiç bilmediğim bir kelimeydi. Kedi kucağımdan çıkmak için çırpındığında birden kucağımdan atlayıp koşuşturdu. "Onca haftadan sonra böyle mi yani, he kedicik?" diye mırıldandım. Kapı aniden açıldığında içeri Ela girdi. Ne ara gelmişti ki?
“ Sen daha hazırlanmadın mı?” Girdiği gibi ağzım açık kalmıştı. Hazırdı bile. Müthiş gözüküyordu. Ama saat daha erken değil miydi?
Başımı her iki yana salladım “ Daha erken değil mi Ela?”
“ Kızım kafayı yedin galiba? Saatin kaç olduğunun farkında mısın?” Yatağın en köşesine fırlattığım telefonumu aldım. Saat 5.41 yazısını gördüğümde ağzım açık kaldı. Bu kadar olmuş muydu? “ Geç miymiş?” Dişlerimi dudağıma geçirdim. Değilmiş.
“ Değilmiş.”
“ Hadi hadi kalk. Allahtan gelmişim. Yoksa nay nay. Kızım sen neye daldın bu kadar ya anlamıyorum ki?” Neye mi dalmıştım? Doğru ya kimseye daha söyleyemediğim daha doğrusu bela dörtlüsünden başka kimseye söyleyemedim o şey.
Ela çantasını komodinin üzerine bıraktığında saçlarını arkaya attı. Gardırobuma ilerlediğine sürgüyü yana itip elbisemi eline aldı. “ Bir şeye daldığım falan yok.” Belli dercesine başını salladığında elbisemi üzerime fırlattı.
“ Belli belli. Hiçbir şeye dalmamışsın. Neyse oyalanma. Giyin gel hemen. Daha makyajın ile uğraşcaz.” İtiraz etmeden yatağımdan fırlayıp üzerimi giyinmek için elbisemi alıp ayağa kalktım.
Neredeyse bir saattir evden daha çıkamamıştık. Çünkü Ela hanım elbisemi giydiğimden beri makyajım ve saçım ile uğraşıyordu. Kuaföre gitmek istediğimi dile getirdiğimde de bir düzine fırça yemiştim. Erken olmadığı için geç kalacağımızı düşünerek hayır yanıtı almıştım kısacası. Bir kaç adım geri çekildiğinde bittiğini anlamıştım işinin. Yaklaşık yüzümdeki makyajı beş, on kez bozmuştu. Derin bir nefes alıp verdiğinde bende onun gibi derin bir nefes alıp verdim. Artık dik durmaktan boynum tutulmuştu. Ellerimi boynuma attığımda ovuşturdum.
“ Sonunda bitti.” Elimi tutup beni kaldırdığında söylendim kendi kendime. Beni boy aynasının önüne yerleştirdiğinde ağzım açık kaldı. “ Söylenmene değdi.”
Cidden değmişti onca saat uğraşması. Yüzümde sade denebilecek bir makyaj yapmıştı kendisi. Sade ve iddialı bir makyajdı. Yaptığı saç modeli oldukça şık ve zarif bir görünüm sunuyor. Yukarıda yoğun ve hacimli bir topuz yer alıyor; topuz, farklı yönlerdeki örgülerle oluşturulmuş ve bu da modele derinlik katıyordu. Saçın yanlarında, dalgalı birkaç tutam serbest bırakılmış, bu da yüzüme olukça yumuşak bir ifade veriyor. Renk olarak sarı tonlarında olan saçım modeli daha parlak ve canlı gösteriyordu. Kendimi baştan aşağıya süzdüm. Her şey uyum içinde olmuş birbirini tamamlıyordu. Gözlerim aynada Ela ile kesiştiğinde gülümsedim.
“ Çok güzel olmuşsun.” Arkama dönüp Ela’ya sarılacağım sırada durdum. Makyajım bozulursa ağzıma tükürürdü.
Sadece “ Teşekkürler.” Demekle yetindim çünkü başka diyecek kelime bulamıyordum.
Elime bir çanta tutuşturduğunda bunu ne ara aldığı unutmuştum. Aras’lar ile hep birlikte gittiğimiz gün almış olmam lazımdı elbise ile birlikte. Uzattığı çantayı aldım. Şimdi hazırdık. Saat 6.45 olmuştu. Şaka maka bir saattir hazırlanıyorduk. Daha doğrusu hazırlanıyordum. Çünkü ben zaman kavramını yitirmiştim sanki!? Ellerimi önümde birleştirirken iki tutamı elimle arkaya atım. Elimdeki telefonu son kez kontrol ettim. Ozandan halen hiçbir haber yoktu.
“Ozan ve Aras aşağıda bizi bekliyor.” Şaşkınlıkla Ela’ya döndüm. Çantasını tek koluna geçirdi. Ela ile Ozan konuşuyor muydu? Yoksa? “ Öyle bakma Gece. Dünkü olanlar...” gözlerini kaçırdı. Başını her iki yana salladı. “ Senin kardeşin, ikizin Ozan, Gece. O anki olanlar... Kafam karışık.”
“ Bence ikimizde birbirinizi seviyorsunuz.” Birden söylediğim şeyle kocaman gözlerini bana çevirdi. “hiç öyle bakma. Ozan’ın senin yanında bir ayrı gözleri parlıyor,”
“ Aynı senin Emir’in yanında gözlerinin parladığı gibi mi?”
Kaşlarını çattım. “Benim gözlerimin parladığı yok Emir’i görünce. Konuyu değiştirme.”
Omuz silkti. “ İster sen bu yaptığını konuyu değiştirmek de. Sen Emir’i seviyorsun.”
Arkamı dönüp makyaj madama ilerleyip dağınıklığı toparlamaya çalıştım. “ İkizimi üzme.” Elimdeki saç sabitleyiciyi açtığım çekmecenin içine attım.
“ Gece.” Dedi ismimin son harfini uzatarak bıkmış bir tavırla.
Elimde tuttuğum dudak kalemini sıktım. “ Bunu asla unutma Ela. Bazen imkansızlar hep imkansız kalır,” Gözlerimi Elaya çevirdim. O an içimdeki her şeyi anlamasını istedim. Konuşmadan içindekileri anlatmak istedim. “ değiştiremezsin.”
“ İmkansız değil. Sadece bir şey var. Seni engelleyen bir şey var ama,” konuşmasına devam edemeden arkadan bir korna sesi geldiğinde hemen arkamdaki camdan dışarı baktım.
Aras ile uzaktan göz göze geldiğimde saati işaret etti. “ Sanırım gitmemiz gerek.” Elimdeki kalemi hızla makyaj çantamın içine yolladım. Odanın kapısına ilerliyordum ki bir el kolumu kavradı. Önce koluma sonra kolumu tutan kişiye baktım.
“ Bundan kaçamazsın.”
“ Sende kaçamazsın.”
Başını umutsuzca iki yana salladı. Kolumu kolundan kurtardığımda aşağıya inen merdivenleri hızla indim. Dairenin kapısını açtım. Hemen çıktığımda arkamdan da Ela çıkmıştı. Apartmanın merdivenlerini yavaşça indim bu sefer. Buradan düşersem geberirdim. Merdivenleri bitirdiğimde apartman kapısını açıp dışarı çıktım. Dışarı çıktığım gibi esen rüzgar ateş gibi sıcak olan vücudumu baştan aşağıya titremesine neden olmuştu. Apartmanın garajına doğru ilerlediğimde arkamdan Ela’nım geldiğini var sayarak hızla Aras’ların arabasına doğru ilerledim. Araba görüş açıma girdiğinde ağzım açık kalmıştı. Ozan açık olan arabanın kapısına dayanıp başını gökyüzüne kaldırmıştı. Üzerinde tamamen siyah jilet gibi bir takım vardı. Aras’a kaydı bakışların bu sefer. Ozan gibi açık olan kapının arkasında durmuş bir elini içerideki direksiyona tutuyordu. Kendisi de Ozan gibi siyah bir takım giyinmişti. O an her şeyin karmaşıklığı içinde bir nefes alıp kendimi toparlamaya çalıştım. Aras ve Ozan arasındaki tek fark; Ozan takımının üzerine papyon takarken, Aras kravat takıyor oluşuydu. Ama her ikisinde ayrı bir hava katmıştı bu detaylar. Aras’ın yerde olan bakışları ileri odaklandığı da bir sarsılma yaşandı. Ben ilerlemeye devam ederken bir an arabanın içine doğru sendeleyeceği sırada durmayı başarmış ama başarmanın ardından tiz bir korna sesi yükselmişti. Ozan korkuyla daldığı derin düşüncelerden sıçrayarak sürücü koltuğu tarafında olan Aras’a mal mısın? Bakışı attığında Aras tabi ki bunların hiçbirini görmemişti. Ozan, Aras’a olan bakışlarını ayırıp onun baktığı yöne baktığında ilk önce beni sonra ise arkamdan gelen kişide bakışları uzun bir süre takılı kalmıştı. Arkamda olan kişi de Ela’ydı.
Arabanın önünde geldiğimde durdum. “Biraz daha öyle durmaya kalkışırsanız sanırım geç kalacağız.”
Aras hızla toparlanıp şoför koltuğuna geçti. Kapıyı arkasından sert bir şekilde kapattı. Gözlerim Ozan’a kaydı. Hâlen Ela’ya bakıyordu. Bir an endişelendim kalpten gitti diye ama sonra dudağının kenarının hafif yukarıya doğru kıvrıldığını gördüğümde bu düşüncemden ışık hızıyla vazgeçtim. Kesinlikle kalpten gitmemişti. Büyülenmişti. Ela yanıma gelip omzuma dokunduğunda koluna girip arka koltuğa yerleştik. Ozan da o sıra hemen kendini toparlayıp Aras’ın yanına geçmişti. Herkes yerleştiğinde araba ne ilerledi ne de kimse bu konuda bir şey söyledi. Öylece kısa bir süre diyebileceğimiz bir zaman aralığında herkes her ne sindirmeye çalışıyorsa onu sindirmeye çalıştı. Benim ise kalbim yerinden çıkacak gibi hızlı atıyordu. Baloda Emir ile dans edeceğim mantığı hâlen bana ters gelişi kalbimi acımasına neden oluyordu. Onca şeye rağmen hiçbir şey olmamış gibi dans mı edecektik yani? Bundan memnun gibiydim ama? Derin bir nefes aldım. Ama bir yandan da o ters algıyı söküp atacak mantığımı yerle bir edecek bir lanet olası kalbim vardı. Dün olanların hiçbirini sindirmiş değildim. Olanlar, bana söylenenler ve bilmediğim kendi aralarındaki sırlar. Hepsi bir anda olmuştu. Hiç beklemediğim bir anda algılarımı yok edecek, mantığımı değil kalbimi dinlememe sebep olan lanet olası duygularımdan başka bir şey değildi. Bildiğim tek bir şey vardı belki de ; O da şu canımı her defasında yakmayı başaran kalbimi susturmanın bir yolu yoktu.
“Sanırım böyle durmaya devam edeceğiz.” Ozan’a bakmayı bile düşünmeden dışarı baktım.
“Sanırım böyle durmaya devam edeceğiz.” Ozan’a bakmayı bile düşünmeden dışarı baktım.
“Sanırım bu balo her şey için bir başlangıç olacak.” Aras’ın dediğinin tam tersi çıktı dudaklarımın arasından birden.
“Veya her şeyin son buluşu?” Sözlerim bir anlığına ortalığı bıçak kesmesine neden olurken Aras konuşmasına devam ettiğinde dışarıda olan bakışlarımı içeriye çevirdim.
“Tabii. Buda ihtimaller dahilinde.” Arabanın kontağını çalıştırdığında garajdan çıktı.
Yol boyunca kimseden ses çıkmadı. Sanki herkes içinde bir şeyler tartıştı ama kimse dile getirmedi. Tabi ki de bende. Gözlerimin odağını çaktırmadan Ela ile Ozan arasında gidip getirdim. Sanırım imkansız aşkı anlatın? denseydi ilk olarak bizim aileyi örnek gösterirlerdi. Annem ve babamda aynı bizim gibiydi. Aşklarını ne anneanneme ve dedem nede babaannem ve dedem kabul etmiştiler. Annemlere veya anne tarafıma, baba tarafıma sorduğumda gülerlerdi cevap vermezlerdi. İkizim ise şu anda bir bilinmezliğin içindeydi. Ne Ela bir adım atıyor, nede Ozan sesini çıkartıyordu. Kendimi hiç söylememe gerek yok sanırım. Bir boşlukta yapayalnızdım. Ne bir şey biliyor diye bilirdim, ne de bilmiyorum. Ne canım yanıyor diyebilirdim, nede yanmıyor. Ama tek bir şey söyleye bilirim belki. Biz imkansız olan her şeyin vücut bulmuş haliydik.
Araba kısa bir süre sonra balonun olacağı salona geldiğinde Aras bizi salonun girişinde bırakırken kendisi de arabayı bir yere park etmeye gitmişti ikizimle birlikte. Sesler şimdiden dışarı kadar çıkıyordu. Daha başlamamıştı belki ama ön hazırlıklar tekrarlanıyor olabilirdi. Veya... Kolumdaki saate baktım. Başlamış bile olabilirdi.
“ Ah! Sanırım hazır değilim.” Dedi Ela bu duyduğu gürültülü ses yüzünden mi böyle demişti? Yoksa Ozan partneri oldu diye mi? Sanırım ben ikinci seçeneği seçecektir.
Göz devirme engel olamadığı da Ela’nın koluma girdim. Ela’nın kendi içinde onu çekiştirip balo alanına sürüklediğimde kendi kendine söylense de bu saatten sonra pek bir şey değişeceğini sanmıyorum. Binanın girişinden içeri girildiğinde dünyamıza neden olundu. İsminiz alındıktan sonra her birimizin eline masa numaraları verilmişti. Şaşkınlıkla elime tutuşturulan numaranın yazılı olduğu karta baktım. 19. Bize bu numaralar bahsedilmemişti ki ama? Size Aras’ların okulunun olacağı da bahsedilmemişti Gece. İç sesime içten içe hak verdim. Kim bilir daha bizi neler bekliyordu. Her ikimizde verilen kartları aldıktan sonra yukarı çıkan merdivenlerden çıktık. Ela elimdeki karta tiksindirici bakışlarını yollarken konuşmaya koyuldu.
“ 33 nedir? Sorabilir miyim acaba? 33 nedir?” dudak büzerek kendi kartımın yüzünü gösterdim. Bende olan rakamı gördüğünde ise gözleri büyüdü. “ Ne yani! Şimdi biz ayrı mı olacağız!? Ozan ile tek mi olacağım ben!?” Ela sinirle topluluklarını merdiven basamaklarına daha sertçe vurarak çıkmaya devam etti.
Yalandan dudak büzdüm. Merdivenlerden çıkmaya devam ederken bir yandan da Ela’ya bakarak. “ Maalesef. Ama o masalarda illaki durmak zorunda değiliz ya?" Gözlerini kısarak bana baktığında gülmek için kendimi zor tuttum. Ah! Kesinlikle eğlenceli olacaktı onlar için. Dur bir dakika. Şimdi o zaman bende mi?... Şimdi o zaman bende mi onla tek... Lan! İçten bile konuşamıyorsun! Sinirlerimi de artık bozuyorsun! At şunu çocuğu kafandan. Şimdi o zaman bende mi Emir ile tek kalacaktım?! İç sesime aldırmadan Ela ile yürümeye devam ettik ardı sıra ilerlerken her ikimizin de topuklularının sesleri birbirine karışıyordu. Tam basamaklara yönelik bir adım daha atacağımız sırada arkamızda iki kişinin daha varlığını hissettik Ela ile aynanda. Tanıdık iki hissiyat kim olduklarını bilmemiz için bir ipucuya veya ne bileyim görmemize gerek yoktu. Çünkü her ikisi de sanki arkamızda bize güven sağlıyorlardı. Tek sıkındı ise arkamızdaki şahısların daha çok özgüvene sahip olmaları gerektiğiydi. Çünkü bu iki kişi Ozan ve Aras dan başka kimse değildi.
Ellerimi birbirine geçirip yürümeye devam ettiğimizde bir yandan da iç içe geçirdiğim ellerimi sıkıyordum. Ela ile öncen gittiğimiz için salonun girişini hemen görmüştük. Balo salonunun girişinin hemen önünde durdum. Diğerleri de benim gibi durmuştular.
Hazır değildim. Onu görmeye. Onla konuşmaya. Belki... Belki o da beni görmemek için gelmemişti. Belki benle yüz yüze gelmek bile istemiyordu. “Geri gitmek istiyorum.”
“Saçmalama. Daha az önce bana gülüyordun.” Ela’ya baktım.
“Sende benle gel o zaman. Çünkü ben bu baloya hazır değilim.” Dedim, stresle. Kesinlikle değildim. Sabahki heyecanım sadece bir korkuya dönüşmüştü.
“Şimdi hazır değilsen bir daha hiç hazır olmayacaksın ikizim.” Ozan’ın bu cümlesinde kattığı mana beni daha da strese sokmuştu. Ama bir yandan da stresimi korkumu azaltmıştı. Bugün sondu. Bir daha burada olmayacaktım. Bir daha burada göreceğim hiçbir arkadaşımı görmeyecektim. Ama...
“Gece.” Başımı Ozan’ın yanındaki Aras’a çevirdim. Başını her iki yana salladı bıkkın bir tavırla. Sonra ise anlamadığım bir şekilde Ozan’a gözleriyle bir şey işaret ettiğinde her ikisinin de koluma girip beni kaldırmaları da bir olmuştu. Kaldırdıkları gibi ağzımda bir çığlık koparken yandan kıkırdadıklarını gördüm. Ela yandan büyük bir sırıtışla beni içeri her iki koluma girip havaya kaldırmış bir şekilde -havada yürütürcesine içeri götürdüklerinde- kılımı dahi kıpırdatmadım bu sefer.
Onlarda bu sakinliğimi fırsat bilip sakince beni yere bırakmadan masama doğru ilerlettiler. Bakışların bizde olduğunu biliyordum. Ama o yargılayıcı bakışların hiçbirini umursamadık. Belki de bunu yapmamaları lazımdı. Nede olsa Milli Eğitim Bakanlığından birkaç bakan gelecekti. Ve sanırım bu davranışı hiç karşılamayacaktırlar. Kalabalığın arasında 19 numaralı masayı ararken en sonunda bulmuşlardı. Masanın önüne beni getirdiklerinde gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Aynı şekilde Ozan ve Aras’ında gözlerinin şaşkınlıkla açıldığını fark etmiştim ki 19 numaralı masamızda ayakta duran Toprak ve Pırıl galiba beni bugün en çok şaşırtanların arasındaydı. Tabi ki de bizim şaşırdığımız kadar Toprak ve Pırıl da şaşırmıştı. Ama benim daha çok şaşırdığım şey; Toprak’ın haliydi. Yüzü gözü dağınık. Dudağı ve kaşı patlamıştı. Eli... Eli alçıya alınmıştı. Göz çevresinde hafif morluklar vardı. Kapatılmaya çalışıldığı belliydi ama kapatıcılarla. Büyük ihtimalle Pırıl yapmıştı. Ama ne olmuştu? Kim Toprak’ı bu hale getirmişti? Alında bir bakıma da umurum da değildi. Hatta bir tarafımda delicesine bir mutluluk oluşmuştu. Durdum. Şöyle ufak bir acıma, vicdan hissi aradım ama yoktu. Bana yaptığı şeyler aklıma geldiğinde vicdan gibi bir duygu da olmayacaktı.
Ara ve Ozan yavaşça kollarımdan ayrıldığında yanımdaki Ozan’dan hırıltılı bir ses işittim. Büyük ihtimalle okul günü bana yaptıkları gelmişti aklına. Tükürürcesine “Ne işin var senin burada?” dedi. Başımı Ozan’a çevirdiğimde her an Toprak’ın üzerine atlayacakmış gibi bir hali vardı.
Güldü. Gülerken ki yüz ifadesi midemi bulandırdı. Konuşurken o gülüşü yavaş yavaş solup vahşeti anımsattı. “Sanırım hepimiz bu baloya davetliyiz değil mi?” Her birimizin yüzüne aşağılayıcı bir şekilde baktı. “Sanırım evet. Ne yazık birbirimizin yüzünüze bakmak zorunda kalacağız.”
Sırıttım yüzümü buruşturarak. “Ne yazık aynı bizde senin gibi bir durumdayız.” İlk önce Toprak’ın yanındaki Pırıl’ın yüzüne baktım. Ama onun zaten bana baktığını görünce sekteye uğradım. Ama belli etmedim. Pırılda olan bakışlarımı tekrar Toprak’a çevirdim. “Sizlerin yüzlerinize bakmak zorunda kalacağız.”
Bir süre sessizlik oluştuğunda herkes birbirinin yüzüne baktı. İki ihtimal vardı. Ya burası onların asıl yeri değil ve bir yanlış anlaşılma vardı. Ya da daha ne olabilir ki dediğim için Allah beni bozgunluğa uğratıyor. Durdum baş boş önümdeki ikiliye baktım. Sanırım kesinlikle ikinci seçenekti.
“Burada durup bakışacak mıyız? Eğer bakışmaya devam edersek dalacağım çünkü birilerine.” Ozan’a cevap kimse vermeden direkmen Toprak atıldı.
Sinirle Ozan’a doğru bir adım attığında Ozan’da aynı şekilde Toprak’a doğru bir adım attı. “Kime dalıyorsun lan sen!? Kendini bir şey sandın sanırım Emir ve diğerleri olunca?!” Dedi. Bakışları bir an bana kayınca içimde bir ürperti belirdi. Sırıttı. Sonra Ozan’a dönerek tükürürcesine konuştu. “Gerçi artık Emir’in neyine güveniyorsan. Nede olsa ablanla ayrıldı değil mi?” Sorgularcasına Ozan’a bakıyor, ikizimin sabrını sınıyordu ve başarıyordu da. Kaşlarımı çatarak Toprak’a baktım. Kalbim hızlı atışı her şeyi zorlaştırdığı gibi batırmak içinde elinden geleni yapacak gibiydi. Sakin ol Gece. Bunu sınırlı kişilerden başka daha kimse bilmiyor. Bilmemesi bir şey değiştiriyor muydu peki? Sevgili miydik? Kendi kendime içimden sorduğum soruya kendi kendime yine içimden cevap verdim. Hayır. Hiçbir şey değiştirmeyecekti. Biz sevgili değildik. Dişlerimi sıktığımı sonradan fark ettim. Kimse ikizime kafa tutamazdı.
“Şerefini siktiğim!” Ozan bir adım daha atıp tam mesafeyi kapatıp Toprak’ın yakasına yapışacakken korkuyla bir adım öne doğru attım ama Aras onu göğsünden geri ittiğinde sertçe geri yerime sindim.
Aras, Ozan’ın omzunu sıktığında kolunu onun omzuna attı. “Bir piçin sözleri yüzünden başına dert almaya değmez koçum.” Toprak’a bakmaya bile tenezzül etmedi. “ Battıkça birinin canını yakmaya çalışıyor.”
“Bence haddinizi aşıyorsunuz.” İlk defa konuşan Pırıl’a baktık hepimiz. Her iki elini göğsünde bağlamış kendinden fazla emin bir şekilde dördümüze bakıyordu.
“Asıl haddin ne demek olduğunu sana şurada göstermek isterdim de dua et ki buna ne terbiyem nede ortam müsaade ediyor.” Dedim Pırıl’a olan nefret dolu bakışlarımı yollarken. Kesinlikle bir şeytandı. Bunu ne kadar demek istemesem de Çağla’dan daha şeytan.
Güldü. Güldüğünde ise sinirlerim alt üst oldu. Toprak’ın yanından ayrılıp sadece aramızda bulunan geniş masayı birkaç adımla kapatırken bana baktı. Toprak ve diğerleri ise şaşkınlıkla ne yapığına baktı. Ben ise yerimden zerre kıpırdamadım. Gözünde sadece bir şey gördüm; Nefret.
Şaşırtıcı değildi. Böyle birinden boş nefretten boş kinden başka bir şey beklemiyordum. Sevgilisi olmasına rağmen, benim Emir ile sevgili olduğumu bildiğii halde benim Emir ile sevgili olmamı yedirmiyordu. Emir’in ise tam olarak istediği buydu belki de. Bana hiçbir zaman tam olarak gerçekleri anlatmamıştı. Ama belki de Pırıl’ın böyle biri olduğunu biliyordu ve aynı acıyı hem Toprak ile düşman olduğu için hem de Emir’i aşaladığı için bu acıyı yaşatmak istiyordu. Dediğim gibi bilemiyorum. Bu benim kendimi avutma şeklimdi belki de. Sadece kendimi avutuyordum belki de. Toprak başımdan aşağı su döktüğü anki hali... Ben öğrendiğim şeylerden sonra affetsem de içimde bir yerlerde hiç affetmeyecektim. Bunu çok iyi biliyordum.
Sesimi çıkarmadan Pırıl’a baktım tüm ifadesizliğim ile. Söz vermiştim. Bir daha herhangi bir konuda bir şey olmayacaktı, Bu son günü batırmayacaktım. Dişlerimi kırışana kadar sıktım. Bugün balo günüydü ve anneme eğleneceğim dedim. Onun dışında bugün son günümdü ve ben başıma bela almayacaktım. Zaten başımıza hep bela aldığımız için gidiyoruz Gece. “Göstersene şu an, şu dakika. Bak cidden çok merak ettim. Haddimi nasıl göstereceğini. Ah dur sen göstermeden ben bir tahminde bulunayım.” Dediğinde son dediğini sadece ben duyabilmiştim. Kulağıma eğildiğinde yerimden kıpırdamamak için kendime söz verdim. Çünkü şu anda şeytanın bana dediği tek şey. Şu kızın saçından tutup arkasındaki masaya gömmekti! Evet. Evet tam olarak buydu. “Yapamayacaksın. Çünkü sen sevgilimin dediği gibi; Emir olmadan bir hiçsin. Bir kedi yavrusundan farkın yok. Yardıma muhtaç sürtükten farksızsın. Fırsatçının tekisin benim ayrıldığımı duyduğun an direkten Emir’in kucağına atladın.” Sırıtışı tüm yüzünü yayılırken benden bir adım uzaklaştı. Dişlerimi sıktım. Sürtük mii demişti o ban?! Ben bu kızı yolardım! Demek ki tek nedeni buydu ama. Tek derdi buydu. Tek sorunu buydu.
Aramıza koyduğu adımı ben kapadım bir adım atarak. İçim öyle bir şeye gömülmüştü ki şu anda bunu Pırıl’ın yüzünde görmek beni şaşırtmamıştı. Güldüm. Ama bu ne sevecen bir gülüştü nede nefret. Aşağılayıcı alaycı bir gülüş sunmuştum. “Bana bak Pırıl,” dedim. Sesim daha katı bir hal alırken gözüm dönüyordu. Dediğim gibi bana baktığında yüzündeki yüzsüzlüğü bir kez daha görmüştüm. Tam o an anlamıştım. Hayır Toprak’ı seviyordu. Ama Emir’i de seviyordu. Bu düşünce gözümün kararmasına sebep olurken derin bir nefes aldım. Sakin olmalıydım. Aynı bana yaptığı gibi kulağına eğildiğinde sadece onun duya bileceği bir şekilde. “Ben en azından aşka olan sadakatin ne demek olduğunu biliyorum Pırıl. Ama sen,” yüzümü buruşturdum. “Bile bile sevdiğin kişiyi düşmanın ile aldatarak kadar yüzsüzsün. Hem,” güldüm kendi kendime. “bir adamın -ayrıldığın eski sevgilinin- sevgilisi olduğunu bildiğin halde peşinde koşmayı çok iyi biliyorsun ya. Kim fırsatçı, kim sürtük şimdi bir düşün. Çünkü ben olanların hepsini biliyorum.” Yüzüme kondurduğum zoraki tebessüm kendini belli ederken Pırıl dan ayrıldım. Bir adım kadar geriye gittiğimde elini sıktığını gördüm. Sinirlenmişti. Susmam dediklerini haklı çıkarmazdı. Susmam haksızlığımdan değil çok şey bildiğimdendi!
Birden sinirden eli havaya kalktığında anında bir el daha görüş açıma girdi ben daha bir tepki veremeden havada tuttu. Şaşkınlıkla o elin sahibine baktığımda içim titredi. Eli havada kalan Pırıl şaşkınlıkla yanımda duran kişiye baktığında gözleri kocaman açıldı. “ Bir daha o elin benim için değerli olanlara kalkarsa olanların sorumlusu ben değilim.”
Bölüm sınırlar dolmadan gelmiyecek unutmayın
Umarım severek okumuşsunuzdur.
Bölümü nasıl buldunuz?
Gece VE Ela arasındaki diyologlar nasıldı? Sizce kim haklıydı?
Peki Ozan ve Aras bizimkileri gördüklerindeki hali dfghgfdsfg
Bu arada Gece halen kediye bir isim koyamadığını fark ettiniz mi? Sizce kedinin ismi ne olabilir?
Diğer bölümde görüşmek üzere.
DOĞRU YA DİĞER BÖLÜM FİNAL!
Seviliyorsunuuuuuuz...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 226.87k Okunma |
14.8k Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |