5. Bölüm

3. Bölüm

The_Older
the_older

Öncelikleee yeni bölümleeee yineee sizlerleyim. Umarım seversiniz.

Benim içime sinmedi doğrusu ama artık bir bölüm daha atma vakti geldi dedim.

Oy sınırı 40 yorum sınırsıııız ama 100'ü geçsin lütfeeen çok geç atıyorum. Yorum sınırını geçin ama oy sınırını geçmeyin ki bölüm atmayayım lütfeeen sdfgdfgbvfb 6bini geçkin kelime var.

BOL BOL YORUM YAPIN

Neyse sizi olmayayım. Seveceğiniz bir bölüm olması dileği ile seviliyorsuuunuuuuz.

 

Bölüm şarkısı: Gülseren Tatlıpınar - İlk Akşamdan Yüklediler Göçümü

Bazen hava tanıdık bir gün gibi kokuyor. Hangi gün olduğunu bilmiyorsun, ama hatırlıyorsun.

Duygu, nedir ki? İnsanın yarattığı bir kalıp mı, yoksa içimizde büyüyüp bizi şekillendiren, gerçek benliğimizin kendisi mi?

Bir buçuk yıla kadar bu soru bana sorulsaydı duygunun; insanın yarattığı bir ifade, kalıp der geçerdim. Ama şimdi anlıyordum ki değildi. Duygu insanların kendilerinde inanmadıkları duygulara bağlayıp kaçtıkları, aslında içimizde var olan, insanın içinde her an an sızın büyüyen, insanı yönlendiren bir diğer yarımızdı.

İnsan duygularını yönlendiremezdi. İnsan duygularının esiri olurdu. İnsan duygularına yenik düşerdi. Halk arasında şöyle bir terim vardır ya hani ‘İnsanı insan yapan duygularıdır.’ Evet. İnsanı insan yapan duygularıydı. Terim veya eskiden benim düşündüğüm gibi bir kalıp değildi.

Elimdeki kovayı yere bıraktığımda, bezi de hiç düşünmeden köşeye fırlattım. Leke çıkmıyordu işte! Çıkmıyordu! Al yine çıkmamıştı. Anlımda biriken terleri elimin tersiyle sildiğimde kendimi rahat mı rahat koltuğa bıraktım.

Lanet geleydi yani. Lanet geleydi. Ben şu lanet olası tabloyu aldığımdan beri annem ve babam içimden geçiyordu. Ciddi manada içimden geçiyorlardı. Bana ne kadar karışmasalar da aldıklarıma veya düşüncelerime dahi karışmasalar bana destek çıksalar bile aldığım tablonun fiyatını öğrendiklerinde pek güzel karşılandığım konusunda şüpheliyim.

“Kalk, kalk, kalk! Oturmak yok. O camların cam olduğunu anlayamayacağımız kadar temiz yapacaksın. Cam olduğunu anlamayıp Necat abi oradan çıkmaya çalışacak o derce.”

Gözlerim dehşet içinde aralandı, Başımı kaldırıp anneme baktım. Karşımda dikilmiş, kollarını birbirine bağlamış bir vaziyette duruyordu. Ciddi olamazdı değil mi? Pes ederek başımı tamamen arkama bıraktım. Necat abi o camı farketmeyecek ha? Şaka mı bu ya?

Kollarımı kaldırmaya mecalim yokken son gücümü kullanarak her iki kolumu kaldırarak ‘teslim oluyorum’ dercesine havada zorla tuttuktan sonra geri her iki yanıma düştü. Kaç saat olmuştu burayı aralıksız silmeye başladığımdan beri? Bir mi? İki mi?

Üç buçuk saati geride bıraktık. Dördüncü saatimize giriş yaptık. Dört saat mi! Onu bunu bilmiyorum ama akşam olmuştu neredeyse.

“Koleksiyon yaptığımı biliyorsun anne. Ne bu tepki? Yani benim param ile aldığım birş-” Kafama yiyeceğim terliği annem eğilerek ayağından alacağı sırada gelecek olanı anlayıp koşarak salondan uzaklaştım ve dışarı çıktım.

Kapıyı arkamdan sıkıca kapattığımda kapıdan ‘pat’ diye bir ses gelmişti. Annem terliği fırlatmıştı bile. Fırlattığına göre ise gelmezdi artık arkamdan.

Derin bir nefes alıp kapıya arkamı döndüm. Kendi evimde bile rahat yoktu.

Yukarıya baktım. Güneş öyle bir parlıyordu ki insanın gözlerini kamaştırıyordu. Buda saatin öğlen olduğunu gösteriyor gibiydi. Bir adım attım sonra ise bir adım daha. Sonra ise bir tane daha adım. Evi arkamda bırakırken bahçede ilerledim.

Bir hafta olmuştu şu lanet olası tabloyu aldığımdan bu yana. Bir hafta. Bir hafta, bir gün geçmişti. Annem ve babamın bu fiyatı nasıl öğrendiklerine dair de hiçbir fikrim yoktu. Bora aldığımı dağir bilmiyordu. Yani o söylemiş olması imkansızdı. Arkasında etiketi de olmadığına göre.

Babamın tepkisi pek yüksek olmamıştı annemin aksine. Yaptığım her bir şeyde bir mantık ile yaptığımı biliyordu. Bunu da biliyordu ki bir mantık ile aldığımı ve hiç sorgulamamıştı. Bu huyunu seviyordum babamın. Asker bir diğer askerin dilinden anlardı. Ama ben bunu bir mantık ile almamıştım.

Yutkundum. Adımlarımı yavaşlatıp evin arkasında ilerledim.

“Görev emredildiği gibi. Söylenen ekip sahaya çıkacak. Aksi söz konusu bile değil.” Korkuyla hemen kendimi geri atarak duvarın arkasına sırtımı yasladım. “ İşim var. Hallettiğim an iletişime geçeceğim.” Kaşlarımı çattım. Babam emekliliğe ayrılmamış mıydı?

Başımı duvardan uzatarak kim ile konuştuğunu anlamaya çalıştığım sırada buraya baktığında kendimi hızla her iki yanımda olan ellerimi duvara baskı yapıp, geri çekip duvara olabildiğince gömdüm. Babam bir işler çeviriyordu.

Dediklerine kulak kabarttım. “Yarın akşam.” Dedi abam. Sesi bir öncekine göre daha kısıktı. “Yarın akşam olacağını düşündüğümüz büyük toplantı da olacaklar. Onlar oraya davetli olarak gidecekler.” Yerin ismini söylediğinde telefonu kulağından çekti ve anlını kolunun tersi ile sildiğini gördüm. Tekrar kulağına koyduğunda omuzlarını dikleştirdi. “Evet. Hüseyni canlı yada cansız.”

Hüseyni. Kaşlarımı çattığımda daha fazla dikkat çekmemek için arkamı dönüp geri eve doğru ilerledim. Omar Hüseyni. Bir buçuk yıl önce o uçakta ölü bulunan teröristin abisiydi bu. Yıllardır peşinde olduğum it o günden sonra etrafta kaybolduğu söyleniyordu. Demek ki öyle bir şey yokmuş. Kaybolmamıştı. Bir an kollamıştı. O ana kadarda saklanmıştı demek ki. Şimdi ise ortaya çıkmıştı. Ve her neyin peşinde düşecek ise hiç iyi bir şeyin peşine düşmeyeceği konusunda bahsetmek bile istemiyordum.

Kaşlarım çatılma evrelerinden çatılma evrelerine geçerken elinde silahı ile oynayan Necat abiyi görünce gözlerimi kırpıştırdım.

Adımlarımı Necat abiye doğru çevirdim. Babam ile sonra ilgilenirdim. Ne ile uğraştığını bulacaktım. En azından uzaktan. Şimdi canın tehlikedeydi.

Sessiz adımlar atarak necat abinin arkasından ona yaklaştığımda birden koşarak omzunu sıkıp vurdum.

Necat abi bir an korkuyla hızla bana dönüp silahını tam anlıma tuttuğunda şaşkınlıkla her iki elimi havaya kaldırdım. “Abii!” gülümsemeye çalıştım.

“Sen delirdim mi!” Elini alnına atıp başını iki yana salladı. “Senin alnına şu silahı kaç kere dayadığımı saymayı bıraktım artık farkında mısın?”

“Elli yedi.”

Aval aval baktı. “ Ne elli yedisi?” derken silahın namlusu halen anlımdaydı ve benim ellerimde aynı şekilde havadaydı. Namluya bakarken de gözlerim şaşı olmuştu.

“Şu silahı anlıma elli yedi kez dayadın. Buda elli sekizinci.” Gözlerim ile silahı işaret ettiğimde ellerimi aşağı indirdim.

Gözlerini kıstığında namluyu anlımdan çekti. “Demek ki elli sekiz kez böyle yaklaşmak gibi bir hata yapmışsın.” Silahı arka beline taktı. Kollarını birbirine geçirerek tek kaşını kaldırarak bana baktı.

O sırada yaka cebinden parlamenter kutusunu çıkartıp içinden bir dal aldı. Dalı dudaklarının arasına yerleştirdiğinde çakmağı çıkartıp ucunu yaktı. İçine doğru derin bir nefes çektiğinde dumanı geri yukarıya doğru bıraktı. Bana baktı. Benim gözlerimi kırpıştırarak onu izlediğimi gördüğünde, “Tamam söyle. Yine ne istiyorsun?” dedi.

“Şey,” Böyle mi düşünüyordu yani? Hem ne alakaydı? Ben her böyle davrandığımda bir şey mi istiyordum ondan sanki? Ellerimi arkamda birleştirdiğimde masum masum baktım. “bir şey istemeyecektim ki. Hem ben sanki her yanına geldiğimde senden bir şey istiyorum abi. Hakkımı yiyorsun.” Dedim.

Sigarayı parmaklarının arasına aldı. “Tamam o zaman. Madem ihtiyacın yok bana. Benim işlerim var. O zaman onlar ile uğraşayım biraz.”

Arkasını dönüp eve ilerledi. Adımları yavaştı. Buda benim ondan bir şey isteyeceğimden emin olduğunu ve gurur yapıp söylemediğimi bildiği anlamına geliyordu. Adımlarının yavaş olması da benim bir şey söylememi bekliyor oluşuydu. Bu yüzden sustum. Az önce onun yaptığı gibi kollarımı iki yanımda bağlayıp onu izledim. Gurur yapıyordum aslında bir yandan bakınca ya ben şu anda.

Bir adım attı. Sigarasından bir kez daha derin bir nefes çekti ve tekrar bir adım attı. Sigarayı yanında tuttu. Evin önüne geldiğinde ise durdu. Başını aşağıya eğip elindeki bitmek üzere olan sigarasına baktı. Sigarasından bu sefer daha derin bir nefes çekip bitirdiğinde yere atıp ayağı ile ezdi.

Önünü bana döndü. Yüzümde bir sırıtış belirmese de içimde büyük bir kahkaha attım o anda. “Tamam. Lanet olsun. Ne istiyorsun söyle?” Dudaklarımı ısırdım. Ağzımı açıp konuşuyordum ki işaret parmağını kaldırıp bana doğrulttu. “Diyeceğin şeyle alakalı bir şey demeyip güldüğün an yemin ederim seni vururum.”

Yutkundum. Vurur muydu ki bu şimdi? Vururdu. Net bir cevap verme sende olurdu.

Başımı iki yana salladım. “Tamam demeyeceğim bir şey.” dedim. ‘Dediğin gibi olsun bakalım’ dercesine başını eğip bana doğru geri adımladı. Önümde durduğunda konuşamaya devam ettim. “Abi bir şey diyeceğim ama kızma.” Başını aşağı yukarı salladı. “Su bizim salonun cam girişi var ya hani?” dedim.

“Hıhı.” dedi.

“O cam kapıya çarpar mısın?” dedim ellerimi önümde birleştirerek.

Öyle bir bakış attı ki bana o an sanki bir deliye bakıyormuşcasınaydı bu bakışı. “Nasıl çarpmak?”

Omuz silktim bir yandan dudak büzerek. “Bildiğin çarpmak işte. ‘Pat’mdiyer bodoslama dalmak?” diye açıkladı bide.

“Kardeşim kafayı yediğini biliyordum da bu kadarı olduğunu bilmiyordum.” Gülümsedim. Başımı yana yatırıp göz kırpıştırdım. Kafasına bir şey ‘dang’ etmiş gibi gözleri kocaman olmuş bir şekilde bana baktı. “Ne yaptın? Bu sefer ne yaptın? Bu sefer hangi kuralı çiğnedin? Bu sefer nerelere düştün? Bu sefer kimin kafasını kırdın?”

“Ya bana diyorsun ama yine beni suçluyorsun. Hem ben bir şey yapmadım ki. Bir münazaradan bir şey aldım.” Dedim.

Kaşlarını çattı. “Ne aldın?”

“Tablo.”

Tek kaşını kaldırıp. “Ne kadar bir mevlaya aldın acaba?” Dedi.

“Neden herkes bunu sorup duruyor ya?!”

Omuz silkti. “Bilemiyorum. Belki mal olduğun içindir,” eliyle parmaklarını kısarak. “ birazcık.” Dedi.

Göz devirdim. “Şimdi bu dediğin şeyin benim dediğim şey ile ne alakası olduğunu söyle?” kollarımı iç içe geçirdim ve kendi etrafımda yürümeye başladım.

Hırıltılı bir nefes verdi. Etrafımda dönmeyi bırakıp ona baktım. Necat abi ise etrafına kısa bir bakış attı düşünüyormuşcasına. “Tamam. Ama,” eliyle bir işareti yaptı bana doğru dönerken. “Bir şartım var.” Hızla başımı aşağı yukarı salladım. Başka bir çarem yoktu. Konu anne ise o terlik den ben bile kaçamazdım. Ne olduğunuz veya kim olduğunuz hiçbir şey değiştirmiyordu.

“Ney?”

“Bana dürümcüye gidip, dürüm alacaksın.”

Gözlerimi kıpıştırdım. “Ciddi misin?” Bu muydu yani istediği şey? Elimi burun kemerine götürüp sıktım. “Dürümünü kendin de alabilirsin? Neden ben alayım?”

Omuzlarını gerdiğinde ise, “Kabul ediyor musun etmiyor musun?” Dedi. “Eğer etmiyorsan ki etmiyormuşsun gibi bir ifade var şu anda yüzünde,” arkasına dönüyormuş gibi yaptı rolen. “benim işlerim var.”

Derin bir nefes aldım burnumdan. “Tamam!” Elimi uzattım. Rol olsa bile sabrım kalmamıştı. “Ver paranı alayım.” Benim paramın kaldığını düşünmüyordum. Hele ki o pahalı alışverişin üzerine bu tabloyu aldıktan sonra. Milyarder değildim ne de olsa.

Gözleri kocaman arandığında şaşkınlıkla bana baktı. Sonra şaşkınlığı git gide azaldı ve boş bir şekilde bana baktı. “Hayır. Bana öyle bakma. Cidden param kalmadı.” En azından bu ay sonuna kadar param kalmamıştı. Cevap vermeyip boş boş bakmaya devam ettiğinde avuç içimi anlıma vurdum. “Siktir ama! Tamam. Buna da tamam. Şimdi lütfen şu cama çarpar mısın?!” Sinek gibi, diye içimden geçirdim.

Annem eğer salonda olmama ihtimali varsa bir dahakine nasıl ikna edecektim bilmiyordum.

Sırıttı. Ben böyle kârcı birini görmemiştim. “Ben sana nerede alacağını konum olarak atarım. Şimdi sen gider afedersin de hiç olmayacak yerlerden tatsız tuzsuz bir şey getirirsin, ”Dudak büzdü. “tadımızın, tuzumuzun kaçmasına hiç gerek yok.” Omuzlarım çöktü. Neredeyse ağlayacağım ama! Anneme dua etsin.

Sesimi çıkarmadım. Sadece başımla onu onayladığımda o da başını yana yatırıp onayladı beni. Vay be onaylamasa şekillerimize bak!

Arkasını dönüp bahçenin etrafından dolanıp salon kısmının olduğu tarafa ilerlediğinde arkasından bağırdım. “Annem yoksa yapma bile!” Elini o ilerlerken arkaya doğru ‘o iş bende. Hadii, hadi sen git. Kış kış.’ dercesine salladı.

Derin bir nefes alıp evin arka girişine ilerledim. Üzerimi değiştirip öyle giderdim. Tabii anneme yakalanmaz isem.

Evin arkasına geldim. Paspasın altından anahtarı çıkartıp sessizce kapıyı açtım. Kapıyı ileri doğru birazcık itip gıcırdamadığından emin olduğumda kapıyı yarılayıp içeri girdim. Kapıyı kapatmadan önce anahtarı geri paspasın altına koydum.

Kapı arkamdan hafif bir cızırtı ile kapandığında dişlerimi yakalanma korkusuna dayalı sıkıp buradan gözüken salona baktım. Annem salonda oturmuş telefonu ile ilgileniyordu. Gülümsedim. Tam o an Necat abiyi gördüğümde yukarı çıkan merdivenin altına girip birazdan olacak olaydan sonra annemin beni görmemesini dua ettim. Necat abi ise al sana Necat abiydi.

Necat abi etrafına bakar gibi yaptı. Sonra ise başını eğip sanki mühim bir şeymiş gibi ayağının ucunda taşı ayağının ucuyla itti. Bu sırada Necat abi yaktığı saçma hareketler ile annemin dikkatini çekmiş olacak ki, annem başını kaldırıp Necat abiye baktı. Necat abi ise başını yerden kısa bir süre kaldıramayıp çimlere baktı. Başını kaldırdığında kaşları çatık bir şekilde etrafa baktı. Annemle göz göze geldiğinde saygı ile başını eğip gülümsedi. Sanki tesadüfmüş gibi bir izlenim bırakmaya çalışıyordu!

Annem eliyle içeriye gelmesini işaret etti. “Necat. İçeri gelsene. Niye durdun öyle?” Telefonunu yanına bıraktı.

Abi o an sanki bu anı bekliyormuş gibi içeri doğru koştu. Biraz daha arkaya doğru gerilediğimde yüzümü buruşturdum.

‘Tıng'

Necat abi yüzünü buruşturarak burnunu tuttuğunda sersemlemişçesine geri geri gitti. Eğilip burnunu tuttu.

“Necat!”

Annem yerinden fırlayıp camı açtığında Necat abinin eğdiği yüzüne bakmaya çalışıyordu. Necat elini kaldırarak annemi durdurdu. “İyiyim. İyiyim.” Deyip doğrulduğunda başını kaldırıp elini burnundan çekti.

Vicdan azabı ile başımı kaldırıp yüzüne bakmaya çalıştım. Tuttuğum demir pervazlıkların arasında. Ama hiçbir vicdan azabı yaşatamamıştım. Burnu sapasağlamdı.

Merdivenin altından çıkıp korkuluklara dayanarak merdivenden var gücümle koşup yukarı çıktım.

 

⋆.˚🦋༘⋆

 

Arabanın direksiyonunu sola çevirip bir ara sokağa girdim bu sefer. Burası mıydı ya? Yoksa bir sonraki caddeden mi dönmem lazımdı? Önümdeki konuma baktım.

“10 metre sonra sağa dönün” Navigasyondaki kadının sesi kulağıma geldiğinde bir kez daha deliye döndüm.

“10 metre sonra yol bitiyor yol! Nereye döneyim Allah Allah?!”

Navigasyonu kapatıp telefonu yanıma fırlattığımda arabayı istop ettirdim. Direksiyonu halen tutarken öne doğru eğilip önüme baktım son kez. Çıkmaz sokaktı işte. Geri koltuğa oturup başımı tuttum. Sağdan dönmeyecektim işte. Adam halen bana ‘10 metre sonra sağa dönün’, diyor! Sabırdı cidden. Sözde akıllı CPS. Kontağı tekrar çalıştırıp geri geri gittim.

Necat abiyede hiçbir şey olmamıştı zaten. Sapa sağlamdı. Biliyordum zaten o burna hiçbir şey olmayacağını. Tecrübeler şaşırtmazdı.

Ara yoldan çıkıp ana yola girdiğimde arabayı bir yere park etmek için boş yer aradım. İki aracın arası bir yer boştu ama benim orayı görmem ile dolması bir olmuştu. Park alanlarının hepsi dolu olamazdı değil mi?

Arabayı biraz daha ilerlettim. Bir yandan sürüp bir yandan etrafa bakarken 2009 Şahin modeli aracın arkasının boş olduğunu gördüğüm an derin bir nefes aldım. Sağ şeride geçip arabaya biraz gaz verdim. Şahin aracın yanına hizaladım kendi aracımı. Sonundaydı yani. Geri geri aracı park etmek için hamle yaptığım an büyük bir fren sesi geldi arkamdan. Hundaiye markalı bir araç benden önce aracı büyük drift ile boş alana soktuğunda gözlerimi kırpıştırarak baktım. Araç arkamdan öyle ani bir şekilde gelmişti ki bunu ben bile görmemiştim.

Ancak iki tane sorunumuz vardı. İlki; o bir drift aracı değildi! Arabanın içinden geçmişti. Sonuncu sorun ise; orayı ilk ben görmüştüm! Ve o da benim yerimi kalmıştı.

Arabayı durdurup el firenini çektim. Arabadan bir hışımla inip kapıyı ser bir şekilde kapadım. Arabamın etrafında bir yarım tur attım ve yerimi kapak aracın önünde her iki kolumu beline koyarak durdum.

Benim durmam ile Hundaiye aracının kapısı açıldı. Saçları kumrala yakın bir tonda arkaya doğru taranmış olan bu adam. Siyah eşofmanın üzerine, vücuduna tam oturan bir beyaz gömlek giymişti.

“Hey! İki saattir yer arıyorum. Bulmuşken park ediyordum oraya. Ve sen benim yerime park ettin!”

Duymamazlıktan gelip aracını kilitlediğinde yanımdan geçeceği sırada önüne geçtim. “Orası benim yerim.” Dedim dişlerimi sıkarak. “Lütfen başka bir yere park et aracını.”

Kaşlarını çatarak yüzüme baktı. Sonra ise omuz silkti. “Pek senin yerinmiş gibi gözükmüyor ama. Hem ilk görenin değil ilk kapanındır. İlk kapan da ben olduğuma göre?” Tek kaşını kaldırarak bir bakış attı.

Elimi öyle bir sıktım ki tırnakların avuç içime batıyordu. “İki saat yer arayan benim. Ve sen gelmişsin benim iki saattir aradığım yeri kapmışsın. Ne ilk kapanından bahsediyorsun be!”

“Bende zevkimden buradayım zaten. İki saat siz yer aradıysanız bizde aradık. Ve hayır yerinizi vermeyeceğim.”

Yanaklarını şişirdi. Yanımdan aniden geçtiğinde beni arkasında bıraktı. “Hey!” dedim. Beni aldırmayıp yürümeye devam ettiğinde. “Umarım. Umarım bir daha karşılaşmayız!” Küstah.

Beni bir kez daha duymamazlıktan gelip ilerlerken derin nefesleri alıp ani bir şey yapmamaya çalıştım. Nefes al… nefes ver… Elimi anlıma götürerek anlımı ovuşturdum.

Arabaya arkamı dönüp kendi arabama doğru ilerledi. Hayır arkana bakma Miray. Arkana bakma. Başka yer bulursun. O arabaya bir şey yapmayacaksın. Yapmayacağım.

Beş dakikalık bir arayışın sonunda aracı park edecek yeri bulmuştum. Bulana kadar canımdan can gitmişti tabi. Küstah herif. Yerimi almıştı ve üzerine benim yerim olmadığını iddia ediyordu.

 

Üstümde temiz, klasik bir beyaz gömlek vardı. Oldukça şık ve duru bir görünüm sağlıyordu. Üzerimde ise koyu renk, pinli çizgili bir yelek vardı. Altıma ise; yüksek bel, geniş paçalı pantolon giymiştim. Ayakkabı olarak sade, beyaz spor ayakkabılar tercih etmiştim. Topuklularımı bu defalık giymemem iyi olmuştu. Bu hem kombinime uymuştu hem de hareket özgürlüğü sağlıyordu bana en azından.

Arabadan çıktığımda kapıyı kapattım. Anahtarı çantama koymadan önce ise kilitlendiğinden emin oldum.

Etrafı bir süzdüğümde ilk dikkatimi çeken sokaklar olmuştu. Sokaklar fazlası ile kalabalıktı. Bu saatte bu şehrin sokakları genelde pek kalabalık olmazdı. En azından ben öyle biliyormuşum.

Çantamı sıkıca tutup caddede ilerledim. Her bir noktayı gördükçe içim bir tuhaf oluyordu. Necat abinin burayı neden sevdiği belli oluyordu ilerledikçe. Ben olsam bende severdim yani.

Ardı ardına kafeler ve yemek dükkanları ile doluydu. Dönercilerden tut, ben bile vardım yanı. O kadardı yani. Ve bunca dükkanın arasında benim tek birine ihtiyacım vardı. Ancak bende olan tek şey dükkan sahibinin adıydı. Kesin bir noktası yok muydu bu dönercinin? Veya hemencecik başka bir mekandan alsam anlar mıydı?

Caddelerde ilerlerken insanların arasına karışmış bir vaziyetteydim. Etrafta pişirilen etin kokusu ve üzerine dökülen sosların enfes baharat kokuları... Müthiş kokuyordu.

Bir dükkan içinde dışarıda gözüken, makinede dönen döneri kesen abiyi gördüğümde oraya yanaştım. Birilerine sormazsam benim burayı bulmam imkansızdı. “Merhaba. Size bir şey sorabilir miyim acaba?” Elimi çantamdan çekip gülümsedim.

Elindeki döner kesici bırakmadan bana baktı gülümseyerek. “Tabi. Buyurun nasıl yardımcı olabilirim?”

Etrafıma baktım. “Şey ben Sedat ustanın yerini arıyordum da iki saattir. Bulamadım. Acaba yerini biliyor musunuz?”

Kaşlarını çattı. “Sedat ustanın yerini bilmeyeni de ilk defa görüyorum.”

Etleri arkasındaki bir çocuğa seslenerek ona devrettiğinde tezgah arkasından çıkıp ortadan kayboldu. Kollarımı göğsümde birleştirdim.

İki dakika sonra elinde el havlusu ile geldiğinde gülümsedi. “Buralarda yeni olmalısın.”

Başımı iki yana salladım. “Aslında iki yıla yakın bir süredir buradayım.”

Şaşırmış bir şekilde bana baktığında yarı utangaç bir şekilde gülümsedim. Elindeki havluyu bir omzuna atığında elinin tersi ile anlındaki terleri sildi. “İki yıla yakın bir süre.” Anladım dercesine dudaklarını büzdü. “Dürüm Roketi dükkanın adı. Belki tanıdık geliyordur. Hemen ikinci caddede. İlerlersen biraz görürsün.”

“Teşekkürler. Sizi de işinizden ettim. Kusura bakmayın.” Bir dakika. Dürüm Roket mi dedi o dükkanın adına?

“Ne kusuru. Bir dahakine bizim dükkana da beklerim.”

Gülümsedim. “Bir dahakine geleceğime emin olabilirsiniz.”

İzin istercesine tekrar gülümsediğimde adamın yanından geçip ilerledim.

Caddeler ilerledikçe daha çok genişliyordu. Aynı zamanda kaldırımlarda bir o kadar genişlemişti. Genişlediği gibide insanlar da artmıştı. Burası sokak lezzetlerinin merkeziydi. Genç, yaşlı, küçük, büyük. Herkes buradaydı.

Önümden çocuk kıl payı bana çarpmaktan kurtulup elindeki pamuk şekerler ile koşup gittiğinde aniden durdum. Gittiği yere baktım şaşkınlıkla. Bana çarpacak kadar acelesi neydi? Babası olduğunu düşündüğüm adam yere diz çökmüş kollarını iki yana açmıştı. Ve o küçük kız da koşarak o adama sarılıyordu. Gülümseyip yürümeye devam ettim. Babasına koşuyordu.

Ellerimi göğsümde birleştirip yürümeye devam ettim. Önümdeki tabela ile güldüm. Kocaman bir tabela da Dürümcü Roket yazıyordu. Dürümcü Roket ismini koymak kimin fikriydi acaba?

Dükkanın önüne geldiğinde durdum. Sonunda bu dükkanı bulmak öyle bir rahatlama getirmişti ki bana anlatamazdım. Küçük bir şehirde sanki bulunmaması için konulmuştu. Özellikle bulunmaması için. Veya bana öyle geliyordu.

Mesela Necat abi bu dükkandan ısrarla dürüm isteyişinin nedeni neydi?

Gözüm tekrar tabelaya çarptığında tekrar güldüm. Sorunun netliği kadar cevabı da netti sanırım. Dükkanın içine bir adım attım. Sonra bir adım daha attım. Restoranın içine tamamen girdiğimde dışarıdan göründüğünden daha ferahtı. Adımlarımı yavaş atarken etrafa bakmaya devam ettim. Masalar neredeyse hepsi doluydu.

Sipariş için sipariş edilen alana gittiğimde tezgahtaki adam elindeki dürümü pakete sarıp düz yarı plastik tepsinin içine koyup önümdeki çifte verdi. Bir adım ilerledim. Sıra bana geldiğinde ise içtenlikle.

“Merhaba. Ben; bir etli dürüm, bir İskender dürüm alacaktım da.” Dedim. Normalde hiçbir şekilde çekinmeyen ben, ilk gelişin çekingenliğini yaşıyordum ne yazık ki. Konuşmayı ve nasıl davranılacağını unutmuştum.

“Tabiki kızım,” Elindeki bıçağı tezgaha bıraktı. “Paket mi istersin yoksa?”

“Paket olsun.”

Başıyla onayladığında arkasındaki çocuğa bir işaret verip içeri gönderdi. “Buralarda yenisin galiba kızım.” dedi. “Seni buralarda ilk defa görüyorum.”

Amca yaşlı ve tombuldu. Yaşlı demek ayıp olur aslında. Babamdan 3 veya 4 yaş daha yaşlıydı. Saçına düşen aklar, sakallarına kadar takip ediyordu.

“Aslında,” dediğimde etrafa bakıyormuş gibi yaptım. “pek de yeni sayılmam iki yıl oldu burada olalı. Abim den yardım istedim ve o da karşılığında burayı söyledi.” Gülümsedim. “Yani bir bakıma onun istedikleri şeyler için ilk defa buraya geliyorum.”

Kaşlarını çattı. Bir taraftan da kızarmış et kokusu geliyordu burnuma. “Abin kim senin bakayım?”

O an içeri ardı ardına altı kişinin girdiğini gördüğümde kaşlarımı çattım. Her biri bir diğerinden daha heybetli veya aynı heybete sahipti. Teker teker içeri girdiklerinde ise önüme döndüm. Ne bakıyordum öyle ben dik dik ya?!

“Necat.” Dedim. “Necat Akman.”

Birden işini bırakıp bana döndü. “Vay! Sen bizim deli manyağın kız kardeşi misin?”

Deli mi? Burada bile deli olarak anılıyordu. Maşallah diyeyim de nazar değmesin.

“Aslında hayır. Manevi abim.” dedim. Asıl kardeşi olarak deli olarak bende anılmak istemiyordum. Manevi olarak deli denmesi bir tık daha hoş olurdu sanırım

“Sen şunun deli, kaçık kız diye bahsettiği kızsın o zaman.” dediğinde yandan yan dan gülüyordu başını her iki yana sallayarak sanki o anda aklına konuştukları gelmiş gibi. Benden deli olarak mı bahsetmişti? Daha doğrusu ne konu açılmıştı da yine benden bahsetmişti? Deli demelerinden korkarken benden önce deli ve manyak olarak bahsetmişti. “Sen istersen otur bir yere kızım ben hazır olunca seni çağırırım.”

Başımla onayladığımda arkama dönüp boş bir yer var mı diye baktım. İki kişilik boş bir masanın olduğunu gördüğümde o tarafa doğru ilerledim. Çantamı masanın üzerine koydum ve sandalyeyi çekip oturdum.

“Kardeşim yemekler yine senden.”

“Lan piç! Neden sürekli ben ısmarlıyorum yok mu lan başka biri! Bak bakayım etrafına bir tek ben mi varım? Çaylak bitti sen mi başladın başıma!?”

Şaşkın bir şekilde göz ucuyla elime aldığım telefondan bakışlarımı çekerek önümdeki masaya baktım. Hemen önlerinde olduğum için her şeyi duyuyordum. 6 kişilik masaya kurulmuştular. Gözlerimi kırpıştırdım.

Az önce yemek sizden diyen kişi. “Ben anlamam. Söyleyen sensin. Buraya daha gelmeden anlaşmıştık diye düşünüyordum oysaki.”

“Lan senin celladını.”

Diğerleri sessizce onları izlerken içeri bir kişi daha girdi.

Sırıtarak onlara doğru ilerlediğinde. “Komutanım. Benimkiler her zamanki gibi olsun lütfen. Teşekkürler.”

Bir andan kıkırdamalar yükselirken az önce başka biri mi yok ısmarlayacak diyen kumral kişi ağzının içinden bir şeyler geveledi. Bende gülmemek için kendimi zor tuttum. Çaylak olsa gerekti bu kişi.

“Doğan. İtiraz etme sende koçum. Demek ki en hayırlı kişi senmişsin. Kaderine razı gel.” Ayaklarını üst üste atmış ve arkasındaki sandalyeye yaslanmıştı bu kişi. Diğerlerine beyan daha olgun gözüküyordu.

İsminin az önce Doğan olduğunu öğrendiğim kişi. “Ama k-” diyecekti ki yine aynı kişi tarafından susturuldu.

“Ne aması lan! Ismarlayacağın kişiler senin can yoldaşların ve komutanların.” Dedi. Bir anda sesi alçaldığında omuz silkti. “Ha param yok diyorsan orası ayrı?” Tek kaşını kaldırarak karşısındaki Doğan’a baktı. O an o adama acıdım. Ben bu adamları doyurmaya kalksam parasız kalırdım. Bir dakika komutanların mı demişti?

Arkama yaslandığımda stresle etrafıma baktım. Boğazıma bir yumru oturdu. Başımı ovuşturduğumda telefonu masaya koyup her iki kol dirseklerimi masaya yerleştirdim. Her iki elim ile yüzümü kapadım. Mira Komutanım yine cuma gününüze mi denk geldik yoksa? Diyişi canlandı zihnimde. Yüzümü buruşturdum başımı iki yana salladım. Ama zihnimde ardı ardına konuşmalar akın etti. Komutanım. Siz ne derseniz deyin sırtımızı dayancağımız tek taşsınız. Elimi yüzümden çektim. Derin bir nefes daha çektiğimde içime doğru sonra ise geri dışarı verdim. Kendi isteğim ile timimi bırakmıştım. Kendi isteğim ile ayrılmıştım. Ama koyuyordu işte. Hiç olmayacak bir anda aileni kaybetme korkusu her şeyden üstün geliyordu. Hele ki bu bir de sizin yüzünüzden olacak bir kayıp ise

Boğazımdaki daralma git gide azalırken son kez derin bir nefes alıp önüme döndüm. Çantamdan kulaklığı çıkartıp kulağıma taktım. Telefonumdan rasgele bir müzik açıp sesi fulledim. Kulağımı Barış Monço- Dönence şarkısı dolunca bu şarkıyı ne ara hangi kafa ile yüklediğimi merak ettim o anda. Güzel bir şarkıydı. Efsane bir şarkıydı. Ve güzel efsane adı altında benim çalma listem berbattı.

‘Gün çoktan döndü buralarda
Ve ben simsiyah gecenin koynunda yapayalnız bekliyorum.’

Diyordu sözde. Sessizce şarkının melodinin kulağımı doldurmasına izin verdim.

‘Kupkuru bir ağacın dalıyım yapayalnız
Uzaklarda bir yerlerde bir şeyler kök salıyor
Biliyorum
Dönence.’

Dinlerken içeride bir hareketlilik fark ettim. Tartışmaları bitmişti. Önümdeki masadakiler ayağa kalkarken gözlerim giriş kapısını bulduğunda şarkı değişti. İçeri az önce park yeri yüzünden kavga ettiğim adam girdiğinde gözlerim şaşkınlıkla aralandı. Girişten içeri birkaç adım attığında durdu ve dışarıya baktı beklenti ve bıkmış bir ifade ile. Beş saniye kadar sonra içeri biri daha girmek için adım attı. Şaşkınlıkla ağzım daha da aralandı. Ama fazla dikkat çektiği için geri kapadım. Bu...

Kavga ettiğim adam önden gitmesi için biraz kenara çekildiğinde Demir buz olan o ifadesiz bakışları ile içeriye doğru bir adım daha attı. Ona yol veren adama ters bir bakış attığında adam sadece gülümsedi. O an bir şarkı daha değişti.

‘Oralarda mevsim yaz mı?
Bu nameler saz mı caz mı?
Benim gönlüm kar mı buz mu?’

Kulaklığımı kulaklarımdan telaşla çıkartıp masaya bıraktım. Küçük bir öksürme ile kendime gelmeye çalıştım. Önüme düşen tutamları arkaya yolladığımda kulaklıklarımı geri çantama koydum. Buranın klimalarına baktırmak lazımdı

Kollarımı göğsümde birleştirip geri arkama yaslandım. Parmaklarım ile bir ritim tuttum koluma vurarak.

Baş köşeye oturmuş olan; Buğday tenli, üçe vurulmuş siyah saçlı uzun diye bileceğim bir boya sahip olan kişi yerinden ayrılarak. “Komutanım.” diyerek selam verdi.

Halen emin olmadığım ama adının Demir olduğunu düşündüğüm kişi yanındaki meymenetsiz ile onların yanına ilerlediler. Az önce yerinden ayrılan ve kendine bir başka sandalye çeken kişinin yerine oturdu. Karşı karşıya geldiğimizi fark ettiğim anda ise önümdeki menülerin yazdığı defteri alıp açtım ve aramıza tuttum. Neden bilmiyorum ama gözükmek istemiyordum.

Defterin sayfalarını çevirerek bir şeylere bakıyormuşum gibi yaptım. Menüde neler olduğunu karıştırdım. İskender dürüm 350 TL yazısını gördüğümde yüzüm düştü. Defter önümde açıkken bu seferde deftere bakmamaya karar verdim. 350 TL neydi ya. Et döner ne kadardı acaba? Tekrar defteri karıştırmaya koyulduğumda et döneri gördüğümde yüzüm git gide daha fazla düştü. 260 TL’ydi.

Defteri kapatıp sandalyemden kalktım ve önümdeki sandalye oturarak sırtımı onlara döndüm. Böyle daha iyiydi.

Elim ile masada ritim tutmaya başladım bu sefer. Ne zaman hazır olacaktı bu siparişler?

“Askeriyede değiliz. İnsan içinde böyle seslenmeyin diye kaç kere diyeceğiz?” Demir’in kalın ve hoşnutsuz sesi arkamdan birazda bıkmışçasına geldiğinde yutkundum.

“Ağız alışkanlığı ne yapalım komutanım.” dedi biri cevaben.

“Dıtt! Yanlış cevap.” Bu ses tonu az önce 'komutanlarına ısmarlamayacak mısın lan?’ diyen kişinin sesiydi. Adını bilmiyordum.

Kıkırdamalar yükselirken bir başka sesi duydum. “Demek ki neymiş? Kırıkkale ve Kırklareli alışkanlık olduğu gibi her boku alışkanlık haline getirmeyecekmişsin.” dedi kahkahalara boğulurken.

“Fırat.” Demir’in sert sesi kulaklarımı doldururken nefes almayı unuttum. Ama Fırat denen kişi her kimse oda unutmuş olacak ki ses gelmemişti. “Çok konuşma koçum.”

“Komutanım. Şimdi emirlere karşı geliyormuş gibi de olmayayım ama. Sedat ustanın yerindeyiz. Yani en fazla ne olabilir ki?” En fazla ne olabilir ki? Derken neyden bahsediyordu?

Demir cevap vermedi. Onun yerine sessizlik çökmüştü masaya. Elimi boynuma götürerek ovaladım. Dik durmaktan boynum ağrımıştı.

“O değil de başka sandalye yok mu la?” Dedi. Bu o meymenetsizin sesiydi. Bu sesi asla unutmazdım artık. “Komutana yer verdin kendine de yer ayarladın. Ben senin komutanın değil miyim lan yoksa!?” Sinirlerim zirve yapıyordu ama benim.

“Hemen bir sandalye getire-”

“Kalmadım lan size ben kendim getiririm. Allah’a şükür elimiz ayağımız var.” dediğinde birine doğru imada bulunmuştu galiba. Ses tonundan böyle bir şey sezmiştim.

Biri sandalyesinden kalktı ve, “Otur.” Kalkan kişi Demir’di anlaşılan. “Komutanım ben kendime getirird-” sözünü kesti. “Kendine getir misin? diye sordum mu ben?”

“Emredersiniz Demir komutanım.” Sesindeki tedirginlik beni gülümsetti. Tekrar bir sandalye sesi geldiğinde meymenetsizin oturduğunu vay saydım.

Sandalyemde gergin bir şekilde biraz kıpırdadım. Etrafımdaki sandalye kalan masalara baktım. Yoktu! Önümdeki boş sandalyeye baktım. Siktirdi.

Buraya doğru adım sesleri sezdiğimde nefesimi tuttum. Etrafıma huzursuz bakışlar attığımda telefonumu elime aldım. Aklıma ilk gelen şeyi yaparak telefonu kulağıma koydum.

Bir süre cevap vermesini bekliyormuş gibi yapıp konuştum. “Alo? Geliyor musun? Yoksa ben çıkayım mı?” Sağ tarafımda adımlar birden durduğunda derin bir nefes verdim.

Bir süre karşıdakini bekliyormuş gibi yaptım tekrar. “Tamam o zaman. Ben çıkıyorum. Geleceğim yerin konumunu atarsın.”

Telefonu kapatıyormuş gibi yapıp çantamın içine attım. Çantamı da elime alıp ayağa kalktığımda hızla sol tarafa ilerleyerek kasaya koştum. Şu an hiçbir şeyi anlayacak durumda değildim. Veya düşünecek.

Kasanın önünde durup, “Usta.” diye seslendim.

Parmaklarım ile tezgahın üzerinde ritim tutmaya başladım tekrardan. Usta kısa süre sonra içeriden elindeki poşetler ile çıktı. “Geldim kızım.” Poşetleri bana uzatırken gülümsedi. “Hazır. Giderken söyle o adama buraları asıyor birkaç gündür. Gözümden kaçmadı değil yani.” Dedi kınarcasına. “Haberi olsun.” diye bitirdi cümlesini.

“Tabii söylerim. Merak etmeyin.” Çantamı önüme alıp içinden cüzdanımı çıkardım. “Ücret ne kadar?”

Eliyle elime uzanıp aşağı indirdi. “Kızım koy o parayı cebine. Necat’ın yemek masraflarını senden alacak değilim. Kendi aramızda biz hallederiz. Sen git ona ver yeter.”

Kaşlarımı çattım. Elimi indirdim ve elimdeki poşetlere baktım. “Olur mu öyle şey? Ben-” Para çıkartıyordum ki durdurdu beni.

“Olur kızım olur.”

Daha fazla itiraz etmeyip gülümsedim. Belli ki ben ne kadar itiraz etsem de almayacaktı. Türk inadı. Gülümsedim. Türk inadıydı. İzin isteyerek dükkanın çıkışına ilerledim.

Bugün ne yaşadıysam hepsi Necat abinin yüzündendi. Ben sadece ona cama çarp demiştim. Ve başına pek de bir şey gelmemişti. Benim başıma ise bir dürüm uğruna her şey gelmişti. Eğilip açılan bağcığımı bağladım.

“Komutanım o kim öyle baktınız?” dediğini işittim birinin ben bağcığımı bağlarken.

Kısa bir sessizlik olduğunda daha hızlı bağcığımı bağlamaya çalıştım. “Bir tanıdık.”

Sonra bir şaşkın ses -münasebetsizin teki olan kişi- konuştu. “Bu o kız değil mi? Araba-” diye devam ettiğinde ben dükkandan çoktan çıkmıştım.

Buraya bir daha gelirim diye düşünmüştüm ama bir daha geleceğimi hiç sanmıyordum. Söyleye söyleye burayı, bu dükkanın adını bana söylemişti. Tanımaması için elimden geleni yapmıştım ama tanımıştı. Nasıl tanıdığını da anlamamıştım orası ayrı konuydu ama anlamıştı. Eski performansım düşüyordu. Bu da hiç hoşuma gitmiyordu.

Derin bir nefes alıp çantamı komodine bıraktım. Elimdeki poşetteki yemekleri hırpalamadan evin içerisinde yürürken, ileri geri salladım yavaşça. Dönerden bu yüzden nefret etmek istemiyordum. Bıkmış bir nefes verdim dışarı doğru. Salonun girişinden kafamı uzatıp birilerin olup olmadığına baktım. Kimse yoktu. Mutfağa doğru paytak paytak yürüyüp oraya da göz ucuyla baktım. Ama orada da kimse yoktu. Sıkıntılı bir ayrı derin nefes verdiğimde dışarı mutfağa girdim.

Elimdeki dürümleri adanın üzerine bırakıp dolabı açtım. Sürahi den suyu dışarı çıkartıp onu da adanın üzerine bıraktım. İlerleyip mutfak dolabından bir tane bardak çıkartıp tekrar adanın yanına adımladım. Kendime su doldurduğumda tek yudumda kafama diktim.

Bardak’ı tezgaha bırakıp sürahiyi geri dolaba koydum. Dürüm pakedin içinde bulunduğu poşeti elime alıp kendimi adaya yasladım. Buradan gitmeden önce babamın dediklerini zihnimde canlandırdım. Görev emredildiği gibi. Söylenen ekip sahaya çıkacak. Aksi söz konusu bile değil. Diyordu, ama hangi ekip neden o göreve çıkacaktı? Neyi planlıyordular? Yarın akşam olacağını düşündüğümüz büyük toplantı da olacaklar. Onlar oraya davetli olarak gidecekler. Diyişi zihnimde yankılandı. Omar Hüseyni.

Her hücrelerimi bir sinir kapladı o an. Omar Hüseyni. Her şeyin başı olan it. Uçak patlamasında ölü bulunan kişinin abisi. Babam bu adamın peşindeydi. Ama neden? Babam askerliği de bırakmamıştı. Bunu bize söylememişti. Bunların her biri tesadüf müydü? Babamın işi bırakmaması? Omar Hüseyni isminin tekrar duyulması? Onca yıl sonra neden tekrar ortaya çıkmıştı? Neden ortadan kaybolmak varken, neden?!

Elimdeki poşeti sıkıp gözlerimi kapatarak başımı yukarı kaldırdım. Bunu bulacaktım.

Adaya yaslanmayı kesip etrafıma aval aval baktığımda merdivenlere doğru ilerledim. Burada yoksa yukarıdaydılar. Merdivenin sonuna geldiğimde Necat abini kaldığı odaya doğru ilerledim.

Kendisi benim gibi eski askerdi. Ama başına buyruk bir eski askerdi. Verilen emri yerine getirmediği için birilerini kaybetmek zorunda kaldığını biliyordum. Onun dışında ne ben bir şey sormaya cesaret edebilmiştim ne de o söylerdi zaten. Aynı şekilde ailesi ile ilgili de hiçbir şey bilmiyordum. Babamın bir tek her şeyi bildiğini biliyordum. Sol kolu olmasını da açıklıyordu bu durum. Benden 4 yıl büyüktü onun dışında. 4yıl büyük olmasına rağmen ona abi diyorum diye belki tuhaf geliyordur ama bu bizim aile alışkanlığımızdı. Bizde gün olarak büyük bile olunsa ona abi veya abla olarak hitap edilirdi saygı olarak.

Odasının önüne geldiğimde hiç beklemeden kapıyı çaldım. Çaldıktan sonra cevap vermesini bekledim ama içeriden ses gelmemişti. Aman ne güzeldi.

Her iki belime koyarak önümdeki sahibinin içeride olmadığı odanın kapısına baktım. Sonra ise sırtını dönüp etrafına baktım. Nerede olabilirdi ki? Burada değilse aşağıdadır herhalde?

Aşağıya inmek için koridorda yürümeye devam ettim. Merdivenlere vardığımda karşımda açık olan babamın ofis karşısına baktım. Burası ne zamandan beri açık kalıyordu böyle?

Aşağı inebilirdim veya o odaya gidecek neler döndüğünü öğrenecektim.

İkinci seçeneği seçip merdivenlerden inmeden düz ilerledim koridorda. Açık olan odanın kapısından içeride biri olup olmadığını dinlemek için duvara dayayıp içeriye kulak kabarttım.

“Bunu öğrenemez.” Bu babamın sesiydi. Kendimi daha fazla duvara dayayıp kapı aralığından göz ucuyla içeri baktım.

Annem sırtı bana dönük bir şekilde koltukta oturuyordu. Elini alnına götürmüş ovuşturuyordu. Yanına baktım. Sol tarafında ise Necat abi çift kişilik koltukta oturuyordu. Demek ki buradaydı. Ayakda duran ise babamdı. Yürüyen bombaya dönüşmüş bir vaziyette ayakta duruyordu. Annemin sağ önü Necat abinin ise tam karşısına denk geliyordu şu anki konumu.

Necat abinin çenesi kasılışını fark ettiğimde gözlerimi kırpıştırdım. Başını kaldırıp babam baktı. “Zaten öğrenecek.” Kim neyi öğrenecekti? Bunlar neyin tartışmasını yapıyorlardı?

“Kendi öğrendiği zamana kadar kimse söylemeyecek o zaman!” Babamın iki yıl kadar sonra sert ve çaresiz sesini ilk defa işitiyordum.

Kendimi biraz geriye çekerek sadece konuştuklarını duyma odaklı durdum.

Annem “Öğrendiğinde ne yapacağız? Kim bunun sorumluluğunu üzerine alacak?! Kim böyle bir şeyin sorumluluğu alır peki!?” annemin o bakışı ile bir ayağımı odaya doğru attım. Sonra pişman olup adımını geri çektim. Hiçbir şey bilemeden giremedim. Girdiğimde konuyu değiştirmeyecekleri ne malûmdü?

“Sorumluluğu kimse üzerine almayacak,” dedi babam. Sesi bir önceki konuşmalarına göre daha sakindi. İç çekişini işittim. “o zaman geldiğinde ikisi kendi aralarında halledeceğini umuyorum.” Kaşların daha çok çatılmıştı. Kimdi bu bahsettikleri kişi, kim!? Neden şifreli konuşuyorlardı?!

Bu sefer göz ucuyla içeri baktım dayanmayarak. Necat abi göz devirdiğini görmüştüm baktığım gibi ama. “Birbirlerini öldürmezseler hallederler tabi ki abi, neden olmasın?”

Tam o an telefonum çalınca kendimi hızla geri attım. İki, üç adım geriledim. Telefonu aceleyle cebimden çıkartıp aramayı reddettiğimde telaşlı bakışlarla etrafa bakıp ne yapacağımı düşündüm.

En mantıklı şeyin içeri hiçbir şey duymamış gibi girmek olduğunu düşünerek odanın kapısını çalışp içeri girdim.

Başımı ilk içeri uzatıp içeri yeni görüyormuş gibi yaptım. “Müsait misiniz bana?” Dedim masum masum. Her biri şaşkınlıkla bana bakıp sonra birbirine baktığında babam başını iki yana ağır ağır sallayarak benim içeri gire gitmem işaret etti.

İçeri adımladığımda elimdeki poşeti kaldırıp yalandan bir sinirle işaret parmağımın ucuyla sallarken. “Necat abi elimden çekeceğin var.”

Sırıttı. Öne doğru eğilip ellerini iç içe geçirdi. “Ne yapmışım da elinden çekeceğim varmış acaba?” dedi küstah bir şekilde.

Babamın yanına ilerlediğimde bir kolunu davetkâr bir şekilde bana doğru uzattığın da pıtı pıtı yürüyerek yanına ilerledim. Saçımı sol omzuma attığında bir kolunu beline sardı.

“Neredeydin bunca zaman?”

Gözlerimi kısarak Necat abiye baktım göz ucuyla. Yandan sırıtarak kendini geri koltuğa yaslamıştı.

Elimdeki poşeti işaret ettim. “Birileri dürüm istedi.” Dedim. “Onu almaya gitmiştim.”

Babamın yanağına bir öpücük kondurup aklımdan ayrıldım. İlerleyip Necat abinin dürümlerini sahibinin kucağına teslim ederek kendimi bende koltuğa bıraktım. Yorulmuştum.

“Kardeşim nerede?” Dedim. Cidden merak ederek sormuştum. Kendisini bugün hiç ama hiç görmemiştim.

Babam ilerleyip çalışma masasının arkasına geçtiğinde sandalyesini çekip oturdu o da.

Annem dikleşip ters bakışlar ile babama baktı. “İşi varmış. Birkaç günlüğüne şehir dışında.” Babam annemin bakışlarını hemen fark edip ‘ben mi dedim git sanki’ der gibi. “Ne var?” dedi.

Annem derin bir sabır çekerek. “Arman! Canımı sıkıyorsun.”

Babam arkasına yaslandığında anneme bakarak gülümsedi. “Kısmen şu anda sende benim canımı sıkıyorsun karım.” dedi, bizi işaret ederek. Babamın dediği gibi şu anda kısmen içinden çocukların yanında kavga etmeyelim istersen diyordu. “Hem Bora kendi kararlarını alabilecek bir yaşta.” Diyerek ise cümlesini bitirdi.

Az önceki konu her neyse, o konuyu hiç açmamış gibi rahat konuşuyordular. Başımı iki yana sallayıp onları izledim.

Annem tam bir şey demek için konuşuyordu ki gözlerini kıstı ve susmayı tercih etti.

Yanımdaki Necat abiye göz ucuyla baktım. İskender dürümünü açmış ve yemeye başlamıştı bile. Üzerine dökülen bir parça eti ağzına attığında daha fazla dökülmemesi için poşete doğru bir tık eğilip yemeye devam etti. Ağzım açık bir şekilde ona baktım. Yuh yani ama!

Benim baktığımı görünce yediği dürüme bir de bana baktı. Sonra tekrar dürüme bakıp bana uzattığında başımı geri çektim. “Yuh ama Necat abi. Cidden yuh!”

Omuz silkti. “Ne yani yemeyeyim mi?”

Fısıldayarak annemlerin konuşmalarını bölmemeye çalıştım. “Ye diye aldık zaten de,” gözlerimi kıstım. “İnsan bir teşekkür eder.” Dudaklarımı büzerek kollarımı göğsümde bağladım ve küs moduna geçtim.

Hemen ne moda geçtiğimi anlayıp mal mal bana baktı. “Ciddi misin şu anda?” Konuşmayıp düz bir şekilde önüme döndüm, annemlerin konuşmalarını dinlemeye başladım. “Saçmalıyorsun şu anda.” dediğinde bile dürümünden bir ısırık daha aldığını hissedebiliyordum.

Annemler konudan konuya girdiler ve ben hiç konuşmadan onları dinledim. Necat abi ise o sırada bir dürümü bitirmişti. Konuşmamak için aklıma yarınki olacak büyük toplantıyı getirdim.

Yarın babamın dediğine göre, yani benim konuşmalarına kulak misafiri olduğum kadarıyla büyük bir toplantı planlıyordu Omar Hüseyni. O toplantının detaylarını bilmiyordum ama öğrenmeyi de planlıyordum. Özel timlerden biri de orada olacaktı. Kısmen bu yüzden de işim bir tık zorlanacaktı ama halen paslanmış sayılmazdık bizde. Oraya bir kimlik ile girecektim. Bu yüzden de davetliler listesine sızmam lazımdı.

“Teşekkür ederim.”

Düşüncelerimden kurtulup Necat abiye döndüm. Bana bakmıyordu. Ama ses de onun sesiydi. Önündeki masadan bir ıslak mendil aldığında ellerini silmeye başladı.

“Hı?”

Mendili poşetin içine attı. “Ne hı?”

“Ne dedin yani?”

“Teşekkür ederim dedim.” dedi, bana bakarak bu sefer.

Gözlerimi kırpıştırdım. “Ne için?” dedim bu sefer.

Gözlerini kıstı. “Şansını zorlama istersen.”

Gülümseyip önüme döndüm ve ayağa kalktım. En azından teşekkür etmişti ve bende alacağımı almıştım. Kolumdaki saate baktım. Saat 11’idi.

“Ben yatmaya gidiyorum. Size iyi geceler.”

Odadan çıkıp odama ilerledim. Bugün yorucu bir gündü ve bu yorucu günü bir an önce üzerimden atmak istiyordum. Odamın önüne geldiğimde kapı kolunu indirip içeri girdim. Penceremden içeri giren serin esinti beni girdiğim gibi öyle rahatlatmıştı ki anlatamazdım. Kapıyı arkamdan kapatıp odamın içerisinde ilerledim. Önümdeki cam çerçevenin içine koyduğum tabloya baktım. Okyanusun içinde çırpınan biri düşürdüğü şeyi almak için canından vaz geçiyor olmalıydı. Çünkü boğuluyormuş gibi bir yandan her yerde baloncuklar çıkıyordu. Arkasından ise bir kişi ona yetişmeye çalışıyordu.

Başımı iki yana sallayarak gardırobuma doğru ilerledim. Üzerimi değiştirmem lazımdı. Üzerime giyecek gecelik takımı çıkartıp yatağımın üzerine attım. Saçımı arkamdan toplayacağım sırada kapı çalınca durdum. İlerleyip odanın kapısını açtığımda annem ile karşılaştım.

“Kızım bir misafirin var. Senin ile konuşmak istediğini söyledi.” derken bira sinirli ve şaşkın gibi gözüküyordu ama bir yandan da belli etmemeye çalışıyor gibiydi.

Tokayı bileğime taktım. “Kimmiş?” dedim.

Annem bilmiyorum dercesine omuzlarını kaldırıp indirdiğinde derin bir nefes alıp saçlarımı arkaya attım. Ve odamdan çıkıp aşağı inmek için merdivenlere ilerledim. Merdivenlerden hızla inip koridorda yürüdüm.

Evin giriş kapısına ilerlediğimde dışarıdaki araba farları içeriye vuruyordu be loş havasını bozuyordu. Kapının tam ortasında geride durduğumda kişiyi göremiyordum ardı ardına duran arabanın ışıkları yüzünü karanlığa gömüyordu.

“Sen kimsin?” dedim bir adım gerileyerek.

Başını kaldırıp bana baktığını hissetim. Bir adım öne doğru attı ve bir adım daha. Yüzü görüş alanıma girdiğinde yüzündeki gülümseme ile. “İyi akşamlar genç bayan.”

Ağzım şaşkınlıkla açık kaldığında önümdeki kişiye baktım. Nasıl olurdu?

 

Bölümüüüü nasıl buldunuz??? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? Güzel olmuuuuuş muuuuu?

Bence Necat'ı seveceksiniz? Necat hakkında ne düşünüyorsunuz? Onun hakkında sizce neler göreceğiz? Aynı kaderin kurbanı diye bilir miyiz Necat abi ve Mira'ya?

Mira'nın babası cidden askerliği bırakmadı mı sizce? Bence Mira'nın babası efsane bir şey sdfgf

Sizce kim gelen kişi? BENİM BİR SÜRÜ TAHMİNİM VAR. SİZİN?

Diğer bölümde görüşmek üzere SEVİLİYORSUNUZZ

 

Bölüm : 19.06.2025 18:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...