2. Bölüm

1. Bölüm

Gülay deveci
thegul123

Uzun Yıllar Önce

Her karanlığın sonunda bir aydınlık varmıydı bilinmez ama her aydınlık karanlığa çıkardı. Hayat bize aydınlığı çok görürdü bazen. Hakkettiğimiz tek şey karanlık ve yalnızlık olurdu. Karanlık kötülüklerimizi gizler ve bizi daha kötü birine dönüştürürdü. Bu kötülük yanımızda olan herkese sıçrar ve bizi onlardan uzaklaştırırdı.

Ama bazen de bize seçenek sunardı: aydınlık ve karanlık. Seçim basit görünür ama öyle zordur ki aslında. Karanlığı seçmek zorunda kalacağın anlar bile olur. Bitti. Artık karanlığı seçmeye gerek bile yok... Aydınlığı en kötü şekilde yok ederek karanlık oldum çünkü. Şeytan bile şaşırdı bu hamleye.

Cehennem artık bir yer değildi her yerdi. Cennet ise kovulabileceğin bir yer bile değildi. Bir zamanlar şeytanın bile olduğu yere ben hiçbir şekilde giremeyecektim. Ben artık hiçbir yere ait olmayan karanlıktım...

Şimdi her şey daha kötü olacak ama sonra bu kötülük beni besleyecek. Maskeni tak, yeniden başla. Yandığın kadar yak herkesi... Çünkü hak edip etmemesi önemli değil artık. Unutma sen de hak etmedin!

⏳ 

Sessiz, karanlık bir sokağın ortasında yalnızım, etrafımda dönüp nerde olduğumu anlamaya çalışıyorum. Karanlık, gökyüzünde tek bir yıldız bile yok, annemde bir yıldız değil mi? Annemde yok.

Hayır Zerda, annen yıldız olmadı, öldü. Annen öldü. Unuttun mu nefes almıyordu. Dudaklarımın arasından titrek bir nefesle "Anne" diye bir feryat koptu

Cevap yok. Yine sessizlik. "Anne, korkuyorum lütfen gel." diye yüksek bir sesle bağırdım

Hayır, yüksek olan sesim değil, ben o kadar yalnızım ki fısıltım bile çığlık olmuş.

Nereye gittiğimi bilmeden yürüyorum sonra ilerde bir gölge geçtiğini görünce peşinden koşuyorum ama üstümde ki elbisenin uçları yerlere süründüğü için takılıp dizlerimin üstüne düşüyorum. O sırada gölgeyi gözden kaçırıyorum ama koşmaya devam ediyorum. Sokak ikiye ayrılıyor, sağdaki diğerine göre aydınlık belki beni evime çıkaracak güvenli bir yol. Solda ki karanlık, ıssız ve korkutucu. Tam sağdakine adım atarken soldan ses duyuyorum, ağlama sesi.

Birkaç dakika içinde karanlık sokağın ortasındayım, yerde kaldırımda bir kız çocuğu ağlıyor. Yavaşça yanına adımlayıp yere çöküyorum "Ne-neden ağlıyorsun." diye sorarken, neden kekelediğimi ve içimin korku dolduğunu anlayamıyorum.

Küçük kız başını kaldırıp gözlerime bakıyor, ağlamaktan kızarmış masmavi gözleri, kahverengi saçları, beyaz teni, titreyen dudakları...

O kız, benim.

Ellerini uzatıyor, kanlı, "Ö-öldü, annem öldü." diyor tekrar ağlarken ve bir anda bana sarılmak ister gibi yaklaşınca, uzaklaşıyorum ondan. Ben çocukluğuma sırtımı dönüyorum. Belki bir gün elinden biri tutar, lütfen tutsun, yalnız kalmasın...

Küçük eski bir ev, kapısını itip içeri girince etrafımda fark ettiğim ilk şey beyaz zambaklar oldu. Yüzümde küçük bir tebessümle onlara doğru adım attım, severdim zambakları.

Saflığı, masumiyeti temsil ederdi.

Zambaklara adım atmamla elbisemde kırmızı lekeler belirdi, leke değil, kan. Kan vardı üzerimde, elimde, her yerimde. Gülümsemem soldu, kanlar bir türlü çıkmadı ellerimden, temizleyemedim kendimi.

Sahi zambaklar, ölümü de temsil ederdi değil mi?

Ama ben ölmüyorum, karanlık beni kirletiyor. Hemde hiç temizlenemeyeceğim bir şekilde, ölümle.

Sesim bile çıkmıyor artık, yardım bile isteyemiyorum kimseden. Karanlıkta kalmak istemiyorum ki ben, kan kokusu midemi bulandırıyor hem.

Yardım et baba, annem edemiyor ama sen et lütfen.

Gözlerim korkuyla açıldı ve ilk iş ellerime bakmak oldu, kan yoktu, temizdi ellerim. Hızla yataktan kalkıp lavaboya girdim, saçlarım terden yüzüme yapışmış, rüyamda ağlamışım çünkü kirpiklerimde ıslak. Suyu açıp ellerimi ve yüzümü yıkadım. Sanki hâlâ ellirimde kan varmışcasına sertçe ovdum.

Ellerime kan iki kez bulaşmıştı, biri annemin diğeri benim. Üçüncüsü olmayacaktı.

Olmaz değil mi anne? Olmasın, lütfen.

Dizlerimin üstüne çöküp oturdum, kafamı başka yerlere vermem gerekiyordu biliyorum. Hem zambaklar ölümü temsil etmez, yalan.

Sadece bir kabustu Zerda, unuttun mu artık önemsemeyecektin hani.

Biliyorum kabus ve geçti artık, ayağa kalkıcam ve biraz hava alıp tekrar uykuma dönücem. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım "Sadece bir kabus." dedim fısıldarcasına bir şekilde "ellerinde kan yok, yalnız değilsin, güvendesin Zerda." gözlerimi açtım ve yavaşça ayağa kalkıp çıktım dışarı, üzerime kapüşonlu bir ceket geçirip balkona çıktım. Hava yeni yeni aydınlanmaya başladığı için normalden daha soğuktu. Koltuğa oturup kenarda duran ince battaniyeyi üstüme sardım ve gözlerimi kapattım.

😔

"Her ölüm bir yok oluş demek." demişti çocukluğumda biri, kim olduğunu hatırlamıyordum tam olarak. Ama haklı olduğunu anlamıştım yıllar önce, hemde çok acı bir şekilde. Şimdi o güne gitsem soracağım ilk soru "Peki, yok olan ölen mi yoksa geride kalan mı?" olurdu

Her ölüm belki de yüzlerce yok oluştu... Yüzlerce ruhun yok oluşu.

Derin bir nefes alıp mezarlığın içinde ilerledim. Sanki her adımımda daha çok acıyordu ruhum, hiçbir zaman alışamayacaktım buna. Hiçbir zaman annemin mezarına giderken kendimi suçlamayı bırakmayacaktım. Kendime duyduğum o nefret her zaman taze kalacaktı. Ama en azından bu acı dinseydi biraz.

Elimdeki çiçekleri mezarın üzerine bırakıp, annemin isminin yazılı olduğu mezar taşına baktım ve her şeye rağmen yüzüme bir tebessüm yerleştirdim. "Anne, ben geldim." dedim ve mezarın üzerindeki çiçeklere su döktüm. "Seni özledim. Merak etme her şey yolunda. Sadece, seni özledim ve... Her neyse." dedim, ağlamak istemediğim için gözlerimi sımsıkı kapattım. "Işık iyi. Her zaman ki gibi deli dolu ve senin gibi. Her şeye iyi tarafından bakıyor, hep gülümsemeye çalışıyor. Ve sana çok benziyor, onu kıskanıyorum bazen. Ben sana hiç benzemezken o nasıl bu kadar benziyor. Hayır, sadece şakaydı... Değiştim anne. Çok değiştim. Değişmek zorundaydım. Hayır, babam yanımızda. Bize çok iyi bakıyor, sevgisini o kadar hissettiriyor ki." güldüm acı bir tebessümle.

Özür dilerim anne ama seni üzmek istemiyorum.

Ama ben çok üzülüyorum anne, neden gittin ki?

"Ben mi, bende iyiyim. Söylemiştim daha önce de işlerim çok yoğun olduğu için sık sık gelemiyorum. Hayır, yorulmuyorum merak etme." dedim ve derin bir nefes verdim. Çok yoruluyorum anne, çok yalnız hissediyorum. Geceleri uyuyamıyorum. Yavaş yavaş korktuğum insana dönüyorum, bana bir çıkış yolu gösteremez misin?

Mezarın üstündeki kurumuş otları temizlemeye başlayıp "Hayatımda hâlâ biri yok ama sana bir haberim var, belki Işık sana söylemiştir bilmiyorum. Bana kendisi söylemedi ama anladım, hayatında biri var. Aşık olmuş sanırım, bilemiyorum anne. Ben hâlâ aşka inanmıyorum ya da inanmak istemiyorum." dedim, Ben aşkı bile kirletirim anne. "Bunları boşver, önemli olan ben değilim zaten. Işık mutlu, yakında bana da söyler hem belki." derken ilk kez sesime heyecan ve umut uğramıştı. "Eskiden her şeyi ilk bana söylerdi hatırlıyor musun anne? Ben hiç unutamıyorum o günleri ama geçen gece..." sesini unuttum diye eski videolarını izleyerek ağladım anne. O kadar korktum ki, sonra kızdım kendime nasıl bu kadar aptal bir hafızan var diye.

Bir insan annesinin sesini unutur mu anne?

Kendimi toparlayıp, annemin isminin üzerine bir öpücük bıraktım "Gitmem gerekiyor. Söz veriyorum daha sık gelmeye çalışacağım." dedim ve elimle toprağını sevdim. Gelemem anne, yüzüm yok ki buraya gelmeye. Bazen dayanamıyorum sadece...

Oturduğum yerden kalkıp son kez annemin isminin yazılı olduğu mezar taşına baktım, güçsüzlüğümü o mezarın yanına bırakıp arkamı döndüm. Bugün nasıl bir gün olurdu bilmem ama içimde tarif edemeyeceğim türde bir huzur ve huzursuzluk vardı.

Arabama binip vakit kaybetmeden ayrıldım ordan ve ofise sürdüm. On beş dakika sonra ofise gelebilmiştim ve tam o sırada yağmurda başlamıştı. Eylüle girmiştik ve artık sık sık yağmur yağıyordu, yapraklar sararmış dökülmeye başlamıştı yavaş yavaş. Yağmur bana geçmişi hatırlatırdı geçmiş; acı ve pişmanlıkları. Yine de severdim sonbaharı, dökülen her yaprak bana umut aşılardı garip bir şekilde. Evet, yeşeren bir yaprakta değil sararan bir yaprakta bulurdum umudu.

Bazen dökülmeliydi yapraklar ve bazen insan hatalarda yapmalıydı. Çünkü her zaman mükemmel olamazdık aksine hataları anlamalı ve düzeltmeye çabalamalıydık. Her hata ölü bir yaprak.

"Zerda" diye seslendi arkamdan tanıdık bir ses, Umut. Ortağım, fazla tanımasam da iyi ve mesleğinde disiplinli biri. Ama biraz da hırslı ve bu hırs onun en büyük düşmanı. Pencerenin önünden çekilip geriye döndüm ve 'efendim' dercesine baktım "Ben çıkıyorum hastaneye geçeceğim, gelmek ister misin?" diye sordu

Beraber baktığımız ve benim de üstünde çok durduğum bir davaydı "Hayır, birkaç dosyayla ilgilenmem gerek." dedim başımı da olumsuz anlamda sallayarak

Şaşırdı, bariz bir şekilde belli etti "Ne, nasıl yani? Sen çok uğramıştın..."

Sözünü kesip "Sende uğraştın, hem duruşmaya zamanımız var. Sen konuş önce, eksik bir şey olursa bir daha konuşuruz. Ki böyle bir şey olacağını da sanmıyorum." dedim gülümseyerek, evet Umut'u kişisel olarak pek tanımasam da avukat Umut Başaran'ı çok iyi tanımıştım. Zeki, hırslı, bazen egolu ama başarılı ve ayrıntıcı bir insan her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşüneceğine inanıyordum.

Bunu beklemiyormuş gibi daha fazla şaşırdı ama ardından bu şaşkınlık gülümsemeye dönüştü. "Pekâlâ, ben geç kalmayayım. Sana da kolay gelsin." diyerek baş selamı verdi ve çıktı odadan

Aslında biliyordum ben Umut'a biraz daha dostça yaklaşsam aramızda ki ilişki bu kadar resmi kalmazdı. Ama hayatımda beni anlamayacak bir kişiye daha yerim yoktu. Hayal kırıklığına uğramaktansa böylesi iyiydi.

Masanın altında ki kilitli çekmeceden dosyaları çıkardım, uzun ve zor bir yolun başındaydık, içimde ki o ses bu yolda çok zarar göreceğimizi söylüyordu. Yine de vazgeçemezdik. Çünkü her vazgeçiş bir yalan demekti. Ve benim yalanlara tahammülüm yoktu. Yalancı bir insan olarak yalana tahammülün olmaması çok büyük bir ironi.

Sıcak kahveden birkaç yudum alıp boğazımı yumuşattım, cama çarpan yağmur sesinden dışarda ki yağışın iyice arttığını anlamış ama pek umursamamaya çalışmıştım. Not defterine önemli gördüğüm ve araştırmak istediğim şeyleri not alırken gözüme takılan isimle duraksadım, kaşlarım şaşkınlıktan veya öfkeden çatıldı. Bu da ne demek oluyordu?

Geçmiş deşilmemesi gereken bir yaraydı belki ya da öğrenilmesi gereken sırlardı.

Ama geçmiş yalandan ibaret olmamalıydı.

👀

Her zaman aceleci biriydim, bu yüzden hayatım hep bir koşturmacayla geçiyordu. Her anlamda. Hem artık kendimi iyice işlere vermiş ve olmak istemediğim insana dönüyordum. Ruhum eziliyordu bu yaptığım karşısında.

Öfkeli değildim. Bunu çok önce bırakmıştım ama yine de içimde bir yerde kırgınlık vardı. Küçük bir kız çocuğunun kırgınlığıydı, birinin elinden tutmasını bekliyordu. Rüyamda bile sırtımı dönmüşken onun elini tutamazdım, belki bir gün yaraları kabuk bağlardı.

Hayır, bağlamaz.

Yara açık, sar onu, iyileştir bir şekilde.

O zaman çürür, benimle birlikte.

Hem ben yaralarımı iyileştirmeye değil kanatmaya meyilliyim.

O zaman seni yavaş yavaş öldürür.

Zihnimin içindeki bu karmaşıyı silip savcının odasına ilerledim "Savcım müsait değil." dedi kalemi düz bir tonla, derin bir nefes aldım müsait olduğuna emindim, benim işimi zorlaştırmak konusunda gerçekten bir numaraydı.

Kalemi sonunda burdan ayrılınca kapıyı çalıp beklemeden girdim "Savcım, Buğra Atasoy dosyası hakkında--"

Sözümü kesip "Avukat hanım, müsait değilim. Daha sonra taleplerinizi iletirsiniz." dedi düz bir tonda ama sanki kızgın gibi bir hali vardı, o sırada gözüm içeriye kayınca gerçekten müsait olmadığını gördüm. Gözlerim bana sırtı dönük adama kaydı, diğerinin bakışları bende olsa da o pek umursamamış gibiydi.

Tabii ki çıkmadım, bir kere bölmüştüm sonuçta "Müvekkilim hakkında tutuklama kararı vermişsiniz, tam olarak sebebi nedir? Çünkü ortada her hangi bir delil yok." dedim kendimden emin bir tavırla, tam konuşacakken tekrar ben konuştum

Tek kaşımı kaldırıp "Ve ayrıca, tanığın kaburgasında ki morlukları da açıklamanızı istiyorum. Ama tabii isterseniz açıklamayı davayı ilgiyle takip eden halka da yapabilirsiniz."

Kesinlikle bunu planlamamıştım, umarım bu yaptığımın bedeli çok ağır olmazdı. Ya da olsundu. Haklıydım bir kere. Duruşumu bozmadan tam savcının gözlerine bakmaya devam ettim.

Yüzünden sadece birkaç saniye de olsa şaşkınlık ve öfke karışımı bir duygu geçti , demek bilmiyordu. Ya da başka bir şey. Çatık kaşları bana döndü "Avukat hanım, siz beni tehdit mi ediyorsunuz." diye sordu sinirliydi ama sesine yansıtmak istemiyordu. Belki de bu tartışmanın şuan olmasına sinirliydi çünkü gözleri sık sık sırtı bana dönük adama dönüyordu. O kadar rest çektik hâlâ bizi ciddiye alan yok be Zerda.

İç sesime ilk kez hak veriyorum.

Şaşırmış gibi bir tavırla "Hayır elbette, sadece..."

"Dışarı çıkın, avukat hanım." diye böldü sözümü

"Sanırım tanığınızın ifadesini tekrar almanız gerekiyor çünkü baskı altında konuştuğu çok bariz." dedim ve gülümseyerek "Böldüğüm için kusura bakmayın." diyerek çıktım, biraz daha orda kalsam beni bakışlarıyla öldürecekti zaten. Bir korkmadım değil valla.

Neyse ki bu işte tamamdı, yarım saat içinde serbest bırakılması muhtemeldi çünkü yoksa ortalığı daha fazla karıştıracağımı biliyorlardı.

Koridorda yürürken ismi mi duymamla o tarafa döndüm ve gülümseyen Elayı gördüm. Yanına giderken bende gülümsedim ve "Savcım, bu ne şıklık" dedim onu baştan aşağı süzerken, üstündeki siyah elbise hem resmi bir hava vermişti hemde oldukça şık görünüyordu. Yeşil gözleri ise her zamanki gibi parlıyordu.

"Teşekkür ederim, sende çok güzel görünüyorsun." dedi ama üzerimde klasik ceket pantolon takımım ve içimdede siyah bir bluz vardı. Ciddileşip kısık bir sesle "Seninle biraz konuşmak istiyorum aslında" deyince kolumda ki saate bakıp

"Emniyette bir işim vardı, acil mi?" diye sordum, endişeli gibi görünüyordu sanki

İzleniyor gibi hissedince bakışlarım koridora kaydı ama kimse yoktu, bu aralar bunu çok sık yaşıyordum. Deliriyorsun artık herhalde. "Yoo, yo acil değil. İşin bitince konuşuruz." dedi tebessüm ederek

Elini sıkıp "Sende çok yorma kendini." dedim, başını sallayıp kısa bir an bana sarıldı ve ayrılınca gözleri dolu doluydu, endişeyle "Ne oldu birden bire, canını mı acıttım? Ya da yanlış bir şey mi söyledim?"

Başını iki yana sallayıp gözlerini sildi "Bilmiyorum, her şeye ağlayasım geliyor. Dengem çok bozuldu bu ara." dedi sonra yüzüme bakıp "Hadi sen git, geç kalma."

Dudaklarımı birbirine bastırıp "Nasıl, ne zamandan beri, ne oldu ki?" diye merak ve endişeyle sorular sıraladım

Bu sefer gülümsedi, gözlerinin içi parlıyordu gülünce "Yok, bir şey ya! Hemen endişelenme, dedim ya konuşacağız..." son kelimeyi uzatarak söylemişti, canım arkadaşım gerçekten her şeyin en iyisiydi. Caner de sayemizde dünyada cenneti yaşıyor. Gözlerimi devirmek istesemde kendimi tuttum.

Onunla vedalaşıp çıktım adliyeden ve arabaya binip emniyete geçtim. Burda ki işim kısa olduğu için şanslıydım çünkü bugün bir duruşmam vardı ve geri adliyeye geçmem gerekiyordu.

İfade işi bitince Fırat'la sohbet etmiştik ve o an, neredeyse uzun zamandır biriyle iş dışı bir konu konuşmadığımı fark etmiştim. Normal hayatıma geri dönmek istiyordu bir tarafım çünkü böyle olmak bana göre değildi. Ayrıca Işık'a da eskisi gibi vakit ayıramamak canımı sıkan diğer şeydi.

Sen istediğin kadar plan yap, hayat senin önüne bambaşka şeyler çıkarır ve o planları alt üst eder...

⏳ 

Genelde müvekkillerimle duygusal bir bağ kurmazdım ama istisnalar elbette oluyordu ve bu dava tamda onlardan biriydi. Uzun süredir uğraştığım bir velayet davasıydı ve sonunda kazanmıştık, yorucuydu ama değmişti.

"Zerda hanım" diyen sesle koridorda durup ona döndüm, bana birkaç adım yaklaşıp "Başsavcım sizi görmek istiyor." dedi, kaşlarım hafiften çatılsa da başımı salladım

Yeni başsavcıyı tanımıyordum ve benimle neden görüşmek istediğini anlamıyordum. Kapıya gelince tıklatıp açtım "Başsavcım beni çağ--" gördüğüm kişiyle cümlem yarıda kesildi, ellirimin buz kestiğini hissettim. Buraya gelirken aklımdan birçok farklı şey geçmişti ama kafamdaki hiçbir senaryonun yakınından bile geçmeyecek bir şey olmuştu. Karşımda oturuyordu, hiçbir şey olmamış gibi... Onu en son gördüğüm zamanı hatırlıyordum neredeyse üç yıl olmuştu ama o gün ne giydiğine kadar her şey hafızamdaydı. Bana bakarken kaçırdığı gözleri de dahildi buna. O zaman demiştim ki 'Boşver Zerda, eğer seni görmeden daha iyi olacaksa her şeyi boşver.' Yapmıştım bunu o ne zaman gelse ben gitmiştim evimden çünkü beni yok saymasından daha iyi olurdu, en azından onun için. Ve sonunda sesimi bulduğumda dudaklarımdan sadece "Baba" kelimesi döküldü

⏳ 

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum :)

Okuduğunuz tarihi ve yorum yapmayı unutmayın.

Son güncelleme
02.04.23

Sizi seviyorum

 

Bölüm : 17.02.2025 06:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Gülay deveci / Levla / 1. Bölüm
Gülay deveci
Levla

11 Okunma

2 Oy

0 Takip
2
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...