
Bölüm 12: Gölge Alevleri
Sude, odasının köşesindeki geniş pencereye yaslanmış, şeytanlar şehrinin puslu hatıralarına dalıp gitmişti. Gökyüzü, geceye karışan mavi ve mor tonlarıyla aydınlanıyordu ama onun zihninde hâlâ çocukluğunun kasvetli karanlığı vardı. Gözlerini kapattığında, o eski taş duvarları, gölgelerle kaplı sokakları ve kendisini hiçbir zaman tam anlamıyla kabul etmeyen bakışları görebiliyordu.
Bir şeytanlar şehrinde doğup bir melek olarak dünyaya gelmek… En büyük lanetlerden biri buydu.
Herkes ona düşmandı. Onu bir hata olarak görüyorlardı. Bir melek olduğu için hor görülmüş, ama melekler arasında da bir şeytanın çocuğu olduğu için hiçbir zaman tam anlamıyla ait olamamıştı. O yüzden duygularını saklamayı, asla zayıf görünmemeyi öğrenmişti.
Parmaklarının arasında küçük bir gölge alevi belirdi. Siyahın ve kızılın iç içe geçtiği, hem tehditkâr hem de büyüleyici bir ateş… Onun gücüydü bu. Tıpkı kendisi gibi, hem karanlığa hem de ışığa aitti.
Tam o sırada kapı sertçe açıldı. Lale’nin enerjik sesi odayı doldurdu.
Lale: “Sude! Tüm gün odana kapanıp bizi yok sayamazsın!”
Sude, pencereden dışarı bakmaya devam etti. “Denemeye değer,” diye mırıldandı.
Lale göz devirdi ve kollarını göğsünde kavuşturdu. “Bütün gün yalnız başına ne yapıyorsun merak ediyorum. Yoksa karanlık şiirler mi yazıyorsun?”
Sude hafifçe gülümsedi ama belli etmemeye çalıştı. “Hayır, sadece kendi başıma kalmayı seviyorum.”
O sırada Melda, Selin ve Defne de içeri girdi.
Melda: “Derslerde iyi görünüyordun ama bir süredir dalgınsın. Bir şey mi oldu?”
Sude bir an duraksadı. Onlara geçmişinden bahsetmek istemiyordu. Bunu anlatmak, yarasını yeniden açmak gibiydi. Ama aynı zamanda, onların ona gerçekten değer verdiğini biliyordu.
Sude: “Bir rüya gördüm.”
Kızlar hemen dikkat kesildi.
Defne: “Ne tür bir rüya?”
Sude, gölge alevlerini avucunda çevirmeye başladı. “Şeytanlar şehrindeydim. Her şey çocukluğumdaki gibiydi ama farklı bir his vardı. Orada olmamı bekliyorlarmış gibi…”
Melda’nın yüzü ciddileşti. “Bu sadece bir rüya olmayabilir.”
Lale: “Kesinlikle! Bence bu bir işaret! Bir şeytan seni çağırıyor olmalı!”
Sude içini çekti. “Bilmiyorum. Ama garip olan şu ki… Orada birisi vardı. Yüzünü tam göremedim ama sesi…”
Kendi sesi titredi. İlk defa bir şeyden gerçekten korktuğunu hissediyordu.
Selin: “Belki de geçmişin peşini bırakmıyor.”
Sude sessiz kaldı. Haklı olabilirlerdi. Şeytanlar şehrinden kaçmış olabilirdi ama geçmişinden kaçamazdı.
Defne: “Ne yapmayı düşünüyorsun?”
Sude derin bir nefes aldı, gözlerinde kararlılık vardı. “Beklemeyeceğim. Cevapları kendim bulacağım.”
Melda ve diğerleri endişeli bakışlarla ona bakarken, Sude’nin aklında tek bir şey vardı: Kendi geçmişiyle yüzleşmenin zamanı gelmişti.
Sude Gölge Diyarı şehrine gitmek için hazırlanırken kızlar onu yalnız bırakmadı ve onunla beraber gittiler.
Gölge Diyarı’na adım attıklarında havadaki ağır ve boğucu aura hemen üzerlerine çöktü. Karanlık sokaklar, kırmızı ışıklarla aydınlanan eski taş binalar, gölgeler arasında hareket eden garip varlıklar… Burası şeytanların şehriydi ve burada meleklerin yeri yoktu.
Lale burnunu kıvırarak etrafına bakındı.
“Gerçekten de karanlık bir yer. Sanırım buraya asla tatile gelmeyi düşünmezdim.”
Defne kollarını göğsüne kavuşturdu.
“Tatil yeri değil, Lale. Burası düşman bölgesi.”
Sude sessizce ilerliyordu. Burası onun doğduğu yerdi ama hiçbir zaman ait hissedememişti. Yine de kalbi hızla çarpıyordu. Evini görmek, ailesini görmek… İçinde bir şeyleri harekete geçirmişti.
Sonunda eski taş bir konağın önünde durdular. Kapıyı çalmaya kalmadan içerden boğuk bir ses duyuldu.
“Sude?”
Kapı yavaşça açıldı ve karşılarında uzun boylu, keskin yüz hatlarına sahip bir adam belirdi. Babası… Hâlâ o sert ve korkutucu duruşunu koruyordu ama gözlerinde belirsiz bir hüzün vardı.
Sude boğazını temizledi.
“Baba… Annem nasıl?”
Adam, bir an bile tereddüt etmeden içeriye buyur etti. Kızlar içeri girdiklerinde taş duvarlar, gotik mobilyalar ve loş ışıklandırmayla karşılaştılar. Bu ev, Sude’nin içinde büyüdüğü karanlığın bir yansımasıydı.
Ve yatağın başında solgun bir kadın yatıyordu.
Sude’nin annesi, bir melek olarak yıllar içinde yıpranmış, enerjisini kaybetmişti. Melekler normalde hastalanmazlardı ama o, şeytanların diyarında yaşamayı seçmişti. Dengeler bozulmuş, bedeni artık dayanamıyordu.
Sude’nin gözleri doldu. İlk defa içindeki buz gibi soğuk duygular çözülmeye başladı. Annesinin ellerini tuttuğunda, kadının hafifçe gülümsediğini gördü.
Annesi zayıf bir sesle fısıldadı.
“Sude… Geldiğini biliyordum.”
Sude’nin gözlerinden yaşlar süzüldü. Güçlü, ruhsuz ve umursamaz görünmeye çalışmıştı hep ama şimdi önündeki manzara karşısında dayanamıyordu.
Sude boğuk bir sesle konuştu.
“Anne… Sana yardım edeceğim. Seni kurtaracağız.”
Lale hemen öne çıktı. “Mücevher Şehri’ndeki en iyi şifacıları çağıracağım. Onlar mutlaka bir çözüm bulur.”
Sude minnettarlıkla ona baktı. Bir zamanlar yalnız olduğunu sanıyordu ama artık yalnız değildi.
Tam o sırada Defne pencereye yaklaştı ve gözleri kısıldı.
“Bizi takip etmişler.”
Kızlar hemen dışarıya koştular. Gölge Diyarı’nın sokakları sessizdi ama evin etrafı yavaş yavaş karanlık figürlerle dolmaya başlamıştı. Onlar melek avına çıkmışlardı.
Sude’nin gözyaşları dondu. Artık üzülmenin sırası değildi.
Melda ileri adım attı. “Hazır olun. Melek formuna geçiyoruz.”
Ve bir sonraki bölümde savaş başlayacaktı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.43k Okunma |
304 Oy |
0 Takip |
73 Bölümlü Kitap |