“Kap, karanlık bir. Dünyada ne kadar parlaya bilirsin? aydınlığın elinden, alınmışsa karanlık dünyanda sadece beni görüp beni sevebilirsin.”
Ciddi kararlı tehlikeli aynı zamanda kötü olan.
Alp Sarıcanın Arya Barla’sa yazdığı notlardan birisi. Siyah defterine yazdığı her cümle bir beklentiyi çağrıştırıyordu. Her gece başını yastığa koyduğunda sevdiği kadını kollarında hayal edip saçlarını okşadığını düşünürdü. Hayaline sığdırdırdığı mutluluğunu gerçeklerden uzakta yaşıyordu.
Bir gün bir gece yürüyüş yapmaya çıktım yaz aylarıydı oldukça sıcak bir havaydı gökte ki siyah geceyi aydınlatan ay ve yıldızları seyir etmeyi çok severdim. Bir süre daha yürüyüş yaparken, Parkta oturan sınıf arkadaşım Alp Sarıcayı gördüm Henüz 19 yaşındaydı ben ise 18 yaşımdaydım. Onu gördüğümde hali pek mutlu gözükmüyordu elinde içki şişesi vardı sesimi duyuracak şekilde bağırıp adını haykırdım. “Alp.” dedim elimi havaya kaldırarak hiç umrunda değilmiş gibi yüzüme bakıp durdu hızlı adımlarla bulunduğu yere gittim yaklaştıkça gözlerinin kızarıklığı ve ıslaklığını görmeye başladım yolunda gitmeyen bir şeyler vardı biliyordum sınıfta hiç bir zaman sevgili yapmamıştı fazlasıyla çıkma teklifi almıştı. oturduğu yerden kalkamaya çalışır gibi dengesiz bir şekilde kalktı “senin burada ne işin var?” dedi sarhoş konuşarak kaşlarım çatıldı ona bakmaya devam edip bir süre sonra. “Yürüyüş yapıyordum seni gördüm yanına geldim.” dedim ellerimi önümde birleştirerek, “git.” dedi net bir sesle bu halde onu burada bırakıp gitmek benim için sorun olabilirdi sokaklarda fazla serseri var başına bir iş gelirse kendimi suçlu hissedeceğimi
biliyordum. “bize gidelim.” dedim teklifsiz ve düz bir sesle. baştan aşağı gözleriyle beni süzdü Siyah ince ipli atletim ve hemen üzerimde kot ceketim vardı alt kısmımda sadece kısa bir şort bulunuyordu. “Alp.” dedim kısık sesle elimi gözlerinin önünde sallarken dalgınlığından ayılıp gözlerime baktı. “Efendim.” dedi mırıldanarak. “İyi gözükmüyorsun gidelim bize.” dediğim an dengesini kaybetmeye başladı hızlı refleks yaparak kolunu tuttum kendime doğru çekerken. kolunu tuttuğum elime kaydı gözleri. “İyiyim ben sorun yok.” dedi kendini doğrultarak hızla elimi çektiğimde gözlerimi ondan kaçırıp etrafıma bakındım ilk temas ilk dokunuş ozaman başlamıştı küçük bir, parkta gerçekleşmişti aynı sınıfta olmamız bir birimize hiç bir şekilde temas etmeden konuşmamız diğerlerinin oldukça hoşuna gidiyordu. “Arya ben iyiyim gerçekten git.”
dedi dudaklarını ıslatarak “iyi tamam sabaha kadar burada başında bekleyeceğim.” inadım inat bir kere bu halde bırakıp gideceğimi nasıl düşünür aklım almıyordu “İnadın inat öylemi bu saat de burada benimle oturup sabahlaman doğru değil.” Omuzlarımı silkerek yüzümü buruşturdum ona karşı. “senin burada içki içmen çok doğru san ki.” dedim alaya vurarak belirsiz tebessümle bakışlarımı yakalayıp yüzümü inceledi “Ben bir kızın yanında ağlamak istemiyorum.”
“Ağlatmak neden yasak değil?” dedi hiç düşünmeden.
Donuk bir şekilde yüzüne bakarken mırıldanmaya başladım. “Ailevi sorunlarını ağlayarak halledeceksen ağla Alp bu konunun kız olduğumla alakası yoktur insanlar ağlaya bilir bitkiler hayvanlar kuşlar onlarda ağlar.”
“Ben hayvanmıyım Arya.” söylediklerimden çıkarttığı tek anlam hayvan olması aklının başında olmadığını gösteriyordu ne yapacağım nasıl davranacağımı hiç bilmiyordum dakikalardır suskun şekilde ona bakıp durdum oysa ağlamamak için çaba gösteriyordu. “Ne zaman gideceksin?” dedi yüzüme bakmadan “Bir yere gitmeyeceğim.” dedim keskin bir dille yandan bakış atarak bana bakıp durdu “gidelim artık.” dedim pürüzlü bir ses tonuyla ayağa bir kez daha kalkarak ayakta durmaya çalıştı “baban kızmayacak mı? hiç düşünmeden cevap verdim. “Babam mesaide bu gece ev serbest.”diye karşılık verdim oturduğum yerden kalkarak. galiba ikna edebilmiştim hızlı ikna olmadı beni epey zorladı ama buna değdi. sarsak bir şekilde yürümeye başladı hiç düşünmeden kolunu boynuma doladım sessiz ve kısık gözle bana bakarak; “Buna gerek yok yürüyebilirim.” dedi “görüyorum yürüyorsun sağa sola aşarak.” gözlerimi devirip hiç bir şekilde umursamadan destek verip yürütmeye çalıştım. Ben bu yolda ikimizin yürüye bileceğine inandım inandırdı beni. Ben ondan başka hiç bir adama inanmadım belki beni kullandı belki babası gibi zalim oldu. tüm acısını benden çıkardı her dakikasını bana adım atmayı değil adım atmamayı öğretti. Evim parka az mesafelikte uzaktaydı. yarım saat boyunca konuşmadan eve getire bildim apartmanın kapısını anahtarla açarak içeri çektim, Alp’i o hâlâ aklı başında olmayan bir çocuk gibi davranmaya devam ediyordu. Kendini duvara yaslayıp yere çökmek ister gibi dizlerini kırdı “Alp hayır buraya değil” dedim fısıltılı bir şekilde. hızlı adımlarla ona doğru adım atarak kolunu boynuma doladım. elbette bir bedeni taşımak kolay değildi. ben onunla bir bedende bir, kalp olarak düşünmüştüm
Bu düşüncelerim zamanla aşka dönüşmeye başlamıştı hayatımın en garip anılarından bir tanesiydi park olayı. Eve getirmeyi ve evin içine kadar sokmayı başardım heryer karanlıktı sokak lambaları evi aydınlatırken kendi odamı güçlükle bulup Alp’i odaya getirdim kolları boynumu sararken tüm ağırlığını bana vermişti. adım adım yatağa yönelirken nefes alıp vermekte güçlük çekiyordum. son bir adımda kendini yatağa bırakıp kendiyle beraber yatağa düşmemi sağladı. Gözüm kapalı bir kaç saniyede gözlerimi açıp yüzüne baktım. evi aydınlatan sokak lambaları yüzünde gölge yaratmıştı ne yapacağımı bilmeden donuk bir yüzle ona bakıyordum. “daha önce acı çektin mi Arya?” dedi tek nefeste yanlış anlaşılacak bir durum için fazla müsait yere sahiptik hiç düşünmeden üzerimden iterek yatağın sol tarafına ittim başı yastığa değdiğinde vücudunu boşluğa bırakır gibi haraketsiz kaldı.
“Saçmalamayı kes.” dedim düz bir ses tonuyla bitkin gözlerle bakışlarımı yakalamaya çalıştı konuşmaya mecali kalmayan bir adam görüyordum karşımda. “babam beni sevmiyor annem beni evlat olsan sevilmezsin diyor.” ses tonu ağlamaklı çıkmasına rağmen, güçlü durmaya yemin etmiş gibiydi “Ağla korkma ağla göz yaşların sel olsa boğulmazsın yeter ki ağla.” soğuk bir şekilde yüzüne baktım ellerimden destek alarak yataktan kalktım kapıya yönelmeden önce son bir defa arkamı dönüp ona baktım çoktan gitmişti gözleri derin uykuda kaybolurken yatağın köşesinde duran battaniyeyi elime alıp yatağın sol tarafına geçtim. Yatağımın sol tarafını bir adamla paylaştım kalbim buna hazır değildi. Titriyordu korkuyordu ağlıyordu bir şeyi anlamıyordu hayat üzülmek için acı çekmek için çok erkendi. Elimde tuttuğum battaniyeyi iyice kavrayıp örtmek için eğildim üzerini örttüm. içki nefesinin kokmasına sebep olmuştu kokudan rahatsız olurcasına hızla doğrulup kapıya yöneldim. bu sefer arkama bakmadan bir hışımla odadan çıktım. Elimle boğazımı sararak içimde ki boşluğu kapatmaya çalıştım koridorun sonunda salon bulunuyordu yavaş yavaş salona geçtim. salonla mutfak bütündü mutfak bölümü Amerikan mutfağıydı. kendime bir şeyler hazırlamak için yönümü mutfağa çevirdim. Bir kaç dakika buz dolabında oyalanıp ne alacağıma karar vermeye çalıştım aklıma tost yapmak geldi. Salçayı peyniri sucukları çıkarıp tezgaha bıraktım mutfağı sarıp sarmalayan led ışıkların altında tost yapmaya başladım. Karanlığı seviyordum karanlığımı bir adamla paylaşmayı sevmiyordum. tost makinesini çalıştırıp ekmekleri iki taraflı kızartmaya başladım ardından salçayı ekmeğe sürüp hızla kaşar peynirini yerleştirdim üzerinede sucukları dizip son ekmeği üzerine koydum. tekrar tost makinesine yerleştirip makine arasında sıkıştırdım. gözlerim boşluğa dalmış giderken, tostun kokusu burnuma doldu hızla makinenin kapağını açıp elimle almaya çalıştım elim sıcağa dayanılmaz hal alınca elimden kayan tost tezgaha düştü.
“Ah kahretsin.” dedim dudaklarımın arasından,
hemen tabağa koydum en çok tost severdim tadını severdim kaşarın uzamasını daha çok eğlenceli bulurdum çocukluğumdan beri severdim. Zaman saat ilerledikçe ara sıra saate bakıyordum. Gece 01:00 tabağımı ve içeceğimi alarak salonun bulunduğu bölüme geçtim. her şeyi yerli yerine yerleştirip ikili koltuğa oturdum önüme koyduğum yiyeceklere bir saniye bakıp “kendime afiyet olsun diyorum.” dedim kısık sesle. sağ elimle tostu alıp ısırdığımda kaşarın uzadıkça uzayan görüntüsünü kendime göre eğlenceli hale getirmiştim. tadından geçilmez; yılların en mükemmel lezzetini almışım gibi yerdim.
Küçücük eve bir yabancıyı sığdırmıştım
Kendimi yabancının kalbine sığdıramamıştım.
Geçmişim izimdi anılarım cehennemimdi kalbime mühürlediğim adam katilimdi.
Tekerlekli sandalye de gün boyunca oturmak eksikliği hissettiriyordu pencereden sağa sola giden adamlar olmasada içeride özgürce dolaşan insanlar tanımıştım bu kişilerin başında Merih Ata Ezel yer alıyordu kişiliği tavrı haraketleri soğukkanlılığı yeri geldiğinde emir vermesini dahi beklemeyen bir çeteye sahipti korkusuzdu dik kafalıydı kelimelerini seçerek cevap verir ve her konuşmada karşında ki kişiyi satranç oyunu gibi yenerdi sözleriyle. Uraz Ezel kardeşine zıt bir yapıya sahipti konuşmayı değil susmayı severdi her şekilde sorgusuzca odama götürür kahvaltıya indirir bazen boş vakitlerde dolaştırıp tekrar geri renkli odaya getirirdi. Renkli oda diyorum çünkü bir yıl öncesinde bile odam siyah ve karanlıktı. Zümra Karayel benden hoşlanmaz tiksiniz gözlerle bakardı asla karakterini çözemedim kafamı karıştırıp iğneleyici sözlerle kim olduğumu nereden geldiğimi hatırlatırdı.
Seray Kaya tam aksi iddialı emir kulu altında çalışır eksiksizce istenilen şeyleri yapardı bana karşı kabalığı yoktu olmamıştı sorgusuz sualsizdi sessizdi susmayı severdi. Aras Teğmeni diğerleri kadar çözemedim en çok piyano başında durur parmaklarıyla ritim tutarak duygusal şarkı çıkarırdı ortaya.
Bu tanıtımın üzerinden 24 saat geçmesine rağmen aynı eve getirilmiştim odada değil salonda durup etrafa bakınıyordum konuştuğum kadar bedenimde konuşsaydı ne kadar acı çektiğini anlatırdı. Arkadan ayak seslerini duyuyordum dönüp bakacak halde olamadığımdan sandalyemin bir el yardımıyla döndüğünü gördüm. “Merhaba.” dedi kalın sesiyle bu kişi Aras Teğmendi evet oydu zorluklukla karşılık vermeye çalıştığımı anlayınca Aras. “Burada neden yalnızsın.” dedi bakışlarıyla beni süzerken. Kekeme bir şekilde konuşmaya başladım. “Ssen kimsin..” dedim korku dolu bakışlarım üzerinde geziniyordu ellerini önünde birleştirip çömeldiği yerden “bu evin en sonuncu üyesi Aras Teğmen aynı zamanda eski üst düzey BDS. Askeriyim.
BDS Askerimi? Bu ismi ilk kez duyduğumu söyleyebilirdim. “Bu eve neden getirildim?” dedim konuyu değişerek. Aras, “emin ol bende istemiyorum burada olmanı çünkü sen kazada kurban edilen o kızsın Arya Barlas, olmalısın öyle değil mi.” dedi rahat bir ses tonuyla “Ssen bunu nereden…” diyebildim şaşkın gözlerle. Konuşmaya başladığında oturduğum tekerlekli sandalyemi kendine çekti etrafa bakındıktan sonra gözleri gözlerime kenetlendi. “Benim bilmediğim bilipte söyleyemediğim çok şey var.” soğukkanlılık akıyordu her zerresinden “diğerleri biliyor mu?.” dedim zorlukluka “Diğerlerine söyleyemem.” dedi tek nefeste. “Neden? diye karşılık verdiğimde çaresizlikten der gibi bakıyordu. “Zamanı değil.” dedi homurdanarak Kısa konuşma sonrasında odayı bir kadın sesi doldurdu bu kişi Zümraydı “Lanet olasıcalar hep bir arıza çıkartıyorlar Ah!” dedi yüksek sesle. Aras sesin geldiği yöne baktığında hırsla salona giren Zümrayı gördü. “Ne oldu sana neden sinirlisin.” dedi Aras ellerini önünde birleştirerek “Hiç sorma..” lafını yarıda bırakıp beni süzerken donuk ses tonuyla. “Neden odasında değil bu kız.” dedi “O kız değil onun bir adı var Serap.”
Gözlerini devirip ikili koltuğa ilerledi. Hemen arkasından biri daha girdi “Herkese merhabalar.” deyip topuklu ayakkabıların sesi kulaklarımı doldurdu. “Seray?” Aras mırıldanıp adıyla seslenirken. Seray’ın gözleri hemen Arasa döndü “Şaşırdın değil mi böylesine şık giymeme.” ona karşı bakışlarım irileşirken kendimi hatırladım böylesine şık giyinmem sadece mezuniyet törenimde gerçekleşmişti ne acı ki artık sadece sıradan kıyafet giyinmek zorunda bırakıldım. Zümra dönüp bakma gereği duymazken Seray adım adım bana doğru yaklaştı. “Serap kaç gündür aynı kifayetlerlesin kirli ve kokuyorlar senin için banyoyu hazırladım birazdan duş aldıracağım. Zümradan nefret dolu sözler kulaklarımı doldurdu. “Banyo yaptırmak için mi şık giyindin Serayım.” Seray hemen Zümraya bakıp onaysızca başını salladı. “Hayır elbette bunun öncesinde ufak bir işim var onu halledeceğim.” dedi Seray. “Umarım kirlenmiş bedene elini sürmezsin.” dediğinde Arastan yüksek bir uyarı geldi. “Zümra senin dilin şu sıralar çok uzadı üslubuna dikkat et.” Seray sessiz kalıp gözlerime bakarcasına özür dilermiş gibi bakış attı bunlar için üzülüp ağlamam yasaktı konuşuyordum sessiz kalmayı seçmiştim ben bunu Alpten öğrenmiştim susmak haklarımı savunamamak kırıcı konuşmalara alışmak yeri geldiğinde her şeye göz yumup kaderine boyun eğmek bunları
yaşadım gördüm tattım bu evde bile kuşku dolu korkulara sahip ken kötünün daha kötüsü bir olay yaşamak oturduğum sandalyeden daha ağır basıyordu. kendi dalgınımdan uyanıp Arasın bana seslenen sesini işittim. “Boş ver takma o hep zorba şakalar yapmayı sever.” Zümra gözlerini devirip, “hıhım aynen .” demekle yetindi. Seray oluşturduğu yakın mesafeden uzaklaşıp yırtmaçlı siyah kalp detaylı göğüs dekoltesinde siyah elbiseyle etrafında döndü. Aras ilk kez bu durumla karşılaşmıyormuş gibi bakış atarken hiç bir ayrıntısı dikkatini çelmiyordu. Giyinmesine şaşırtmıştı güzel olduğuna değil. benim bakışlarım kadını delip geçecek türdendi güzellik abidesi taşıyordu sarışın olan saçları omuzundan aşağı düşerken içeriye Elinde ki kahveyle Uraz girdi. çarpışmaya yakın ikilinin göz teması kurarak bir birlerine baktıklarında herkes sessizliğe gömülmüş onları izliyorduk. Şaşkın gözlerle kadını süzdü elinde ki kahve yere düşmese de zorlukla yutkunup adını kısık sesle mırıldandı. “Seray?” Gözünü alamadığı kadından dilini yutmuş gibi cümleleri bir araya getirmeye çalışıyordu. “Nereye…” Seray lafını bölerek soğuk bir ses tonuyla cevap vermeye çalıştı. “İş görüşmesi için ufak bir yemeğe çıkacağım.” ikisinde aynı tutkuyu görüyordum aynı bakışlar tanıdıktı aynı heyecan aynı kasılma aynı sahneler. “Bu elbiseylemi.” dedi boğuk ses tonuyla Zümra bile ikili koltukta yan dönerek ikisini izlemeye başladı. “Bu halinle gideceğini sana düşündüren nedir emri kimden aldın da yemeğe gidiyorsun?” dedi baskın bir dille Uraz. “Kardeşin Merih Ata Ezelden canım.” Rahat bir dille söylerken kaşlarını çatıp hoşnut olmayan bakışlarla kahve bardağını kırdı, kıracak gibi duran davranışı sinirli olduğunun göstergesiydi. “Gidemezsin ikinci bir emir bu. Elbiseyle dışarı çıkamazsın eğer çıkacaksan üzerini değiş öyle git.” Seray omuzunu silkip hayır cevabı verdiğinde Urazın yüzü gittikçe dehşete bürünüyordu. “Seray gidemezsin dedim.”
“Beni sen mi durduracaksın Uraz?” Onları izlemeye devam eden iki kişi ve ben dahil umurlarında değildi gözleri bir birlerinden Başka kimseyi görmüyordu. “Evet.” dedi dişlerinin arasında duraksadı tekrardan “Evet ben durduracağım seni.” dedi. “O zaman gel kendin çıkart.” dedi damarına basarak üzerine yürümeye çalıştığında Seray iki adım geriledi bizi fark edip kendini tuttu. Seray göz ucuyla bize bakıp kıyak geçti tekrar Uraza dönüp yüzünde ki rahatsızlığı gördü. “Bende öyle düşünmüştüm Uraz.” omuz atarak kapının eşeğinden gittiğinde arkasından baka kaldı “Sikeyim kardeşimin aklını ya.” Dedi küfürler savurarak. Rüzgar gibi önümüzden geçti Aras bu haline gülmemek için kendini zor tutarken Zümrayla iki saniye bakışıp Urazı işaret etti. “Yalnız baya iyi koydu.” dedi duyuracak bir sesle. Şöminenin yanında duran Uraz kahvesini masaya bırakıp sandalyeyi kıracak gibi oturdu. “Evet vurdu gol oldu.” dedi kahkahaların arasında Her ikisi Urazla alay ederek kahkahaya boğuldular hiç bir tepki vermiyor sinirlerine hakim olmaya çalışıyordu Bakışlarımı Uraza çevirmeye çalışsamda başarılı olamıyordum. arkamdaydı biliyorum yüzünde ki endişenin asıl kaynağı sevdiğini tatlı dille kıskanması bazı aşklar söylenemezdi. Uraz kendine yasak koyan, aşkın imkansızlığıyla yüzleşiyordu.
Bir buçuk saat aradan sonra Seray gelmişti kendine ait özgü bir odası vardı kimsenin girilmesinden hiç haz etmezdi titizdi yorgun yorgun odasında kendine bakarken yıprandığını hissetmişti biliyordu ki en zor işleri o görüyordu kadın olarak ayna yansımasından kendini izlerken, kapıyı çalmadan biri içeriye daldı bu kişi Urazdı kadın irkilmiş olduğu yerde donuklaşmıştı ve hemen kapıya bakıp kapıyı kitleyen, Urazla karşılaştı. “Ne yapıyorsun sen.” dedi Seray yüksek ses tonla. hiç umrunda değilmiş gibi adım adım üzerine gelirken cevap verdi. “Asıl sen anlat neden iş görüşmesine gittin.” dedi baskın bir dille. kadın omuzlarını kaldırıp indirerek “bundan sana ne Uraz.” diyerek çıkıştı hızla kapıya yönelmek istercesine Urazın yanından geçti Uraz kolunu tutup geri çektiğinde kadını karşısına alıp konuşmaya başladı. “Buradan kolay kolay gidemezsin düzeltiyorum gitmeyeceğim sorularıma cevap ver.” Seray’ın kaşları çatılırken Uraz öfke dolu sözleriyle kadını bitiriyordu tek öfke değil bakışlarına âşık Olan gözleriyle her saniye kalbinin titremesine sebep olan bir adamdı Uraz Ezel. “Cevap versene kızım!” Seray bir kez daha kapıya yönelmek istiyordu “Aras Zümra!” İsimleri haykırmasıyla Uraz eliyle ağzını kapatıp duvarla kendi arasına sıkıştırdı. “Şşş bunu yapmaya devam edersen kötü olur Seray.” pes etmiş gibi sakin kalmayı tercih edip güçlü kollarına baktı daha sonra gözlerine bir kez daha bakarak aşkını haykırmaya çalışıyordu san ki hayır Seray hayır diren! yapma sana dokunmasına izin verme Seray! kalp atışları ağzında atan bir kadın için fazla temas kurmuştu. “Bu elbiseyle gidemezsin dedim hatırladın mı.” şaşkın gözleri üzerinde gezinirken başını sallayarak onay verdi. “Peki sen ne dediğini hatırlıyor musun.” bir kez daha evet dercesine başını salladı. “Burada patron kim Seray?” dedi eliyle ağzını kapalı tutan parmakları yavaş yavaş yüzünde gezinmeye başladı. “Sen ve kardeşin.” dedi ses telleri titriyordu korkuyordu ölüp bitiyordu Uraz görse bile görmezden geliyordu göğüs kafesleri hızla inip kalkarken Uraz dilini damağına vurup bir kaç saniye gözlerini kapatıp açtı. “Neden bana karşı geliyorsun peki.” Adamın parmakları yüz hatlarında gezinmeye devam ediyordu ve o,
parmaklar dudak kenarlarına yaklaşmaya başlamıştı. “Seninle özel bağımız yok herkesin giyimine karışamazsın Uraz.” Söyledikleri onu delirtirken daha fazla duvara bastırıp inlemesine neden oldu. “Yapma bırak.” dedi acı dolu sesiyle. “Sana herkesin giyimine karıştığımı kim dedi ki ha? söyle benim için delirip duruyorsun beni gördüğünde konuşmuyorsun elin ayağın bir birine dolanıyor.” dedi fısıltılı ton öfkeli bir biçimde yansıyordu ortama sözleri kadının kalbini uçurmak için yeterliyken Urazdan utanır, gözlerle gözlerini kaçırdı. “Bana bak yüzüme bak Seray!” eliyle çenesini kavrayıp kendine bakmasına sebep olurken nefes kadar yakındılar bir birlerine dolgun dudakları adamın dudaklarına değecek mesafelikte “Uraz.” dedi çaresizce Seray “Beni bırakır mısın.” bir süre sessizliğe gömülen adamın çevik bir şekilde yüzünü duvara çevirdi ve elini beline dolayıp kendine çekti nefesi kadının kulağını mest ediyordu dudaklarından inilti toplamasında kelime döküldü kadının “yapma yalvarıyorum yapma.” dudaklarını kulağına değdirip kokusunu içine çekmeye ve bu durumda bile her fırsatı değerlendirmeye and içmiş gibi zevk alıyordu bunu yaparken. “Bana meydan okudun Seray bunu yapmamalıydın.” dedi iddialı kelimeler sunarak parmakları sırtında gezinmeye yemin etmişti san ki. “Yapma.” dedi yalvarır bir tonda. “Ben bir kadını yalvartmadım bugüne kadar sen ilk oluyorsun.” fısıltısı bile yetiyordu tenine işlemeye parmakların dokunduğu her saniyede ürperti ve endişe kaplarcasına gezinmekten fermuarın yolunu bulduğu an Hiç düşünmeden baş parmağıyla kavrayıp aşağı doğru çekti fermuardan çıkan ses gittikçe ortamı yükseltiyordu Uraz çıplak kalan sırtı izlerken bir taraftan kaçamak bakış atıyordu kadına duvara sığınmış bir yavru kedi gibiydi Seray alt dudağını dişlerinin arasına alıp fazladan çok süzdü. “Eğer imkansızlar imkan dahilinde olsaydı tenini izlemekten daha fazlasını yapardım Seray.” bir adım geri de durup zorlukla kendine hakim olmaya çalıştı. “Uraz git.” dedi ağlamaklı ses tonuyla boğuluyordu onun, Elbisesini bir adam açmıştı tenine dokunmuştu nefesi tenini ısıtıp ızdırap dolu bir an yaşatıyordu. hiç bir şey demeden koşar adımlarla odadan çıktı.
duvara yaslanan bedeni yere çökerken elbise daha fazla açıklık gösterdi rahat nefes alışı diğer yandan ağlamasına neden olmuştu özlüyordu kölesi olmak istiyordu sıcaklığını dokunarak değil öperek, kokusunu içine, çekerek huzur bulmak istiyordu. Urazın kullandığı parfüm kadının odasını sarmıştı her yer o kokuyordu her köşeye kokusunu bırakmıştı. “Neden ya neden zormuydu saçlarımı sevmek neden yapıyor bana bunu niye!” Hıçkıralara boğulan sesi odada yankı buluyordu kaderine kendine isyan ediyordu. Bilmediği bir şey vardı her detayını kameradan izliyordu her zerresini dakika dakikasına izlerken elinde ki sigarasını sıkı sıkıya tutmuş onu sarmalamak için kendini zor tutuyordu. odasının her köşesinde Urazın sevdiği gri renkler yer alıyordu. şuan ki durumunu izlemekten geri kalmayıp hüzünle sigara dumanını görüntü de ki kadına üfledi. bunu iki üç kere tekrarlayıp dudaklarından dökülen tek cümle, “özür dilerim kadınım.” Olmuştu Kendi odasının kapısı gürültülü bir şekilde açıldı “Uraz!” dedi adını haykırarak içeriye izinsiz ve kaba kuvvetle giren Zümrayla bakışları kesişti
“Ne halt yediğini sanıyorsun sen!” şaşkın bakışlarla olayı anlamaya çalıştı bir süre sonra dik duruşuyla ayağa kalkıp kaşlarını çatarak cevap verdi Uraz, “ne yapmışım ben?” dedi soğukkanlı bir tavırla. “Bunu iyi biliyorsun Seray’ımı neden ağlatıyorsun buna hakkın yok anladık sevmiyorsun üzmeye….” lafını yarıda kesen güçlü sesle birlikte susup dinledi. “Haddini bil. Zümra bu mesele onunla benim aramda kimse karışmasın.” bu tartışma seslerine kulak misafiri olan Merih Ata emin adımlar atarak içeriye girdi. “Bir şey yok.” dedi. Uraz sakinliğini koruyarak onun aksine Zümra hırçın ve sinirliydi. “Senin bu deli kardeşin Seray’ımı yoktan yere ağlatmış!” Merih Ata’nın bakışları ikisi arasında gidip gelirken Uraz işaret diliyle her şey yolunda dedi
“Zümra burada saygısızca davrandığını bir daha görmek istemiyorum.” Bu duruma daha fazla bozulmuş olacak kİ aniden bir kez daha sesini yükselti “Merih Ata şuan Seray hüngür hüngür ağlıyor ve sen….” dudakları sinirden titriyordu Ne diyeceğini nasıl konuşacağını unutmuştu hatırlatma yapmak adına ağzını açan Merih Ata ciddi bir şekilde konuşmasına devam etti. “Ağlaya bilir.” dedi tek kelimeye sığdırarak “Üzüle bilir.” dedi kelimeleri teker teker söylüyordu. “Acısı olabilir.” dedi Uraza imalı bakışlar atıp. Zümraya konuşarak, “Merih Ata ama…” yarım ağız konuştuğunda Merih Ata işaret parmağını kaldırıp susmasını söyledi. “Burada fazla disiplin var. Zümra Kareli hatırlatma yapmama gerek yok umarım saygı önemli husustur benimle konuşurken üslûbuna dikkat et şayet görevinden atılırsın.”
Uraz keyifle izlerken bir hışımla odadan ayrılan, Zümranın arkasından el salladı. Merih Ata abisinin üzerine çullanıp, hesap sordu. “Ne yaptın lan kıza?” neye uğradığını şaşırmış bir ifadeyle abisi Uraz olayı idrak etmekte zorlanırken elleriyle yakasını kavrayan. Merih Ataya baktı. “Sakin ol kardeşim bir şey yapmadım sadece özel konuştuk.” Dedi dilini damağına vurarak ellerini abisinin yakasından yavaş bir şekilde çekip şüpheli bakışlarla soru sordu. “Ne kadar özel?” dedi kuşku dolu bakışlarla. “Serayla aramda geçenler bende kalsın kimse aramıza girip hesap sormasın özellikle Zümra.”
Merih Ata öfkeyle soluklanıp ellerini önünde birleştirdi ardından abisi, Uraza kaçamak bakışlar atarak söylendi. “Sana bunu sormuyorum neden odasına girdin ne konuştunuz kız neden ağlıyor?” Uraz dememekte ısrarcıydı Seray’ın ona özel olduğunu düşünüp bunu öz kardeşiyle konuşmak ve ya aralarında geçen o sıcak gelişmeleri paylaşmak yerine gizlemeyi seçiyordu kadının ona olan aşkını anlasalar da Urazın; Seraya aşık olduğunu akıllarına bile getiremezlerdi bu konuda ne kadar baskıda kalsada inadı inat ağzını bıçak açmazdı. “Boş ver Zümranın saçmalıkları işte öyle bir şey yaşamadık abartmayı sever.” bu söylediklerine inanan Merih Ata pozisyonunu değişip dosyalara yöneldi dudaklarının arasında hafif mırıldanarak söylenmeye başladı. “Her neyse boş konularla uğraşmayız şuan benim akşam yemeği için hazırlık yapmam gerekiyor. Uraz unutmuş gibi cevap verdi. “Hatırlattığın iyi oldu Serayı bir daha iş görüşmelerine göndermiyorsun.” Bakışları anında abisini bulduğunda şüpheci tavırla “neden?” diye sordu buna karşılık kardeşinin sağ tarafına geçti ve kulağına fısıldadı. “Canım kardeşim birisi sözlü taciz de bulunmuş ve O, sebeple hüngür hüngür ağlıyor.” dedi yalana başvurarak duyduklarına inanmadan Abisini taklit ederek eş zamanlı aynı rahatlıkla kulağına fısıldadı “Eğer öyle bir şey olsaydı bana demez Seraya dil uzatanın dilini keserdin masal anlatmayı bırak.” duyduklarına inanmayarak kardeşine baktı kardeşi ise rahatlıkla göz kırpıp dostça omuzuna koydu elini; sözlerine devam edip Urazdan laf almaya çalıştı. “Sen Seraya aşıksın salak yerine koyma beni.” şaşkın ördek gibi ne yapacağını bilemeyip konuyu değişmeye çalıştı başarılı olamayınca etrafını kolaçan edip, “bu bir sır olsun.” dedi kardeşine uyarı bakışları atarak. Çatık kaşları düz halini aldığında başını sağa sola sallayarak dudaklarını bir birine bastırdı. bu konuşmaların üzerinden yarım saat geçti Seray üzerini değişmiş rahat ev kıyafetleri giymişti sarı tonlarda olan saçlarını at kuyruğu yapıp salona geçti gözleri Urazı arıyordu görüş alanında olmadığı için utanmasına ve kaçmasına gerek kalmıyordu salondan bir parça eşya alıp salondan ayrıldı.
vücudumu kaplayan ağır yükler vardı bu yüklerin başında özgürce haraket edememdi kendimi hep eksik görür hayatım boyunca böyle çürüyeceğime inanıyordum. Bu kabûslardan uyanmamı sağlayan piyano sesi kulaklarımı doldurdu yabancı bir parça çalıyordu öylesine derin ve huzur veriyordu ki bulunduğum odadan tekerlekli sandalyemle beraber çıktım tekerlekler döndükçe ses daha fazla yakından gelmeye başladı. odaların kapısında numaralar ve isimler yazıyordu her isime özel bu kapılardan biri beni beş numaralı
Aras Teğmen odasına getirdi. Piyanonun sesi önünde durduğum kapının arkasından gelirken, merakıma yenik düşerek kapının koluna uzanmaya çalıştım felçtim evet yarımdım evet kendi oturduğum sandalyem bile
Otomatikken kapının koluna uzanma hayali kurdum denemeye çalıştıkça kolumda ki damarlar belirginleşmeye başladı piyano beni bir adamın kapısına sürüklüyor ve o kapı ardına kadar kapalıyken kapıyı açmaya çalışan çaresiz kız çocuğu gibiydim. Babam morelim
bozuk olduğu zaman tek cümlesiyle morelimi düzletirdi. “Unutma kızım hata yaptığında bile hatanın telafisini hatırla.”
Peki benim en büyük hatam ne olmuştu zorlandıkça anılar beynimde canlanıyordu piyanonun sesi kesildiğinde olduğum
Yerde kendimi kaybederek gücümü kullanmaya çalışıyordum. Hadi Arya yaparsın Arya! dudaklarımdan inlemeler
Dökülüyordu Kanımın sıcaklığı bedenimi kaynar su gibi ısıtırken buram,
Buram ter damlacıkları dökülüyordu tenimden O, kadar kaybetmişim ki kendimi kapının açıldığını dahi fark etmemişim edememişim.
Benim ilk savaşım bedenim ikinci savaşım sevdiğim üçüncü savaşım kimliğimdi. Arya dedi Aras kapının açılmasıyla birlikte. debelendiğim
Sandalyem deprem gibi sallanırken Aras şaşkın yüz ifadesine bürünmüş burada neden olduğuma anlam verememişti. “Arya!” dedi bir kez daha gür çıkan ses tonuyla “yürü-me-k”
gözlerim aniden doldu belli belirsiz çırpınma nedenlerim önümde duran adamla aynı boyda olmaktı. “İ-isti-yor-um” güçlükle söylediğim
Kelimelerle kendime acı çektirip dururken benim boyuma gelmek istercesine yere çömeldi o an ki refleksi beni kendime getirdi başımı adamın omuzlarında buldum. Aras ise tekerlekli sandalyeme sarılır gibi sıkı sıkı sarılmıştı “Şşş geçti yok bir şey sakin ol.” Boğazıma yumru oturmuştu san ki çırpınışlarımı engelleyen güçlü kolları hem bedenimi hem
Sandalyemi kavramıştı. “B-e-n.” yarım
Ağız ben diye bildim omuzuna dökülen göz yaşlarım birer yağan yağmurun fırtınanın her şeyin habercisiydi. “Arya uslu bir kız ol sakın kendine zarar verme sakın.” çırpınışlarım son bulduğunda sıcak nefesi tenimi ısıtırken, rahatlamış gibi iç çekti üzerinde hep formasıyla gezinirdi asker üniforması değildi Siyah kollu fiziğini ortaya çıkaran bir gömlek giymişti. Altında ise paraşüt pantolon bulunuyordu. Fazla bol değildi fazla darda değildi ortaydı sarılmanın sonunda geri çekilerek gözlerime ve yarım yamalak duran saçlarıma baktı. “Saçların…” dedi güçlükle duraksadı bir kaç dakika düşündükten sonra kendi sorusuna cevap aradı “Alp’mi yaptı bunu sana?” boynuma kadar düşen gözleri bir yerde duraksadı boynumun aşağı kısmında ki yara izini gördü bu yara boynumu kavrayıp sürükleyerek yatağa attığı an olmuştu yaralar kendini hemen belli etmezdi lâkin; insanlarda yara gibilerdi önce severlerdi sonra kalpte yara açıp iz bırakırlardı eli boynuma gitmek istediğinde tekerlekleri bir insan adımında geriye çektim başımı öne eğmiş dudaklarımdan acının elli tonu kelimeler dökülmüştü “lütfen bana dokunma.” dedim titreyen ses tellerimle tam o sırada yanımıza gelen Seray koşar adımlarla Arya diye seslendi. ikimizde o yöne baktığımızda Seray çoktan dizlerini yere atmış boyumla aynı boya gelmişti. “Ne oldu ne arıyorsun burada neden buradasın bir şey mi oldu?” Aras araya girerek çömeldiği yerden ayağa kalkıp konuştu “içeride piyano çalıyordum ve kapımın önünde duran Aryayı gördüm galiba kriz geçiriyordu.” gözlerini benden ayırmadan konuşuyordu benim
gözlerim. Arasa değil yere bakıyordu Seray bıkkın bir ses tonuyla cevap verdi. “Galiba Serap Sarıca olmanın gururu dokundu.” Seray alay ederek ciddiyetini bozmadı Aras ters ters bakarak imalı bakışları Seray’ın üzerinde gezdi bir süre sonra Aras “Uraz Ezelin soy adını alamadın öyle değil mi.” dedi Seray olduğu yerde bedenini kastı en zayıf noktasıydı Uraz Ezel.
“Konumuz bu değil Aras!” cümlelerin üzerine basa basa tepki gösterdi “Haklısın.” dedi duraksayarak kaşlarını çatıp ellerini arkada birleştirdi gözleri ikimiz arasında gidip gelirken son derece ciddi bir eylemde bulundu “Haklısın ama konumuz Serap Sarıca’da değil fakat sen şuan bu durumda bile yaralı kuşu incitmeye çalışıyorsun.” İyice sinirleniri zıplatarak lafın altında kalmayı düşünmüyordu ve benim o kırıcı cümlelerde değil beni savunmasında takılı kalmıştım konuşamasamda duyma yeteneyi mi henüz kaybetmemiştim Seray’ın öfke dolu bakışları Arasın üzerinde gezinirken ona laf söyleyemeyeceğini iyi biliyordu çünkü Aras Teğmen Üst düzeyde bir BDS Askeriydi tek cümlesiyle tekrardan içeriye tıkacağı çetelerle beraberdi gözleri bir kez daha beni bulduğunda beni es geçmeden bir cümle kurdu
“Madem piyanom hoşuna gitti bir dahakine yanında piyano çalacağım.” dedi dağılan kumral saçlarını parmaklarının arasından geçirerek Seray bu duruma afallamış olacak ki Arasın gitmesini bekledi bir kaç saniye sonra yanımızdan ayrıldığında duyacağım bir fısıltı edasıyla konuştu “beni şaşırtıyor daha önce çok kaçırdık insan evladı hiç biri kadar seni savunduğunu görmedim. Yaralı kuşu.”
(Yaralı kuşu mu?) Seray kadar şaşkınlığımı gizleyemedim çoktan arkama geçmiş sandalyemin tutacağını kavrayarak tekerlekli sandalyemi Seray kontrol etmeye başlamıştı büyük genişlikte olan koridorda küçük asansör bulunuyordu haliyle merdivenler benim için uygun değildi Geniş koridoru geçtiğimiz de sol tarafda ki asansörün olduğu kısma ilerletti ikimizde suskunduk bu süre boyunca konuşmuyorduk en azından ben zorunlu kalmadıkça konuşamıyordum Sessizliğimizi bozan bir ses duyduk birisi Seray diye sesleniyordu bu kişi Urazdı kadın arkasını dönüp baktığında bedeninde ki rahatlamanın yerini korku kaplamıştı “Uraz?” dedi fısıltılı bir ses tonlamasıyla hızlı adımlarla yanımıza yaklaşan Uraz bir bana bir Seraya bir de açılan, asansöre baktı “asansörü bekletmeyelim dimi Seray.” şaşkınlığını yenememiş bir ifadeyle hâkimiyeti Uraz eline alarak beni asansöre bindirdi ardından karşıda duran Serayı süzerek “neyi bekliyorsun Seray gel hadi.” hızla kolunu kavrayarak arkama geçmesine neden oldu her ikisi arkamda ve bende tam küçük çocuk gibi aralarında duruyordum “Nereye gidiyorsunuz hanımlar böyle? Seray bu söylediklerine gıcık olacak ki bedeni gerilmekten başka bir tepki vermiyordu Urazın aralarında ki bir adımlık mesafeyi kapattığını hissetim hislerim ölü bedenimden daha iyi duyumlar alıyordu “Uraz geri git.”
dedi fısıldar bir tonda çok geçmeden kadının belini kavrayıp kendine yapıştırdı gözlerine bakarsa ölecekmiş gibi hisseden Seray donuk bir ifadeyle gözlerini yere kenetlemişti “Ben senin patronunum Seray neden bana değil kardeşime danışma ihtiyacı duydun güzelim?”
neyden bahsettiğini anlamamış olsamda tek anladığım Seray’ın habersizce bir şeyler karıştırdığıydı ve bu birilerinin canını fena sıkmıştı. az çok yapbozları kafamda oturtmaya çalışıyordum asansörün kapısı açıldığında ise önümüzde duran Arası gördüm bu evde herkes herkesle karşılaşıyordu Seray’ın hissettiği duygular arasında yer almıştım Arası gördüğümde (Yaralı kuştum onun için. Sessizliği bozan Urazın sesi Arası görmek büyük bir şansmış gibi konuştu “seni burada görmek çok güzel Aras Serap sana emanet benim Serayla çözmem gereken bir mesele var.” dediği gibi kavradığı kadın koluyla beraber asansörden çıkarken Seray arkasına baka baka kaldı. “Uraz bırak.” “Gel benimle konuşma yürü” dedi hızla uzaklaştıklarında Arasla anlamamış bir biçimde bir birimizin yüzüne baktık Aras ne dediğimi anlamış gibi dudaklarını aşağıya kıvırarak olayı bilmediğini açıkladı asansörden çıkmama yardımcı olduğunda nereye gideceğini bilmezmiş gibi kendi kendine konuşup anlaşma yaptı. “Seninle bahçede temiz hava almaya ne dersin?” gözlerimin içine bakıp onay almak istercesine gözleriyle yalvarır gibi süzdü bakışlarımda mimik dahi oynamazken “anlaşıldı yürüyüş yapacağız seninle.” Bu durumu Alp görseydi ne yapardı Arası öldürüp
İşkence eder miydi beni odaya kapatıp
Psikolojik sözlü şiddetine devam
Edip belki de daha fazlasını yapardı en son cümlesi çocuk yapmak istiyorum
Senden olmuştu düşüncelerim bahçeye kadar sürerken aslında sürekli kafamda şiddet acı ve Alp canlanıyordu onu özlediğimden değil ona olan aşkımdan değildi düşüncelerim
Olur olmadığım bir ortama kısa sürede alışmamı o bana öğretmişti olur olmadık erkekler kızlar kızlarla yaptığı iğrençliği gözlerimin önünden silip atamazken bir çetenin ortasında korkmak yerine rahata bırakmıştım
Kendimi gerçi hoş tekerlekli sandalyemi yöneten kişi BDS Askerlerinden biriydi buna rağmen Alp kâbusu bitmiyordu san ki elimde olan son umutlarımı almak üzere bir sessizliği vardı bu sessizliğin adını ölüm sessizliği koymuştum şuana kadar saldırması gerekiyordu dediğim anda sesli bir şekilde dile getiren Arasın sesi kulaklarımı doldurdu dinamik patlaması gibi “Alp Sarıcanın şuanda kaos çıkarması gerekiyordu.” dedi gözlerim fal taşı gibi olurken Aras beni fark etmiyor yürüyüşe devam ettiriyordu “Alp.” diye mırıldandığımda varlığını buralarda bir yerde hissetmiş gibi etrafa bakınmaya çalıştım gözlerimin aradığı o canavarı bahçenin aşılmaz olan tarafında gördüm
Siyah arabasında film kaplı camı indirmiş ve gözlerine siyah gözlük takmıştı Benim
Saniyede fark ettiğim adamın bakışları belki saatlerdir üzerimdeydi ağzında ki çiğnemeye doyamadığı sakızı öylesine çiğniyordu ki baş ucumda dikilen Arasa dik dik bakıp parçalara ayırmak için heyecanlandığını belli ediyordu bu arabadan uyarır bir bakışta bulunarak onu göreceğim kimsenin göremeyeceği ve anlamayacağı yoğun bir koku hazırlamış olmalıydı Ve bu koku benim için önceden hazırlanmış tehlike anını belli edecek türden kokuydu eminim bunu kötülük için günü geldiğinde kullanacaktı ve o gün bu gündü. Arabanın film olan camını kapatarak görüş mesafesini engelleyip tuzla buz olmuştu sandalyemi gerileterek farkında olmadan Arasın ayak ucuna çıkmıştım tekerleğin ağırlığıyla Arastan hafif inleme koptuğunda kendini geri çekmeyi başararak hızlı bir şekilde gözlerimi diktiğim yola baktı yolla benim bakışlarım arasında mekik dokurken anlamaya çalışıp anlam yüklemek istedi kim olsa bu korkunç halimle deli olduğumu felan düşünürdü. İçimden saydırdığım cümlelerin arasında en anlamlısını dile getirdim. “Çıktığım yanlış yollar, bana yanlış yönü gösteriyor hep yanıp kül olup çirkin olacağımı söylüyor .”
Kitap okur gibi yolları okumuştum. Alp’in gelişiyle Rüzgarın şiddetli esintisi varla yok arası olan saçlarımı uçururken Aras kendini sessizliğe gömmüştü haklısın diyemez haksızın hiç diyemezdi o bile çirkinliğime ikna olmuşken birinin bana bu halinle güzelsin Arya demesini beklemiyordum düşüncelerim Karabulut gibi üşüşürken Aras hiç olmadığım bir beklentiyle söze girdi. “Eskiden özel devlette BDS askeriydim şimdi bir hiçim. O, hiçlikte kendimle seni çerçeve yapsam, terazinin ağır olduğu taraf senin taraf olur.”
bakışlarımız bir biriyle temas etmesede kalbim
deliler gibi bağırıp haykırıp omuzlarında ağlamak isterdi. “Korkuyorum…” dedim aniden bir kez daha tekrarladım “korkuyorum Aras.” dedim adıyla hitap ederek gözlerimi bakışlarımı korkularımı görmek amacıyla önüme geçti artık benim boyuma gelen herkesi anlatmak istemiyordum kanıma dokunuyordu eksikliğimi ortaya seriyordu bir halı gibi insanlar üzerimde tepinmeyi seviyordu baş tacı etmeyi degil. Gözleri gözlerimi okur gibi bakışma yaşandı o an kendimi tutamadım ve, “ne kadar çirkinim değil mi öyle ki bakışlarınla sadece al aşağı ediyorsun beni.” hiç bekletme yapmadan işaret parmağıyla susmamı söyledi ardından alıcı gözüyle çürük meyveymişim tekrar süzdü beni. “Sen çirkin değilsin senin bir adın var Arya sen kimse değilsin sen tuhaf varlıklardan çirkin olamazsın mümkün değil seni bu hale getiren o piçi anasını ağlatacağım sana söz veriyorum.”
“Yaralarımı delme Aras.” dedim tek kelime ederek geldiğim ilk gün soğuktu fakat sonrasında sıcaklığı sardı bedenimi yardımıma koştu ilgilendi yürüyüşlere çıkardı dahada iyisi aramızda bilmediğim çözemediğim bir çekim vardı ben bu çekime hazır değildim hiç bir zamanda olmayacaktım. “Yaralarını delme derken?” dedi anlamak istercesine bir süre suskun kaldım konuşmak istiyordum boğazıma diken oturmuş gibi konuştuğum zaman gözlerimden sel akacak ve o selde boğulacağımı hissediyordum. “Gözlerimin önünde öldürdüğü canice katl ettiği insanların sayısını unuttum.” dedim zorlukla konuşarak gözlerimin dolmaya başladığını hissettiğim
anda kendimi tutamayarak ağlamaya başladım. “Ben yürüyemiyorum koşamıyorum
Korkuyorum kimseye güvenmiyorum harabe kuklalar gibiyim elden ele taşınıp başkalarının istediği yönde dura bilen bir maketten ibaretim.” dedim ardı ardına dizdiğim cümlelerimi hayretler içinde dinlerken küçük dilini yutmuş gibi yutkunmaya çalıştı kendi adamlığından utanır gibi bakışları yeri buldu gözlerini kaçırdı erkek olmanın değil adam
olmanın gururu ayaklar altına alınmıştı san ki
“Sana daha önce gelemediğim için özür dilerim sana yapılan canice girişimi bir asker olarak fark etmediğim için devlette çalışmama rağmen sayısızca kadınları kurtarıp onların içinde seni göremediğim için affet beni.” dedi suçlulukla. Kendimi toparlamaya çalışıp cevap verme gücü yakaladım. “Daha fazla konuşmak istemiyorum olanları bilemezdin varlığım milletin gözünde ölü ilan edilirken ruhen sağlık açısından ölüp gittiğimi kimseler bilemez sen bile.” dedim ona karşı sert tepki göstermesemde sen diye vurguladığım kişinin koyu gözleri konuşur gibi dudakları aralandı cevap vermedi veremezdi ani bir kararla üzerine giydiği büyük kot ceketi çıkarıp üzerimi örttü. Dudaklarından mırıltı eşliğinde kelimeler
Söylemeye çalıştı “hava soğuk üşürsün.” dedi boğunuk bir ses tonuyla çuvalın içinde hissettiğim kot ceketin parfüm kokusu burnuma doldu içime çekmemek elde değildi.
“İçeriye girmek ister misin?.” diyerek benden cevap bekledi gözlerim öyle bir dalıp gitmiş ki olacak felaketin, felaketlerin geleceğini görür gibi dalmıştım kâbuslara bir ses beni tekrar uyandırdı “Arya?” Aras bu halimden hiç memnun değildi bıraksam oda benim gibi kaderime ağlayacaktı. “Evet?” diye bildim karşılık olarak. “İçeriye geçmek ister misin hava çok soğuk.” dedi tekrarlayarak benden onay alması ince davranıştı bir çok şeyi anlatmama rağmen bazı kesitler canını yakmış olmalıydı. “Birazdan geçerim.” dedim düz bir sesle, başıyla onay vererek yere çömeldi dizlerini kırıp ellerini üzerine koydu benimle birlikte yola bakmaya devam
Etti.
Seray ve Uraz en son asansörle birlikte toz olmuş bulutlara karışmış misali yoktular. Bu sefer odada değil bir çalışma odasında baş başa kahve tonlarına bürünmüş bir çalışma odasına yansıyan gökte ki kara bulutlar odayı karanlığa bürütmüştü “Evet cevap ver arkamdan neden iş çeviriyorsun?” diyerek dosyalara uzanan Urazın sesi ciddi bir tonda çıkıyordu. Seray karşısında güçlükle durabiliyorken bakışları bile yetiyordu kalbinin ritmini bozmaya. “Ne yapmışım?” dedi şüpheli kuşku dolu gözleri dosyaların üzerinde gezindi “Eğer sana bir şey olursa biriyle evlenmemi istemişsin böylece başka bir kadınla gerçekleştiremediğin hayallerin gerçek olduğunu anlatmışsın.” Dosyaların, arasından çıkardığı kağıtta ki el yazısı Seraya aitti ne zaman Özlem’le kavrulsa Uraza yazdığı nadir notlardan biriydi “Ben belki gideceğim ve sen kalacaksın bana âşık olduğun için değil belki değilsin Uraz kalbinde belki başka bir kadın vardır. Lafını bölerek çalışma masasına bıraktığı notla beraber “evet var.” dedi Seray gözlerini bir saniyeliğine kapatıp açtığında bu ağır cümleyle yüzleşmeye çalıştı. “Hayırlı olsun.” dedi şaşkın ne diyeceğini bilmeyen bir tavırla elleriyle eteğinin ucunu sıkıca kavrayıp kendine hakim olmak istercesine çalışma odasından çıkmak istedi hızlı bir şekilde “sana gidebilirsin demedim Seray.” dedi Uraz. kapının koluna uzanmak istemişti Urazın kalın ses tonu onu duraklatarak kadını, incelemekten ve tavrını görmekten geri kalmıyordu. “Konuşacağımız bir şey yok artık.” dedi göz kararı dilinin ucuna gelen tüm aşk sözleri boğazına dizilmişti odasına gider gitmez tüm notları yırtıp atacaktı ve bunu yaparken kabullenecekti Uraz Ezelin soy adını almak kalbine girmekten zor olduğunu. “Daha sözlerim bitmedi nereye gidiyorsun.” diyerek çalışma mamasından ayrılıp kadına adım adım yaklaşıyordu. “Sadece tek notla yetinmemişsin üstelik benim hakkımda yazdığın tüm notlar elimde.” Seray öfkeli bir şekilde nefes alıp verdi ardından hızla Uraza dönmek isterken arkasında durduğunu yeni fark etmişti ölümle burun buruna gelmekten beterdi birine sevdiğini anlatıp hüsrana uğramak “Sen benim odamımı karıştırıyorsun?” dedi yüksek sesle kendinden emin bir şekilde hafifçe tebessüm etti Uraz ardından kollarını bir birine dolayıp başıyla onay verdi. “Evet sadece odanla yetinmiyorum.” kast ettiği neydi? düşüncesine kapılan Seray’ın gözleri panikle etrafa bakınırken göz göze gelmek istemiyordu. “Nasıl yani?” seraya daha fazla adim atarak geri gitmesine sebep olurken konuşmasını ihmal etmedi. “Seni her gece her saat her dakika izliyorum ne yaptığını nasıl soyunup giyindiğini en sevdiğim gri renkleri köşene koymayı ihmal etmemişsin.” Bu cümleleri hem şaşkınlığı hem harareti artırıyordu sırtı kapıya değdiğinde Urazın kendine emin bir tavırla rahat davrandığı Seray’ın onun kadar rahat olmadığını biliyordu. “Sen benim odama kameramı yerleştirdin?” dedi yamakları utanç içinde kızarırken 1.80 boyunda bir adamla konuşmak zor oluyordu Seray için kendi boyu 1.68’di “Bilmem vardır belki.” dedi alaya vurup sırıtarak, Seray “ciddi bir şey soruyorum sana odama kameramı yerleştirdin.” onun aksine sinirli ve agresifti bunu fırsat bilen Uraz kıza temas edecekken Seray tamda kapının önünde duruyordu kapının sert açılmasıyla Seray ne olduğuna anlam vermden Urazın kucağına düştü belini kavrayıp düşmesini engellerken diğer eli kalçasını tutuyordu. Kapıda dikilmiş şaşkın yüzle onları izleyen Merih Ata “öhöm öhöm.”deyip dikkatleri üzerine çekti. Bu hallerini görürken espiri yapmadan kendini alı koyamadı “Nerde adap nerde ahlak nerde yatak odası.” dedi sırıtarak, ikisi aynı utançla kendilerine çeki düzen verirken yakalanmaları hoş olmamıştı. “Yanlış anlaşılma sadece düşündüğün bir şey yok.” Uraz sitemli bir ses tonuyla Seray’ın yanakları öyle kızarmıştı ki bu durumu fark edip bakışlarını Seraya çevirdi. “Yeni allık mı kullanıyorsun Seray yanaklarına?” Urazda fark ederek yavaş bir şekilde kıkırdadı “hayır ben…” utanç içinde konuşmayı yarım bırakarak odadan koşar adım
Çıktı. İkisi baş başa kaldıklarında Urazın dikkatini parfüm kokusu çekti. “Nereye böyle?” diz üstü bilgisayarı masaya bırakıp
Kardeşine göz ucuyla bakmakla yetindi “biliyorsun Serap için hastane işleriyle uğraşıyorum keşke bazılarıda bir şeyleri itiraf etsede rahata kavuşsak dimi Uraz.” dedi sinsi bakışlarıyla “Abiye ne oldu kardeşim.” “Bilmem abime ne oldu balık avına çıkmış gibi yatak odasını es geçtim çalışma odasında sevişmeyi düşünmediniz öyle değilmi?”
alaylarına devam ederken Uraz boğazını temizleyip cevap vermeye çalıştı. “Ben hiç bir zaman aşk adamı olmayacağım merak etme.” dedi dudak arasına sigarayı yerleştirerek.
“Gördüklerimden sonra inandıramazsın o kadına karşı hislerini gizliyorsun hâlâ anlamış değilim.” dedi kafası karışık aynı zamanda saate kaçamak bakışlar atıp saatleri kovalıyordu. “Emin ol benimle birlikte olursa daha çok üzülecek yaralayamam.” dedi kardeşine konuşup aşk hayatını anlatmak ister gibi garip bir tavır sergilerken dudaklarını büzüp omuzlarını silkti “kadından uzak dur o,
zaman gözüne gözükme canını daha çok yakarsın böyle abim.” yutkundu sigaranın dumanını dudaklarından üfleyerek derin bir iç çekti. “Kokusu şarap gibi bağımlılık yapıyor.”
Kameradan izlediği çıplak görüntüsü film şeridi gibi gözlerinin önünden geçerken fazlasıyla arzuluyordu. “Şuan sizin drama komik aşk hayatınızla uğraşmayacağım daha önemli işlerimiz var.” Derken konuyu değişip Alp Sarıcanın dosyasını çıkardı “bu dosyalarda bir hata var Uraz.” abilik lafına aldırmadan cevap verdi. “Ne gibi?” dedi karışık düşünceyle “Arasın araştırmada yaptığı Serap Sarıca adında biri yazılmıyor bu dosyada tek çocuk yazıyor.” Uraz şaşkın ördek gibi kardeşinden dosyayı alıp incelemeye başladı. “Adı: Alp Soyadı: Sarıca” dedi dosyadakileri okuyup sesli söylerken. Ciddiyetle okuduğu her cümlede bir şüphe uyandırıcı konular yer alıyordu tekrar Merih Ataya uzattığı dosyayı geri koyarak almak bullak olmuş bir yüzle karşılaştı. “Bu işte bir iş var.” dedi düz bir ses tonuyla Uraz afallayarak sigarasını içmeye devam ederken kendini zor tutup hislerine yenilme korkusu kaplamıştı son günlerde aklı karışıktı bu düşünceler bağırma sesiyle son buldu. “Yardım edin Seray…” bu ses Zümraya ait olacaktı ki Uraz Seray’ın adını duyar duymaz koşar adım çalışma odasından dışarı fırladı etrafa göz atarken, dudakları acı bir biçimde “Seray.” demişti Zümranın merdivenlerden yarım bedeni gözüküyordu galiba merdivenlerden yuvarlanmıştı bu korku dolu düşünceler Urazın aklıyla oynarken vakit kaybetmeden sesin geldiği yöne ışınlandı. “Ne oldu Zümra!” dedi yüksek sesle üzerinde ki paniği atmak istercesine yerde yatan Serayı gördü. “Seray!” dedi bir kez daha dizlerini yere atıp kadının başını dizlerine yatırdı ardından yarı baygın yarı bilinçli bir biçimde zorlukla konuşmaya çalıştı. “Uraz geldin mi?”
dedi dudakları kanıyordu haraketsiz bir şekilde yerde yatarken Merih Ata’da sesin geldiği yöne yetişip yerden yatan Serayla karşılaştı. “Hemen acil bizim doktoru arayın!” Seray’ın gözleri bir açılıp bir kapanırken sevdiği adamın ismini sayıklıyordu. “Uraz lütfen gitme…” Zümra keskin bakışlarını Uraza yönelttiğinde tüm bunlardan sen suçlusun Uraz Ezel dercesine imalı bakışlar attı. Hiç vakit kaybetmeden kadını kollarının arasına alarak kucağına aldı ayağa kalkıp herkesle göz teması kurdu. “Doktoru arayın geldiğinde haber edin kendi odama götüreceğim.” Merih Ata onay vermesede sessizliğini koruyordu onun kadar soğuk bir adam görülmemişti zamanında konuşmayı sever yersiz şeyler için kavga ve ya boş espirilerde bulunmayı sevmiyordu. Zümra kıskançlık Sezen duygularla, “bunu ona yapmaya hakkın yok!” dedi düz bakışlarla. Uraz öfkeli görünecekti ki bir anda kim olduğunu hatırlatmak adına çıkıştı “kes sesini Zümra ne yeri ne de zamanı!” dedi geldiği merdivenleri geri çıkarken. Zümranın son bakışları Merih Atayı bulduğunda umut dolu sözler ve destek amaçlı yanında olduğunu bilmek istedi fakat Merih Ata yüz vermeden “Aryayla konuşsam iyi olacak bazı meseleler canımı sıkıyor.” dedi imalı bir biçimde konuşup kadının mimiklerini inceledi ona dair en ufak şüphe sezmek; an meselesiydi. Uraz kollarında ki kadını kendi yatağına yatırmış ve doktorun gelmesini beklemişti tam o sırada odanın kapısı açılınca Urazın bakışları anında kapıya döndü “Merhaba efendim ben doktor Sezer Ali aile hekiminiz izinli olduğu için yerine ben geldim.”
Uraz söylediklerini es geçip direk konuya girdi “merdivenlerden düştü beyin kanaması yok çok şükür sadece sarsıntı geçirdi Doktor bey.” dedi endişe dolu bir tavırla bu durumu Merih Ata fark ettiğinde hem şaşkın hemde anlam vermekte güçlük çektiği ilişkiye uzaktan bakmakla yetindi. Hep ciddi duruşunu düzeltse de bir şeyi fark etmesi abisinin odasından ayrılmasına neden oldu.
doktor kadının bilincini kontrol ettikten sonra Seray’dan inleme sesi yükseliyordu. “Ayak bileğim acıyor..” fısıltılı söylese de herkes duyuyordu doktor direk söylediği yere odaklandığında ilk sağ ayağına elini dokundurup acıyıp acımadığını kontrol etti fakat kadından ses çıkmayınca sol ayağına henüz parmak ucu dokunurken acılı bir tonda oda inleme sesiyle kaplandı. Uraz doktorun gözlerinin içine bakıp cevap bekliyordu sabırsızlıkla dayanamayıp sordu. “Ne oluyor doktor bey neden bağırıyor?” Doktor derin bir iç çekip cevap verdi “Hastamız galiba sol ayağını incitmiş hemen yerine oturtmamız gerekiyor çıkık kemiğini.” Urazın yüzünü iyice hüzün kaplarken doktorun duyamayacağı bir şekilde kendini suçladı “hepsi benim yüzümden oluyor.” en sonda doktor Urazdan yardım isteyerek Seray’ın dişlerinin arasına bir şey koyulması gerektiğini söyledi böylelikle acısını bastırıp dişlerinin bir birine geçmesini engelleyecekti. Uraz hiç düşünmeden elinin kenarını Seray’ın dişlerinin arasına yerleştirdi doktorun hayrete düşmüş bakışları Serayla Uraz arasında gidip gelirken kendi işine koyulup saymaya başladı. “Bir iki üç..” var gücüyle çıkan kemiği yerine oturtmasıyla Seray’ın bağırma sesini engelleyen Uraz diğer yandan elini feci bir şekilde ısıran kadına bakıyordu dişleri muhtemel etine geçmiş olacak ki bir süre daha öyle kalınca doktor uyarır bir tonda Uraza baktı. “Evladım etini kemiğinden ayırdı çekebilirsin elini artık.”
Doktora kaçmak bakış atarken eli hâlâ olduğu gibi duruyordu. “Doktor bey kemiğimde onun etimde ister yer ister kanatır.” Doktorun başını sağa sola çevirmesiyle. Doktor, “artık bu kadarıda şov.” dedi şaşkınlığını gizlemeyerek.
Sargı işlemini de yaptıktan sonra artık Urazın elini rahat bırakmıştı derin bir uyku gibi baygınken, eşyalarını çantasına yerleştirip diğer taraftan hastanın durumunu özetledi. “Bir hafta sol ayağına fazla yüklenmesin ve ufak bir beyin sarsıntısı için ağrı kesici yazdım mutlaka kullansın.” ağrı kesici ilaç? Seray nefret eder ilaç kullanmaktan. Basıyla onay verdikten sonra doktora eşlik edip arkadan kapıyı kapattı koridorda Zümranın huzurla kahve içtiğini fark etmiş olacak ki az önce yeri göğü inletip suçlu çıkardığı adamı nasıl oluyordu da haklı çıkarıyordu. Saatler dakikalara dönüştü saniyeler su gibi akıp gidiyordu gece 4:00 sularıydı herkes kendi köşesine çekilmiş dinlenme ihtiyacıyla uykuya dalmışlardı.
üstümde kirli bir kan kokan beyaz elbise vardı zemin aynı zemindi. duvarlarlar küflü fareler sağa sola kaçıyordu zihnimi ele geçiren korkularım ve ben baş başaydık boynuma takılan zincirlerin haddi hesabı yokken kendimi ayakta sapa sağlam tekerlekli sandalye de olmadığımı fark ettim. “Neresi burası neredeyim ben?” anlık etrafımı kolaçan ederken bu oda bu yer tanıdık geliyordu “
Üzerimde ağır bir baskı hissediyordum bu baskı nereden geliyordu bu böyle? gözlerimi açmak adına zorlamaya çalıştım fakat hiç bir şekilde zihnime engel olamadım. “Merhaba güzelim seni görmek beni mutlu ediyor.”
Kapının açılma sesiyle adamın sesi beraberinde çok anlam taşıyordu aynı bakışlar aynı gözler aynı işkenceler adı altında şiddetine devam ediyordu. “Alp?” şaşkınlığımı gizleyemedim gözlerim dolarken bana acımasız duygularla zevki Sefa içinde bakıyordu. “Sen beni özlemedin mi ha?”
“Senden iğreniyorum çöz beni!” dedim haykırarak adım adım yaklaştığı o korkunç bakışlarıyla aklından kırk tane tilki geçiriyordu oysa ben yavru Köpek gibi zincirlerimden kurtulmaya çalışıyordum. “Alp sana beni çöz diyordum!” avazım çıktığı kadar bağırıp çağırıyordum boğazımda oluşan acıyla beraber sesimin bozulması bir oldu. “Seni çözersem benim kuklam kim olacak söylesene.” aşağılayıcı laflarına devam ederken Zincirleri çekiştirip duruyordum
“Seni istemiyorum sen benim Alpim olamazsın sen bu değilsin!” söylediklerimle
Yüzleşmeyi düşünmemişti san ki bu bir kabûs olmalıydı evet evet “Sana seni kıskanıyorum
Kelimesini kaç bedende anlatmamı istersin tatlım fiziksel cinsel ve ya şiddet?” Üç cümle arasında beni hüsrana uğratan cinsel demesi olmuştu boğazımı temizleyip yutkundum.
Tenimden ter damlacıkları süzülürken bilincim gidip gelirken köşede oturup gözlerime bakan adamı ayırt etmekte zorlanıyordum.
“Arya.” kulaklarımda ayırt edemediğim ses yankılanırken kalbim yerinden fırlayacakmış gibi üç sorunun cevabıyla boğuluyordum. “Sana benden başka dokunanı ne yaparım biliyorsun öyle değil mi? Arya.” diyerek cebinden çıkarttığı küçük kesme aletiyle kapıda birini beklermişçesine arkasını dönüp kapıya odaklandı kapı açıldığında iki iri yarılı adam ve ortalarında sürüklenerek odaya getirilen; yüzü tanınmaz halde olan Arası gördüm. şaşkınca merakla korkuyla hızlı nefes alıp vermeye başladım “Alp sakın!” dedim korkum ecele dönüşüyordu Aras başını kaldırıp bana bakamaz bir halde alttan tebessüm ettiğini hissediyordum bu haliyle nasıl güle biliyordu? “Sen bitireceğim oğlum seni sürüm sürüm süründüreceğim Aryaya dokunmam senin canını acıtacaktır Alp!” titreyen dudaklarından tehdit savururken söylediklerini umursamadan bakışlarımı yakalayıp imalı konuştu. “Görüyor musun sana dokunma hayaliyle yaşıyor şimdi söylesene bu oda içerisinde hangimiz canavarız Arya?” Gözlerim fal taşı gibi açılırken yaşlar yanaklarımdan süzülüp akıyordu. aniden sıcak nefesini dudaklarımda hissetim acımdan olsa bana yaklaşmasını bile
fark etmemiştim tıpkı tanıştığımız günlerde ki gibi içinde ki canavarı fark edememiştim. “Özür dilerim gözlerinin önünde birini daha öldürmek zorundayım.” acılar içinde feryat ederken teslim olmuş gibi gözlerine odaklandım. “Lütfen yapma…”. iğrençlik içinde elinin tersiyle gösterimde ki yaşı silip dudaklarıyla yanaklarımı okşadı sıcaklık içerisinde midem bulanırken yavaşça kulaklarıma kadar tırmanan dudakları oracıkta son sözlerini söylüyordu. “Üzgünüm en güzel anılarının anılarımızın en büyük katiliyim.” dedi geri çekildiğinde yarı baygın olan Arasa döndü. “Senin önce ses tellerini sökeceğim sonra köpeklerime yem edeceğim.”
Yatakta kıvranırken bir elin beni uyandırmak adına dokunduğunu hissetim.
“Alp hayır!” sesi bir şekilde sayıkladığım adamın adını tek seferde küçük kesici aletle gözlerimin önünde Arasın boğazını yırtmıştı boğaz’ından kan fışkıran adam debelendiği yerde can verirken. Kıramadığım zincirlerin sesiyle sesim yankı verdi. “ARAS!”
aniden gözlerimi açıp yatakta doğrulduğumu hissetim sadece bunla kalmayarak, dudaklarımıza santimler kala Arasın yatağımın kenarında oturarak endişeyle bana baktığını gördüm öyle nefes alıp veriyordum ki eminim karşımda oturan adam bile duyuyordur nefesimi. “Sen?” dedim şaşkın yüzle
garip bir varlıkmışım gibi beni incelerken büyük ihtimal adını haykırdığım iki adamın adını da duymuştur düşüncesine kapıldım. “iyimisin Arya?” dedi buz kesmiş bedeniyle. nerede olduğumu yeni kavrayarak rahat bir nefes verdim şimdilik. Ter damlacıkları yüzümden akarken sorusuna çok geç cevap verdim. “sanırım hayır.” kim iyi olabilirdi kim yaşadıklarımı kaldırabilirdi. yüzüme dağılan saçlarımı eliyle geri atmak isterken yüzümü yana doğru çevirdim. “Dokunma bana lütfen!” dokun sarıl güvende hissedeyim demeyi çok istiyordum. çünkü hislerim hissizliği beraberinde getiriyordu. eli havada boş kaldığında yumruk halinde geri çekti san Kİ sormak istediği fakat cesaret edemediği soruları sormaktan çekiniyordu.
“Rüyanda ne gördün Yaralı kuş?”
söylediklerini görmezden gelerek tek takıldığım
Şey (Yaralı Kuş) demesi olmuştu
“Yaralı kuş?” dedim düz bir ses tonuyla
Bakışlarımız bir anlığına kesiştiğinde haklılık payı olduğunu bilip bilmemezlikten geliyordum.
“Yaralı olmam seni ilgilendirmiyor?”
“Rüyalarında beni görüp adımı haykırmak da ilgilendirmiyor mu?
Söyleşileri karşısında kâbuslarımı hatırlamak adına boğazına geçirdiği kesici aletli hatırladım. “Rüya adı altında.” dedim umursamayarak. “Nasıl bir Rüya gördün ki? elimi tutma ihtiyacı duydun.” ara sıra açılıp kapanan bilincimin benimle oyun oynaması gerek olmalıydı dudaklarımı bir birine bastırarak susma ihtiyacımı kullanıp benden umut dolu bir cevap bekledi. “Saat kaç?” dedim bilinmedik bir soruyla kolunda ki saate göz atarak kaçamak bakışlar attı. “Saat 04:30 geçiyor.” dedi derin bir nefes alıp san ki yürümeyi biliyormuş gibi ayaklanmak istedim sonradan yürüyemediğim aklıma geldiğinde olduğum yerde kaldım. “Anlatmayacak mısın rüyanı?” ne diyecektim ki boğazını bana saplantılı olan adam kesiyordu ve bu bir komik fıkra olarak gelecektir ona emindim. “Önemi yok.” dedim soğuk bir ses tonuyla. “Bu savaşta yalnız olmadığını bilmeni istiyorum anlatma belki söylediklerini komik bulacağımdan korkuyorsun senin tüm benliğin neler yaşadığını göz önüne serirken seni komik bulacağımı düşünme.” bu sözleri rahatlatmış olacak kadar güvensizliğimi gizleyemezdim bunca yaşanan olaylardan sonra. “Neden odamdasın?” dedim konuyu değişerek kas yığını iri yaralı bedeniyle tam anlamıyla odayı işkal ediyordu benim için bu genç yaşta bu kaslar neden vardı bilemiyordum. “Unutma Merih Ata beni koruman olarak seçti hem de BDS askeri olduğum için beni Beş milyona satın aldı.” yutkunmaya çalıştıkça şaşkın şaşkın ona baktım. “Ne?” dedim hayretler içinde oysa rahat davranıp yüzüme eğilerek bakışlarımı yakalamak istedi. “Evet biraz fiyatı fazla geldi gibi.” iri gözlere ve hafif düşük göz kapağına sahipti dudakları dolgun anlında beliren damarlar vardı burnu pürüzsüzdü teninde sakala dair ufak detay bile yoktu. yakından inceleme fırsatını yeni yakalamış gibi ağzım açık kalmıştı. “Hey iyimisin?” dedi “kendini beş milyonamı satıyorsun sen?” bu sorum karşısında kıkırdayarak gülüşlerinin arasından “hayır.” cevabını verdi. “Biz BDS askeriyiz her anlamda şirket tarafından hem,
devlet hem, bilgisayarda hemde koruma olarak eğitiliriz duygusal bağımız yoktu haliyle bugüne kadar sevgilim diyebileceğim kadında olmadı.” “Neden sizi insan yerine koymuyorlar mı?” küçük çocuğun sorusu gibi merakla sorduğumda yatağın kenarından kalkarak yatağın sol tarafına adım adım geçti gözlerimle onu izlerken boyu neredeyse tavana değecek kadar uzundu. Ve sürekli siyah bedenini saran daracık gömlek vardı. “Yatağın sol tarafına yatabilir miyim yatacak yerim yok.” dedi alayla niyetinden şüphe etmemeliydim bir devlet askeri ve asla hakkında Kötü düşünmeyerek başımla onay verdim.” Kendini yatağa yerleştirirken boyunun uzunluğundan ayakları yatağın dışına çıkıyordu. “Af edersin boyum biraz uzundur.”
Afallayarak gözlerimi devirip olduğum yerde kaldım oysa çoktan uzanmış az önce ki soruma cevap vermişti. “Bizi insandan saymadıkları doğrudur biz bunun için eğitildik. Aras teğmen ben herkesin korkulu rüyasıyız bize baş kaldırmak mümkün değildir.” dedi ciddiyetle kaşlarımı çatıp laf sokmaktan geri kalmadım. “Evdekiler senden korkmuyor ama.” bu söylemimden sonra güçlü kolun beni geriye çekmesiyle başımın yastığa değmesiyle beraber kollarından destek alarak yan bir şekilde altında olmasamda ben altda o üste bir birimizle bakıştık bu durum beni rahatsız ediyordu korkuyordum. “Bana dokunmamanı söylemiştim Aras.” bakışlarıyla beni süzdükten sonra kısık bir sesle cevap verdi. “Neden istemiyorsun sana dokunmamı ?” “Travmamı tetikliyorsun.” dediğimde başımı yan çevirip boynumu gösterdim. aynı yara izi kulak arkamda bile vardı dikiş atılmış fakat izi kalmıştı. gözlerim
dolu bir şekilde aklımdan geçen tek düşünce oldu çirkinliğimin haddi hesabı yokken bir yakışıklı askerin yanıma yatması oldukça aşağılanmış hissettiriyordu her şeyini kaybetmiş o kız güzelliğini de yitirmişti.
yumuşak dudakların kulak ardıma bir öpücük kondurduğunu hissettiğimde bir kaç saniye gözlerimi kapatıp açtım bu hislerden uzaktım başımı ona doğru çevirdiğimde ise kızgınlığımı belli ederek hesap sordum gözlerimde ki ifadeden rahatsız olduğumu anlayarak beni ve tepkimi merak etti hiç bir şey demeyip acı bir tonlamayla konuşmaya çalıştım “yapma bunu bana Aras.” uzun zamandır sevgi şefkatten uzaktım benim aksime gözleriyle beni bırakmayacağını beli ederek konuşmaya başladı. “Annem hep yaraları iyileştiren bir öpücük olduğuna inanırmış.” dedi hüzünle annesini özlediğini gözlerinden okuyabilirdim fakat bu yaptığı beni deli gibi işkencelere sürüklüyordu farkında değildi. “Babamda hep yaralarımı saracak dudaklara değil yaralarımı açacak bir adama İnanırmış.” dedim karşılık vererek hoşuna gidiyordu farkında olmadan unutup elimi tutmak istediğini belli ederken Aras sadece benim için bir korumadan daha fazlası olamazdı
bu mesafe fazla yakındı ve gözlerimi kapatıp açtığımda bile hayalet gibi bana bakıyordu. “Babalar işte hep haklılık payı vardır.” dedi kalın sesiyle sonunda diktiği gözlerini benden ayırıp başını yastığa koydu. İkimizde tavana bakıyorduk bu sessizlikte bazılarımız yaralarımızı bazılarımız özlediğimiz insanları düşünüyorduk.
BİR GECE DEĞİL HER GECE ÖLÜYORSUN
KARANLIK ODANA BİR GÖZ YAŞI BIRAKIYORSUN.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |