6. Bölüm

PUSULA KOLYESİ

Rüya Alişan
theruya_m

SİYAH GECE

Masûmiyet

 

ARYA BARLAS

 

 

 

PUSULA KOLYESİ

 

Geceyi Aras Teğmenle atlattığım sabahı bir gerçekle uyandım. Seray’ın iyi olmadığı ve merdivenlerden yuvarlandığı; bu durum bana tanıdık geliyordu geçmişime dönüp film perdesi çektiğimde tıpkı aynı sahne beynimde canlandı.

 

GEÇMİŞİN YARASI KABUK BAĞLAMAZ DAHA ÇOK KANATIR VE AĞLATIR.

 

“Seni arzuluyorum seni istiyorum sen buna izin vermiyorsun Arya! Bana oyun oynama konuştuğunu biliyorum yapma bunu bana!” ses telleri kopacak bir düzlükte bağırırken koridorda asılı duran tabloların düşeceğini sandım. Merdivenlerin kenarında duran tekerlekli sandalyem merdiven boşluğuna gelirken bir uçurum gibi hissettiriyordu. “konuşmayacaksın öyle mi Arya Barlas?” tiksintiyle midem bulanırken olduğum yerde heykel olmaya yemin etmiştim oysa sinirden ve stresten kafayı yercesine kendini hırpalıyordu korumaların korktuğu ürktücü ses tonuyla beni alıştırmıştı kâbuslarına. Bu sese ne korumaları nede hizmetçileri alışmıştı gözlerimin önünde yaptığı aptalca haraketlerin ardından tuta bilene aşk olsun demek düşerdi bana her ne kadar beni itmese bile. Ben, bile isteye kendi mi merdivenlerden düşürmüştüm. Sandalyemle beraber zıplaya zıplaya geri sekerken ne olduğuna anlam vermeden ufak bir sarsıntıyla takla atıp sandalye bir tarafa ben diğer tarafa düşmüştüm iki parçaya ayrılan iki oyuncak gibi ikiye bölündüm. Sert zeminle buluşan başımın zonklayarak ağrımasına sebep olmuştum. Benim gibi benden daha şaşkın gözlerle bana bakıp dururken krizine son vermiş koşar adımlarla yirmi basamaktan oluşan merdivenleri aşarak yanımda bitmişti “Sen..” dedi başımı kaldırıp dizlerine yatırarak yüzümde ki her detayı incelerken diğer yandan cümlelerini doğru seçmeye çalışıyordu. Gözleri aniden boynumda asılı duran kolyeye kaydı (Pusula Kolyesi.) Alp “aynı hatayı bir kerede daha yaparsan. Kendine zarar vermeye kalkarsan boynunda ki Pusula kolyem senin urganın olur” dedi eliyle saçlarımı olduğumuz yerde okşarken, oysa o gün yanıma geldiğinde nasıl olduğumu ve ya iyi olup, olmadığımı ufak bir beklenti içersinde umutlanarak sormasını beklemiştim. gözlerine baktım hayır O, bunun yerine daha acımasız bir rol oynadı dudağıma ıslak değen kanı tatmamak elde değildi büyük ihtimalle burnum kanamıştı burnun kanıyor Arya demedi nasılsın demedi iyimisin demedi canın acıyor mu demedi ne haldeyim neyim; demeden bu durumdan oldukça keyf alıyordu tamamen uyuşmuş bedenim haraketsizdi. Bedenimin soğuk zemine serildiğini hissetim. “Sana kendini atıp ölüme terk etmenin en büyük cezasını elbette vereceğim “Arya.”

derken, lafı ağzında yarım kaldı birinin bana Yaralı kuş diyerek seslendiğini duyuyordum. Bu ses san ki gök yüzünden geliyor kulaklarımda yankılanıyordu bir saniye içerisinde gözlerimi kapatıp açtığım da soğuk zemin beni kendime getirircesine geçmişimi silip önümde duran adama bakmakla yetindim.

“İyimisin?” dedi tekrar ederek belki ilk cümlesini duymamıştım son cümlesine karşılık kirpiklerimi kırpıştırarak iyi olduğumu belirtmiştim. “Merih Ata Seninle konuşmak istiyor.” dedi benden onay beklerken göz hizalarımı kaçırmamak adına benimle aynı boya gelmişti bir kaç saniye kendime süre tanıyarak konuşmakta geç kaldığını içimden söylesemde dışa vurmayarak onay verdim eminim ki Alp Sarıca hakkında sorular soracaktır ve ya nerede olduğunu bilmek isteyecektir onun için yeterince konuşabilir durumdaydım benim için öyle değildi kendimi hâlâ kukla gibi hissediyordum. Aras hızla ayağa kalkıp arkama geçtiğinde san ki geleceğin habercisi gibi umut dolu sözler sarf etti. “Emin ol günü geldiğinde kimsenin kontrol edemeyeceği o kadın olacaksın.” dedi tekerlekli sandalyenin kenarlığını kavrayarak net bir cümleyle. Desteği karışsında kafam karışıktı ufak bir karıncadan bile şüphe ediyordum Alp hep iyileştiğim gün onu öldüreceğimi söylerdi bu cümleler çok benzer olsalarda karakterleri farklıydı. odadan çıktığımızda düz bir koridora çıktık otuz adımda asansörün önüne geldiğimizde içimi bir huzursuzluk kapladı san ki bugün bir fırtına kopacaktı ve ben o fırtınanın gücüyle savrulacaktım. asansörün kapısı açıldığında arkamda duran adama ayna yansımasından baktım çok ciddi bir yüz ifadesine bürünmüş derin derin düşünüyordu elbette düşüncesine alı koymayacaktım yeterince yakındık ve bu yakınlık ikimiz arasında mekik dokuyordu. son gördüğüm yer koridor oldu kapı kapandığında dudaklarımı bastırarak gergin ortama daha çok gerginlik katarak gideceğim yeri bekledim.

Beş dakika içerisinde kendimi Merih Atanın, ofis odasında buldum. Aras beni odaya bırakıp beklememi, ve iki saniye sonra geleceğini söylemişti Merih Ata’nın. Ardından odadan çıkıp gitmişti bekleyişlerimin tükendiği saniyeler artık bitmişti. Siyah kostümle içeriye girdi bakışları bakışlarımla buluştuğunda kendimi olabildiğince sakin tutmaya çalışıyordum gözlerim eline kaydığında mavi bir dosyayı sıkıca tutup masanın üzerine bıraktığını gördüm her haraketini izlediğimde kendisinin kalın sesi kulaklarımı doldurdu. “Merhaba tekrardan görüşmeyeli nasılsın bakalım?” Gözlerim dosyalara dikkat kesilirken ufaktan kendimi zorlayıp “iyiyim.” dedim kaşlarını çatıp garipçe gülümseyerek mavi dosyayı açıp önüme uzattı işaret parmağını yazılan satırların arasında dolaştırırken kedince karar verip işaret parmağını üzeri kırmızı pastel, boyayla geçilen, satırın üzerinde durdurdu. bunu yaparken gözlerim mavi dosyayla Merih Ata arasında gidip geliyordu. “Nedir bu?” dedim düz bir ses tonuyla buna karşılık, bakışlarımı inceleyerek cevap verdi. “kırmızıyla işaretli olan yazıları oku.” dedi tok ve ciddi bir sesle her an saldırgan bakışlarını üzerimde hissetsemde diğer yandan bana bir şey yapamaz gibi umut besliyordum içimde. Hızlı bir şekilde kafamı toparlayıp yazılan satırları okumaya başladım fısıltıyla ve gözlerimle okuduğum, mavi dosyada Alp Sarıcanın tek çocuk ve başka bir kardeşi olmadığı yazılıyordu. bunu okumamla birlikte bakışlarımı hızla Merih Ata’ya çevirdim aynı bakışla beni süzerken cevap vermemi bekliyordu ne diyeceğimi bilemiyordum iki türlü tutsaktım ikisi de tehlikeli ve karanlıktı peki hangisi benim için güvenliydi? tek seferde ölmek mi? her gece ölmek mi? boğazım düğüm düğüm olurken karşımda ciddiyetle duran adama saniyeler sonra cevap vermeye çalıştım. “Bu dosya doğru ve ya yanlış ne olacak bunu öğrendiğin zaman?” dedim derinden bir sesle adamın eli kalemine gitti ve rahatça koltuğuna yaslanarak elinde ki kalemle oynamaya başladı. “Sen ölmeyeceksin ki buna izin vermem. Arya Barlas.” son cümlesinde gerçek adımı söylemesi nabzımın bir nebze hızlanmasına neden oldu ayaklarım koşmayı bilseydi şu dakika koşardı arkama bakmadan tabi kartları önüme seren iki farklı adam ve adamlar vardı. “Sen..” dedim dilim daha fazlasına cesaret edemezken adam elinde oynadığı kalemi masaya bırakıp oturduğu koltuğundan bana uzanarak göz dağı vermişçesine cevap verdi. “Benden sır gizlenmez. Bu konuda sana kızmıyorum çünkü halin ortada farklı bir bedende ve farklı bir dilde karşımda olup olanları benden saklar mıydın orası âşikar tabi.” ima ettiği şey tekerlekli sandalyeye mahkûm bir hayat yaşanmamdı bir süre durdu ve tekrar konuşmasına devam etti. “Kazada ölmedin. Haberlerde ölü bir kız olarak ilan edildin. Bunu sana yapan adam senin sevdiğindi benim açımdan ise hapisten çıkıp kellesini koparmak için can attığım âdi bir şerefsiz.” her kelimesini özenle seçerek konuşurken hâlâ lise öğrencisi kızlar gibi öğretmenimden not alacağım sözleri dinliyormuşum hissi veriyordu konuşmasının bitmesini beklerken aniden istemsizce “O, senden daha güçlü.” dedim içimden bir şerefsizi korumak gelmesede gerçekleri söylemek içimi yakıyordu oda bunun farkında olacak ki gözleriyle hak veriyor diliyle haksızsın demeye çalışıyordu. ikimizde bir birimizi kandıramazdık kimse güç göstergesi yapacak kadar akıllı olmasada burada dilden çok zekanın konuştuğu bir problem vardı beni kaçırdıkları ilk gecenin ortadan kaybolması bile bir planın parçasıydı. acı dolu ruhumla gözlerinin içine bakıp bir gerçeği daha söyledim. “Siz beni alı koydunuz. Ben sizi tanımıyordum ama sizin beni alı koymanız bile Alp’in, planın bir parçası.” gözleri kocaman olurken ellerini yumruk haline getirerek bana odaklı bir cazibe içerisinde baka kaldı. O, bunun farkındaydı benim gibi. Avlanmaya giderken av olduğunun. Merih Ata. “Ne demek istiyorsun?” dedi kalemini kırmaya hazırlanmış bir adam vardı karşımda. “Yanı ben bir piyonum sizlerde o piyonun kurbanlarısınız.” söylediklerim ağırına gitmiş olacak ki gözlerini gözlerimden ayırıp yüksek bir sesle Arasa seslendi. hızla içeriye girerek benimle Merih Ata’nın arasında gidip geldi bakışları. Arasın geldiğini hissetsem de dönüp oraya bakmadan direkt Merih Ataya kitlendim tekrar bana döndüğünde ise rahat bir ses tonuyla “arkanı dön ve arkanda ki adama bak.” dedi bakışlarım arkamda ki adama kaydığında göz ucuyla Arasla göz göze geldim bana karşı hafif tebessüm ederek göz kırptı. “İşte.” dedi gururlu sözlerine devam ederek, “benim beş milyona satın aldığım adamın gözlerinin içine bak.” ayağa kalkıp masanın etrafından dolaşarak Arasın yanına ilerledi adım adım. Gözlerim Aras’a kenetlenmişti diğer yandan Merih Ata’nın sözlerine kulak veriyordum. “Onun adı Aras Teğmen her koşulda her daim iyi bir askerdir güçlüdür cesurdur korkusuzdur disiplinli. Ailesinden uzak delikanlı çocuktur!” dedi bakışlarım Merih Ata’nın üzerindeyken bir elini Arasın omuzuna koyarak dik durduğunu ve tüm zorluklara rağmen savaş açtığını ilan etmiş iki adam duruyordu karşımda. İçimin yandığı, bu sözler beni ne diriltirdi nede öldürürdü. bir süre sessizliğe bürünen bu ortamda Arasın sesi kulaklarımı doldurdu. “Arya.” dedi düz bir sesle mimiklerimi oynatmaya çalışarak evet cevabı vermişim gibi konuşmasının devamını bekledim. Benim kadar Merih Ata’da merak ediyordu ne diyeceğini benden çok odaklı bir şekilde yanında Kİ adama merakla bakarken bir anda aynı ses tonu tekrar kulaklarımı doldurdu. “Bu bir savaşın yeni başlangıcı bu savaşta bizimle olup yanımızda savaşmanı istiyoruz.” dağ gibi duran iri yarılı bedeniyle Kendini bu savaşa hazır görüyordu oysa bu benim savaşımdı ellerimi ayaklarımı hissetmesemde yürüyemesem de benim Savaşımdı. gözlerim tekrar mavi dosyaya döndüğünde iyi bir karar vermemin zamanı çoktan gelmişti “Bu yolda yalnız savaşmak istesemde bu halimle hiç bir işe yarayamadığım için sizinle olacağım.” Arasın hüzünlü bakışlarıyla mırıldandığını duydum. Aras, “senin elin kolun ben olacağım.” Merih Ata onay verircesine başını sallayıp ellerini cebine yerleştirdi. Merih Ata demek zor geldiği için Merih demek geçiyordu aklımdan. “Sana Merih Ata yerine Merih diyebilir miyim?” dedim zorlukla konuşarak. kaşlarını çatıp Arasın yüzüne baktı o sırada Arasın tek odak noktası ben olmuştum fazla iyimser olması bana sıcaklığı tattırmayacak kadar uzaktı yaşadıklarım gördüklerim beni herkesten uzak tutuyordu. Merih’in soğuk ses tonuyla, “bizimle olduğun sürece istediğin ismi diyebilirsin.” diyerek tekrar Masasına ilerledi. tam o sırada ayakta dikilen Arasın adım adım bana yaklaştığını görünce beni odadan çıkaracağını anlamıştım. “Aras dur.” dedi bıkkın ses tonuyla olduğu yerde kalan Aras’ın bakışları ani hızla Merih’e döndü. “bugün randevumuz var Arya’nın fizik tedavisi için.”

aklıma bir an benim için yürüdüğü kadın geldi o an tamamen unutmuştum bu durumu. benim yerime Aras’ın alay edercesine konuştuğunu duydum. “Hayırdır abi kadını nasıl ikna ettin?” Merih dilini damağına vurarak kendinden emin bir sesle cevap verdi. “Bu işlerden hoşlanmasam da yaptık bir şeyler.” kendimi tutamadım ve içimden gelen tebessümün yüzüme yansıdığını hissetim. Merih bu durumu görmüş olacak ki gözleriyle anlayarak sakın deme dercesine mimiklerini oynattı. kirpiklerimi kırpıştırarak onay verince teşekkür edercesine bakışlarıyla rahatlamıştı ama en çok akşam yemeğinde neler geçtiğini merak ediyordum. “Aras istersen Aryayı Seray’ın yanına götür.” emirlere itaat ediyormuş gibi “tamam.” dedi aklıma takılan yüzlerce soru işareti vardı onlardan birisi Seray’ın nasıl düştüğüydü. Tekerlekli sandalyemin hareketlendiğini hissettiğim anda dalgınlığımdan kurtulup son kez odayı gözden geçirdim neyse ki Merih’in yanından ayrılıp tekrar koridora çıktık kocaman evde sadece altı kişiydik. arkamdan gelen kalın sesle birlikte yine bir asansörün önüne gelmiştik kaç katlıydı hiç bir fikrim yoktu dıştan belirsiz görünen içi saray yavrusu gibi renkli olan tek evdi. “Evet Serayı gördükten sonra seni hastaneye götüreceğim işim zor.” asansörün kapısı açıldığında iki adım ilerleyerek iki rakamı yazılan tuşa bastı. “Zorsa bırak.” dedim afallayarak

“Ne zorlukluklardan geçtim yaralı kuş benim için bir yük değildir seni taşımak.” Ayna yansımasından bana baktığını biliyordum gözlerim onunla buluşmak istemiyordu çekici bakışları altında ezildiğimi hissediyordum. “Nereye daldın böyle anlatsana?” asansörün kapısı açıldığında asansörden çıkarıp dört odalı kapıya geldik her birinde isim

Yazıyordu bu yazıları daha önce de görmüştüm ve Aras’ın piyano çaldığı gün beni mest eden o müziğin eşsiz parçası kulaklarımı doldurduğunda kapının sağ tarafında Aras Teğmen. Yazıyordu şimdi ise geldiğimi orta kapıda Uraz Ezel yazıyordu galiba bu evin en nadir kurallarından birisiydi. Aras kapıyı üç kere tıklatarak çaldığında kapının ardından gelen Urazın sesini duyduk. “Gelebilirsin.” Aras kapının kolunu çevirerek açtığında gördüğüm manzara beni yaralıyordu. Uraz yatağın kenarında durmuş yarı baygın olan Serayı izliyordu bir elini avuç içlerine alarak okşarken, diğer yandan acılı bakışlarıyla kadını hayranlıkla izlediğine şahit oluyordum. Bizi görmüyordu ve ya görmezden geliyordu san ki başını kaldırıp bize baksa sevdiğini kaybetme korkusuyla yüzleşiyordu benim hayatımda benim için endişe duyan adam tanımazken, başkasının sevdiği için gece gündüz yanı başında bekleyen iki aşığı izliyordum. Aras ortamın sessizliğini iki kelimeyle bozduğunda bizi yeni fark etmişçesine bakışlarıyla beni süzdü. Uykusuzdu uyumamıştı yorgundu dik durmaya çalışıyordu peki neden ona karşı aşkını gizliyordu? “Hoş geldiniz.” dedi yorgun sesle “Durumu nasıl?” dedi Aras Seraya göz atarken. “iyi sayılır geceleri terliyor ve ya sayıklıyor.” dedi güçlükle her an uykuya kucak açacakmış gibiydi. sessizliğimi bozup pürdikkat dikkatleri üzerime çektim. “Uraz senin uykuya ihtiyacın var.” Aras bana haklılık payı tanıyarak devamını getirdi. “Evet haklı abi uyumalısın.” Çok geçmeden bitkin halde cevap vermeye çalıştı. “Seray bu haldeyken uykuyu düşünemem.” dedi Seray olduğu gibi kalırken biz Arasla bakışıp nasıl ikna edeceğimize karar vermeye çalıştık. Aras “Uraz kahve ister misin?” yorgunluktan başını kaldıramadığı halde mırıldanarak “olabilir.” dedi Aras “iki dakikaya geleceğim.” diyerek odadan çıktı O, gittikten sonra üçümüz odada yalnız kaldık sessizce onları izlerken, bakışları istemsizce bana döndü. “Kusura bakma senin bugün randevun var ve ben gelemeyeceğim.” dedi anlıyordum bu haliyle hiç bir yere gidemezdi. gün gittikçe herkesi tanımaya başlıyordum imkansız aşkları işinde usta olanı beş milyona satın alınan askeri bunların içinde tek kişi bana yabancı geliyordu Zümra Kareli. “Nasıl tanıştınız?.” dedim karşımda eriyip küle dönen adama oysa sevdiği kadına odaklanmış bir biçimde cevap verdi. “ilk tanışmamız çocukluktan başlıyor yetişkin biri olduğumda oturduğumuz mahalleden ayrılıp ayrı dünyalara ait olduk babamın ölümünden sonra adını yüzünü sesini unutmuştum.” “Neden?” dedim meraklı gözlerle. Uraz bir an bile gözlerini ayırmadığı Seray’ın eline ufak öpücükler kondururken içim kordan ateş gibi yanıyordu bunları yaşamadım yaşamaktan öte hiç bir zaman böyle derinden sevilmedim iç sesim bunları tekrarlıyor diğer yandansa sorduğum sorulara cevap vermeye çalışıyordu. “Ben onu unuttum Arya. Beni unutmadı hemde çocukluğundan, beri bu yana hep beni sevdi. Adam gibi ona olan aşkımı söyleyemedim. Çünkü bizim ki imkansız bir aşk.” küllerimden yeniden doğmama neden olan tarif edilemez duygularla çelişmeme neden oluyordu ve işte elini tutuşu ve bakışları beni yeniden geçmişime götürdü.

 

ANADOLU LİSESİ

 

Okulun bahçesi çok genişti etrafta öğrenciler vardı bazıları basketbol oynuyor bazıları sevgilileriyle gülüp eğleniyordu bazı kişilerde kendi başına takılmayı tercih ederdi.

Bende yalnız takılan nadir öğrencilerden biriyidim güzeldim alımlıydım dikkatleri üzerime istemsizce çekerdim özellikle erkeklerin bazıları iyi niyetle bazıları kötü niyetle yaklaşırdı kendimi üstün görme lüksüm yoktu Allah vergisi güzelliğim vardı bazıları bilerek isteyerek yaptığımı düşünüyordu bu düşünceler zorbalığa doğru yol alıyordu.

Yürüdüğüm uzun koridorda sınıflar yer alıyordu

üzerimde okulun forması vardı eteğim mini boyda ve üzerimde uzun kollu bol ceketti renkleri bordo karşımı bir şeydi okulun kuralları belirli bir şekilde açıklanmıştı hiç kimse üniformasız gelemezdi. etrafa göz attıktan sonra bir adım gitmemle önümde bir erkek belirdi az daha görmesem çarpışacaktık yüzüne baktığım an da siyah saçlı siyah gözlü buz gibi tene sahip olan belki benim tenimden daha beyaz tene sahipti anlında beliren damarlar ürpertici bir O, kadar dikkat çekiyordu ki her zerresini inceleme fırsatını yakalamıştım günün birinde bu karşılaşma aşka dönüşmeye başladı. “Arya sana karşı olan hislerimi gizleyemiyorum.” dedi ilk cümlesi buydu bana karşı. Bu durum hoşuma gitmişti aslında aynı duyguyu bende hissediyordum ona karşı nazik davranıyor, zor durumda yanında olup elinden tutuyordum. “Alp ben…” tüm hislerimi açıklayacağım sırada aramıza giren sesle beraber ikimizde gelen kişiye baktık. “ARYA!” sesi tanıdık geliyordu arkamı dönüp baktığımda öfkeden yanıp tutuşan sınıf arkadaşım Rüzgâr vardı. Alp kendini bozmadan pür dikkat arkada ki adamı gözleriyle keserken, bir elini cebine koydu. “Bu çocukla neden aynı ortamdasın?” neyi ima ettiğini anlamıştım fakat benim için tehlike arz edeceğini hiç bir zaman anlamamıştım. “Bu seni ilgilendirmez.” dedim soğuk ses tonuyla kumral saçlarını üçe vurmuştu. adım adım bana yaklaştığında dört yanım sarılmış gibi hissediyordum. Alp tek kelime etmiyor olduğu yerden bizi izliyordu. Rüzgâr “Ne demek beni ilgilendirmez kızım bu herifle konuşamazsın!” homurdanarak öfkeyle nefes verdim “Rüzgâr biz seninle olamayız anla!”

bir adım daha attığında nefes kadar yakınımda bitecekti fakat aramıza Alp girdiğinde Rüzgarla dip dipe bittiler kesici bakışları Rüzgârı her an delip geçecek gibiydi beni korumak adına yaptığı refleks hoşuma gitsede Rüzgâr bana asla el kaldırmazdı adım kadar emindim. O,

anda kalbime inen korkunun en büyük parçası ikisininde kavga etmesiydi kalbim ağzımda atarken önümde duran Alp’in eli elime kenetlendiğinde şaşkınlıkla onu izliyordum. elimize düşen gözleri acı dolu bir öfkesi yüzüne yansımıştı benim gözlerim elimize düşerken dünya durmuş gibi hissetim her şey durmuşta dünyada ikimiz kalmışız gibi. benim dikkatimi dağıtan sesle gözlerim Rüzgâr’a döndü “Arya hata yapıyorsun yapma bunu.” Dudaklarım tam aralanacaktı ki Alp’in yoğun buzdan soğuk sesi kulaklarımda çınlamaya sebep oldu. “Ben varken hata yapamaz.” dedi sakin bir şekilde kaşlarını çatıp Alp’i öldürecekmiş gibi baktı elimi öyle sıkı tutuyordu ki kimse ayıramazdı bizim aramıza kimse giremezdi yanından ayrılıp omuz atarak beni de beraberinde kendiyle sürükledi Rüzgarla göz göze geldiğimizde arkamızdan bakakaldı bende ona bakakaldım geri dönme umuduyla yalvarıyordu gözleriyle umrumda olmadı bu sadece aynı tepkiyle üzgün olduğumu belirtip göremeyeceğim noktaya geldi artık her adımda ikimiz vardık. “Alp.” dedim kısık sesle umrunda değilmiş gibi düz ilerlemeye devam etti kaç adım gittiğimizi hatırlamıyordum en son beni karanlık bir depoya getirdiğini gördüm arkadan kapıyı kapatarak ikimize boş kimsenin olmadığı bir alan tanıdı. “Konuşmamız yarım kaldı.”

gözlerimi kaçırıp, heyacandan ölmek üzereydim. Bunun oda farkındaydı. “Ben lafı dolandırmaktan hoşlanmam sana aşığım.”

Bedenim uyuşmuştu çalışmam gereken onca ders varken burada aşk muhabbeti yapıyorduk (yapıyordu) karanlık deponun loş ışığı altında onun gözlerinin benim üzerimde benim gözlerim yerde dolaşıyordu ne cevap vermem gerektiğini nasıl davranacağımı bilemiyordum

Kalın sesi kulaklarıma değer gibi yanımda bitti

“Korkuyor musun?”

“Sen…” dedim nutkum tutulmuştu ne ara yaklaşmıştı anlamadım her an küçülmek ve ya yok olmak istiyordum hoşlandığım adamla burun buruna gelmek anlatılamayacak kadar garip bir hiss uyandırıyordu. eli çeneme giderek başımı kaldırıp gözlerine bakmama neden oldu “Çok güzelsin bir o, kadarda korkuyorsun benimle konuşurken lütfen gözlerime bakarak konuş.”

agresif sert ve soğuk tip olmasına rağmen bana karşı olan kibarlığı.

“Neden beni istiyorsun?” dedim bana göre saçma bir soruydu yinede sorup içimde ki kullanılma şüphesinin giderilmesini istiyordum.

“Bu okulda benden korkmayan korksanda duygularını gizleyip elimden tutan evine alıp zor günümde yanımda olan tek kızsın.”

 

“Bunu herkes yapar.”

“Hayır herkesin harcı değildir bana dokunmak.”

elimi tekrar tutarak kalbine götürdü elim sol tarafını kaplarken kalp atışını bedenimde hissediyordum Beni tamamen süzerken, gözleri dudaklarımda duraksadı bende onu izleyip aklından nelerin geçtiğini anlamaya çalıştım bunun yerine tekrar gözlerime odaklanarak sıra dışı konuşma yaptı. “Sende bana karşı boş değilsin. Biliyorum kaybettiğim kolyemin sende olduğunu biliyorum.” Şoka girmiştim çıkmam mümkün değildi eşyasının başkasında olmasından nefret eder bağırıp çağırır ve ya beklenmedik anda tehdit ederdi. “Sen nerden biliyorsun?” dedim ağzım açık bir şekilde kendinden emin bir sesle üzerime yürüdü. “Bilmememi gerek seninle ilgili olan her şeyi?” ben geri adım atarken bana doğru yaklaşıyordu sırtım duvara çarptığında benim için sonu bitmez bir savaş vardı aramızda. daha çok yaklaştığında sağ elini duvara yaslayarak etrafımı sarmıştı diğer eli ceketimin fermuarına gittiğinde yavaş bir şekilde önümü açıp boynumda taşıdığım kolyesini ortaya çıkardı. kolye zincirli ve küçük pusulalı simgesi vardı. eli boynumda dolaşırken o an duvarla Alp’in arasında git geldeydim “Kolyem sana çok yakışmış hiç çıkarmanı istemem sende bana aitsin çünkü.” tam konuşacağım sırada işaret parmağıyla beni susturarak konuşmasına devam etti. Alp “Şşş sakın tek kelime etme güzelim.” kendi kolyesini boynumda incelerken gözlerim gözlerinde harlanıyordu “Bunu hep boynunda taşıyacağına söz verir misin? Çünkü ben sana söz veriyorum seni ömür boyu kalbimde taşıyacağıma.” bu iltifatlar ilgiler romantiklik okulda uygun olmasada içimin gitti iki çift sözüne düşüyordum ayaklarımı yerden kesen heyacanım resmen bangır bangır bağırıyordu Alp için. “Söz veriyorum.” dedim kısık sesle dudağının kıvrımıyla tebessüm ettiğini anladım.

işte o an dudaklarıma değil de alnıma ufak bir öpücük kondurarak saçlarımın Gül kokusunu içine çekti bu anın bozulmasını istemeyi geçtim böylesine ömür boyu yaşayıp gitmeyi isterdim.

Film şeridi gibi anılarımdan kurtulmama neden olan Aras’ın sesini duydum. “Arya.” tek kelimesi yetiyordu uyanmama keşke bunu Rüzgârın söylediklerini dikkate alarak uyansaymışım. “Ne oldu Seray uyandı mı?”

fal taşı gibi gözlerim üç kişinin arasında gidip gelirken Seray’ın aynı vaziyette uyuduğunu gördüm Uraz tekli koltuğa çökmüş kahvesini yudumluyor yüzüme dikkatle bakıp anlamaya çalışıyordu. “farkında değilsin bazen bazı günlerde dalıp gidiyorsun.” dedi Uraz kaşlarını çatarak. Aras desteklercesine sessiz kalıp, cevap vermemi istiyordu “insan yaşadıklarını kolay unutmamalı bende yaşadıklarımın acısı büyük.” dedim hüzün dolu sesimin boğazıma dolandığı iğne gibiydi konuştukça boğazım düğümleniyordu ve pusula kolyesi hâlâ boynumdaydı. Aras “Gitme vakti artık randevu saatimiz geliyor.” sessizliğimle onay verip Uraz’ın kahvesinden üç yudum daha aldığını gördüm. arkama her zaman ki gibi geçen Arası kafamda kurduğum saçma espiri oluştu arkanda dağ gibi adam var düşüncesinden kurtulamıyordum. odadan ayrıldığımızda dışarı çıkmıştık siyah bir araç duruyordu önümüzde kış mevsimi olduğundan dolayı fırtınalı bir gündü Rüzgâr oldukça şiddetliydi

Aracın yanına getirildiğimde araç kapısı açılarak anında Aras kucağına aldı ellerim boynunu sarsmasa bile sarmış kadar hissediyordum kendine has kokusu burnuma dolarken cennette gibi hissediyordum. “Yerin rahattır umarım yaralı kuş.” dedi Aras görevini yerine getirerek. “Hıhım.” dedim gözlerimi kırpıştırarak. Beni kıyak geçip yüzüme bakmadan aracın kapısını kapattı kendisi galiba bugüne özel şoförümdü.

Ön koltuğa yerleştiğinde arabayı çalıştırarak dikiz aynasından beni gözlemledi. “Bu yolda ikimiz eşlik edeceğiz bir birimize.” dikkatim onda değilken dikiz aynasından bana olan bakışlarını yakaladığım sırada göz kırparak, “pekala hadi artık gidelim.” Sıkıca kavradığı direksiyonu geri vitese atarak bulunduğumuz konumdan ayrıldı. Öylece saatlerce izlemeye çalıştığım yol kazayı her dakika hatırlatmaya yöneliyordu dikiz aynasına dikkat çekilmiş Arası ürperen korku dolu gözlerle izliyordum. Hayır Alp değil hayır o Sarıca değil hayır o bir katil kıskanç psikopat değildi hayır hayır değildi böyle düşünme Arya hayır!

İçimi saran korkuyla yüzleşmeye çalıştığımda diğer yandan belli etmemeye ve panik yaratmamaya özen gösteriyordum. “Arabayı yavaş kullanır mısın lütfen.” dedim titreyen kısık sesle beni duyduğunu biliyordum cevap vermiyor arabayı yolun ortasında durdurup arkaya döndü. “Korkma sana bir şey olmayacak buna izin vermem.”

öyle içten söylüyordu ki bu bile yüreğimin acısını bastırmaya yetmiyordu. “Bu mümkün değil.” dedim mahçup gözlerle dudaklarını bir birine bastırıp ne diyeceğini düşünmeye çalıştı nasıl teselli vereceğini ve ya korkmamak için ne yapılacağını “pekala o zaman arabanın varlığını unutturacağım bir teklifim var.” dedi hemen önüne dönerek arabanın kaputundan bir çift kulaklık ve cebinden çıkardığı akıllı

Telefonunu gösterdi kendi telefonun şifresini açıp müzik yerine girdi kablolu kulaklığı telefona takarak elinde tutup gösterdi. “Buna asla hayır diyemezsin çünkü müzik ruhun gıdasıdır sana arabanın varlığını unutturacak. arkaya doğru az daha uzanıp, kulaklarıma taktığı kulaklıktan müziğin eşsiz parçası duyuldu. BARIŞ MANÇO Şarkı: dönence.”

gözlerimi kapatıp müziğin ritmine ayak uydurarak gerçek dünyadan kopmuş gibi oldum beni izlediğine emindim gözlerimi açıp bakışlarını görmek delice olurdu o sebeple hiç bir şekilde gözlerimi açmayarak yolculuk yaptım arabanın sesini arabanın varlığını unutturan o şarkı ruhuma huzur dolduruyordu Arasa teşekkür etmeliydim benim için kendi dinlediği şarkısını paylaşmıştı. yol boyu unuttuğum her şey durduğunda anlamıştım geleceğimiz yere çoktan varmıştık. kulakımda takılı olan kulaklıkları çıkartıp bir kenara koyduğunda yüzü yüzüme değecek kadar yakınlık vardı bir süre durup öylece kalacağını sanmıştım fakat hızlı haraketle kucağına alarak tekrar mahkûmu olduğum tekerlekli sandalyeye oturttu tekrar arkama geçip sürmeye başladığı sandalyemin tekerlikleri harakete geçti. Özel hastanenin girişinde görevli ve bazı mola vermiş hemşireler gördüm. içeriye giriş yaparken bir çok hastaya göz gezdirdim. Aras kayıt işlemlerinin yapıldığı bölümden sıra alırken diğer yandan etrafa göz atıp ayağı kolu ve ya zihinsel engelli insanlar görmeye başladım. benim durumda olmasalar bile eminim onların canı benimkinden daha çok yanıyordur. yarım saat aradan sonra geldiğimiz aynı kadın doktorun yanındaydık alımlı ve bakımlı olan kadın bizim girişimizle beraber mutlu olurken gözleri Arası değil Merihi aramıştı. “Sizi görmek ne güzel hoş geldiniz.” kadının odağı kapının eşiğindeyken omuzlarını düşürüp umutsuz vaka gibi bize bakındı gözlerinin odağı Aras olmuştu bu sefer. “Evet işlemler tamamdır Serap hanımı beklemeye alıp on beş dakika sonra fizik tedavisine başlayacağız.” ellerini önünde kavuşturup kaçamak bakışlarıyla hâlâ kapıdan Merih’in gelmesini umut ediyordu o sırada bu görsele hazır olmayan fakat bir çırpıda her şeyi anlayarak, elini elimin üzerine koyup gözlerine bakmamı sağladı. “Lütfen bu kadına yürüdüğünü söyleme bana.” öyle kısık sesle söylüyordu ki kadın dosyalarla uğraşırken bilgisayar başına geçmişti. Benden cevap bekliyordu “düşündüğün şey doğrudur.” dedim “büyük patronumuz çapkınlık peşinde demek.” söylediğinde kıkırdamaya başlarken cep telefonuna arama gelmişti. telefonun ekranı açıldığında zorlukla olsa yazılan isimi gördüm.

 

 

Zümra Kareli

arıyor…

 

Aras telefonu kapatıp gözlerime dikkat kesildiğinde “bir saniye telefona bakıp döneceğim.” gözlerimi kırpıştırıp evet diyerek gitmesini izledim kadın hâlâ masa başında oturmuş evraklarla mı Merihin fotoğraflarıyla mı ilgileniyordu bilemiyordum Arasın gidişinden iki saniye geçmişti ki kapı açılır açılmaz Aras’ın geldiğini sanarak kapıya odaklandım. hayır hayır gerçek değildir öyle değil mi. karşımda kapının eşiğinde duran Alp Sarıcayı görmek yüreğimin yanmasına sebep oldu kanımın damarlarda dolaşan hızıyla göz göze gelmemiz beni deli ediyor ve korkumun ayaklandığını hissettiriyordu. Yoksa bu tuzak mıydı? “Alp?” doktor kadın ayaklanarak kendine çeki düzen verip “hoş geldiniz efendim.” dedi fakat ben oralı olmadan bile gözlerimi gözlerinden ayırmıyor hayatımı cehenneme çeviren adamın yüzüne bakıyordum. beni süzüyordu nefretle bende bir değişim yakalamaya çalışıyordu pek bundan emin olmasada saçlarımın garantisini veremezdi çünkü kendi elleriyle kestiği saçlarım yarım yamalaktı. “Doktor hanım bu ne güzel sürpriz hastanız olduğunuzu bilmiyordum.” fal taşına dönmüş gözlerimle onu izlemeyi sürdürürken en son ne zaman gördüğümü hatırlamadığım, Alp’i haftalar sonra karşımda görmüştüm. “İyi ki geldiniz Alp bey diğer hastamızın işlemi bittiğinde sizle ilgileneceğim.” kadını görmezden gelerek hoşnut bir yüzle dudağını kenara kıvırtıp karşımda ki koltuğa geçti Aras gelseydi burada karşılaşma yaşansaydı hayali bile kötüyken korkunun bedenime yayılışını izliyordum. yanıma gelmemiş olması beni şaşkınlığa uğratıyordu elinde tuttuğu kağıdı doktorun masasına uzanarak bıraktı ardından bana dönüp gözlerini gözlerime kenetledi. “Fizik tedavi için buradasın demek.” nutkum tutulmuştu zaten konuşmakta güçlük çekiyordum küçük dilimi iyice yutup korku dolu gözlere ona bakıyordum. Alp, “korkma beklediğin kişi beni burada göremeyecek.” dedi kısık ses tonuyla belki doktor hanım fark etmiyordu bu tehlikeyi belki de aynı oda içerisinde ayrı dünyaların hayatını yaşıyorduk öylesine odaklanmıştı ki bilgisayara bu âna şahit olsa bile cevap veremezdi. Konuşmayacaktım cevap vermeyi geçtim yüzüne baktığımda bile içimde deliren korkumla öfkemin savaşını durduramıyordum. Aras gelirse bu sessiz fırtına artık bir hortuma dönüşecekti. Alp oturduğu koltuktan kalkıp dört adımda bana yaklaştı yüzüm onun yüzüne değecek konumdaydı. “Seni kısa bir an için Özgür bıraktım. Özgürlüğünün tadı yakın bir zaman da sonun olacak.” diyerek daha fazla yaklaşıp dudaklarını alnıma dokundurdu bir öpücük bırakıp geri çekildi. derin bir nefes alıp rahatlasamda dudaklarının bende bıraktığı o izi söküp atmak için canımdan olmak isterdim. Son kez daha göz göze geldiğim adamın son cümlesi benim içimi kavurmuştu. “Sana kondurduğum öpücüğüm ölüm öpücüğüdür. Öptüğüm yer seni her saniye öldürecektir.” Göz kırpıp ayağa kalktı bizi fark etmeyen doktor hanıma dönerek hoşnutsuz bir tavırla hâlâ fark etmeyen, kadın doktora bakıyordu. “Doktor hanım müsaadenizle.” gözlerim bir Alp’e bir de doktor hanıma git gel yapıyordu en sonda nihayet kadının sesi kulaklarımı doldurdu. “Alp bey gidiyor musunuz?” Alp sabrının sonundaymış gibi homurdanıp iki saattir olan biteni duymayan kulakları gidişini bile fark etmemişti. “Evet keşke hastalarınızla daha yakından ilgilenseniz.” imalı imalı gözlerinin içine baktığı kadın neyden bahsettiğini anlayarak kendine çeki düzen verip bilgisayarın başından ayrıldı oturduğu koltuktan ayağa kalkıp üstünü düzelterek “evet haklısınız.” dedi neyse ki bu oda içerisinde Aras yoktu ne olacağına değil neler olacağını düşünmek bile istemiyordum. Çıkış kapısına ilerlerken kapıya yöneldi kapının kolunu kavrayıp bir kaç saniye duraksadı bir şeyler düşünüyormuş gibi arkasını döndü. gözlerimi kaçırsam nafile ben onun avıydım o benim avcımdı. “Görüşmek dileğiyle Arya hanım.”

Doktor kadının ikimiz arasında ki bakışlarını göremesemde fark ediyordum olayı anlamakta geç kaldığınıda. Uzun süreler sonra Alp gitmişti tam beş dakika yirmi beş saniye sonrasında odaya giren Arası gördüm anlaşılan karşılaşmamışlardı “sizi fazla bekletmedim umarım.” dedi Aras. Alp’in oturduğu koltuğa geçerek. aynı koltuk farklı adam “hayır tam vaktinde geldiniz işlemleri hazır bugün değil yarın alacağız fizik tedaviye.”

Aras ellerini önünde birleştirmiş baş parmağıyla oynuyordu kadın doktordan gözlerini ayrıp bana baktı. “Yaralı kuş yarını onaylıyor musun?” Yarını onaylamak için dudaklarımı aralamıştım ilk kez bir adam düşüncelerime önem veriyordu bu beni göklere çıkarken kadının söylediği sözle yere çakıldım bir uçak gibi. “O bir hasta neden onayını alıyorsunuz ki?” bende duran bakışları kadını kesecek kadar keskinleşti ben kadını görmezden gelerek Arasa odaklanmış acı içinde ona bakıyordum. “Doktor hanım.” dedi üstüne basa basa tek kaşını çatıp ne diyeceğini merak edercesine konuşmasının devamını bekledi. “Sizde aklı başında sayılmazsınız çünkü hastalarınızı kişiye göre onaylıyorsunuz hasta olduğu için değil.” bu cümlesinden sonra kadının yüzünün aldığı hali görmeyi çok istiyordum bunun yerine iç sesim olan adamı izlemeye devam ettim. “Hayır öyle bir şey…” lafı ağzında yarım kalan kadın bozguna uğramış bir şekilde yerle bir oluyordu. lafını yarıda bıraktırıp bana odaklı bir şekilde bir kez daha sordu. “Serap hanım bugün mü yarın mı?” On beş dakika önce hazır demişti tedavime galiba tedaviye Arasla değil Merih’le gelmemi aklından geçirip böyle bir hileye başvurmuştu. “Bugün tedavi olacağım.” dedim kendimden emin bir sesle hoşnut cevabıma tebessümle karşılık verirken kadına yandan bakış atıp gözleriyle yiyecekmiş gibi emir verdi. “Duydunuz doktor hanım gereği neyse yapın.”

 

Fizik tedavim yapıldıktan sonra aşama aşama gerçekleştiren eklemlerimde eskisinden biraz daha hareketlilik vardı bir günde elbette yürüyemezdim. Hastaneden ayrılmıştık yola koyulmuştuk aynı kulaklıklar vardı kulakımda farklı bir melodi çalıyordu bu sefer piyano sesi yankı veriyordu çünkü piyanoyu çalan kişi Arastı gözlerimi kapatıp Arasın piyano başında oturup parmaklarının her tuşta gezindiğini hayalime sığdırdım. Kırmızı kaplı odada kırmızı takımda kırmızı piyano eşliğinde bakışlarında ki ciddiyetle çaldığı melodi yüreğime işliyordu. Ön koltukta dikiz aynasından kaçamak bakışlarının üzerimde olduğunu biliyordum göz temasım olmasada hissediyordum uzun bir aradan sonra hayal dünyamdan ayrılmış eve çoktan varmıştık. Bahçede ellerini arkada kavuşturmuş yolumuzu gözleyen Merih ciddiyetle bizim araca göz kesmişti. Aras arabadan inerek tekrar kucağına alıp yine tekerlekli sandalyeye yerleştirdi beni. adım adım Merihe ilerledik kalın gür sesi tüm her şeyi yok edecekti san ki. “Nasıl geçti fizik tedavi?” Aras susmuş benim cevap vermemi bekliyordu belki konuştukça açılırdım düşüncesi vardı aklında biliyordum. uzatmadan hızla cevap verdim Altan yukarı Merihe bakarken. “İyi geçti.” Sesim tiz bir çığlık gibiydi sesimin kendim kadar ayarı yoktu. “sana banyo hazırlattık yıkanmalısın.” haklıydı buraya geldiğim günden beri yıkanmamıştım kendimi koklayınca bile kötü kokuyordum. Akıllarda ki tek soru vardı beni kim yıkayacaktı?” Yarım saat sonra kendimi küvette buldum arkamda sırtıma kese yapan Zümra vardı suyun tenime değdiği an rahatlamıştım onca pislikten arınıyordum bu beni mutlu ediyordu kollarımdan göğsüme doğru tırmanan kese boynumdan hiç çıkarmadığım kolyenin üzerinde durdu. Sorgulayıcı bakışlarla bana bakarken cevap vermeyerek devam etmesini söyledim.

bol köpüklü suyla kaplı bedenim, çilek kokusuyla harmanlanmıştı öyle güzel kokuyordum ki kendi kokumu unutalı bir yıl oldu. her şeyden arındıktan sonra küvetten çıkartılıp bornoza sarılı bir şekilde tekerlekli sandalyemde oturuyordum. saçlarımın görüntüsü iyi olmasada onlarda temiz bir o kadar parfüm kokuyordu temiz kıyafetler çoktan yatağın üzerine bırakılmıştı siyah alt eşofman üzerine gri tişört giydirdiler bana yakıştığını düşündüğüm o kıyafetin üzerimde duruşunu izlemeyi geçtim görmeyi istemiyordum düşüncelerimle boğuşurken Zümranın bir kaç eşya daha bıraktığını görsemde pek oralı olmadım. “Aras nerede?” olduğu yerde donuk bir tavır sergileyerek elinde tuttuğu kutuları ağır çekimle bırakıyormuş gibi sorumu görmezden geldi ve ya cevap vermek istemiyordu geç olsun güç olmasın derken bir süre sonra sesini duydum “Görevde.” dedi son kutuyu da bıraktıktan sonra anlayışla gözlerimi kırpıştırıp sessizce onu süzdüm mini bir etek üzerinde benim gibi tişörtü vardı bana göre daha açık bir görüntüye sahipti Seray benim tarzımda giyinsede Zümra için aynı şeyi söyleyemezdim neredeyse eğildiği anda kilodunun rengi bile ortaya çıkıyordu. böylesine ciddi bir ortam varken neden böyle giyindiğini aklım almıyordu

sessizliği bozan telefonun sesi irkilmeme neden oldu hemen gözlerimi başka bir yöne çevirdiğimde beni fark etmeden telefonuna bakıp kimden arama geldiğini kontrol etti önemli biri aramıyordu sanırım, telefonu açmak yerine kapatıp bana seslendi “ben gidiyorum bu odada ki işim bitti bir şey olursa seslenirsin.”

başımla onay verdiğim an arkasına bakmadan odayı terk etti bir başıma kaldığım odada ne yapacağımı bilmiyordum bu da sorumu hiç bir şey yapamazdım benim hayalim balerin olmaktı ters köşe olup sandalyeye mahkûm bir hayat yaşamak değildi hayalim. Odamın kapısı tekrar açıldığında Arasın geldiğini düşünerek mutlu bir şekilde kapıya baktım beklediğim gibi değildi gelen kişi Merih Ata Ezeldi yüzüm anında düşük bir moda geçti yine elinde mavi dosyası vardı beni baştan sona çıplak gözle süzerken ne düşündüğünü merak ettim. “anlaşılan birilerinin beni görünce yüzü düştü.” dedi adım adım bana ilerleyerek “seni odamda görmeyi beklemiyordum sadece.” dedim duygularımı bastırarak. Buralı olmayan gözleri odamda bir şey arıyordu hemen makyaj masasının yanında duran pufu hızlı bir şekilde alarak önüme kurulup oturdu. Merih Ata “Hastanede ne yaptınız?” bu sorusu aklımı karıştırmıştı yinede kendimi bozmayarak cevap verdim. “Fizik tedavim için beklemeye aldılar.” diyerek karşılık verince dudağının kenarı yukarı kıvrıldı şeytanı anımsatan bakışlarından eser yoktu bir anda beklemediğim bir cevapla karşılık verdi. “Fizik tedavini sormuyorum ki,” dedi mavi dosyayı önüme uzatıp dizlerimin üzerine bıraktı eliyle açtığı dosyada dehşete düşeceğim fotoğrafları gösterdi tonlarca betonun altında kalmışım ve çıkmakta zorlanmışım hissi andıran korkumun endişemin fotoğraflarla bütünleşmişti san ki “Sen nasıl?” dedim yarım ağız konuşarak şaşkınlığımı ve şokumu üzerimden atamıyordum nasıl bir oyunun içine düşmüştüm bilemiyordum tek bildiğim sonunun iyi bitmeyeceği. Boynunu saran kocaman akrep dövmesinin hakkını veriyordu her seferinde zehirleyip soktuğunu hissediyordum bakışlarımı bir an olsun ayırmadığım belki de saniyelerin dakikalara karıştığı anı yaşıyordum koyu Ela gözlerinin alevle harmanlanmış hali gibiydi Çatık kaşlarını daha çok çatarak gerilen bedenini dikleştirip derin bir iç çekti “Neden seni alıp gitmediğini merak ediyor musun?” bahsettiği konuyu açık kartlarla oynarken diğer yandan şimdi söylediği bu sorusuna nasıl cevap vereceğimi düşününce aklımın dilime getirdiği cümleyi kurdum “Hayır.” dedim bu sefer ben bile ne yapmak istediğini anlamakta güçlük çekiyordum gözlerim fotoğrafla Merih arasında gidip gelirken bakışlarımız keskin bir kılıç gibi beyaz bayrak sallıyordu fotoğrafların her birinde hastane odasında yaşanan o tatsız anların görseli vardı karşıma geçmiş fotoğrafların hepsini göstermişti susmanın çare olmayacağını anladığımda, “sen bu görüntüleri nasıl ele geçirdin?” dedim tok bir sesle sinsi bakışlarına yayılan gerginliğin farkında olsada karşımda bir dağ gibiydi “sır söylenmez. Ama eğer bize yardım edersen çıkış biletini hazırlarım böylelikle Özgür olursun.” gözleriyle beni taradıktan sonra boynumda duran gözler bir noktaya dikkat kesildi “Kolyen şıkmış.” lanet olsun lanet olsun lanet olsun lanet olsun! kolyemin açığa çıkmasından nefret ederken ikinci gören kişi Merih olmuştu Erkek kolyesi olduğunu anladığında sorgulamadan kendi boynuna taktığı akrep kolyesine göz attı ah bu adamın her yerinden akrep fışkırıyordu hakkını veriyordu yalan yok kendimi tutamayıp dövmesine bir kere daha odaklandım “neden akrep?” zıt sorduğum soruya karşı benim kadar kendini de süzdü gümüş detaya sahip olan kolyesi fazla göze batıyordu “Kolyeyi konuşmak için zamanımız yok.” dudağımı ıslatıp kuruluğunu aldığımda kendi fermanımı hazırlanmamın zamanı geldiğini anladım kaçışım yoktu kapana kıstırmıştı o kapanda ikimiz vardık “Ne öğrenmek istiyorsun ki?” Solukları öyle hızlanmıştı ki rahatı gittikçe dikene dönüşüyordu “Alp Sarıcayı aranızda ne geçti neden kaza yaptığınızı bilmeliyim.”

omuzuma çöken ağırlığı ben bile tarif edemiyordum her şeyin üzerime geldiğini hissetim Aras olsaydı belki ona dökülürdüm maalesef yoktu ve yapa yalnızdım “alkol almıştı sarhoştu beni öpmesine izin vermediğim için aklını kaçırdı.” Yarısı gerçek yarısı yalandı deli gibi kıskanç bir adam demek yerine öpmesine izin vermediğimi söyledim. Paniklediğimde doğru kelimeler bazen yalan olabiliyordu ne kadarına inandı bilmiyordum inanmasını kendimden çok istiyordum sırf bu sebeple korktuğumu anlayacaklarından ödüm kopuyordu işlerine yaramayıp geri gönderebilirlerdi ki kaldığım ve yaşadığım bu evde bile bu insanlara güvenim zerre yoktu şüphelerimin içinde isimini değil kendisini bile bu çerçeveye koymak istemediğim Aras’a bile güvenmiyordum. “Umarım bir öpücük senin sonun olmaz Arya.” sesi öylesine iç yakıcı hal almıştı ki karşısında ben olduğumu unutmuş Alp olduğumu göz önüne getirmiş bir tehditkar tona sahipti yakınlaştıkça aramızda ki mesafeler kapanıyordu bir örtü gibi pürdikkat gözlerime odaklanmış korkumu hissetmeye çalışıyordu kapının bir anda küt diye açılması neredeyse oturduğum sandalyemden düşmemi sağlayacaktı Merih arkasını dönerek benimle olan göz temasını oracıkta bitirmişti gözleri aynı benim gibi kapıya kitlenmişti içeriye bağırarak giren kişi ise az önce odamdan çıkıp giden Zümra Kareliydi. nereye dönersem her taşın altından çıkan kadın ilk şüpheliler arasına giriyordu kendi düşüncemde “Merih Ata dışarı gel hemen!” emir kipiyle hitap ettiği kişinin ya patronu olduğunu unutmuştu yada sarhoştu sarsak adımlar atarak güçlükle ayakta durabiliyordu. Merihin bakışları hızla bana dönerken bir birimize bakıp ne olduğunu anlamaya çalıştık fakat daha sonra kadın bize doğru yaklaşarak eğildi “Duymadın mı ne dediği mi?” dedi bir kez daha buz kesilmiş bakışları cevap vermiyordu çenesi öylesine kasılmıştı ki dişlerinin kırılacağını düşünmeden edemedim “ne içtin Zümra sen?” kalın sesi ya sabır ya havle diyordu ikisini izlerken bir şey fark ettim kadının sağ elinde siyah küçük bir cihaz vardı uzaktan anlaşılmasada ucunu az çok görmüştüm tam o esnada kendini yerden yere vurarak bir anlığına arka arkaya gidip gece lambasına çarptı saçma sapan yaptığı hareketleri izlerken öfkeyle soluyan Merih bir an ayaklanarak ellerini yumruk haline getirdi bas bas bağırdı ses tonu Zümranın ses tonunu bastıracak kadar şiddetiydi. “Deniz Hakan!” ilkez yabancı isimler duyduğumda odaya koştur koştur yüzlerini ilkez gördüğüm adamlar girdi. “Götürün şu kadını odasına kapatın!” Zümra direnmeye çalışıyor sağ sola son darbesini indiriyordu yaptığı şovun ardından korumalar eşliğinde sürünerek odadan çıkartıldı bağırmaya devam ederken Merih arkasından bakakalmıştı. “Böylesine bir Rezaleti nasıl yapar!” öfkeden deliye dönen Merih’in Sabrının sonuna geldiğini anlamıştım lakin bütün olanlar bir yapboz gibiydi parçalar yerine oturmuyordu bu hikayede birileri birinden ibaret değilken aralarında en tehlike sezdiğim Zümra’ydı ayakta dikilip bir süreliğine sağa sola çarptığı yerlere göz attı bir şeylerden şüpheleniyordu benim gibi yansıtmamak adına kendini toparlayıp bana baktı “Sende benim gibi mi düşünüyorsun?” çaresiz bakışları karşısında tuzla buz olmuşken cevabımdan emin olmak istiyordu susmayı tercih ederek gözlerine bakmaya devam ettim oda aynı şekilde benden cevap bekliyordu istediği cevabı alamayınca derin bir nefes verip gözlerini kıstı “ben bile olsam seçim konusunda hata yapabilirim senin gibi.” san Kİ kendi kendine konuşuyordu “merak etme her şey olacağına varır.” dedim ne dediğimi bilmesemde daha fazla korkutmak istemeyerek umut dolu ufak bir kırıntıyla aklından geçenleri silip süpürmek istedim ne kadarıyla teselli oldu bilemen ancak gözleri hayır düşüncelerimde son derece haklıyım diye haykırıyordu. Hızlı bir şekilde bana doğru eğilerek dizlerimin üzerine koyduğu mavi dosyayı eline alıp hışımla odadan çıktı “haklısın Merih.” diye mırıldandım arkasından her ne kadar kendisine söyleyemesemde. Bakışlarım kadının çarptığı gece lambasına takılmıştı gerçekten düşündüğüm şeyi mi yaptı? aklımda delice sorular varken cevapları sadece ve sadece aklımda ki kişideydi.

 

Gece olmuştu odamdan dışarı çıkartılmamıştım herkes bu evde kafayı yiyordu yada ben yemek üzereydim Ortalıktan kaybolan Arastan hiç haber yoktu en son bir görev için ayrıldığı söylenmişti ilk defa bu kadar geç geliyordu öyle sıkılıyordum ki sandalyemin tekerleklerini parçalamak ayağa kalkıp yürümek için canımı dişime takmak istiyordum gözlerimi bir kaç saniye kapatıp gerçek dünyadan bağımı koparmak istediğimde. kulak’ımın dibinde biten dudağın kulak meme değdiğini hissetim ürperti verirken haz verici yanları da vardı taa ki o sesi duyana kadar. “Naber Arya özledin mi beni?” bu ses! Aras bana adımla değil yaralı kuş diye hitap ederdi fakat Arya diyen tek kişi olmasa bile bir Azrail gibi yanımda biten Alp vardı şuan da kabûs görmek istemiyordum ama maalesef o yakıcı bakışlarla sandalyemi en karanlık dibe çektiğini tekerlerin geri geri gitmesinden anlamaya başladım pencereden odayı aydınlatan ışıklar bir anda karanlığa büründü çığlık atmak için de geç değildi. Kalbim ağzımda atmaya başlamıştı bir refleksle sandalyemi kendisine döndürüp kendine yaklaştırdı yardım çığlığı atmayacak kadar korkunçtu bu sahne karanlıkta yüzünü seçemediğimden dolayı “Alp?” dedim korkumun sesime yansıttığı titremeyle aniden elinde parlak bir şey belirdi

mum yakmıştı yüzünü görebileceğim bir hizaya getirdiği an mum onun yüzüyle benim yüzüm arasında alev alev yanıyordu kıs kıs güldüğü yüzünün yarısı şeytanı andırıyordu dudaklarım aralıklı onu izlerken boğazımın kuruduğunu hissetim “Sen benden nasıl gideceğini düşünürsün?” sakin yavaş kısık sesi daha da tehlike arz ederken bakışlarının dudaklarımda duraksadığını gördüm. “İstemiyorum seni görmek adını anmak sen benim hayatımı mahv ettin!” onun aksine yüksek sesle konuşuyordum bağırıp çağırıyordum. “Beni istemediğini söylüyorsun buna rağmen kolyemi boynunda taşıyorsun.” diğer eli yanağıma uzandığında başımı geri yatırıp kaçınmaya çalıştım . “dokunma bana sakın!” yüzümü buruşturarak temas etmesini engellemeye çalışıp git gide yükselerek daha çok yaklaştığında mumun eriyen yerleri yanaklarıma göz yaşı gibi düşüyor diğer yandan yüzümü yakıyordu “canımı yakma artık dur artık!” dedim acı içinde “Sen benim canımı yaktığında beni görüyor musun? dur diyor musun kendine? Hayır demiyorsun kollarıma koşmuyorsun dudağını öpmeme izin vermiyorsun.” zevkle söylediği her kelime artık ateşten kıvılcım gibiydi her an her şeyin olacağını göz önüne alarak şimdi şuan gözlerimi açıp karşımda Arası görüp büyük çaresizlikle sarılmayı isterdim. zifiri karanlığı ufacık mum aydınlatsada ellerinin durduğu nokta kolyesiydi bakışları altında böcek gibi eziliyordum çenesini öylesine kasmıştı ki kolyeyi kavrayan elleriyle kendine çekmeye çalıştı milim metre kalan mesafe gittikçe ufalıyordu zincirler ensemi delip geçecek gibi etime batarken pek oralı değildi istediği bendim canlı yada cansız ve artık ölümden soğuk cümlesi yanağımdan süzülen mumun erimiş şamdanı kadar acı gerçeği yüzüme çarptı “Bu kolye var ya Arya.” nefes nefese dişlerinin arasından kustuğu öfkesine devam ederek, Konuşmasına kaldığı yerden devam etti yüzümün yan döndüğü halde karabasan gibi üzerime çökmüştü nefesimi kesebilir öldüre bilirdi “Boynunda ki kolye senin urganın olacak.” acıyla dudaklarımdan inilti döküldü gözlerimi kapatarak yüzümü buruşturup dünyanın öbür ucuna kadar gidecek çığlığım Alp’in varlığını yenerek gerçek dünyaya geçiş yapmamı sağladı. Uyanır uyanmaz kendimi yatakta buldum etrafıma bakındığımda her köşeyi aydınlatan gece lambaları vardı soluk soluğa nefeslenirken aniden dik oturuşumu fark ettim bu ikinci kez böyle oluyordu en son tekerlekli sandalyede kestirip gözlerimi kapatmıştım muhtemelen Aras beni yatağa götürmüştü ne zaman geldiğini bilmesemde kötü bir zamana denk gelen sesi duydum yatağın sol tarafından gelen sesti ürkerek oraya baktım kocaman gözlerle “korkma benim. Aras” dedi rahat bir nefes verip bacaklarıma ve ellerime baktım hâlâ haraketsiz duruyorlardı kahretsin artık! dedim yüreğimden o an da duran kalbimin ritmi öylesine hızlı atıyordu ki elimi koyup dinleyemediğim kalbim vardı benim. bakışları üzerimde olan Arasa baktığımda ufak bir istekte bulundum “Aras senden bir şey isteyebilir miyim?” dedim acı içinde yatakta doğrulduğunu hissettiğimde ondan ne isteyeceğimi merak etmiş olacak Kİ “nedir isteğin?” dedi aniden gelen cevapla “Elim olur musun?” başta kafası karışmış gibi ne istediğimi çözmeye çalıştı ardından bakışlarım eline kaydığında gözlerimle işaret ederek cümlemin devamını getirdim “Elini kalbime koymanı istiyorum.” daha çok dikleşen vücuduyla şaşkın şaşkın yüzüme baktı benim bakışlarım onun gözlerine değil bacaklarıma odaklıydı ağlama isteğiyle yanıp tutuşuyordum “Neden istiyorsun bunu?” dediğinde gözlerimde ki yaş akmasın diye gözlerimi şiddetli yumarak kırışıklık yarattı göz kenarlarım dudaklarımı bir birine bastırıp acılı bir cümle kurdum. “Her insan korktuğu zaman elini kalbine koyar ve sakinleşir ben…” boğazıma san ki o anda bir yumru oturdu cümleme devam edemeyerek boğazıma batan dikenli teller her an sel olabilirdi aniden bir elin kalbime dokunduğunu hissettim yanıma ne ara sokulduğunu anlamadığım süre zarfınca donuklaşan bedenimin daha da donuk bir hâl aldığını anladım kalbimi ben değil bir başkası dinliyordu adalet bunun neresindeydi? “Göz yaşlarını gizleme gerekirse göz yaşlarını da ben silerim.” diyerek elinin hareketlendiğini gördüm ileri geri hafifçe okşayarak ne yapmaya çalıştığını kavramaya başladım ve aradığım cevabı benim yerime o söylemişti “korkan insanlar korkularını yenmek için kalbini okşar.” rahatlatıcı sesi koruma kalkanı gibiydi sakindi katil değildi anlıyordu acımasız değildi

bir güçle beni kendine çekti sırtım onun bedenine yaslıydı “Şşş gel buraya.” dediğinde belimi kavrayan elleri kalp hizama gelmişti kalp atışlarım başka bir adamın ellerinde atarken dudaklarımdan dökülen, “Teşekkür ederim.” kelimesiyle yanıp tutuştum Tepki vermedi sessizliğini koruyup beni yatırdı eli hâlâ kalbimin üzerinde neredeyse anlamasından korktuğum ritim artık korkudan değil mutluluktan çarpmaya devam etti üstüne başına bakmadığım halde gözümü bürüyen korkum nerede olduğumu umursamıyor olsada gözümden kaçmayan bir şey yakaladım beline taktığı silahı ve bu sefer asker forması vardı üzerinde ondan yayılan parfüm kokusu burnuma doldu neye üzülüp neye sevineceğimi şaşırken eli hâlâ kalbimin üzerindeydi son defa mırıldanıp “teşekkür ederim.” dediğimde düz uzanmama rağmen iki elden yan yatırıp iki kollarıyla olmayan bedenimi sardı nefesi kulakı’mı delip geçecek bir esinti gibiydi romantik bir ortamda olsaydık bedenimde zevk hissi uyanırdı bulunduğumuz kasvet dolu sakinlik ve yaşadığımız bu hikaye romantizmden uzaktı uykunun verdiği mayhoşlukla kendimi hem uykunun hemde Arasın kollarına teslim ettim temastan kaçınmama rağmen yenildim bir kere değil bin kere yenildim. Sabahın kör ışıkları güneş doğarken, uyandığımda göz kapaklarım açılmak bilmez bir çöküşteydi aynı pozisyonda uyuduğum adamın kolları gevşememiş olduğu gibi duruyordu hatta eliyle okşamaya devam eden el kalbime merhem gibi geliyordu dönemezdim arkamı arkamda duran adamın uykusuz gece geçirmesine sebep ben olmuştum elim kıpırdasa elinin üzerine elimi koyar elini geri çekerdim ama bu şartların altında imkansızdı “Günaydın uyanmışsın.” dedi yorgun sesi öylesine belli ediyordu ki kendini bir an ayaklanıp odayı terk etme isteğiyle dolup taştım sesi yorgunluktan bi hal olan adama günaydın demeden beni kaldırmasını ve sandalyeme oturtmasını istedim. “Tekerlekli sandalyeme oturtur musun beni.” kibarlıktan yana emir verir gibi konuşmaya başladığımı fark ettim içimde savaş verdiğim onca şeye rağmen bu adamı kendimden uzak tutmalıydım aksi takdirde olabilecekleri ben bile tahmin etmek istemiyordum hareketlendiğini ve ayaklandığını hissettiğimde elini kalbimden çekerek uzun boyunu izlemeye koyuldum tavana değecek kadar uzundu yatağın etrafında adım adım dolaşıp elini belime yerleştirdi ardından diğer elinide bacaklarımın altına geçirip kucakladı “Gerçekten kuş gibi hafifsin Yaralı kuş.” ağırlığı mı kontrol ediyormuş gibi bir kaç saniye kucağında tuttu ardından hemen tekerlekli sandalyeye oturtup yatağa attı kendini gözlerimi devirip mırıldandım ve duymayacağını sanarak kendimce konuşmaya başladım. “Beni spor aletleriyle bir tutuyor.” Sırt üstü uzandığı halde başını aniden bana döndürdü bakışları bıçaktan keskin edayla bakarken, kolunun ardında gizlenen alaycı dudaklarını görememiştim “Yanılıyorsun yaralı kuş kaldırdığım aletler bile bazen güç istiyor. Seni taşırken kollarımın güce ihtiyacı bile yok.” Övdü mü gömdü mü anlayamadım anında bakışlarını üzerimden çekerek uyumaya çalıştı

gözlerinin kapandığını göremediğim, bazense yatağı işkal eden bedeni ve boyunu saymıyordum bile gerçekten kimdi koruma olduğunu biliyordum fakat her kadının yanına böyle yatıyor muydu? kahretsin hayır böylesine bu halimle saçma sapan düşüncelerimin sırası değildi yeterince aşk gazabına uğramışken benim için özel koruma tutulan Arasa gönlümün kapısını açamazdım hayır hayır beni ilgilendirmiyor hayır ilgilendiriyor hayır ilgilendirmiyor! iç sesimle savaşırken sakince tekerleği kapının yönüne döndürdüm peşimden gelmeyecekti çünkü farkındaydı bu evin güvenliğinin iki kat olması her neyse odadan çıktığım esnada tekerleği asansörün olduğu yöne sürmeye başladım gittikçe tekerliklerin dairesel haraketler eşliğinde sesi çıkıyordu otomatik olduğundan dolayı çıkan sesle beraber kendimi asansörün önünde buldum tek başıma tuşa basamazdım buraya gelmiş olmam bile saçmaydı arkamda birinin gölgesi asansöre yansıdığında Aras olduğunu düşünerek “uyusaydın gelmene gerek yoktu.” sesi ölüm sessizliğini andıran bir tonda “Aras değilim.” dedi ve sandalyenin tutacağını kavrayarak asansörün tuşuna bastı arkamda duran kişi Merih’ti cevap vermedim ve birlikte asansörün açılmasını bekledik açıldığında kontrolü ele alarak ileriye sürdü ve ardından görüş açımda olmamak adına tekrar arkama geçti. “Bir şey mi konuşacağız?” Tedirgin sesimin ortama yayıldığını anlamış olacak ki göremesemde kolunda ki saate baktığını çıkardığı sesten ve haraketten anlayabiliyordum. Ölümü anımsatan sesi tekrar kulaklarımı doldurduğunda kendimi sorguladım. “Bugün bir yere gideceksin?” ney ben mi hayır olamaz beni Alp’e verecekti! aralarında biri Alp’in habercisiydi her adımımı haber veriyordu fakat kim olduğuna dair ufak fikrim yokken, Merih’in bu denli konuşması gerilmeme sebep oldu daha sonra asansörden çıktığımızda salona giriş yaptık kocaman salonun sağ tarafında yer alan Yemek masası ve üzerinde çeşit çeşit sayamadığım kahvaltılıklar yer alıyordu aklım hâlâ gideceğim yere takılı kalmışken şüphelerimi dilime dökmeye karar verdim. “Nereye göndereceksin beni?” elleri tekerlekli sandalyemin tutacağını bırakıp, masaya yerleşti takım elbise giymiş saçları yana doğru taranmıştı bir süre sonra sorduğum soruyu kendince terazisinde tartmış öylece cevap verdi “merak etme geldiğin yere gitmeyeceksin Seray’da seninle gelicek.” Seray? ayaklanmış mıydı emin sesle konuştuğuna göre galiba iyileşmişti saniyeler sonra masaya bir bir gelen Uraz ve Serayı gördüm. Ayakta duruyordu yüzü oldukça neşeli olmasada mutlu gözükmeye çalışıyordu anlaşılan Uraz’la tartışmış olmalılardı hayal meyal ne üzerine konuştuklarını az da olsa tahmin edebiliyordum arzular istekler reddedilmiş bir yüz ifadesi bürünmüştü insanları yüzlerinden okuma özelliğim varken zihinlerine girme özelliğim de olmasını isterdim özelikle Alp Sarıca’nın Seray yanıma oturdu ve dudaklarından, “Herkese günaydın.” dedi “Sanada günaydın.” diyerek karşılık verdi Merih. Uraz ise Merih’in hemen yanında ki sandalyeye oturdu Gerginlikten Seraya kaçamak bakışlar atıp duruyordu Seray fark etmese bile ikisi arasında gidip gelen bakışlarım beni yanıltmazdı hiç bir zaman. bir anda Seray’ın sesi tekrar ortamı doldurdu birini arıyor gibi masaya baktı. “Aras’la Zümra nerede?” anlıktan hızla cevap vermemle bakışları üzerime çekmiştim. “Aras uyuyor.” Uraz dahil ters köşe olan herkesin bakışları bana kitlenmişti bense ne var bunda diyerek herkese kaçamak bakış atıp “canım peynir çekti.” zeytinden alıp yiyen Merih Abisine ufak tefek bakışlar attığında benim gibi gerginliğin sebebini çözmeye çalıştı. “Abi kahvaltıdan sonra Aras’ı uyandır görev onu bekliyor uykunun zamanı değil.” dedi ve önünde duran salamdan bir ısırık alarak çayını yudumladı. sahiden Zümra neredeydi Merih Ata ne yapmıştı ona?” aklımda delice sorular vardı fakat cevapları bende değildi herkes kahvaltıyı sessiz bir şekilde bitirdi kahvaltımı yediren seraydı arada kendi karnını doyuruyor arada benimkini bir çocukla anne gibi anne sıcaklığını veriyordu bana. Sarışın saçları maşayla dalgalanmıştı. üzerinde siyah takım vardı herkes gibi belini saran kemer beline bol geldiğinden olsa gerek açılmaya hazır duruyordu. boynunu saran elmas kolyenin ucu göğüs arasına kadar uzanıyordu.

 

sabah kahvaltısı bitmişti ve biz yola çıkmaya hazırlandık. Arası uyandırmak için yukarı kata çıkan Urazdan bi haberdim bu sefer şoför koltuğuna Seray dahil olmuştu tekerlekli sandalyemi arabanın bagajına yerleştirdikten sonra bagajın kapısını kapatıp deprem etkisi yarattı ufaktan aynı şekilde tekrar arka koltuğa oturtulmuştum bu sefer gözlerimi kapatıp dinleyebileceğim bir kulaklık ve telefon yoktu. çünkü Aras’ta yoktu hemen şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırmaya başladı elleri titriyordu anahtarı takarken ya bir şeyden korkuyordu yada Uraz’la aralarında kötü bir şeyin geçtiğine adım kadar emindim. dikiz aynasından bana baktı yorgun gözler görüyordum dokunsam sabahlara kadar ağlar ve Urazdan bahs ederdi “Yolculuğa hazır mısın?” Çatık kaşları düz hal aldığında bir çocukla iletişim kuruyormuş gibi yakınlaşma başladı. “Evet.” dedim çocuğun söylediği bir edayla araba hareketlendiğinde pek hazır hissetmediğimi şu dakikada fark ettim korkumu içime göme bilirdim yapabilirdim zordu acıyı acılarımı kolay silip atamazdım bulunduğumuz konumdan ayrıldığımızda san ki daha önceden uyarı almış gibi yavaş emin adımlarla kullanıyordu arabayı ana yola girdiğimiz de binalar ve alışveriş merkezleri görüş açımıza girdi düz bir yolda giderken ufaktan hızlandığını fark ettim arabayı bürüyen sessizlik son buldu “Aranızda ne geçti?” dikiz aynasından bakış atarak önüne baktı ve omuzlarını indirip kaldırarak cevap verdi. “Ne demek ne geçti?” merakıma tüküreyim dedim içimden “Urazla.” aniden firene bastı ve araba pat diye dururken bir ileri bir geri arka koltuğa çarptı sırtım san ki şoka girmiş gibi soluklanmaya başladı nefesi ve ses tellerinin titrek bir tona kapılmış giderken kendini toparlamaya çalıştı. “Önemli bir şey değil. Benim görevim seni sağ Salim fizik tedavisine götürmek.” bir kaç saniye onu süzdüm sonra benden cevap gelmediğini görünce arkasına baktı. “İyimisin bir şeyin var mı?” dedi beni gözleriyle süzerek “Ben iyiyim sen iyi misin peki?” neyi ima ettiğimi anlayarak direkt önüne dönüp arabayı çalıştırdı biraz daha yol kat ettikten sonra camdan dışarıya bakmaya çalıştım araba bu sefer yavaş gidiyordu neredeyse Aras’ın kullandığından daha yavaş. bu önemli uyarıyı Merih Ata yapmış olmalıydı çünkü benim travmalarımın başında arabanın olduğunu biliyordu. camdan dışarı bakmaya çalıştığım sırada gözlerim aniden sarılan adamla kadına kaydı bal rengi saçla uzun boy Aras’ın tarzında giyinen Urazı gördüm sarıldığı kişi kadındı dudaklarımdan dökülen Uraz kelimesi arabanın durmasına sebep oldu Seray dikiz aynasından bana bakarak, “Uraz mı? dedi Serayı duymuyor görmüyordum odaklandığım tek şey Uraz’ın hayatında başka bir kadın olmasıydı Seray gözlerimin baktığı yöne baktığında benim gibi “Uraz?” dedi bir kez daha öyle sarılmışlardı ki dudak dudağa gelmemeleri için dua edecektim Serayı üzgün görmek en son isteyeceğim bir şeydi kadın adama şehvet dolu bakışlarla bakarken adamda aynı tepkiyle karşılık veriyordu uzaktan izleyemeye devam ettikçe uçurumun kenarında canıyla cebelleşiyordu san ki kalbi param parça cam kırıkları gibi yere saçılmıştı öfkesi yüzüne yansıyarak kendini tutamadı ve dikiz aynasından yakaladığım dolu gözler sel olup akmaya hazırdı arabadan inmedi ineceğini düşünmüştüm aksine son gazla hatta son sürat ilerlerdi araba hızlandıkça koltukta Seray değilde Alp oturuyordu san ki panik bedenimi sarıyordu çünkü bu yolun sonu iyiye gitmiyordu. “Seray dur.” dedim beni duyacak vaziyette değildi tıpkı Alp gibi öyle hızlanmıştı ki sağından ve solundan geçen arabaları arkasında bırakıyordu kalbim ağzıma gelecek kadar korkuyu hissetim vücudumu saran karıncalanma terlememe sebep oldu hayır hayır geceyi hatırlama siyahı hatırlama hayır karanlık olan hiç bir şeyi hatırlama! zihnimle sakinleştirmeye çalıştığım bedenim alev topuna dönmüştü ana yoldan ayrılıp ıssız bir yola girdiğinde Bizim yöne doğru sapan dört aracı gördüm sinyal verip durmamızı emir ediyorlardı Seray kendinde değildi gözü kesinlikle arkayı görmüyordu belki de kendisini de göremiyordu. “SERAY YETER DUR!” bağırmamla beraber kendine gelmiş gibi etrafına bakındı o bile farkında değildi olup bitenin arabanın aynasından bizi takip eden dört aracı gördüğünde “Sikeyim.” dedi Merih olduğunu düşündüğüm araç Seray’ın yüzünün değişmesiyle olmadığını anladım gelen araçlar Merih Ata’ya ait değildi. durmak bilmeyen hızla daha çok hızlanarak peşimize düşen araçlara izimizi kaybettirmek istediğinin fakrına vardım fakat korkum buna el vermiyordu ne olacaksa olsun yeter ki dursun diye haykırırken, bir araç yarış pistindeymişiz gibi yanımıza geçti aynı hızla giden iki araba da aynı yöne doğru ilerliyordu. Seray arabayı kullanan kişiye doğru baktığında “Alp!” dedi öfkeyle duyduğum isimle sarsıldığımı hissetim bedenim ecel teri döküyordu hayır bu bir tuzaktı bu; Alp tuzak kurmuştu! bizimle aynı hızı sürdürdükten sonra daha çok hızlanarak önümüze geçti Seray hiç düşünmeden geri geri sürmeye başladı fakat iki araç tamda arkasında durdu ya ezip geçecekti yada teslim olacaktık. “Hayır Allah kahretsin hayır!” kendine olan öfkesiyle yüzleşirken böylesine bir aptalca tuzağa nasıl düştüğünü sorguluyordu içinden zaman durmuş saniyeler dakikalar durmuştu herkes olayın şokunu üzerinden atlatmaya çalışıyordu önümüzde duran aracın kapısı açıldığında adım adım korumalar eşliğinde arabanın etrafını sarmışlardı. “Sen mi inersin ben mi indireyim seni?” dedi şeytani gülümsemeyle arabanın önünde öyle durmuştu ki dağ bile çatlardı ellerini önünde kavuşturmuş başını yana yatırmıştı. korumalar silahlarını arabaya yöneltmişti. Seray korkuyordu fakat yansıtmayarak bir kaç saniye arkasını bana dönüp elini elimin üzerine koydu “korkma hiç bir şey olmayacak tamam mı sağ çıkacağız.” gözlerim dolmak üzereyken Alp’e kitlenmiştim onunda beni izlediğini biliyordum çünkü istediği bendim. Seray araçtan iner inmez korumalar silahların namlularını kadına doğrultmuş vaziyette emir bekliyordu Alp adım adım oturduğum araca yaklaşıyordu Seray hayır diye önüne geçmek istedi fakat hızlı bir refleksle kendini rehin alan adamın kollarında buldu. korku korku korku göğüslerim öyle hızlı inip kalkıyordu ki kalbimi okşayacak el bugün elini uzatamayacak kadar uzaktaydı. “Arya ah Arya sen beni uğraştırmayı seviyorsun öyle değil mi?” kapıyı açıp içeriye uzanmak için eğildi göz göze geldiğimde gözlerimde ki korku gözlerine yansımıştı san ki “Kork Arya.” daha çok yaklaştı ve kulak’ıma fısıldadı “çünkü senin hatalarının bedelini biricik koruman ödeyecek.” nefesi kulaklarımı delip geçecek türdendi tekrar göz teması kurdu bir hışımla kucağına alarak arabadan çıkardı o esnada arkada ki tekerlekli sandalyemide çıkarmış hazır koymuşlardı Alp tiksinir gibi oturttuğu sandalyeme son bakış attığında tekrar rehin alınan Seraya odaklandı. “Şimdi karar ver ya tıpış tıpış gidersin yada ölürsün.” Seray’ın korkudan atan kalbini hissedebiliyordum aynı duyguları yaşıyorduk Alp’e bakmayan gözleri bana odaklanmıştı başımla onay vererek gitmesini istedim oysa başını sağa sola çevirerek hayır dedi. “Seray boşuna zaman kaybısın arabana bin ve defol git!” kadın vazgeçmeyecekti direnecekti adam öldürmekten geri kalmayacaktı. eğer şimdi konuşmaya kalkarsam bana neler yapacağını düşünmek bile istemiyordum. ortamın sessizliğini bozan adamın haykırışıyla sesin yönüne baktık Seray iki darbede indirdiği adamın silahını eline almış namlusunu Alp’e doğrultmuştu. “Ooo Çetin cevizleri severim fakat hayatıma meze olanları sevmem Seray.” “Arya benimle gelecek!” Alp kahkaha atarak, iki elini cebine yerleştirdi rahat ve düz bir bakışla kurşuna adım adım ilerledi Seraya ilerledikçe Kanımın bedenimden çekildiğini hissetim yardım çığlığıyla savaş verirken Alp namluyu alnına dayanmasına sebep oldu tenine değen namlu bile ateş etmeye hazırdı fakat katil olmaya hazır değildi Seray elleri öyle titriyordu ki onu yıkan Alp değil sevdiği adamdı son gücünü Alp’e kullanmak için direniyordu. “Ya bizi bırakırsın yada mermiyi beynine boca ederim!” gayet kedinden emindi duruşu cesareti asaleti birebirdi dudağını yalayan Alp ellerini cebinden çıkartıp önünde birleştirdi o sırada korumalardan biri Seray’ın arkasına geçip boynuna sert bir darbe indirdi yere yığılmaya müsait olan bedenini tutan başka bir koruma emir almak için Alp’in gözlerine baktı. Dayanamadım bu görsel karşısında nutkum tutuldu Cehennem ateşinin dört bir yandan kol gezdiği bedenimle çığlık çığlığa bağırdım. “SERAY HAYIR SERAY! AÇ GÖZLERİNİ!” Alp hızla arkasını döndüğünde durduğu yerden sesime kulak veriyordu Gözlerim sel gibi akarken haykırıp yalvarmaktan başka çarem olmadığını gördüm bayıltmıştı iyiydi fakat her an her saniye öldürme arzusu sarabilirdi gücüm öyle düşmüştü ki bitkinlikten başımın bacaklarıma düşeceğini hissetim. “Demek konuşuyorsun öyle mi?” Çatık kaşla adımlarını bana atmaya başladı bu sefer geldikçe geri çekilmek farenin deliğine girdiği gibi girmek istedim. “NE İSTİYORSUN ALP NE BIRAK ONU KILINA ZARAR VERİRSEN!” bu yükselişim hoşuna gitmiş gibi yüzünü seyirdi

benim çıkışıma rağmen sesi orta ve kısıktı Seray’ı sürükleyerek bir araca bindirdiler tekerleği o yöne sürmek isterken iki adım dairesel giden tekerleğin bir anda bir güç tarafından durdurulduğunu hissetim. “Bırak beni onun suçu yok Alp ben senden gitmek istiyorum ben senden kaçmak istiyorum bırak onu!” haykırışlarım faydasızdı yalvarmakla yalvarmamak arasında gidip geldim eliyle çenemi kavrayıp başımı geriye yatırıp üsten baktı arkamdaydı bir kurban gibi geriye yatırılan başımı koparıp yola atacağını düşündüm. “Sesini özlemişim, madem hatanı biliyorsun sonucuna katlanacaksın Arya.” titreyen dudaklarım Acılı gözlerim bir caninin elindeydi. “İstemiyorum seni öldür beni!” dedim en sonunda durdu ve söylediğimi kendince ölçüp biçti “Seni öldürmek beni öldürmek demek sana öyle bir şey yapacağım ki yalvarıp yakaracaksın beni öpmek için istek duyacaksın.” İç organlarımın bir biriyle savaş verdiği yerde midemin ağzımdan fırlayıp çıkacağı hisle yandım. yolun ortasında boynuma saplandığı iğne çoktan bilincime işlemişti. “Senden iğreniyorum Alp.” nefesimin kesildiği an söylediğim sözle sonlanmıştı.

 

 

 

   

Bölüm : 05.03.2025 23:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...