
Astrum şehrinde, sabahları herkesin aynı hızda yürüdüğü, kahvelerini aynı yerden aldığı ve göz göze gelmeden geçtiği bir sokak vardı. O sokağın köşesinde, eski bir cam durağın hemen yanında, küçük bir çiçekçi dükkânı vardı: Lunaria Çiçekleri.
Bu dükkânda çalışan Ela, her sabah saat tam yedi buçukta vitrine yeni çiçekler dizerdi. Sükûneti severdi, müşteriyle fazla konuşmaz, rüzgarın çiçekleri nasıl kıpırdattığını izlemeyi tercih ederdi.
Bir sabah, durağın karşısında bekleyen birini fark etti. Uzun boylu, lacivert mont giymiş, elleri cebinde biri. Her gün aynı saatte oradaydı. Önce fark etmemişti ama adam çaktırmadan dükkâna bakıyordu. Sonra çaktırmamaya çalıştığını fark etti. Onun adı Deniz’di. Şehirde yeni bir işe başlamıştı. Ve her sabah işe giderken o çiçekçiden geçerken bir bakış atıyordu. İlk başta sadece çiçeklere... sonra çiçekleri düzenleyen kıza.
Günler geçtikçe, aralarında bir şey oluştu. Ne konuşmuşlardı ne de selamlaşmışlardı. Ama bir sabah, Ela onu göremedi. Ne o gün, ne ertesi gün. İçinde tanımlayamadığı bir boşluk oluştu.
Bir hafta sonra, dükkân kapandığında, camın önünde bir not vardı. Ela aldı, okudu:
“Çiçekleri değil seni merak ediyordum. Eğer bir gün kahve içmek istersen, karşı köşedeki banktayım. Her sabah yedi otuzda.”
Ela ertesi sabah, bir bardak kahveyle bankın karşısında yürüdü. Elinde bir tane ay çiçeği vardı. Ve Deniz’i bulduğunda, gülümsedi:
“Ben ayçiçeğini genelde güneşli havalarda koyarım vitrine. Ama bu sabah farklı hissettim.”
Deniz, kahveyi aldı. Ela yanına oturdu.
Ve işte böyle, Astrum’un karmaşasında, cam bir durağın yanı başında, iki yabancı sıradan bir günde birbirlerine biraz daha yaklaşmış oldu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
