37. Bölüm

•Özel Bölüm I•

Zei
thvrely

 

 

barlasalcm: bugun de yakisikli olduk

 

 

958.393 beğeni, 44.930 yorum.

 

 

thvrely: kombini ben yaptim

 

 

fuertelindo: enistem de nisanlisina suslenip duruyo

 

 

aklimiyitrdim: OHA OHA KOMBİN ALLEVV

 

 

olmazkiboyle: bu kadar yakışıklı olmak yasaklanmalı

 

 

stabiloistermim: SAKA Mİİİİİ AGZİMİN SUYU AKTİİİİ

 

 

 

 

thvrely: hazırlık.

 

 

2M beğeni, 34.203 yorum.

 

 

fuertelindo: yakıyosuunnn

 

 

>>thvrely: bebegimm

 

 

geckaldinseveriz: KOMBİN SAKA Mİ

 

 

imzayagidrrim: KOMBİNE BAYİLDİM

 

 

oykulys: mukemmel olmussun bebekk

 

 

 

 

mertinaskbahcesi: bizim şarkımız.

 

 

999.999 beğeni, 0 yorum.

 

 

Yorumlar kısıtlandırıldı.

 

 

Aşk; en olmayacak kişileri cımbızla çekip alan bir duyguydu ve insanlar, isteseler de istemeseler de mahkúmdu buna.

 

 

Ben de kalbimi, en olmayacak kişiye kaptırmıştım: Öykü. Orada onlarca insan, onlarca yüz ve onlarca gülümseme vardı. Aralarından en olmayacak insana, yüzündeki o gülümsemesine tutulmuştum ben.

 

 

Kendime acıyordum, cidden.

 

 

“Oğlum? Ne oldu sana yine?” Abim, elindeki elma suyundan içti. Favori meyve suyu elma suyuydu, takıntılı gibi içip duruyordu.

 

 

Göz ucuyla Öykü'ye baktığımı fark ettiğinde, anlamış bir şekilde dudaklarını büzdü ve önüne döndü. “Yine Öykü meselesi mi?”

 

 

İç çektim. “Bunun dışında hangi konu hakkında konuşuyoruz ki?”

 

 

Dışarıdan zavallı gibi göründüğüme adım kadar emindim. Her şeye dışarıdan bakan, kendi hayatında bile yan karakter gibi davranan abim, aşk meşk konularından başka hiçbir şeyde değildi.

 

 

Eh. Bütün bunlar işime gelmiyor, diyemezdim tabii.

 

 

Abim, aşk konularına hiç bulaşmayan, uzaktan ama çok güzel seven bir adamdı. Şair ruhu vardı herifte. Kıskanmıyor değildim.

 

 

Abim, elma suyunu kafasına dikip bitirdi ve masaya bıraktı. “Sevgilisi var.”

 

 

Göz devirdim. “Biliyorum, abi.”

 

 

“Biliyorsun, öyleyse neden yine onun konusunu açıyorsun?”

 

 

Bu şekilde çıkışması beklediğim bir şey değildi. Bu nedenle, kaşlarım çatık bir şekilde ona doğru döndüm.

 

 

“Sence, abi? Uzaktan sev, dedin. Hislerine sahip çık, dedin. Ben ne yapıyorum?”

 

 

Hiç gocunmadan, “Öküzün trene baktığı gibi bakıyorsun,” dedi.

 

 

Kaşlarım havalandı. Abimin bu kadar açık sözlü olduğunu daha yeni görüyordum. Üstelik, açık sözlü versiyonu şimdi bile çekilmez oluyordu.

 

 

“Bakmayayım mı sevdiceğime?” diye sordum, abimin tepkisini merak ederek.

 

 

Göz ucuyla o tarafa doğru baktı. “Gerekirse evet.”

 

 

Kendisi daha geçen gün bana, “Uzaktan sev,” dememiş miydi? Şimdi ne oluyordu buna?

 

 

“Ne demek gerekirse?”

 

 

Sözlerim üzerine abim, bıkkın bir ifadeyle bana doğru döndü. “Sevgilisi olan birine bu kadar çok bakılmaz, Arda.”

 

 

Haklıydı ama kendime yediremedim. Bu nedenle, “Sevgilisi onu sevmiyor, görüyorum,” demeyi tercih ettim. Abim, çaresiz çırpınışlarıma tepki vermedi.

 

 

“Zamanında Aras, Öykü'yü üzmüş olabilir ama şu anda sevgililer. Öykü onu affetti. Bize karışmak düşmez.”

 

 

Bence Aras Öykü'yü aldatıyordu. Nedensizce davranışlarından bu şekilde düşünüyordum.

 

 

Ha bir de... O yasemin çiçeği kokulu parfüm de neydi? Beyimiz, annesi temizlik yaparken Vileda kovasının içine falan mı girmişti yoksa?

 

 

Kendi düşündüklerimle güldüm. Abim, bunu garipsemedi. Manyaklıklarıma alışmıştı.

 

 

Enerjik, bir o kadar da deli dolu kardeşimiz olan Gonca, gülerek yanımıza geldi ve elini sırtımıza koydu. “Ne bu böyle? Efkârlanmaktan ölmüşsünüz resmen! Kalkın, dans edin.”

 

 

Abim, “bu hiç iflah olmaz,” dercesine göz devirip ayağa kalktı. Herkes gibi eğlenmeyip kitap okuyacağını biliyordum.

 

 

Eh, normalde ona inek falan derdim ama asla öyle değildi. Sataşırsanız, hele de kızdırırsanız kızgın boğa veya kızmış yağ gibi üzerinize sıçrıyordu. Başıma öyle bir bela almak istemezdim, açıkçası.

 

 

“Gonca,” dedim ve esnedim. “Dünden beri şirkette çalışıyorum be güzelim. Biraz uyusam ben?”

 

 

Kaytardığımın o da farkındaydı. Omuzlarını çökertti ve az önce abimin olduğu bar taburesine oturdu.

 

 

“Biriniz Kübra, biriniz Öykü diye diye bir hâl olduğunuz abi. Ne zaman konuşacaksınız?”

 

 

Abimin bana getirdiği ama içmeye tenezzül etmediğim elma suyumu elime alıp birkaç yudum içtim. Cevap vermek için cümlelerimi toparlıyordum.

 

 

"Kübra'nın sevgilisi yok ama abin konuşmuyor, kendi mallığı. Öykü ise sevgilisiyle mutlu. Ne demişti abim?” Alayla güldüm. “‘Sevdiğinin mutluluğuyla mutlu ol,’ demişti, değil mi?”

 

 

Gonca, ses tonumla mimiklerimden bir şeyler olduğunu anladı ve elini omzuma koydu. “Dert etme. Geçer gider.”

 

 

Alayla güldüm. “Altı yıldır geçmeyen şey şimdi tek bir sözle mi geçer, Gonca?”

 

 

Sesli olarak itiraf etmeye korktuğum şeylerden birisi de buydu. Ben, Öykü'ye 12 yaşından beri bazı duygular besliyordum. 11 yaşlarında aramızda geçen o olay çocuksu bir şeydi fakat şimdi, ciddi bir ilişkimiz olsun istiyordum.

 

 

Ama, altı yıl önce o tek hakkımı kullanmıştım sanırım.

 

 

Gonca'nın dudakları açılıp kapandı. Bunu sesli olarak itiraf ettiğimi ilk defa duyuyordu. Ben de ilk defa sesli bir şekilde itiraf etmiştim zaten.

 

 

“Abi?” dedi Gonca. Sessizce, “Efendim?” diye mırıldandım. Gülümsedi, elini sırtıma koydu ve bana sarıldı.

 

 

Gonca sarılmayı pek sevmezdi. Şaşırsam da, bunu dile getirirsem eğer sarılmayı bırakacağını biliyordum.

 

 

Geçen günlerde dip boyası gelmesine rağmen asıl saç rengine dönmek istediği için boyatmadığı sarı saçlarını sağ elimle sevdim. Sarı saç ona yakışmıyordu. Kendi saç rengi, yani siyah ona daha çok yakışıyordu.

 

 

Bir süre bana sarıldı. Geri çekildiğinde, bunu hiç istemediğimi fark edip güldü.

 

 

“Her şeye rağmen, ayakta durmalısın. Git ve orada benimle dur. Tek başıma durmak sıkıcı.”

 

 

Gonca, bize belli ettirmeden insanlarla flört eden birisiydi. Bu sefer de insanlarla flört eder sanıyordum çünkü bir arkadaşımızın doğum günü partisindeydik, tam da Gonca'nın tipi insanlar vardı.

 

 

Bu durumdan pek haz etmesem de Gonca'ya karışmak bana düşmezdi. Gerekli durumlarda müdahale ederdim ama bu duruma müdahale etmezdim.

 

 

En nihayetinde, Gonca beni kaldırdı ve küçük masaya doğru ilerledik. Dışarı çıkmanın da etkisiyle yüzümü buruşturdum. İçeride olmak daha iyiydi.

 

 

“İçecek olarak milkshake aldım, sen seversin.”

 

 

Alayla güldüm. Milkshakeden nefret ederdim fakat Öykü bayılırdı. Benim de içme sebebim buydu.

 

 

Ama Gonca bunu bilmiyordu.

 

 

Bu yüzden, itiraz etmeyerek elindeki o şeyi alıp birkaç yudum içtim. Cidden, bu şeyden nefret ediyordum.

 

 

Kısa sürede, Aras ve Öykü yanımıza geldi. Bu neydi? Bir tür işkence mi?

 

 

“Selam, millet.” Öykü, yüzündeki o her şeyimi feda edebileceğim gülümsemesiyle yanımıza geldi. El ele tutuştuğu Aras'ı görmemle sinirden kanım kaynadı ama kendimi tuttum.

 

 

Sanki bunu fark etmiş gibi sırıttı ve Öykü'nün elini daha sıkı tuttu. Fark etmişti tabii. Şerefsiz herif.

 

 

Gonca, tedirgince bana baktı ama rahatça önüme dönüp Öykü'ye gülümsedim.

 

 

Sonra da, ayıp olmasın diye Aras'a baktım. Ayıbı düşündüğüm yoktu tabii. O pic kurusunun sevgilisi Öykü de olsa ve ondan hoşlanıyor da olsam, sarkıntılık edecek değildim.

 

 

“Nasılsınız?” Öykü, her şeyden habersiz bir şekilde bana gülümsedi. “İyi. Sen?”

 

 

Kendimi zorlayarak gülümsedim. “İyi.”

 

 

Alışılmış cevapların dışına çıkmıyorduk, ne güzel.

 

 

Ben, Öykü'ye yakın olma çabasındayken onun benden bu kadar uzak olması şaka gibiydi. Derin bir nefesle önüme döndüm ve o iğrenç şeyi içtim.

 

 

Öykü, şaşırmış bir şekilde bana baktı. “Milkshake mi içiyorsun? Sen milkshake sevmezdin?”

 

 

Şaşkın ama bir o kadar da mutlu olmuş bakışlarını gördüm. İster istemez içim ısındı. “İçecek sebepler buldum diyelim.”

 

 

Öykü, sevinçle Aras’ın elini bırakıp yanıma geldi.

 

 

“Eskiden sana milkshake içirmeye çalışırdım, sev diye. Ben bıraktığım için mi içmeye başladın yoksa seviyor muydun?”

 

 

Gizleyemediğim bir gülümseme dudaklarımı çekiştirdi. Kısa sürede, kendimi gülümserken buldum. Aras ise, sinirden yumruğunu sıkıyordu.

 

 

Her şeye rağmen Öykü benim çocukluk arkadaşımdı. Arkadaşça konuşmamıza hiçbir şey diyemezdi. Zaten arkadaşça konuşmamak için ben kendime engel olurdum.

 

 

“Bir kız var. Milkshakeden nefret ederim ama o kız öyle bir soluğumu kesiyor ki, onunla ilgili olan her şey güzel geliyor bana.”

 

 

Öykü, sevinçle baktı bana. Aslında açık açık ondan hoşlandığımı belirtmiştim ama bunu rahatça yapmamın sebebi hem içimi kemiren duygulardı, hem de Öykü'nün anlamayacağını bilmemdi.

 

 

“Yaa,” dedi Öykü, sevincini açıkça belli ederek. “Kim o kız? Tanıştırmayacak mısın bizimle?”

 

 

Burukça tebessüm ettim. “Tanıştıramam.” Yüzü asıldığında, kalbim sızladı. Ona gülümsemek yakışıyordu sadece.

 

 

Yanıma bile yakışmıyordu. Onu sevip sevmememden değil, sevgilisi vardı ve bizden olmazdı zannımca.

 

 

“Neden tanıştıramazsın?”

 

 

“Onu sevdiğimi bilmiyor, başkasını seviyor.”

 

 

Açıkça belliydi, modunun düştüğü. Beklemediğim bir şekilde çantasını kenarı bırakıp bana sarıldı. Belli etmeden kokusunu çekecektim ki kendimi durdurdum.

 

 

Bunu yapmam hata olacaktı. Ayrıca, sevdiğinin kokusunu içine çekenin yüreği de, burnu da sızlardı.

 

 

Yüreğimi zar zor idare edebiliyorken, burnumu da kaybetmeye niyetim yoktu. Aşktan deli divane olmamıştım daha.

 

 

“Üzüldüm. Sevseymiş keşke seni.”

 

 

Gözlerim ağır ağır kapandı. İstesem de, istemesem de kokusu burnuma doluyordu. Yine de, bana sarılmasına mutlu olmuştum.

 

 

Buna mutlu olacak kadar aciz bir durumdaydım. Cidden, aşk resmen olamayacak kişileri cımbızla çekip alıyordu.

 

 

Bana, daha doğrusu insanoğluna garezisi ne, bilinmezdi.

 

 

Anca başa bela olurdu ama yaşamı da güzelleştirirdi. Gülü seveceksen, dikenine katlanırsın, hesabıydı onunkisi.

 

 

“Keşke.”

 

 

Mutluluğum uzun sürmedi. O kollarımdan çıkıp da geri sevgilisinin yanına gittiğinde, fark ettirmeden silkelendim. Yanlış anlayıp da bana sarıldığı için ondan tiksindiğimi düşünmesini istemiyordum.

 

 

Neyse ki bunu fark etmedi. Nihayet ben de rahat bir nefes alabildim.

 

 

Onlar gidince Gonca, faltaşı gibi açtığı gözleriyle bana baktı. “Abi?”

 

 

“Efendim, Gonca?” Onun heyecanına karşın, suratsız bir ifadeyle önünde dikeliyordum. Bunu görmezden geldi.

 

 

“Sen baya ilan-ı aşk ettin?” Alayla güldüm. “Sanki anladı, Gonca. Abartma bu kadar.”

 

 

Dudakları büzüldü. “Neden öyle düşünüyorsun? Belki de anladı ama ne tepki vereceğini bilmediği için görmezden geldi?”

 

 

Bıkkınca bir nefes verdim. “Gonca. Git başımdan.”

 

 

Ben onu bakışlarından anlıyordum. Bu kez de, bakışlarından demek istediğimi anlamadığını görmüştüm.

 

 

Zaten itirafım ona değil, kendimeydi. Sesli bir şekilde bunu da itiraz etmek beni rahatlatmıştı.

 

 

“Kovuluyor muyum ben şimdi?” Dudaklarını büzdü. Ben ise, sözlerini başımla onaylayıp tek kelime itmedi.

 

 

Trip atarcasına bana baktı ve, “Benimle konuşma,” diyerek gitti. Güldüm.

 

 

O da arkamdan giderken gülmüştü.

 

 

Deliydi. Cidden, Gonca tam bir deliydi.

 

 

Tatlı bir deli.

 

 

/*/*/*/

 

 

“Ne demek, Öykü herkese 'biz sevgiliyiz' dedi? Sen ne dediğinin farkında mısın, Gonca?”

 

 

Hayretler içerisindeki sesimi diyen Gonca, rahat bir tavırla omuz silkip bir ses kaydını dinletti.

 

 

“Nasıl bana inanmıyorsunuz? Aras'la iki ay önce ayrıldım! Bugün de Arda'yla sevgili olduk. Hayır, ben doğruyu söylüyorum.”

 

 

Ses kaydını inkar etmek isterdim ama ses tonunun belirgin yerlerde yükselip alçalması bile ona özgündü. Sertçe yutkundum.

 

 

Ağustos'un sonlarında olan o doğum gününün üzerine, Aras ile Öykü hiç beraber önümüze çıkmamışlardı. Sebebini bilmiyorduk. Hatta bazılarımız ayrılmış olabileceklerini savunuyordu.

 

 

Ben ise, buna inanmamıştım. Eğer öyle bir şey olsaydı Öykü'nün mimiklerinden anlardım fakat belli ki, bir şeyler saklamakta ustaydı.

 

 

Ses kaydı devam etti.

 

 

“Siz de biliyorsunuz. Bir araya gelmiyorduk Aras'la. Beni aldattığını ciddi olarak gördüğümde, onunla konuşmayı kestim. Dün de, şu aldattığıyla alakalı magazinde bir şeyler yayınlanınca Arda'yla konuştum. Sevgili olduk.”

 

 

Böyle şeyler yaşanmamıştı bile! Bu konuşmalar nasıl olabilirdi?

 

 

“Yapay zekâ bu kadar gelişti mi ya?” diyerek dalga geçtim. Gonca ise bana ters ters baktı.

 

 

O gün inanmadım. Akşam saatleri olana kadar, orada yazan hiçbir halta inanmadım ama akşam olunca sinirim geçmiş, normal bir akılla bunu düşünebilmiştim.

 

 

Eğer böyle bir şey gerçekten de varsa, Öykü'ye kızardım. Onu sevsem de, sevmesem de kafasına göre hareket edemezdi.

 

 

Ki, böyle bir şeyi onun yapmadığına yüzde yüz emindim. Beş dakika önce mutlu mutlu pasta yerkenki fotoğrafını internette paylaşmıştı çünkü.

 

 

Bu nedenle, ona mesaj atmayı tercih ettim. Mesaj atıp neler olduğunu az çok anlayabilirdim.

 

 

Aslında, direkt olarak konuya girmesi en mantıklısıydı.

 

 

Bu nedenle, direkt telefonumu çıkartıp aniden bir mesaj yolladım.

Arda Özdemir: Kızım, sen belalı mısın?

 

 

Mesajı gönderdiğim gibi aptallığımı fark ederek alnıma vurdum. Böyle bir giriş mi? Hadi ama.

 

 

Yine de, sözümün arkasında durup başka bir mesaj daha attım.

 

 

Arda Özdemir: Ne diye aranıyorsun?

 

 

Mesajım, birkaç dakika içerisinde görüldü bilgisiyle aydınlandı. Mavi tiki gördüğüm gibi, geri dönüş yapmaması sinirlerimi bozdu.

 

 

Bir anda bir mesaj geldi bu kez.

 

 

Öykü Adal: Ne diyorsun sen be?

 

 

Dışarıdan bakan birisi, bizim bir geçmişimiz yok sanardı. Gerçekler pek de iç açıcı değildi benim açımdan ama yine de, bir "çocukluk aşkı" geçmişimiz vardı.

 

 

Neyse ne.

 

 

Öykü Adal: Ne aranması?

 

 

Bir saniye arayla yeni bir mesaj daha gelince, hayretler içerisinde kaldım. Onun hızlı mesaj yazdığını biliyordum ama bu kadar hızlısı da garipti.

 

 

Arda Özdemir: Diyorum ki, neden gidip başkalarına beni sevgilin olarak tanıtıyorsun?

 

 

Ciddiyim, salise bile geçmeden mesaj tek tik oldu ve direkt olarak yeni mesaj geldi.

 

 

Öykü Adal: Ha?

 

 

Öykü Adal: Pardon da, ne saçmalıyorsun sen?

 

 

Normalde Öykü böyle asi bir kız değildi. Bu nedenle, gözüm takvime kaydı.

 

 

Ekim. 16 Ekim.

 

 

Anlamıştım ben derdini. Regl günüydü.

 

 

Sapık falan değildim. Onunla alakalı birçok şeyi biliyordum. Regl zamanlarını da karşımda delicesine kıvranmasından ve bana kardeşiyle geldiğinde çikolatalarımı silip süpürmesinden -aslında benim için değil, kardeşim Gonca için geliyordu fakat ben Gonca ile yaşıyordum- regl haftasının olduğunu anlıyordum.

 

 

İşte, her şey böyle tak deyince anlaşılıyordu.

 

 

Arda Özdemir: Bir şey saçmaladığım falan yok, Öykü.

 

 

Arda Özdemir: Def olup arkadaşlarına aslında sevgili olmadığımızı söyle diyeceğim ama olay çığırından çıktı.

 

 

Arda Özdemir: Hiç mi magazin izlemiyorsun kızım sen?

 

 

Bu sevgililik olayını ortaya atan ben değildim, oydu. Magazinde falan da çıkmamıştı, çünkü bu şeyi sadece annemler falan biliyordu.

 

 

Ev halkı işte, artık ona ne denirse.

 

 

Öykü Adal: Pardon ya

 

 

Öykü Adal: Özür dilerim hiç magazin sevmediğim ve magazinlerden nefret ettiğim için

 

 

En sonunda, ben de asileşmeye başladım.

 

 

Ne demişler? Üzüm üzüme baka baka kararır.

 

 

Arda Özdemir: Ne zırvalıyorsun kızım sen?

 

 

Arda Özdemir: Magazinlerdeyiz diyorum sana!

 

 

Eh, biraz abartmaktan zarar gelmezdi.

 

 

Normalde böyle mal mal şeyler yapan birisi değildim ama söz konusu Öykü olduğunda, çarpılıp bambaşka bir ruha sahip oluyordum.

 

 

Arda Özdemir: Nerenle dinliyorsun sen beni?

 

 

Öykü Adal: Hiç şaka kaldıracak havamda değilim

 

 

Öykü Adal: Git başkasını işlet, Arda Özdemir.

 

 

Bir anda ciddiyete geçtiği için, ben de ciddi olmaya karar verdim. Bokunu çıkarmaya lüzum yoktu.

 

 

Arda Özdemir: Bir saçmalık için her haltı kenarı bırakıp seni işleteceğimi falan mı düşündün?

 

 

Arda Özdemir: Ben senin gibi işsiz değilim kızım

 

 

Arda Özdemir: O şirketin başına geçmek için okul ile şirketi idare etmek ne kadar zor, sen biliyor musun?

 

 

Arda Özdemir: Bilemezsin çünkü sen sadece sınavına hazırlanıyorsun.

 

 

Evet, şirketten okula gidip geliyordum. Bir okul, bir şirket yoruyordu insanı. Daha 18. yaşına yeni girmiş bir insandım.

 

 

Daha doğrusu, bugün doğum günümdü. 16 Ekim. Doğum günü partisi düzenlemek isteyenler olsa da, yorgun olduğumu söyleyip geçiştirmiştim. İşime gelmişti bu.

 

 

Öykü Adal: Sınav da yeterince zor?

 

 

Yazdığı mesajla birlikte kahkaha attım. Onun bu hallerini pek göremezdiniz. Gördüğünüzde de kahkahalarla gülerdiniz.

 

 

Ama, görmenize gerek yok. Bakanın gözlerini oyarım zaten.

 

 

Arda Özdemir: Mezuna kalırsın olur biter

 

 

Konu nereden nereye gelmişti resmen.

 

 

Öykü Adal: Demesi kolay tabii

 

 

Öykü Adal: Hiç yaşamadığın için

 

 

Arda Özdemir: Sanki yaşamışsın gibi boş boş konuşma

 

 

Arda Özdemir: Yaşamadığını cümle alem biliyor Öykü

 

 

Bir an önce konuyu asıl meselemize döndürmem lazımdı ama konudan kaçtığımı söyler, beni delirtir diye bir süre beklemem gerektiğini fark ettim.

 

 

Her ne kadar sinir bozucu bir konuşma olsa da, onun her halini seviyordum.

 

 

Öykü Adal: Yakın çevremden bahsettim ben

 

 

Öykü Adal: Abim var ya hani?

 

 

Arda Özdemir: Abinin neler yaptığını mı takip ediyorum güzelim ben?

 

 

Öykü Adal: Ne güzeli be

 

 

Öykü Adal: Ebendir senin güzelin

 

 

Bir kahkaha attım. Ebemi hiç tanımamıştım bile.

 

 

Üniversitede doğunca, stajyerlerden anlaşılmıyor tabii.

 

 

O esnada, üstten bir bildirim geldi. Fake hesabımdan takibe aldığım bir magazin hesabından gelen postun bildirimiydi.

 

 

Merak edip bildirime tıkladım. Bildirime tıkladığım gibi, Aras'ın Öykü'yü aldattığının somut kanıtını gözler önünde gördüm.

 

 

Öykü, Aras ile normal bir şekilde ayrılmıştı diye geçiyordu ama aslında gerçekler belli ki doğru değildi.

 

 

Öykü Adal: Ben sevgilimin güzeliyim

 

 

Öykü Adal: Ayrıca

 

 

Öykü Adal: Mezuna kalıp kalmadığımı biliyorsun ama abimin mezuna kaldığını bilmiyorsun?

 

 

Öykü Adal: Buradan ne anlam çıkarmalıyım?

 

 

Öykü Adal: Yoksa benden mi hoşlanıyorsun?

 

 

Alayla söylenen sözler, kalbimin çırılçıplak kalmış hissiyatını vermesine engel olamadı.

 

 

Arda Özdemir: Hoşlanmadığım kesin

 

 

Çünkü sana âşığım.

 

 

Arda Özdemir: Ama sadece ben değil

 

 

Arda Özdemir: Sevgilin de hoşlanmıyor görünen o ki

 

 

Öykü Adal: Öf

 

 

Öykü Adal: Sıktın iyice

 

 

Öykü Adal: Habire devrik cümle kurmasana geri zekâlı

 

 

Arda Özdemir: Her neyse

 

 

Arda Özdemir: Kör birisinin gözlerini açmakla zaman yiyemem

 

 

Öykü Adal: Egoya bak be

 

 

Öykü Adal: Egolu ve tipsiz herif

 

 

Ne? Tipsiz ve egolu mu dedi o bana?

 

 

Arda Özdemir: Ne zırvalıyor bu yine -gönderilmedi

 

 

Arda Özdemir: Gözlerinle görmeden yorum yapma bence ;)

 

 

Öykü Adal: Bana mı yürüyorsun lan sen?

 

 

Öykü Adal: Höst köpek

 

 

Arda Özdemir: Ne yürümesi güzelim?

 

 

Arda Özdemir: Kapındayım şu an

 

 

Arda Özdemir: Kapının kölesi olmaya geldim.

 

 

Görüldü.

 

 

Maldım.

 

 

Salaktım.

 

 

Ama en çok da âşıktım.

 

 

Bu yüzden, kapısına gelmiştim.

 

 

Kapı, saniyesinde açıldı.

 

 

Aylar öncesi...

 

 

Arda Özdemir'den.

 

 

“Bir daha ona karışmayacaksın, anladın mı lan beni?”

 

 

Burnumdan gelen kana aldırış etmedim. Aras ise, tam karşımda yerde duruyordu. O benden daha beter hâldeydi.

 

 

Saçlarının arasından kan geliyordu, gözleri zaten kan çanağı gibiydi. Burnundan damlayan kan, yere düşerken sürttüğü pantolonu, ağzından gelen kanıyla berbat bir durumda olduğu belli oluyordu.

 

 

Şerefsizlik yapıp birkaç kişiyle saldırmamış, tek başıma saldırmıştım. Arkadaşıma sataşanın belasına sıçardım. Bunu Aras'a kesin ve net bir şekilde belli etmiştim fakat o, bunu görmezden gelmişti.

 

 

Eh, onu biraz benzetmemde sıkıntı yoktu öyleyse.

 

 

Burnumdan geçip sus çizgime doğru yol alan kanı koluma sildim ve Aras'a bakmaya devam ettim. Susmuş, öylece bana bakıyordu fakat gözlerinde oldukça belirgin olan nefret vardı.

 

 

“Bunu sana ödeteceğim!” diye bağırdı. Daha doğrusu, inleyerek konuştu. Güldüm. “Daha sen can acısından konuşamıyorsun, ne ödeteceksin bana?”

 

 

Alaycı tavrımın sinirlerine dokunduğunu biliyordum fakat bu durumda bana bir halt yapamazdı.

 

 

Rahatlığım buradan gelmiyordu tabii. Onun nasıl bir korkak olduğunu biliyordum, zaten bana gücü yetemezdi o dalyarağın.

 

 

“Değer verdiklerinle sınayacağım seni. Onların canını bir bir yakacağım. O zaman göreceksin, Aras'a bulaşmak ne demekmiş!”

 

 

Gür bir kahkaha attım onun sözleri üzerine. Bu durumda bile bu denli cümleler kurması, ister istemez onunla dalga geçmeme sebebiyet veriyordu.

 

 

“Daha sen yerden kalkamıyorsun, sevdiklerime mi zarar vereceksin? Bir git Aras, cidden. Götünün yemeyeceği tehditleri de savurma.”

 

 

Aras, sözlerimden sonra ayağa kalktı ve bana doğru ilerledi. Bana yumruk atacağı esnada acımadım ve sağ kroşemle biraz daha darbe verdim ona.

 

 

Zaten ayakta duracak gücü yoktu, bir de bu hamlemle yere düşmüştü. Kafasını yavaşça yere koydu ve can acısıyla nefes almaya

çalıştı.

 

 

Üzerine doğru yürüdüm. Yanına geldikten sonra, kalkmaya çalıştı.

 

 

Kalkmasını sadece serçe parmağımla engelledim.

 

 

“Eğer birisine bulaştığını görürsem,” dedim kesin bir sesle. “Mezarını kazdırmaya başla.”

 

 

Bütün o cümleleri kurarken, altı yıldır uzaktan sevdiğim Öykü'yü kendine âşık edeceğini ve sonrasında onu aldatıp basıp gideceğini bilemedim.

 

 

-*-

 

 

Kestiikk! Özel bölümü nasıl buldunuz?

 

 

Açık konuşmak gerekirse bunları hiç özlememişim. Rastgele yazmaya başladığım, çok da takmadığım bir kitaptı ve öyle olmaya da devam ediyor. Yine de sizin hoşunuza gittiyse, ne mutlu bana.

 

 

Bunun haricinde, Cude'yle ortak bölüm atmak istiyorum ama o olur mu, yoksa ne zaman olur bilemem. O özel bölüm, ikinci ve son özel bölümümüz olacak.

 

 

Daha fazla konuşmayacağım. Sadece, sizi diğer kitaplarımda beklediğimi bilin, yeter.

 

 

Ayrıca bugün, bir kurgu daha paylaşacağım. Özel bölümden yalnızca birkaç dakika sonra. Bu özel bölümü okuduysanız eğer yeni yayınladığım kitaba bakın derim çünkü kitap gerçekten çok içime sindi.

 

 

Öyleyse,

 

 

İyi günler dilerim, meleklerim.

Bölüm : 07.04.2025 17:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...