
YENİ KURGUYLA GELDİM CANLAR!!!
İLK BÖLÜM GİRİŞ BÖLÜMÜ OLDUĞU İÇİN ÇOK AÇIK OLAYLAR YOK.
DİĞER BÖLÜMLERDE HİKAYEYE DAHA DERİNLEMESİNE GİRİŞ YAPIYORUZ😊😊
DİĞER BÖLÜMLERİ OKUMADAN GEÇMEYİNİİİİZZZ!!
OYLARINIZI VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.
KİTABI TAKİBE ALMAYI UNUTMAYINIZZZ❣️❣️❣️
……
Kızlar, annelerinin kaderini mi yaşardı?
Kimileri der ki; anneler, kaderleri ne olursa olsun kızlarına iyi bir yol çizerler. Kimileri de der ki; ne olursa olsun her daim annenin kaderini yaşarsın.
Ben, annemin kaderini yaşar mıydım bilmem. Ama yaşadığım acıları annem yaşamış mıdır onu da bilmem.
Anneler, sessizdir… Evlatları için yapamayacakları hiçbir şey de yoktur. Ama bir şeye karşı çıkamazlar: ölüm.
Ölmek, annelerin engelleyemediği tek gerçektir. Ecel, geldi mi kapıya; ne anne ne evlat ne de baba… Hiç kimse o kapıyı sonsuza kadar kapalı tutamazdı. Bunu anneme en çok ihtiyacım olduğu anda acı bir şekilde öğrenmiştim.
Anneler, belki çocuklarını kaderlerinden koruyabilirlerdi ama asla ölümden koruyamazlardı.
Anneler, ölümsüz değillerdi…
8 Mart 2012
Yeşil gözlerim, çalan alarm ile açıldı. Üzerimdeki ağırlık ve hüzün yüzünden ağrıyan başım, asla kalkmama izin vermeyecekti. Bunu çok kez yaşadığım için tahmin etmem de zor değildi.
Tarihi hatırladığımda aklıma gelen şey ile az önce açılmayan gözlerim, sonuna kadar açılmıştı. Bugün 8 Mart’tı ve benim doğum günümdü.
Her ne kadar doğduğumdan beri bariz bir şekilde mutlu olmasam da doğum günlerime çok önem veriyordum.
Annem yoktu. Çünkü müfettiş olduğundan dolayı denetim için şehir dışındaydı. Dün arayıp gelmesi için ikna etmeye çalışmıştım. Her ne kadar ‘Kızım, nasıl geleyim? Bana iş verenler kızmaz mı?’ diyerek beni ikna etmişti. Fakat sonra tekrardan arayıp işini hallettiğini ve doğum günümde yanımda olacağını söylemişti.
O anki sevinçle babamın yanına koşmuş, haber vermiştim. Her zamanki gibi oralı olmamıştı. Zaten bana asla babalık yapmadığı için o anda da bir beklenti içinde değildim.
Hızlıca yatağımda doğruldum. Kollarımı yukarıya doğru esnetip kaslarımı gevşettim. Bunu yapmak uykumu fazlasıyla açıyordu. O yüzden düzenli bir şekilde yapıyordum.
14.yaşıma giriyordum. O yüzden ekstra heyecanlıydım. Liseye geçecek olmanın heyecanı da vardı tabi ki.
Yumruklanarak çalan kapıyı duyunca göz devirip odamdan çıktım. Babam, anlaşılan yine geceden içmiş ve odada sızmıştı. Hep öyle olurdu zaten, asla şaşmaz bir gerçekti.
Kapıyı açtığımda karşımda bir adet Açelya, bir adet de Pars görmemle gülümsedim yorgunca “Hoş geldiniz efendim… De sabah sabah, karga bokunu yememiş. Hayırdır?”
Pars gülerken Açelya, gayet somurtuk bir şekilde cevap verdi “Bizim kargalar bokunu yedi canım.” ayakkabısını çıkartıp beni hafifçe içeriye itti “Çekil de girelim içeriye. Hava da bir yağmurlu sorma. Ne vardı yazın doğsaydın azıcık?” Göz devirdim bu dediğine “Üzgünüm Açi, annem anca bu kadar sabretmiş. Hazirana kadar dayanamamışım, pardon.”
Pars da içeriye girdikten sonra bana sarılıp başımdan öptü “İyi ki doğmuşsun Delfin. Nice yaşlara.” gülümsedim “Çok sağol Pars. Hep birlikte inşallah.”
Pars da içeriye geçtikten sonra yavaş adımlarla salondaki ikili koltuğa direkt uzandım “Ya kızım, biz burada doğum günün için geldik sen yatıyorsun! Git elini yüzünü yıka. Biz gelmeden uyanmışsın zaten yeme bizi de. Kalk kalk kalk!”
Bezgince nefes verdim. Açelya’yı kandırmak cidden çok zordu. Abisi Pars bile bazen çok şaşırıyordu bu zekasına.
“Kızı biraz rahat bırak da uyansın. Afyonu patlamamış daha onun.”
Sağol yani Pars, bir sen eksiktin şu anda.
“Evet, patlamadı afyonum. Gidin beş saat sonra geri gelin. O zamana patlar benimki.” Bu sefer kıkırdadılar. Açelya gelip kolumdan tuttu ve oturur pozisyona getirdi beni. Yanıma oturmayı de ihmal etmemişti.
“Baban nerede? Sızmış mı yine?” Açelya’nın sorduğu soru ile derin bir nefes verdim.
“Bakmadım, odasındadır herhalde ne bileyim.” Pars karşılarındaki koltuğa kuruldu “Bakma da zaten. Ters bir anına gelirse Allah korusun. Annen de yok, biz de olmazsak koruyamazsın kendini.”
Şimdiye kadar öyle bir şey olmamıştı. Annem her zaman koruyordu beni babamdan. Ama yalnız olduğumda korkardım ‘Babam bir şey yapar mı acaba?’ diye. Allahtan Açelya ile Pars asla yalnız bırakmazlardı babamla.
“Haydi o zaman! Şu süslemeleri yerleştirmeye başlayalım. Tülin Sultan da geliyor bugün. Çifte kutlama olacak.”
Annem geliyordu. Bugün annem geliyordu, çok mutluydum. Ve ben gerçekten hiçbir hazırlık yapmamıştım.
“Kalkın! Çabucak evi toplayıp düzenlememiz gerekiyor. Annem, evini toplu sever.”
Yaklaşık iki saat boyunca evi toplama ve temizlik işlerini hallettik. Artık acıkınca getirdikleri simitlerden atıştırıp süsleri de yerleştirmeye başladık. Yorulmuştuk ama değmişti. Annemin geleceğini bildiğim için onun heyecanı da ekstra vardı.
“Tülin teyze çok sevinecek. Zaten doğum gününde olamayacağı için çok üzülüyordu. Şimdi içi içine sığmıyordur.” Açelya, çok doğru söylüyordu. Annem de fazlasıyla üzülmüştü işi uzayınca. Ama şimdi yoldaydı ve yetişecekti.
Kapı çalınca şaşkınlıkla birbirimize baktık. Annemin bu saatte gelmesi imkansızdı. Gelen kişi ya komşuydu ya da başka birisiydi. Ayaklanıp kapıya gittim. Açtığımda karşımda gördüğüm kişiyle kalakaldım. Babam, elinde poşetlerle kapıdaydı.
“Baba?” Gülümseyip içeriye girdi. Ayakkabılarını hızla çıkartıp elindekilerle salona ilerledi. Şaşkınlığımı atlatıp kapıyı kapattım ve salona geçtim. Açelya ile Pars da ayakta durmuş babama bakıyordu. Onların da benden bir farkı yoktu. Dik bir şekilde bakıyorlardı babama.
“Haydi Delfin! Yardım et de yerleştirelim şunları.” poşetlerden çıkarttıklarını gördüğümde şaşkınlığım katbekat artmıştı. Çünkü içlerinden çıkarttığı şeyler doğum günü malzemeleri ve doğum günü pastasıydı.
“Baba? Sen iyi misin?” şaşkındık çünkü babam özel bir günü önemsemeyi geçtim, bizi bile önemsemiyordu. Şimdiye kadar da doğum günümü kutladığını hatırlamıyordum. Böyle davranması gerçekten çok farklı geliyordu bize.
“İyiyim tabi ki kızım. Ne diye iyi olmayayım ki? Biricik kızım doğmuş bugün, değil mi ama?” Kaşlarımı çatıp Pars ve Açelya’ya baktım. Onlar da bana bakıyorlardı.
“Haydi Delfin!” deyince babam, mecburen yardım etmeye başlamıştım. Kesinlikle ya ateşi vardı ya da kafasına saksı düşmüştü. Aksi halde bu kadar iyi davranamazdı bana.
Yanıma sinsice gelen Açelya başını yaklaştırdı “Baban iyi mi Delfin? Fazla iyi davranıyor.” Açelya’yı kafamla onayladım. Gerçekten fazlasıyla iyiydi.
Getirdiği ‘bir ve dört’ yazılı balonları şişirdikten sonra hazırladığımız masanın arkasındaki duvara astı.
En sonki malzemeyi de yerleştirdikten sonra ellerini birleştirerek eserine bakmak için uzaklaştı. Yaptığı şeyi beğenmiş olacak ki yüzündeki memnuniyeti okunabiliyordu.
Pastayı hala açmamıştım. O yüzden nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum. Fakat merak da ediyordum. Mesela benim çikolatalı pasta sevdiğimi, kestaneli pastadan nefret ettiğimi bilmiyordu.
Neli almıştı mesela doğum günü pastamı?
“Ben şimdi balkona çıkıyorum, sigara içeceğim. Annen gelince haber veririm kızım. Siz rahat rahat oturun burada.” diyerek balkona geçti babam.
Şaşkınlığımı atmak için bana en yakın olan koltuğa geçip oturdum.
“Biz az önce ne yaşadık ya? Tekin amcanın nesi var? Delfin, son günleri mi yoksa he?” Pars, şaşkınlığını bu şekilde dile getirirken Açelya, susmuş bir şekilde Delfin’in yanına kuruldu.
“Bilmiyorum inan ki Pars. Tek bildiğim normal olmadığı.” Karşımızdaki tekli koltuğa oturup dirseklerini dizlerine yasladı. Derin bir ‘of’ çekmeyi de ihmal etmemişti.
Pars, hukuk fakültesi birinci sınıf öğrencisiydi. Bizden beş yaş büyüktü. Ne kadar abim yaşında olsa da ‘abi’ dememi istememişti. Ama Açelya ‘abi’ demese kıyameti de kopartırdı. Öyle bir dengesizdi.
“Dışarıya mı çıksak acaba Tülin Teyze gelene kadar? Hem evde sıkılıyoruz, dışarıda zaman geçer. Ne dersiniz?” Burnumdan derin bir nefes verip kafa sallayarak ayaklandım “Bence de çıkalım. Yoksa kafayı yiyeceğim ben.”
Hızlıca giyinip babama bir şey demeden çıktık evden. Saat şu anda öğleden sonra ikiye geliyordu. Tahminlerime göre annemin gelmesine de üç saat vardı. O üç saati dışarıda geçirmek, mentalime gerçekten iyi gelecekti.
Aşağıdaki parka indik ve annemle babaannemin bana kurduğu salıncağa oturduk yan yana. Açelya ile ayaklarımızı kendimize çekmiş kurulmuştuk salıncağa. Pars da ortamıza oturmuştu ve salıncağı sallıyordu.
“Daha önce hiç bu kadar iyi davranmış mıydı Del? Ben şahsen ilk defa görüyorum.”
Dudağımı yalayıp gökyüzüne baktım. Önceden hiç bu kadar sakin olmamıştı. O yüzden de içime sıkıntı düşürmüştü zaten. Annem gelene kadar da geçeceğini sanmıyordum.
“Ee doğum günü çocuğu… Pasta üflerken ne dileyeceksin?” omuz silktim “Bilmem ki hiç düşünmedim. ‘Annem her zaman yanımda olsun!’ derdim herhalde.”
Açelya, gülümseyip kafasını abisinin omuzuna koydu. İkisinin ilişkisi gerçekten çok güzeldi. Hep bir abim olsun istemiştim ama yoktu. Pars, hem Açelya hem de bana güzel abilik yapıyordu allahtan. Mahallede gezerken falan asla ayrılmazdı yanımızdan ‘Birisi gelir laf atar bir şey yapar… Ben yanınızda olmalıyım her zaman.’ derdi.
Ben de kafamı yasladım Pars’a. Gözümü kapattıktan birkaç saniye sonra içim geçmişti. Her yerde unutabilirdim.
Gelen seslerle açtım gözümü. Ne kadar süre uyuduğumu bilmiyordum.
Açelya da dikleşmişti gelen seslerle. Baktığımda evin önünde üç tane siyah araba bir tane de ambulans vardı. Haberlerde gördüğüm, bildiğim kadarıyla böyle geldiklerinde şehit haberi verilirdi. Ama düşündüğümde zaten on ailelik bir binada oturuyorduk ve bizim binada hiç asker ya da polis bulunmuyordu.
“Bu ney ki şimdi? Kime geldiler acaba?” Açelya’nın sorusuyla ayağa kalktım “Hayrolsun inşallah. Pek hayırlı gibi de durmuyor ama…” diyerek binaya ilerlemeye başladım. Orada bir kadın asker de vardı. Bize bakıp acılı bir tebessüm bahşetti.
“Çocuklar! Kapıyı bizim için açabilir misiniz?” mesafeli bir şekilde tebessüm edip kapıyı açtım. Anında teşekkür edip içeriye girdiler. Açıkçası kime geldiklerini merak ediyordum. O yüzden ben de daldım peşlerine.
Açelya ile Pars da peşimdelerdi. İki kat çıktık. Seslerini daha yakın duyabiliyorduk şimdi.
“Tülin Aydoğan’ın evi burası mı?” Duyduğum sesle olduğum yere mıhlandım. Tülin Aydoğan, benim annemdi…
“Evet… De siz kimsiniz?” Babamın şaşkın sesi geldi daha sonra kulaklarıma. O da beklemiyordu benim gibi.
“Ben Albay Doğan Güner! Siz, Tülin Hanımın nesi oluyorsunuz?” Babam çekingen bir şekilde yanıtladı “Eşiyim ben.”
Albay, bir süre durduktan sonra konuştu.
“Eşiniz Tülin Hanım, Hakkari’de teröristlerin yaptığı saldırı sonucu şehit olmuştur. Başınız sağ olsun!” duyduğum cümle ile kulağım uğuldamaya başladı.
Nefesimin daralması ve kalbimin sert bir şekilde göğüs kafesime çarpması ile bir yere tutunma ihtiyacı hissettim. Bir kolumdan Açelya diğer kolumdan da Pars tutmuştu.
“Ben yanlış duydum değil mi? Yanlış… An- annem ne olmuş dedi o adam?” Açelya, anında ağlamaya başlamıştı. Pars, metanetliydi o anda ama bu sakinliği ben gösteremiyordum.
“Annem öldü mü diyor Pars? Ha Açelya? ‘Geleceğim’ dedi. Geliyordu hatta!”
“Delfin…” Açelya, ağlarken beni de sakinleştirmeye çalışıyordu.
“Geleceğim, dedi Açelya. Sen de duydun. Yanımdaydın..”
Babamın sesi hiç gelmiyordu. Muhtemelen şok olmuştu o da.
“Anneler gelir, hep geldi. Yine gelecek.” Dolan gözlerimle Açelya’ya döndüm “Bugün benim doğum günüm…” Pars’a baktım bu sefer “Doğum gününde anneler gider mi Pars?”
Gözümden düşen yaş ile merdivenin üzerine çöktüm. Pars ile Açelya da benimle beraber oturdular.
“Anne!” diye haykırışım tüm binayı inletti “Anne sen hiç beni yalnız bırakmadın. Anne yine bırakma yalvarırım. Senden başka kimsem yok…” benim gerçekten annemden başka kimsem yoktu.
Benim ailem, annemdi…
“Yalan söylüyorlar! Annem ‘Geleceğim’ derse gelir. Annem asla yalan söylemez! O beni kandırmaz. Yapmaz!” diye bağırdıktan sonra merdivenden gelen ayak sesleri ile dolu gözlerimi oraya çevirdim. Şehitlik haberini veren Albay, tam merdivenin başında duruyordu.
Bana bakışı her şeyi açıklıyordu.
“Siz koruyamadınız! Askerler korur milletini, siz annemi koruyamadınız!” Albay, kafa sallayarak yanımıza çöktü.
“Evet kızım, koruyamadık. Ama sana söz veriyorum; anneni koruyamayan biz, seni asla bırakmayacağız. Her daim yanında olacağız. Sen artık bir şehit kızısın, bizim can borcumuz olan bir annenin evladısın. O borcu, sana sahip çıkarak ödeyeceğiz.”
Göz yaşlarım akarken acılı bir tebessüm yerleşti dudaklarıma. Annem yanımda olmadığı sürece nasıl yaşayacaktım ki? O benim her şeyimdi.
“Delfin, hadi eve geçelim ne olur. İyi değilsin.” Açelya’ya döndürdüm yüzümü. Yaşlarını asla silmiyordu “Ben artık iyi olamam ki Açelya. Annem ölmüş, bana ‘Annen öldü!’ diyorlar. Nasıl iyi olayım ben?” Pars, ayağa kalkıp beni de kolumdan tutarak kaldırdı. Hiçbir şey demeye kalmadan ellerini dizlerimin altına atıp beni kucağına aldı.
Normalde sevmezdim böyle şeyleri ama şu anda yürüyecek takatim yoktu. O yüzden de bir şey diyememiştim Pars’a.
Evin içine girdiğimizde annemin kokusunu aldım istemsizce. Sanki odada duruyormuş gibi geliyordu. Nasıl alışacaktım ki annemin öldüğüne?
Odama girdik beraber. Açelya da geliyordu yanımızdan. Beni yatağa oturttuktan sonra önümde diz çöktü Pars. Açelya da komodinimin üzerindeki sürahiden su doldurup bana verdi. Zar zor aldığım bardağı dudaklarıma götürdüm. Bir yudum alırken sudan Açelya da yanıma oturmuştu çoktan.
“Daha iyi misin güzelim?” yalnızca kafa sallamakla yetinmiştim. Cevap verirsem hıçkıra hıçkıra ağlardım ve ben ağlamak istemiyordum.
“Açelya, abim üzerine gitmeyelim. İyi değil, belli de oluyor. En iyisi biraz yalnız kalması. Haydi çıkalım biz.” Açelya kafa sallayıp ayağa kalktı. Üstten bana sarılıp kafamın üzerini de öptükten sonra kolumu sıvazladı “Bir seslenmen ile yanındayız Delfin.” Gözümü yavaşça kapatıp açtım. Ne diyebilirdim ki zaten?
Onlar çıktıktan sonra beş dakika kadar bir süre hareketsiz kaldım. Sanki enerjim sömürülmüştü. Halsizce hareket edip komodinimdeki çekmeceden annemle olan fotoğrafımızı aldım. İkimiz de çok mutluyduk. Kar yağmıştı ve biz dışarıda kardan adam yapmıştık. O zaman çok kar yağmıştı.
Trabzon’da fazlasıyla karlı bir güne uyanmıştık. Akşamdan, meteoroloji uyarı yapmış, dışarıya gece çıkmamamızı dile getirmişti. Biz de annemle ne kadar istesek de çıkmamış balkonda karın yağışını izlemiştik. Şimdi de hala devam edem kar yağışını yine izliyorduk.
“Çok güzel yağıyor, değil mi anne? Sanki dans ediyorlar yer yüzüne düşerken.” gülümsedi annem bana “Evet anneciğim. Dans ediyorlar sanki. Hepsinin kendine has karekterleri ve ahengi var.”
Derin bir nefes verdim. Şimdiye dışarıda olmak, kar yağarken yürümek vardı. Bu düşüncemi annemle paylaşmaktan çekinmedim “Dışarıya çıksak ne olur ki anne? Zaten yetkililer ‘Gece çıkmayın!’ dememiş miydi? Haydi ne olur inelim aşağıya.”
Birkaç saniye dışarıya baktı. Dediğim, mantıklı gelmiş olacak ki dizlerine elini sürüp ayağa kalktı “Haydi bakalım. Dışarıya çıkalım o zaman.” Sevinçle ayaklandım. Odama hemen gidip kalınca giyindim. Atkımı ve beremi de takmıştım. Donmayı istemezdim sonuçta.
Kapıya çıktığımda çoktan annem hazırlanmıştı. Botlarını giyerken kafasını kaldırıp bana baktı. En sonki fermuarı da çektikten sonra gülümseyerek dikleşti. “Hazır mısın? Geç olmadan inelim vakitlice. Pars ile Açelya da geliyordu buraya doğru zaten. Seni çağıracaklardı sanırım.”
Kafa salladım “O zaman çok eğleneceğiz desene.”
Hemen ben de botlarımı giyip kapıya çıktım. Annem de kapıyı kapatıp merdivenin başında bekleyen bana baktı.
“Sesler geliyor. Çıkıyorlar sanırım yukarıya. Kesin karşılaşacağız şimdi.” Kafamı sallayarak onayladım annemi. Biz de inmeye başlayınca annemin de dediği gibi merdivenlerde Açelya ve Pars ile karşılaştık. Şaşkın bir şekilde bakakaldılar bize.
“Aa siz çıkıyor muydunuz?” annem merdiveni inerken yanıtladı Açelya’yı “Evet, çıkıyorduk. Şansınıza küsün, başka zamana artık.” Ben, kar oynamaya gittiğimizi bildiğim için tepki vermiyordum. Annem, takılıyordu ikisine de çünkü.
“Ya ama ne güzel kar topu savaşı yapacaktık. Ya karlar erirse Tülin Teyze? Gitmeyin ya da biraz durun, öyle gidin. Olmaz mı ha?” Annem, genizden gülümsedi “Kızım ‘çıkıyoruz’ dedik de nereye gittiğimizi dedik mi? Biz de zaten kar topu oynamaya dışarıya çıkıyorduk.”
Açelya ve Pars, gerçeği anlayınca rahatlamışlardı.
“Öyle desene Tülin Teyze ya! Ben de işiniz var da gidiyorsunuz sandım.” deyince Açelya, bu sefer binanın içinde kahkahalarımız yankılanmıştı.
Aşağıya indiğimizde ilk önce hızlıca bir kardan adamı yapmış daha sonra da birkaç dakika boyunca kar topu savaşı yapmıştık. Pars, sürekli bana oynuyordu. Yüzüme fırlattığı kaçıncı kar topuydu bu sayamamıştım.
“Pars! Bir daha bu kar topu yüzüme gelirse seni bu kara gömerim!” Kaşlarını bilmişçesine kaldırıp elindeki kar topunu da fırlattı bana. Ama ben allahtan sağ tarafa kaçmış, kurtulmuştum.
“Ne yaparmışsın ne yaparmışsın? Kızım sen beni yakala, yemin ederim hiçbir şey yapmayacağım. Sen de beni gömeceksin.”
Suratımı buruşturdum. Anneme baktım. Onlar Açelya ile çok mutlu bir şekilde kenara geçmiş bizim savaşımızı izliyorlardı.
“Anne şuna bir şey der misin? Kızını ne hale getirdi ya!” Annem, sahte bir kızgınlıkla Pars’a baktı “Pars! Bırak kızımı! Oraya gelirsem kırarım bacaklarını ona göre!”
Annemin dalga geçtiğini yine ve yine bildiğim için inanmayarak surat astım “Sağol ya anne! Şimdi duracak! Hatta durdu bak!”
Kahkaha attı hepsi bu sefer. Bu halde olmamdan zevk alıyorlardı resmen.
“Siz onu bunu boşverin de fotoğraf çekinelim mi? Bakın fotoğraf makinemi de getirdim. Çeker çekmez fotoğrafı çıkartıyor hemen.”
Hepimiz onaylayınca çekinmeyi Açelya, yanımıza gelip bizi sıraya dizdi. Fotoğraf makinesini bankın üzerine koyup saniyeyi de ayarladıktan sonra bize koşup kendi yerinde durdu.
Patlayan flaş gözümüzü aldı ama biz bozuntuya vermedik. Fotoğrafımız kötü çıksın istemezdik sonuçta. Açelya, koşup makineyi aldı ve çıkan fotoğrafı bize gösterdi. Gerçekten çok güzel çıkmıştık.
“Bunu çerçeveletip odama asacağım. Çok güzel çıktık.”
“Açelya! Bizi bir de kızımla çekiver bakayım. Anı kalsın.” Yanıma gelip kolunu omuzuma attı annem. Saçımdan öpmeyi ihmal de etmemişti.
“Tabi ki çeker Tülin Teyze. Haydi Açelya çek!” Açelya, Pars’ın dediğini onaylarcasına karşımıza geçti.
“Gülümseyin, çekiyorum!” Genişçe gülümsemiştik annem ile. Arkamızda bembeyaz ağaçlar ve yaptığımız kardan adam, karşımızda ise bize gülümseyerek bakan Pars ile Açelya vardı.
Aklıma gelen hatıralar ile tutmaya çalıştığım hıçkırıklarımı ve göz yaşlarımı artık tutamıyordum. Annemin fotoğrafını baş parmağımla okşuyordum bir yandan da.
Yatağımın ortasına yatıp dizlerimi de kendime çektim. Nefes almak bile zor geliyordu şu anda. Ben, annem bir hafta şehir dışına denetime gittiğinde bile onu ne kadar çok özlüyordum. Şimdi nasıl dayanacaktım ki onun yokluğuna?
“Neden gittin ki annem? Niye bıraktın beni? Ne yapacağım ben sensiz?”
Bugün 8 Mart 2012’ydi…
Bugün, benim doğum günüm; annemin beni bu dünyada yalnız başıma bıraktığı ve şehit olduğu gündü. Ve ben, hayatım boyunca 8 Mart’ta asla doğum günümü kutlamayacak ve asla mutlu olamayacaktım.
Yıl 2024 Günümüz
“Sınırda olan bir çatışma sonucu yaralanan askerler, civardaki hastanelere yönlendirildi. Askerlerin durumu belli olmamakla birlikte çok ağır olmadıkları düşünülüyor.” Derin bir nefes vererek yerimden kalktım.
Spikerin dediği civar hastanelerden birisi de benim görev yaptığım hastane olunca doğal olarak benim nöbetimin uzaması kaçınılmazdı. Tıp fakültesinden mezun olmuş TUS’a girip uzmanlığımı almıştım. Üçüncü yılım olduğundan dolayı atamam yapılmış ve tercihlerimde da yazdığım Mardin Kızıltepe çıkmıştı.
Tabi ki yanımda canım arkadaşım Açelya ile buraya gelmiştim. O da benim gibi doktor olmuştu. En yakın arkadaşım ile aynı şehir ve aynı hastanede görev yapıyor olmak gerçekten çok güzel bir duyguydu. “Delfin Hocam! Sınırdan gönderilen askerler gelmişler acilden bekleniyoruz.“ seslenen, Açelya idi.
“Sen gitmeyecek miydin Açelya, niye hala buradasın?” oysaki biliyordum cevabını “Kuzum senin de çıkman gerekiyor normalde ama ben sana diyor muyum ‘Sen niye çıkmıyorsun?’ diye. Senin gitmeyeceğini bildiğim için kaldım bende. “ işte ben bu kızı sırf düşüncesinden ötürü yerdim.
Annem öldükten sonra yanımda kalan tek destekçim Açelya olmuştu. Onun anne babası bana yardım etmişti. Kendi babam ise o günden sonra asla bana babalık yapmamıştı. Tek dayanağı da sürekli arkasına sığındığı neden: Annem, benim doğum günüme yetişebilmek için o arabaya binmiş. Yoksa zaten ertesi güne direkt uçakla gelecekmiş, falan filan.
Aslında annemi kaybettiğim o gün sadece annem gitmemişti hayatımdan artık benim bir babam da olmayacaktı ve ben bunu çok acı bir şekilde anlamıştım.
“Sen beni niye düşünüyorsun? Biliyorsun benim kafam böyle dağılıyor.“ Açelya tabi ki sadece omuz silkmekle yetindi.
Bir yandan yürüyor bir yandan da konuşuyorduk. Acile gelmiştik ama hala sınırdaki hastalardan gelen olmamıştı. Derken Açelya’nın telefonu çalınca tüm dikkatimiz oraya kesildi. Arayan Kuzey’di.
Kuzey, özel kuvvetlerde üsteğmendi. Açelya ile buradaki ortak arkadaşımız Özgür aracılığıyla tanışmışlardı ve şimdi çok güzel ilerleyen bir ilişkileri vardı.
Özgür de Kuzey ile aynı timdeydi. Ve neredeyse her hafta görevleri olmadığı zaman buluşuyorduk. Ama bir eksikle çünkü nedenini bilmediğimiz bir şekilde timin komutanı buluşmalara gelmiyordu.
“Alo Kuzey!… Evet evet bekliyoruz… Tamam, sende geliyor musun?… Yaralı değilsin değil mi?… Anladım.” bir süre karşıyı dinledikten sonra ani bağırışıyla sarsıldım “Kuzey telaş yaptım ne var yani!… Tamam bol bol baskı yapın yarasına bekliyoruz.” şaşkın bir şekilde ona bakıyordum. Sinirli hali ayrı bir tatlı oluyordu.
Kuzey de geldiğine göre iş gerçekten ciddi olmalıydı aksi halde hiçbir güç onu hastaneye getiremezdi. Evet Açelya için bile gelmiyordu. Hastaneye gelmekle ilgili bir sıkıntısı vardı ama nedenini bilmiyordum.
“Yaralı mıymış?” dedim hemen “Yok yok değilmiş şükür.” ‘ E o zaman?’ anlamında kaşımın birini kaldırıp kafamı sağa sola salladım. Dudağını büküp omuz silkti “Ben de bilmiyorum anlamadım valla Delfin, gelince anlarız.”
🩺🗡️
Kuzey üsteğmenin cephesinde olaylar o kadar da kötü değildi. Şayet ağır yaralı hiç kimse yoktu. Haberciler ve doktorlar boş yere ortalığı velveleye vermişlerdi.
“Ya abi şu doktorlara o kadar çok acıyorum ki. Hayır niye anlamadan dinlemeden telaş yapıyorlarsa?” diye ortalığı alevlendirecek sözü söylemişti Barlas.
“Yahu kardeşim adamlar da kendi taraflarında haklılar. Onlara kim bilir günde kaç acil hasta geliyor? Hem fena mı oldu biraz telaşlanmaları, eğleniriz azıcık değil mi komutanlarım?” Özgür’ün bu sorusuna bütün komutanlar göz devirmekle yetinmişti. Özgür ve Barlas’ın normal halleriydi neticesinde.
“Ya siz ikiniz iki dakika ciddi olamaz mısınız acaba? Hayır yani pusuya düşmüşüz komutanımız hafifte olsa yaralı. Sizin yaptığınız goygoy da iş mi şimdi?” Aylin her zamanki gibi komutanlarının sözcüsü olarak ortamdaki havayı dağıtmakta ustalığını göstermişti.
“Yahu komutanım, komutanlarım da gerilimi dağıtmaya çalışıyorlardır boşv-“ , “Hayırdır Güno? Sana mı düştü bizi savunmak ha?” diye sözünü kesti Barlas Güney’in. “Olur mu öle şey komutanım ne haddime ben sadece-“
“Yeter! Kesin sesinizi artık! Bırakın birbirinizle uğraşmayı. Başınızı, ellerinizin arasına atıp bir düşünün ‘Biz, nerede hata yaptık da o şerefsizleri fark etmedik?’ diye.” Safir Yüzbaşının sözleri ile herkes put kesilip önüne döndü.
Onlar böylelerdi işte kendi aralarında atışırlar, en sonunda da Safir yüzbaşının sert ikazı sonrası dut yemiş bülbüle dönerlerdi.
Onlar kim miydi?
YÜZBAŞI Safir VİRAN
YÜZBAŞI Aykan GÜMÜŞ
KIDEMLİ ÜSTEĞMEN Kuzey VİRAN
ÜSTEĞMEN Atilla KURT
TEĞMEN Aylin KUTLU
ASTEĞMEN Özgür GÜNER
ASTEĞMEN Barlas AYDIN
ASTSUBAY BAŞÇAVUŞ Güney BAŞAR
ONLAR HANÇER TİMİYDİ.
Kendilerini bu vatan ve al bayrak uğruna feda eden, adları gibi ‘HANÇER’ edasıyla namertlerin boğazlarına dayanan yiğitler…
“Neyse arkadaşlar, esas meselemize gelelim. Bu herifler nasıl gelebiliyor bizim sınırlarımıza kadar? Devrem sen de bastır azıcık şu yarana!“ diyerek sessizliği bozdu Aykan.
Safir’e yönelttiği soruya karşılık Safir’in cevabı pekte şaşırtıcı değildi.
“Devrem, bir şeyim yok. Alt tarafı azıcık kan akıyor. Her vurulduğumuzda ortalığı velveleye versek ne olurdu sence?” Safir ve Aykan konuşurlarken Atilla ve Kuzey ayrı kafadaydı.
“Devrem, ne yapıyon ya? Üstüme çıktın resmen.“
“Ne yapmamı bekliyorsun Kurt? Kocaman adamsın, kaplamışsın her yeri. Araba dönünce dengem şaştı ne var?” Atilla bu cevap karşısında altta kalacak değildi “Devrem sen asker adamsın duramıyor musun götünün üstünde? Kocamansam bu benim suçum mu? Te Allahım ya!“ diyerek sabır çekiyordu.
”Yahu Atilla, zaten gerildim gerileceğim kadar. Bir de sen beni germe kardeşim tamam mı?” ‘Niye gerginsin?’ diye sorma gereği bile duymadı Atilla. Açelyasını özlemiş olmalıydı vesselam.
“Kardeşlerim komutanlarım olan oldu da biz bugün her zamanki gibi görev dönüşü toplanmamızı yapıyor muyuz? Dağıtalım ortalığı be ne dersiniz?” Herkes Barlas’ın sorusuna olumlu cevap vermişti ama her zamanki gibi birisi sessizdi. O da pek muhtemel Safir Yüzbaşıydı.
“Hayırdır devrem, pek sessiz kaldın? Utanma utanma ‘Gelmeyeceğim yine.’ desene biz alıştık neticesinde.“ dedi Aykan Yüzbaşı. O da omuzdaşına takılmayı, diğerleri gibi severdi. Ama genel olarak çok sessiz bir adamdı.
“Devrem! Ben sizin gibi yarını düşünmeden hareket etmiyorum diye niye utanacakmışım? Ya aniden görev gelirse nasıl gideceksiniz hiç düşündünüz mü? Yok! Çünkü burada her haltı düşünen benim değil mi?” Safir komutan belli ki sakinlememişti. Aykan da daha fazla üstelemedi. Çokta konuşmazdı zaten işine de gelirdi.
🗡️🩺
Doktorluğuma lanetler okuduğum nadir anlardan biriydi. Şayet hiçte yaralı yoktu ama ‘Kedi bir şeyini görmüş yara zannetmiş.’ misali sıyrıklarını gören, koşa koşa hastaneye akın etmişti. Derin bir nefes aldım ve önümdeki hastanın işini de halledip oturduğum koltuktan kalktım.
Gözüm bu sıkıntıda tek bir kişiyi arıyordu: Açelya. Şu anda benim bu bedduğa açıklığımı o kapatabilirdi. Ama garibim beni yalnız bırakmamak için durduğu ek nöbette beni bile görememişti. Neyse ki şansım yaver gitti. Çünkü ileride koridorda duran Açelya’yı gördüm. Telefonla konuşuyordu. Belli ki arayan Kuzey’di.
Hemen yanına gittim, telaşı azalmıştı.
“Naptın Açim arayan Kuzey miydi?” kafa salladı kulağındaki telefonu kapatırken.
“Evet evet gelmişler. Abisini acile göndermiş. Onlar gelmiyor. Sadece yaralıların geçmesine izin veriyoruz ya. Sen bakarsın değil mi Safir abiye? Ben Kuzey’e gitsem?” Bu kızın utana utana benden bir şey istemesine bayılıyordum. Bir kere çok tatlı oluyordu.
“Tabi ki sen git yavuklunun yanına. Gitmişken o Özgür malına söyle bir daha benim telefonumu açsın. Kuzey seni arıyor da o it arayamıyor mu? Bozduruyor şu ağzımı da.”
Açelya sadece gülüp yanağıma öpücük kondurmakla yetindi. Daha sonra ayrıldık ve ben, tekrardan eski yerime gidip meşhur komutanı beklemeye başladım. Timin her görev dönüşünden sonra timle toplanıyorduk. Herkese hakimdim ama pek kıymetli komutanı görmemiştim. Tanışmak nasip olacaktı şükür. Şayet hiç ilgimi çekmeyen yüzbaşı, benim gibi bir merak arsızını iyice merak arsızı yapmıştı.
Kendi kendime sinirlenirken birden önüme bir adam-
Pardon arkadaşlar buna adam denmez. Bir dev oturdu. Kıvırcık saçları gözüme ilk çarpan yeri oldu. Nasıl bu kadar kıvır kıvır olabilirdi? Ben ne kadar sarsam da olmuyordu. Haksızlıktı yani.
Şaşkınlığımı onun ‘Hadisene!’ der gibi bakan gözleri böldü.
“Kusura bakmayın beyefendi. Başka bir hasta bekliyordum. Siz şu arkadaki doktora gitseniz?” Kınar gibi yüzünü buruşturdu “Hasta mı seçiyorsun doktor. Bildiğim kadarıyla sadece hastalar doktor seçebilirler, doktorlar hasta değil. Ayrıca şu anda burada benden başka hasta göremiyorum.” Yani kardeş ee?
Yalnız senin Hipokrat yeminin ne olacak Delfin, dedi sağdaki melek.
Şu anda bizim inadımız daha baskın, diyerek gereken cevabı verdi soldaki melek.
Ama tabi ki ben ağır bir göt korkusu olan bir insan olarak üzülerek sağdaki meleğime hak veriyorum sol meleğim.
Azıcıkta olsa süründürelim, diyerek atağa geçiti soldaki melek. Haklı.
“Ya kardeş anlamıyor musun? Hasta gelecek diyorum la havle.” bir süre göz teması kurdu benimle. Gitmeye niyeti asla yoktu. Derin bir nefes verip ayağa kalktım “İyi tamam. Geçip sedyeye oturun ve üzerinizi çıkartın.” o dediğimi yaparken ben de eldivenlerimi takıyordum “Neyseki şu anda hastam gelmedi ve şükretmelisiniz ki insaflı bir doktora denk geldiniz. Şimdi dikilecek yaranı halledelim.”
Arkamı döndüğümde sedyede öylece oturduğunu gördüm. Kaşlarımı çattım “Üzerinizi çıkartın demiştim diye hatırlıyorum.” Donuk bir ifadeyle bakıp üstündeki siyah tişörtü çıkardı.
“Ben sana dikişlik bir yaram olduğunu demedim ki… Nasıl anladın?” Beni acemi sanıyordu vesselam.
“Tişörtünüz ıpıslak kan, o yüzden anlamış olabilirim bence. Hem hadi onu da geçtim buraya yalnızca dikişlik hastaları gönderiyorlar.”
Onaylayan bir mırıltı çıkardı. Ben de dikiş kitini hazırlayıp anesteziyi enjekte ettim yarasına.
“Anesteziye gerek yoktu demeyin sakın! Siz erkekler hep istemiyorsunuz sonra dikiş bitene kadar bir o yana bir bu yana büzülüp duruyorsunuz.”
Sayın ani hastam, konuşmanın çeneme karşı gelmeyeceğini anlamış olacak ki susmuş; dikişin bitmesini bekliyordu. Ben de tabi ki en özenli plastik dikişimi yapıyordum. Açıkçası susup bana cevap vermemesi, beni utandırmıştı. Ama mütevazı bir insan olarak gereğini yaptım “Ben çok konuşurum. Kusura bakmayın. İki gün banyo yapmayın ve bir hafta sonra hastanede veya eviniz buraya uzaksa evinize yakın bir sağlık ocağında dikişlerinizi aldırın, olur mu? Geçmiş olsun.” tebessüm ederek ayağa kalktığımda yüz ifadesi biraz yumuşamıştı. Utanmasa gülümseyecekti yani o derece!
Arkamı dönerken çalan telefonumla irktim.
Arayan pek sevgili it arkadaşım Özgür idi. Açıp direkt dinlemeye başladım.
“Benim canım kardeşim,Delfinim,güzelim her şeyim napıyormuş?” Bu sözlerine büyükçe bir göz devirerek pek sevgi dolu bir ifade ile karşılık verdim “Hayırdır Özgür? Bugün de mi vurulamadın? Sen beni kalpten mi götüreceksin ha? Kuzey, Açelya’nın telefonunu açmasa sizlerden haber alamıyoruz.“ biraz fazla bağırmış olabilirdim ama sinirliydim. Hem hasta seslerinden de kimse takmazdı bağırışımı.
Şayet ağzına sıçmam gereken bir teğmen vardı.
“Özgür! Bilmiyor musun benim takıntımı? Niye açmıyorsun ya şu illeti? Diyorsun ki ‘Gel Delfin, benim tüfeğimin namlusunu götüme sok.’ ha!” Bu noktada biraz ağzımı bozduğum için hasta gitmiş mi diye bakmıştım. Neyseki yoktu.
“Yani gerçekten ağzımı bozduruyorsun ya helal!” sonunda olan patlamam, cevap beklediğimin göstergesiydi. Kolum ağrıdığı için hoparlöre aldım telefonu.
“Ya güzelim vallahi bu Barlas yavşağı almıştı telefonumu. Yoksa ben senin telefonunu niye açmayıp seni telaşlandırayım? Bu arada Kuzey komutanım, Safir komutanımın gelip gelmediğini soruyor. “ ne güzel de lafı değiştirdi helal yani “Görüşeceğiz akşam zaten. Bu arada gelmedi o komutanınız da. Adam o kadar yemin etmiş ki kendini göstermemeye. Yanıma gelmeye cesaret edemedi herhalde.” tabi ki bu kınamalar işin dalgasıydı.
Kendisinin sürekli Albay ile görüştüğümü biliyordum. Biraz da Kuzey’in dediğine göre topluluk sevmezmiş.
“Geldi şimdi komutanım Delfin. Halletmiş işini merak etme.” bu çocuk beni herkesi önemseyen biri mi sanıyordu?
Sence öyle değil misin, diye makul bir soru sordu sağdaki melek.
Çok güzel bir dille reddettim.
“İyi, süper olmuş. Ben de artık eve gidip uyurum. Zaten nöbetimin bitmesine iki saat kaldı. Akşama da toplanırız yine.“ ne kadar sinirimi bozan bir tim olsalar da harbi adamlardı.
“Tamam akşama görüşürüz o zaman. Açi bizimle. İstersen bekleyeyim birlikte geçelim eve?” Çok iyi olurdu ama inat ve trip değil miydi?
“Gerek yok. Sen git. Ben başımın çağresine bakarım. Hadi görüşürüz, selam söyle herkese eksiksiz gelsinler ha!“ onlarında selamı olduğunu söyleyip telefonu kapattı ve benim mesai an itibariyle devam etmeye başladı.
🩺🗡️
Açelya ile akşamki buluşmaya hazırlanıyorduk. Ben; her zamanki pantolon tişört kombinimi yaparken pek sevgili arkadaşım,erkek arkadaşına güzel görünmek adına, elbise giyinmişti. Bu sap halime bir kere daha şükrettim de diyebiliriz.
Tam bir erkek düşmanı olabilirdim. Hançer timi elemanları, adam gibi adam olmasa onlarla da görüşmezdim. Allahtan iyi insanlardı da benim gibi arkadaşları oldu.
Önceden sadece Açelya, Pars ve Özgür vardı yanımda. Onlar için çabalardım hep.
Ama şimdi, dostlarım ve kardeşlerim artınca her zamanımı onlara adadım. Birisi bir yara alsa yarasını görene kadar yüreğim ağzımda gezerdim. Sonra da onların başının etini de yerdim.
“Açelya! Hadi be kızım! Sanırsın sultan huzuruna çıkacaksın. Alt tarafı yemek yiyeceğiz. Ne hazırlandın be?“ merdivenden gelen ayak sesi ile arkamı dönünce göz göze geldik.
Harbiden çok güzel olmuştu. Haki yeşili, belinden aşağısı bollaşan bir elbise giymiş pastel tonlarında sade bir makyaj yapmıştı. Gözlerini ve saçlarını söylemiyorum bile. Gerçekten de aşık olunası bir kızdı. Kuzey’e böyle bir kız bulduğu için helal olsundu.
Şahsen ilk başta Açelya ile karşılaşmamızda o deniz gözlerini ve kumrala çalan saçlarını görünce oturup bir saat zırlamışlığımı hatırlıyordum.
Sanki kendisi çok çirkin, dedi soldaki melek.
Çirkinim…
Kızım yemyeşil gözlerin kumral saçların var. Daha neler, dedi sağdaki melek de.
“Geldim be Delim! Sen bu kadar hazırlanmadan güzelsin. Sana yakışmak için bunlar hep. “ ‘Yav he he!’ diyerek ayakkabılarımı giyip çıkışa ilerledim. Arabaya bindiğimde Açelya da bana yetişip diğer koltuğa oturmuştu.
“Sence Safir abi gelecek mi bugün?” Diye çok yerinde bir soru sordu “Abi mi? Kızım adam Yüzbaşı ve sen ona abi mi diyorsun?”
“Of Delfin çok karamsarsın. Adam, Kuzey’in abisi. Niye abi demeyeyim? Hem sen komutanım mi diyeceksin sanki?” haklılık payı vardı. Şahsen o benim komutanım değildi, hatta hiçbir şeyim değildi.
“Doğru bak bu sözüne diyecek bir sözüm yok Açim.“
Sakin sakin buluşma yerine ilerliyorduk taki bir araba çıkıp bizi sıkıştırana kadar. Henüz Açelya’ya belli etmemiştim çünkü böyle şeylerden çok korkardı. Sükunetli bir şekilde kalarak yanımızdan geçmesi için yol verdim. Fakat sürücü, bize kaza yaptırmak için arkamızda duruyordu. Birkaç defa bir sağ bir sol yaparak kurtulmaya çalıştım ama adam asla vazgeçmiyordu. Tamam kabul edelim azıcık tırsmaya başlamıştım.
Deli yürek bir insan olabilirdim ama bir asker gibi cesaretim de yoktu. Arkamızdaki arabanın tamponumuza çarpmasıyla Açelya da artık durumun farkına varmıştı.
“Delfin o neydi, biri bize mi çarptı? Nol- AAAAAA” Açelya konuşurken arkamızdaki arabanın tekrar bize çarpmasıyla korkusu artmıştı. Bizimle uğraşma nedenini de anlamıyordum açıkçası. Derken Açelya’nın telefon zil sesi doldurdu kulaklarımızı. “Kuzey mi arıyor Açi?” Açelya çoktan ağlamaya başlamıştı. Telaştan telefonu açamıyordu. Hemen sağıma uzanıp telefonu aldım. Arayan Kuzey idi.
Telefonu açıp kulağıma koydum.
“Açim nerede kaldınız? Ağaç olduk hem sürpriz biri de geliyor bugün ab-“ Kuzey özür dileyerekten sözünü kesiyorum kardeşim “Kuzey ben Delfin. Acilen bize yardıma gelmeniz gerekiyor. “ Kuzey şaşkın bir sesle “Del neden sende telefon? Açelya nerede noldu, sorun ne?” Cevap vermeme gerek kalmadan arkadaki arabanın tekrar vurması ve Açelya’nın çığlığı ile Kuzey telaşlanmıştı.
“Kim vurdu arabaya Delfin neler oluyor? Neredesiniz hemen gelelim?” Harika bir gündü gerçekten. Nöbet çıkışı olduğu yetmemiş gibi bir de araba tarafından sıkıştırılmadığımız kalmıştı.
“Kafenin olduğu sokağa gelmeden önce bir cadde var ya. Oraya döneceğiz şimdi çabuk gel- Açelya, kafanı ey!” Dikiz aynasından baktığım sırada arka araçtan birisinin bize silah doğrulttuğunu görünce ilk işim Açelya’yı uyarmak olmuştu. Daha sonra ne olduysa birden oldu.
Arkadaki araç haricinde bir araç göründü ve onunla aynı anda üç farklı el silah sesi duyuldu.
“Delfin, Açelya ses verin artık! Caddeye varmak üzereyiz, dayanın biraz daha. Alo Delfin?” Arkamızdaki araba ağır bir fren sesiyle durmuştu. O anki şok anında ben de durma gereği duydum.
İyi yaptın gerizekalı, diyerek düşüncesini sundu soldaki melek.
Onu hiç umursamadan direkt arabadan indim. “Del gitme nolur yalnız kalmak istemiyorum Del.”
“Açim merak etme arkadaki başka bir araç, etkisiz hale getirdi saldırganları. Bakıp geleceğim. Kuzey, sen de kapat. Durduk zaten, gelirsiniz buraya.“ Kuzey cevap vermeden suratına kapattım telefonu ve arkaya doğru yol aldım. Yavaş ve temkinliydi adımlarım. Bir yanda korkuyor, bir yandan da meraktan çatlıyordum. O yüzden hiçte duramazdım arabada.
Onlara yaklaştıkça birinin hiç durmadan diğerine vurduğunu ve kalan iki kişinin de yerde yattığını gördüm. Oldukça yapılı bir vücudu vardı ayaktaki kişinin. Ayağımın ezdiği bir dal parçasının sesi ile bana döndü. Yüzünü görmem ile adımlarım yere çakılı kaldı. Bizi kurtaran kişi, hastanede yarasını zorla diktiğim adamdı. Beni gördüğüne şaşırmış mıydı yoksa belli mi etmiyordu anlamamıştım açıkçası.
“İyi misiniz, bir yeriniz yaralanmadı değil mi?” Sorusuyla olduğum yerden ayrılabildim ve yanına giderken konuştum “İyiyiz teşekkür ederiz bizi kurtardığınız için buralarda son zamanlarda böyle trafik magandaları artmaya başladı. Gerçekten çok acınası durum.”
“Trafik magandası değil bu köpekler. Teröristler.“ duyduğum şeyle iki adım geri gittim. Gerçekten az önce maganda sandığım kişiler terörist miydi? Şaka olmalıydı. Eşek şakası.
“Safir abi!” Arkadan Açelya seslenince ikimiz de o yöne döndük. Açelya koşarak gelip bizi kurtaran adama sarıldı. “Şükürler olsun iyi ki senmişsin. Öleceğiz diye çok korktum. Çok çok teşekkür ederiz.“ bir dakika o adama Safir abi mi dedi? Bildiğimiz Safir. Hani şu Yüzbaşı, Kuzey’in abisi Safir? “Safir mi? Ne diyorsun Açelya.”
Açelya, ondan ayrılarak bana döndü “Del bu gördüğün Kuzey’in abisi. Namıdiğer Yüzbaşı Safir Viran.“ şaşkınlığımı gerçekten gizlemeyerek gözümü pörtlettim. Ama şaşkınlığını gizlemeyen bir kişi daha vardı sevgili teröristimiz.
“Ne na-, nas- sen Viran komutan mısın?” Adamın sözüyle Safir’in yüzünde küçümseyici bir gülüş belirdi. “Ne o? Şimdiye kadar yüzümü görmeyince tanıyamadım değil mi orospu çocuğu seni? Hepinizi yurdumdan kazıyacağım duydunuz mu? Kadınlarımıza, çocuklarımıza, yaşlılarımıza ve en önemlisi vatanımızın bir parçasına bile dokunamayacaksınız. Bunlar iyi günleriniz.”
Terörist iyice yerin dibine girmişti korkudan. Utanmasa altına bile yapardı şerefsiz.
Yalanın da böylesi, dedi soldaki melek. Adam çoktan yapmış baksana, diye de ekledi.
Soldaki meleğin sözüyle adama döndüm. Keşke dönmez olsaydım.
Bence de keşke dönmeseydin, dedi sağdaki melek. Adam resmen bu anı beklemiş salmak için.
Meleklerim kendi arasında dedikodu yaparken arkadan gelen arabaların kim olduğunu tahmin etmek zor değildi. “Açi, Del!” Muhteşem Özgürümüzün sesiydi ilk duyulan ve sonra tabi ki Kuzeyimizin “Açelya!”
Tabi Açelya. İnsan nezaketen Delfin diye de seslenir adi şerefsiz işte ne olacak, dedi soldaki melek.
Of sen de her şeye takıyorsun,dedi sağdaki melek. Adamın sevgilisi kız. İlk bizi mi düşünecek, diye ekledi.
Haklı.
Kuzey, Açelya’ya koşunca Özgür de bana koştu. Ama atladığı iki şey vardı: Ben ve tribim. Yüzüne inen okkalı bir tokat ile herkes bize dönmüştü.
“Del ne yapıyorsun be kızım, niye vurdun şimdi?”
“Abicim sen anlatmadın mı bana? Telefonda ağzıma sıçt-“ Barlas’ın sözü ile Özgür bir hışımla ona döndü. Barlas pot kırdığını anlamıştı ama çok geçti vesselam. Benden kaçar mıydı? Hayır.
“Demek ağzına sıçtım ha Özgür? Yazıklar olsun. O zaman bu tokat sana az bile. Ağzına sıçtıysam çekip tabancayı götünden vurmam gerekiyordu değil mi?” Derin bir nefes alarak yaklaşım. Bana sarıldı.
“Biliyorum Delim özür dilerim. Aramalıydım seni ama kafam dağınıktı bir de şu piçlerin sınırdan nasıl geçtiğini düşünüyordum, aklımdan çıkıverdi. Yoksa ben senin ne kadar korktuğunu bilmiyor muyum? Hem Kuzey komutanım kızların başı dertte deyince nasıl korktum biliyor musun sen?” Gerçekten acıklı konuştu ve beni çok kolay sakinleştirmenin yolunu biliyor olması kurtarıyordu pisliği.
Kollarımı ona dolayarak başımı göğsüne yatırdım. “Çok korktum be Özgür. Belli etmedim ama nabız 180 atıyordu vallahi.“ başıma bir öpücük kondurarak ayrıldı benden ve Kuzey’e sarılmış olan Açelya’ya giderek ona da sarıldı.
“Size bir şey olsaydı ben ne yapardım?” Sorusuna çok nazik bir şekilde cevap verdim “Sen zil takıp oynardın. Artı bir de şükür namazı kılardın. Ha Açi için bir posa ağlardın. Bu dediklerim benim için geçerli.“ kınayıcı bir bakış atarak o iki şerefsizin yanına gitti.
“Vay orospu çocukları vay! Şansınıza dipçik gibi komutanımdan dayak yemişsiniz. Kıskandım şimdi aferin lan size!“ göz devirdim. Özgür’ün salaklıkları hep aynıydı “Ne o lan şu piç kuruntularını mı kıskandın? Sen meraklanma Safir komutanım seni bir boşluğunda benzetir. Değil mi Aykan komutanım?” Barlas’ın cevabına Aykan şaşkın bir halde cevap verdi.
“Ben ne alaka şimdi lan?” Diyince ağzımdan tutamadığım bir kıkırtı çıktı. Az konuşan biri olarak bu cümle gayet uzundu onun için.
Harbi be bu yüzbaşılar niye konuşmayı sevmiyorlar, diye bir soru yöneltti sol melek.
Ne bililim be komşum. Adamlar put herhalde, diye makul bir cevap verdi soldaki melek.
“Komutanım, bunları alacak birileri var mı biz götürüp gelelim mi?”
Al işte yine az konuşan bir askerden daha ses geldi. Kıyamet kopacak vallahi, dedi soldaki melek.
Abartma be! Aylin gene iyi, diye karşılık verdi sağdaki melek.
Evet arkadaşlar Aylin de çok konuşmayı sevmezdi.
Ama az konuşma konusunda komutanlarını örnek alıyor sanırsam, dedi sağdaki melek.
“Haber verdim, bir ekip gönderecekler Aylin. Özgür, Barlas siz Güney ile bunların başında durun; biz de buluşma yerine gidelim.” Üçüde aynı anda “Emredersiniz komutanım!” Diye karşılık verdiler ama bir kişi Safir yüzbaşının sözüne çok takılmıştı. O da fevkalede benim.
“Hayırdır Yüzbaşı sen nereye? Hatırladığım kadarıyla bir kere bile buluşmaya teşvik etmediniz. Bugünkü teşviğinizi neye borçluyuz?”
Safir bey cevap veremediği için sorumu Atilla cevapladı “Bugün gerçekten çok yorucu bir gündü Del. O yüzden gelmek istemiştir. Hadi biz önden gidelim.“ diyerek kolunu boynuma doladı. Bir yandan da geri kalanlara ‘hadi’ der gibi kaş göz yapmayı ihmal etmedi.
“Yani gerçekten bu şekilde susacağımı mı bekliyorsunuz ?” sorgulayıcı bir şekilde bakakaldılar “Evet, doğru düşünüyorsunuz.“ herkes verdiğim cevap ile rahatlayınca arabalara geçtik. Safir Yüzbaşı da son kez uyarılarını yapıp kendi arabasına binince yola koyulduk.
🩺🗡️
Mekana geleli bir saat olmuştu. Biz geldikten yarım saat sonra Özgür, Barlas ve Güney de gelmişti. Şu anda herkes eğlenmeye başlamış, kendilerini de alkole bir güzel vurmuşlardı. Ben ve Aylin alkol kullanmıyorduk.
Ha bir de Safir Yüzbaşı kullanmıyordu. Gerçi kullanmıyor muydu yoksa ortama güvenemediğinden mi içmiyordu orası muammaydı tabi. Özgür ve Barlas, her zamanki gibi çömez olan Güney ile uğraşıyorlardı. Aylin ve Atilla duyduğum kadarıyla bugünkü operasyon hakkında konuşuyorlardı. Açelya, Kuzey ile çok sakin bir şekilde dans ediyor, Aykan ve Safir Yüzbaşı da ortamı sessizce izliyorlardı. Ve son kalan ben de ellerimi başımın arasına almış ‘Ben ne hata yaptım da bu ortama karıştım?’ diye düşünüyorum.
Telefonumun çalmasıyla daldığım düşünceden uyandım. Babannem arıyordu. Göt korkusundan ayağa kalkıp koşarak dışarıya çıktım. Çünkü müziğin sesinden duyamayınca çok sinirleniyordu. Bir ağacın yanına geldiğimde telefon son melodilerini çalıyordu. Nefesimi kontrol etmeye çalışarak telefonu cevapladım.
“Efendim bab-“
“Ula boh yiyenun uşaği! Ne diye açmaysın ha bu telefoni? Ağaç oldik burada!” diye bağırınca, babaannemin her zamanki hali diyerek cevapladım “Canımın içi ne yapıyorsun? Seni çok özledim be pamuğum.“ cevap gecikmedi tabi ki “Ha özledun da ne diye burada yokisun? Atandun bizu unuttin? Biz buruya sağ miyizdur değul miyuzdur heç sormak yoktir.“ e haklısın da Meliha sultan işte…
“Nenem canım daha ilk aylarım ya o yüzden nöbetlerim fazla. Ama sana söz, ilk boşluğumda geleceğim. Hem ben de hemen alışmak istiyorum buralara. Yoksa seni hiç yalnız bırakır mıyım?”
Babam, beni yetimhaneye bırakınca babama ağır bir fırça çekmiş sonra da evlatlıktan reddetmişti. 18’ime girince yetimhaneden çıkar çıkmaz onun yanına gitmiştim. Sağolsun Açelya da benimle beraber gelmişti. Orada üniversitemi okuyup ilk atamam ile Mardin’e geldim. Ama öğrendiğim kadarıyla geçenlerde babam, babaannemin yanına gidip helallik isteyince babannem dayanamamış ve babamı affetmişti.
Ana yüreğiydi işte, ne yapsan yap dayanamazdı evladına…
Yani oraya gidince babamla karşılaşmam olasıydı.
“Eyi o vakit. İlk boşluğunda ha buraya geleysun ve beni göreysun anlaşuldi mi?” Yüzümde olan derin bir tebessümle cevapladım “Söz pamuğum,Delfin sözü… İlk bulduğum fırsatta yanındayım. Şimdi kapatıyorum, kendine dikkat et ve benim canımı yakma olur mu?”
“He tamam haydi sen gapa. Ben gapatamayrum şu illet şeyi. Sen de tikkat et güzel torunum!“ görmeyeceğini bilsem de kafamı sallayıp telefonu kapattım. Dolan gözlerimi silerek arkamı döndüm.
Döndüm ama bir de ne göreyim? Bir adet yüzbaşı:Safir.
“Hayırdır yüzbaşı birine mi baktın?” İlginç bir sakinliği vardı.
“Evet, sana baktım. Koşarak çıkınca merak ettim.“ açıkçası şaşırmıştım.
“Babannem aradı o yüzden koştum.” birkaç saniye gözüne baktıktan sonra cesaretimi topladım “Ayıp olmazsa bir şey sorabilir miyim?” Kafasını onaylar bir şekilde salladı “Niye normalde gelmediğin buluşmaya geldin? Özel bir nedeni mi var?”
“Evet, özel bir nedeni var. Yoksa yine gelmezdim.“ çok açıksözlüydü.
“İçerideki herkesi tanıyorum ama senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Senin için de bir sakıncası yoksa konuşabilir miyiz?” Bu teklif ani geldiği için şaşkın bir ifade ile göz kırptı. Benden böyle bir atak beklemiyordu sanırım.
Adama tanışma teklif ettin resmen Delfin. Bırak da şaşırsın. İki dakika önce öldürekmiş gibi baktığın için beklememiştir senden böyle bir adım, dedi sağdaki melek.
“Şaşırdım. Senden böyle bir teklif beklemiyordum açıkçası.” kendi de dile getirmişti. Bir adım atıp elini uzattı bana “Tamam haklısın. Hadi tanışalım bakalım!” ben de elimi ona doğru uzattım ve tuttum uzatılan eli “Ben Delfin. Burada doktorluk yapıyorum. 26 yaşındayım. Tek çocuğum ama bir sürü kardeşim var.“ bu noktada içeriyi işaret etmiştim “Bir babannem var. Trabzon’da yaşıyor. Çok duygusal, merhametli bir kızım ama canım yanarsa karşimdakine acımam.” durup nefes aldım “Bir de en önemlisi çok konuşkanımdır. “ dudaklarında yarım bir gülüş belirdi.
“Ben de Safir. Askeriyede Yüzbaşı olarak görev yapıyorum. Hançer timinin komutanıyım. Benim de bir sürü kardeşim var ama tek çocuğum esasında. 28 yaşındayım. Çok sert bir yapım var mesleğim gereği. Canım yanarsa değil karşımdakini, bütün dünyayı yakarım.“
Vallah ne yalan söyleyelim etkilendik, dedi soldaki melek.
Bu sefer karşı gelmeyeceğim gerçekten etkileyiciydi, diye ekledi sağdaki melek.
“O zaman tanıştık. Bu arada bana herkes gibi Del diyebilirsin.“ kafasını yere eğerek iki yana salladı “Gerek yok. Ben sana Delfin derim. Hadi şuraya oturalım.“
Yaklaşık iki dakikadır ne o ne de ben konuşmamıştık. Yanımda bir hareketlenme oldu “Hiç anne ve babandan bahsetmedin. Onlar neredeler?” En çok korktuğum soruyu sormuştu işte.
“Normalde çok anlatma taraftarı değilim ama içerideki herkes bildiği için hikayemi anlatayım sana. Annem, teröristlerin bir saldırısında şehit düştü. Babam da annemin ölümünde beni suçlu bulduğu için beni yetimhaneye verdi. Özgür ile de öyle tanışmıştık. Devletin imkanlarıyla tıp kazandım. Sonra da Açelya ile buraya atandık zaten. Sen de tek kardeş olduğunu söyledin. Kuzey senin kardeşin değil miydi? Soyadlarınız da aynı.“ sorumu cevapsız bırakarak başka bir soru yöneltti.
“Başın sağ olsun. Peki hangi yıl vefat etti annen?” Neden sorduğunu anlamamıştım ama yine de cevapladım “2012 yılında Hakkâri saldırısında şehit düştü. Niye sordun ki?”
Kafasını salladı. Eli çenesini sıvazlıyordu bir yandan da “Senin sorunu cevaplayabilmek için sordum. Kuzey ile biz üvey kardeşiz. Benim de annem ve babam o saldırıda şehit düştü. Daha sonra Kuzey’in anne ve babası beni evlatlık aldılar. Ama biz önceden de tanışıyorduk çünkü Kuzeyin babası benim babamın amcasının oğlu. Soy adlarımız da o yüzden aynı.“ dedikleri baya bir etkilemişti beni. Şaşırmıştım.
“Senin de başın sağolsun o zaman.“
“Vatan sağ olsun!”
Sakin sakin ilk konuşmamızdı bu. Tanışmamız bile olaylıydı. Tam bir şey söyleyecekti ki içeriden gelen seslerle ikimizin de kafası o yöne döndü.
“En iyisi gidelim.“ diyerek ayaklandı. Bem de ona ayak uydurarak ayağa kalktım. İçeri girdiğimizde hepsi sarhoş sarhoş şarkı söylüyorlardı. Çok az içen Aykan ile Aylin bile hafif ehli keyif olmuşlardı.
“Allahım ben niye bunların içerisindeyim? Ya rabbim sabır ver!” diye kendi kendime konuşurken yandan bir ses “Amin!” diyince istemsizce sevinmiştim. Yanımıza doğru gelen Özgür ile başıma gelecekleri tahmin ediyordum.
“Delim! Gel seninle iki göbek atak kız! Aaa ruh yüzbaşı da buradaymış. Hoş geldiniz efenim.” gözlerimi bölerterek Özgür’ü tutmaya çalıştım. Tabi ki de koca adamı tutamadım ve imdadıma Safir yetişti.
“Ruh mu? Ulan Özgür, sen bir ayıl. Gör bak ben nasıl vıcığını çıkartacağım. Ruh ne be dingil?“
Gerçekten hapı yutmuş olabilirdi. Arkadaş da olsa zeki biri olmalıydı belli ki. Gözüm, akıllı olduğunu düşündüğüm Aykan ve Kuzey’i aradı. Bakın Açelya demedim çünkü canım benim gayet salak bir arkadaşımdı. Fakat anladığım kadarıyla Kuzey de aşk sarhoşu olduğu için yavaş yavaş Açelyalaşmaya başlamıştı. Aykan da şu anda pek sağlıklı görünmüyordu.
Kafasını elinin üstüne almış leyla leyla Aylini izliyordu. İkisi arasında bir şey dönüyordu ama bununla sonra ilgilenecektim. ‘Ne yapacağız?’ der gibi Safir’e dönünce derin bir nefes verip ilk önce Özgür’ü yere bıraktı. Pardon fırlatmıştı. Daha sonra müziği kapattırmaya gitti. Her hareketini dikkatli bir şekilde izliyordum. Müziği kapattırdı ve garsona bir şeyler söyledi.
Muhtemelen taksi çağırmıştı. Aksilik şu ki mekanda bizim haricimizde bir grup daha vardı kadınlı erkekli ve en kötüsü, onlar da sarhoştu.
Daha sonra Safir, yanıma geldi ve kolumdan tutarak masaya yönlendirdi beni “Kahve söyledim hepsine. İki dakika arabaya gidip geliyorum. Sen burada dur şunlarla bir sıkıntı çıkmasın.” diyerek yandakileri gösterdi.
Açıkçası bir tırsmadım da değildi. Bir şey olursa şu halimle nasıl engelleyecektim merak ediyordum. Bugün yeterince aksiyon yaşamıştım bir daha yaşamakta istemezdim.
…….
❣️BÖLÜM SONUUUU!!
İLK BÖLÜM YORUMLARINIZI BEKLİYORUMMM
DİĞER BÖLÜMLERDE GÖRÜŞMEK ÜZEREE❣️❣️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.53k Okunma |
5.77k Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |