
HELOOO. HEPİNİZE SELAMLARRR!!!
YENİ BÖLÜMLE BURADAYIM EFENİM. KEYİFLİ OKUMALAR DİYİP SİZİ BÖLÜMLE BAŞ BAŞA BIRAKIYORUM.
OY VE YORUMLARINIZI DÖRT GÖZLE BEKLİYORUMMMM❣️❣️
……
Hançer timini evlerine uğurlamış, Ulu abime ve Pars’a da yataklarını hazırlamıştım. Pars ve Özgür, yorgun olduğunu söyleyip yatmıştı.
Pars bugün oldukça agresifti ve Kaya abim ile konuşmasından sonra sakinlemiş gibi görünüyordu.
Biz de çok üstelememiştik içeriye girdiğinde.
Elimde üç kahve ile balkona yöneldim. Üç kardeş olarak herkesi uyutup balkon sefası yapma kararı almıştık.
“Buyrun efendim! Kahveleriniz.”
“Sağ ol kardeşim. “ Ulu abime gülümseyip yanına oturdum. Kaya abim çok dalgındı. Bir şey düşündüğü belliydi ama her ne düşünüyorsa canını sıkıyordu.
“Abiciğim, neden böylesin?” Daldığı düşünceden kopup gerçek dünyaya giriş yaptı.
“Efendim, ne dedin Delfin?” Kaşlarımı çattım “Neden bu haldesin diye sordum abi. Çok dalgınsın. Bir şey mi dedi Pars?” Kafa salladı “Yok abim. Başka bir şey düşünüyordum. “ kahvemden bir yudum aldım “Anladım abi. “
“Adar’ı özlemedik mi ya?”
“Hem de nasıl özledik abi ya! Sabah konuştum ama özlemim geçmedi bir türlü. “
Derin bir nefes verdi Ulu abim. “Acaba annemler ile arası nasıldır? Sordukça sözü kaynatıyor bir yerlere. Hiç bahsetmiyor. “
“Canını sıkıyordur onlar hakkında bahsetmek belki. Yoksa ne diye konuşmak istemesin?”
Ah abim ah! Umarım anlatmak isteyip de anlatamayacağı şeyler olmuyordur.
“Sence ne diye bahsetmiyor Delfin?” Omuz silktim dudak büküp “Bilemem. Her türlü ihtimal olabilir. “ durdum bir süre “Siz hiç konuşmadınız mı annenizle?”
“Ben Ankara’dayken konuşmuştum. Sesi normal geliyordu. “
“O zaman bahsetmek istemediğindendir. Yarın geç olmadan görüntülü ararız. Olmaz mı?”
Çok iyi olurdu hem de!
“Olur abi. Hem bizi Delfin ile görürse mutlu da olur. “
“Evet evet. Çok sevinir. “
“O zaman arıyoruz yarın ilk iş. “
Şu anda tek temennim Adar’ın iyi olmasıydı. Çünkü kendi yaşadıklarımı yaşasın istemiyordum. Bunu en çok hak etmeyen oydu.
Elimi Ulu abimin omuzuna vurdum “Ee abi? Dökül bakalım, alıştın mı Ankara’ya?”
“Alıştım Delfin. Pars ile tanışınca sağ olsun her şeyime yardımcı oldu. “
“Bu Pars, nasıl biri sence?” Kaşlarımı çattım. Niye soruyordu ki Kaya abim böyle bir şeyi?
Tanımak istiyordur Delfin, dedi sağdaki melek.
Belki de bir şeyden şüphelendi, dedi soldaki melek de.
İyi de neyden?
“Bilmem. İyi gibi duruyor. Neden sordun?”
Kahvesinden sakince bir yudum alırken konuştu “Sadece ufak bir soruydu.”
“Bir şeyinden rahatsız mı oldun abi? Sonuçta biz beraber büyüdük, yani çok yanlış hareketlerini görmedim. O yüzden diyorum. “
Eliyle çenesini sıvazlamaya başladı bu sefer de. Bir şey olmuştu artık kesinlikle emindim.
“Delfin, senin bir sevdiğin var mı?” Pat diye sorduğu soru ile olduğum yerde kalakaldım.
Var, dedi soldaki melek.
Ben niye bilmiyorum? Dedi sağdaki.
Nasıl bilmiyorsun ya? E Safir var ya, dedi soldaki yeniden.
Bence onu ben değil sen seviyorsun. Safir aşağı Safir yukarı. Ne Safirmiş arkadaşım ya!
Onlarla tartışmayı bırakıp abime döndüm “Neden böyle sordun durduk yere?”
“Evet abi. Konusu bile açılmamışken? “
“Öğrenmek istedim sadece. Kardeşimizin bir sevdiği varsa tanımak isterim. O sebeple yani.” Kaşlarımı kaldırarak gözünün içine baktım.
“Pars sana ne dedi abi?”
“Hiçbir şey demedi, Delfin? Pars’tan çık artık. Onluk bir şey yok.”
İnanmıyordum böyle olduğuna. Çünkü kaç haftadır sormayan abimin aklına birden bire böyle bir soru sormak nasıl geldi anlamadım?
“Peki, cevabım seni rahatlatacak mı?”
“Gönlümden geçen olursa neden olmasın?” Kısıkça güldüm. “Sevdiğim yok abi. Rahatlatıcı cevap buydu sanırım. “
“Emin misin?”
“Abi yok dedi ya. Daha neyi üsteliyon?”
“Sen sus bakayım, savcı. Konuşuyoruz normal normal. “
Ya sabır çekiyorum bilmem kaçıncı kez. “Abi yok dedim ya. Olsa derdim herhalde. Gerçi anlar mıydım olsaydı da orasını bilemiyorum.”
“Anlardın merak etme. “ dedikten sonra ayağa kalktı. “Haydi bana müsade. Dinlenelim yarın erkenden gideceğiz tugaya. Size iyi geceler. “
“İyi geceler abi. “ Ulu abim cevap verirken ben sadece gülümsemekle yetinmiştim. Hemen Ulu abime döndüm, Kaya abim çıkınca balkondan.
“Sence bir şey mi ima etmek istedi yoksa bildiği bir şey mi var?” Kaşlarını çatarak kahvesinin dibini içti. “Bilemiyorum. Abimi iyi tanıyorsam ya senin birini sevdiğinden şüpheleniyor ya da biri seni seviyor. “
“İyi de biri beni seviyorsa benim birini sevip sevmememi ne diye sordu ki?”
“Sevdiğin kişi için.” Bu sefer kaşlarını çatan taraf bendim. “Ne alaka ya! Ben hiçbir şey anlamıyorum. “
Omuzuma kolunu atıp göğsüne çekti başımı “Boşver bücür. Abi o. Bir bildiği vardır.”
“E sen de abisin. Sen ne diye yapmıyorsun öyle şeyler?” Kıkırdadı “Ben ikinci abiyim. Onun cephesi ne zaman düşer, o zaman ben devreye girerim. Aksi halde ne diye beynimi ve bedenimi bu tür şeylere yorayım ki?”
“O ne be? Savaştaymış gibi. Abiliğin sırası mı olur? Onun göremedi veya yetişemedi yerlerde sen devreye girersin; senin yetmediğin yerlerde de o devreye girer. Buna kardeşlik deniyor. “
“Hiç düşünmüyorum demedim bücür. Devreye girmiyorum dedim. Yoksa ben de abiyim yani. Çokta iyi abiyimdir ha! Aramızda kalsın bazen abimden bile iyiyimdir.”
Alttan yüzüne baktım inanmayan gözlerle “Nedense göremiyoruz biz.”
“Alttan alttan koruyorum sizi de ondan. “
Bak sen ya! Alttan koruyormuş. “Şaka bir yana abi. Bu dediklerim sana takıldığımdan. Sen olmasaydın hep eksik olurdu bir yanımız. İyi ki varsın, iyi ki varsınız. “
Kafamın üzerini öpüp çenesini koydu öptüğü yere “Sen de… Sen de iyi ki varsın Delfinim. “
🗡️🩺🗡️
Toplantı odasına doğru sert adımlarla ilerliyordu Kaya. Dün Pars ile konuşmasından sonra dalgınlaşsa da Delfin ile konuştuktan sonra kendine gelmişti.
Şimdi de Gökhan albay, Hançer timini toplantı salonuna çağırmıştı. İçeriye girdiğinde herkesin gelmiş olduğunu gördü. Ama fazladan iki kişi de vardı: Pars ve Ulu.
Sanırım dün bahsettikleri tim, Hançer; yakalayacakları adamlar ise Ejder ile Tankut’tu. Safir’in yanında yerini aldığında kaşları çatıktı. Açıkçası beklemiyordu.
“Demek o tim biziz ha!” Kafa salladı Ulu. Abisi ile saha görevine çıkmak içten içe heyecanlandırmıştı.
“Demek ki sizmişsiniz. “
“Benim anlamadığım, sizin bizim yanımızdaki işlevinizin ne olduğu.” Aylin’in konuşması ile ona döndü Pars. “Birazdan öğrenirsiniz Gökhan albaydan, Aylin. “
Göz devirdi bu dediğine “Orasını anlayabiliyoruz zaten, Pars. O kadar çalışıyor kafamız. “
‘Anlaşılan hala agresif.’ diye geçirdi içinden Kaya. En kısa zamanda konuşup Delfin’e kendisini açıklamasını istediğini söyleyecekti. Bu kıskançlık zarar verecekti belli ki.
“O zaman sorma,Aylin. “
“Sen de ters cevap vermesen mi acaba, Pars? “ Aykan da sabırlı olmasına rağmen sinirlenmişti Pars’ın tavrına. Aylin’e sert çıkması damarlarındaki kanı kaynatıyordu. Sağlığı için iyi davranmalıydı, Pars.
“Gayet normal cevap verdim yüzbaşım. “ elini masaya vurdu, Safir “Kesin atışmayı!” Daha sonrasında Pars’a döndü.
“Eğer bizimle görev yapacaksan timimdekiler ile saygılı bir şekilde konuş savcı. Aksi halde bu görev başlamadan biter!”
Netti Safir. Timde huzursuzluk çıkartacak olursa acımazdı.
“Gökhan albaya da de onu, olur mu Safir?“ ismini vurgulamıştı. Zaten Delfin’e yakınlığı canını sıkıyordu. Bir de burada kendisine emir vermesi iyice delirmesini sağlıyordu Pars’ın.
Artık Kaya el atmak zorunda kalmıştı. Aksi taktirde ikisi de düellodaymış gibi birbirine saldıracaktı. “Yeter arkadaşlar! Askeriyedeyiz. Gökhan albay gelirse sorun olur. Yapmayın!”
Uyarısı ile durulmuşlardı. Ama gözler yalan söylemezdi. Aralarındaki çekişme sürecekti belli ki.
Çok geçmeden Gökhan albay da geldi toplantı odasına. Hepsi ayağa kalktı bir hışımla.
“Hoş geldiniz çocuklar!”
“Sağ ol!”
“Oturun! Bu bir emirdir!” Verilen komut ile kalktıkları yere çöktü hepsi.
Hepsinde tek tek gezdirdi gözlerini. Yüzlerindeki gerginliği görmeyecek kadar kör değildi. Umuyordu ki bu gerginlik aralarında olmasındı.
“Hepiniz burada olduğunuza göre, az biraz görevinizi biliyorsunuzdur çocuklar. Ulu ile Pars savcı sizlere sahada delil toplamanızda yardımcı olacaklar. Böylece çeteyi daha hızlı bir şekilde çökertmeyi amaçlıyoruz.”
“İyi de komutanım delil toplamayı biz de yapmıyor muyduk? Savcılar neden?”
Ellerini masanın üzerinde birleştirdi, Gökhan albay. “Hepinizin başlıca görevleri var Kutlu. Sen nişancısın, Barlas istihbarat, Özgür ağır silah gibi… Delil toplama için de savcı destekli ilerlemek işimize gelecektir. “
“Komutanım, peki sahada nasıl olacak? Sonuçta saha görevlerine bizim kadar hakim değiller. “ Atilla’ya döndü Ulu “Sizin kadar olmasa da saha görevlerine çıktık, Atilla. O yüzden hakimiz. “
“Yetmez!” Dedi Safir. “Çıktığınız görevlerin tehlike oranı neydi? Bizim çıktığımız görevlerde dönüş yüzdesi çok azdır. Aynı zorlukta olmaz.”
“Devrem haklı.” Dedi Aykan. “Ne kadar zorlu bir görevdi çıktıklarınız?”
“Her görevin bir zorluğu vardır, çocuklar. Elbette sizin çıktığınız saha görevleri kadar tehlikeli görevlere çıkmadılar. Ama elbet bir yerden başlamalılar. “
“Tamam da komutanım, nasıl korunacaklar?”
“Orasına da siz karar vereceksiniz, Özgür. Komuta her zamanki gibi Safir’de olacak.” Ulu ve Pars’a döndü “Siz de ne pahasına olursa olsun sözünden çıkmayacaksınız. Orada birer asker gibi emre bağlı olacaksınız. Kafanıza göre iş yapmak katiyen yasak! Anlaşıldı mı?”
Ulu kabul etmişti. Saha görevlerinde komutan ne pahasına olursa olsun emrindekilere canı pahasına göz kulak olmalıydı, bunu biliyordu. Ama Pars Safir’in emrinde olmak istemiyordu. Çokta belli ediyordu. Fakat istemese bile kabul etmişti. Bu görevi istiyordu. Safir ile arasındaki meseleyi görev anında rafa kaldırabilirdi.
Ayağa kalktı Gökhan albay. Onunla birlikte de diğerleri tabi ki. “O zaman ilk görev emrine kadar istirahat edin beyler. Çünkü çok zorlu ve yorucu bir görev sizi bekliyor!”
“Emredersiniz komutanım! “ Gökhan albayın çıkması ile rahat konuma gelmişlerdi. Şimdi hepsi gelecek görev emrini bekleyecekti. Bu süre zarfında da bol bol eğitim ve plan yapacaklardı tabi.
O iki adam için kaç can feda edeceklerdi bilmiyorlardı. Ama bildikleri tek şey vatanlarını onların eline bırakmayacaklarıydı. Köklerini kurutana kadar savaşacaklarıydı.
🗡️🩺🗡️
Yine sıkıcı nöbetlerden birindeydik. Bu sefer Açelya ile aynı zamana denk gelmişti. Tek tesellim oydu sanırım. Çünkü Açelya olmadığı zamanlarda hemşire odasında uyuyarak geçiyordu yalnızca zamanı.
Kafamı kaldırdığımda elinde iki kahve ile sırıtarak gelen Açelya’yı gördüm. Bazen bu kızın enerjisinin nereden geldiğini düşünmüyor değildim. Günü ne kadar kötü geçerse geçsin kendini hep motive etmenin bir yolunu buluyordu.
“Biraz molayı hak etmedik mi Delim ya!” karşımdaki sandalyeye oturdu.
Haklısın Açi zaten bir saattir aralıksız oturan biz değildik, dedi soldaki melek.
Vallahi haklı. Zaten bugün acil çok sakindi ilginç bir şekilde.
“Ettik ettik. Maşallah bugün acil pek bir yoğundu değil mi ama?” Sırıtarak göz devirdi.
“Sus kızım ya! Haftalar sonra bir ilk şu anda. Nazar etme.”
“Ne nazar olacak ya. Şu kahvemi içsem yeter bana sonra yoğunlaşacaksa yoğunlaşabilir. “
Kahvesinden bir yudum alıp konuşmaya başladı “Sen değişiksin gerçekten ya! Beyin ile çok mu uğraşıyorsun acaba? İyice saçmalamaya başladın da çünkü.”
Mala bakar gibi baktım.
Kız beyin cerrahı olduğu için uğraşıyor olabilir mi acabası Açelya? Dedi soldaki melek.
“Açelya Allah aşkına başka ne ile uğraşacaktım? İşim ya bu benim.”
“Aman be Delfin. Zaten yorgunum ne konuştuğumu biliyor muyum ben?”
Kısa bir kahkaha attım “Alemsin ya Açi!”
“Abimler ile anlaşacaklar mı bizimkiler sence?” Dudağımı büktüm “Bilmem. Anlaşmamaları için bir sebep yok. Hem artık beraber de çalışacaklarmış da.”
Heyecanla kafa salladı “Hem belki Kuzey ile kaynaşırlar iyice. “
O zor ya Açi. Kuzey’e kök söktürecek bence.
Tabi ona öyle demedim.
“Kaynaşırlar kaynaşırlar. Eminim. “
“Dün gergindi bayağı ama görev stresindenmiş öyle dedi bana.”
“Olabilir. Yeni yer daha zorlu bir görev olacak onlar için. Umarım sağ sağlim çıkarlar.”
“Umarım. “ kahvedeki son yudumumu da almıştım bu arada.
“Ben biraz uyusam Delfin ya! Bayılıp kalacağım yoksa.” Kafa salladım.
“Tamam. Ben de geleyim yanına. Burada işim yok zaten. “ aynı moda kalkıp kapıya ilerledik. Tam çıkacakken kantinden, acilin girişinde peş peşe ambulansların gelmesiyle kalakaldık bulunduğumuz yerde.
Ağlar gibi ses çıkarttı Açelya. “Sen cidden dualarını eksik ediyorsun arkadaşım. Aksi halde bu kadar çabuk hasta gelmesi mümkün değil!”
“Ne dua ettim be ben?”
“Sence? Kahvem bitince yoğunlaşacaksa yoğunlaşsın diyen sen değil miydin?”
“O dua mı Açi ya!”
“Aman neyse ney yani! Dedin mi dedin!”
Doğru; dedin, dedi sağdaki melek.
Hainlik mi? Yakıştıramadım.
Üzgünüm Delfin. Ben yalan söylemem, diye kendini savundu bu sefer de.
Ben yalancının tekiyim zaten meleğim.
Ara sıra nitelikli yalancılık yaptığın doğrudur, dedi soldaki melek.
Büyükçe göz devirmekle yetindim.
“Doktor!”
Hastaların yakınlarının bağırması ile tartışmayı bırakıp girişe koştuk. Ambulanstaki hastaları daha yeni indiriyorlardı.
Önüme çıkan ilk hastaya yöneldim “Durum nedir?”
“Asker uğurlama konvoyunda kaza, hocam. Bu hastamız 36 yaşında kadın. Vital bulguları normal. Açık olan tek yarası kafasında.”
Kendi kendime mırıldandım “Ama iç kanaması olabilir. Hemen genel cerrahiye haber verin.”
Onu gönderdikten sonra arkadaki ambulansa yöneldim. Açelya ve gelen diğer iki nöbetçi doktor çoktan hastalarını alıp girmişlerdi içeriye.
“20 yaşında erkek hasta. Vital bulgularında solunum ve tansiyon normal. Fakat iç kanaması var.”
Yarasına baktığımda karnına saplanmış bir parça olduğunu gördüm fakat iç kanaması olduğuna göre çıkartma anında hareket etmişti içeride. Kafasında da ciddi bir hasar görünüyordu.
“Hemen içeriye alıyoruz hastayı!” Sedyenin bir tarafında ben bir tarafında ambulans hemşiresi acile doğru koşuyorduk.
“Hastalar bu kadar mı?” Bu kadar mı dediğim de on iki hastaydı. “Birazı da diğer hastanelere nakledildi, hocam. “
“Anlaşıldı. “
Acile geldiğimizde hemen genel cerrahiden Hasan bey karnındaki yaraya bakıyordu. Ben de kafasındaki yara ile ilgileniyordum. Beyin kanaması riski vardı. Çok ciddiydi yarası.
“Delfin hocam! Benim hastayı ameliyata almam gerekiyor.”
“İlk önce tomografiye alalım hızlıca. Dayanabilecek mi Hasan hocam? Kafasındaki yara da ciddi çünkü. “
Kafa salladı “Hemen alalım o zaman, hocam!”
Hızlıca tomografiye sokmuş ardından da ameliyata almıştık hastayı. Tahmin ettiğim gibi beyin kanaması vardı. Ve oldukça ciddiydi durumu. Riskli bir bölgedeydi.
Karın bölgesindeki yarasının da karaciğerinde olduğu belli olmuştu. Ciddi gibi görünmeyen iç kanaması da riskli bir bölgedeydi.
“Klemp… Tampon yapalım. “ Hasan hoca ile aynı anda başlamamız vakit kaybını azaltıyordu. Bir yandan kan takviyesi yapıp bir yandan da işimize bakıyorduk.
Aynı zamanda da arkadan her zamanki gibi klasik müziğimi açmıştım.
Meditasyona mı giriyor ameliyata mı belli değil, dedi soldaki melek.
Bırak nasıl rahat ediyorsa öyle olsun be komşum, dedi sağdaki melek de.
Ne yalan söyleyeyim ameliyattaki bir meditasyon gibi hissediyorum. Bizler rahat olmazsak hasta için iyi olmazdı çünkü.
“Bir asker uğurlaması kim bilir kaç kişinin hayatına mal oldu?” Sıkıntılı bir nefes verdim. “Bilemeyiz onu, hocam. Ama en az kayıpla atlatmanın bir yolunu bulacağız. “
Yarım saattir ameliyattaydık ve benim işim neredeyse bitmişti. Hasan hocaya baktığımda ciddi bir şekilde ameliyatına devam ettiğini gördüm. Yara zorluyor olmalıydı. Kanaması da durmak bilmiyordu bir türlü.
Derince bir nefes verip oturduğum yerden kalktım. “Benim işim bitti, hemşire hanım. Dikişe geçebiliriz. “ kafa salladı “Tabi ki hocam. “
“Hasan hocam, nasıl gidiyor?”
Alnı boncuk boncuk parlıyordu. Stresliydi bayağı.
“Gitmiyor Delfin hocam. Kanamayı durduramıyorum. “ kaşlarımı çattım. “Aortta yırtık yok değil mi? “
Kafa salladı “Aort sağlam. Karaciğer arteri zedelenmiş. Hasar çok büyük. “
“Zedeli yeri alın o zaman. Zaten kendini yenileyen bir organ değil mi, karaciğer?”
“Öyle. Ben kurtarmak için çabalıyorum. Fakat olmuyor. Son çare olarak yapacağız. “
Organın zedeli kısmını almak için gerekli işlemleri yapmaya başladı. Gerçekten biz doktorlar bazı durumlarda çok zor kararlar veriyorduk. Buradan çıktıktan sonraki hayat kalitesi için de çabalıyorduk aynı zamanda.
Kafasındaki dikiş işlemleri de bitince ameliyathaneden çıkmak için son kontrollerimi yapıyordum. Birden monitörden gelen ses ile hastaya döndüm. Kanaması vardı.
“Hocam! Neler oluyor?” Hasan hoca telaşla kanamanın kaynağını arıyordu fakat kanamadan dolayı görünmesi zorlaşıyordu.
“Ana arter delindi Delfin hocam!” Hayretle gözümü açtım. Nasıl olur da delinirdi?
“Tampon yapın. Bas bas bas!” Ben de yanlarına gidip tampon yapmaya başladım.
“Hemen iki ünite daha kan getirin. Çabuk!”
“Tamam Delfin hocam!” Nabzı çok düşüyordu. Eğer kaynağın yerini bulamazsak kalbinin durması kaçınılmazdı.
“Yok yok yok! Nerede bu delik!” Kanamadan gözlerimi Hasan hocaya çevirdim. “Sakin olun! Telaş yaparsanız bulamazsınız. “ göz bebekleri iyice büyümüştü. Adrenalin seviyesi had safadaydı şu anda. Kendini dizginlemezse sağlıklı düşünemeyecekti.
“Hasta VF’ye girdi hocam!”
“Allah kahretsin! Delfin bir şey yap!” Kafa sallayıp hemşireye döndüm.
“Hemen defibrilatörü hazırlayın!” Hızlıca kalp masajına başladım. Hastayı kaybediyorduk. Kaçınılmaz son yaklaşıyordu.
Elime aldım hemen, defli kaşıklarını. Hemşire de jeli sıkmıştı üzerine. Birbirine sürtüp yaydım güzelce. “120 joule ayarla!”
“Hazır!”
“Çekilin!” Hemen göğsüne verdim şoku. Ufak bir ritimden sonra yine düz bir çizgi oluştu monitörde.
“Bir daha!” Birkaç defa daha denediğim halde hasta dönmüyordu. Dudaklarımı birbirine bastırarak nefesimi verdim. Hastayı kaybetmiştik. Hasan hocaya döndüm. O da mahvolmuştu.
“Hastanın ölüm saati:23.42.” Eldivenlerimi çıkartıp Hasan hocanın omzuna dostça vurdum. Bizim dilimizde bunun önemi büyüktü. ‘Sen elinden geleni yaptın, daha fazla üzülme.’ demekti.
Dışarıya çıktığımda önlüğüm ve bonemi de çıkartmıştım üzerimden. Hasta yakınlarının olduğu tarafa ilerlerken çok zorlanıyordum. Doktorluğun en zorlu yanı buydu sanırım. Hasta yakınlarına o acı haberi vermek. Umutla beklersin, ufacık da olsa gelecek olan iyi haberi. Fakat o umut pamuk ipliğine bağlı olan hayat gibi kopar ufacık bir haberde.
Otomatik kapı açılınca önümde birkaç kişi belirdi. Arka tarafa baktığımda Atilla ve Safir’i görmeyi beklemiyordum. Çok yakın değillerdi buraya fakat çok uzak da değillerdi. Belli ki olay çıkmasın diye buradalardı. Ellerini arkalarında bağlamış bekliyorlardı.
Hüzünle baktım gözlerine. Analadılar tabi hemen. İkisi de ağırca gözlerini kapattı. Derince bir nefes alıp hasta yakınlarına döndüm.
“Oğlum nasıl doktor kızım? İyi de lütfen!” Gözlerim doluyordu yavaş yavaş. Umarım ağlamazdım önlerinde. “İki tane ağır yarası vardı. Kafasında ve karnında. Karnına giren çubuk karaciğerinde ciddi hasara sebep olmuştu. Kafasındaki hasarı hallettik fakat…”
Babası olduğunu düşündüğüm kişi göz temasını asla kesmiyordu. Annesi de zaten ayakta zor duruyordu.
“Fakat ne doktor?”
Söyle direkt, dedi sağdaki melek.
Evet. Zaten her söz o sona çıkacak, dedi soldaki de.
Ellerim uyuşuyordu. Bayılıp kalmazsam iyiydi.
“Karaciğerindeki hasar çok uğraştırdı, almaya karar verdik. Oluşan bir komplikasyon sonucu maalesef oğlunuzu kurtaramadık. Başınız sağ olsun.”
Annesinin feryadı ile ona döndüm. Titrek bir nefes daha verdim. İşte bu an yıkımdı. Herkes mahvolmuş bir yerlere çökmüş ağlıyordu. Babası ise göz temasını asla kesmemişti. Bu beni gerse de Safir ile Atilla burada olduğundan sakin kalmaya çalışıyordum.
Ağırca yaklaştı bana. “Şimdi sen bana oğlun öldü mü diyorsun doktor?” Safir’e baktığımda ellerini çözmüş kaşlarını çatmıştı. Yavaştan da buraya yaklaşıyordu.
Babasına geri döndü gözüm. “Oğlun kendi uğurlamasında şehit mi oldu diyorsun yani?” Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Asker uğurlaması olan genç çocuk içeride bizim ameliyat ettiğimiz hasta mıydı?
“Başınız sağ olsun tekrardan.” Dedim yeniden. Zaten başka ne denebilirdi nasıl teselli edilebilinirdi ki?
Yanından geçerken koluma yapıştı. Kalakaldım öyle. “Ne suçu vardı oğlumun? Ne günahı vardı da çok istediği vatani görevine giderken bu başıma geldi?” Ellerini yakama yapıştırdı hızla.
Safir de arkadan tam müdahale edecekken elimi kaldırıp durdurdum onu. Bu tarz hareketlere alışkındık. Daha büyük bir olay olursa izin verecektim ona.
“Hiçbir suçu yoktu. Oğlunuz şehit oldu. Bu eminim ki onun için çok gurur verici bir olaydır. Sizin için de öyle. “ kafa sallayıp gözünden bir yaş düştü. Sağ eli ile kalbime sert olmayacak bir şekilde vurmaya başladı bir yandan da ağlıyordu artık.
“Sen elinden geleni yaptıysan diyecek hiçbir şey yok. Taktir ilahi, değil mi?” Elleri yakamda dizlerinin üzerine çökünce ben de onunla birlikte çöktüm yere. Herkes hıçkıra hıçkıra ağlıyordu artık.
Dolu olan gözlerimi kapatınca bir yaş döküldü yanağıma. Her ölüm haberi verdikten sonra böyle oluyordum. Hele bu haber şehit haberiyse kendime gelmem zor oluyordu.
“Ne mutlu ona ki bu mertebeye ulaştı. Onun adına çok mutluyum. Eminim gittiği yer çok güzeldir. “ kafasını salladı acıyla. Kollarımı babasına dolayıp tesellime devam ettim. Çok zordu onlar için de. Evlatlarını kaybetmişlerdi sonuçta.
Beş dakika falan öyle durduktan sonra kendisi kalktı yerden. Ben kalakaldım ama. Yüzümdeki yaşları silip tam kalkacakken kafamın üstümdeki eli fark etmemle elin sahibine döndüm.
Yüzündeki sert ifadeye ters duygu dolu olan gözleriyle elini uzatıyordu bana. Buruk bir tebessümle tuttum elini. Anında zorlanmadan kaldırdı yerden. İçimdeki acıyı hissetmiş gibi başımı göğsüne yaslayıp çenesini de üstüne yasladı. Ben de onun gibi kollarımı sıkıca sardım. Şu anda ihtiyacım vardı çünkü.
“Komutanım!” Ayrıldığımızda Atilla’ya döndü Safir “Söyle!”
“Emir’in ailesi buraya gömülmesini istiyor naaşının.” Kaşlarını çattı “Bildiğim kadarıyla Ankaralılar. “ kafa salladı Atilla ciddiyetle. “Görevini yapacağı şehire gömülmesini istiyorlarmış. Ne yapalım?”
Ciddiyetle çenesini okşadı. “Gerekli belgeleri hazırlasınlar, söyle! Ailesine getirirsin onaylarlar. “
“Emredersiniz komutanım!”
Atilla gittikten sonra bir müddet daha ailenin yanında kalıp Emir’in annesine sakinleştirici yaptım. Burada olduğum süre boyunca sağ olsun Safir de yanımdan bir gram ayrılmadı. En son herkes dağılmaya başlayınca Açelya’yı bulmak için acile doğru yol aldık.
“Sakin başlayan bir nöbetin sonu ancak bu kadar yıkıcı olabilirdi. “
“Evet, zor bir durum gerçekten. “ sinirim bozulduğu için kahkaha atmaya başladım.
Aha delirdi kız, dedi soldaki melek.
O da yıprandı. Bu tepkisi bile az,dedi sağdaki de.
Şaşkınca bana baktı bir süre daha gülüp derince nefes alıp verdim “Kusura bakma sinirlerim alt üst oldu. Normalde böyle olmuyorum her ölen hastamda. Ama şehit olunca aklıma annem geliyor. O zaman da tutamıyorum kendimi.”
Haifçe tebessüm etti “Seni anlıyorum Delfin. Açıklama yapmak zorunda hissetme kendini.”
Aklıma gelen şey ile ona döndüm “Sizin burada ne işiniz var. Birisi mi yaralandı yoksa. “ kafa salladı “Hayır. Devriye gezerken denk geldik kazaya. Asker uğurlaması olunca da gitmeyip bekledik. “
“Anladım. O zaman sana bir çay ısmarlayayım. Sen de nöbetteymişsin. İyi gelir. “
“Tamam hadi ısmarla bakalım. “
🗡️🩺🗡️
Yalnızlık neydi? Bu dünyadaki tek kalan kişi olmak mı yalnızlıktır yoksa yanında onca kişi varken anlaşılmamak mı? Bence hiçbiri değil. Bu dünyadaki yalnızlığın sen ilk nefesini aldığın, ilk gözünü açtığında başlıyor. Etrafın çok kalabalık ama ruhun yalnız.
Ne anne ne baba ne kardeş ne arkadaş…Sen hep yalnızsın. Her şeyinle yalnız…
Diğer insanlar da böyle düşünüyor mu bilemem ama benim var oluş temelimde yalnızlık yatıyordu. İlk annem sonra babam yalnız bıraktı beni. Gerçi, olduklarında da kalabalık mıydım bilemiyorum. Sanmam.
Hayatın sillesini yemiş biri olarak daha ne yaşayacağım derken hep en kötüsü vuruyor. Belki de sınav denilen şey bizim yavaş yavaş yok oluşumuzdur kim bilir?
Gerçi hoş… Sınavlar da bir dönemin korkulu rüyası değil miydi? Öyleydi.
Safir ile oturmuş çaylarımızı yudumluyorduk. Kalabalıktan kaçmak için de hastanenin arkasındaki çardağa geçmiştik. On dakikadır da o kendi ben kendi halimde düşünüyorduk.
“Ne düşünüyorsun?” Sakince bana kaldırdı gözlerini.
“Bilmem. Her şeyi düşünüyorumdur. Güncelim çok yoğun malum. “ dudağımı büküp çayımdan bir yudum aldım.
“Evet. Çok yoğun. Abimler nerede? Pars falan…” bakışları sertleşti bir anda.
Kızdırdık mı acaba? Dedi sağdaki melek.
Kıskanıyor o, dedi soldaki de.
Yav ne alaka be! Ne dedik şurada?
Pars’ın adını dedin canım, diye cevapladı beni soldaki melek.
“Dağıldık yaralıların yanına. Savcılar tugaydalar. “ allahtan cevap verdi.
“Anladım. Peki, sen nasılsın?” Şaşkınlıkla kaşlarını havalandırdı.
Biz de çok şaşkınız şu an, dedi sağdaki melek.
Al benden de o kadar, dedi soldaki de.
Abartmayın. Nasıl olduğunu sordum sadece.
“İyiyim. Kötü olmam için bir neden yok. “ kafamı salladım anlayışla.
“Sen nasılsın?”
“İyiyim. Olmam gerektiği gibiyim. “
Dudağının kenarı havaya kalktı “Nasıl olman gerekiyormuş?” Omzumu silktim “Bilmem ki. Hiç düşünmemiştim nasıl olmam gerektiğini. İyiyim diyip geçiştiriyordum. “
“Şimdi geçiştirmedin. “
“Doğru. Nedense geçiştirmedim. “
“Abimlerin bahsettiği adam cidden tehlikeli mi?” Sigarasını yakarken kafa salladı.
“Tehlikeli. O yüzden dikkatli olmanız gereken noktadasınız. “
“İyi de önceden siz zaten peşinde değil miydiniz ki? Şimdi ne oldu da tehlike altında olduk?”
“Abinler de işin içine girdi. Açelya daha de tehlike içinde. “ yüreğim sıkıştı dedikleriyle. Açelya’nın en çok korktuğu şeydi terör. Şimdi de hedef haline gelecek olması iyice korkutacaktır.
“Neden o?”
“Kuzey’in sevgilisi artı Pars faktörü de girdi işin içine. “
“O kadar bilgiyi nasıl öğrenecekler?”
“Sen onları tanımıyorsun, Delfin. Göründüklerinden tehlikeliler. Her türlü öğrenecekler yani. “ sıkıntıyla ofladım.
“Açelya olmaz Safir. O gün bizi kovalayınca nasıl korktuğunu gördün kendi gözlerinle de. Bu durum psikolojisi açısından kötü olur.” Sıkıntıyla nefes verdi.
“Zarar görmemesi için ne gerekiyorsa yapacağız, Delfin. Ayrıca, tek tehlikede olan Açelya değil. Sen de hedefsin. Senin de abilerin işin içinde. Anlayacağın artık sivil korumalarla gezeceksiniz. “
Şaka gibi bir olayın içindeydik resmen. Sorunlarımız yetmiyormuş gibi bir de düşman faktörü çıkmıştı. Bakalım sonumuz nasıl olacaktı?
……
BÖLÜM SONUUU!
BAKALIM SAVCILAR HANÇER TİMİ İLE NELER YAŞAYACAK.
SAFİR İLE DELFİN SAHNELERİ ARTIYOR YAVAŞ YAVAŞ.
SİZCE SİVİL KORUMALAR KİM OLUR? TANIDIĞIMIZ BİRİ Mİ YOKSA BAŞKASI MI?
BİR SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZEREEE!!
SEVİLİYORSUNUZZ❣️❣️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.53k Okunma |
5.77k Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |