
Ben geldim bennn
Bu bölüm yeterince uzun oldu ve güzel olduuu. Umarım sizler de seversinizzz.
Keyifli okumalar diliyorum efenim 🤍🌸
Bol bol oy ve yorum atmayı unutmayınızzz
……
Hançer 57
2012 Mayıs
Mayıs ayının sert, yağmurlu havalarından birindeydik. Yine yağmur yağıyor ve yine fırtınalı bir hava vardı. Karadeniz’de yaz kış yağmurlar dinmezdi ama bahar yağmurları ekstra bir bollukta olurdu.
Annemin şehit olmasının üzerinden tam bir ay geçmişti. Mayıs ayının sekizindeydik. Yağmur, o günden beri bir gram durmamıştı. Seller götürüyordu her yeri. Gerçi hoş, yağmur dursa bile içime attığım yaşlar durmuyordu.
Kollarımı pencerenin pervazına yaslayıp çenemi de üzerine koydum. Yağmuru izlemek bir nebze de olsa beni rahatlatıyordu. Aklıma her zaman annem ile yağmuru saatlerce izlediğimiz zamanlar gelse de hep güzel hatırlamak istiyordum.
Annemi defnettikten sonra babam hiç düşünmeden bırakmıştı beni bu yetimhaneye. Ne kadar yalvardığımı hatırlamıyordum ona. Ne yaptıysam ne dediysem diyeyim beni bırakıp gitmişti buraya. Ne tanıdığım ne de güvenebileceğim birisi yoktu. Odamda duruyordum sabahtan akşama akşamdan sabaha…
Kapının çalmasıyla yan gözle yanıma baktım. İki seçenek vardı. Ya Neşe teyze ya da geldiğimden beri bir türlü kurtulamadığım kızlı erkekli zorba grubuydu.
Babamın beni bıraktığı yetimhane karışık olduğu için böyle şeyler yaşanıyordu.
“Delfin kızım, uyuyor musun gireyim mi?” derin bir nefes verdim. Gelen Neşe teyzeydi. Açık söylemek gerekirse kimse ile iletişim kurmak istemiyordum ama o bana yemek getirdiği için mecburen konuşuyordum.
“Gel Neşe teyze uyanığım.” çok geçmeden kapının açılmasıyla yaslandığım yerden doğrulup ona döndüm. Her zamanki gibi neşeli yüz ifadesi yüzündeydi.
Neşe teyze her ne kadar temizlik görevlisi olsa da diğer görevlilerden daha yakın davranıyordu bana. Geleli daha bir ay olmuştu ama buradaki en samimi gelen kişi oydu.
“Kahvaltını yapmamışsın. Öğle yemeğinde de çok az yemişsin. Kendini açlıktan öldürmek mi istiyorsun güzel kızım?” dudaklarımı birbirine bastırıp yutkundum derince. Öldürmek değil de annemin yanına gitmek isterdim…
“Canım istemedi. Dün yedim zorla, akşamına da kustum zaten. Yememek en iyisi.” tebessüm edip elindeki tepsiyi masanın üzerine koydu. Sürekli beli ağrıdığı için bir elini beline atar yürürdü. Yine aynısını yapıp yanıma geldi. Yavaşça oturdu koltuğa.
“Güzel kızım. Madem çok yiyince kusuyorsun, o zaman azar azar ve sık sık ye. Vitamin almadan olur mu yavrum?”
Yemek istesem yerdim ama istemiyordum ki. Ben sadece annemi istiyordum. Arkadaşlarımı istiyordum. On dört yaşında bir kızdım ben. Arkadaşlarımla takılmak yerine böyle bir yerde, ailem olduğu halde, kalmak zorundaydım.
“Canım istemiyor Neşe teyze. Israr etmesen?” sıkıntılı bir nefes verip elini omuzluma attı “O zaman birazcık dışarıya çık be kızım. Bak yağmurun şiddeti de azaldı. Haydi kalk, hava al biraz.”
Bezgince gözlerimi kapattım. Ben odadan çıkmak istemiyordum. O bana ‘dışarıya çık.’ diyordu.
“O grup dışarıya çıktı az önce.” beni zorbalayan kişilerden bahsediyordu “Çık da havanı al güzelce. Merak etme gelmezler. En az yarım saatin var.”
Bu durum daha da canımı sıkmıştı. Onlar gittiğinde mi dışarı çıkacaktım ben? Direkt başka bir yetimhaneye gitseler ya da ben gitsem olmuyor muydu?
“Peki Neşe teyze çıkacağım.” adı gibi neşeyle ellerini birbirine çarpıp ayağa kalktı. İşaret parmağımı kaldırdım “Ama sadece on dakika. Fazla durmam. Sırf sen üzülme diye.”
Kafa salladı heyecanla “Sen yeter ki biraz hava al kızım. On dakika bile büyük bir lütuf bana.” gülümseyip ayaklandım. Dolabımdan yağmurluğumu alıp üzerime geçirdim.
Odamdan çıktığımda koridorda kimsenin olmadığını fark etmiştim. Muhtemelen diğer burada olanlar ya uyumuşlardı ya da yemekhanedelerdi. Bu anı kaçırmamak için hızlandırdım adımlarımı. Ne kadar istemiyor olsam da dışarıyı, Trabzon havasını özlemiştim.
Dışarı çıktığımda yüzüme vuran serin rüzgar ile kendime geldim. İçerinin sıcağının bu kadar fazla olduğunu tahmin etmemiştim. Bir süre merdivenlerin başında durup derin derin nefesler alıp verdim. Ciğerlerime temiz hava girdikçe sıktığım göz yaşlarım akıyordu.
Anneme cenazede ağlamayacağım diye söz vermiştim fakat şu anda tutamıyordum. Ağlamak, rahatlatacak mıydı beni? Belki hayır ama psikolojik olarak hafifleyeceğimi düşünüyordum.
O yüzden tuttuğum göz yaşlarımı bıraktım. Sicim sicim akan yaşlarımla ileriye doğru yürümeye başladım. Yağmurun hızlanması ile ağlamam da artmıştı.
Sol taraftaki duvarın dibine çöktüm. Dizlerimi kendime çekip alnımı da dizime yasladım. Hıçkırıklarım arttığı için avuçlarımı gözlerime bastırdım. Durması gerekiyordu artık ağlamamın. Anneme söz vermiştim, ağlamayacaktım.
“Bakın burada kim varmış?” gelen ses hiç tanıdık değildi. Kafamı da kaldırmadım. Zaten mecalim de yoktu.
“Bakmıyor da. İyi cesaret.” burnumu çekip dudağımı yaladım. Birilerinden kaçarken diğerlerine yakalanıyordum.
“Kızım baksana. Çok mu havalısın sen?” sabır çekerek kafamı kaldırdım. Üç tane erkek vardı tepemde. Yaşları ya benimle aynı ya da benden iki yaş fazlaydı. Tek kaşımı kaldırıp kafamı iki yana salladım.
“Hayırdır?” sinir bozucu bir şekilde gülüp birbirlerine baktılar. Yetimhanenin ‘cool’ takılan gruplarından biriydi sanırım karşımdaki grup.
“Hayırdır diyor bir de. Yazık…” hafifçe eğilip saçımı yüzümden çekmeye çalıştı. Çalıştı diyorum çünkü geriye çekmiştim kafamı “Bak bir de hırçın!” diyerek diğerlerine döndü. Göz devirip ayaklandım. Çöken de benimle birlikte kalkmıştı.
Hiçbir şey demeden yanlarından sıyrılacakken kolumdan tuttu diğeri “Nereye güzelim ya? Konuşmadık daha.” göz devirip kolumu çektim sertçe. Ama o daha sıkı tuttuğu için kurtaramamıştım kolumu.
“Sana bir kez söyleyeceğim. Bırak!” kahkaha atıp kendine çekti bedenimi “Niyeymiş o?” çok yakın olduğu için kendimi uzaklaştırmaya çalışıyordum fakat bir türlü oynayamıyordum bile yerimden.
“Burası çok açıkta. Görevli görür arkaya gidelim.” dedi baştan beri konuşmayan kişi. Kalbim ağzımda atmaya başladı anında. Ellerinden kurtulmam gerekiyordu. Bağırmak için hamle yaptığım an ağzımı kapatmalarıyla kalakaldım. Beni sürüklüyorlardı fakat ben kurtulamıyordum ellerinden. Tek kişi olsalardı bir ihtimal kurtulabilirdim ama üç kişilerdi.
Arka tarafa geldiğimizde beni duvara fırlattı sürükleyen. Fırlatılmanın etkisiyle kafamı duvara çarpmıştım. Darbenin etkisiyle elim kafama gitti. Gözüm anlık kararınca yere düşmüştüm. O anki acı tüm bedenimi ele geçirmişti. Bayılmamam gerekiyordu.
Üzerimdeki yağmurluğu çıkardılar ilk önce. Çatı tarafına denk geldiğimiz için yağmur gelmiyordu. Kimlerin eline düşmüştüm bilmiyordum ama amaçlarının kötü olduğunu biliyordum.
Diğer tarafta ilk yanıma çöken kişi üzerindeki hırkayı çıkartıyordu. Nefes alış verişlerim hızlandığı için gözüm git gide kararıyordu. Bu sefer üzerimdeki tişörtü de çıkarmak üzere eğildi üçüncüsü. Fakat bana dokunamadan arkaya savrulmuştu.
“Piç herifler sizi!” diyen dördüncü bir kişi vardı. İçimden sürekli ‘Bayılma Delfin!’ diyordum. Bayılmamam gerekiyordu.
Diğer ikisi de sonradan gelip arkadaşlarını savuran kişinin üzerine atıldılar fakat o büyük bir profesyonellikle alt etti ikisini de. Birisini alt ettiği zaman diğeri de kalkıp saldırdığı için ona, zorlanıyordu fakat beş dakika içerisinde üçü de yerde baygın halde yatıp kalmışlardı.
Üzerindeki montu çıkarttı ve telaşla yanıma adımladı.
“Sakın uyuma duydun mu beni? Sakın!” diyerek duvardan beni ayırıp üzerime geçirdi montunu “Seni kucağıma alacağım, korkma.” dedikten sonra kucağına aldı beni. Sağ tarafa doğru yürümeye başladı. Orası benim kaldığım yer değildi ama sesimi çıkartamıyordum. Hem üşümüştüm hem korkuyordum hem başım dönüyor ve ağrıyordu hem de çaresizdim…
“Korkma, güvendesin…” diyerek daha da çekti kucağına beni. Benden bir iki yaş büyük duruyordu fakat oldukça yapılıydı vücudu.
Yurda girdiğimizde tenime çarptı sıcak hava. Çıktığımda çarpan soğuk havadan katbekat daha iyi gelmişti. Ama uykumu daha çok getiriyordu.
“Uyuma Delfin!” dedi yeniden. Adımı nereden biliyordu? Gerçi sormam garipti. Babasının yetimhane bahçesine çığlıklarla bıraktığı kızı kim tanımazdı ki?
Bir odaya girdiğimizde yatağa bıraktı beni. Üzerimdeki montunu çıkarttı yavaşça. Oturur pozisyona gelip ayağımı da aşağıya sarkıttım. Yatağına yatmak istemezdim.
“Çok ıslanmışsın…” diyerek elindeki havluyu sardı sırtıma. Sıcacık havlu, bedenime sarılınca gerçekten ısınmıştım. Adrenalin etkisiyle pek hissetmemiştim fakat şu anda titriyordum.
“Titriyorsun… Sakin ol güvendesin…” diyerek aramızda boşluk kalacak şekilde yanıma oturdu. Sarışına yakın kumraldı. Boyu benden uzundu. Gözleri çok güzeldi. Kahverengi ama içinde ela rengi de vardı gözlerinin.
“Teşekkür ederim kurtardığın için.” gülümseyip elini kafamın arkasına attı fakat dokunmadı. Gözlerimin içine bakıyordu “Bakabilirsin sorun yok.” dedim anında. İzinimi bekliyor olmalıydı çünkü. Kafa sallayıp hafif yukarıya çıktı yatakta.
Eli, kafama değdiği an acıyla inledim. Ya yarılmıştı ya da iyi şişmişti.
“Şişmiş ama hafif de çizik var. Eğer beklersen batikon getireceğim.” Öne eğildi “Beklersin değil mi?” kafa salladım “Sorun yok beklerim.” deyince hemen ayaklandı.
“O zaman iki dakikaya geliyorum.” kapıdan çıkmadan önce döndü arkasını “Uyursan seni buz gibi suya sokar uyandırırım haberin olsun.” deyince istemsizce gülmüştüm.
“Uyumam ama sen yine de acele et.”
“Tamam.” diyerek çıktı odadan. Odasını inceleme fırsatım olmuştu bu arada. Çok sadeydi. Gerçi hepimizinki öyleydi. Duvarında araba resimleri asılıydı. Bazıları evinden eşya alma şansı olduğu için istedikleri gibi dizayn ederlerdi odalarını. Muhtemelen bu çocuk da o şanslı kesimdeydi.
Ailesi bırakmamıştı muhtemelen, ailesi ölmüştü… Çünkü ailesi ölenlerin bir evi vardır fakat ailesi bırakanların hiçbir zaman evi olmamıştır.
Kafamdaki düşüncelerimi engellemek için kafamı hızla salladım iki yana. Bu ihtimali düşünmek bile kötüydü. Kapı açılınca dikleştim hafif yerimde. Geri gelmişti.
“İyi uyumamışsın.” diyerek elindekileri yandaki komodine koydu. Batikonu alıp pamuğa döktükten sonra arkama geçti “Biraz yakar ama üfleyeceğim merak etme.” dedikten sonra bastırdı yarama.
Acıyınca öne eğmiştim kafamı fakat omuzumdan tutup kaçmamı engelledi. O sırada da üflüyordu. Biraz batikon ile temizledikten sonra gazlı bezi koyup kapattı yaramı. Gelen havanın bile sızlattığını yaram kapanınca fark etmiştim.
“Sağol.” elindekileri çöpe atıp cevap verdi hemen “Ne demek. Sen sağol asıl.”
Ortada dağınık olan malzemeleri topladıktan sonra karşıma bir sandalye çekip oturdu. Çok samimi bakıyordu bana. Tanımıyordum ama sanki yıllardır tanıyormuşum gibiydi.
“Sen adımı biliyorsun fakat ben bilmiyorum. Sahi adın ney ve benim adımı nereden biliyorsun?” gülümseyip dirseklerini dizlerine yasladı öne eğilmek için “Seni tanımayan yok şehit kızı. Baban seni bırakınca bağırışlarını herkes duydu.” burukça yukarı kalktı dudağımın sol tarafı. Tahmin ettiğim gibiydi. Bağırışlarımı duymuştu.
“Adıma gelince…” elini uzattı sıkmam için “Ben Özgür. Özgür Güner.” ben de elimi uzatıp sıktım elini. Özgür Güner…
“Memnun oldum Güner.”
“Ben de memnun oldum şehit kızı.” kaşlarımı kaldırdım “Şehit kızı demesen olur mu? Kötü oluyorum da.” ellerin havaya kaldırıp kafa salladı “Nasıl istersen Delfin.”
Ayağa kalkıp masanın üzerindeki kupayı aldı. Üzerinden az da olsa duman çıkıyordu. Bana uzattı “Çay… Sever misin bilmiyorum ama Trabzon’da çay sevmeyeni pompalı ile vuruyorlarmış diye duymuştum.” Son dediği ile kahkaha attım. Onca şeyin üstüne kahkaha atmamam abes kaçardı zaten. Delirmiş olmamam saçmaydı.
“Doğru, vururlar.” uzattığı kupayı alıp bir yudum çektim çaydan. Güzel demlenmişti. Kesin Neşe teyze demlemişti bu çayı.
“De bakalım… Bu dışarıdakiler de kim?” dudağımı büktüm. Yüzüm düşmüştü tekrardan. Hatırlamak bile istemiyordum “Tanımıyorum. Böyle zorba gruplar var yurtta ama tacizciler ile ilk defa karşılaştım.”
Anlamış gibi kafa salladı “Çok da çıkmıyorsun aslında dışarı. Gerçi… hiç çıkmıyorsun.”
“Beni mi izliyorsun sen? Tacizcilerden bir farkın oldu mu şimdi?” kahkaha attı kısaca “İzlemiyorum Delfin. Bildiğim kadarıyla odanın camını bile görmüyor benim odam. Sadece dışarıyı izlemeyi severim ve seni dışarıda hiç görmedim. Ondan bahsetmiştim.”
“Çıkamıyorum o gruplar yüzünden işte…”
Sandalyesini biraz daha yaklaştırdı bana “O zaman artık beraberiz. Ben nereye sen oraya. Merak etme, ben yanındayken sana laf bile atamazlar.” Kaşlarımı çattım. Öyle bir konuşuyordu ki sanki yurdun ağasıymış gibi bir hava vardı üzerinde.
“Ortamın popüler çocuğu musun yoksa? Turnayı gözünden mi vurdum?” tek kaşını kaldırıp omuz silkti “Bilmem ki. Belki de…” derin nefes verip ayaklandım. Odama gitsem iyi olurdu artık.
“Ben odama gidiyorum. Mağlum ıslağım ve kuru kıyafetler giymem gerekiyor. Tekrardan teşekkür ederim Özgür. Bu iyiliğini asla unutmayacağım.”
O da kalktı ayağa benden sonra “Ne demek Delfin her zaman. Bu arada yurt müdürüne diyelim de odanı karşımdaki odaya taşısınlar. Boş zaten sıkılıyordum iyi olur.”
“Taşırlarsa neden olmasın.”
Önüme geçip kapıyı açtı “Oldu bil sen. Bensiz son gecen küçük hanım. Artık gece dedikodu yapmaktan uyuyamayacağız.” kaşlarımı kaldırıp tebessüm ile kafa salladım “Gece uyumadığımı ya da uyumayacağımı da nereden çıkarttın? Gece uykusunu severim ben. Muhtemelen benim yerimde yeller eser sen dedikodu yaparken.”
Kafa salladı ‘tabi tabi’ dercesine. Çok emindi onunla sabahlayacağıma “O zaman gelince hatırlatacağım bu sözünü ona göre.”
“Hatırlat.” dedikten sonra çıktım odasından. Özgür’ün kaldığı yurt binasından çıktığımda izleniyor hissi ile yukarıya baktım. Camın önündeydi. Ellerini cebine koymuş beni izliyordu. El sallayıp kaldığım yurt binasına girdim. Şansıma Neşe teyze girişteydi.
Hızlıca beni odama götürüp üzerimi değiştirmemde yardımcı oldu. Neler olduğunu üstünkörü anlattım. O çocukları tanıdığını, normalde de ıslah evinde olduklarını fakat dün sabah beraat ettiklerini söylemişti. Bana da zaten denk gele gele suçlu çeteleri denk gelirdi.
🩺🗡️
2025 Mayıs
Elleri, üstündeki demire bağlı bir şekilde duruyordu Safir. Bileklerinden bağladıkları için artık yara olmuştu bilekleri. Yaklaşık on saattir buradaydı. Kaşında, dudağında ve elmacık kemiğinde yaralar oluşmuştu.
TAD’in kardeşi ve birkaç adamı bir ara hiç durmadan dövmüşlerdi. Ama Safir hala dimdik ayakta duruyordu. Birçok şey sormuşlardı ona. Israrla sordukları tek bir şey vardı: Tülin Aydoğan, gerçekten öldü mü?
İlk duyduğundan beri çok merak ediyordu bu soruyu neden sorduklarını. Tülin Aydoğan’ın ölmesi ya da yaşaması niye bu kadar ilgilendiriyordu onları? Ya da Tülin Aydoğan’ın ölmediğini düşünmelerindeki neden neydi?
Düşüncelerle boğuluyordu kafası. Delfin’i, timini ve şehit olan ailesini düşünüyordu. Aklından bir gram çıkmıyorlardı. Delfin kim bilir öğrenince ne tepki vermişti? Asla ağlamasını ve kendini harap etmesini istemiyordu. Ama biliyordu ne kadar istemese de ağlayacağını.
Bu durum daha da sıkıyordu canını. TAD ve çetesi yüzünden yaşıyorlardı hepsini. Buradan kurtulduğu an kendi elleriyle alacaktı canlarını.
“Yüzbaşım! Artık yorulmadın mı sen? Hayır tuvalet ihtiyacın da mı yok ben anlamadım ki?” Safir, TAD’ın bu sözüyle büyükçe göz devirdi. Ellerini çözmeleri, onlar için pek iyi olmazdı.
“Sizin için çişimi tutuyorum TAD. Kıymetimi bil bence.” sahte bir mahcubiyet takındı yüzüne “Bizi düşündüğün için minnettarız yüzbaşım. Sen olmasan kim düşünürdü bizi?”
Kahkaha attı Safir. TAD ile konuşmak onu acayip motive ediyordu. Konuştukça içindeki hırs ve öfke artıyordu çünkü.
“Ne acı ki seni düşünen pek bir kimse yok. Bana kaldın yine bak.”
Yan taraftaki aletlere ilerledi TAD. Safir, gözlerini gezdirdiğinde hiç de sevmediği aletin olduğunu gördü. Elektrik aletinden oldum olası nefret etmişti. Kaşlarını çattı. Onun ucunu Safir’e dokundurması demek Safir’in sinirinin cidden arşa çıkması demekti.
“Bence siz Türkler elektriği çok seviyorsunuz. Elime düşen nice askere denedim hiçbirisi istediğim tepkiyi vermedi. Ne yalan söyleyeyim senden ümitliyim.”
TAD’ın bahsettiği tepki muhtemelen askerlerin konuşmasıydı. Fakat atladığı şey şuydu ki hiçbir Türk askeri ne olursa olsun konuşmazdı.
“Yerinde olsam onu bana yaklaştırmazdım. Olacaklardan sen sorumlu olursun yoksa.” tek kaşını kaldırdı TAD “Ama aramızda olan elektriklenmenin büyüklüğünü ölçecektim ben.” sahte bir üzüntü ile devam etti konuşmasına “Şimdi aramızdaki çekimi nasıl sayılara dökerim ben? O yüzden dokunsun sana bu.”
İçinden sabır çekti bolca Safir. Özel eğitimli olduğu için elektriğe dayanabilirdi. En azından belirli bir seviyeye kadar. En dayanıklı bir insan bile belirli bir seviyeden sonra yanmaya başlardı. Zaten TAD da o seviyeye kadar getirmezdi. Aylardır peşini kovaladığı askeri bulmuşken hemen öldürmek istemezdi sonuçta.
Belirli bir seviyeye getirdikten sonra heyecanla yaklaştı Safir’e. Eceline susamıştı TAD. Hala farkında değildi. Elindeki kabloyu Safir’in çıplak bedenine dokundurdu. Safir, elektriğin etkisiyle kasılmıştı. Gelen elektrik, kaslarında döndükçe çırpınıyordu. Bağırmayı engellese de eli bağlı olduğu için çırpınmasını yeterince engelleyemiyordu.
“Sana yine soruyorum yüzbaşım. Tülin Aydoğan nerede?” kabloyu çektiği an gevşeyen vücudu ile derin bir nefes verdi Safir. Baygın gözlerle bakıyordu TAD’a.
“Tülin Aydoğan, şehit oldu. Yaşamıyor. Ölü bir kadını ne diye ararsınız ki?” sinirli bir şekilde güldü TAD. Onun da sabrı kalmamıştı. Tekrardan dokundurdu kabloyu Safir’e.
“O kadın ölmedi. Sen ve o timin de çok iyi biliyorsunuz yerini.” yeniden çekti kabloyu TAD. Safir, artık sinirliydi. Yaşasa sorun yoktu ama Tülin Aydoğan gerçekten şehit olmuştu. Neyi araştırıyorlardı hala?
“Gıt beyinli misin lan sen?” diye bağırdı vücudundaki acı ile “Öldü öldü! Yaşamıyor. Annem ve babam ile beraber öldürdünüz ya hani? Piç herifler! Kaç yıl önce şehit ettiğiniz insanı arıyorsunuz. Ne kadar işsizsiniz lan siz?”
TAD öfke ile yanındaki aletten voltajı arttırdı. Söylemiyorsa yaşamasının da bir anlamı yoktu. Kabloyu yeniden Safir’e dokundurduğunda Safir, bu sefer acıya dayanamayıp şimdiye kadar tuttuğu acılı haykırışı bıraktı dudaklarından. Bu gerçekten de yüksek bir akımla gelmişti.
Mağara girişinde anında belirdi TAD’ın ‘kardeşim’ dediği adam. Koşarak gelip kolundan tuttu ve geriye savurdu TAD’ı. Safir, rahatlamanın etkisiyle gevşetti bedenini. Bu sefer cidden zorlamıştı elektrik. Bilinci gitmesin diye dayanmaya çalışıyordu.
“Sen delirdin mi? Ne yaptığını sanıyorsun? Öldürmek mi niyetin TAD?” TAD hızlanan soluğu ile baktı kardeşine “Demiyor hiçbir şey. Öldü deyip duruyor. Ben eminim lan o kadının ölmediğine. Bizi kandırdılar yıllarca. O Özgür… O Özgür hele… Tümgeneral Doğan Güner’in oğluymuş. Yıllar önce Delfin’in yanına gitmesi tesadüf mü lan?”
Safir, duydukları ile şok oldu. Özgür’ün babasının bilgileri hep gizliydi. Kendisi bile bilmiyordu. TAD, nasıl öğrenmişti Özgür’ün babasını? Her şeyi geçmişti de Özgür eğer Tümgeneral Doğan Güner’in oğluysa TAD’ın dediği gibi Delfin’in yanına gelmesi plan mıydı?
“Elbette tesadüf değil kardeşim ama bunu böyle öğrenemezsin. Biz bile öğrenene kadar ne çektik? Öğrenebileceğimiz kişi Safir değil. Yüz kere dedim ama dinlemedin beni!” diyerek açıklama yaptı TAD’ın kardeşi.
TAD, kafa salladı “Haklısın kardeşim. Öğrenebileceğimiz tek bir kişi var. O da Delfin’in kendisi. O biliyordur bence annesinin yaşayıp yaşamadığını.”
Bilinci gitmeye yakın Safir, Delfin’in adını duyduğu an uyanmıştı. “Lan!” diye bağırdı. Ellerini nasıl çektiyse o hırsla, bağlı olan demir kopmuş ve Safir’in elleri özgür kalmıştı.
TAD ve kardeşi telaşla geriye bir adım attı. Kardeşi dışarıdaki adamlara sesleniyorken Safir’in hedefi direkt TAD’dı. Elini boynuna sarıp duvara yapıştırdı TAD’ı.
“Delfin’e yaklaşırsan, ona dokunursan, onun adını bir kere daha ağzına alırsan seni bu mağaraya gömerim. Bana istediğini yapabilirsin. İstersen parçalara ayır, diri diri derimi yüz… Ama Delfin’e dokunduğun an bu dediklerimi sana yaparım. Duydun mu lan pezevenk?”
Safir, dışarıdakileri görmüyordu bile. TAD’ın adamları gelip iki kolundan tutup çekseler de fayda etmiyordu. Safir, gözünü karartmıştı bile. TAD’ın artık bilinci gitmişti. Gözleri kayıyordu.
“Safir bırak ölecek bırak!” diye bağırıyordu kardeşi ama Safir’in hiç bırakmak gibi bir niyeti yoktu.
En son çare Safir’in kafasına vurmuştu TAD’ın kardeşi. Safir, aldığı darbe ile bayıldığı için TAD’ın boynu da rahatlamıştı.
İkisi de baygın oldukları için mağaranın iki yerine yığıldı. TAD’ın kardeşi, iki adamına Safir’i kaldırmalarını söyleyip diğerine de TAD’ı kaldırttı. Olayları tamamen TAD’a bırakmak başından beri içine sinmemişti. Şimdi daha da emindi. TAD, olayları iyice çıkmaza sokuyordu.
……
Ve bölüm sonuuu
Nasıldı bölümümüz?
Delfin ile Özgür’ün ilk tanışma anı?
Safir ile TAD?
Özgür’ün babasının ismi ilk defa geçti.
Sizce gerçekten Özgür’ün Delfin’in yanına gelmesi plan mı?
Yeni bölümde görüşmek üzere. Ngl’den bekliyorum yorumları.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.59k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
69 Bölümlü Kitap |