35. Bölüm

Aile Fotoğrafı

Tuğba e
tuaekn

Bir gün öncesi

Asya Gençer'in Ağzından,

İnsan, uzun zamandır sahip olmadığı bir şeye birden sahip olunca ona çok çabuk alışıyormuş. İki eliyle sıkı sıkı tutup bırakmak istemiyormuş.

Ben de şu an Yaman ailesine karşı öyleydim. Beni istemeyen ailemden sonra onların yanında olmak yaralarımın kabuk bağlanmasına sebep olmuştu.

Ama artık Güneş'in gitgide onlara alışması canımı yakıyordu. Eninde sonunda gidecektik ve yokluğunu çekeceği insanlara bir yenileri daha eklensin istemiyordum. Tabii bu durumun neredeyse dört aylık olacak kızımın değil de benim için olduğu gerçeğini görmezden geliyordum.

Düşüncelerimi bölen taşmakta olan kahveyi hızla fincanlara pay edip yanlarına da birer lokum koydum. Fincanları tepsiye yerleştirirken içeride Tülay teyze ve kardeşi Esma teyzenin yanına doğru adımladım. Esma teyze torunlarına duyduğu hasreti kucağında sevdiği Güneş ile geçirmeye çalışırken gülerek konuştu. "Zeynep'in ikizler dana gibi oldu. Bebek sevmeyi özlemişim."

Zeynep, Sare'nin benden bir yaş büyük ablasıydı. Mahalleye taşındıkları zaman evli olduğu için sadece küçükken geldikleri tatillerde yakınlaşmıştık onunla. Yaş olarak yakın olduğumuz için bir dönem oldukça yakın arkadaş olmuştuk. Tabii ben üniversite için Ankara'ya o da evlenip Antalya'ya taşındığı için aramıza mesafeler girmiş ister istemez aramız açılmıştı. Diğer herkesle olduğu gibi.

Üniversiteye başlamak benim hayatta atığım dönüşü olmayan adımlardan biriydi. Kendi şehrimde okumamı isteyen aileme diretip Ankara'da sınıf öğretmenliği okumuştum.

Her daim burnunun dikine gitmeyi, özgürlüğümün kısıtlanmamasına gelemeyen biri olmuştum. Ailenin büyük kızı olunca her kararınız aranıza bir duvar daha örüyordu. Çocuğunun büyümesini kabullenemeyen aileniz her kararınızda sizden daha da uzaklaşıyordu.

Ailem ile aramdaki duvarları saymayı bırakalı çok olmuştu.

Ben özgürlüğüme doğru attığım her adımla onlardan uzaklaşmıştım. Bir zaman sonra geri arkama bakmak istediğimde kat ettiğim yolu görmüş, geri dönüşüm olmamıştı. Olduğum noktada yalnızdım. Yalnızlık bu sefer yanlış kararlar vermeye, yanlış insanlara güvenmeye itmişti beni.

Tülay teyze ve Esma teyzenin sohbetlerini dinlerken bir yandan da soğumaya yüz tutmuş kahvemi yudumlamaya başladım. Esma teyze yerinde heyecanla kıpırdanırken ağzında tuttuğu baklayı çıkarmaya hazırlanıyordu. "Tülay geçenlerde Meriç bize geldi ya" Tülay teyze hatırladığını belli edercesine başını salladı.

Ne zaman gittiğini bilmediğim için büyük ihtimalle biz yokken olan bir olaydan bahsediyorlardır diye düşünerek hafifçe doğruldum. "İşte o zaman bizim Semra da bizdeydi. Meriç'i pek bir beğenmiş, yeğeni varmış bir tane." dediğinde kahvenin yanındaki suyumu kafama dikip tek yudumda bitirdim.

Tülay teyze elini kaldırıp Esma teyze'nin cümlesini keserken "ay aman Esma bilmiyorsun sanki Meriç'i" demekle yetindi. Meriç'in evliliğe sıcak bakmadığını bu odada oturan üçümüz de gayet iyi biliyorduk.

"Leyla konuşsun kıramaz onu. Ne yapacaksınız turşusunu mu kuracaksınız?" dediğinde Esma teyzenin de kendince haklı olduğunu biliyordum.

Kucağındaki Güneş mızmızlanınca doğrulup kucağıma aldım. "Ben hayatta Leyla'dan böyle bir şey istemem" dedi Tülay teyze net bir sesle. Leyla'ya karşı olan pişmanlığı attığı her adımı elli defa düşünmesine sebep oluyordu. Açıkcası bu durumdan memnundum çünkü her ne kadar kabul etmese de Leyla annesini affetmek için can atıyordu.

Esma teyze bu sefer bakışlarını bana çevirirken ben de ona baktım hafif kıstığım gözlerimle. Yüzünde kocaman bir gülümseme oluşurken "sen konuşsan Asya ablası sayılırsın" dediğinde işaret parmağımla kendimi gösterdim. "Ben mi?" dediğimde başını usul usul sallamışken Tülay teyze bıkkın bir nefes vermişti.

"Bence evlilik konusunda tavsiye verebilecek en son kişiyim" dedim yüzümde zoraki bir gülümseme oluşurken. Gülüşümün bu kadar kesik olmasının sebebi abla olmak mı yoksa kötü evlilik deneyimimi hatırlamak mıydı bilmiyorum. "Kız ona bakarsan ben hiç konuşmayayım" dedi Esma teyze de gülerek.

Kucağımdaki Güneş'i pışpışlarken ben de hafifçe gülmüştüm. Artık neye neden güldüğümü bile anlayamıyordum. Bu konuşmadan kaçmamı sağlayan telefon sesim ile gözlerim koltukta yanan ekrana kaydı. Gördüğüm isim ile telefonumu hızla elime alıp Güneş'i de kucağıma yerleştirip ayaklandım.

Odaya geçip kapıyı örttükten sonra mayışmış Güneş'i beşiğine yerleştirdim. Artık açmasam kapanacak olan telefonumu da açıp kulağıma yerleştirmiştim. "Alo" dediğimde Mardin'deki tek arkadaşım ve şehirdeki evimde karşı komşum olan Helin'in cevap vermesini bekledim.

"Nasılsın?" dediğinde yanında dikildiğim beşiği yavaş yavaş sallarken "iyiyim, seni sormalı?" diye cevapladım sorusunu. Genelde halimi hatrımı sormak için mesaj attığını bildiğim için içimdeki huzursuzluk hissini göz ardı edemiyordum.

"İyiyim canım ne olsun" dediğinde gülümsedim. Onunda dört yaşında dünya tatlısı bir oğlu vardı. Tam ağzımı açmış oğlunu da soracakken derin bir nefes alışını duydum.

"Bir sorun mu var?" dediğimde içimdeki his daha da büyüdü. "Ay tekte söyleyeceğim böyle de felaket habercisi olacağım ama bil istiyorum. Baran şartlı tahliye ile çıkmış" dediğinde yavaşça yutkundum.

Bir şekilde çıkacağını zaten tahmin edebiliyordum. Bu kadar ay bile kalması şaşırtıcıydı. Helin ile Baran aynı köylü oldukları için her haberi oldukça erken duyuyordu. "Ve Güneş'e babalık davası açacakmış" dediğinde beşiği sallayan elim durdu. Bacaklarımın bir an beni ayakta tutmakta zorlandığını hissederek yavaşça olduğum yere çöktüm.

"Asya" sessiz kalışımdan panikleyen Helin'in ismimi ardarda tekrarlaması ile güçlükle cevapladım onu. "Kapatsam iyi olur" dediğimde karşı tarafta kurulan hiçbir cümleyi duyamıyordum. Tüm beynimde sadece bir ihtimal canlanıyordu.

Güneş'i benden alırsa işte o zaman felaketim olurdu.

Gözlerim dolarken ağlama diye kendime emirler yağdırıyordum. Benim şu an ağlamak gibi bir lüksüm yoktu. Gözlerim odada dolanırken ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim Güneş'i benden alamayacak olmasıydı. Kimseye vermeyecektim kızımı değil babalık davası, onun babası olduğunu bile bilmesine hakkı yoktu.

Telefonum yeniden çalarken bakışlarım ekranda yanan isime kaydı. Beni şu hayatta bir çıkmazdan alıp başka çıkmaza sokabilecek tek kişinin ismini içimden binlerce kez okuyup kapanmasını bekledim. Siyaha dönen ekranda Meriç'in isminin silinmesini izledim.

Şimdi sesimi duysa işin peşine gidecekti. Ve artık benim için bir şeyler yapmasını istemiyordum. İçerideki annesi ve teyzesi haklıydı. Onun da kendi hayatına bakması gerekiyordu. Daha ne zamana kadar bizim için bir şeyler yapacaktı? Bu işin sonu gelmezdi.

Hızla odadaki eşyalarımızı toplamaya başlarken tek derdim Meriç gelmeden bu evden çıkmaktı. Çünkü biliyordum, gitmeme izin vermeyecekti.

Odada deli gibi dönüp dururken aklımda uçuşan binbir düşünceden birini havada kapıp Deniz'i aradım. "Şimdi beni iyi dinle" alo demesine fırsat vermeden aklıma gelen ilk fikri bana kızacağını bilsem de söyledim. "Ben Yalova'ya dönüyorum ve yanımda Çağla ile döneceğimi söyleyeceğim. Leyla seni arar sorarsa idare et beni."

Benim tek gitmeme ikna olmayacağını bildiğim Leyla'yı anca böyle ikna edebilirdim. Deniz'i ikna etmek de bir hayli zor olmuşken sonunda pes edip kabullenmişti. Telefonu kapatıp koltuğa atarken çantaları hazırlamaya devam ediyordum. Artık neredeyse bizim odamız haline gelen misafir odası yavaş yavaş eski haline geliyordu.

Beşiğin içinde ayaklarını oynatan kızımı kucağıma aldım. Yüzünde babasına dair en ufak bir emare taşımıyordu. Sarı saçları ve kahverengi gözleriyle benim kızımdı. İçime kokusunu çekip iyice göğsüme bastırırken bir elim belli belirsiz beşiğine dokundu.

Odanın ortasında bizden geriye bir iz olarak sadece bu beşik kalmıştı. Nedensizce böyle ona bakmak içimi acıtmıştı. Meriç'in Güneş'e olan düşkünlüğünün benim için bu kadar acı verici olmasına anlam veremiyordum. Biraz daha burada durursam benim için işler daha da zorlaşacaktı.

Leyla'yı da aradıktan sonra herkesle vedalaşmış arabaya binmiştim.

Sanki içten içe bu mahalleye bir daha dönmeyeceğimi bilerek baktım son kez Yaman ailesinin evine. Bu evin olduğu sokağın başında kendi ailemin olduğu gerçeği yeniden beni vurmuştu. Beni affedemeyen affetmemekte de haklı olan ailemle günlerdir aynı sokakta iki yabancı gibi yaşamıştık.

Arabayı çalıştırmadan önce aynadan kısaca arabaya bakan üç çift göze baktım. Ne çok isterdim Güneş'i burada, bu insanların içinde büyütmeyi. Onun da benim gibi neşeyle geçen bir çocukluğunun, kocaman bir ailesinin olmasını.

Sonunda arabayı çalıştırıp yavaş yavaş uzaklaşırken Leyla'ya söylediğim iki yalan da ciğerimi zehirliyordu adeta. Sokaktan çıkarken son kez kendi ailemin evinin önünden geçerken yavaşladım. En son bu evden nasıl çıktığımı hatırladım. Belki de hayatımdaki en büyük pişmanlığım olacaktı ailemi karşıma almak.

Baranla olan evliliğimden her saniye pişman olurken tek pişman olmadığım şey arkada uyuyan güzeller güzeli kızımdı. Onun dışında korkularımın ve endişelerimin beni götürdüğü yerler için büyük bir pişmanlık yaşıyordum.

Arabayı hızla sürerken bir gözüm sürekli dikiz aynasındaydı. İçimdeki telaş tomurcuklarını silip atmaya çalışsam da oradalardı, biliyordum. Güneş uykusundan uyanıp çıpıl çıpıl gözlerle etrafını izlerken bir benzinlikte durdum. Arka koltuklara geçip Güneş'i kucağıma aldım.

Karnının açıktığını biliyorken emzirmek istemiştim ki göğsümü tutmayıp mızmızlanması ile saçlarını usul usul okşadım. "Sen de annene hiç yardımcı olmuyorsun ama kızım" dedim fısıltıyla yüzü sirke satan kızıma.

Parmaklarını yüzüme uzattığında minik minik öperek pusete geri koydum. Madem yolculuk onu huzursuz hissettiriyor, süt içmiyordu eve daha da hızlı gitmeliydik.

Onu biraz da olsa oyalanmasını sağlaması için çantasına koyduğum güneş şeklindeki peluş oyuncağına attım elimi. Çantanın file kısmında olduğuna emin olduğum oyuncak elime gelmeyince kaşlarım havalandı. Çantayı tamamen kucağıma çekip oyuncağı aradığımda bulamadığım için adeta darmadığın etmiştim. Yoktu.

Derin bir nefes alıp başımı havaya kaldırdım. Sakinleşmeye çalışırken tamamen dağıttığım çantayı fırlatıp arabadan indim. İki elimi sarı saçlarıma geçirirken derin derin soluyordum. Bir oyuncağın yokluğuna bu kadar sinirlenmeyi ben de beklemezken şoför kapısını açtım.

Yeniden şoför koltuğuna yerleşirken çok az kalan yolumuzu Güneş'in karnını evde doyurabileceğim gerçeğinden ötürü daha da hızlı gitmiştim. Sonunda evime vardığımda Güneş'in pusetini tek aldım. Diğer eşyaları sonra da taşıyabilirdim, vakit kaybetmek istemiyordum.

Kapıyı açtığımda içeriye yavaşça bir adım attım. Günlerdir gelmediğim evimde yabancı gibi hissederken kapıyı kapatıp salona doğru ilerledim. Midemin açlıktan bulandığını hissederken uyumuş Güneş'i pusetten çıkarırsam uyanır diye puseti salonda yere koydum. İçerisi havasız kaldığı için camı açmışken salonda bakışlarım dolandı. Evin boşluğu içimi yakmıştı.

Güneş'in ağlama sesi geldiğinde hızlı adımlarla pusete gidip kucağıma aldım. Ben sonra da bir şeyler yiyebilirdim. Belki artık memeyi tutar diye büyük bir umutla oturdum koltuğa. Sabahtan beri emmediği için zaten çok olan sütüm göğsümü ıslatırken Güneş tutmamak için adeta direniyordu.

Kucağımda sakinleşmesi için pişpişlerken sızlayan göğsümü yok saymaya çalışarak biraz daha çabaladım. Güneş hiçbir şekilde tutmayınca derin derin nefesleniyordum. O ağladıkça acım artıyordu. Aklıma hiçbir şey gelmezken kucağımda biraz sakinleşmiş Güneş'i yeniden pusete yerleştirip koşarak mutfağa gidip buzdolabını açtım.

Buzdolabının kapağını açmam ile burnuma gelen pis koku ile yüzümü buruşturmuştum. Burada çoğu zaman elektrik kesintisi oluyordu ve buzdolabındaki koku biz yokken yaz sıcağında bir elektrik kesintisine maruz kaldığını belli ediyordu. Zaten halihazırda bulanan midem koku yüzünden daha da kötü olurken bir umutla buzluğu açtım.

Güneş ilk doğduğu zamanlar da göğsümü tutmadığı için sürekli süt sağıp buzluğa koyuyordum. Bir an olduğum konumu unutup 'iyi ki bu sütleri sağmışım' demek için içeriye "Leyla" diye seslendim. Ama duyduğum kocaman bir sessizlikti. Bakışlarımı döndürdüğüm mutfak kapısından acı içinde geri buzluğa çevirdim.

Süt poşetlerine baktığımda onların da eridiğini görünce içimde tutamadığım öfke ile elimdeki süt dolu poşeti duvara fırlattım. Artık kendime sahip çıkamıyordum. Açlık, yorgunluk ve korkuya bir de çaresizlik eklenmişti. Göğsümdeki dinmek bilmeyen ağrı her an daha da şiddetlenirken olduğum yere çökmüştüm.

Yalnızdım, kimsesizdim. Bu kocaman ev şu an benim için anılar mezarlığıydı adeta. Bir yıldır yaşadığım her şeye sesimi çıkarmadan benim cezamdır çekerim demiştim. Her şeyin sorumlusu olarak kendimi görmüştüm. Ama ben yirmi dokuz yaşında bir kadındım sadece.

Evlenirken gözümü boyayan adamın kötü biri çıkacağını akıl edememiş çömez biriydim. Kendi başıma beş yıl bilmediğim memlekette tutunacak dal aramış biriydim. Bana uzatılan ele öyle sıkı tutunmuştum ki gözlerim elin sahibini görmemişti.

Ama günün sonunda kimse bahaneleriniz ile ilgilenmiyordu. Herkes sonunda sadece hatalarınıza bakıyor sizi bununla yargılıyorlardı. Bir zaman sonra siz bile kendinizi yargılamaya, her şeyi hak ettiğinizi düşünmeye başlıyordunuz.

Yaşadığım her şeye kendi cezam gözüyle bakmıştım. Olduğum yerde omuzlarım sasıla sarsıla ağlarken Güneş'in ağlama sesini duyunca artık nefes dahi alamadığımı hissediyordum. Dolaba tutunarak ayağa kalkmaya çalışırken dönen başım, ağrıdan deliren bedenim bana hiç yardımcı olmuyordu.

Kızımın ağlamasına izin vermeyecektim. Kendimi zor bela olsa da kaldırıp bir şekilde salona gittim. Güneş'i kucağıma alıp yerde otururken tekrardan bir umut göğsümü açtım. Kucağımdaki bebeğim mememi tutmazken ben sarsıla sarsıla ağlıyordum.

Kızım açtı ve benim aklım resmen yerinden oynamış gibiydi. Yalvarırcasına konuşurken sımsıkı sardım bebeğimi. "Yalvarırım, ne olur iç."

Gözyaşlarım bir bir Güneş'in sarı saçlarını ıslatırken tamamen kendimi kaybetmiş gibiydim. Ağlama sesi zihnimde yankılanıyor, ruhumu sıkıştırıyordu. Fiziksel acım ise ben de buradayım dercesine kendini hatırlatıyordu. "Biliyorum... Açsın... Ne olur kızım... Lütfen" sayıklamaya devam ederken gözlerim karardı.

Bir elimle düşmemek için yerden destek alırken dönen başımın durması için dualar ediyordum. Şimdi değildi, tek başımayken düşemezdim. Beni kaldıran yine ben olmalıydım.

Kendime verdiğim hiçbir teselli işe yaramazken girdiğim transtan hem çalan hem de deli gibi yumruklanan kapı sesi çıkarmıştı.

Kucağımdaki Güneş'i daha da sıkı sararken olduğum yerde kendimi geriye doğru kaydırdım. Eğer kapının arkasındaki kişi kızımı almak için geldiyse beni ezip geçmeliydi. Kulağıma uğultu gibi gelen kapının arkasındaki seçi seçemezken korku içinde akan gözyaşlarıma yenileri eklendi.

Bir anda yüksek bir ses gelince nefesimi tutmuştum. Kırılan kapıdan içeriye giren kişiyi gördüğümde bir an her yer sessizleşti. Bize telaşla bakan mavi gözlere değen gözlerim yavaşça kapandı. İçimden 'bitti' dedim.

Hızla yanımıza gelip kucağımdaki Güneş'i alarak sıkıca sarılırken bir koluyla da beni kendine çekti. Kaybolduğunu düşündüğüm sesimi çıkarmak istercesine "Meriç" dedim zorlukla. "Buradayım" dedi fısıltıyla. Sanki sesinden dahi ürkecekmişiz gibi temkinli çıkmıştı dudaklarından söylediği kelime. Buradaydı.

'Neden haber vermeden gittin?' bile dememiş yine en ihtiyacım olduğu anda yanı başımda belirmişti. Onun kucağına gittiğinde susan Güneş ile zihnimi kaplayan kara bulutlar da bir bir dağıldı. Kızım ağlamıyordu.

Meriç kucağındaki Güneş ile beraber ayağa kalktığında bulanık bakışlarım biraz da olsa netleşmiş ne yaptığına bakmıştım. Kapıya doğru gidip önünde bıraktığı poşetleri eline alıp geri içeriye girdiğinde de hiçbir şekilde sesim çıkmamıştı.

Hala oturduğum yerde bir elimi alnıma yaslamış Meriç'e bakarken o hızlı hareketlerle poşetten çıkardığı mama ile Güneş'in karnını doyurmaya başlamıştı bile. Hiçbir şey söylemeden sanki dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi dikkatliydi hareketleri.

Bakışları hala halının ortasında oturmuş bana kayarken "dün Leyla söylemişti Güneş süt içmiyor bazen diye. Evde bulunsun diye almıştım" dediğinde her cümle ile olduğum yerde daha da ezildim.

Ne diyeceğimi bilemeyerek bakmaya devam ederken bu adamı ne kadar hak etmediğimi fark etmiştim. Güneş sanki az önce öylece ağlayan o değilmiş gibi iştahla mamayı yerken Meriç yüzünde belli belirsiz oluşan gülümseme ile izliyordu onu. "Deniz'e sormuştum küçük hanım bunu seviyormuş" dediğinde de utancımdan cevap veremedim. O ise sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu.

Ben hiçbir şey demeden çekip gitmişken onun davranışları altında eziliyordum. Ne açlıktan bulanan midem, ne göğsümdeki acıydı umrumda olan. Karşımdaki adama karşı duyduğum mahcubiyet her şeyi ezip geçmişti. Karnının doyduğuna emin olduğu Güneş'i kucağında sallarken cebinden telefonunu çıkardı.

Meriç, neşeli çıkarmaya çalıştığı sesiyle "kurt gibi açım kahvaltı bile yapmadım bir şeyler söyleyelim" dedi merhametle bana bakarken. Başımı yavaşça omzuma doğru eğerken bu sefer neden sızladığını bilmediğim göğsüme gitti elim. Meriç benden cevap beklemiyor gibi bakışları tekrar Güneş'e döndü. Bende de cevap verecek hal de yüz de yoktu.

Yerimden kalkıp yavaş adımlarla koltukta yanına oturduğumda o ise kucağında uyuyan Güneş'i salonun ortasında duran pusete koymak için kalktı. Aramızdaki sessizlik devam ederken eğdiğim bakışlarla halıyı izliyordum sadece. İçimde milyonlarda kurulmayı bekleyen cümle varken her şeye rağmen sessizdim.

Meriç yavaş adımlarla yanıma gelip koltuktaki yerine oturduğunda bakışlarımı ona çevirdim. "Özür dilerim" diyebildim sadece. Onca cümle arasından neden bu çıkmıştı dudaklarımdan ben de bilmiyordum. Meriç hızla beni kendine çekip sarılırken "sakın" dedi fısıltıyla.

Başımı yavaşça göğsüne yaslarken gözlerim kendiliğinden kapandı. "Asıl ben özür dilerim" dediğinde kapattığım gözlerimi sorgulamak için bile açamadım. Öylece kıpırdamadan cümlesinin devamını getirmesini bekledim.

"Pusat arayıp söyleyince bir de o itin çıktığını öğrenince aklımı yitirdim Asya. Allah biliyor nasıl geldim buraya" dedi sesinden bile hissettiğim korku beni daha da utandırırken.

"Öyle kapıyı açmayınca da ne yapacağımı bilemedim. Anahtarı da evde unutmuştum, özür dilerim korkuttuğum için" dediğinde başımı yavaşça göğsünden çekip onun bana bakan gözleriyle buluşturdum gözlerimi. Yavaşça yutkunurken "dileme" dedim. Özür dilemesi gereken bendim, o değildi.

Onun hayatındaki varlığım bile başlı başlına özür sebebiydi. Tam ağzımı açmıştım ki kırık kapıya rağmen çalınan zil sesi ile ayaklandı. "İyi hızlı getirdiler" deyip kapıya doğru ilerlerken açık ağzımla sadece arkasından bakabilmiştim. İçimden ona kızmak, yapma demek geliyordu. Ama dile dökemiyor, yanından ayrılmak istemiyordum.

Göğsümdeki ağrı yine kendini belli ederken Meriç elindeki poşetlerle içeriye girdi. Salondaki orta sehpayı önümüze çekerken poşetten çıkardığı tavuk suyu çorbasını açıp önüme koydu. "Oh, dumanı üstünde valla" dediğinde neşeli tutmaya çalıştığı tavrına buruk bir gülümsemem eşlik etmişti.

Çorbadan bir kaşık alıp ağzıma götürürken Meriç diğer aldıklarını masaya yerleştirip beni izlemeye başlamıştı. Çorbamı yuttuktan sonra çekingen bakışlarımı ona çevirdim. "Sen aç değil miydin?" dediğimde dalmış gibi sirkelenip başını hızla salladı. "Evet, doğru" deyip panikle eline bir börek aldığında çorbama geri dönmüştüm. Gerçekten de çok açtım.

"Ağrı kesici var mı evde yoksa alayım?" diye bir soru sorduğunda bakışlarım tekrar ilgiyle bakan Meriç'e döndü. Başımı usul usul sallayıp koridordaki eczacı dolabını gösterdiğimde hızla kalktı yerinden. Benim bile artık göz ardı ettiğim ağrım için elindeki ilaç ve bir bardak su ile dönünce çorbamı bitirmiş ilacı yutmuştum.

Güneş, yorgun düştüğü için kesintisiz bir uyku uyurken ayaklandım. Yatak odamda olan süt pompası ile biraz süt sağsam iyi olacaktı. En azından uyandığında mama yerine anne sütü içebilirdi. Ayağa kalktığımda Meriç'in bakışları anında beni buldu. "Nereye?" diyen telaşlı sesiyle beraber elimle koridoru gösterdim.

Güneş için süt ayarlayacağım" dediğimde başını usul usul salladı. "Ben buradayım" dedi aklım Güneş'te kalmasın diye. Onun burada olduğunu her zerremle hissederken gülümsedim. "Biliyorum."

Süt pompasını kaldırırken hem göğsüm rahatladığı için hem de ilacın etkisi ile sonunda ağrısız bir nefes almıştım. İçerideki Meriç'i düşünürken nasıl o anın telaşı ile Baran'ın hapisten çıkacağından Pusat'ın haberi olacağını unutmuştum bilmiyordum.

Şimdi zaten yeteri kadar çökmüş zihnimle bir de bunları düşünmeyeyim diyerek banyoya ilerledim. Elimi yüzümü de yıkayıp geri salona döndüğümde biraz daha yemek için yerime oturmuştum.

Kapının kapalı olduğum görünce bakışlarım Meriç ile kapı arasınds gidip gelmişti. "Sadece kilit yeri zedelenmişti, hallettim" diyen Meriç ben sormadan cevaplayınca başımla onayladım.

Elime aldığım böreği büyük bir sakinlik hali üzerime çökmüşken ısırdım. Sanki az önce krizler geçiren ben değilmişim gibiydim. Gözlerim tekrar Meriç'e değerken burada oluşunu hala tam olarak idrak edememiştim. Benim zihnim mi çok bulanıktı yoksa yaşadıklarımı artık algılayamıyor muydum, bilmiyordum.

Meriç pusetteki Güneş'e doğru ilerleyip kucağına aldığında hafif çatılmış kaşlarımla izlemeye devam ettim onu. Hiçbir şey sormadan salondan çıkıp saniyeler sonra geri gelmesine bakarken o ise hala yüzüme bakmadan konuştu.

"Beşikte daha rahat uyur diye" dedikten sonra çekingen bir tavırla tekrardan oturdu koltuğa. Başımla onu onaylarken sonunda gözlerini gözlerimle buluşturup o an belki de en son duymayı beklediğim cümle döküldü dudaklarından.

"Evlenelim Asya."

Elimdeki böreği yavaş yavaş önümdeki masaya bırakırken sertçe yutkundum. Sanki bu hareketim az önce duyduğum cümleyi silip atacaktı. Meriç söylediği cümleden sonra ayaklanınca peşinden gözlerimi kırpıştıra kırpıştıra baktım.

Acaba hala girdiğim krizin etkisinde miydim diye düşünüyordum. Kaşlarım hızla çatılmışken başımı tekrardan salona giren Meriç'e çevirmiş ağzından cidden o kelime çıktı mı diye sorguluyordum.

"Al, iç" dedi elindeki koca bir bardak suyu bana uzatırken. Gözlerim bir elindeki bardağa bir de Meriç'in bana bakan mavilerinde git gel yaptığında "ne?" diyebildim sonunda.

Hala beynim duyduğuna inanmamak için diretiyordu. "Evlenelim" dedi yeniden gel beraber ekmek almaya gidelim der gibi bir rahatlıkla.

Duyduğumdan şüphe etmiyordum artık, ciddiydi söylediklerinde. Koltuktan şiddetle kalkarken bir iki adım geriledim. Ellerimi saçlarıma atıp arkaya atmışken karşımdaki adamın tamamen delirdiğini düşünüyordum.

Bunu söylemesi için aklını oynatması gerekiyordu çünkü. Bir elimi havaya kaldırıp baş parmağımla onu gösterirken "senin aklın başında değil" dedim yüksek çıkan sesimle. Buradan bakıldığında aklı başında olmayan tek kişi bendim halbuki.

Ayağa kalkıp omuzlarını dikleştirirken kendinden emin bir şekilde adım attı bana doğru. "Hiç bu kadar aklım başımda olmamıştı" dedi. Hala ağzından çıkanların farkında değildi yoksa bu hareketlerin mantıklı hiçbir açıklaması yoktu.

Yeniden bir adım gerilerken o an belki de anında pişman olacağım bir cümle döküldü dudaklarımdan. "Bana acıdığın için" dedim gözümden akan tek bir yaşla.

Titreyen parmaklarımla alt dudağımı örtüp ağlamamın şiddetlenmesini önlemeye çalışırken o an Meriç'in gözlerinden geçen duyguyu görmek korkutmuştu. Duyduğu cümle resmen sinirden kıpkırmızı olmasını sağlamıştı.

Elini havaya kaldırıp sessiz ama etkili bir şekilde "sakın" dedi sadece. Ben hala küt küt atan kalbimden ötürü zihnimi toparlayamazken "sakın bir daha ağzından böyle bir cümle çıkmasın" diye de devam etti konuşmasına. Kendi söylediklerinin farkında değildi sanırım.

Bir iki adım daha atıp arkamda kalan pencerenin önüne düşen perdeyi hızla çektim. Biraz nefeslenmeye ihtiyacım vardı sanki odada oksijen kalmamış gibiydi. "Hayatının ne kadarını bizimle heba etmeyi düşünüyorsun?" diye sordum arkam Meriç'e dönmüş bir şekilde.

"Dinle" dedi sadece hiç yaklaşmadan. Ses tonu içimi titretirken gözlerimi kapadım usulca. Ne söyleyecekse hemen söylemeliydi, daha fazla sakin kalamıyordum.

"Burada böyle kalamazsın, o it tekrar o deliğe girene kadar en azından" dedi tane tane. "Elbet düşecek peşinize" diye de zaten bildiğim gerçek dudaklarından dökülünce histerik bir kahkaha atıp tekrardan ona döndüm. Elimle önce kendimi sonrasında da onu gösterirken konuştum.

"Sen mi koruyacakmışsın bizi?"

"Evet" dedi çenesini havaya dikerken. "Evlen benimle" diye de devam edince artık evden kovmamın zamanı geldiğini düşünüyordum çünkü her evlilik barındıran cümlesi beni daha da cinnete yaklaştırıyordu.

Bir adım atarken "mantıklı düşün Asya" dedi. Burada mantık hangi kısımdaydı hiçbir şekilde anlayamazken. "Evleniriz, kağıt üstünde. Hem şu an izindesin tayinini istersin bitince eş durumundan. Bursa'ya yerleşirsiniz, elim kolum üstünüzde olur en azından. Burada kalamazsınız, olmaz Asya."

Hala beni ikna etmek için sakin sakin konuşurken "aklına evlenmekten başka bir fikir gelmedi mi?" diye sordum. Onu ciddiye almadığımı her hareketimle belli ettiğimi düşünüyordum.

Beni umursamadığını belli edercesine koltuğa otururken aklında belirlediği her şeyi sıralamaya başladı. "Pusat haber etti beni zaten hapisten çıktığına. Sen giderken Pusat'ın da davadan haberi olduğunu unutmuşsun herhalde." Cümlesinin sonunda gözlerini bana kitlerken başını iki yana salladı. Gerçekten de o an korkumdan bu kısmı atlamıştım sanırım.

"Eğer babalık davası falan açmaya çalışırsa da davaya Pusat şimdiden hazırlanacak. Sonuçta hapis yatmış birisi kolay kolay vekalet vermezler. Biz de güzel bir aileymiş gibi davranırız. Daha da güçleniriz mahkeme karşısında bekar hapis yatmış bir babadansa ona sıcak bir yuva ve aile vermiş annesini tercih eder diye düşünüyorum hakim" dedi kendi kendine konuşuyormuş gibi. O çoktan ikna olmuştu bunun tek çıkar yolu olduğuna.

Kollarımı göğsümde birleştirirken "ya senin ailen?" diye sordum. Sabah teyzesinin söyledikleri hala aklımda dönüp dururken. Benim yüzümden kendisinden vazgeçecekti, izin vermezdim.

"Benim ailem sizsiniz" dedi net bir dille.

Bir iki daha adım atıp pencerenin önünde kalan masanın yanına geçince kalçamı masaya yasladım. Sakinleşmiş gibiydim, her ne kadar çok kısa sürecek olsa da. "Durumun ciddiyetinin farkında değilsin sen. Arkadaşlık başka senin dediğin çok farklı şeyler."

Kaşları çatılırken rahat rahat yayıldığı koltukta hafifçe doğruldu. Sanki ne söyleyeceğimi kestiremiyor gibi pür dikkat dinlerken konuşmama devam ettim. "Evlenmek saçmalık, senin başkası ile aile kurman gerekir. O masaya saçma sapan bir sebeple sahte bir şekilde oturmak değil."

Her kelimemle kaşları daha da çatılırken az önceki sakin halim beni terk etmiş sinirle konuşmuştum. "Bana yardım etmek istediğin için değil" dediğimde hızla ayağa kalktı. Mavi gözleri adeta sinirden titriyordu. "Sana yardım etmek istediğim için değil" dedi beni tekrarlarken.

"Sana aşık olduğum için."

Kulaklarım duyduğu her cümleyi inkar etmek istercesine kendini kapatıyordu resmen. Ağzım bir açılıp bir kapanırken beynimin uğuldadığını hissediyordum. Bir elimle yaslandığım masadan destek alırken gözlerimi kırpıştırdım. O ise cümlesinin üzerimde yarattığı tesiri gözünü bile kırpmadan izliyordu.

Kendimde konuşma gücü bulmak istercesine yutkunup gülmeye çalıştım. Boşta kalan elimi havaya kaldırıp ona doğru savururken "sen" dedim. Devamını zor bela getirmeye çalışırken yeniden yutkundum. "Sen kafayı yemişsin, iyi değilsin." Duyduklarıma inanmak dahi istemiyordum.

İki kolunu göğsünde birleştirirken "niye sevemez miyim seni?" diye sordu umursamaz bir tınıyla. Asla ötesini berisini hesaplamıyordu resmen. Mantıklı düşünmekten çok öteydi.

Beynim hala karıncalanırken elimi masaya atıp Güneş'in masanın üstünde olan ayıcığını alıp fırlattım Meriç'e. Elime gelen ilk şeyin bu kadar hafif olması sinir ederken Meriç ona değmeden geçip giden peluşu eliyle işaret edip "ıskaladın" dedi.

Masanın üstünde ona fırlatmak için başka bir şey var mı diye bakarken görmemek daha da sinirlenmeme sebep olunca elimin altında olan sandalyeyi devirmiştim ki yanımda biten Meriç iki bileğimi de kavrayıp ona bakmamı sağladı. "Sessiz sinirlen, Güneş uyanacak" dedi fısıltıyla.

Her cümlesi benim içimde yanan ateşe benzin oluyordu adeta. Buraya sanki beni delirtmeye gelmişti. Ellerinden kurtulmaya çalışarak debelenirken "ben dulum farkında mısın?" diye sordum. Normalde bu kelimeden de haz etmezdim. Sinirlendim diye sinirlendirmeye çalışıyordum.

Belki de yine en son söylemem gereken cümle yaşadığım şok etkisiyle ilk sıradan çıkmıştı ağzımdan. Düşüncelerim de hislerim de tepetaklak olmuş gibi hissediyordum. "Ne diyecekler sana hiç düşündün mü?" diye devam ettim. Madem her şeyi düşünmüştü bunu da düşünmüş olmalıydı.

Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluşurken bileklerimi sakinleştiğimi düşünerek yavaşça bıraktı. Onun ellerinin arasından kurtulan kollarım iki yana düştü güçsüz bir şekilde. "Ben de evde kalmış biriyim, bak tencere kapak."

Ortamı yumuşatmaya çalıştığının farkındaydım ama hiçbir işe yaramıyordu. Ben yirmi dokuz o ise yirmi yedi yaşındaydı. Ben bir evlilik yaşamış biriydim, bir çocuğum vardı. Olmazdı, hiçbir şekilde oluru yoktu.

"Hem bana neler diyeceklerine kadar düşündüysen bu kabul ettiğin anlamına mı geliyor?" dedi yüzündeki gülümseme iyiden iyiye kendini belli ederken. Cümlemi en yanlış yerinden tuttuğunu fark ederken elimi kaldırıp 'dur' işareti yaptım.

"Kızım var benim" dedim sanki o hiç bilmiyormuş gibi. Başını aşağıya yukarıya sallayıp "başım gözüm üstüne" dedi gözlerini gözlerime kitlerken.

Ne düşüneceğimi, ne söyleyeceğimi o kadar bilmiyordum ki dakikalar önce Meriç adeta ilanı aşk yapmamış gibi davranmaya çalışıyordum. Söylediklerini algılayamayan beynim yaşadığı şok etkisiyle sıralıyordu cümlelerini. İpin ucunu tamamen kaçırmış gibiydim.

Onunla olan mesafemizi bir iki adım atıp daha da açarken "olmaz" dedim net bir dille. Koltuğa doğrı ilerleyip otururken önüme düşen saçlarımı hırsla itip fısıltıyla "olmaz, olmaz" diye tekrarladım kendimi. Olmazdı.

Hızla karşıma geçip önümde diz çökerken iki elini dizlerimin üzerinde olan ellerimin üstüne koydu. Bakışlarımı ellerimizden çekmeye cesaret edemezken kalbimin küt küt atmasını göz ardı etmeye çalıştım. "Azıcık bile gönlün varsa oldurturum" dedi her şeyi göze aldığını belli edercesine.

"Ben buraya senin için geldim Asya. Seni almadan da gitmeyeceğim" diye de devam etti. Dolan gözlerim hala birbirine kenetlediği ellerimizdeyken gözlerine bakma cesareti bulamadım kendimde. O böyle sözler ederken karşısında durabilmek bile güçtü benim için.

Ama onun bu kendinden emin tavrının içten içe beni tanıdığı için olduğunu biliyordum. Bilsem de gerçeklerimiz çok farklıydı. Bir yıl önce kolundan gelin çıkmıştım. Şimdi gelmiş evlenelim diyordu.

Ellerimi ellerinden çekip başımı daha da eğerken durgunlaşmış sesimle konuştum. "Ne zamandan beri?"

Eğildiği önümden yavaşça ayağa kalkıp koltukta aramıza mesafe koyacak şekilde oturdu. Sorumu açık açık sormamıştım ama o ne için sorduğumun gayet farkındaydı. Derin bir iç çekip aramızda saniyeler süren sessizliği böldü. "Kendimi bildim bileli."

Her lafı beni adeta daha da vuruyor, oradan oraya savuruyordu. Buna rağmen üstümde müthiş bir dinginlik hakimdi. Sakin sakin oturmuş saatler öncesinde biri bana söylese delireceğim cümleleri ondan dinliyordum.

Biraz da olsa ılımlı olduğumu düşünmesin diye hızla kendimi yeniledim. "Olmaz" dediğimde yanımdaki yastığı kucağıma çektim. Sanki ona değil de kendime söylüyor gibiydim. Olmazdı.

Ellerini dizlerine vurup "tamam, olmaz anladım" dedi ciddiye almadığını belli eden bir sesle. "Ama burada da kalmayacaksın döneceğiz Bursa'ya" diye de ısrarını sürdürdü. İşte tam bu yüzden vedalaşmadan gelmiştim. Biliyordum, orada kalmamımı isteyeceğini. Ve içten içe de ona hayır diyemeyeceğimi.

"Ha, evlenme konusunda hala ısrarcıyım. Evet de şimdi çıkar gün alırım" dediğinde hızla kucağımdaki yastığı fırlattım ona. Yüzündeki sırıtışla yastığı havada kapıp sırtına koyduğunda da bakışlarımı kaçırdım. Sanki gözlerinin içine baksam içimde en derinlere gömdüğüm hisler ortaya saçılacaktı.

Olmazdı, dönemezdim Bursa'ya. Ailem bana küsken bir de bunu yapamazdım. Onun da zamanında yaptığım hatayı tekrarlamasına, ailesini benim için karşısına almazına göz yumamazdım. Her ne kadar Tülay teyze de Ekrem amca da beni seviyor olsa da çocuklarının arkadaşları, ellerinde büyüyen bir kız olarak seviyorlardı. Bir anda gelinleri olarak bağırlarına basmayacaklardı.

Ama bunu anlamamakta ısrarcı olan Meriç sessizliğimi büyük bir merakla böldü. "Evleniyor muyuz?" sorusuna göz devirmekle yetindim. Sabırsızlık bu ailede genetikti sanırım. "Hayır" dedim tekrardan.

O ise beni yine hiç umursamadan önümüzdeki masaya eğilip sakinliğimden yüz bularak bir tane börek uzattı. "Evet diyene kadar burada oturacağım" dediğinde hiçbir cevap vermeden hala aç olduğum için elindeki böreği aldım hırsla.

Hızla bir lokma ısırırken yan yan ona bakıp "evde kalmışsın gerçekten de hallere bak" demeden duramamıştım. Duyduğu cümleye şaşırması geçer geçmez tok bir kahkaha attığında sussun diye ona doğru uzandım. Elimi belli belirsiz savururken "sus bak uyanmasın" dedim Güneş'ten bahsederken. Başını hızla sallayıp gülüşünü durdururken ben de belli belirsiz gülümsemiş fark eder etmez de silmiştim.

"Aileni karşına almana izin vermem" dedim içimde dönüp duran cümleyi dışarıya vururken. Meriç ise bu cümleyi duyunca sanki kabul etmişim gibi parıldayan gözlerle baktı bana. "İkna ederim gerekirse herkesi alırım karşıma."

Bu kendinden emin duruşu içimi titretiyordu. O konuştukça başta gayet güçlü olan hayırım yavaş yavaş kırılıyor ve bu hiç istemediğim bir durum olduğu için korkuyordum. Dudaklarımı birbirine bastırıp tüm kelimelerimi yuttum. Konuşarak bi yere varamayacaktık bugün, en iyisi susmaktı.

Bu sefer sessizliği bozan Meriç olurken bir anda sorduğu "kızının adı neden Güneş?" sorusu lokmamın boğazımda kalmasına sebebiyet verdi. Açıkçası bu sorunun cevabı bende yoktu. Öksürüklerimin arasında uzattığı suyu zor bela alırken o ise yavaş yavaş sırtıma vurmuştu. "Boğularak sorumdan kaçamazsın" dediğinde dibimde olan yüzünü elimle kendimden uzaklaştırdım.

Önüme düşen saç tutamlarımı hırsla kulağımın arkasına iterken gözlerimi kaçırıp ağız kenarından "bilmiyorum, o an aklıma geldi" dedim. İkimiz de gayet iyi biliyorduk halbuki. Bana inanmadığını gayet belli edercesine kaşları havalandı. "İnanmadım" diye de bakışlarına destek çıktı.

"Sana bir şeyleri inandırmakla uğraşamam" dedim tamamen kaçmaya çalışarak. Üstüne düşünsem daha da çıkmaza girecektik. Ben o gün bile ve isteyerek kızımın adını Güneş koymuştum. Meriç'in bir gün kızı olursa koyacağı ismi bilerek almıştım. Belki kızı kadar sever diye mi düşünmüştüm? Belki de sevgimi görmek için. Sorularımın bende bile henüz bir karşılığı yoktu.

"Beni geçen sene kolundan gelin olarak çıkardın" dedim bir anda bambaşka bir yere parmak basıp sorusundan kaçarken. Gözlerini sıkıca kapatıp açarken sanki o anı yeniden yaşıyormuşcasına acı içinde baktı bana.

"O gün orada olmamın tek sebebi sendin. Tıpkı şimdi burada olmamın tek sebebi olduğun gibi" deyip derin bir nefes alarak devam etti. "Attığın her adımda arkandayım Asya ama artık istemiyorum" dediğinde ise cümlenin sonunun buna çıkacağını asla tahmin etmediğim için şaşkınlıkla baktım. O ise sakince konuşmaya devam etti.

"Artık arkanda değil yanında olmak istiyorum. Başkasına gelin gidişini değil bana gelişini görmek istiyorum."

Yaşadığım binbir çeşit duygu değişimine bir yenisi daha eklenirken dolan gözlerimi gizlemeye çalıştım. O an adeta kurtarıcımmış gibi olan kızımın ağlama sesini duyunca hızla yerimden kalktım.

Dolan gözlerimi saklayarak salondan çıkarken arkamdan Meriç'in "hangi gün evlenelim?" diye seslenmesini duymazdan geldim. Çok ciddiydi ve benim de kabul edeceğimi düşünüyor, buna tamamen inanıyordu.

Çok bile uyuyan kızımın beşiğinin başına geldiğimde gözlerindeki boncuk boncuk yaşlarla iç çektim. Hızla kucağıma alırken saniyeler içinde nasıl da böyle doldurmuştu gözlerini diye düşünüyordum. Kucağımda pışpılayarak yatağa doğru ilerleyip üstüne oturduğumda kapının çalınması ile bakışlarım zaten açık olan kapının önünde bize bakan Meriç'e kaydı.

Elindeki biberonu havada salladığında içeriye gelmesi için başımı usulca salladım. Hala kucağımda içli içli olmasa da mızmızlanarak ağlayan kızıma doğru ilerleyip biberonu yatağın üstüne koyup Güneş'e uzandı.

Meriç'in Güneş'i kucağına alıp yeniden biberona uzandığında ben hızla elime alıp uzattım ona. Sanki az önce salonda kavgalar etmemişiz gibi sakin ve uysaldı hareketlerimiz. İkimiz de bir sözleşme yapmış gibi sessizdik.

Meriç'in kucağında keyifle duran kızıma bakarken bir iç daha çektim. Meriç'in ona olan tutumunun tamamen benden bağımsız, Güneş'e olan sevgisinden ötürü olduğunu bilmek içimde binbir çiçek açıyordu.

Meriç, kucağındaki bebeğin sarı saçlarını sakince öperken nefesimi tuttum. Sanki dudakları benim saçlarıma değmiş gibiydi kalbimin atışları.

"Evet" dedim birden dudaklarımdan sessizce dökülen kelimeye ben bile inanamazken. Güneş'in üzerinde dolanan bir çift mavi göz bana şaşkınlıkla dönerken nefesimi tuttum.

Bir iki defa kırpıştırdığı gözleri birden anladığı şey ile adeta parladı. Emin çıkmayan bir sesle sorarcasına "evet?" dediğinde başımı usulca sallayıp benden beklenmeyen bir netlikle konuştum. "Evet."

Hayatta her şeyi aniden yapan biriydim önceden. Attığım adımların önünü arkasını düşünmez keyfime göre yaşardım. Yaptığım hataların beni sürüklediği yerlerde kazandığım deneyimler sakinleşmemi sağlamıştı. Ardından kollarımda can bulan küçük bir bebek tüm sivri köşelerimi zımparalamıştı.

Ama şimdi yeniden aniden karar veriyordum. Ya da ben öyle sanıyordum. Bu kararın içimde ne zaman filizlendiğinden bir haberdim.

Ve bu sefer her zerrem biliyordu ki pişman olmayacaktım.

Bir elimi heyecanla bakan Meriç'e doğru kaldırıp "ama şartlarım var" dedim. Yoktu, sırf tamamen kabullenmediğimi düşünsün diye söylemiştim. Başını hızla sallayıp hiç beklemeden, sorgulamadan "kabul" dediğinde yüzümde belli belirsiz bir gülüş canlandı.

Biraz gerileyip yatak başlığına sırtımı yaslarken kollarımı göğsümde birleştirip sözde şartlarımı saymaya başladım. "Gerçek bir evlilik olmayacak" dediğimde bakışları tekrardan beni buldu. Madem yanımda durmak için istiyordu evlenmeyi bu şartta da şaşırılacak bir şey yoktu.

"Bal gibi de olacak" dedi net bir sesle.

Aniden yükselmesini o da beklemiyordu ki yüzümdeki ifadeden ötürü anında bakışları pişmanlıkla doldu. Kucağındaki Güneş'i daha da sararken yanıma oturup bir elini de elimin üstüne koydu. Ne diyeceğini bilemiyor gibi bir iki defa ağzını açıp kapatırken en son emin olmuştu ki konuştu.

"Ben sana gel karım ol demiyorum Asya. Bu şartlarda diyemem de zaten. Seni herhangi bir şeye de zorlamak niyetinde değilim. Sadece ikimizin de olması gerekenin bu olduğunu gayet iyi bildiğini düşünüyorum. Ben istiyorum ki yanında olayım, omzundaki yükü hafifleteyim. Baştaki istemiyorum laflarının inattan ötürü olduğunu da biliyorum. Zorlama ile bir şey yapacak birisi de değilsin onu da gayet iyi biliyorum."

Hiçbir şekilde kesmeden konuşmasını dinlerken ısrarının sebebini gayet açık ve net görmüştüm. Gözlerimin ardında benim bile fark edemediğimi fark etmişti.

Yavaşça yutkunup "bu sana haksızlık olur" diyebildim. Zihnimde dolanan cümleler ağzımdan zor bela çıkıyordu. Sırf benim için bir evlilik yoluna girmesine hala mantıklı bir gözle bakamıyordum. Kalbim ve beynim öyle bir çatışıyordu ki kararlarım saniyeler içinde değişiyordu.

"Asıl senden uzak olmak bana haksızlık" dedi fısıltıyla. Her kelimesi ile yüreğindeki aşkın içime aktığını ve beni sımsıcak sardığını hissediyordum.

Ben şu hayatta bir tek bu adama yar olabilirdim. Bunu iyiden iyiye anlamıştım. Kötü giden hayatımın bana tek iyiliğiydi hasretle bakan mavileri. Başımı sallarken yüzümde oluşan bir gülümseme ile "evlenelim" dedim.

Pişman olmayacaktım. Belki böyle gizli gizli yapmak herkesi sinirlendirecekti ama başka şansımızın olmadığını ikimiz de biliyorduk. Beni gelip alabileceği bir baba evim bile yoktu. Elimizdeki şartlara uyum sağlayacaktık.

"Ankara zamanlarını hatırladım" dedim asansöre bindiğimizde. Meriç, ben üniversite okurken ara ara kaçar yanıma gelirdi. Onu kız yurduna sokamayacağımız için yurdun karşısındaki çok da düzgün durumda olmayan otelde kalırdı.

Meriç de hatırladığı zamanlarla gülümserken "hiçbir otel oradaki kadar huzur veremez" dediğinde gözlerimi belertmiştim. "Adam tam bi manyaktı şaka mısın?" dedim şok içinde. Çoğu zaman geceleri dört beş defa arardım Meriç hala yaşıyor mu diye.

"Sabaha kadar senin sesini duyardım ama" dediğinde asansör bir an daraldı. Nefesimin kesildiğini yeniden hissettiğimde yüzüme pompalanan kana sinir olmuştum. Meriç gülerek başını iki yana salladığında açılan kapıya şükretmiştim.

Sessiz sessiz yanında yürürken karşılıklı olan odalarımıza gelmiştik. Anahtarı bana uzattığında hızla elinden kapıp "iyi geceler" diyerek resmen koşarcasına içeriye girdim.

Güneş'i beşiğe yatırırken duş almak istesem de tek bırakmaya korktuğum için vazgeçmiştim. Şimdi yeniden Meriç'in yanına gidip Güneş'i ona vermeye çekinmiştim.

Yatakta dönüp dururken her lafına böyle utanacak mısın diye kendime kızıyordum. Artık öğrenmiştim sonuçta ne diye şaşırıyordum ki. O günler sadece eğlenmek için geldiğini sandığım kişiden böyle şeyler duymaya sanırım zor alışacaktım.

Bir cesaretle yataktan kalkarken hızla kapıya doğru gittim. Tam kapıyı azıcık açmıştım ki koridorda sırtı bana dönük bir şekilde yürüyen Meriç'i görünce hızla geri kapattım. Bu saatte sessiz sedasız nereye gidiyordu?

Geri yatağa ilerlerken kendimi bir an nikah masasında terk edilmiş gibi hissetsem de hızla yanağıma minik bir tokat attım. 'Kendine gel Asya' temkinleri ile sonunda uykuya dalabilmiştim.

Çalan telefonumun sesi kaşlarımın çatılmasına sebep olurken darmadağın olmuş yatakta telefonumu arıyordum. Sonunda bulduğumda Meriç'in aradığını görmem ile hızla yerimden doğruldum.

"Günaydın müstakbel eşim" dediğinde gülen sesi beni de güldürmüştü. En azından terk edilmediğimi anlamıştım. "Sadece resmiyette" diye düzelttim hızla onu.

"Şimdilik" dedi kendinden emin bir şekilde. Ardından tam bir şey diyecektim ki tekrardan konuştu. "Ali aradı sadece sabaha uygun bulabilmiş. Bir saatte hazır olur musunuz?" dediğinde göreceğini sanıp bir an başımı salladım. "Oluruz."

"Ama duş almak lazım Güneş'e bakabilir misin?" dediğimde yataktan kalkmış beşikte uyuyan kızıma doğru ilerlemiştim. "Kapıdayım" diyen Meriç ile de telefonu kapatıp paytak adımlarımı kapıya doğru çevirdim.

Kapıyı açtığımda gözlerim önce gülümseyen Meriç'i ardından elinde tuttuğu karton çantaya değdiğinde kaşlarım çatılmıştı. Meriç içeriye girdiğinde ben de peşinden bir şey soramadan yürüdüm.

"Uyanmış mı prensesim?" beşiğe eğilip Güneş'in yeni yeni açılan gözlerine baktığında duvara yaslanmıştım. Elindeki karton çantayı yatağa koyup Güneş'i kucağına aldı. "Biz karşıya geçelim sen rahat rahat hazırlan" dediğinde başımla onaylayıp lazım olur diye Güneş'in çantasını da uzattım.

İkisi çıktığı an soramadığım karton çantaya doğru resmen koşmuştum. Yatağın üstündeki çantayı hızla açıp içerisindeki beyaz elbiseyi çıkardığımda gözlerim şokla büyümüştü.

Oldukça sade düz beyaz elbise o an dünyanın en değerli eşyasıymış gibiydi ellerimde. Hızla yatağın üzerine koyup iç çekerek bakarken kendime gelip banyoya doğru ilerledim.

Aldığım duştan sonra tamamen rahatlamıştım. Üzerime giydiğim beyaz elbiseye aynadan bakarken dizimin üstünde biten etek kısmını düzeltmiştim. Islak saçlarımı da kurutup taradıktan sonra uçlarını biraz da olsun düzgün duracak şekilde düzleştirince kendime hayret ediyordum.

Sanki hayatının aşkı ile evlenmeye gidecek biri kadar heyecanlaydım. Dün bu saatleri düşündükçe olduğum konum beni korkutuyordu. Derin bir nefes aldığımda daha fazla düşünmemek için başımı ikş yana sallayıp çantamı da alarak çıktım odadan.

Karşı odanın kapısını çalarken Meriç ve kucağındaki Güneş açmıştı kapıyı. Meriç'in bakışları üstümde gezinirken gülümsedi. "Kendini giymek zorunda hissetmeseydin" dediğinde elbiseye bakmıştım. Normalde bile giyebileceğim kadar sade bir elbiseydi zaten. Ve ben beyaz rengine bayılırdım.

"Yok, beğenerek giydim teşekkür ederim" dediğimde o da kapıyı kapatıp gülümseyerek yanıma geldi. Birlikte asansöre doğru giderken sessiz bir şekilde "rica ederim" demişti.

Arabaya bindiğimizde çantamdaki belgeleri kontrol etmiştim. Bu işlemi fazlasıyla oyalanarak yapıyordum. Böylece içimdeki hisleri göz ardı etmeye çalışıyordum. Bu benim maalesef ki ilk defa yaşadığım bir şey değildi ama kesinlikle ilkinde böyke hissetmemiştim.

Camı açıp derin bir nefes çektim içime Meriç'in bakışlarının bana döndüğünü hissederken ben de bakışlarımı onunkiyle birleştirdim. "Eğer istemiyorsan?" diye sordu buruk bir sesle.

Çekingen bakışları yüzümde dolanırken başımı 'hayır' anlamında iki yana salladım. "İstiyorum" dedim bir yandan da kendime söylerken bunu. İstiyordum, hem de çok. Meriç'i bir nikah masasında hayal ederken yanında Semra teyzenin kızını değil de kendimi hayal ediyordum mesela.

Salona girdiğimizde Leyla ve Pusat'ı sırayla arayıp haber etmişti. Sonrasında Güneş'in puseti bir elindeyken diğer elini de sırtıma koyup yürüttü bizi. O an sanki geri gidecekmiş gibi hissettim. Sanki Meriç'e yazık ediyormuş gibi.

Bir çocuklu kadın olarak kendimden küçük bekar bir erkekle evlenmek mantıklı mıydı?

Ben üzülmezdim bu evlilik yüzünden ama Meriç? Neler neler duyacaktı. Üzülmesini istemiyordum, üzülmeyi hak edecek en son kişi bile değildi o.

İçime dolan sorularla attığım adım durdu. Sanki bundan korkuyormuş gibi hızla bana bakan Meriç'e diktim gözlerimi. "Ablan yaşındayım" dedim zor da olsa çıkan sesimle. Başını sabır dilercesine tavana dikerken bakışlarını tekrar bana döndürüp net bir şekilde konuştu.

"Bir saate karım yaşında olacaksın."

 

❄️

Merhabalar, bu kadar uzun bir aranın maalesef ki benim için de çok üzücü olduğunu söylemek istiyorum. Pano mesajında yazdığım gibi sağ elimi yakmıştım ve iyileşene kadar mental açıdan da kendimi pek iyi hissetmiyordum. Yanık kadar korktuğum çok az şey vardır ve ben de yaşamış oldum. Aman siz yaşamayın kendinize dikkat edin.

Asya bölümü ile umarım bu boşluğu telafi edebilmişimdir. Asya'nın zihnine girdiğimiz olaylar onun yönünden de baktığımız bir bölüm oldu. Umarım okurken keyif almışsınızdır.

Yorumlarınızı bekliyorum şimdiden güzel bayramlar dilerim.🤍

 

Bölüm : 27.03.2025 09:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...