
Hani böyle gerçekten de çocuk olduğunuzu hissettiğiniz anlar vardır ya. Sabahın erken saatlerinde herkes uyurken uyanıp televizyon karşısına geçerken en sevdiğiniz çizgi filmin başlamasını beklediğiniz anlar mesela.
Annenizin bir pazar akşamı sizi banyoya sokup yüzünüz kıpkırmızı olana kadar yıkadığı ardından battaniye altına girip uyuduğunuz o an. Okul eteğinizin altına giydiğiniz külotlu çorabın lastiklerinden tutup sizi havaya kaldırdığı ya da salıncakta en yükseğe vardığınızı hissettiğiniz zaman esen ılık rüzgarın yaşattığı keyif.
Huzur nedense bana göre hep çocukluğumdaydı. Bana çocukluğumu hatırlatan her an huzur veriyordu. Acaba en son o zaman kaygısız ve mutlu olduğum için miydi yoksa o zaman kazandığım şeylerin hala mutlu etmesi miydi?
Hayat güzeldi, başardığım ve içimde ukte kalmamasını sağladığım işlerim vardı. Sonunda yavaş yavaş düzene giren aile ilişkilerim, sabah uyanınca sevdiğim adamın pencerisine bakabileceğim bir pencerem vardı.
Durun, durun neyim vardı?
Yeni uyanmış yatağımda oyalanırken mahmur gözlerimin fal taşı gibi açılmasına sebep oldu düşüncelerim. Yahu perdeyi çekince Pusat'ın penceresine bakan bir pencerem vardı benim. Nasıl bu fırsatı hiç değerlendirmezdim?
Yatağımdan adeta fırlarken ayağıma dolanan örtü ile yere kapaklandım. Bacağıma dolanan örtüden kurtulmaya çalışırken adeta nefessiz kalmıştım. Sonunda ahtapot gibi sarılan örtü ile olan sıkı bağımızı kopartıp yatağın üstüne attıktan sonra girdiğimiz savaş yüzünden zaten dağınık olan saçlarım iyice perişan bir haldeydi.
Dağılan saçımı elimle düzeltmeye çalışıp sabahın köründe ne kadar düzgün görünebilirsem o kadarı kardır diye düşünüp en son da omuz silkip boş verdim. Her halimle sevsindi bir zahmet. Perdeyi hevesle çektiğimde hala onun perdesinin kapalı olması ile sıkıntılı bir nefes verdim.
Yatakta olduğunu düşündüğüm telefonuma uzanırken tam da tahmin ettiğim gibi elime gelmişti. Hızla Pusat'ın numarasına tıklayıp pencerenin önünde dikildim. Bir elimi belime yerleştirmiş çatık kaşlarımla huysuz bir şekilde kapalı perdesini izliyordum. Daha kuşlar bile uyanmamış olabilirdi ama Pusat uyanacaktı.
Bir kaç çalış sonrası duyduğum uykulu uykulu "efendim" sesi ile nefesimi tutmuştum. Bir anlık delirip görmek için aramış olsam da şimdi sesini böyle uykulu duyunca içim gitmişti. "Pusat" dedim suçluluk duygusu dolu sesimle. Şimdi bana uyandırdığım için kızsa hak verirdim.
Karşı taraftan gelen bir kaç hışırtı ile uykulu sesine eşlik eden gülüşünü duydum "Leyla'm" dediğinde heyecandan karnıma ağrı girdiğini düşünüp elimi hızla karnıma götürmüştüm. Böyle ani girişler yapmasına henüz alışamamıştım. Her seferinde tüm sistemim adeta alt üst oluyordu.
Hala uykusundan tam olarak ayılamadığı için neden aradığımı dahi sorgulamamıştı. "Cama çıksana az" dedim sesim benden beklenmeyecek kadar kısık çıkarken. Özledim de uykumdan uyanıp seni de uyandırma krizim tuttu diyemiyordum tabii. Ben daha cevap beklerken bir anda açılan perdesi ile göğsüm daraldı adeta.
Sabah sabah bu ne yakışıklılıktı cidden? "Tamam kapat perdeyi" diye sinirle kaşlarımı çatıp konuştum. Tüm mahalleye şov yapmak istercesine üstündeki beyaz atletle ve altındaki şortla karşımda dururken gözlerimi devirdim. Söylediğim cümlenin sebebini anlamış omuzlarını dikleştirip kendini daha da meydana çıkarıp gülmüştü.
"Özleyip kapıma da dayanırsın sen şimdi" dedi keyifle. Resmen ağzına maskara olmuşken görebileceğini umarak gözlerimi kısıp kovboy bakışları atmaya çalıştım. Bakışlarını eğip kendi fiziğine bakarken başını usul usul salladı "hak veriyorum sana özlenmeyecek gibi değilim" dedi güldüğünü belli eden sesiyle. Ukala!
Ben sessiz kalıp ters ters bakmaya devam ettim kitlenmiş bir şekilde. Sanki odağımı tam kursam gözümden ışın kılıçları çıkacaktı. "Gir içeri Songül teyze seni böyle mi görsün?" dedim daha fazla dayanamayarak. Songül teyze yan komşumuzdu ve yıldızımızın pek barıştığını söyleyemezdim. Şimdi Pusat'ı böyle görse öğlen tüm mahalle ne konuşurdu bilemiyorum.
Bir elini şortunun cebine koyup tamamen dağılan uykusu ile keyifle beni izliyordu. "Bir de kıskancız bakıyorum" dediğinde hızla perdemi çekip kapattım. Yeterdi bu kadar ona sabah sabah gıcık etmişti. "Tamam uyuyacağım ben" dedim sanki uykum varmış gibi. Homurdanma sesini duyduğumda elimle hala sımsıkı kapattığım perdeyi tutuyordum.
"Leyla aç şu perdeyi, hadi" dediğinde sanki görecekmiş gibi omuz silktim. "Yok sana Leyla" deyip yatağa attım kendimi. İçten içe daha da görmek istesem de hiç umursamamaya çalışarak ayaklarımı yatağa vurup ritim tutmaya başladım. "En çok bana var" dedi kendinden emin bir ses tonuyla. İyiden iyiye şımartmıştım bunu da.
İçeriden gelen Güneş'in ağlama sesi ile kaşlarım çatılmış hızla yataktan doğrulmuştum. Telefonu kulağımdan hafifçe uzaklaştırınca başımı iki yana sallayıp hızla geri kulağıma tuttum. "Güneş ağlıyor bakayım ona, kapatıyorum" dedim son kelimemi uzata uzata.
"Ben bu uyandırmanın acısını alırım ama bak" dediğinde kaşlarım havalandı ve ağzımdan istemsiz bir kıkırtı kaçtı. Hodri meydandı. Güneş'in sesi kesilince Asya ablanın baktığını anlayıp derin bir nefes vermiştim. Önünden geçtiğim perdenin yanında adımlarım istemsizce durdu.
Telefon hala kulağımdayken perdenin kenarından hala orada mı diye bakmaya çalıştım. Oradaydı ve beni yakaladığını kulağıma dolan kahkahası ile anlamış telefonu suratına kapatmıştım. Sabah sabah sinir etmişti beni. Ne olmuştu yani gidip üstüne bir tişört giyemez miydi? Telefonumu yatağa fırlatıp içten içe söylenerek odadan çıktım.
Ayaklarımı adeta yere vura vura Asya ablanın kaldığı odaya ilerlerken, Güneş de aklım kalmıştı bakmam lazımdı, kimsenin daha uyanmamış olduğunu fark etmiştim. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde Asya abla ve kucağında ilgilendiği Güneş'i görmüştüm. "Günaydın" dedim sessiz bir şekilde.
Asya abla gülümsemekle yetinince kucağındaki Güneş'in uyumuş olduğunu anlayıp başımı salladım. Uykum kendini yeniden gösterirken kendimi halıya atıp uzanmaya devam ettim. Evet, Güneş'e bakmak için gelmiş olabilirdim ama annesi yetişmişti teyzesi olarak gayet uyuyabilirdim.
Evdeki herkes çil yavrusu gibi yavaş yavaş ayaklanıp salona geldiğinde ben hala yattığım yerden kalkmamıştım. Asya abla Güneş'in uykusundan emin olup onu beşiğe yerleştirdikten sonra bir iki adımla baş ucumda durdu. Kollarımı uzatıp beni yerden kaldırmasını beklerken gram umursamayıp üstümden atladığında kalbime ok yemiş gibi göğsümü tuttum. "Hain..."
Asya abla kapıyı açınca eli havada olan abim ile karşılaştı. Bu sahneyi daha rahat izlemek için kendimi halının üzerinde sürüyerek biraz aşağıya kayınca gülümsedim. Meriç abim havadaki eline anlamsız bakışlar atıp "şey işe gidiyordum da bir şey lazım mı diye soracaktım" dediğinde dut yemiş bülbül gibi tutulup kalmadan cümlesini bitirdiği için alkışlamak istesem de kendimi zor zapt ettim.
Asya abla başını hafifçe omzuna doğru eğip "hayır, teşekkür ederim sorduğun için" dediğinde abim elini havada 'önemsiz' dercesine salladı. Ardından bakışları odanın ortasında bir altmış altı boyuyla bir seksen yatan bana döndüğünde yüzüme kocaman bir sırıtış yerleştirdim.
Abimin yüzündeki gülümseme benim sırıtışımı görünce solmuş yüzünü de itinayla buruşturmuştu. "Sen bir şey ister misin abicim?" diye sordu resmen dilinin ucuyla. Kendi gövdem bana ağır geliyormuş gibi hissettiğim için kollarımı havaya kaldırdım. Cümle bile kurmaya üşenmiştim adeta. Böyle de gayet ne istediğimi anlayabilirdi.
Abim bir adımla odaya girerken iyice yanıma gelip tepeden bana bakmaya başladı. Abimin mavi gözleri benim mavilerime kınayarak baktığında havada tuttuğum için yorulan kollarımı salladım fark etsin diye. Başını havaya kaldırdığında düşünüyormuş gibi çenesini kaşıyıp "içimden gelmedi hiç" dedikten sonra arkasını dönünce arkasından dehşet dolu bir ifadeyle bakakalmıştım.
Asya abla sırıtırken bana kimseden bir fayda olmayacağını anlayıp kendimi biraz daha kaydırıp koltuğun yanına vardım. Koltuğa tutunup kalkarken kapıda çırpınışlarımı keyifle izleyen ikiliye ters ters bakmaya çalışıyordum. Tamamen kalkıp kendimi sirkelerken kapının iki yanında durdukları için aralarından geçmek zorunda kalmıştım. Dik duruşumdan ödün vermeyip saçımı savurarak yanlarından geçtiğimde abim kafama yapıştırdı bir tane.
Söylene söylene mutfağa girdiğimde abim ile babam da işe gitmek için evden çıkmışlardı. Mutfakta gördüğüm anneme "günaydın" deyip masadan bir sandalye çekip oturdum. Annem dudaklarını kıpırdata muhtemelen dua ederken başıyla selamladı beni. Bu sabah neden kimse günaydınıma cevap vermiyordu? Sevilmiyordum resmen.
Yerimden kalkarken "ben Sare'ye gidiyorum orada yapacağım kahvaltı" dediğimde annem yine sadece başıyla onaylarken beni odama gittim. Üzerimdeki pijamaları çıkarıp sıcak havadan ötürü kırmızı potikareli bir bol şort giydikten sonra üzerinde yeşil zeytin deseni olan bol beyaz bir tişört giymiştim. Efil efil serin tutardı hem çünkü hava çok sıcaktı sabahın erken saatleri olmasına rağmen.
Saçlarımı açık bırakmak yerine döndürüp mandal toka ile tutturdum. Dağınık bir topuz elde ederken babamın hediye ettiği ve boynumdan hiç çıkarmadığım gözlerimle aynı renk olan mavi taşlı kolyeye ek olarak bir iki tane daha kolye takarken ip bilekliklerimi de taktım. Hem belki öğleden sonra dışarıya çıkarız diye düşünerek takılarla süslemiştim kendimi.
"Asya abla Sare'ye gideceğim gelecek misin?" diye seslendim kapıdan kafamı uzatırken. Başını hafifçe yana eğip "Güneş'e banyo yaptıracağım" dediğinde odadan tamamen çıkıp yanına adımladım. "Ay gitmeyeyim yardım edeyim o zaman" dediğimde hızla başını salladı. Güneş hareketli bir bebekti ve her banyosu bizim için büyük telaş sebebi oluyordu.
Eliyle mutfaktan çıkan annemi gösterirken "Tülay teyze yardım edecek, git sen Sare söyleniyordu dün gece" dediğinde gülerek üzerimi düzelttim. Tekrardan odama giderken bez çantama bir kaç gerekli eşyamı atıp telefonumu da alarak evden çıktım.
Sare hala attığım mesaja bakmamışken kaşlarım havalandı. Bu kızın telefonun varlığını böylesine yok sayması beni delirtiyordu. Bakışlarım Pusat'ın arabasına kayarken sokakta göremeyince önüme düşen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp beni görmeden gittiği için fırça çekmeyi aklıma not ettim.
Telefondan Sare'yi arayıp bir umutla kulağıma götürürken sokağın başında kalan fırına doğru adımladım. Bir kaç çalış ardından kapanan telefona ters ters bakarken artık dedim benden günah gitti. Evde de değilse yürüyüş yapmış olurdum. Dün projden kafasını kaldıramadığını söylediği için evde olmasını umuyordum.
Fırına girdiğimde ben kendimi bildim bileli burayı işleten Murat amca tezgahın arkasındayken bakışları beni buldu. Ardından arkasında kalan fırından bir kürek daha ekmek çıkaran tahminimce oğluydu seslenmesi ile ona dönerken ben de poğaça çeşitlerine bakıyordum. "Murat amca ben üç tane tahanlı üç tane de simit alabilir miyim?"
Murat amca hafifçe un olmuş ellerini önlüğüne sürterken duyduğu ses ile bana dönmüştü. Az önce yabancıya bakıyormuş gibi duran gözleri bir anda ışıldadı. İnce çerceveli gözlüğünü düzeltirken bir yılda bu kadar yaş almış gibi görünmesine şaşırmıştım. Tezgaha iyice yaklaşırken "Leylük kız sen misin?" diye sordu gülümseyerek.
Duyduğum lakap yüzümde bir gülüş canlandırırken kaşlarımı eğip başımı hafifçe uzattım. "Aşk olsun Murat amca unuttun mu beni?" dediğimde başını ağır ağır iki yana sallamıştı. Belki mahalleden gideli bir yıl olmuştu ama bu fırına bayadır gelmemiştim galiba, hatırlayamıyordum en son ne zaman geldiğimi.
"Yaşlandık be kızım" dediğinde konunun üstünde çok durmak istemiyormuş gibi tahanlıyı gösterip "şimdi çıktı fırından kaynanan seviyor seni" dediğinde gülüşüm daha da büyüdü. "Başka şansı yok" dedim sesimi ters çıkarmaya çalışarak. Murat amca yüzündeki gülümseme ile aldıklarımı poşete koyup uzattığında ücretini ödeyip vedalaşarak çıkmıştım fırından.
Elimdeki poşetle beraber tam sokağı dönerken gözüm parka kaydı. Bu park mahallenin uzun bir süre tek sosyalleşme alanı olduğu için yeri bende çok ayrıydı. Bakışlarım parktayken adımlarım yavaşlamıştı. Salıncakta birini görmem ile bir iki adım attım parka doğru. Gördüğüm net mi diye gözlerimi kısarken salıncakta iki büklüm oturmuş Oğuz'un sarı kafasını görünce parka doğru hızla koştum. Ne demek bensiz parka gelip sallanıyordu?
"Hayırdır ya bugün bir genelge yayınlandı da herkes bana ihanet mi ediyor?" diye bağırdım parkta Oğuz dışında kimse olmadığı için. Bakışları yerdeki kumdan bana bakarken yüzünde belli belirsiz bir gülüş belirdi. "Benim sana ihanet etmem için genelgeye gerek yok keyfi de yapıyorum" dediğinde poşeti bileğime takıp elimle göğsüme vurdum. Abartılı rolüme devam ederken "taş burası ya, taş!" diye göğsüme vurdum bir kaç defa daha.
"Hoş geldin" dedi içten bir şekilde. Hemen yanındaki salıncağa kurulurken "hiç hoş bulmadım" dedim memnuniyetsiz tuttuğum sesimle. Ben iyice unutulmuştum herhalde ki Oğuz bensiz adım atmadığı parkta tek başına takılıyordu. Ayağını yere bastırıp salıncağını salıncağıma yaklaştırırken bir tane kafama yapıştırdı. Elimi yavaş vurduğu kafama götürürken mermi yemiş gibi davranıyordum. "Öldüm galiba."
"Yok yaşıyorsun memnuniyetsiz" dediğinde kapattığım gözlerimi hızla açtım. Ben miydim memnuniyetsiz? "Hem nereye gidiyorsun bu saatte?" dediğinde saatin kaç olduğuna dair hiçbir fikrim yokken başımı gökyüzüne çevirdim. Elimi alnıma yaslayıp görüşümü netlemeye çalışırken beni izleyen Oğuz ne yaptığımı çözmeye çalışıyor gibiydi. "Lütfen bana güneşe bakıp saati tahmin etmeye çalıştığını söyleme" dedi tam olarak onu yaptığımda.
Elimi çekip Oğuz'a dönerken bakışlarımdan cidden onu yaptığımı anlamıştı ki kahkaha attı. "Yok ben seni abime götürüp bir kontrol edeceğim o kafanda ne var merak ediyorum. Hayır, zeki kızsın da kitap falan yazdın yani. Yiğidi öldür hakkını yeme demiş büyüklerimiz. Sahi bizimki pek yiğit değil yiğitcik hatta yusufcuk" kendi kendine konuşuyormuş gibi triplere girerken sonda çok komik olduğunu sandığı kelime şakasına kusmak istesem de yüzümü buruşturmakla yetindim.
"Sare'ye gidiyordum birlikte kahvaltı yaparız diye" dediğimde başını sallamakla yetindi. "Eğer peşime takılma gibi bir niyetin varsa Murat amcadan tahanlı ve simit al teyzem ve Sare için aldım sadece" dediğimde dilini damağına vurup 'tch' sesi çıkardı. "İşim var benim" dediğinde duyduğum cümle ile bu sefer salıncağımı salıncağına yaklaştıran ben oldum.
Elimi alnına koyduğumda "ne yapıyorsun be?" diye çemkirmesini umursamadan girdiğim doktor rolünü sürdürdüm. "Ateşin de yok" dediğimde başını geriye atıp alnındaki elimin düşmesini sağladı. Oğuz'un Sare ismini duyduğu bir yere işim var demesi normal şartlarda olabilecek bir şey değildi. "Ne işin var burada oturmak dışında?" dediğimde omuz silkti. "Bu da bir iş."
Siyah tekerleği anımsatan salıncaktan kalkarken şortumu düzelttim. "İyi ben gidiyorum" dediğimde elini kaldırıp gelişigüzel sallayınca kaşlarımı çattım. "Sen iyi misin?" dediğimde başını kaldırıp baktı bana. Hayır, garip bir şekilde iyi duruyordu ama konuşması farklıydı. Sahi Oğuz'a ayak uydurmak o kadar zordu ki artık şaşırmıyordum.
"İyiyim lan sabaha kadar proje ile uğraştım uykusuzum biraz hava alayım diye çıktım tünedin başıma" dedi sonunda beni istemediğini belli ederek. Burun kıvırıp arkamı dönerken "iyi o zaman gidiyorum ben" deyip sandaletlerimi yere vura vura gittim. Giderken çaktırmadan arkama bakıp derin bir nefes verdim.
Nedensizce pek inanmamıştım ama Oğuz ne kadar neşeli dursa da tersi pis biriydi. Eğer bir konuyu irdelerseniz öyle sivrileşiyordu ki size verdiği zararı fark etmiyordu bile. Yıllar bana en yakın arkadaşımın tüm sivri köşelerini ezberletmiş ve ben etrafında onlara çarpmadan dolaşmayı gayet iyi öğrenmişti. Yani bu demek oluyordu ki akşam alacaktım ifadesini şimdi kendi haline bırakmak en iyisiydi.
Bir yandan aklıma takılan şarkıyı mırıldanıp bir yandan da sonunda Sare'nin sokağa girerken mandal tokamdan çıkan saçlarıma dokundum. Mandal tokamı çıkarıp çantama atarken dağılan saçlarımın ılık ılık esen sabah rüzgarıyla uçuşmasına izin verdim. "Beni gören deli olmuş sanıyor, ölürüm de ayrılamam yar senden" dedim şarkıma devam ederken bir fısıltıyla.
Yolun karşısından gelen pazar arabasını çekiştiren teyzemi görünce kaşlarım çatıldı. Sare'nin kapısının önünden geçip koşarak yanına gitmiştim."Teyze dur yardım edeyim" dedim her ne kadar evine yaklamış olsak da. Teyzem beni görüp gülümserken "ay Leyla ben de size pazar yapmıştım şimdi sizin aklınız doludur diye" dediğinde elim havada kalmıştı.
Hızla kendimi toplayıp "ne zahmet ettin teyze" dedim mahcubiyetle. Bugün mahallede pazar kurulduğu bile aklıma gelmemişti. Teyzem eliyle kolumu sıvazlerken "aile içinde zahmet mi olur hem Tülay'la kaynatmamız gereken çok önemli bir şey var" dediğinde kaşlarım havalandı teyzemin heyecanlı sesine karşı. "Neymiş o?" dediğimde teyzem dudaklarını birbirine bastırıp başını eğdi. "Duyarsın illa, sen nereye?"
Elimle evlerini gösterirken "size geldim kahvaltıya da sizde gün erken başlıyor anlaşılan" dediğimde teyzem cümlemin sonunda kaşlarını çattı. "Ne erkeni kız saat on bir" dediğinde geç mi yani diye düşünsem de sesimi çıkarmamıştım. "İyi git valla Sare kafayı yiyecek kaldır onu o masadan" dediğinde başımı sallayıp iki parmağımı hızla alnıma yasladım. "Emriniz olur komutanım."
Hızla birbirimize sarılıp daha da yolun ortasında durmayalım diye vedalaşmış birbirimizin evine doğru gitmiştik. Sonunda Sare'nin kapısına gelmeyi başarınca artık sabrım taştığı için alacaklı gibi çaldım kapıyı. Sanki Fizan'dan gelmiştim öyle uzamıştı yolum. Artık Sare'ye Pusat ile sevgili olduğumuzu söylemeliydim yoksa kalbim çatlayacaktı. Kapı yavaş yavaş açılırken daha Sare'nin suratını görmeden bağırdım. "Pusat ile sevgiliyiz."
"Oğuz'u öptüm" benimle aynı anda konuşunca ağzım öyle bir açıldı ki çenem koptu da kaçıyor sandım. Çenemsiz bir hayat düşünemediğim için elimle tutup ağzımı kapatırken duyduğumu algılamakta zorlanıyordum. Gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırırken "ne?" diye resmen çığlık atmıştım.
Sare'den bir "şükür" cevabı da gelince ufakta olsa şokumdan sıyrılıp ki kolay kolay sıyrılabileceğim bir şok değildi Sare'nin yüzünü inceledim. Ağladığı belli olan kahverengi gözleriyle neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Sare Oğuz'u öpmüştü. Bu en saçma rüyalarımda bile gerçekleşmeyecek bir senaryoydu. İşin saçmalığı da az önce yanında geldiğim Oğuz'a kadar uzuyordu.
Oğuz, o kadar umursamaz davranmıştı ki. Sare'nin onu öpmesin geçtim onun yanından geldiğini bile söylememişti. Eğer ki Oğuz benim tanıdığım Oğuz olsaydı kurban keser, lokma döker üstüne bugünü bayram ilan eder her sene çoşkuyla kutlardı.
Ben hala olduğum yerde kocaman açılmış gözlerle Sare'yi izlerken girdiğim transtan beni çıkaran o olmuştu. Kolumdan tuttuğu gibi bir hışımla içeri çekerken "belertme o koca mavi gözlerini rüyama girecek" dediğinde elimle göz kapaklarıma dokunup kapattım. Ayağımdaki sandaletleri çıkarmak için çantam ve poşeti Sare'ye uzatırken alık alık çıkarıp kapının önüne fırlatmıştım. Ya ben hala uyuyor ve rüyadaydım ya da sıyırmıştım. Umarım ilkidir diye dua ettim Allah'a, Pusat'a tam kavuşmuşken sıyırmak çok iyi olmazdı.
"Nasıl öptün? Neden ağladın? Ne zaman oldu?" Sare elindeki poşet ve çantam ile mutfağa doğru ilerlerken ben de peşinden koşuşturuyordum. Sorularımın hiçbirine cevap almazken "kurt gibi açım biliyor musun kahvaltı yapacaktım tam" dediğinde hiç şaşırmamıştım. Kahvaltıya o kadar düşkündü ki iki eli kanda olsa bir yıkayayım da kahvaltı yapayım sonrasını düşünürüz diyebilecek biriydi.
"Nasıl öpmek bildiğimiz öpmek mi?" dedim hala inanamazken. Sare fırından aldıklarımı da bir tabağa koyup bana çatal bıçak ve bardak çıkararak balkona ilerledi. "Bilmediğimiz öpmek nasıl oluyor Leyla?" dediğinde omuz silkmiştim. "Ne bileyim öbür türlüsü çok imkansız geldi" dediğimde yüzünde buruk bir gülümseme belirdi. Yanlış bir şey söylemiş olmanın korkusuyla susarken sakinleşmeye çalıştım. "İyi misin Sare?" dedim ılımlı tutmaya çalıştığım sesimle.
Çayları doldurup benim bardağımı önüme uzatırken kendi çayından bir yudum aldı. "Gerçeği mi söyleyeyim duymak istediğini mi?" dediğinde başımı hafifçe omzuma eğdim. Onu böyle görmek içimi darlıyordu. Yine konuyu dağıtmak istercesine "siz sonunda kavuştunuz yani yemin ederim çocuk doğurmuş kadar rahatladım neydi öyle Pusat'ın hali adam ölü gibiydi" dediğinde simitini iştahla tahanlısına batırıp ağzına attı. "Ee, anlatsana nasıl oldu?"
Ciddi mi diye düşünürken içimden sessiz kalmıştım. Dilimi damağıma vurup 'tch' sesi çıkarmakla yetindim. Her ne kadar yine gizlemeye çalışsa da o üzgünken kendi mutluluğumu anlatacak değildim. Sandalyeme yaslanırken "sökmüyor bu numaraların bana artık anlamışsındır sanıyordum" dedim sert bir sesle. Deli oluyordum üzgünken saklamasına.
Çayımdan bir yudum alıp kaşlarımı 'hadi' dercesine kaldırıp indirdim. Derin bir nefes verirken "anlat" diye kestim lafını. "Anlatmak istemiyorsan da anlarım ama olmamış gibi davranmak çözüm değil" dedim tane tane. "Doğru" dedi sadece fısıltıyı andıran bir sesle. O da biliyordu haklı olduğumu. Ben üzgünken o nasıl üzülüyorsa o üzüldüğünde de ben üzülüyordum.
"Onun çizdiği bir projenin iç tasarımı ile ilgileniyordum biliyorsun" sonunda anlatmaya karar vermiş konuya girmişken başımı usul usul salladım. Oğuz Sare ile ortak proje yapmak için baya koşuşturmuş sonunda bir proje bulmuştu. Sare derin bir nefes alırken devam etti. "Annem sabah erkenden bir arkadaşına gitmişti oradan da pazara uğrayacaktı. Ben de çizim yapıyordum bir şey aklıma takıldı. Önemli de son aşamalardayız aksilik olmasın istedim..."
2 Saat Öncesi
Sare Aksoy'un Ağzından,
Kupamdaki buz gibi olmuş kahveden son yudumu da alırken gözlerimi ovuşturdum. Proje için yine sabahlamıştım ve artık bedenim isyan bayraklarını çekiyordu. Resmen son günlerde iki üç saatlik ara uykularla duruyor çay ve kahve ile besleniyordum. İşime olan takıntım bazen gerçekten de yorucu boyutlara ulaşıyordu.
Önüme düşen saçlarımla en son masaya bıraktığım tokamı aradım. Bu dağınıklıkta küçük toka değil ben de kaybolurdum ya neyse. Masada en bol olan şeylerden biri olan kalemi alıp saçımı toplayıp onunla tutturken derin bir nefes alıp arkama yaslandım.
Bir kahve daha içmem gerekiyordu ama kalkmaya halim yoktu. Eğer mükemmeliyetçi kişiliğim yüzünden elli defa baştan çizmemiş olsam bu kadar yıpranmazdım. Başımı tekrar çizime döndürürken fark ettiğim gerçekle kaşlarım çatıldı. Burada bir şeyler fazlaydı, evet kesinlikle bu duvar fazlalıktı ve kırmamız gerekiyordu.
Tabii bunu önce Oğuz'a danışmam gerektiğini fark edince bıkkın bir nefes verdim. İkimizin projesini etkileyen her şeyde sonradan bir sorun çıkmasın diye haberleşerek ilerliyorduk. Telefonda Oğuz'un numarasına tıklayıp kulağıma götürdüm. Bir yandan da sonunda kendimi gaza getirip ayağa kalkmış kahve yapmak için mutfağa ilerlemiştim.
Her aradğımda ilk çalışta açılan telefonun bu sefer sonlara doğru açılması ile istemsizce kaşlarım çatıldı. Oğuz'un soğuk bir sesle "alo" demesi kaşlarımın biraz daha çatılmasına sebep olmuştu. Normal şartlar içerisinde resmen cıvıldayarak konuşurdu benimle. Bir an acaba yanlış numarayı mı aradım diye düşünüp telefonu kulağımdan uzaklaştırıp ekrana baktım. Gayette doğruydu, telefonumun erkanında Oğuz Uluöz yazıyordu.
Oğuz'un mental sıkıntılarını boşverip işime odaklanmayı tercih ederken bir yandan da kahve demliyordum. "Projede değiştirmek istediğim bir şey var sana sormadan yapmak istemedim buraya gelsene" dedim net bir dille. Gelebilir misin? Müsait misin? dememin bir anlamı yoktu. Zaten buraya gelmek için bahane kovalayan Oğuz uça uça gelecekti.
"Mesaj at" diyen Oğuz'un ardından derin iç çekişini duyduğumda sinirle dudağımı ısırdım. Mesaj atmak istesem zaten atardım. Bir şeylerin ters gittiğini anlarken "mesaj da anlatamam müsait olduğun bir an gelirsin" deyip kapattığım telefonu masaya attım. İş yapıyorduk burada kafasının dağınıklığı ile uğraşacak halim yoktu. Madem bu kadar ortak proje diye diretmişti o halde sorumluluklarının da bilincinde olacaktı. Söz konusu işimken kimsenin duygusal çöküntüleri ile harcayacak vaktim yoktu.
Kahvemi büyük bir kupaya doldururken demliği hızla tezgaha vurup kafamı havaya kaldırdım. Ne diyordum ben böyle? Uykusuzluk iyice sinir sistemimi alt üst etmiş olmalıydı. Yoksa artık gerçekten de bu kadar işime takıntılı bir hale mi gelmiştim? Bilmiyordum. Tavana bakmaya devam ederken gözlerimi sımsıkı kapatıp derin bir nefes aldım. Oğuz'un neyi vardı?
Kapalı olan gözlerimi ateşe değmiş gibi hızla açarken 'düşünme' dedim kendi kendime. Önünde bir sürü yol varken aşka düşme lüksün yok, düşünme. Kupamı alıp odama doğru giderken çalan kapı ile bakışlarım oraya döndü. Kimin geldiğini gayet iyi biliyorken yüzümde belli belirsiz bir gülüş oluşmuştu. İyiydi işte yine koşa koşa gelmişti kapıma.
Kapıyı açtığımda gördüğüm mavi gözler yüzüme değmezken tek kaşımı kaldırıp sorgularcasına baktım. Bana telefonda kestiği triplerin acısını çıkaracakken yüzüme bile bakmaması şaşırtırsa da bozuntuya vermeyip içeriye adımladım. Oğuz da sessizce peşimden gelirken daha yeni bir "hoş geldin" demek aklıma gelmişti.
Oğuz ilk bir kaç saniye sessiz kalırken "hoş buldum" dedi düz bir sesle. Odaya girip masama yönelirken başka bir şey konuşma gereği duymadım bu sessiz tavrına karşı. Hemen bitse de gitsem bakışı beni sadece sinirlendiriyordu. İkimiz de masaya eğilmişken değiştirmek istediğim şeyleri bir bir anlatmaya başladım.
Bir cevap almak için başımı kaldırırken bu kadar yakınında olduğumu fark etmemiştim bile. Benim üzerimde olan bakışlarını hızla kaçırıp eğildiği masadan doğrulurken baş parmağıyla kaşının altını kaşıyıp başını salladı. "Takıl kafana göre" dediğinde bu cevap için mi bana bu kadar anlattırdı diye düşünürken sakin kalmak için nefes aldım. Başta da bunu söyleyebilirdi.
Zaten aradığımdan beri olan tutumu beni sinirlendirmişken kendimi tutamayıp "bunu demek için mi geldin?" diye yükseldim. Oğuz'un yüzünde dalga geçercesine bir gülümseme oluşurken "niye şaşırdın ki zaten her çağırdığında gelmiyor muyum?" dedi.
Bu cümleyi asla beklemezken adeta dumura uğramıştım. Sanki ben ona diyordum peşimden koş diye gayet kendi özgür iradesi ile yapıyordu. Gözlerim şokla büyürken bir adım geri atıp "ne bu şimdi?" dedim bir parmağımı Oğuz'a tutup baştan aşağıya onu gösterirken.
Oğuz omuz silkip "bu Sarecim" dedi sondaki cimi itinayla bastırırken. "Senden vazgeçen Oğuz modeli beğendin mi?" dedi her zamanki muzip haline dönerken. İki elini yana doğru açıp kendi etrafında döndükten sonra sırıtarak gözlerini gözlerime dikti.
İki kaşımı da sorgularcasına kaldırıp ellerimi belime yerleştirdim. "Dalga geçmene ayıracak zamanım yok benim" dedim bıkkın bir sesle. Zaten birazdan yorgunluktan bayılacaktım bir de Oğuz'un karşımda kestiği triplere katlanamıyordum. Oğuz'un sırıtan yüzü verdiğim cevapla an ve an düşerken gözümü kaşımakla yetindim. Kahvem de soğuyordu.
Oğuz bir iki adım geri atıp yüzündeki hayal kırıklığını saklayamadan konuştu. "Benden bu kadar Sare madem istemiyorsun beni daha fazla sana aşkımı duyurmaya çalışmayacağım. Yoruldum, sürekli beni yok saymandan, hor görmenden ve her şeyden yoruldum anlıyor musun? Etrafında pervane oldum beni gör diye ama sonuç ortada."
Ağzından çıkan her kelime ile sarsıldım adeta. Eliyle kendini gösterip "daha da küçük düşmek istemiyorum" dedi yeniden gülmeye başlarken. Omuz silkip arkasına dönerken arkasında donakalmış beni bıraktı. Şimdiye kadar Oğuz'un her hareketini benimle dalga geçiyora yormuşken ilk defa karşımda böyle hislerinden bahsetmesi kalbimi sıkmıştı.
Benim her zaman tanıdığım o çocuk değildi karşımdaki, bambaşka birisiydi.
Oğuz beni seviyordu.
Adeta kalbime bir ağırlık çökerken o an ikinci bir gerçeği daha fark ettim.
Oğuz benden vazgeçiyordu.
Yüreğim ağzımda atarken bir şeyler yapmam gerekiyor diye bağırıyordum kendime sesim çıkmazken. Oğuz böylece çekip gidemezdi, bir şeyler yapmalıydım. Böylece vazgeçemezdi bizden. Belki geç kalmıştım belki hislerini göz ardı etmek kolayıma gelmiş, inanmamıştım. Ama sürekli etrafımda olan bu sarı oğlana karşı içimde sandığımdan çok daha büyük hisler besliyordum.
Belki kabullenmek için oldukça yanlış bir zamandı ama sırtını dönüp giden Oğuz'un kalbimi bu denli kanatmasının tek bir sebebi olabilirdi. Saniyeler içinde girdiğim şoktan sirkelenerek çıkıp hızla adımlamıştım. Koridorda omuzları çökük bir şekilde ilerleyen Oğuz'u yakalamaya çalıştım. Sanki arkasından geldiğimi görüyormuş gibi hiç durmadan ilerliyor ben ise seslenmeye korkuyordum.
Tam dış kapının önüne geldiğinde dayanamayıp kolunu tutarak durdurdum Oğuz'u. Bakışları önce kolundaki elime sonra bana değdiğinde böyle buruk bakan maviler yüzünden kendimden nefret etmiştim. Oğuz tamamen bana dönüp çenesini dikleştirmişken "tamam, hazırım say söv" dediğinde hala ona kızacağımı sanmış olmasına gülmek istemiştim.
O an ikimizin de beklemediği bir şey oldu. Kolunu tuttuğum elimi daha da sıkıp Oğuz'a yaklaşırken dudağımı dudağıyla birleştirmiştim. Oğuz'un adeta titrediğini hissederken bir adım geriye doğru sendelemiş sırtı kapıya çarpmıştı. Düşmemesi için diğer elimle de kolunu tuttuğumda hakimiyetimi sağlamıştım. İçim cayır cayır yanıyordu, benden vazgeçmemesi için her şeyi yapardım.
Bu hislerim çok kısa bir an sürmüştü. Oğuz kafasını hızla yana çekip affallamama sebebiyet vermişti. O yana kaydığı için anlık kapı ile bakışırken gözlerimi hızla kırpıştırdım. Başımı Oğuz'a çevirirken yüzündeki siniri görmek içimi ezmişti. "Elinden oyuncağı alınmış küçük bir kız gibi çabalamayı bırak" diyen Oğuz'un sinirli sesi ise beni resmen kapıya vurmuştu.
Hiçbir şey diyemezken Oğuz hırsla elinin tersiyle ağzını silip kapıyı açtı. Tam çıkmak için adımlamıştı ki sırtı hala bana dönükken "geç kaldın" demiş kapıyı da sert bir şekilde kapatmıştı. Pişmanlık içimi çürütüp beni güçsüz düşürürken kapının çarpılma sesi omuzlarımın korkuyla titremesine sebep olmuştu.
O an sadece olduğum yere çöküp ağlamak istemiştim. Duyduğum cümlelerden sonra peşinden gidecek gücü bulamamıştım kendimde. Hem Oğuz'a olan aşkımın büyüklüğü ile yeni tanışıp şok olurken hem de vazgeçilmiş olmanın acısı ile kavruldum. Yere çökerken sırtımı kapıya yaslayıp ardı ardına dökülen yaşlarımı silmedim bile.
Ben en çok korktuğum şeyi yaşamış birine aşık olmuştum. Ve bu benim kıyametimmiş gibi hissettiriyordu. Dediği gibi geç kalmıştım. Onu sevmeye geç kaldığım gibi onunla olmaya da geç kalmış arkasında kalmıştım.
Annemin kaderinden kaçamamıştım.
Leyla Yaman'ın Ağzından,
Duyduğum her şeyin şokunu hala atlatamamışken Sare'nin uyumasını sağlamıştım. Kahve bardağımı yıkarken içimdeki sıkıntıyı geçirmek için koca bir bardak su doldurdum. Hiçbir işe yaramacağını bilsem de kafama dikmiştim. Bir yandan Sare'yi böyle görmek bir yandan Oğuz'u öyle görmek iki kişi için üzülmeme sebep olmuştu.
Başıma ağrı attığını hissederken derin bir nefes alıp buzdolabını açtım. Tam da tahmin ettiğim gibi üst katın rafında ağrı kesici bulurken onu da içip bir sandalye çekmiştim. Sare uyuyalı üç saat olmuştu ve ben kahvaltıyı toplamış bir kahve içmiş biraz da zihnimi dağıtmak için Sare'nin kitaplığından aldığım bir kitabı okumuştum. Hiçbiri de zihnimi dağıtmaya yardımcı olmamıştı.
Mutfağa gözlerini ovuştura ovuştura gelen Sare'ye gülümsedim. Her ne kadar onun için üzgün olsam da ona yansıtamazdım. "Uyuyan güzelim uyanmış öpmemiştim de halbuki" dediğimde mayışık hallerle kollarını açtı. Hızla kollarının arasına girip yanağına minik bir öpücük kondururken gülmesini sağlamıştım. "Kendime geldim" dedi çatallaşmış bir sesle.
"İyi misin?" diye sormuştum dayanamayarak. Eğer benden gizlerse ve ben fark edemezsem kendimi asla affedemezdim. "Niye iyi olmayacağım bir de onun arkasından ağlayıp sızlayacak mıyım?" dediğinde kaşlarım istemsizce havalandı. Kollarımdan çıkıp kendine su doldururken sessiz bir şekilde "tamam azıcık ağlamış olabilirim" dediğinde başımı iki yana salladım.
"En doğal hakkın Sare sen de insansın" dedim bunu algılayabilmesi için. Herhangi bir duygu belirtisi göstermek onun için dünyanın sonuydu. Kendini bazen bir robot sandığından şüpheleniyordum. "Hayır ben" deyip cümlesini keserek kendini gösterdi "bak ben ben tenezzül edip öptüm yaptığına bak" dediğinde kesinlikle ona hak vererek "akşam ağlayarak uyuyacak" dediğimde gülüşü büyüdü. "Gebersin."
Telefonum çaldığında bakışlarım masanın üzerinde telefonuma döndü. "Asya abla" dedim ekranda yazan yazıyı Sare de bilsin diye sesli okurken. Hızla telefonu açıp "alo" demiştim. "Leyla ne zaman eve geleceksin?" diye soran Asya ablanın çekinen sesi ile gülümsedim. "Yani birazdan gelirim istersen bir şey mi oldu?" dediğimde bir an annem aklıma gelince paniklemiştim.
"Hayır, hayır gelirken Sare de gelsin diyecektim" dediğinde başımı salladım anlık. Bakışlarım Sare'ye dönerken o da başıyla onaylamıştı beni. "Tamam abla birazdan geliriz" deyip telefonu kapattığımda Sare hızla odasına geçip üzerini değiştirip gelmişti. Kot şortu ve beyaz tişörtü basit dahi dursa ona o kadar yakışmıştı ki beceremesem bile ıslık çalmaya çalıştım. "Heyt be" dediğimde saçını savurup "o pis sarı ne kaybettiğini görsün" dediğinde gülüşüm büyüdü.
Sare'nin koluna girerken gözlerimi kısıp yandan yandan ona bakmaya çalıştım. "İyisin değil mi?" dediğimde başını salladı. "Bir daha sorarsan iyi olmamı istemediğini düşüneceğim" dediğinde hızla kaşlarımı çatıp yandan kalçamı kalçasına vurdum. Gülerek bir iki adım gerilerken kapıyı kilitleyip anahtarı cebine attıktan sonra parmak arası terliklerini giyip yeniden koluma girdi.
"Yani siz Pusat ile sevgilisiniz artık" Sare sessizliği bozarken gülümsedim. Gerçekten de öyleydik. "Bundan onun haberi yok galiba baksana hiç aramadı bile" dedim kaşlarımı çatarken. Sabahtan beri hiç görmemiştim. Sare tam bir şey diyecekti ki bir anda çalan telefonumun sesi doldurdu kulaklarımızı. Telefonu çıkarıp ekrana baktığımda gülerek Sare'ye gösterdim o da gülüp "cin taktı herhalde peşine" demişti.
Telefonu açıp hızla kulağıma götürdüğümde Pusat'ın "sevgilim" sesi ile dağılmıştım. Bu adamın üstümde bu denli hakimiyet kurması başıma belaydı. Kaşlarımı çatıp sesimi sert çıkarmaya çalışırken "bahsettiğiniz kişiye şu an da ulaşamıyoruz lütfen sinyal sesinden sonra sesli mesaj falan bırakmayın. Sabahtan beridir neredeyseniz oraya gidebilirsiniz" dediğimde karşımdan tok bir kahkaha duydum. Tribim ciddiye alınmıyordu.
"Allah Allah" dedi keyifle. Ardından bir defa öksürüp hızla role girmişti. "Lütfen dinleyin Leyla Hanım gayet geçerli sebeplerim var" dediğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Yanımdaki Sare bir tık utanmama sebep olurken "bip bip bip lütfen sonra arayınız şu an Sare ile yürüyorum" dediğimde Pusat daha fazla söz söylememe gerek kalmadan anladığını belli ederek gülünce içim ısınmıştı. "Selam söyle."
"Selamı var" dedim hızla Sare'ye dönerken başını sallayıp selamı alırken Pusat'ın konuşmasına izin vermeden telefonu kulağımdan çekmiştim. Bu kadar yeterdi ona. "Sare dondurma" dedim mahalleye yeni açılmış dondurmacıyı gösterirken. Sare kaşlarını çatıp dükkanın önündeki sıraya bakarken "sonra alırız kim girecek şimdi bu sıraya" dediğinde başımı usul usul sallayıp yolumuza devam ettik. Her ne kadar canım çok çekmiş olsa da ısrar etmek istememiştim.
Sonunda eve vardığımızda Sare içeriye girip seslendi. "Biz geldik" dediğinde ben de peşinden girmiştim. Salonda annem ve Fatma teyzemin sohbetine Sinem teyzenin de dahil olduğunu görünce bir an panikledim. Üçünün de bakışları bize dönerken gülümsediler.
"Hoş geldiniz kızlar" dedi annem gözlerim Asya ablayı ararken onların sohbetine kulak asmıyordum. Tam odasına doğru ilerleyecektim ki açılan kapıdan elinde gelirken yanımıza aldığımız çantalar ile çıkan Asya ablayı görünce başımdan aşağıya kaynar su dökülmüş gibi hissetmiştim. "Bu ne?" dedim aceleyle. Asya abla önce bana sonra elindeki çantalara bakarken kapının önüne doğru ilerleyip "neye benziyor ki Leyla hiç de anlaşılmıyor" dedi gülerek.
"Nereye gidiyorsun Asya abla?" dedim şakanın sırası olmadığını belli etmek istercesine önüne geçerken. Hızla elindeki çantalara uzanmışken biraz yana kayıp kapının kenarına bıraktı çantaları. "Eve dönüyoruz biz Güneş ile" dediğinde kaşlarım daha da çatıldı. "Bunu şimdi mi söylüyorsun?" dedim sesim dalgalanırken.
Evet, gideceğini biliyordum sonuçta ikimiz de buraya temelli kalmaya gelmemiştik ama böyle haber vermeden bavul toplayıp sadece ikisinin gideceğini söylemesini beklemiyordum. Elini saçına atıp kaşırken "aniden gelişti" dediğinde derin bir nefes aldım. Kimseden ses çıkmazken bir garipseyen ben miydim diye düşünüyordum. "Tek gitmiyorsun abla ben de geleceğim" dediğimde kolumdan tuttuğu gibi açtığı kapıdan kendiyle beraber beni de çıkarttı.
"Nereye geliyorsun?" dedi sinirle. Sanki bunu soru sormak için değil de beni sirkelemek için söylemişti. Kapıyı arkamızdan kapatırken "nereye geliyorsun Leyla?" diye yeniledi sessiz kaldığım için. "Seni tek göndermem beraber geldik beraber döneriz" dediğimde sabır dilercesine nefeslendi. "Tek gitmiyorum ben."
"Deniz aradı sen gittikten sonra. Çağla Bursa'daymış Yalova'ya gelmek istiyor sen döndüğünde onunla beraber dönün dedi" dediğinde kaşlarım daha da çatıldı. Çağla, Deniz'in Almanya'da üniversite okuyan kız kardeşiydi. Çok fazla ismini duymuştum ama kendisiyle tanışmak hala nasip olmamıştı. İkna olmuş gibi bir adım atarken "ben" dedim soru sorarcasına.
Ne yapacağımı bilmediğim içindi bu sorum. Burada kalmak mı geri dönmek mi bir çözüm yolu bulamamıştım henüz. Pusat'tan uzak kalmak istemiyordum ama burada kalmak da içime siniyor muydu emin değildim. Asya abla elimi tutarken sakince konuştu. "Leyla kapım sana her zaman açık. Orası sadece benim kapım değil senin de kapın zaten. Ben gideyim şimdi annen biraz daha iyi olunca gelirsin. Hem düşünecek zamanın da olur. O zaman karar verirsin ya kalan eşyalarını almaya gelirsin ya da tamamen dönersin."
Hızla kollarımı Asya ablaya sardığımda o da sarılışıma karşılık verdi. Sırtımı yavaş yavaş sıvazlarken "ben olsam asla dönmezdim" deyip güldüğünde ben de gülmüştüm. "Yeter bu kadar" deyip kollarımdan çıkarken kapıyı tıklattı. Sare kapıyı açınca ikimiz de içeriye geçmiştik. Asya abla annem ve teyzemlerle vedalaşırken dolan gözlerimi yavaşça sildim.
Sare uyanan Güneş'i de getirdiğinde annem kucağına alıp dolan gözleriyle vedalaştı. Her ne kadar kucağındaki minik olup biteni anlamasa da. "En kısa zamanda peşinizden geleceğim" dedim Güneş'i öperken. Uzak kalmak ondan korkunç geliyordu. Oraya geri dönmesem bile her hafta sonu soluğu yanlarında alacaktım bu gidişle.
Gözlerimle etrafımı ararken "Meriç abimle vedalaşmayacak mısın?" diye sordum nasıl bu yeni aklıma gelir şaşkınlığı ile. Asya abla saçını kulağının arkasına sıkıştırıp Güneş'i kucağına alırken "telefonda vedalaştım Çağla bekliyor ayıp olmasın" dediğinde başımı usul usul salladım. Çantaları alıp çıktığımızda Güneş'i pusete yerleştirdikten sonra çantaları da bagaja koymuştu.
Sıra ben ve Asya ablanın sarılmasına gelirken sokağa giren araba dikkatimizi dağıtmıştı. Tanıdık araba ile yüzümde bir gülüş belirirken Pusat arabayı park edip elinde bir poşet ile indi. Sokakta gördüğü bize doğru ilerlerken güneş gözlüğünü çıkarıp yakasına asmıştı. Annemlerin dışarı çıkmasına izin vermediğimiz için içten içe şükrederken bakışlarımı tribi hatırlayıp hızla çektim.
"Merhaba hanımlar ve sevgilim" diyen Pusat ondan çektiğim bakışlarımın hızla ona geri dönmesini sağlarken kocaman sırıttı. Asya abla ve Sare biliyor olsa da ben izin verene kadar kimsenin yanında konuşamazdı. "Kimmiş sevgilisi ya siz biliyor musunuz?" diye sorup bizi gülümseyerek izleyen Asya abla ve Sare'ye döndüm. İkisi de aynı anda bilmediklerini belli ederken bakışlarım tekrar Pusat'a döndü. "Bak, bilmiyormuşuz."
Başını usul usul sallayıp aramızdaki mesafeyi kapatarak yanıma geldi. Sare, Asya ablaya bilmem kaçıncı kez sımsıkı sarılırken Pusat kulağıma eğilip "hatırlatayım mı?" diye sormuş cevap olarak ise elimin tersiyle ona vurmamı almıştı.
Konuyu değiştirmek için elimle Asya ablayı gösterdim. "Asya abla Yalova'ya dönüyor" dediğimde Pusat'ın da bakışları gösterdiğim noktaya dönmüş kaşları havalanmıştı. "Asya ablan Yalova'ya mı dönüyormuş?" dediğinde sorumu tekrarlaması kaşlarımı çatmama sebep olurken Pusat tekrar konuştu. "Bizim neden haberimiz yokmuş bundan?"
Sesindeki siniri hissederken gerilmiştim ki Asya abla elini gelişigüzel salladı. "Aniden gelişti ya" dediğinde Pusat'ın çatılmış kaşları düzelmemişti. "İyi biz de geliyoruz bin arabaya Leyla" dediğinde şok içinde ona döndüm. O ise sinirle Asya ablaya bakmaya devam ediyordu. "Küçük bebekle tek gitmeyi düşünmüyorsun hem araba sürüp hem bebeğe mi bakacaksın?" dedi cevap beklemeden.
İkisinin arasındaki gerilimi kesmek için "Pusat" deyip koluna dokunabildim sadece. Bakışları kolundaki elime ardından bana kayarken diğer elindeki poşeti kaldırdı. "Hem dondurma almıştım yolda yersiniz" dediğinde bakışlarım havaya kaldırdığı poşete kaydı. Zihnimi mi okuyordu bu? "Telefon açık kalmıştı"dedi bu kaos anında bile aniden bana dönüp cevaplarken. Kesinlikle zihnimi okuyordu.
"Hayır gelmiyorsunuz ne dondurması ne saçmalıyorsun" diyen Asya abla da bu sinirli tavrın altında kalmayacağını bize hatırlatırken derin bir nefes aldım. Pusat Asya ablanın yükselmesi ile dondurmayı gösterirken anlık unuttuğu sinirini tekrar hatırlayıp bu sefer Sare'ye döndü. "Sen de bin lan arabaya kara kız."
Sare konunun nasıl ona döndüğünü anlamayarak şaşkın şaşkın bakarken ortamı sakinleştirmek adına konuşmaya çalıştım. "Çağla ile gidiyorlar" dediğimde tabii ki de bilmediği isimle bana bakarken cümlemin devamını getirdim. "Deniz'in kardeşi" dediğimde Pusat'ın damarına basmıştım adeta. "Heh ben de demiştim nerede kaldı bu herif?" dediğinde dirseğimle onu dürttüm. "Bir sakin olsana sen ya" dedim uzun zamandır görmediğim haline karşı.
Hala elinde tuttuğu poşeti bana uzatıp "al güzelim erimeden ye dondurmanı" dedi sakin sakin. Aniden sinirlenip aniden sakinleştiği için ayak uydurmakta zorlanırken poşeti elinden alıp yanında durmaya devam ettim.
Asya abla iki elini beline yerleştirirken Pusat yeniden ona döndü. "Sen de git. Burnunun dikine dikine git böyle asla haber verme dinleme tamam mı? Bıktım ulan sizin genlerinizden sabahtan beri bir Gençer ile karakol köşelerinde sürünmemişim gibi şimdi biri de habersiz selamsız gidiyorum diyor" Pusat taramalı tüfeğe bağlamış gibi söylenmeye başlamışken hepimiz aynı anda "ne karakolu?" diye yükselmemize rağmen bizi umursamadan konuşmaya devam etti.
İki eliyle üzerinde beyaz tişörtü silkip "bıktım ulan sizden ananız babanız mayanıza ne koydu da böyle inatçı keçi oldunuz" dediğinde derdinin sadece Asya abla olmadığını anlamıştık. Yeniden "karakol derken?" diye sorduğumda daha yeni susup bana döndü. "Bu aptal Kağan'a kaç defa dedim yaptığın her işlemi garanti altına al yazılı tut elinde ama dinleyen kim" dedikten sonra iki elini de havaya kaldırdı. Sinirden boğazındaki damarı dahi şişmişti.
"Yok işimin garantisi benim" konuşmasına Kağan abiyi taklit ederek devam edince üçümüz de dayanamayıp gülmüştük. Sare ve Asya ablaya ters tersbakarken bana dönüp "sen gülebilirsin" deyip anlatmaya devam etti.
"Biri de şikayet etmiş bunu elimizde de yazılı belge yok sabahtan beri iliğim kemiğim kurudu aklayacağım bunu diye en son bıraktım geldim" dediğinde cümlenin sonunda siniri geçmiş yüzünde bir gülüş belirmişti.
"Ne yaptın ne yaptın?" dedim şok içinde. Bırakıp geldiğine göre muhtemelen Kağan abi nezarethanedeydi. "Bıraktım" dedi omuzlarını silkip gülmeye devam ederken. Asya abla şok içinde bir adım atarken "Kağan nezarete mi atıldı?" diye sordu şaşkınlıkla. Pusat başını hevesle sallayıp "darısı hapse" dediğinde omzuna vurup konuştum her ne kadar ciddi olmadığını bilsem de. "Allah korusun."
"Sabah gider çıkartırırım kalsın bu gece aklı başına gelsin" dedi bana döndüğünde. Dudaklarımı birbirine bastırıp Pusat'ın yöntemlerine karışmamayı seçerken Asya ablaya döndü. "Gençerlerin akılları biraz başlarına geç geliyor da" dediğinde Asya abla onu umursamadan bana döndü.
"Sevgilini öldürsem beni affeder misin?" dediğinde iki elimi de havaya kaldırıp susma hakkımı kullanarak bir adım geriye attım. "Ben karışmam" dediğimde Pusat hayal kırıklığı dolu bir bakış attı. "Kocan olacak adamdan böyle çabuk vazgeçiyorsun ha?" dediğinde başımı hafifçe omzuma eğip dudaklarımı büzdüm.
Arabada olan Güneş mızmızlanmaya başlayınca Asya abla sokakta çok fazla durduğumuza kanaat getirip arabaya doğru ilerledi. Pusat arabanın arka kapısını açıp pusetteki Güneş'i öptükten sonra "bak bak nasıl bakıyor adeta on yıl sonra ben de sana hayatı zehir edeceğim der gibi. Gençer bu da işte" dediğinde artık dayanamayıp kahkaha atmıştım bu haline. Sabahtan beri beni aramamasının sebebini gayet iyi anlayabiliyordum.
Asya abla arabayı çalıştırıp ilerlerken Sare getirdiği suyu arkasından döküp "Pusat abi başımı şişirdin içeri gidiyorum ben" dediğinde Pusat yüzünü buruşturmuştu. "Her şeyi Kağan yapsın ben baş şişireyim he" dediğinde gülmeye devam ettim.
Tişörtünün ucundan tutup çok hafif kendime çekerken "çok konuştun haklı" dediğimde önce tişörtünü tuttuğum parmaklarıma bakıp kaşları havalanınca bana dönüp "susturabilirsin" dedi fısıldayarak. Bu haline göz devirip hızla omzuna vurarak kendimden uzaklaştırırken dondurmamı da alıp eve doğru adımladım.
Arkamı dönüp hala olduğu yerde duran Pusat'a bakarken "annen bizde" dediğimde bir sokağa bir bizim eve baktı. "Bir telefon konuşması yapmam lazım sonra da duş alıp şu karakol pisliğini atayım üstümden geleceğim" dediğinde kaşlarım havalandı. Elimde tuttuğum dondurma poşetini daha da sıkı tutarken "sana gel diyen olmadı" diyerek içeriye koştum.
Sare ile balkondaki masamıza kurulurken evde bulduğumuz atıştırmalıkları tabaklara koymuş Pusat'ın aldığı dondurmayı da masaya koymuştuk. Bu akşamımı Sare'ye ayırıp Oğuz'un açtığı yaraları az da olsa sarmaya çalışacaktım. Kimse benim kuzenimi üzemezdi.
Bir film izleyip önümüzdeki her şeyi silip süpürürken omzuma düşen baş ile bakışlarım koltukta uyuyakalmış Sare'ye kaydı. Omzumda rahat etsin diye adeta nefesimi tutmuşken kucağımdaki telefona gelen arama ile kaşlarım çatıldı iyi ki film başlamadan önce Sare sevmiyor diye sessize almıştık diye düşünmüştüm.
Ekranda yanan isim refleks olarak penceresine bakmama sebep olurken gördüğüm manzara ile tükürüğüm adeta boğazıma kaçmıştı.
Pusat gayet rahat bir tavırla altında eşofman ve üzerinde hiçbir şey yokken elindeki havlu ile saçlarını kurutuyordu. Çocuğa atletle çıktı diye kızmıştık bu sefer onu da giymemişti.
Kaşlarım daha da çatılırken kulağında tuttuğu telefonu çekip havada salladı 'neden açmıyorsun' dercesine. Boşta olan elimle yavaşça omzumdaki Sare'yi gösterirken hareketlerimi sınırlı tutuyordum. Zaten çıt sesine uyanıyordu ve bu kadar uykusuzken uyansın istemiyordum.
Pusat telefonunu eşofmanının cebine koyduktan sonra elindeki havlu ile saçlarını kurutmaya devam ediyordu. Yüzündeki sırıtış silinmezken elimi kaldırıp perde çekme hareketi yaptım. Bu hareket nasıl bir şeydi inanın bilmiyordum ama karşımda otuz iki diş sırıtan herifin beni gayet net anladığını biliyordum. Yok bu bizi Songül teyzeye rezil etmeden durmayacaktı iyice anlamıştım.
Beni dinlemiyorsa ben de ona bakmam diye başımı çevirmiştim ki bir kaç saniye sonra kucağımdaki telefonun ekranı tekrar yanmıştı. Bu sefer gelen bir mesajken ekran kapanmadan okumaya çalıştım.
"Bir bak gideceğim söz."
Yazan mesaja inanıp ki biraz da bakmak istiyordum başımı tekrar kaldırırken açık pencerenin önündeki çiçek saksına uzandı. Bir an acaba saksıyı Sare'ye atıp uyandıracak mı diye korksam da sonra kendi kendime saçmalama Leyla demiştim.
Yine de diğer elimi olası bir durumda saksıyı tutmak için Sare'nin başına tuttum. Pusat'tı bu Sare uyuyor diye onunla konuşmadığımı düşünürsek maalesef yapabilme ihtimali vardı.
Pusat önce eliyle beni gösterip ardında gülümseyerek saksıyı gösterdiğinde bana saksı mı diyor diye yükselmiştim ki saksıyı dudağına yaklaştırıp içindeki mavi menekşeyi öptü.
Gururla saksıyı geri yerine koyarken yaptığı hareketle yine ve yeniden beni kendine aşık etmişti. Ardından verdiği sözü tutarak perdeyi çekerken kalbimin ağzımda attığını hissediyordum. Şu an Sare masum masum uyumasa omzumda koşa koşa evini basıp sımsıkı sarılacaktım ona. Yaptığı her hareketle benim içimde milyonlarca havai fişek patlamasına sebep oluyordu.
Başımı geriye yaslarken mavi gökyüzü bile gözüme bir başka gözükmüştü. Yaşadığımı öyle bir hissetmiştim ki yüzüme değen rüzgar ile mutluluktan gözlerimin dolduğunu fark etmemiştim bile. Yüzümdeki gülümseme silinmezken bir gözyaşı yanaklarımdan süzülüp düşmüştü.
"Sen ağlıyor musun?" bakışlarım omzumdaki başını kaldırmış Sare'ye dönerken iki saattir uyanmaması için çabaladığım kızın nasıl uyanmış olduğunu düşünürken alnını gösterdi. "Gözyaşın düştü" dedi yeni uyandığı için düzgün çıkmayan sesi ile.
Buna uyanmış olmasına şaşırırken gözleri kapalı perdeye döndü. "Pusat mı ağlattı seni?" dedi sinirle. Bir anda etrafına bakarken "hayır, hayır" diye konuşmaya çalışmış olsam da uykulu haline sinir de eklenirken duymamıştı bile beni.
Hızla ayaklanıp balkondaki saksılardan birini eline aldığında gözlerim daha da büyüdü. "Gösteririm ben ona" dediğinde elindeki saksıyı almak için çabalıyordum adeta. "Hayır ya bir dursana" dememe rağmen önüne düşen saçlarını sinirle arkaya atıp ağırlığı yüzünden iki eliyle tutmaya çalıştığı saksıyı pencereye atmaya çalıştı. Bu akşam bu saksıların bunlardan çektiği neydi?
"Ay çok ağır bu" deyip saksıyı geri yere bıraktığında derin bir nefes aldım. Buradan oraya gitmeyeceğini bilsem de söz konusu Sare olunca korkuyordum. Korkumda da haklı olduğumu etrafına bakınıp "taş yok mu taş penceresini indireyim" dediğinde iki elimle yanaklarıma vurdum.
"Pusat ağlatmadı yani o ağlattı ama mutluluktan" dediğimde önce söylediğim şeyle "aha" deyip balkondan çıkmaya çalışmıştı ki cümlemin sonu ile adımları durdu.
"Mutluluktan mı?" derken iki elini birleştirip çenesinin altına yerleştirmişti. Dudaklarını büzerken bana attığı bakışlar utanmama sebep oldu. Elimi havada sallayıp "aman işte anlık bir şey oldum" dediğimde dudaklarını daha da büzdü. "Maşallah size" dediğinde daha da gülmüştüm aniden değişen tepkisine.
"İyi bari ayağa kalkmışken eve gideyim" dediğinde bulduğu bahane beni daha da güldürürken "kal burada" desem de kalmayacağını biliyordum. Hanımefendi kolay kolay kendi yatağını bırakamıyordu.
"Bıkmıyorsun değil mi bunu sormaktan?" dediğinde kaşlarım havalandı. Saat geç olduğu için onu bırakmak için salona çıktığımızda teyzemin hala burada olduğunu unutmuştum. Salondaki annem ve babam ile sohbet ederlerken içeriye giren bize döndü bakışları. "Meriç abim nerede?" dedim gözlerimle salona bakarken. Bu saate kadar gelmiş olurdu normalde.
"İş için şehir dışına gönderdim" diyen babam ile başımı sallamıştım. Meriç abimin kendi işi olmasına rağmen devlet memuru olduğu için çalışma saatleri esnekti bu sayede babamın dükkanına da yardım ediyor, şehir dışına çıkılması gerekiliyorsa da o çıkıyordu.
Teyzem ve Sare'yi yolcu ettikten sonra çamaşırları makineye atıp annem ve babama iyi geceler dileyerek yatağıma girdim. Oldukça yorulduğum için kafam yastığa değer değmez uyumuştum.
❄️
Sessizlik bana son zamanlarda oldukça yabancı gelen bir kelimeydi.
Evdeki hastaya rağmen oluşan mutluluk ve huzurun sesine fazlasıyla alışmıştım. Şimdi ise dünden beri giden Asya ablanın yokluğu canımı oldukça sıkıyordu. Babam işe gitmişken sıkıldım diye söylenen annemi de Sinem teyzeye bırakmıştı. Çok da uzak bir yer sayılmasada en azından biraz hasta yatağından çıkmak ferahlatıyordu onu. Artık anneme Ahu ve Pusat'ın sahte nişanını da anlatmamız lazımdı. Eve geldiğinde söylemek için aklımın bir köşesine not etmiştim.
Şimdi evde tek başımayken alışkın olmadığım sessizliği kırması umuduyla açtığım şarkıyla beraber aksattığım derneğin son duruma göz atıyor ve hesapları kontrol ediyordum. Yatağa biraz daha sinerken gelen yağmur sesiyle yüzümü buruşturmuştum. Evet, yağmuru özellikle de yaz yağmurunu fazlasıyla seviyordum ama çamaşırları balkona yeni asmışken yağan yağmurdan pek haz ettiğim söylenemezdi.
El mahkum ayaklanıp hızla balkona giderek yeni astığım çamaşırları ıslana ıslana toplamaya başladım. "Bunları kaldırayım kendimi asacağım" diye sitem ederken balkona doğru yağan yağmura sövmemek için zor duruyordum. Elimdeki sepetle beraber yağmur daha da ıslatmadan balkon kapısından içeri geçerken bakışlarım balkona dalları uzanan ağaça kaymıştı.
Ben yokken kimse bu kısımla ilgilenmemişti anlaşılan. Bu oldukça uzayan ağacın da budanması gerektiğini abime söylemeyi aklımın bir köşesine not ederek balkon kapısını kapattım. Yalova'dan kalma alışkanlıkla bir tur da kilitleyip kucağımda düşmeye yakın olan çamaşır sepetini daha da sıkı tuttum.
Islak çamaşırlar kokmasın diye elimdeki sepetle abimin odasına ilerledim. O an bastığım bir şeyin çıkardığı sesten dolayı resmen yerimden sıçramıştım. Bir elimi kalbime koyarken düşmeye yakın olan sepeti yükseltmiş bel boşluğuma yaslamıştım.
Yere eğilip bastığım Güneş'in oyuncağını aldım. Abimin aldığı güneş şeklindeki peluştu bu, ortasına bastığında ses çıkaranlardan. Muhtemelen giderken çantalarından düşmüştü. Dünden beri Güneş'in yokluğunu ilk defa bu kadar çok hissederken derin bir nefes alıp abimin kapısını açtım. O gelene kadar çamaşırlar burada kururdu.
Etrafa gelişigüzel saçtığım çamaşırlarla sepete attığım Güneş'in oyuncağını da çıkarıp abimin masasına koymuştum. Gevşeyen saçımı da toplarken odadan çıkıp kendi odama geçtim. Yağmur iyiden iyiye bastırmıştı. Bir kahve yapıp kitap okuyarak geçirebilirdim bu saatleri ama üstüme sinen mayışıklıkla yatağa girmek daha cazip gelmişti. Hızla biraz ıslanan tişörtümü değiştirdikten sonra yatağa girdim.
Üzerime örttüğüm örtüyü resmen kafama kadar çekerken duyduğum sesle kaşlarım çatılmıştı. Başımı usulca örtüden çıkarırken birinin balkon kapısına vurduğunu duydum. Bir an acaba yağmur sesleri miydi duyduğum da ben anlık öyle mi sandım diye düşünürken tekrar duyduğumu hissedince nefesimi tuttum. Garipten sesler mi duyuyordum acaba?
Korku içinde doğrulurken hala olduğum açıdan kapıyı göremediğim için elimi komodine attım. Zamanında belki çiçek koyarım diye çok beğenerek aldığım ama aldığım günden beri boş duran vazomu elime aldım. İçine bir çiçek girmemişti belki ama şu an hırsız mı acaba diye düşündüğüm kişiyi bayıltmama yardımcı olabilirdi.
Ayaklarımı yataktan sarkıtırken tekrar balkon kapısının camına vuruldu ve ardından kapının kolu aşağıya indi. Kilitlediğim için içten içe şükürler ederken duvara sinip kapıya doğru ilerledim. O an gördüğüm kişi ile derin bir nefes verip hızla kapıyı açmıştım.
Yağmurdan dolayı ıslanmış saçlarını sirkelemek için kafasını sola savuran Pusat'a baktım tip tip. O ise bir bana bir havada tuttuğum elimdeki vazoya bakmıştı. "Yavrum çiçek almam için inceden ima mı yapıyorsun?" dedi sırıtarak. Ardından sanki çok normal bir durummuş gibi ayakkabılarını çıkarıp içeriye koydu.
Hala olduğum yerde dikilen bana bakarken bir elini gözümün önünde sallamıştı. Ben ise elimdeki vazoyu sımsıkı tutarken "az kalsın seni bununla öldürüyordum" dediğimde tok kahkahasını işittim. Saçlarından yüzüne süzülen damlaları gözlerimle takip ederken gülüşünde takılı kalmıştım. Her geçen gün beni daha da büyülüyordu adeta.
"Bununla mı?" dedi dalga geçercesine. Başımı hızla salladığımda asıl sormam gerekeni unuttuğumu fark edip elimi havaya kaldırıp salladım. "Onu boş ver senin ne işin var burada?" dedim son kelimemde odamı gösterirken. O ise omuz silkip ıslak tişörtünü ensesinden tutup hızla çıkarttı üstünden. Yavaş hareketlerle odamda ilerleyip sandalyenin üstüne astığında bakmamaya çalışıyordum.
Gözlerimi kaçırmak için odamdaki tüm duvarları süzerken bu niyetimi fark ettiği için gülüşü büyümüştü. Gülüşü sinirimi bozarken elimdeki vazoyu geri yerine koydum. Neydi iki gündür saksıların vazoların bizden çektiği ya? Kollarımı göğsümde birleştirip hala beni sırıtarak izleyen Pusat'a döndüm. "Çıkar mısınız odamdan Pusat Bey" dedim sondaki beyi bastırırken. "Hem niye geldin ya?" diye de çemkirmeye devam ediyordum.
İki kolumu göğsümde birleştirirken omuz silkip yatağıma uzandı. Bir kolunu başının altına koyup bana bakarken "özledim" dedi net bir dille. Özlemişti. Bu kelime tüm vücuduma narkoz etkisi yaratmış olabilirdi ki kendimi kaybetmiş gibi hissediyordum.
Hala bazı şeylere alışmamıştım anlaşılan. Dağılan ifademle başımı iki yana sallayıp ciddi bir surat kuşanmaya çalıştım. Gardı böyle çabuk indiremezdim. "Beni alakadar etmiyor çıkar mısınız?" diyerek yatağıma yaklaştım. Buradan bakılınca artık Pusat'ın yatağı gibi duruyordu ama olsundu.
Ona doğru eğilip çıplak omzunu dürttüğümde yüzünü buruşturup omzunu tuttu."Acıyor ama" dediğinde abartılı tepkisine gülmemek için dudağımı ısırdım. "Git" dedim sanki biraz daha konuşsam bu net tavrım dağılıcakmış gibi. Kaşlarını çatıp iki elini havaya kaldırırken söylenmeye başladı.
"Biz özleyelim dayanalım kapısına kızın çektiği muameleye bak" dediğinde yatağımda doğruldu. Kaşları çatılmış hala ayakta durmuş onu izleyen beni süzüyordu. Ona böyle yakın olmak beni gererken sertçe yutkunup "biri yakalayacak" demiştim. Korkumda da haklıydım. Ya o çıkarken biri görmüşseydi ya annem birazdan eve gelseydi ve bizi böyle görseydi. Kadın yeni iyileşiyordu zaten. Neydi çektiği bizden.
Kendinden emin bir ses tonuyla konuştu Pusat. "Yakalayamaz." Kaşlarım havalanınca "Nereden biliyorsun?" diyecektim ki bir anda tişörtümü tutup beni kendine çekmesiyle sözüm yarıda kaldı. Yüzündeki gülümseme büyürken ona daha da yakın olduğumu fark edince kimsenin yakalamayacağına birden emin olmuştum.
"Sadece yağmur yağarken sevgilimle uyumak istiyorum" dedi bir fısıltıyı andıran sesiyle. Kulağımın yanında nefesini hissedince anlık huylanıp kıkırdamıştım resmen. "Biraz sessiz ol da anın tadını çıkarayım be kadın" dediğinde çıplak omzuna vurdum sertçe. Öküzdü beş saniye romantik ortam yaratamıyor anında bozuyordu. "Sen bana ne dedin?" diye sordum iki elimi boynunda birleştirip başımı geriye atarken. "Değilim senin sevgilin falan" diye de inadımı sürdürmüştüm.
Sabır çeker gibi bir bakış attı suratıma. Bu hallerine gülmek istiyordum ama nazımı sürdürmek için yanağımı içten ısırıp ciddiyetimi korudum. "He ben de bakkal Hüseyin amcayla da her zaman bu konumda olurum zaten" dediğinde ısırmam da boşa gitmiş bir kahkaha kaçmıştı ağzımdan. Boynumu geriye atmış gülerken dudakları değdi tenime. Minik bir öpücük kondurmasına izin verip kollarından çıktım.
Elinden en sevdiği arabası alınmış erkek çocuğu bakışlarını yüzüme diktiğinde yumuşamamaya çalıştım. Değildim sevgilisi falan sonuçta. "Tişört getireceğim sana uyucaksak da öyle uyuyacağız" dedim net bir dille. Bir elimi de belime koymuş meydan okuyordum adeta.
Kendini sert bir şekilde yatağa bıraktıktan sonra tavana bakarak "beğenmediysen söyle bilelim Leyla Hanım" dedi tripli bir sesle. Gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırırken beğenmememin bir ihtimal bile olmadığını bildiği içindi tavırları.
Bir yastığı hızla elime alıp ona fırlattıktan sonra odadan çıktım. Arkamdan gelen gülme seslerini de yok saymaya çalışıyordum. Biz burada üç buçuk atalım adam keyiften dört köşe olsun oh ne ala gerçekten de.
Tekrar abimin odasına girerken dolabını açmış uzun zamandır giymediği ve yokluğunu fark edemeyeceği bir tişört arıyordum. En son elime gelen tişörtle odama döndüm.
Gözlerini kapatmış iki elini de başının altına koyup uzanan Pusat kapıyı kilitleme sesimle resmen yerinden fırlamıştı. Çıplak göğsüne örtüyü çekip utanıyormuş gibi rollenirken "kapı kilitlemeler falan evlenmeden olmaz bilesin" dediğinde bu sefer kahkaha atan taraf bendim.
"Ani bir anne baskınını önlemek için" deyip elimdeki tişörtü attım ona doğru. Çevik bir hareketle havada yakalayıp üstüne geçirdiğinde ben de sonunda nazlanmayı bir kenara bırakmış tek kişilik yatağımda sığabileceğim kadar yanına oturmuştum.
"Seni annene iade edeceğim" dedim yavaşca uzanırken. Bir kolunu bana atıp kendine iyice çekerken "iade süren doldu maalesef" demişti benim gibi tavanı izlerken. Yağmur gitgide daha da bastırıyor sesi sanki odadaymış gibi geliyordu. Başımı yastıktan yavaşça Pusat'ın göğsüne çektim. Çenemi göğsüne dayarken öylece onu izlemeye başlamıştım.
Sessizdik ama bu sessizlik bize o kadar şey anlatıyordu ki. Bunca yaşanılanlardan sonra hala birbirimize böyle aşkla bakabiliyorduk. Şükür etmiştim bu halimize ikimiz de bugünlere gelmek için çok acı çekmiştik. Aşkın da kavuşmanın da en güzelini hak ediyorduk.
Pusat'ın bir parmağı hafif hafif görünen çillerimin üzerinde gezerken mest olmuş bir sesle "mavişim" diye sessizce fısıldadı. Başımı dikleştirip "hm" dediğimde ise sadece gülümsemişti. Benim zihnimde geçen düşüncelerin, kalbimde akan hislerin onda da bir karşılığı olduğunu belli ediyordu.
"Ne zamana kadar saklayacaksın beni?" dedi. Evet, bu konumda saklayan kişi ben oluyordum ona kalsa ilk günden elimi tutacaktı. Başımı tekrar kaldırıp gözlerimi gözlerine diktim "bugün sizin nişanın sahte oluşunu söyleyeceğim bir kaç gün sonra da bizi söylerim peş peşe iki şok yaşamasın" dediğimde alnıma düşen saçlarımı elleriyle yavaşça geriye atıp başını salladı.
"Hem sakladığımız halimiz buysa saklamayınca ne olacak çok merak ediyorum" dedim kaşlarımla bizi gösterirken. Pusat'ın belimde olan eli beni daha da sararken gülmüştü. "Bak saklıyorsun diye ağaçlara tırmandım daha ne istiyorsun be benden insafsız" dediğinde gözlerimi kısarak bakmaya devam ettim. Verecek cevabım olmadığı içindi kovboy bakışlarım.
"Aklım Asya ablada" dediğimde dilini damağına vurup "tch" sesi çıkarttı. "Olmasın aklın onda bakar başının çaresine" dediğinde yine omzuna hafifçe vurmuştum. Hiç anlaşmıyor olmalarının sebebi Pusat'ın kendini Asya ablanın abisi sanıyor olmasını görmezden geliyordum. "Herkesi elinin altında tutamazsın" dedim derdinin ne olduğunu bilerek.
Saçlarımla oynayan parmakları dururken "korumaya çalışıyorum" dediğinde bildiğimi göstermek için gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. "Biliyorum ama herkesi her zaman koruyamazsın" dediğimde saçımdaki elini de belime getirip sıkıca sararak birlikte dönmemizi sağladı. Bu sefer başım yastıktayken üstten bana bakan gözlerine baktım heyecanla. "Seni koruyayım yeter" dedi fısıltıyı andıran bir sesle.
Gülüşüm büyürken dudakları yanağıma dediğinde huysuzca kıpırdanıp taklidini yaptım. "Sevgilimle uyuyacağım" dediğimde attığı kahkaha yüzünden omuzları sarsılmıştı. "Öpmeyelim mi de hiç?" dediğinde elimi dudaklarının üstüne kapattım. "Öpme süründürüceğim seni bunlar iyi günlerin" dedim sahte bir tehditle.
Pusat hiç umursamadığını dudaklarına kapattığım elimi öperek belli ettiğinde "süründür" diye fısıldadı. "Fısıldayarak konuşma" deyip ellerimi iki omzuna koyup kendimden uzaklaştırdım.
Kendini yanıma atıp kahkaha atarken "etkileniyorum diyemiyorsun da" dediğinde iki kolumu göğsümde birleştirip arkamı döndüm ona. "Trip mi yiyorum şu an?" diye sorduğunda bir omzumu silktim.
Omzumu öpüp "at be trip köpeğin olurum senin az mı bekledim bu günleri" dediğinde gülüşümü durdurmak için alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Pusat'ı tribime bile hasret bıraktığım için içten içe kendimi tebrik ederken yavaş yavaş ona döndüm. "İyi bari bitsin tribim" dediğimde yüzündeki silinmeyen gülüşü daha da büyüdü. "Ha şöyle" dediğinde ukala tavırlarına kaşlarımı çatmıştım.
Başımı tekrar göğsüne yaslarken sessiz kalıp bir parmağımın ucuyla da minik minik daireler çiziyordum. Bu sıcaklık beni öyle hoş bir şekilde sarmıştı ki şimdiden bu anı özleyeceğimi biliyordum. Aklıma gelen şey ile kafamı kaldırıp Pusat'a baktım. "Kağan abiye ne oldu?" dedim panikle. Nasıl aklımdan çıkmıştı bilmiyordum.
Kapattığı gözlerini açmadan "oradan geliyorum çıkardım salağı kendime de izin verdim şimdi uyuyalım mı?" diye sordu mayışık bir sesle. Tekrar sessizce başımı yasladım göğsüne.
Gözlerimi cama doğru çevirip yağmuru izledim biraz. Kulaklarıma dolan telefonumun sesi ile huzurlu anımızın bozulmasına kaşlarım çatılmıştı. Başımı kaldırıp elimi yatağıma atarken buralarda bir yerlerde olduğunu biliyordum.
Pusat hiç kıpırdamadan uzanmaya devam ederken bana yardımcı olmayışı ile söylenmeye başladım. "Çekilsene be kaplamışsın tüm yatağı" dediğimde omuz silkip uzanmaya devam etti.
İşim vardı bununla iyiden iyiye anlamıştım. Yatakta zaten ebat olarak haddinden fazla büyük biriyle sıkışmaya çalıştığım ve telefonu arayıp habire kıpırdandığım için kaymıştım. Bir an yeri boylayacağımı sanarken Pusat beni kendine çekip sanki hiçbir şey olmamış gibi gözlerini kapatmaya devam etti. Onu parçalamamak için kendimi zor tutarken artık daha fazla açmasam kapanacak olan telefonumu buldum.
Elimi zafer kazanmışcasına havaya kaldırırken Pusat tek gözünü açıp ekranda yanan isme bakıp derin bir 'of' çekti. "Bari burada sal be" dediğinde abimin araması kapanmadan telefonu açtım.
Biraz Pusat'tan uzaklaşıp "Alo" demiştim. Meriç abimden bir ses gelmezken Pusat yüzündeki sırıtışla yaklaşıp yanağıma tüy kadar hafif bir öpücük kondurdu. Bir elimle tuttuğum telefonu boynumun arasına sıkıştırırken diğer elimle onu kendimden uzaklaştırmaya çalışıyordum. "Abi" dedim tekrardan.
"Leyla eğer abinin evlendiğini görmek istiyorsan bir saat içinde nikah dairesine gel ve kimseye de söyleme." duyduğum kelimeleri sindirmeye çalışırken Pusat'ı uzak tutan elim yavaşça yere düştü. Gözlerim kocaman kocaman bakıyordu yere.
Telefonu kulağımdan çekip gerçekten de bunu diyen öz abim mi diye sorgulamış ekranda yanan isim de bunu tasdiklemişti. Pusat yüz ifademden bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı ki kendini kaydırıp kulağını telefona yaklaştırdı. "Ne?" diye sonunda bir tepki verebilmiştim ki kulağımı aramanın sonlandığını belli eden 'bip' sesi doldurdu.
Boş bakışlarımı Pusat'a çevirirken o ise ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Tek kaşını kaldırıp başını iki yana sallarken "hayırdır" demişti. 'Hayrın yolu bayırdır' deyip ikinci sınıfı aratmayan bir tartışma başlatma eğilimindeydi şu an zihnim. Şaşırdığım durumlarda şok etkisiyle beynimin en gerizekalı olduğu anları yaşıyordum sanırım.
Beni birbirinden alakasız konulara sürükleyen zihnimi Pusat'ın çalan telefonu susturmuştu. Telefon ekranını bana çevirirken gördüğüm 'Meriç' yazısı ile resmen nefesimi tuttum. Pusat çok rahat bir şekilde telefonu açıp kulağına götürürken iyice ona yaklaşmış kulağımı telefona yaslamıştım.
Kısa süren başlangıç konuşmasından sonra abimden gelen "nikah şahidim olacaksın Leyla'yı da alıp gel" cümlesiyle Pusat'ın şaşkınlığını izledim an ve an. İyi madem benim açıklama yapmama gerek kalmamıştı. Resmen yataktan fırlarken abimin telefonu suratına kapattığı Pusat hala oturduğu yerden kıpırdamamıştı.
Bir kolundan iki elimle tutup doğrultmaya çalıştım tabii bu cüsseyi yerinden bir gıdım bile kıpırdatamamıştım ama olsundu. "Hadi kalksana yetişip engel olmamız lazım" dediğimde içimdeki görümce resmen çığlık atıyordu. Ne demek sessiz sedasız evlenmekti ya hem kiminleydi?
Hala şaşkınlığını koruyan Pusat'ı gizli gizli evden çıkarmaya çalışırken kapıya gelince yanağıma uzanıp öpmüş ve öyle çıkmıştı. Bu hallerine şu an şapşal şapşal sırıtabilirdim ama abim sağ olsun panik halindeydim. Hızla üzerime geçirdiğim kıyafetlerle evden resmen fırlarken bir yandan da milyon kere abimi aramış hiçbirine de cevap alamamıştım.
Arabanın yanında beni bekleyen Pusat'ın da tişörtünü değiştirdiğini görünce içimi ufak da olsa bir rahatlık kaplamıştı. Bileğimdeki tokamla saçlarımı toplamaya çalışırken ayak uçlarıma geçirdiğim ayakkabımı attığım her adımda giymeye çalışıyordum. Karşıdan bakıldığında abisinin nikahına değil de geç kaldığı otobüse yetişmeye çalışan bir lise öğrencisi gibiydim.
Kollarını göğsünde birleştirip arabaya yaslanmış Pusat yüzünde bir gülümseme ile beni izlerken yanına yaklaşıp "hayırdır aşık mısın?" diye sordum dalga geçercesine. İyice leyla olmuştu başımıza.
"Çok" dedi tek nefeste. Kaşlarımla arabayı işaret ettiğimde kısacık süren bu anı da bu sefer ben bozmuştum. Hızlı hareketlerle şoför tarafına geçerken ben de ön koltuğa yerleştim dağılmış bir şekilde. İçimde müthiş bir sinir fırtınası vardı.
"Kafayı yiyeceğim ne evlenmesi ya?" dedim sinirle. Bir yandan da göz altlarımı parmak uçlarımla ovuşturuyordum. Pusat omuz silkip "darısı başımıza" dediğinde de gözlerimi devirmekle yetinmiştim. Koyun can derdinde kasap et derdindeyi tam anlamıyla yaşıyorduk.
"Hayır daha kızın kim olduğunu bile bilmiyoruz Allah'ım kafayı yiyeceğim annem tam iyileşiyor dedik yaptığına bak yemin ederim bu kadının da bu dünyadaki sınavı çocukları" dedim hala içimdeki siniri dindiremezken. Pusat elini elime uzatıp sıkıca tuttuğunda anca nefeslenebilmiştim.
"Sakin ol elbet mantıklı bir açıklaması vardır Meriç'in" dedi beni rahatlatmaya çalışan bir sesle. Kaşlarım hayretle havalanırken 'ciddi misin?' bakışlarımla süzüyordum onu. Pes edip "tamam belki yoktur ama sen yine de bir sakinleş" dediğinde bir elimi alnıma koyup başımı geriye yasladım. Ne sakinleşmesi şak diye bayılacaktım şurada.
Kapattığım gözlerimden birini açarken Pusat'a baktım "sen hiç biliyor muydun bir sevgilisi falan olduğunu?" dedim mantık yürütmek ister gibi. Pusat da çenesini kaşıyıp hızla direksiyon hakimiyetini geri eline alırken düşünceli düşünceli konuştu "yani şu sıralar yedi yirmi dört Kağan ile birlikteler" demesiyle of çektim. Ben kimlerden ne umuyordum gerçekten de. Tepkime suçsuz bir çocuk gibi kendini savunurken "benim ne suçum var güzelim aklıma geleni söyledim" dediğinde başımı sallamıştım.
"Biraz hızlı" dedim artık stresten dudaklarımı ısırmaya başlarken. En kısa zamanda oraya varıp abimi sürükleye sürükleye eve götürmek istiyordum. Evlenecekmiş sen önce çoraplarını iç içe geçirip evde top oynamayı bırak. Pusat başıyla beni onaylarken stresimin onu da gerdiğini fark etmiş elini sıkıca tutmuştum. Arabayı park ettiğinde ise biraz da olsa dinen sinirim tekrar gün yüzüne çıktı.
Hızla arabadan inerken resmen adımlarımın yeri titrettiğini düşünüyordum. Eğer vazgeçiremeseydim bu gelinin benden çekeceği vardı. Pusat da peşimden koşar adımlarla gelip yanıma varınca elimi tekrardan sımsıkı tuttu. Yanımda olduğunu bu denli hissettirmesi bile abime karşı yumuşatmıyordu beni.
Nikah dairesine girerken Pusat danışma olduğunu düşündüğüm masaya gidip abimin ismini soyismini vermişti. Nikahın olduğu salonu da öğrendiğimizde resmen koşarcasına gidip kapalı kapıyı sonuna kadar açtım.
Gözlerimden ışın kılıcı falan çıksa kapıyı kesip bile geçebilirdim şu an ki sinirimle. İçeriye adımlarken Pusat da adımlarımı takip ediyordu. Görüş açıma giren abimle kaşlarım sanki olabilecekmiş gibi daha da çatıldı. Heyecanı buradan bile belli olan abimin arkasındaki kızı görmek için başımı yana doğru eğmiştim ki bizi gören abim hevesle el sallamış bir adım atmıştı.
Resmen gerçekten de düğünü olan bir damat gibi sığmıyordu salona. Abimin adımlaması ile gördüğüm kişi ağzımın sonuna kadar açılmasına sebep oldu. Benden hiçbir ses çıkmayınca Pusat sadece benim duyabileceğim bir şekilde keyifle konuştu.
"Yanlış Gençer."
❄️
Merhabaa, bölümler her seferinde daha mı uzuyor yoksa🫢
Yorumlarınızı bekliyorum, oruç tutan arkadaşlarıma da hayırlı ramazanlar diliyorum.💖
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 36.53k Okunma |
2.07k Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |