28. Bölüm

Elimdeki Çamur

Tuğba e
tuaekn

Pusat Arga'nın Ağzından,

Yağmur damlaları hızla arabanın camına vururken silecekleri çalıştırdım değil yağmur gök yere inse yine de gidecektim kapısına. Aylardır görememenin getirdiği çaresizlik ve özlem artık içimden taşıyordu. Bu süreçte onu ilk gizli saklı bir şekilde mahkemeden önce Mardin'de görmüştüm. Meriç'e eşlik etme bahanesiyle gittiğim Mardin'de ondan uzak durmak tahmin ettiğimden de daha zordu.

Mahkeme önündeki her hareketini uzaktan takip etmek, günler sonra bana bu kadar yakınken koşup ayaklarına kapanamamak, beni dinlemesini istemek ama yapamamak çok zordu. Sevdiğini öğrendiğim gün onu kaybetmek gibi onunla ilgili olan her şey çıkmazdaydı.

Mardin'de Meriç gitmeyene kadar onu bulmak zor olmuştu. Ama Yalova'da elimle koymuş gibi bulmuştum. Yeni bir hayat kuruyordu kendine. Kurmuştu da, başarmıştı. Ona bunun için kızma hakkım da yoktu onun gözünde onu ben itmiştim. Aksine mutluydum onun için üzülmediği her ana şükrediyordum. Üzerine esen rüzgardan sakındığım kadını kendim üzmüş olma ihtimali bile delirtiyordu.

Vardığım sokağında bu sefer onu görmüştüm geç saatte olmasına rağmen sokak lambasının yüzünü aydınlatıp nefes kesici bir tablo gibi karşımda duruşunu izlemiştim. İzlemekle yetinmek bana, yanına gitmem Leyla'ya zarardı.

Sokaktaki her zamanki yerime park ettiğim arabayla bu geceyi burada geçirmeye niyetlendim. Doğum günüydü Leyla'mın. Gidip karşısına kutlayamasam da belki bir umut dışarı çıkar da yüzünü yakından görebilirim umuduylaydı yaptıklarım.

Sokağa giren bir araba Leyla'ların binasının önünde yavaşladığında koltukta istemsizce dikleştim. Kaşlarım çatık ve içim huzursuz bir şekilde arabanın içindeki kişiyi seçmeye çalışıyordum. Her kimdi ise başı olduğu gibi Leyla'nın balkonuna dönüktü. Arabayı çalıştırıp arkadan arabasını pert etme isteğimi zor da olsa bastırmıştım. Leyla'nın hayatına toz değmesin diyeydi uzaklığım anlık öfkelere yer yoktu.

Her kimdi ise biraz oyalanıp gitti. Yeniden bakışlarım sevdiğim kadına döndü. Hayatımın sonuna kadar seveceğim kadına. Bir buruk bakışına dünyayı karşıma onun için ise onu karşıma alacağım kadına baktım. İçimde verdiğim savaşlar bitmek bilmiyordu. Telefonla konuştuğunda hakkım olmasa da içimde oluşan kıskançlığa derin bir of çektim. Kızın hayatında bir hiçken bir de kıskanıyordum. Aklımda kim olabileceğine dair milyon teori dönerken Leyla hızla balkon korkuluğundan sarktı.

Beni görecek telaşıyla koltuğuma sinerken ağzımdan bir "lan" çıkmıştı. Düşecek diye aklım giderken o mavi gözleriyle hızla etrafını tarıyordu. Aradığı her kimse umarım az önceki arabalı lavuk olmasındı. Geri yerine sinerken derin bir nefes aldım. Telefonu kapatıp tekrar balkondan dışarıyı izlemeye başladı.

Sokak lambasının varlığına ilk defa bu gece böylesine şükretmiştim. Sarı ışık yüzünü daha da can alıcı yapamazmış gibi parlatıyordu. Mavi gözlerindeki mağrur ifadeyi aramızdaki mesafeye rağmen görebiliyordum. Aklıma eskiden de onu böyle balkonunda otururken izlediğim geldi. Yüzümde yarım yamalak bir gülümseme oluştu. Yıllar geçiyor ben ondan geçemiyordum.

Torpidoya eğilip kalabalık bölmede hızla bulduğum sigara paketini elime aldım. İçinden bir dal ve çakmak çıkartırken sigaramı yakıp camı araladım. Onsuz aldığım her nefes sanki beni yeteri kadar zehirlemiyormuş gibi üstüne başka faktörler de ekliyordum. Parmağım arabanın ekranına giderken çalma listemin en üstündeki şarkıya dokundum.

Yağmur damlaları biraz yavaşlamış silecekleri çalıştırmayı durdurmuştum. Bu az önceye nazaran manzaramı daha da netleştirirken yanına gitmemek için çenemi sıkıyordum. Önüne düşen saçlarını arkaya attığında gülümsedim. Bazı geceler yine böyle uyku tutmaz balkonunda şarkı dinlerdi. Camdan onu izlerken yakalanma korkum olmazdı. Bilirdi, benim de geceleri pek uyuyamadığımı. Benim sebebim oydu, o ise sebebim olduğundan bi haber karşımda dururdu.

Sigarayı dudaklarıma yaklaştırıp derin bir nefes çekerken şarkıya eşlik etmeye başladım.

"Ey kaşları ebru, zülfü siyahım."

Yüzümde bir gülümseme oluştu. İçinde Leyla olan her şarkıyı ezberlemiştim adeta.

"Atma bu sineme taş Leyla, Leyla."

"Bana gel diyorsun nasıl geleyim?"

Sesim az önceye nazaran daha yüksek sesle çıkarken derin bir iç çektim.

"Dağlar yol vermiyor, kar Leyla, Leyla"

"Kapanmış yollarım, kış Leyla Leyla."

Öyleydi, ona gidecek her yolum kapanmıştı. Sanki şehrime metrelerce kar yağmıştı da ben elleriyle yolu açmaya çalışan biriydim. Parmak uclarım morarıyor, kirpiklerim bile buz tutuyordu.

"Umudum sendedir, dur Leyla Leyla."

Sonlara doğru artık sesim iç çekişlere dönünce acı içinde gözlerimi kapatıp açtım. Göğsüme yatırıp saçlarını okşamak istediğim insanı gizli saklı izlemenin acizliğineydi öfkem.

Sokakta benim dışında kimse yokken neyi bu kadar derin izlediğini merak ettim Leyla'nın. Aklından geçenleri tek tek merak ettim. Yüzündeki acı dolu ifadenin sebebini bilmeyi eğer bensem kendimi çekip vurmayı diledim.

Paketteki son sigarayı da alırken yüzümü buruşturdum. Gelirken iki üç tane torpidoya koyduğumu hatırlıyordum. Umuyordum ki hepsini bitirmiş olmayaydım. Elimi tekrar torpidoya attığımda sigara paketi yerine hissettiğim plastik ile elimi hızla çektim.

Parmaklarımın arasındaki mavi balona bakarken birisi sırtımdan bıçaklamış gibi sarsıldım. Parmaklarımdaki balonu sımsıkı tutarken göğsüme sızan kanı görmezden geldim. Yüreğimin paramparça oluşunu bir mavi balonla hissetmek her uzvumu titretiyordu.

Kendime gelmek için camı iyice açarken elimde sımsıkı tuttuğum mavi balonla göğsümü yokladım. Hala atıyordu, umut vardı. Balonu yavaşça şişirmeye başlarken gözlerimi bir an bile Leyla'dan çekmiyordum. Şişirdiğim balon için olduğuna emin olduğum beyaz ipi aradım torpidoda. Hem ip hem de ipi doladığım bir kağıt çıkınca kaşlarım çatıldı. Üzerindeki notu okuduğumda yüzümde bir gülümseme oluştu ipe bantlamış olduğum her şeyi hazır ettiğim için içten içe bir yıl önceki Pusat'ı kutladım. İnsanın kendinden en nefret ettiği dönem kutlaması bile büyük başarıydı.

Not kağıdını elimde sımsıkı tuttum. Bunların hepsi bir yıl önceden kalmıştı. Bazen arabayı pis kullanmak işe yarıyordu. O zaman da Leyla'nın yanında değildim. O zaman da İstanbul'da ondan uzakta aptal işlerle boğuşuyordum.

O zaman alıp gitmek için koymuş ayaklarıma bağlanılan iplerle alıkoyulmuş gidememiştim. Nasip bugüneydi, yine bir doğum gününde ondan uzaktaydım. Oysa ki 9. yaş gününde ne diledin sorusuna 'hep seni diledim' demişti. Dileği kabul olmamış mıydı?

Balona ipini de bağladıktan sonra tam düğüm kısmına gelen notu da düzelip yanımdaki koltuğa koydum. Leyla'nın oturmasından en memnun olduğum yerdi şimdi onun balonu duruyordu orada. Arabadan hızla inip elime aldığım balonu sımsıkı tuttum uçmasın diye. Balkondan sokağı izlemediğini bilmeme rağmen binanın altından tam balkon hizasına geldim. Kalbim ona bu kadar yakın olmanın getirdiği heyecan ile küt küt atıyordu. Gözlerim binanın kapısına kayarken gitsem ne olur ki diye düşünmüştüm. Ardından olabilecek şeylerind destansı listesi gözümün önünde canlanırken görevime geri döndüm.

Gözlerimle hızla bir taş ararken bina kapısına yakın bulduğum küçük taşı elime aldım. Balonu yere koyup ipinin üzerine taşı yerleştirdim. En azından ben biraz uzaklaşana kadar bu taş onu tutabilirdi. Bir rüzgar esmeden uzaklaşmalıydım buradan. Bir tesadüf eseri geldiğini sansındı Leyla. Not kağıdı için bir bahane bulamamıştım ama onu da çıkarmak istemedim. Hem el yazımı çoktan unutmuştur. Başkasına ait olduğunu düşünürdü. Sadece yüzünde bir gülümseme oluşsun istedim minik bir tesadüfün onu mutlu etmesini.

Taştan emin olduktan sonra hızla bir iki adım ötemdeki arabama binip hızla çalıştırdım. Aynadan balonu kontrol ederken hala uçmamıl olması ile gülümsedim. Bakışlarım bu sefer tekrardan balkon korkuluğuna yaslanmış Leyla'ya kaydı. Aynadan onu izlerken sokaktan neredeyse çıkmıştım. Gözümü alan far ışığıyla bir arabanın sokağa girmek için geldiğini görüp kazaya sebebiyet vermemek için bakışlarımı zor da olsa çektim. Araba sokağa girmeden önce çıkarken esen rüzgar tüm ağaç yapraklarını savurdu. Bakışlarım hızla balona kayarken ipini taştan kurtardığını Leyla'ya doğru süzüldüğünü görmüştüm.

Ben sokaktan çıkmışken benim çıktığım yerden giren araba bakış açımı kapatmıştı. Artık gitmenin vaktiydi. Bakışlarımı tam çekmiştim ki hızla sürdüğüm arabanın düz duvara doğru gittiğini görünce çevik hareketlerle kurtarmaya çalıştım kendimi. Arabanın içinde savunurken hızla çevirdiğim direksiyon ile sonunda arabanın yönünü düzeltebilmiştim. Girdiğim yolun boş olmasına şükretmiştim aksi halde duvara girmemek için yaptığım manevralar ile başkasına girmem an meselesiydi.

Göğsüm anın getirdiği adrenalin ile hızla inip kalkarken derin bir nefes verdim ve mekik dokuduğum Bursa yoluna girdim.

Parmaklarım direksiyon üzerinde ritim tutarken içimdeki acıyı görmezden gelmeye çalışıyordum. Belki dakikalar önce o duvara çarpmaktan kurtulmuştum ama zihnimin duvarlarında bir o tarafa bir bu tarafa çarpılmaktan kurtulamıyordum.

Güneş'in Doğduğu Gecenin Sabahı,

"Niye tek başına oturuyorsun lan burada?" diyerek girdim Kağanların bahçesine. Köşedeki sandalyelerden birine kurulmuş etrafı izlerken bakışları bana döndü. "Hem niye dükkanda değilsin iyice saldın işleri" dedim tekrardan sessiz kalışı canımı sıkarken.

"İş olmuyor hiç" dedi omzunu silkerken. Derdi sadece iş değildi, tanıyordum kardeşimi. Karşısındaki boş sandalyeye doğru adımlayıp hızla kurulurken bakışlarım sigarasından başını çekmeyen Kağan'daydı.

"Var bir derdin" dedim net bir dille. Bu böyle iş olmamakla karalara bağlayacak değildi. Derin bir 'of' çekip sandalyedeki halini düzeltti. "Asya ablamı düşünüyorum" dediğinde asıl derdini anlamıştım. "Hapiste" dedim net bir dille. Meriç onu sıkıştıracak bir şeyler bulma isteğiyle yanıma geldiğinde işin buralara geleceğini ben de tahmin etmemiştim ama elimdeki bilgiler onu biraz da olsa o delikte tutmaya yeterdi.

"Biliyorum da işte ne bileyim oğlum ablamla küs olmak koyuyor" dediğinde başımı usul usul salladım. Asya ile hiçbir zaman anlaşamazlardı ama et tırnak misaliydi kardeşlik. Benim bir öz kardeşim olmasa da onlar sayesinde öğrenmiştim. "Sabah da Meriç'ler toplanıp gitti gidememek koydu galiba" dediğinde kaşlarım çatıldı. Sandalyedeki rahat konumum değişirken "nereye?" dedim anlayamayarak.

"Yalova'ya gittiler. Yusuf, Meriç, Oğuz ve Sare işte haberin yok mu?" diye sorduğunda az önceye kadar onun içinde olan sıkıntının bir benzeri benim içime düştü. Leyla, beni istemediği için giderken gizli saklı gidiyorlardı adeta. "Yoktu." dedim bir fısıltıyı andıran bir sesle.

Aniden kalktığım sandalye bahçede yeri boylarken Kağan'ın bakışları yeniden bana çıktı. "Nereye lan?" dediğinde "işim var" deyip hızlı adımlarla bahçe kapısına ilerledim. "Sakın Yalova'ya gideyim deme. Seni de çağırmıyorlar işte yüzsüz müsün oğlum" demesini kulak ardı ettim. Yüzsüzdüm belki ama onun sandığı gibi çağrılmadığım için değildi yüzsüzlüğüm.

Kendimi arabama atarken yeniden girdim Yalova- Bursa yoluna. Yüzümde buruk bir gülümseme oluşurken bu yolun dili olsaydı dedim içimden. Dili olsaydı da her delirdiğimde kendimi nasıl vurduğumu anlatsaydı.

Arabayı hız kaybetmeden sürerken telefonun sesi ile odağım dağıldı. Gelen aramayı cevaplarken Bursa'dan çıkış tabelasını görmüştüm.

"Kardeşim halletim, attım başka banka hesabından ismin falan görünmeyecek" diyen Bahadır'la sonunda biraz da olsa mutlu olmuş başımı usul usul sallamıştım. Sabahtan beri aramalarına cevap veremediğim için anca şimdi haberim oluyordu. Biraz daha konuşursak nerede olacağımı soracak ve girdiğim yoldan beni döndürecekti, biliyordum. Panikle "sağ ol" deyip kapattım telefonu.

Her şeyi gizli yapmaya çalışıyordum. Hayatına giremediğim Leyla'nın kurduğu düzene varlığımla gölge düşürmek istemiyordum. Madem yanında duramıyordum silik bir ismin de anlamı yoktu. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Artık iyiden iyiye sabrım taşıyordu. Mecburiyetlerin bu kadar can yakması katlanılmaz geliyordu.

Arabayı evinin karşısına her zamabki yerime çekerken hava kararmaya yüz tutmuştu. Evlerinin salonundaki masada oturanlar bile buradan görünürken bir bir olanlara baktım.Perdeleri manzarayı görmek için sonuna kadar açmışlardı ki bu da bana asıl manzarayı sunuyordu.

Leyla'nın arkası dönük olduğu için derin bir iç çektim. Nişan gecesinden sonra yüzünü doya doya görmeye hasret kalmıştım. Hayat sanki onu kırdığım için benden intikam almak istercesine her görmek istediğimde önüme taşları yığıyordu. Ben de o taşların altında ezilip kalıyordum.

O gece peşinden eve gidecekken bir hışımla gelen Tülay teyze beni kenara çekmiş "kızımdan uzak duracaksın" demişti sadece. Eninde sonunda sevgimin Leyla'yı bu kadar üzeceğini bilseydim en başından vazgeçmeye çalışırdım. Ama şu an değil vazgeçmek adını geçirmeden aldığım her nefes haramdı bana. O gece o bahçeden sadece Tülay teyzeye "Leyla'ya tek bir kötü söz söylemeyeceksin" dediğim ve o da bunu kabul ettiği için çıkmıştım.

Parmaklarımla direksiyonda ritim tutarken kestirmediğim için uzamış sakallarımı kaşıdım. Dikiz aynasına çarpan görüntüme yüzümü buruşturmuştum. Bu halde Leyla'nın karşısına çıksam herhalde beni sevmezdi artık. Sahii seviyor muydu acaba hala? İçimdeki sıkıntıyla camı biraz açıp nefeslenmek istedim. Buraya evinin kapısına dayanmak için gelmiştim ama gördüğüm görüntü beni arabadan dahi indirtmemişti. Mutluydu Leyla yanındaki insanlarla, yeni tanıştığı insanlarla yaptığı hayır işleriyle ve girdiği yollarla kendini mutlu etmeyi başarmıştı. Benim yapamadığımı yapmıştı.

Radyoda çalan şarkının sesini açıp usul usul eşlik ettim.

"Karlı bir gece sen buldun"

"Kaldırımlarda kalbimi"

"Al götür rüzgarlara savur, hadi durma"

"Ver benim eski yarimi."

Onların da şarkı söyleyip alkışladıklarını görünce torpidodan aldığım sigarayı hızla yaktım. Onun mutluluğuyla mutlu oluyordum. Yanında olamamanın verdiği burukluğu göz ardı edip gülümsedim.

Bir an kendimi kaybetmiş daha fazla dayanamayarak kapısına dayanmak için hızla arabadan inerken çalan telefonla derin bir nefes alıp geri bindim. Yok, ben bu Leyla'ya her adım attığımda hayat ayaklarıma zincirler vuruyordu. "Ne var lan?" diye bağırdığım telefonun karşısındaki Bahadır'ın telaşlı sesini duydum. "Neredesin sen?"

Etrafıma bakındım sanki ben de nerede olduğumu bilmiyormuş gibi sigarayı dudaklarıma götürdüm. Umurmamaz bir şekilde görecekmiş gibi omuz silkip "dışarıda" dedim. Karşı taraftan gelen iki üç of puf sesiyle "Bu dışarısı Leyla'nın kapısı değildir umarım" dediğinde güldüm. Tam olarak orasıydı.

Son aylarda her beni boş bıraktığı an kendimi yola vurmuştum. Her fırsatta gelmiştim kapısına ama asla karşısına çıkmaya yüreğim yetmemişti.

"Oğlum az bak etrafına bak bak" diye bağırdı resmen benim etrafıma baktığımdan emin olarak. Arabanın içinde etrafıma bakınırken gözüm dikiz aynasına çarptı.

Gördüğüm araba farıyla "hassi" diye sessizce fısıldadım. Bunu bile duyan Bahadır "aynen kardeşim o dediğinden şimdi Leyla'nın tehdite girebileceği bir durumdan çıkıp paşa paşa dönüyorsun tamam mı?" dediğinde onu yarım yamalak dinlemiş söyledikleri kulağımın yanında dönüp durmuştu.

Beynimde sadece Leyla'nın tehdite düşebilme ihtimali vardı. Aylardır katlandığım her eziyete sesim çıkmamıştı ama o namlunun ucu Leyla'ya döndüğü an değil Metin Kandemir'i tüm Kandemirlerin soyunu kazırdım.

Gaza basıp Metin Kandemir'in peşime taktığı adamının da arkamdan gelmesini sağlarken son defa gözüm cama değdi. Asya'nın kitlenmiş bakışlarıyla yakalandığımı anlamış derin bir nefes vermiştim. Yüzüme kondurduğum gülümseme ile Asya'ya bakarken o ağzı açık bana bakmaya devam ediyordu. Umarım yanındakilere beni gördüğünü çaktırmazdı.

Ardından arkamda beni izleyen kişi aklıma gelince derin bir nefes aldım. Sokakta yankılanan lastik seslerimle direksiyona vurup sesim camları titrecek kadar bağırdım. "Neyin içine düştüm lan ben böyle?!" dediğimde hala telefonun açık olduğunu Bahadır'ın "bazen karşındaki pisliğin kim olduğunu unutuyorsun" demesiyle anlamıştım.

Haklıydı da özlemim artık düşüncelerimi saf dışı bıraktığı her an açık vermiştim. Bu da Metin Kandemir'in benden şüphelenip peşime adam takmasına sebep olmuştu. Düğün için habire beni sıkıştırıyor her gün bulduğum bahaneler de tükeniyordu. O nikah masasına oturmayacaktım. Leyla'ma bir de bu hayal kırıklığını yaşatmadan çözecektim bu işi.

Peşimden gelen arabadaki kuzu ile artık tüm sinirimi boşaltabilecek birini bulmanın keyfini çıkaracaktım. Madem Metin arkama adam takacak kadar bana olan güvenini yitirmişti ben de sebeplerini keyifle desteklerdim.

"Kapatıyorum" dedim sessiz kalan Bahadır'a ithafen. "Saçma bir şey yapma artık arkanı toparlayamıyorum Pusat" dediğinde alnımı kaşıdım. "Arkamı toparlamana gerek kalmayacak" deyip hızla kapattığım telefonla nefeslendim. Ben sabırsız bir adamdım bu kadarına bile iyi katlanmıştım.

Daldığım orman yolunda beni usul usul takip eden arabayla bir anda arabamı durdurdum. O da biraz ötede durunca derin bir nefes alıp indim arabadan. Gün rol yapma günüydü. "Hay sokayım şansıma ya lastik patlamış" dedim yüksek bir sesle. Arabaya bir tekme atarken elimi hızla saçlarıma daldırmış sanki sinirden delirmiş gibi bağırmıştım. Keza sinirden delirmiştim de konunun arabamla bir ilgisi yoktu.

Ağıma düşen kuzu arabasından inip yavaş adımlarla yanıma geldi. "Hayırdır kardeş araba arıza mı yaptı?" dedi sanki yardım edebilecek oradan geçen bir yabancıymış gibi. Elimi sinirle saçlarıma geçirip iki elimle de lastiği gösterdim çaresizce. "Patladı abi ne yapacam kaldım burada" dedim kendimden beklemediğim bir oyunculukla. Adam bir iki adım daha atıp patlamamış olan lastiğe eğildi.

Beli açılınca gördüğüm silahı almak için çevik bir hareket yapmış ve yere eğilen adamın bacak arkasına basmıştım. İyice yere çakılırken elini uzattığı belinin boş olmasıyla şokla gözleri açıldı. Elimdeki silahi döndürürken "bunu mu aradın?" demiştim zaten bildiğim soruyu sorarken. Büktüğüm bacaklarının üstüne iyice basıp diğer ayağımı sırtına bastım. Bir seksen yere yığılmışken nefes alamadan konuşmaya çalışmasıyla çıkan boğuk seslerden hiçbir şey anlamıyordum.

Bu zaten sınırda olan sinirlerimi daha da hoplatırken elimle saçlarını tutup kafasını kaldırdım "hayırdır aslanım sesin pek bir kötü çıkıyor bir derdin mi var?" dedim dalga geçercesine. Artık sabrım tükenmiş Metin Kandemir pisliği kendimi benim bile tanıyamadığım bir adama çevirmişti.

Göz kırpıp şakaklarına bana doğrultmak istediği silahı dayadım. Gözleri korkuyla açılırken yüzümü yemediğim pislik kalmadı diye bakan adamın yüzüne yaklaştırdım. Şu an tek gördüğüm gözlerindeki korku beni tatmin etmişti. "Bak etrafına" dediğimde gözlerini usulca çevirdi etrafına. "Baktın mı? Heh, seni buraya gömersem" şakaklarındaki silahı çekip yanımızdaki büyükçe ağacın dallarındaki kuşlara doğru döndürdüm.

"Buradaki kuşlardan başka kimse duymaz da görmez de." dedim ayağımın altındaki pisliğe nefretle bakarken. Başını hızlı hızlı sallayıp "kurban olayım ağabey bırak gideyim" dediğinde elimdeki silah bir oyuncakmış gibi çenemi kaşıdım. Gözlerimi havaya dikerken "hmm bir düşüneyim" demiştim. Bırakacağımı sanıp ışıldayan gözlerle bana bakarken "yok ya hiç de bırakasım yokmuş" demiş dizimle kafasına bir tane geçirmiştim. Altımda çırpınan adamı hırpalamak biraz da olsa sinirden deliren beni sakinleştiriyordu.

"Kim gönderdi seni?" dedim bağırarak. Her hareketimle korkudan adeta titriyordu. Alnımdaki damarın patladığını hissediyordum. "Metin- Metin Kandemir" dediğinde zaten bildiğim isimle yüzümde minik bir gülümseme oluştu. Bir elimi saçlarından çekip ayağımla sırtına daha da bastırırken boşta kalan elimle cebimden telefonumu çıkardım. Video kaydını açtığımda sadece adamın yüzünü kadraja almıştım. Neticede avukat adamdık şiddetimizi kayda alacak değildik.

"Anlat" diye bağırdığımda gözleri dolan adam salak bir tavırla "neyi?" demişti. "Metin Kandemir hakkında ne biliyorsan anlat ki yaşayasın!" deyip diğer elimdeki silahı kamera kaydına girmeyecek bir şekilde doğrulttum. "Metin Kandemir beni görevlendirdi senin her anını rapor etmem için" bülbül gibi şakıyan adam hala korkuyordu. Ben öldürmesem de vereceği itiraf Metin'in kulağına gitse o bakardı çaresine. Gözündeki bakıştan bunu anlayınca "avukatım ben ver itirafı kimse sana dokunamasın" dediğimde çaresiz adam o an inanabileceği bir dal bulduğundan buna sarılmış ve konuşmaya devam etmişti.

"Beni yeni aldı işe başta koruma diye almış sonra senin peşine takmıştı ağabey kimsin necisin bilmem etmem ben korkumdan aldığım emirleri yerine getirdim." dediğinde iyice baktım adama. İş çıkmayacaktı. Yine de bunun da elimizdeki diğer delillerle belki bir işe yarar umuduyla koydum telefonu cebime.

Tekrar bir tekme atarken "gördüğün sokağı unutacaksın" dedim hızla kafasını sallarken silahı üstüne atmış zaten ilk elime aldığımdan beri çıkardığım mermileri de cebimden çıkarıp ormana fırlatmıştım. "Ben seni buraya gömmediysem bil ki sana acıdığımdan değil de Allah'a olan korkumdandır." deyip arabasına doğru ilerledim. Cebimdeki çakıyı çıkarıp lastiklerini patlatırken biraz da olsa peşimden gelmeyeceğini bilerek arabama ilerledim. Hala yerde yatıp nefeslenmeye çalışan adama iğrenerek bakıp arabaya bindim ve ormana dolan lastik sesleriyle çıktım. Ona bu gece burada iyi şanslardı.

Hayatımda adam öldürmüş değildim. Silahı sadece Bahadır'ın uzun uğraşları sonucunda gittiğim derslerden öğrenmiştim. Burada adamı korkutmak için kestiğim roller işe yaramıştı. Her ne kadar korumayım ayağına yatsa da az çok insanın bakışından anlardım. Zamanında az nane yememişti. Videoyu hızla Bahadır'a gönderdiğimde tekrar telefonum çaldı. Bu çocuk sesimi duymadan iki saat geçiremiyordu anlaşılan.

"Adama bir şey yaptın mı?" diye sordu telaşla. Gözünde nasıl bir profilim var lan acaba diye düşündüm o an. "Hayır" dedim net bir dille. "Ama bu nişan saçmalığı da Metin Kandemir işi de üç ay içinde bitti bitti bitmedi her şeyi bırakır Leyla'ya dönerim yeter" dedim sesimi kendimden emin çıkarmaya çalışırken.

"Dön de Metin seni gömsün sonra artık Leyla her gün mezarına gelsin" dedi Bahadır'da durumun ciddiyetini bana hatırlatmak istercesine. O an elimde tuttuğum direksiyona kafamı geçirmek istedim. Bu işe başladığım günün gecesine sokaydım.

Tek tesellim Kandemir itini demir parmaklıklar arkasına atıp huzurla yaşayacağım hayattı. Leyla beni affetmezdi belki ama gönül rahatlığıyla onu sevmek bile bana bir lütuftu. Her gece rüyamda kollarımın arasında görmek canıma tak etmişti. Uyandığımda hissettiğim soğukluk ve yokluk hissi aklımı yitirmeme sebebiyet veriyordu.

Sakin bir adamdım ben. Hayatı stabil yaşardım kendimi bildim bileli sevdiğim bir Leyla vardı. Annem, arkadaşlarım, komşularım. Birlikte oturduğumuz masalar vardı. Şimdi o masadan bir sandalye eksilmişti. Ben o sandalyeden İstanbul'a gittiğim gün vazgeçmiştim. Ama Leyla'dan vazgeçmek tahmin ettiğimden zordu. Benim için imkansızla eş değerdi. Değil vazgeçmek nefesimsin kesildiği gün bile kalbimi söküp alsanız bir köşede Leyla diye atmaya çalışırdı.

Ona olan sevgim her sabah uyandığım günü bana zehir etmeye yemin etmiş gibiydi. Eskiden sadece kendi acımı bilirdim. Kendi sevdamı, sevdamın açtığı yaraları görürdüm. Şimdi Leyla'nın da sevdasını görmüştüm. Ondaki kalp yarasına sebep olmak aynada gördüğüm adamdan tiksinmeme sebep oluyordu.

Arabayı hızlı hızlı sürerken gözlerimi yavaşça kapatıp açtım. Hayatımı elimden söküp alacak gibi kanatan bu hissin aşk olduğunu bilmesem tutsaklık derdim.

Bursa'ya vardığımda girdiğim mahalle ile derin bir iç daha çektim. Artık normal nefes almak bana haramdı sanki. Her köşesinde Leyla ile olan anılarımız vardı. Her içime düşen sıkıntıda acaba benim olmadığım iki senede o neler düşündü deyip duruyordum kendi kendime.

Arabayı park edip inmeden önce torpidoya attığım yüzüğü parmağıma geçirdim. Leyla'ya giderken bu yüzüğü takmak bize ihanet gibiydi. Dağınık torpidoyu kapatırken bir ara şurayı da toparlamayı zihnime not etmiş arabadan inmiştim.

Telefonu çıkarıp saate baktığımda gece yarısını çoktan geçmiş dörde geliyordu. Kendimi annemin binbir çeşit sorgusuna hazırlarken anahtarı çıkarıp kapıyı açtım. Tam da tahmin ettiğim gibi salonda camdan dışarıyı izleyen annem ile başım eğik bir şekilde salona adımladım. "Neredesin sen?!" diye sessiz ama sinirli olduğu belli olan bir tonda konuştu.

"Sana diyorum anne geç olduğu zamanlar bekleme beni" dediğimde odama gitmek için hareketlendim. "Dur Pusat efendi" dedi annem söyleyeceklerinin bitmediğini belli ederken. "Duracaksın Pusat" dedi hala sırtı dönük olan bana. Kaçacak bir deliğim kalmadığını anlarken omuzlarım inik bir şekilde döndüm arkamı. 27 yaşına gelmiş bir adam olsanız da anne azarından kaçamıyordunuz.

"Korkuyorum nereden diye sormaya?" dediğinde yüzümde buruk bir gülümseme oluştu. Yılların yaşattıklarından dolayı kırışmış suratındaki iki siyah zeytini andıran gözleri gözlerime değdiğinde oturduğu koltukta yana kayıp bana yer açtı. Sanki bu anı bekliyormuşum gibi yanına adımladım. Nereden olduğunu gayet tabii biliyordu.

"Neden böyle eziyet ediyorsun kendine? Nedir böyle seni Ahu'nun yanında tutup kalbine ihanet etmeni sağlayan he oğlum?" dedi yanına oturup başımı dizlerine koymamı buruk bakışlarıyla izlerken. Sesim çıkmadı ona nasıl söyleyebilirdim ki böyle bir şeyi. Asla anlayamayacaktı beni.

Elleri saçlarıma değdiğinde iki büklüm olmuş annesinin dizinde avunan küçücük bir çocuktum. "Yanıyor" dedim elim göğsüme değerken. Gözlerini sımsıkı kapatırken başını tavana çevirdi. "Kimse görmese bile ben görüyorum" dediğinde gülümsedim. Kimsem yoksa bile annem vardı.

"Biliyorum" dedim fısıltıyı andıran bir sesle. "Bırak sönsün Pusat'ım yanındakini seç. Aklındakini unut. Yapma böyle oğlum." dedi herkes gibi. Sanki iki kız arasında kalmış biriymişim gibi. "Aklımdaki de kalbimdeki de yanımdaki de bir olana kadar durmayacağım" dedim beni zihninde binbir çeşit yargıya tutacağını bilsem de. En azından birine içimi açmalıydım.

Parmağıma takılı alyansa dokununca "ya bu?" dediğinde benim de bakışlarım alyansa gitti. "Ne sen sor ne ben anlatayım anne" dediğimde gözleri dolmuştu. "Baban seni böyle hırpalanmış görse mahvolurdu." dediğinde bildiğim şey yeniden içimi burktu. "Onun en büyük arzusuydu büyüdüğünde Leyla ile evlenmen" dedi gülümseyerek.

Gözlerimi kapattım verecek bir cevabım yoktu. Gerçekleri anneme anlatsam kendini üzüntüden hasta edecekti. Dayanamazdım bir sevdiğimi daha üzmeye. "Düşünme bunları" dedim doğrulurken. "Nasıl düşünmeyeyim Pusat'ım her geçen gün eriyip gidiyorsun. Şu haline bak" dediğinde bakışlarım kendime döndü. Ne vardı halimde?

"Perişansın, eksiksin. Sözde nişanlı bi adamsın ama en son ne zaman gittin Ahu'yu görmeye" dediğinde Metin'in zorla çağırdığı yemekler dışında görmediğim Ahu'yu düşünme gereği bile duymadım. "Ya Leyla'nın kapısına en son ne zaman gittin? Bilmiyor muyum oradan geldiğini. Ciğerini tanıyorum ben senin." dediğinde gülümsedim. "Yarın çok işim var anacım uyusam mı artık?" dediğimde gözlerini kıstı. Kalkıp odama doğru ilerlerken arkamdan "kaç Pusat kaç ama kaçtığın her şey daha da bitiriyor seni" demesini başımla usul usul onayladım.

Merdivenleri ağır ağır çıkarken odama ilerleyip kapıyı açtım. Yatağıma doğru ilerlerken yavaşça çöktüm. Başımı iki elimin arasına alıp sıkarken düşüncelerimin artık başımı ağrıttığını fark ediyordum. Yarını düşündükçe daha da darlanarak yatağın üstüne attım kendimi. Üstümdekileri çıkarma zahmetine bile girmeden gözlerimi kapatırken içinde bulunduğum çıkmazın ağırlığı çöktü üstüme.

"Uyan lan davar" yüzüm buruşurken buz tutmuş bir şekilde doğruldum olduğum yerden. Üstüme bir şey örtmeden uyuduğum için kendime söverken gözlerimi açar açmaz Kağan densizini görmek yüzümü buruşturdu. Sakalımı kaşırken yüzüm buruşmuştu. "Ne var?" dedim karşımdaki Kağan'a bakarken. Meriçlerin yokluğunda ikimiz mahallede tek kaldığımız için iyiden iyiye sarmıştı bana manyak.

"Dayı oldum" dedi heyecanla bana bakarken. Yeni uyandığım uykudan ötürü algılayamadım şeyle gözlerimi kıstım. "Meriç hastanedeymiş" deyip kaldırdığı telefondaki mesaja bakmadan gözlerim şokla açıldı. "Meriç mi doğurdu?" dedim net çıkmayan sesimle. Bir iki defa öksürüp sesimi düzeltirken Kağan sert bir şekilde kafama vurunca kendimi salmış tekrar yatağa uzanmıştım.

"Asya, Asya ne Meriç'i" dediğinde yattığım yataktan hızla doğruldum. "Harbi mi?" dediğimde elindeki telefonu yeniden gözüme soktu. Mal oğlu mal uykulu halimle ikide bir gözüme soktuğu telefonu tutup fırlatmak istesem de sakin kalıp ekrandaki Meriç'in mesajını okudum. "Gece Asya'nın bir kızı oldu haberin olsun. İsmi de Güneş." yazmıştı.

İsim kısmına gülümserken en azından birimiz olmamız gereken yerdeyiz demiştim içten içe. "Ee bu kadar sevindiysen gitsene Asya'nın yanına" deyip yerimden kalktım sonunda. Duş almak için banyoya ilerlerken Kağan da peşimden yürümeye başladı. "Olmaz, ablamı hala affetmedim" dediğinde göz devirdim. Ulan adamlarda birilerini affetme lüksü vardı da affetmiyorlardı. "Ararsın bu günleri" deyip banyo kapısını açtığımda hala peşinde olan Kağan ile yüzümü buruşturdum.

"Gelcen mi?" dediğimde yüzüme hala sırıtarak bakıyordu. "Nereye aga?" dediğinde banyo kapısında olduğumuzu kaşlarımla gösterdim. "Sırtıma iki kese atarsın gel çekinme" dediğimde zaten çekinmediğini belli edercesine sırıttı. "Jübilemi seninle yapmak gibi bir niyetim yok" dediğinde banyodaki havlulardan birini ona fırlattım. "İt" dediğimde yere düşen havluyu alıp sırıtmaya devam etti.

"Sinem teyze oğlun yeni yıkadığın havluları kirletiyor" dediğinde kapıyı kapattım. Daha fazla bu zevzekle uğraşamazdım. Kendime gelebilmek adına açtığım buz gibi suyun altına kendimi atarken titremiştim adeta. Bir kaç dakika sonra bedenimin alıştığı suyla hızla bir duş alıp havluyu belime sararak çıktım banyodan. Salonda oturan Kağan yeniden yüzümü buruşturmama sebep oldu.

"Hayırdır s*ktir git dememi mi bekliyorsun?" dediğimde kaşlarını kaldırıp dilini damağına vurarak 'tch tch' sesini çıkarttı. Bir yandan da onaylamaz bakışlarını bana atarken başını iki yana sallıyordu. "Sinem teyze oğlun küfür ediyor" dediğinde sabır diledim.

Annem mutfaktan "Pusat" diye uyarır bir sesle konuşunca umursamadan Kağan'a döndüm. Kendi evindeymiş gibi bir rahatlıkla koltuğa yayılmış televizyondaki sabah programını merakla izliyordu. "Sen dükkanı açma açma sonra iş yok diye ağla böyle" dediğimde omuz silkti. "Sinem teyze bu adam kimle kaçmış hala çıkmadı mı ortaya?" diye sorduğunda gözlerim şokla açıldı.

Annem mutfaktan elindeki çay tepsisiyle çıkarken "yok oğlum da bugün bir tanık çıkacakmış" dediğinde bakışlarım televizyona kaydı. Herif resmen annemle kurabiye yiyip çay içerken sabah programı yorumluyordu. Tanık konuşmaya başlayınca mesleki deformasyon yüzünden koltuğun kenarına tutunup dinlemeye başladım.

Çalan kapı ziliyle annem ve Kağan'ın nefeslerini tutmuş bir şekilde izlediklerini fark edince sabır dilercesine nefeslendim. "Ben mi açayım kapıyı?" dediğimde annem hızla başını sallayıp "bir zahmet" demişti. Asla umursamasalar da üstümü gösterip "bu halde" dediğimde bu sefer Kağan sırıtarak baktı bana "yiğidin malı meydanda" dedikten sonra annemden bir "şhtt" uyarısı almıştı.

El mecbur kapıya ilerlerken kendi namusum için havluyu biraz da olsa düzeltip kapıyı açtım. Zehra teyze elinde üstünü peçeteyle örttüğü tabağı sımsıkı tutarken "aaaa" diye bir çığlık attı. Gözlerimi devirip kapıyı iyice açarken "hoş geldin" dedim. Beni cevapsız bırakıp içeriye geçmeye yeltenirken "oğlun da burada" dedim gülerek. "Ben gönderdim tanık konuşmasını kaçırırsam bana özet geçsin diye" dediğinde gözlerim şok içinde açıldı. Nasıl bir teşkilattı bunlar?

İşlerine Kağan'ı da alet etmelerine gülerken kapıyı kapatıp içeriye geçtim. Tabağın üstündeki peçeteyi kaldırıp patatesli böreği de orta sehpaya koyduğunda Kağan ayısı hızla bir böreği ağzına atıp izlemeye devam etti. Zehra teyze kaşlarıyla beni gösterirken "Sinem şu çocuk iyice edepsiz bir şey oldu" derken artık üşümeye başlamış olmamla beraber derin bir nefes daha aldım.

Annem başını onaylarcasına sallayınca gözlerim şokla açıldı. Siz misiniz benim edebime laf atan dercesine merakla izledikleri programa dönüp "adam karşı komşusuyla kaçmış" dediğimde hepsinin bakışları bana döndü. "Birbirlerini seviyorlarmış" dedim gülerek Kağan "nasıl anladın lan?" dediğinde Zehra teyze kaşlarını çatmıştı. "Gitti işte tüm heyecanı meymenetsiz" dediğinde omuz silktim.

"Tanık konuşmasından anlaşılıyordu" dediğimde hepsi tekrar televizyona bakıp bana baktılar. "Biz anlamamıştık" dedi Kağan ciddi ciddi. "O da sizin körlüğünüz" deyip gülümseyerek merdivenlere adımladım. Ardından bakışlarım tekrar Zehra teyzeye dönerken "hayırlı olsun Zehra teyze anneanne oldun" dediğimde ikinci bir şok dalgası yaratıp merdivenleri keyifle adımladım.

Odama girip üstümü giyinirken bu da beni uyandırmanın cezası olaraktı Kağan uğraşıp dursundu şimdi annesiyle. Ofise gitmek için hazırlanmaya başlayınca Bahadır'a 'ofise gel' yazıp atmıştım. Gömleğimin düğmesini iliklerken telefonuma gelen mesaja döndü bakışlarım. 'Ahu' yazısını görünce kaşlarım çatıldı. Ekranı açıp mesajın üzerinde gözlerimi gezdirdim. 'Babamı idare edemiyorum İstanbul'a gelir misin bu akşam?' mesajına cevap vermeden telefonu cebime atıp odamdan çıktım.

Merdivenleri inerken hala aşağıda kaosun hakim olduğunu fark ettiğimde Kağan annesine bilmem kaçıncı kez yeminler ediyordu. "Valla az önce Meriç mesaj attı da öğrendim ben de yoksa senden saklamazdım" dediğinde gülümsedim. Uğraşıp dursundu it. "Oğlum gülme lan öldüreceğim seni" dediğinde sırıtışım daha da büyüdü. "Bekliyorum o günü" dediğimde annemin çatık kaşlarıyla onaylamaz bir şekilde bana baktığını görünce Zehra teyzeye dönüp "eh be teyze sizin de sınavınız çocuklarınız" deyip evden çıktım.

Keyifle bahçede ilerlerken battığım çamurla yüzümü buruşturdum. Ayakkabımın kirli kısmına dönen bakışlarımla neden çamur olduğunu anlamadığım bahçedeki küçük kısma bakıyordum. Ayakkabımdaki çamuru kenardaki çimlere sinirle sürterken daha da çamura bulandım. Çatık kaşlarımla çamura bakarken sanki o an hayatın bana 'bak düzeltmeye çalışırken aslında elindeki çamurla tüm hayatını aynı böyle kirletiyorsun' dediğini düşünmüş düşüncem de kendimi daha da huzursuz etmişti. Arabaya ilerlerken başımı iki yana sallayıp kendime gelmeye çalıştım.

❄️

Ayy, merhaba bölüm bir gün geçiktiği için üzgünüm Pusat ağzından yazmak bir tık oluyor sanırım. Çünkü derin bir karakter ve sırlarla dolu. Bunları tam anlamıyla yansıtmaya çalışırken bazen tıkanıyorum galiba. Ona çok sövmeyin yorumlarda üzülüyorum, çok çaresiz bir karakter aslında...

Keyifli okumalar oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.

 

Bölüm : 30.01.2025 18:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...