30. Bölüm

Ev Nedir?

Tuğba e
tuaekn

Aylardır buradaki evimizi yuva bilmiştim.

Her odasına yüzlerce anı sığdırmış, burada büyümüş, yeni adımlar atıp iyileşmiştim. Benim için ev tanımı uzun zamandır burasıydı. Ailem Asya abla ve Güneş olmuştu. Şimdi Asya ablanın apar topar hazırladığı çantalardan birini sımsıkı tutarken derin bir nefes alıp kilitlediğim kapı ile tuttuğum nefesimi geri verdim.

Bir iki adım gerileyip evin kapısına bakarken beni bekleyen Deniz ve Asya ablaya döndüm. Gözlerindeki telaşın bir kısmı da benim içindi, benim aksime. Ben annemi tek düşünürken onlar benim için de endişeleniyordu. Deniz elimdeki çantaya da uzanınca ona doğru bir adım attım. "Gerçekten de gelmene gerek yok" dediğimde gözlerini kısıp başını yavaşça sol omzuna doğru eğdi.

"Seni, sizi tek bırakmam" dediğinde minnetle başımı salladım. Bizi bir an bile yalnız bırakmamıştı. Ona olan teşekkürlerim çok fazlaydı. "Yorgundun" dedim merdivenlerden inerken. Şu an Deniz'in gelip gelmemesini konuşmak diğer konulardan kaçmamı sağladığı için oldukça cazipti. Zaten iyice alışmıştım kaçmaya.

"Artık değilim. Hem bizimkiler de gelmiyorsun deyip duruyorlardı onları da görmüş olurum" dediğinde ne desem de vazgeçmeyeceğini anlayıp başımı salladım. Açıkcası yanımda olmasını da tercih ediyordum.

Arabaya hızla yerleşirken bu sefer oldukça sessiz kalan Asya ablayla bakışlarımız değdi birbirine. Sırf benim yüzümden ailesiyle karşılaşmak zorunda kalsın istemiyordum. Onu zor duruma sokacak, hazır olmadığını hissettirecek bir şey olmasını istemezdim. "İstersen" demiştim ki kahverengi gözlerini kocaman açıp "devamını getirme bile. Tabii ki de geleceğim hem senin için." dedikten sonra cümlesine devam etmekten vazgeçip arabaya bindi. Ben de ön koltuğa geçerken kucağındaki Güneş ile arkada oturan Asya ablaya döndü bakışlarım.

"Hem?" dedim cümlesini havada bıraktığı için. Şoför koltuğuna yerleşen Deniz soruma şaşırmışcasına yüzümü süzdükten sonra bakışlarını tereddütle kaçırıp arabayı çalıştırdı."Hem de daha ne kadar böyle küs kalacağız. Eninde sonunda yüzyüze gelecektik. Böylesi nasipmiş" dedi sona doğru sesi kısılırken. Başımı usul usul sallayıp önüme dönerken tanıdık sokaklardan geçişimizi izledim.

Televizyonda duyduklarım, aldığım telefon beni öyle bir şoka sokmuştu ki ilk geçirdiğim adeta kriz anından sonra üzerime müthiş bir dinginlik çökmüştü. Sanki kendimi yerden yere vursam beni kaldıracak kimsem olmadığını anlamıştım. Düşme lüksüm yoktu. Dimdik kalmaya çalışıyor bunu da saçma sapan konuşarak yapabildiğimi sanıyordum.

Önce önüme uzatılan su şişesine bakıp sonra da bana uzatan kişiye baktım. Deniz gözlerindeki korkuyla bakıyordu bana. Daha fazla dikkatini dağıtmamak için hızla suyu aldım elinde. "İyi misin diye sormuyorum Leyla ama hislerini saklamaya, duygularını bastırmaya çalışma artık. Sonra çok daha acı bir şekilde sonuçlanıyor." Ben su şişesini açıp yudumlarken kurduğu cümlelerle suyu adeta yutamamıştım. Deniz'in pat pat kurduğu cümleler adeta aylarımın özetiydi.

Hep iyi rolleri kesip aniden çöküşler yaşıyordum. Sanki güçsüz görünmek korkunç bir şeydi. Bir kere düşsem bir daha kalkamayacaktım da ayakta durmak için direniyor her esen rüzgarda oradan oraya savruluyordum.

O kadar çıkmazda hissediyordum ki kendimi. Bir yanda annem bir yandan da annemin beni soktuğu durum vardı. Onun yüzünden aylardır evimden, ailemden uzaktaydım. Köklerinden koparılmış bir çiçek gibi yitip gidiyordum. Her akşam başımı yastığa koyduğumda gözlerim hüzünle ıslanıyor, içimdeki özlem büyüyordu. İçimde yanan yangın tam sönüyordu rüyalarıma giren o an ile yeniden tutuşuyordum. Bu bir yılda bir sürü kez aramış, ulaşmaya çalışmıştı. En azından kendi içimde bir şeyleri halledemeyene kadar karşılaşmak istememiştim. Ama hayat bizim isteklerimize göre şekillenmiyordu.

Ben düşündükçe gözlerim doluyor gözlerim doldukça yanaklarım ıslanıyordu. Öyle bir dalmıştım ki Deniz koluma dokunmasa fark etmeyecektim bile. Hızla göz yaşlarımı silerken yüzüne yerleştirdiği buruk gülümseme ile gözlerini bir anlık yoldan çekip bana baktı. "İyi olacak" dedi ardından derin bir iç çekti. Göğsü kalkıp inerken "her şey" diye ekledi. Ben de bakışlarımı tamamen ona çevirip zoraki bir şekilde gülümsemeye çalıştım. Her şeyin iyi olmasına aylardır muhtaç kalmıştım.

Başımı tekrar yola çevirirken kalbimin derinliklerinden bir sızı yükseldi. Bir ismi zikretti tüm bedenim.

'Pusat?'

İçimde binbir duygu aktı. O geceden sonra her ne kadar unutmak istesem de kendimden habersiz düşledim ona kavuşacağım anı. Her seferinde yolu yarılayamasam bile bir gün karşısında duracaktım. Bir gün gözlerimin içine bakacaktı. O günün bugün olması beni hem geriyor hem heyecanlanıyordu. Daha düne kadar onu özleyen her zerremden nefret edip unutmaya çalışırken bugün öğrendiklerim ile altüst olmuştum. O kadar şey üst üste yaşanmıştı ki kimseye Ahu'yu gördüğüm İstanbul gecesinden bile bahsedememiştim.

Bakışlarımı arka koltukta kucağındaki Güneş'i uyutmuş ağzının minik minik oynatan Asya ablaya çevirdim. Sorgular bir biçimde kaşlarım havalanınca fısıldayarak "dua ediyorum" demesiyle başımı usul usul salladım. Elimizden gelen buydu sadece. İyi olması için dua etmek. Yola çıktığımızdan beri abimi aramaya cesaret dahi edemiyordum. Telefonumu çıkarıp aramak için ekranı açsam da korkuyla kapattım geri. Ne diyeceğimi bile bilmiyordum. Ne duyacağımı bile kestiremiyordum.

Elimi saçlarıma daldırıp başımı arkaya doğru yasladım. Kafam kazan gibiydi ne yapmam ne hissetmem ne düşünmem gerektiğini bile kestiremiyordum. Araba adeta dar geliyor kendimi yollara atmak istiyordum. Gözlerimi sımsıkı yumup uyumayı denedim. Normalde bir saat süren yol sanki asırlar gibiydi. Uyursam her şey bitecek sandım. Olmadı.

"Leyla, geldik" duyduğum cümle ile sımsıkı kapattığım için sızlayan gözlerimi açıp etrafıma bakındım. Hastanenin otoparkında olduğumuzu fark etmemle hızla oturduğum koltuktan kalkıp kendimi dışarıya attım. Ellerimle alelacele gözlerimi yeniden silerken derin bir nefes aldım. Babamın karşısına perişan çıkıp onu daha da üzmek istemiyordum. Her ne kadar dağılmış halde de olsam bunu belli etmek istemedim.

Asya abla kucağındaki Güneş ile birlikte bana hızla sarılırken aramızda kalan minik Güneş'im ile yarım yamalak bir gülümseme canlanmıştı yüzümde. Asya ablanın destek olmak için sarılışına karşılık vermiştim. Yol boyu hastaneye varmak için küt küt atan kalbim şimdi adeta tekliyordu. Ne ile karşılaşacağımı bilmemek beni ürkütüyor adımlarımı yavaşlatıyordu.

Sonunda kendimi az da olsa hazır hissettiğimde yanımda Deniz ve Asya ablayla otoparktan çıkmıştık. "Ay Güneş'in çantasını arabada unuttum" dedi Asya abla telaşla. Bakışlarım ona dönerken koluna dokundum "bir şey olmaz ben alır gelirim şimdi" dediğimde kaşları çatıldı. Gayet tabii bunu neden dediğimi biliyordu. Hala kaçmak için bir bahane arıyordum.

"Ben gideyim eşyaları dağınıktı yol boyu lazım oldu" dediğinde başımı usulca salladım. O an aklıma gelenle ellerimi ona doğru uzattım. "Bari Güneş'i bize ver de eşyalarını rahat rahat topla" dediğimde mantıklı gelmişti ki yeğenimi kollarımın arasına bırakıp geri döndü.

Kucağımda Güneş yanımda Deniz hastane bahçesine girdik. Adımlarımı öyle hızlı atıyordum ki sanki yavaşladığım ilk anda arkama bakmadan kaçacak, vazgeçecektim. Tam hastane kapısına gelmiştik ki adımlarım durdu. Kalbimin atışlarının hızlandığını hissediyordum. Hazır değildim. Ne annemi görmeye ne de annemin durumundan haberdar olmaya hazır değildim. İyi miydi? Bilmiyordum. Her şeye hazırlıklı olmam lazımdı ve ben bir gram bile hazır hissetmiyordum. Güç almak ister gibi kucağımdaki Güneş'i daha sıkı sardım.

Kararsızlıkla bir adım gerilediğimde şimdiye kadar sessiz kalan Deniz kolumdan tuttu."İyi misin?" dediğinde o da biliyordu iyi olmadığımı. Gözlerime dolan yaşları umursamadan başımı kaldırdım. Başımı iki yana usul usul sallarken ağlamaya başlamıştım.

"Korkuyorum" dedim çaresizlik dolu titreyen bir sesle. Bunu söylemeyi ben bile beklemezken durumumu da en iyi anlatan kelimeydi. "Korkuyorum Deniz" dedim yeniden. Kahverengi gözlerindeki acı dolu bakışı silmeye çalıştı. "Giremem, çok korkuyorum."

Göz yaşlarımın ıslattığı yanaklarımı ellerinin arasına alıp usulca sildi yaşlarımı. "Ağlama, buradayım birlikte gireceğiz içeriye" dediğinde sesindeki yumuşaklığa rağmen ikna olmamıştım. Başımı iki yana sallarken hala yüzüm avuçlarının içindeydi. Anlayış dolu bakışlarını yüzümde gezdirdikten sonra kucağımda sımsıkı sardığım Güneş'e döndü. "Değil mi Güneş iyi olacağız dayıcığım" dediğinde sürekli Güneş bana asla abi diyemez Deniz diyecek diyen adamın şimdi sırf biraz neşeleneyim diye kendine dayı dedirtmesini izledim.

Bir eli cesaret vermek istercesine sırtımdayken eğilip Güneş'in sarı sarı minik saçlarını öptü. Kendimi onları böyle izlerken biraz da olsa iyi hissetmiştim. Derin bir nefes alıp kucağımdaki Güneş'ten ve onu öpen Deniz'den bakışlarımı kaldırdım.

Kafamı kaldırdığım an gördüğüm kahverengi gözlerle Güneş'i düşüreceğim sanmıştım. Elim, ayağım boşalmış dizlerim adeta titremeye başlamıştı. O ise gözünü dahi kırpmadan olduğu yerde şahit olduğu anları izliyordu. Elinde yanan sigarayı dahi unutmuş bakışlarını çekmiyordu. O an belki de ilk defa bakışlarını çözebilmiştim.

Pusat özlem ve hayal kırıklığı karışık bir bakışla izliyordu bizi. Gözlerindeki acı dolu bakışı aramızdaki mesafelere rağmen tekte seçmiştim. Sertçe yutkunduğunu hareket eden adem elmasıyla görerken zor da olsa başımı çevirdim. Deniz nereye baktığımı anlamamış olacak ki gözlerini benden ayırmamıştı.

Daha fazla burada dikilmenin bir işe yaramadığını biliyorken bir adım attım. Deniz ile beraber hastanenin girişine doğru yürürken kapıda duran Pusat bir adım yana kayıp tam karşımda durdu. Başımı kaldırmadım. Mavi gözlerimi kahvelerine değdirmedim. Çekilmesi için herhangi bir harekette bulunmadım. Ağzımı dahi açmadım. Pusat konuşmam için en azından bir "çekil" dememi duymak için geçmiş olsa da karşıma unuttuğu bir şey vardı. Hem onu sevemeyecek hem onunla savaşamayacak kadar yorgun düşmüştüm.

Deniz "kardeşim çekilir misin?" dediğinde Pusat'ın bakışlarını hala üstümde hissediyordum. Kenara çekilirken Deniz geçmem için elini uzatınca hızlı adımlarla içeriye girdim. Karşıda duran danışmaya giderken hızla annemin adını sormuştum. Ameliyathanede olduğunu öğrendiğimde oraya doğru adımlamıştık ki Asya abla bize yetişmişti.

Elindeki çantaya sonra da ona bakarken "nerede kaldın?" diye kendimden beklemediğim bir çıkış sergiledim. Artık tepkilerimi kestiremiyordum. Anında pişman olurken "bez bitmişti çantada bavuldan çıkardım uzun sürdü" diye yaptığı açıklamayı dinledim. Başımı omzuma doğru eğip "özür dilerim" demişken 'sorun yok' dercesine başını salladı.

Karşımda gördüğüm insanlarla yutkunmaya çalıştım. Benim için ev bu insanlardı. Bir koltukta çökmüş ağlayan teyzemin başında duran Sare beni görünce hızla yanıma doğru adımlamış bir duvarın dibine sinen abim de ayaklanmıştı. Sare sırtımı sessizce sıvazlarken yanıma gelen abim de kollarını açmıştı. Benim için açtığını düşündüğüm kollara tam girecektim ki kucağımdaki Güneş'i kollarının arasına aldı. Sanki ondan destek almak istercesine derin bir nefes içine çektikten sonra bir koluyla da beni kendine çekti. Hızla abime sarılırken ağlamamak için kendime binlerce yemin veriyordum adeta.

"İyi olacak" dedi abim bunu biraz da kendine söylemek istiyormuş gibi. Ondan uzaklaşırken başımı onaylarcasına salladım. "Olacak" dedim ben de kendime söylemek istiyormuş gibi.

"Ah kuzum seninle kavuşmak böyle bir güne mi kısmetti" adeta ağıt yakarcasına yanıma gelen teyzem güçlü duruşumu yıkıp geçmek istiyor gibiydi. O da kendini kollarıma atınca hızla sarıldım. Bir yıl sonra benimle hastane koridorunda kardeşi için endişelenirken görmek zordu onun için de.

Teyzemle olan sarılmamızı da keserken gözlerim asıl görmek istediğim kişiyi arıyordu. Deniz, Yusuf abinin yanına adımlayıp durumu hakkında bilgi alırken anlamadığım tıbbı terimlerle yüzüm buruşmuştu. Bakışlarım en köşedeki koltuklarda başını iki elinin arasına almış fayansları izleyen kişiye değdiğinde görmek istediğim kişiyi bulmuştum.

Hızlı adımlarla oraya giderken herkesin bakışları bize dönmüştü adeta. "Baba" dediğimde seslenmek için açtığım ağzımın nasıl böyle titrediğini anlayamamıştım. Bakışları yavaşça eğdiği yerden kalkarken beni görmesiyle şok içinde kalmıştı. Sanki burada olduğuma inanmıyor gibiydi.

"Geldim baba" dediğimde hızla kollarının arasına girdim. Beni sımsıkı sararken başımı omzuna yaslamıştım. Şimdiye kadar güçlü durmaya çalışmam buraya kadardı. Dimdik durmak kavak ağaçlarının işiydi.

Babamı böyle hüzünlü görmek içimdeki her acıyı katladı. Kollarından ayrılamadım. O da benden ayrılmak istermiş gibi bir harekette bulunmadı. Ne kadar sarıldım öylece ona bilmiyorum. Tek bildiğim ağladığımdı. İçimde tuttuğum her yaşı şimdi akıtıyordum.

"Kızım benim sakın, sakın kendini suçlama" dedi babam sessizce. Saçlarımda dolanan kocaman eli usul usul okşuyordu aylardır hasret kaldığımı biliyormuşcasına. Başımı belli belirsiz sallarken önüme uzatılan su ile bakışlarım şimdiye kadar görmediğim diğer tanıdık yüze kaydı. Sudan çok ona ihtiyacım vardı.

Herkese tek tek dağıtmak için getirdiği bir poşet suyu alıp yanımdaki sandalyeye koyarken hızla kalkıp kollarımı Oğuz'a sardım. O da sanki bunu bekliyormuş gibi sardı beni. Belki aramızda en ciddiyetsizi o gibi görünürdü ama böyle durumlarda en sakinimiz olurdu. Hep bizi düşünürdü.

Biraz da sanki Oğuz'un kollarında ağlamak istiyordum. Omzumu ıslatan göz yaşları ile sadece bunu isteyenin ben olmadığımı fark etmiştik. İki kardeş birbirine sımsıkı sarılmış ağlıyorduk. Deniz ile konuşmasını bitirmiş Yusuf abi yanımıza adımladı. Başımı Oğuz'un omzuna yaslarken konuşmaya hazırlandığını fark ettiğim Yusuf abi ile hızla olduğum yerden fırlayıp ona doğru adımladım. O esnada ameliyathaneden çıkan doktor ile Yusuf abi doktorun yanına adımladı.

Hepimizin bakışları doktordayken "ameliyat başarılı geçti yoğun bakıma alacağız hastayı" demesi ile derin bir nefes aldım. Saatlerdir aldığım her nefes beni zehirlerken bir tek bu kendime getirmişti adeta.

Doktor yanımızdan ayrılınca Yusuf abi geldi yanıma. "Duydun bak başarılı dedi ağlama artık" dedi iki eliyle omuzlarımı sıkarken. Ardından sanki biraz da o yükümü hafifletmek istermişcesine kendine çekip sarıldığında biraz da onun omzunda ağladım. "Ağla" dedi fısıltıyı andıran bir sesle. Az önce kurduğu cümleye karşı şimdi kurduğı cümlenin tezatlığı daha da ağlatmıştı beni. "Rahatla Leyla" dediğinde ağlamalarım artık iç çekmelere dönmüştü. Yanımıza gelen Kağan abi de bana sarıldığında gözlerim sadece bana sarılanları görüyor koridordaki diğer kalabalığı görmüyordum.

Yusuf abi söylemek isteyeceği şey için Meriç abime çevirdi bakışlarını. Sanki ne dediğini tek bakışıyla anlayan abim hızla bize doğru adımlarken gözlerindeki yorgunluğu gördüm an ve an. Yanındaki Asya abla da peşinden yanımıza gelmişti. "Doktordan izin aldım biri yoğun bakımda görebilir" dediğinde gözlerim sandalyede sessizce oturan babama döndü. Sanki ona baktığımı anlayan babam bakışlarını kaldırıp bana baktığında bizi duyduğunu biliyordum.

Ben babama bakarken tüm bakışların bana dönmesini beklemiyordum. Kendimi oraya girecek kadar hazır hissetmiyordum. "Baba sen gir" dedim tüm bakışları yok sayarak. Babam gözlerini yavaşca kapatıp açtığında "seni isterdi" dedi sadece.

Meriç abim bir elini omzuma koyarken "amacım seni suçlamak falan değil sakın yanlış anlama" diyerek konuşmaya girdi. Beni çok iyi tanıdığı için ilk başta geçtiği dipnot ile bakışlarım ona döndü. "Senin röportajını izlemek için eve gelmiştim. Tam sen çıkacakken heyecanlandı ona su getirmek için mutfağa gittim bi geldim sen ekrana çıktığın an fenalaşmış" dediğinde tereddütle kurduğu cümleler adeta savurmuştu beni. Burada kendimi suçlayacağım bir şey olmasa bile çektiği pişmanlık ve acıyı böylesine görmek içimi burkmuştu.

O an en son yapacağımı düşündüğüm şeyi yapıp koridordaki diğer yüzlerden bir tanesine döndü bakışlarım. Ne zamandır Sinem teyzenin yanında oturup bizi izlediğini bilmediğim Pusat'a değince gözlerim anında oturduğu yerde doğruldu. Ona bakmamı beklemiyor olacaktı ki gözleri şok içinde açılmıştı. Bakışlarımı çekmezken yüzündeki ifade ile ne için baktığımı anladığını fark ettim. Bazen sözcüklere gerek yoktu. Gözlerini yavaşça kapatıp açtı. Bu "gir" demekti, biliyordum. Ama neden ondan onay beklemiştim, bilmiyordum.

Başımı tekrar abime çevirirken "gireceğim" dedim.

Hemşirenin beni hazırlamasını beklerken kalbim küt küt atıyordu. Kafamda milyonlarca kez annemle barıştığım anın hayalini kurmuştum. Hiçbiri böyle değildi.

İçeri girip yatağın başındaki sandalyeye oturduğumda gözlerim görmeyeli daha da çok beyazlaşmış saçlarında dolandı. Genetikti, saçları erken beyazlamıştı. İki ayda bir önüme oturtur saçlarını boyardım. Benden sonra boyayacak kimsesi olmadığı içindi sanırım bu kadar beyazı.

Ardından gözlerim kapalı gözlerine indi. En son o gözlerin bana nefretle baktığını anımsayıp hızla eğdim başımı. Konuşmak istemiyordum, söyleyecek de bir şeyim yoktu. Gözlerimi kucağımda birleştirdiğim ellerime dikerken dudaklarımı araladım.

"Aslına bakarsan içeri gelmek istemedim." dedim ilk cümlemin bu olmasının çokta doğru olmadığını bilerek. Dizilerde izlediğim yoğun bakımı sahneleri geldi aklıma. Hastanın elini tutup ağlayan insanlar bir bir geçti önümden. Hastanın o an uyanması klişesini hatırladım. Biz bunların hiçbirini yaşamayacaktık. Aksine değil hastanın elini tutmak kendi elimi tutmayı tercih ediyor gibi duruyordum.

Tekrar konuşmaya devam ettim. Sonuçta vereceği bir cevap yoktu. Belki de ilk defa bu kadar rahat konuşacaktım.

"Babam girsin istedim. Onlar da benim girmemi istedi. Gerçek şu ki Pusat istemese girmezdim. Tek bir bakışıyla beni geri döndürebilirdi. O istedi diye buradayım." sanki içten içe annemin Pusat'ın çok iyi biri olduğuna ikna etmek ister gibi sanki annemin elinde büyümemiş gibi bahsediyordum ondan. Neden onu savunma gereksinimi duymuştum anlamıyordum. Artık yaşadıklarımı ben bile çözemiyordum.

"Burada oturuyor olmam seni affettiğim anlamına da gelmiyor. İstersen kindar de istersen gaddar. Söyleyeceğin her şey de özgürsün tıpkı bundan öncekinde de olduğu gibi." Aklıma bir bir dolan anlarla gözlerim dolmuştu. Ona değil kendime ağlıyordum sanki. Halbuki anne acısı içimi kor bir ateş gibi yakıyordu.

"Şu an burada 'anne' diye ağlamaya başlasam 'seni affettim' diye haykırsam kendime yapacağım en büyük ihaneti yaparım. Bir yıldır oradan oraya sürüklenen yaşamadığı acı kalmayan her gece yastığa başını kırık bir kalple koyan o kızın sırtına bir bıçak da ben sokacağım." dedim kendimden emin çıkan bir sesle.

Burada, bu dört duvar arasında süslü yalanlar yerine sade gerçekleri tercih etmiştim. Belki de yaptığım çok büyük bir hataydı ama ilk defa bir hatamdan pişmanlık duymayacaktım. Ben içimi tamamen dökecektim o ise bu anları hatırlamayacaktı bile. En azından sırtımı kambur eden yüklerimden kurtulacaktım.

"Ben çektiğim onlarca acıyı silip atamam. Eğer varsa bir hakkım üstünde helal olsun. Gözünü açtığın andan sonra da başımın üstünde yerin var annemsin sonuçta iyileşene kadar bakmakla yükümlüyüm sana. Ama bunu sana olan sevgimden ya da özlemimden değil kendime olan saygımdan yapıyor olacağım bunu da aklından çıkarma." Dediğimde ayaklandım. Bu cümlelerle adeta kendimi kandırıyordum. Ona olan sevgim ve özlemim için de kalacaktım, her ne kadar inkar etsem de.

Annemin cümleleri aklıma doldu tekrar. Zaten hiç çıkmıyordu da aklımdan.

"He utandığın kızının sana bakmasını kabul eder misin orası senin bileceğin iş" dedim solmuş yüzüne değdirirken bakışlarımı. Aklıma küçükken izlediğim bir dizide kötü adamın yaşadıklarına üzüldüğüm ve annemin "üzülme her günahın bir bedeli vardır o da kendi bedelini ödüyor" dediği geldi. Küçük bir kıza bu durumu böyle bir cümleyle açıklamak akıl karı mıydı bilmiyordum. Yoğun bakımdan çıkmak için kapıya doğru yürürken arkamı döndüm.

Son kez anneme bakarken "her günahın bir bedeli vardır" deyip çıktım.

Bu cümleyi onun için söylememiştim. Sanki kendime hatırlatmak istercesine kurmuştum. Her günahın bir bedeli vardı. Gerek ağır gerek hafif her şeyi öderdin.

Kapıdan çıktığımda bana dönen bakışlarla hızla üstümdekileri çıkarıp gösterilen çöpe fırlatmıştım. İçeride kestiğim rollerin sahteliği yüzümü ekşitti. Kendimi her ne kadar affetmeyeceğim diye kandırsam da annemi gördüğüm ilk an affetmiştim onu.

Bir iki adım atmıştım ki başımın dönmesiyle tutunacak bir yer aradım. Koridorda onca insan varken kolumu tutmaya çalışan kişi az önce bakışlarımı değdirdiğim için miydi bilmiyorum ama Pusat olmuştu. Tutmaya çalıştığı kolumu hızla kendime çektim. Bugün bir yüzleşme yetmişti bana. Bakışları hızla çektiğim koluma ardından bana değdiğinde ona bakmak dahi istemedim. Ben onca acıyı çekerken o bana bakmış mıydı ki?

"Deniz" dediğimde abimle konuşan Deniz'in bakışları hızla bana döndü. "Buyur" deyip yanıma doğru adımladığında bakışlarıyla hızla yüzümü süzmüş gördüğü görüntüyü beğenmemiş olacak ki kaşları telaşla havalanmıştı. "Leyla" deyip yanıma geldiğinde sesi resmen uğultu gibi dalgalanmıştı kulağımda. Zor bela cevap vermeye çalışıyordum ama dönen başım ve bulanan midem buna engel oluyordu.

Kolumu tutan Deniz'in göğsüne başımı yasladığımda "gidelim" dedim zor da olsa. Gitmek istiyordum. Beni bu kadar acıtan insanları ev diye bağrıma bastığım her an daha da kanıyordum. "Tamam gidelim" bir adım atmam için yürüyen Deniz ile güç almak istercesine sarıldım ona. Meriç abim yanımıza adımladığında Deniz ona dönüp "Leyla benimle bir serum taktırırız şimdi sen burada kal" demişti. Meriç abimin her konuda Deniz'e büyük bir güven duyduğu için başıyla onu onaylamakla yetindi.

Bir sedyeye uzanırken Deniz yanındaki doktor ile konuşuyordu. Takılan seruma bakarken yüzümü buruşturdum. Kelebeğin iğnesini kolumda hissetmek her zaman içimi bir kötü ediyordu. "Yorgunluk, açlık, tansiyonun düşmüş..." Deniz'in sıraladığı şeyler bir kulağımdan girip diğerinden çıkmak bir yana dursun kulağıma girmiyordu bile. O da bunu fark etmiş olacak ki susup sedyenin yanındaki sandalyeye oturdu.

"Bu yanındaki adam" Pusat'tan bahsettiğini anlayınca gözlerimi kaçırdım. "Televizyondaki adamdı. Kim bu?" sorusuna ne cevap verecektim bilmiyordum. Onu unutmaya çalıştığım zamanda hayatıma giren insanlara ondan bahsetmemiştim haliyle. Bu yüzden Deniz Pusat'tan bi haberdi.

Ne diyeceğimi bilemezken açılan perde ile kurtarıcım olan kişiye baktım. Kağan abiyi görmeyi beklemezken "Meriç durmadı merak ediyor seni ben dedim gider bakarım diye" dedi açıklama yapma ihtiyacı duyarak. "Ben bi Meriç'in yanına gideyim" diyen Deniz ile Kağan başını usul usul sallamış onun geçmesi için kenara çekilmişti.

Az önce Deniz'in oturduğu sandalyeye Kağan abi kurulurken "ne iş?" diye sordu kaşı gözüyle Deniz'i gösterirken. Gözlerimi devirmeye bile takatim yokken "cidden sordun mu bunu?" diyebildim sadece. Ayrıca Meriç abim bahanesiydi gayette Asya abladan kaçıyordu. "Asya abladan daha ne kadar kaçacaksın?" diye sordum bu sefer ben de. Zihniminde başka bir şeyler dolaşmalıydı aksi takdirde bir yoğun bakımı da bana şart olacaktı.

Sedyede biraz Kağan abiye taraf dönerken yerinde huzursuzca kıpırdandı. "Ablan seni bir adam için" ardından kendi cümlesini kendi kesip "adam dedik yanlışıkla bir it için seni ve aileni karşına alınca affetmek çok da kolay olmuyor" dedi. Başımı iki yana salladım. Evet, Asya abla da bu durumda Kağan'a hak veriyordu çoğu zaman ama affetmek çok da kolaydı. Bunu saatler önce anlamıştım.

"Affetmek içinde kin büyütmekten daha kolaydır" dedim bakışlarımı Kağan abiden çekmezken. "O zaman Pusat'ı da affedersin" demesini beklemiyordum ki gözlerim kocaman kocaman olmuştu. "Onu affetmemi gerektirecek bir durum yok " dedim salağa yatmanın en iyisi olacağını düşünürken. Kağan abi omuzlarını silkerken seruma baktı. "Ne zaman bitecek bu?" dediğinde dudaklarımı büzmüştüm. Bilmiyordum, Deniz'e de sormayı unutmuştum.

"Affet Asya ablayı" dedim yeniden inadımı sürdürürken. Kağan abi de inadından bir gıdım kaybetmiyormuş gibi "o senin kadar dert etmiyor affetmemi" dedi. "Asya ablayı tanımıyorsun sanki kan kusar kızılcık şerbetini fazla kaçırmışım ya der" dediğimde yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu ama hemen silip kendini silkeledi Kağan abi. Bu ailenin inatçılık genleri oldukça yoruyordu beni. "Sen önce kendin toparlan sonra düşersin bizim derdimize" deyip konuyu değiştiren Kağan abi ile 'of' çekmekle yetinmiştim.

"Yusuf abiyi arasana gitmek istiyorum" dedim başımı yastıktan çekip kaldırırken. Deniz'in beni dinlemeyeceğini bildiğim içindi Yusuf abi isteğim o kıyamazdı bana, biliyordum. Kağan abi tereddütle bana baktığında kolumu kaldırıp serumu gösterdim. "En azından askıya taksınlar öyle gideyim."

Son söylediğim aklına yatmıştı ki telefonunu çıkardı cebinden bakışları bende gezinirken Kağan abiyi ne kadar özlediğimi fark ediyordum. Bu bir yıl da görmediğim insanlar arasındaydı. Yusuf abi ile konuşmaya başladığında kısa kesilen konuşma ile izin çıktığını düşündüm.

"Gidiyor muyuz?" dedim doğrulurken. Herkes yoğun bakım kapısında beklerken burada böyle yatmak içime sinmiyordu. "Kesin emir verdi valla hayır dedi" Kağan abi net bir dille konuştuğunda beklediğim cevap bu olmadığı için affalamıştım.

"Ama burada böyle uzanmak istemiyorum" dediğimde iki elini havaya kaldırıp omuz silkti. "Yusuf'un lafının üstüne laf söyleyemem. Aramızı mı bozmak istiyorsun sen bizim?" dediğinde burun direğimi sıkıp sakinleşmeye çalıştım. Resmen beni alt etmek için uğraşıyorlardı.

Ne desem de Kağan abiyi ikna edemeyeceğimi bildiğim için başımı yastığa yerleştirip tavana bakmaya başladım. Serum baya az kalmıştı tek tesellim buydu şu an. Neden serum yemiştim onu da anlayamıyordum ama burada olduğum süre boyunca daha da bir sakindim.

"Ahu" dedim Kağan abiye bakmazken. Bir kaç hışırtı sesi duyunca bakışlarım sandalyede huzursuzca kıpırdanan Kağan abiye döndü. "Ne olmuş ona?" diye sordu kurduğum kelimenin devamını getirmediğim için.

"İlk zamanlar hepiniz tanıyordunuz benim dışımda nereden tanıyordunuz?" dedim şimdi neden bu düşmüştü aklıma anlamazken. O zamanlar herkesten çekinir soru soramazdım. Bir şeyleri anlayacaklar korkusundan kıpırdayamıyordum bile. Şimdi anlayacak bir şey kalmadığı içindi rahatlığım.

"Pusat'ın İstanbul'da olduğu zamanlar gidip geliyorduk bizde. O zaman tanışmıştık, arkadaşlardı." Verdiği cevaptan sonra sessizce yerine çöktü. O da son olanları biliyor muydu acaba diye düşündüm. Haberleri görmüş müydü? Çünkü şimdi kimsenin son olanları konuşacak hali yoktu.

Belki de daha fazlasını biliyordu herkes. Herkesin zaten haberi vardı da ben bir haber kalmıştım olanlardan. Kafamdaki binbir soru beni daha da yorarken gözlerimi sımsıkı kapattım. Başka bir soru sormak istemiyordum. Çünkü öğrendiğim her şey beni daha başka bir soruya itiyor, işin içinden çıkamıyordum.

Perde tekrar açılınca Yusuf abi ve yanındaki kişiyi gördüm. Muhtemelen serumu çıkarmaya gelmişlerdi. Bunu fark edince yeniden doğruldum. "Daha iyi duruyorsun" dedi Yusuf abi beni baştan aşağıya kalite kontrol yapmak istercesine süzerken. Başımı hızla aşağı yukarıya sallayıp "gidebilir miyim artık?" dedim bezmiş bir sesle.

Serumum çıkarılmış hala biraz sersem hissettiğim için Yusuf abinin koluna girmiş bir şekilde geri gittim koridora. Herkes bir köşede sessizce dururken bakışlarımı Meriç abimin yanında duran Pusat'a değdirmeden diğerlerinin üzerinde gezdirdim. İlk noktam Asya ablanın yanında oturan Deniz olurken Yusuf abinin kolundan yavaşça çıktım.

Güneş ile ilgilenen Deniz'in bakışları bana çıkınca derin bir nefes verdim. Gözlerindeki yorgunluk vicdan azabımı öyle bir sızlatıyordu ki. "Deniz burada olman benim için çok kıymetli ama birazdan yorgunluktan bayılacaksın eve git artık" dediğimde bunu duymayı bekliyordu zaten. Bakışları yüzümde oyalanırken başımı hafifçe omzuma doğru eğdim. Bu biraz başımı döndürmüş gibi hissettirse de umursamadım. "İyiyim ben" dedim fısıltıyla. Aklının bende kalmasını istemiyordum. Ve yalan değildi garip bir şekilde yoğun bakımından çıktıktan sonra ki gibi kötü hissetmiyordum.

Deniz beni kendine çekip sarılırken "sakinleştirici işe yaramış" dedi kulağıma doğru. İçimdeki bu boşluk hissinin sebebini anlayınca kızmak istesem de ne yaparsa benim için yaptığını bildiğim için sesimi çıkaramadım. Kollarımı ondan ayırırken sormaya korktuğum soru döküldü dilimden. "Durumu nasıl peki?"

Burada doktor olmasa da sürekli herkesle irtibat halinde olduğunu görebiliyordum. Ve Deniz'in bana karşı buradaki en dobra kişi olduğunu da biliyordum. "İyiye gidiyor" dediğinde başımı usulca salladım. Daha fazla burada durmasına gönlüm razı gelmediği için "hadi git" dedim sessizce. Asya ablanın arabasıyla geldiğimiz için Yusuf abiden taksi çağırmasını isteyip ailesini evine geçerken koridordaki diğer insanlara döndü bakışlarım. Çoğu kişiyle daha bir kelime dahi etmemiştim. Herkesin üzerinde matem havasıyla iyi haberlerin devamını bekliyordu.

İlk bulduğum sandalyeye oturup hafiften adeta sallanan içimi görmezden gelip yoğun bakımının camına kitlemiştim bakışlarımı. Nasıl davranacağımı bile bilmiyordum. Sanki her hareketim, her düşüncem yanlıştı. Kendimi yerlere vurmak ağlayıp bağırmak istiyordum. Sakin kalmak şu an ceza gibiydi. Bir el daha omzuma dokunurken Sare'yi görmem ile bana sarılmasını bekledim. Başımı omzuna yaslarken "iyileşecek" dedi. Herkesin sabahtan beri kurduğu teselli cümlesini o buna hasretmiş gibi kurmuştu.

Başım hala Sare'nin omzunda ne zamandır burada oturup bir haber bekliyorduk bilmiyordum ama inatla bakışlarımı yoğun bakımının kapısından çekmiyordum. Sanki başka bir yere baksam birileri gelip annemi benden koparacaktı. Korkuyordum, annemi kaybetmekten ölesiye korkuyordum. Ölüm korkusu her küskünlüğü bir kenara bırakıyormuş, öğrenmiştim.

Bakışlarımı oradan çekemememin diğer bir sebebi de karşımdaki duvara yaslanmış Pusat'tı. Bakışlarını öyle bir hissediyordum ki yeniden göz göze gelmeye dahi cesaretim yoktu.

Meriç abim yine tüm suknetiyle teyzemin yanına doğru ilerledi. Geldiğinden beri ağlayan teyzemin yanına vardığında bize dönüp "hadi Sare hadi abicim teyzemi eve götür" dediğinde teyzem tam itiraz edecekti ki Meriç abimin gözlerindeki yorgunluğu görünce sesini çıkaramadı. Sare başıyla abimi onaylarken yanımdan kalkmıştı. Bakışları tekrar bana dönerken "annemi bırakıp geleceğim" demesine başımı iki yana sallayarak cevap verdim. "Çok geç oldu, dönme" dediğimde ikna olduğunu umdum.

Oğuz onları bırakmak için yanımıza gelince üçü de çıkışa doğru ilerledi. Bakışlarım Yusuf abiyi bulurken burada olduğuna emin olduğum Sinem teyzenin olmayışına şaşırmıştım. "Nerede Sinem teyze?" dediğimde bakışları koridorda gezinip geri bana döndü. "Sen aşağıdayken gönderdim onu da annemi de Zehra teyzeyi de" demesiyle Esma teyze ve Zehra teyzeyi fark etmemiş olmama şaşırmayı bir kenara bırakıp başımı usul usul salladım.

Meriç abim Asya ablanın yanına ilerdiğinde onu da göndermeye çalışacağını anlamıştım. Yine kendi acısı yerine başkalarını düşünüyordu. Asya abla'nın Zehra teyze giderken onunla gitmemesi içimi huzursuz ederken abimin cebinden çıkardığı anahtarla içim rahatladı. Onları izlemek kötü hissettirince yerimden kalkıp babamın yanına ilerledim. Buradaki herkes birbirine destek olmaya çalışıyordu.

Babam beni görür görmez yaşlarla dolu gözlerini kuruturken babamın ağlamış olması çok garip gelmişti. Yanına oturup sarılırken "anneni affettin mi?" diye sordu. İçini kurcalayan şüpheyi görmezden gelemiyordu. "O yeter ki uyansın" dediğimde bakışları yüzümde cevap arıyor gibi dolandı. "Geri dönecek misin?" dediğinde huzursuzca kıpırdandım. Bu sorunun cevabını ben bile bilmiyordum. Arkama yaslanıp babamı cevapsız bırakarak gözlerimi sımsıkı kapatmaya çalıştım. Kapanmadan önce hala duvara yaslı bir şekilde beni izleyen Pusat'a kayan bakışlarım yüzünden sanki gözlerime ceza vermek istercesine sıkıyordum.

Gözlerimi yavaşça aralarken tüm bedenimin adeta tutulduğunu hissedince ağzımdan bir sessiz inilti kaçmıştı. Sırtımdaki sızı kendime gelemememden önce ortaya çıkınca önüme düşen saçlarımı elimle geriye atıp ayılmaya çalıştım. Sandalyede uyuyakalmıştım herhalde ama koridorda tanıdık kimseyi görmemek gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırmama sebep oldu. En son pantolonumun arka cebine sıkıştırdığım telefonumu hatırlayınca bakışlarım üzerime döndü. O an üzerimde fark ettiğim ceket ile yüzüm buruştu. Abimlerden birinindi herhalde diye düşünüp düşmesin diye bir elimle tuttum. Ardından neredeyse düşmekte olan telefonumu alıp ekranı açtım.

Sabah olduğunu fark edince kaşlarım daha da çatıldı. Sessizde olan telefonuma gelen bildirimler ve cevapsız çağrılara gözlerim şokla açılırken şarjımın bir olduğunu görmek dumura uğrattı. Hızla abimi aramaya çalışırken belki kapanmaz diye umut ediyordum. İlk çalıştan sonra kapanan telefonumla bu umudum da suya düşmüştü. Derin bir nefes alıp geri cebime koyarken üstümdeki ceketi de elime alıp ayaklandım.

Tanıdık bir yüz görme umuduyla etrafıma bakınırken koridordaki açık camlardan esen sabah esintisi çıplak kollarımı adeta buz etmişti. Üzerime elimdeki ceketi geçirince tanıdık olmayan koku ile yüzüm buruştu. Muhtelemen Kağan abinindi çünkü bir onun parfüm kokusunu anımsayamamıştım şu an.

Yanımdan geçen hemşire mi doktor mu ayırt edemediğim kişinin yanına hızla adımlayıp "kusura bakmayın ama intörn doktor Yusuf Uluöz'ü nerede bulabilirim?" sorabileceğim en mantıklı şekilde sorduğumu düşünürken kızın bakışları bana döndü. "Neden sordunuz?" dediğinde üzerimdeki cekete biraz daha sinmiştim. Sanırım sormak için yanlış birini seçmiştim. "Arkadaşıyım da" dediğimde bakışları üzerimde gezindi. Bir şey hatırlamaya çalışıyor gibiydi. "Beş dakika önce buradaydı ama" dediğinde onun da bilmediğini fark edince omuzlarım çöktü. Demek ki onlar gidince uyanmıştım.

"Leyla" Yusuf abinin seslenmesini duyduğumda hızla bakışlarım koridorun başında bize doğru gelen Yusuf abiye kaydı. Sanki pazarda annesini kaybeden çocuk korkusuyla Yusuf abinin yanına adımlayıp hızla sarıldım. "Neredesiniz siz?" dediğimde bakışları koridora kaydı. "Anneni normal odaya aldık da senin yanında" cümlesinin devamını dinlemeden heyecanla adımlamaya başladım. Annemi normal odaya almaları demek uyanmış olması demekti. Annem iyiydi.

"Nerede?" dedim arkamdan gelen Yusuf abiye bakmadan her önünden geçtiğim kapıya bakarken. "Sakin ol önce üst katta" dediğinde başımla onu onaylayıp hızla merdivenlere koştum. Annemin iyi olduğunu kendi gözlerimle görmeliydim. Üst korida girdiğimizde Yusuf abi kolumdan tutup deli danalar gibi etrafıma bakmamı keserken bir kapıyı açması ile nefesim kesilecek sanmıştım.

Anneme bu kadar yakın olmak adeta içimi karıncılaştırıyordu. Odaya girdiğimde yatakta uzanan annemin bakışları elini sımsıkı tutan babamdan bana kaydı. "Leyla'm" dedi zor bela çıkan sesiyle. Gözleri hızla ıslanırken adeta olduğum yere çakılıp kalmıştım. "Anne" dediğimde kendimde bulduğum güçle yatağa doğru adımladım. Annem doğrulmaya çalışırken başında duran abim engellemişti. "Dur anne" dediğimde sanki her anne dediğimde içi yanıyormuş gibi yüzü buruşuyordu. "Özür dilerim kızım özür dilerim..."

Annemden ardı ardına duyduğum özürleri durduramazken yatağın kenarına oturup babamın elinin içinden çekip elimin üstüne koyduğu elleri tuttum. Gözlerimden akan yaşlarla konuşmaya çalıştım. "Şimdi bunları düşünme iyileşmene bak" dediğimde başını eğdi hüzünle. "Affettim diyemiyorsun" dediğinde benim de fark ettiğim şey dilinden dökülmüştü. Dİyemiyordum, dünden beri herkese gayet rahat söylerken onun gözlerinin içine bakıp söylemek zor gelmişti.

Ben bakışlarımı odadaki abim ve babama kaçırırken "beklerim kızım" diyen annemle derin bir iç çektim. Tekrardan "düşünme" diyebilmiştim sadece. Kapının açılma sesini duyunca bakışlarım kapıya döndü. Beni odaya bırakıp giden Yusuf abi ya da göremediğim Kağan abi içeriye girecek sanarken gördüğüm beden ile karnıma yumruk yemiş gibi hissetmiştim. Sanırım verdikleri sakinleştiricinin etkisi tamamen geçiyordu.

Pusat bakışlarını benden çekmeyerek elindeki tepsi ile içeriye adımladı. Annemi uyanık görünce adımları durmuş çekingen bir bakışla odadaki diğer insanlara yani benim aileme bakmıştı. "Sıcak bir şeyler getirmiştim" deyip elindeki tepsiyi köşedeki masaya bırakırken annem gülümsedi. "Sağ olasın oğlum."

Bakışlarım anneme dönerken Pusat'a baktığını görünce sakin kalmaya çalıştım. Herkes hiçbir şey olmamış gibi çok güzel davranabiliyordu sanırım. Kızamazdım onlara, burada güçsüz olan tek kişi bendim. Pusat'ın şaşkınlıkla dolu sesini duyunca bakışlarımı ilk defa isteyerek ona çevirdim.

"Rica ederim" deyişi zihnimde dalgalanırken sadece üzerindeki beyaz gömlekle durduğunu görünce adeta başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Bir onun üzerindeki beyaz gömleğe bakıp bir de kendi üzerimde adeta yağmurda ıslanmış bir yavru kedi gibi sığıştığım cekete baktım. Ceketin sahibinin her şeyi gibi kokusunu da unuttuğum Pusat olduğunu fark etmek beni köşeye sıkıştırmıştı.

"Gel durma öyle kapıda" diyen abimin sesi de zihnimdeki bulanıklığa karışırken hızla oturduğum yerden kalktım. Oda adeta üzerime üzerime geliyor beni sıkıyordu. Annem aniden kalkışımdan dolayı telaşlanmış olacak ki "nereye?" diye sorduğunda aklıma gelen ilk bahaneyi sunmuştum. "Telefon konuşması yapmam gerek" deyip bakışlarımı odadaki kimseye değdirmeden kendimi hastane koridoruna attım. Oldum olası hastanelerden nefret ederken bu iki gün artık iyiden iyiye azap olmuştu bana.

Üstümdeki ceket sanki taş olmuş beni eziyordu. Sanki alev olmuş her yerimi yakıyordu. Üzerimden çıkarıp atmayı bile akıl edemezken hızla merdivenlerden inmeye başladım.

"Leyla" arkamdan duyduğum ses hızlı adımlarımı koşmaya evirdi. Düşmemek için merdiven korkuluğunu tutarken önümdeki insanlara çarpmamaya çalışarak koşarak iniyordum basamakları bir bir.

"Leyla nereye kaçıyorsun?" arkamdan adeta bağıran ses benim dışımda başka insanların dönüp bakmasına sebep olurken de durmadım. Artık hissettiklerimle baş edemiyordum. Herkesi affetmenin yükü altında eziliyor yaşadıklarımın getirdiği hoyratlıkla savruluyordum.

Kendimi hastane bahçesine atarken durup bir an elimi göğsüme koyup nefeslendim. Kalbim yerinden fırlamak istercesine atarken kolumu tutan kişiyle ateşe değmişcesine kendimi çektim. Arkamı döndüğümde Pusat'ın çektiğim koluma acı içinde bakması bile bir şey hissettirmemişti.

"Korkma, benim" dedi kolumdaki bakışları gözlerime doğru kaldırırken. Yüzüm istemsizce ekşirken başımı hafifçe kaldırıp "asıl korktuğum da sensin zaten" dedim. Ondan korkuyordum, onun bana yaşattıklarından, hissettiklerinden, beni dönüştürdüğü kişiden deli gibi korkuyordum.

Kaşları büzülürken "yapma" dedi sessizce adeta kıvranıyordu. Dinlemek dahi istemedim böylesine karşısında durmam bile hataydı. Ona olan sevgim, özlemim yaşadıklarımı hiç mi edecekti?

Hızla üzerimdeki ceketi çıkarırken "kalsın" demesi bile sinir dolu bir gülüşle "hıh" dememe sebep olmuştu. Ne sanıyordu? Kollarına atlamamı falan mı? İçimden bir ses "atlamayacak mısın?" diye yükselirken duymamazlıktan geldim.

"Dinle Leyla." dediğinde başımı hızla iki yana salladım. İstemiyordum dinlemek, yanında durmak bile istemiyordum. Üzerimden çıkardığım ceketi yüzüne fırlatırken ceketi yakalamak için herhangi bir hamle yapmadı. "Asla" dedim adeta kükrerken bir adım atmıştım ki iki kolumdan tutup karşısında sabitledi beni. Gözlerinde akan her duyguyu seçmek, bilmek istedim o an.

"Bilmiyordum, beni sevdiğine o geceye kadar ihtimal dahi veremedim. Sonra düştüm, düştüm çıkamadım bu bataklıktan. İntikam diye tutuştum. Yeri geldi vazgeçtim, senden uzak kalamadım. Geri döndüm İstanbul'dan. Bana sarhoşken kurduğun iki cümlenin hayali ile avuttum yıllarca kendimi. Yaktım bildiğim tüm doğruları geldim. Geldim gelmesine ama görmedin beni Leyla. Başkası vardı yanında, umudumu kaybettim. O gece öğrendim. Sen kollarımda ağlarken gerçeği gördüm. Çok geçti, her şey için. Ben dönemeyeceğim bir yola girdim. Dönmeyi düşündüğüm an tüm tehditlerin ucu sana döndü. Köklerini kazımadan varamazdım sana. Kazıdım Leyla."

Hızlı hızlı kurduğu cümleleri etrafımı sarıyordu. Sanki bir an dursa ben yeniden kaçıp gidecektim. Bir adım geriye attığımda kollarımı tutan elleri biraz bile gevşemedi. "Sen intikamın için benden vazgeçtin" dedim dümdüz bir sesle.

Ellerinden kurtulmaya çalışma çabalarımın sonucunu bu cümle getirmiş Pusat yaşadığı hayal kırıklığı ile adeta tüm gücü çekilmiş gibi kaldı karşımda. İki yanına düşen eli sayesinde kollarım serbest kalınca tekrardan adımladım. "Şimdiye kadar nasıl sustuysan şimdi de öyle sus." dedim tam karşısında dururken.

Milyonlarca iğne vücuduna batırılıp çıkarılıyormuş gibi acı içinde bakıyordu bana. Seçmek istediğim o duygulardan en netiydi, acısı. "Sustum, sustum ki benden nefret et istedim. Nefret edersen üzülmezsin sanacak kadar aptaldım çünkü" dedi kendine küfür etmek istercesine. Sonlara doğru şiddetlenen sesinin üzerimde hiçbir tesiri yoktu.

Yanından geçip gidecekken gözümün ucuyla hala olduğu yerde kıpırdamayan Pusat'a baktım. Benden benim bile beklemeyeceğim kadar buz gibi bir sesle konuştum. "Ettim."

Tamamen arkamda bıraktığım Pusat herhangi bir harekette bulunmazken hızlı adımlarla geri hastaneye doğru yürüdüm. Adımlarım adeta altımdaki zemini titretecek kadar sertti. Yaşadıklarımın hıncını ezdiğim topraktan çıkarıyordum.

"Ağlama" diye fısıldadım kendi kendime.

"Güçlüsün, böyle kal. Yalvarırım..."

❄️

Merhabaa, çok özledim sizi de onları da. Bu bölüm geçiktiği için üzgünüm dönem bitişine denk geldi finaller bütler derken anca düzlüğe çıkabildim.

 

Keyifli okumalar diliyor bol bol yorumlarınızı bekliyorum. 'Yeni bölüm ne zaman?' dışında bir yorum da görmek istiyorum artık...🥲

 

Kendinize güzel bakın diğer bölümde görüşürüzzz.

 

Bölüm : 11.02.2025 01:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...