19. Bölüm

Felaketler Silsilesi

Tuğba e
tuaekn

 

 

 

İnsanı en çok yıpratanın içindeki acı değil de acısından kimsenin haberi olmayışıymış. Sürekli yüreğimin bir kenarı cayır cayır yanarken benim tek derdim dumanları gizleyebilmekti. Aklım gidiyordu biri kör gibi yanan kalbimden çıkan dumanların sebebini anlar diye. Çıkıp bağırıp çağırmak derdimi anlatmak biri içime su döksün istemek bile çoktu benim için.

 

 

 

İnsanlar sadece fiziki acımı umursuyordu her önüne gelen ayağımı soruyordu. Kimse bilmiyordu ki günlerdir ruhumdaki ağrımın ayağımın önüne geçtiğini. Elimi yavaşça kalbime götürüp başımı havaya kaldırdım. O an elimde olsaydı göğüs kafesimin içinde beni zehirleyen bu kalbi söküp alabilirdim. Gözyaşlarım çeneme akarken kafamı indirmemek için direniyordum.

 

 

 

Karşımdaki sandalyenin üstünde annemin binbir ısrarla seçtiği siyah elbiseyi giymeme saatler kalmıştı. Rengi manidardı sevdiğim adamın nişanına katılıyordum sonuçta. Bir nevi benim de cenazem sayılabilirdi.

 

 

 

İçerideki gürültüyle gözyaşlarımı hızla kazağımın koluyla kuruttum. İki elimle saçımı düzeltirken birine yakalanmaktan son anda kurtulmuştum. Annem odama girerken hala yatağımın üstünde pijamalarımla oturan beni görünce sinirle kaşlarını çatmıştı. "Leyla daha hazırlanmadın mı? Bak kızım bu nişan bizim nişanımız erken gitmemiz gerekirken geç kalacağız hadi hadi" deyip telaşla odamdan çıktı.

 

 

 

Her daim Pusat'ı Meriç abim gibi gördüğünü kendi oğlundan ayırmadığını biliyordum. Ailemdeki herkes nişanı sanki Meriç abimin nişanıymış gibi önemsiyordu. Benden de bunu bekliyordular küçük kardeş rolünü oynamamı. Yapamıyordum değil rolü oynamak ayağa bile kalkamıyordum.

 

 

 

Beni bu melankolik düşüncelerden sıyıran telefon sesine kafamı çevirdim. Gördüğüm numarayla hızla odamın kapısını kilitlemiş sesim gitmesin diye de balkona geçmiştim. Günlerdir böyle kaçak göçek konuşmak canımı sıksa da mecburdum. Kağan abi Asya ablanın evlendiğini duymuş onunla konuşanı silerim demişti çok net bir dille. Tabii ki de konuşmaya devam ediyordum zaten tüm ailesinin sırt çevirdiği Asya ablayaya bir de ben sırt çevirmezdim. "Alo" dedim rüzgar saçlarıma karışırken.

 

 

 

"Alo, Leyla" dediğinde kaşlarım çatıldı. Sesi çok kötü geliyordu. Korkmuş, ağlamış gibi titreyen sesiyle olduğum yerde dikleştim. "Abla iyi misin?" dediğimde iyi olmadığını belli eden bir hıçkırık sesi duydum. "Değilim Leyla yapamıyorum keşke burda olsaydın her şey çok zor" her daim neşeli mutlu en güçlümüz olan Asya ablanın sesini böyle duymak dumura uğratmıştı.

 

 

 

"Ne oldu abla?" dedim o an kurabileceğim tek cümleyken. Sesini düzeltmek için nefeslenmiş buna rağmen zor bela çıkan sesiyle "sonra anlatırım kapatayım mı? Sesini duymak bile iyi geldi bana" diyebilmişti. Anlık hüzünle aradığını o an fark etmiştim. İçimdeki kara bulutlar artarken bugün ilk fırsatta onu tekrar arayacağımı şimdi biraz sakinleşmesi gerektiğini tembihlemiş ve telefonu kapatıp birine yakalanmadan odama geçmiştim.

 

 

 

Beynimin bir tarafında Asya abla dönüp dururken bir tarafında da akşamki nişan dönüyordu. Çaresizce omuzlarımı yere çöküp mecbur kaldığım rolü oynamak için banyoya adımladım. Duş almak biraz rahatlatır diye ummuş ama suyun altında nefesim kesilene kadar ağlamıştım. Bugün kendime verdiğim tek ağlama şansıydı bu. Güçlü olmalıydım kimse bir şey anlamamalıydı ve bu nişanı atlattığım gibi en kısa sürede Asya ablanın yanına gidip canlı kanlı görmeliydim onu. İçim anca öyle rahat edecekti.

 

 

 

Annemler çoktan Sinem teyzelere geçmişken evde tek olmanın rahatlığıyla bir kahve de yapmış öyle hazırlanırım demiştim. İçten içe gitmemek için ürettiğim bahanelerdi biliyordum. Kahvemi de alıp odama giderken artık kaçacak bir şey bulamadım.

 

 

 

Aynadan kendime baktığımda iyi olduğumu düşünmek istemiştim. Ama gerçekci olmakta fayda vardı. Berbat görünüyordum ağlamaktan ve uykusuzluktan şişmiş gözaltlarım kanamış dudaklarım derken korku filmi başrollüğünü kapabilirirdim.

 

 

 

Kusur saydığım her şeyi kapatabilmek için yaptığım makyaj da bitince saçlarımı kurutup açık bıraktım. Başım felaket ağrıyordu, toplayamazdım. Bir de ağrı kesici ağzıma atıp sonunda evden çıktım. Biraz daha çıkmasaydım muhtemelen annem topla tüfekle evi basardı.

 

 

 

Adımlarım yavaş yavaş karşı eve giderken terleyen ellerimi siyah düz kısa elbisemin eteklerine sildim. Nefesim her attığım adımda daha da kesiliyor ayaklarım sanki gitmemek için direniyordu.

 

 

 

Kapıyı çaldığımda açan Oğuz olmuştu. Hepsi çoktan gelmiş içerideki işlere yardım ediyorlardı anlaşılan. Büyük bir nişan değildi aksine sanki kimse duymasın diye uğraşılmıştı. Sadece Pusat'ın arkadaşları kontenjanından biz vardık ve bizim ailelerimiz.

 

 

 

İçeri girdiğimde gelin ve damat harici çoğu kişinin geldiğini görmüştüm. Annem beni görür görmez kolumdan tutup Pusat abinin odasına çekiştirdi. "Noluyor" dememe kalmadan içeri girdiğimde yatağın üstünde oturan Ahu'yu gördüm.

 

 

 

Başımı hızla anneme çevirmiştim niye getirmişti beni buraya? Dibime girip "sözde sana dedim erken gel kıza yardım et hazırlanmasına" dedi oldukça sessiz ama sinirli çıkan bir sesle. Artık sabrımın tükendiğini hissediyordum. Bu kızın hiç mi eşi dostu akrabası yoktu hadi her şeyi geçtim bir tane bile arkadaşı yok muydu da her şeyine ben gidiyordum? "Niye ben kuaför müyüm?" dedim anneme ama sesimin Ahu'ya gitmesini de dert etmeden. Annem kolumu sertçe cimcikleyip evde konuşacağız bakışını atıp sinirle çıktı odadan.

 

 

 

Onun gözünde muhtemelen görümce falandım ama benim derdim çok başkaydı ve artık dolmak üzereydim. Ahu ile başbaşa kaldığımızda hiçbir şey demeden beni izliyordu. Rahatsız hissetmiş ve onu arkamda bırakarak odadan çıkmıştım.

 

 

 

Tam kapıyı kapatacaktım ki mutfaktan çıkıp yanıma koşar adımlarla gelen Sinem teyzeyi gördüm. Saçını elinin tersiyle itip bana doğru eğildi "kızım Ahu içeride tek oturuyor hazırlanmasına yardım etsen" dediğinde sabır dilercesine gözlerimi kapattım.

 

 

 

İstemiyordum kardeşim sevdiğim adamın nişanlanacağı kıza yardım etmek istemiyordum. Zorla mıydı yahu? "Başka birisi yok mu Sinem teyze ayağım hala ağrıyor" dedim bulabilecek en makul bahanem ile.

 

 

 

Şöyle bir salona göz gezdirip bana döndü "Oğuz var" demesini beklemediğim için anın getirdiği sinir ve saçmalıkla güldüm. "Kızım üzme beni ayağınla yapmayacaksın elinle iki üç bir şey sür kızın yanağına hadi" dediğinde artık kaderime teslim oldum. Asya abla da gittikten sonra iyice dört ailenin de kızı bellenmiştim resmen.

 

 

 

Az önce çıktığım odaya tekrar girdiğimde hala aynı yerinde oturan Ahu'ya baktım. Bir gelin için fazla heyecansızdı. Yanına doğru adımlarken içimden ona karşı beslediğim kötü hislerin ne kadar manasız olduğunu düşünüyordum. Sırf aynı kişiyi seviyoruz diye ona düşman kesilemezdim. Beni değil de onu tercih etti diye onu suçlayamazdım. Aksine buradaki tek haksız, tek suçlanması gereken ve tek nefret edilesi kadın bendim. Onun nişanlanacağı adama bir şeyler hissediyor olmak zaten yüzümü kızartıyordu. Bir de suçsuz günahsız bir kıza yüklenip kendi kaderimin fişini ona kesemezdim.

 

 

 

Yanına oturduğumda karşısındaki manzaraya baktım. Krem rengi nişan elbisesi tüm ihtişamıyla dolaba asılı bir şekilde duruyordu. Güzel bir elbiseydi Ahu gibi bir kıza yakışırdı.

 

 

 

O an belki başka zaman bu anı düşündüğümde şok olacağım bir şey yapıyordum. Belki ileride kendime enayi diyeceğim belki de en azından kendinden ve karakterinden ödün vermedin diyebileceğim bir şey yapıyordum. Robot gibi bir sakinlikle Ahu'yu hazırlıyordum.

 

 

 

Saçları zaten yapılı olan Ahu'nun getirdiği malzemelerle makyajını yapmasına ardından da elbisesini giymesine yardımcı olmuştum. Çok tatlı ve samimi bir kızdı. Daha çok o konuşurken ben bana emredilen işi yere yığılmadan yapmaya çalışıyor bir yandan da başımı sallayarak onu dinliyordum.

 

 

 

Sanırım beni sevmişti çünkü kurduğu beş cümleden üçünde bunu belirtiyordu. En son aramızda biraz sessizlik oluşunca şükrettim. Ona karşı iyi ya da kötü bir his beslemek istemiyordum. Aramızda süren sessizliği bozan taraf o olmuştu.

 

 

 

Sabahtan beri içinde tuttuğu cümle sonunda dökülmüştü dudaklarından. "Şey aslında bir arkadaşım yanımda olacaktı ama İstanbul'da acil işi çıkmış gelemedi" kendini garip bir şekilde savunmaya geçtiğinde anlayışla başımı salladım. Böyle bir günde tek başına görünmek hoşuna gitmemişti sanırsam.

 

 

 

"Ve az çok bu işleri araştırdığımda tepsiyi gelinin kız kardeşi tutuyormuş" sesi sonlara doğru rica etme tonuna evrilirken gelecek şeyi tahmin etmiştim. İçimden nolur onu demesin diye geçiriyordum ki tüm umutlarımı devam ettiği cümleyle yıktı. "Bizimkini de sen tutar mısın?"

 

 

 

O an böyle sanki biri karnıma yumruk atmış gibi hissettim. Midem allak bullak oldu, başım döndü. Elimi gerçekliğimi bir an şaşırıp gerçekten de karnıma yumruk atılmış gibi karnıma götürürken derin bir nefes aldım. Dışarıya belli etme diye bir siren çalıyordu sanki tüm vücudumda. Dışarıya belli etme kimse Pusat'ı sevdiğini anlamasın diye bağırıyordu beynimin içinde koşuşturan küçük küçük insanlar.

 

 

 

Kafamı yavaşça eğip sonunda bulduğum sesimle konuştum.

 

 

 

"Tamam."

 

 

 

Kendi dediğime ben de şaşırırken hayır demek için açtığım ağzım nasıl tamam diyerek kapanmıştı bilmiyordum. O kadar çaresiz ve güçsüz hissediyordum ki. Sanki hayır desem tüm suratımda kocaman bir ben Pusat'a aşığım yazacaktı.

 

 

 

Sanırım küçük kardeş ve evin kızı rolünü fazlasıyla iyi oynuyordum. Tamamen hazır olduğu için Ahu daha fazla bu odada durmak istemedim. Kapıyı açıp hızla kendimi salona attığımda az öncekinden daha fazla insan görmeyi beklemiyordum. Önce gözlerim yaşlı bir adama kaydı. Oturduğu yerde bacak bacak üstüne atmış elinde saçma sapan bir süslü değnek tuttuğu için sanki bir filmden fırlamış gibi duruyordu.

 

 

 

Anlamsız bakışlarımı daha ilk misafirde takılı kalınca salonun köşesinde duran Oğuz benim yanıma geldi hızla. Durumu benim için çözüp "Ahu'nun babası Metin Kandemir" demişti. Kafamı usulca sallarken cümlesine devam etti "yanındaki çakma sarı da anasıymış yersen" dediğinde adamın yanına kurulmuş süslü bir biblo heykeli andıran kadına baktım. İkisinden de gram haz etmemiştim. Yüzüm istemsizce buruşmuş sonra saygısızlık etmek istemediğim için hemen yüz ifademi düzeltmiştim.

 

 

 

Diğer koltukta oturan tahminimce aileye gözüm kaydı. Kadını da erkeği de ilk defa görüyordum. "Bu adam da Bahadır Pusat abinin arkadaşı yanındaki de eşi oğlan da çocukları" dedi Oğuz bana alt yazı geçerken. Bahadır ismini biliyordum. Pusat ara sıra bahsediyordu. Daha fazla salonda durup insanlara garip garip bakmanın bir manası olmadığını düşündüğüm için mutfağa geçtim.

 

 

 

Annemler bir sürü ikramlık hazırlamışlardı. Onlara olan içten içe öfkem yüzünden eskisinden çok daha uzaktım herkese. Sanki onlar bizi bu duruma sokmuş gibi davranıyordum. Sanki böyle insanlara sinirlenince içimdeki acı biraz da olsa hafifleyecekti. Bir bardak soğuk su doldurup hızla içtiğimde arkamdan biri bacağıma dokundu. Şokla arkama döndüğümde az önce salonda gördüğüm küçük oğlanı görmeyi beklemiyordum.

 

 

 

Muhtemelen seslenmeye çekinmiş tek çaresi dürtükleyerek derdini anlatmaktı. "Bir bardak su alabilir miyim?" dediğinde sabahtan beri ilk defa yüzüme bir gülümseme konmuştu. Ses tonu ve bazı harfleri zor çıkarışı o kadar tatlıydı ki. Hemen bardağını doldurmuş ona uzatmıştım. Suyunu hızla içtiğinde şu an ondan başka kimseyle muhatap olmak istemediğimi fark ettim. En azından o bana saçma sapan görevler vermezdi.

 

 

 

Önünde eğilip elimi uzattım "tanışabilir miyiz? Ben Leyla" dediğimde yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuştu. Elimi küçük eliyle sıkıca kavrayıp "ben de Aras" demişti.

 

 

 

"Kaç yaşındasın bakalım Aras Bey" dedim içeri gitmemek için konuyu uzatırken. Bir elini gözüme sokarcasına havaya kaldırıp parmaklarını tek tek diğer eliyle açmıştı. Beş parmağı açıkken "beş mi?" diye sordum. Hevesle başını sallayıp soru sırası bende dercesine bu sefer o sordu "senin yaşın kaç?"

 

 

 

Ben de parmaklarımla göstermek isterdim ama vücudumdaki tüm parmaklar yetersiz kalıyordu. "Yirmi iki" dediğimde gözleri kocaman olmuştu. "Vay be" dediğinde saçlarını karıştırıp gülümsedim.

 

 

 

O sırada mutfağa gelen annesi olduğunu öğrendiğim kadın hızla geldi yanımıza. "Aras nerede kaldın oğlum?" dediğinde telaş sezdiğim sesi beni utandırmıştı. "Kusura bakmayın ben biraz lafa tuttum" dediğimde kadının yüzündeki telaşlı ifadenin yerini sıcacık bir gülümseme aldı. "Ne kusuru ben bir an göremeyince telaşlandım annelik işte" dediğinde kafamı sallayıp onayladım. Sanki anne olmayı biliyormuşum gibi. Bugün yaptığım aptalca hareketleri sorgulamayı bırakmıştım artık.

 

 

 

"Ben Ebrar Pusat'ın arkadaşı Bahadır'ın eşiyim" dediğinde kafamın doluluğu yüzünden tanışmak hiç aklıma gelmemişti. "Ben de Leyla Pusat abilerin karşı komşusuyum" dedim zoraki bir gülümsemeyle. Bu kadardım işte komşu kızı, küçük kardeş. Başka hiçbir sıfatım yoktu burada olmama dair.

 

 

 

Farkındalık başımı hüzünle eğerken isteme başlıyor seslenmelerinden dolayı Ebrar ve Aras ile birlikte salona geçmiştik. Sanki ben olmasam nişan kabul olmayacakmış gibi davranıyorlardı. Hala ortalıkta görünmeyen Pusat Metin Kandemir'i germişti ki "damat bey naz yapıyor herhalde" diye herkesi gerecek bir ses tonuyla konuştu. Abim ve Yusuf abi durumu izah ederken o esnada kapı açıldı.

 

 

 

Pusat ve Kağan abi sonunda teşrif etmişlerdi. Gözleri kalabalık salonda ilk benimkileri bulduğunda hızla kafamı çevirdim. Bir beş saniye baksam dizlerimin bağı çözülür olduğum yere yığılırdım. Bu riski alamazdım. Onun salondaki varlığı tüylerimi ürpertirirken annemin seslenmesi bugün ilk defa işime gelmişti.

 

 

 

Annemin yanına gidip eğildiğimde "kahveleri yapın Ahu'ya fincanların yerini göster" demişti. Kafamı usulca sallayıp Ahu'yu da peşime takarak mutfağa ilerledim. Artık kaderime boyun eğmiş yapmıcam etmicem de demiyordum. İçeride ne kadar az durursam benim için o kadar iyiydi.

 

 

 

Sinem teyzenin zaten hazır ettiği fincanları tepsiye yerleştirip Ahu'ya döndüm. "Evet kahve yapma faslına geldik" dedim artık sinirden gülerken. O ise beni heyecanlı ve neşeli sanıyordu muhtemelen. Ertafına bakındığında neyi aradığını sorguladım. Hiç kahve yapacakmış gibi durmuyordu "şey sipariş mi etsek?" diye bir cümleyi bir an kulaklarım işitti mi diye kendimi sorguladım. Sonra karşımdaki kişinin kim olduğunu hatırlamıştım. Koskoca Kandemirlerin prensesi kendi suyunu bile kendi doldurmuyordu muhtemelen bir de bunca insana kahve mi yapacaktı.

 

 

 

Artık bunu da ben yapsam muhtemelen kendimi evin çatısından aşağıya atardım. Gözlerime gariban gariban bakan Ahu ile kafamı çevirdim. Yapmayacaktım kardeşim bir şeye de hayır deme hakkım olsundu ya.

 

 

 

Mutfakta Ahu'yu tek başına bırakıp salona gittim. Oğuz'u tuttuğum gibi tekrar mutfağa geçmiştim. İçerideki kalabalık birbirinden farklı insanlardan oluştuğu için garip bir sessizlik hakimdi. Sadece Metin Kandemir'in tok sesi duyuluyordu.

 

 

 

Oğuz mutfağa girdiğinde "noluyor lan" demişti şaşkınlıkla. "Kahve yapacaksın gelin hanım bilmiyormuş" dedim bir an sesim iğneler gibi çıktı. Ahu'nun utandığını hissettiğimde kendime kızmıştım ama artık çok geçti.

 

 

 

Oğuz mırın kırın etmiş en sonunda razı olmuştu. Yemin ederim şu nişan sürecinde anamdan doğmuş doğmuş ölmüştüm.

 

 

 

Kahveleri hazırladığında damat kahvesi olan kahveye bakıp eline tuzluk aldı. Şimdiye kadar sessiz kalıp bizi izleyen Ahu'nun ağzı aniden açılmıştı. "Hayır hayır tuz olmaz" dediğinde Pusat'a kıyamıyor oluşu beynimde şimşekler çaktırmıştı.

 

 

 

İçimde sanki bir canavar uyuyormuş da ininden çıkıyormuş gibi hissettim "koy koy" dedim Oğuz'a. Oğuz bunu beklermişcesine kaşık kaşık koyduğunda ben hırsımı alamamış "daha" deyip duruyordum. Gebersindi Pusat Bey belki Ahu da telaş yapıp peşinden giderdi de toptan kurtulurdum.

 

 

 

İçimdeki canavarı susturmak ve nefes alabilmek için balkona çıkmak istedim. Oğuz ile Ahu ise kahve için kavga ediyordu. Karşısındaki Oğuz'du kazanma şansı sıfırdı.

 

 

 

Balkona çıkınca bahçede Bahadır abi ve Pusat'ı görmeyi beklemiyordum. Her fırsatta arkasına bile bakmadan kaçıyordu salondan.

 

 

 

Onların beni göremeyeceği bir açıda durarken belki yaptığım yanlıştı ama merakıma yenik düşüp dinlemeye başladım.

 

 

 

Pusat'ın çökmüş omuzlarını sıkan Bahadır abi "hakkını helal et be oğlum zor senin için biliyorum" demişti. Neydi zor olan? Kaşlarım daha da çatılırken Pusat'ın ilk defa bu kadar çaresiz duyduğum sesi ile daha da şok oldum. "Onu böyle kırgın görmek mahvediyor beni." Kimden bahsediyorlar diye düşünürken yanlarına gelen Kağan abi onları içeri çağırmış ve kısa konuşmaları bitmişti.

 

 

 

Ben de içeri geçtiğimde Ahu pes etmiş tuzlu kahveyi de tepsiye koymuştu. Günlerce acı çekip uykularımı kaçıracak manzarayı yakından görmeliydim bu yüzden onları mutfakta bırakıp içeri geçip oturdum.

 

 

 

Kahveler dağıtılırken Ahu Pusat'a verdiğinde kucağıma koyduğum ellerime diktim bakışı. İkisini yanyana görmek beni bir duvardan diğer duvara vuruluyormuşum gibi acıtıyordu. Az önce şahit olduğum konuşmayı içimde irdelerken babam iki üç öksürükle dikkati susmak bilmeyen Metin Kandemir'den çekmeye çalıştı.

 

 

 

Klasikleşmiş cümleye giriş yapıp "Sebebi ziya" devamını getiremeden istemenin damat evinde olması saçmalığı ile bu kısmı yutmuş hemen asıl fasla gelmişti. "Neyse oğlumuz Pusat'a kızımız Ahu'yu istiyoruz" dediğinde herkesin gözleri gelinin babasına kaydı. Ben ise oturduğum yere kendimi resmen civilemiştim ki bayılmayayım diye. Rol dedim rolünü bu gece de oyna, bitir ve kurtul.

 

 

 

Metin Kandemir ağzını açmıştı ki Kağan abinin ağzındaki tüm kahveyi püskürtmesi ile tüm odaklar ona dönmüştü. "Olum elinizin ayarını" dediğinde abim gelecek küfürü durdurmak için "hop hop" demiş tuzlu kahvenin denk geldiği Kağan abi ise resmen kıpkırmızı kesilmişti. O banyoya koşarken odak noktası olmadığından ötürü sinirlenen Metin Kandemir'in sesini tekrar işittik. "Verdim, gitti" dediğinde içimden bir yuh çektim. Ne meraklı bir kız babasıydı bu böyle.

 

 

 

El öpme kısmı başlarken ben bakışlarımı halının ezberlediğim deseninde kaldırmıyordum. Aras'ın sesini işittiğimde ise el mecbur kaldırmak zorunda kalmıştım. "Baba Leyla'yı da bana isteyelim" diyen küçük çocukla herkes şok içinde gülmüştü. Bahadır abi "oğlum o nasıl söz senin ablan o" demiş ama yüzündeki sırıtışla Pusat'a bakmıştı. Bakışlarım Bahadır abiden Pusat'a doğru kayarken Aras'a ters ters baktığını görmüş sabır diler gibi kafamı çevirmiştim. "Ablam olmasın banane" diye ısrar eden Aras'a herkes gülmüş küçük çocuk işte tarzı cümleler kurulmuştu, biri dışında.

 

 

 

Yüzük takma faslına geçilirken artık daha ne kadar katlanabileceğimi hesap ediyordum. Artık olduğum konumu umursamamış ölü gibi duruyor bana verilen komutları sorgusuz yapıyordum. Zaten bir şey desem bile kimse sesimi duymuyor, beni umursamıyordu. Ahu ve yanında duran Pusat'ın elimdeki nişan tepsisine baktım. Bu gece bilmem kaçıncı kez gelen ben ne yaşıyorum farkındalığı ile gözlerim istemsizce dolmuş kimseye fark ettirmemek için havaya kaldırmıştım bakışlarımı.

 

 

 

Metin Kandemir konuşmaya başladığında bu gece ilk defa bir şey bu kadar ilgimi çekmişti. "Pusat'ı ilk üniversite yıllarında gördüm gerek dürüstlüğü gerekse işine olan aşkı ile ilk anda ilgimi çekmeye ve gözüme girmeyi başardı. Tahmin edersiniz ki Metin Kandemir'in gözüne girebilmek çok zor iştir. İlk an anladım ileride bizim ailemize yakışabilecek bir damat olduğunu şimdi hepimiz buradayız ve Pusat'ın Kandemir ailesine girişine şahit oluyoruz" dediğinde kaşlarım çatıldı. Kurdeleyi kesmeden önce normalde çiftin aşkına ve sevgisine dair nasihatlar verilirdi ama adam sanki kendi nişanlanıyormuş gibi saçma sapan konuşmuştu. Babamın yüz ifadesinden artık bu durumdan sıkıldığı belli olurken "keselim artık kurdeleyi" diye sert bir çıkış yapmıştı.

 

 

 

Bir ucu Pusat'ın parmağındaki alyansa diğer ucu Ahu'nun parmağındaki alyansa bağlı olan kırmızı kurdele kesildi. Sanki o an benim de hayat sinemamın ortasında bir yönetmen kestik diye bağırmış her çalışan bir köşeye koşuşturuyordu. Elimden düşmesinden korktuğum nişan tepsisini hızla yanımdaki masaya bırakırken ben de oradan destek almak istercesine tutundum. Pusat'ın parmağına takılan alyans sanki benim boynuma girmiş gibi nefesim daralıyordu.

 

 

Herkes ayakta tebrikle meşgulken hızla kapıya doğru ilerledim. Nefes alamıyordum.

 

 

Bu ana kadar ilerlettirdiğim oyunum artık bitmişti. Gerçeklik yüzüme tokat gibi çarpmış saatlerdir arka plana attığım hislerim gün yüzüne çıkmıştı. Kendimi içimde oluşturduğum kuleye hapsetmişken duvarlar bir bir üstüme yıkılmıştı. Koşar adımlarla bahçeden çıkıp bizim evin bahçesine gitmeye çalıştım. Bacaklarım zangır zangır titriyor artık tutmuyordu. Bahçeye girdiğimde duvara elimi yaslayıp nefeslenmeye çalıştım. Arkamdan gelen birini hissettiğimde hızla arkama dönmüş gördüğüm kişi ile olduğum yerde çakılıp kalmıştım.

 

 

Peşimden gelmişti gözlerimin içine acı içinde bakıyordu. Gözlerimi gözlerine çıkardığımda artık daha fazla dayanma gücüm kalmamıştı. Sırtımı yasladığım duvara daha da sinerken "Leyla" demesiyle gözlerimde biriken her yaş özgürlüğünü ilan ederek yüzüme sızdı. Islanan yanaklarımı umursamadan sadece yüzüne bakıyor ve ağlıyordum. Beni böyle görmesi en son isteyeceğim şeydi ama artık kaçacak hiçbir yerim kalmamıştı.

 

 

 

Üstüme üstüme adımlarken duvarla onun arasında sıkışıp kalmıştım. "Ağlama" dediğinde ağzımdan bir hıçkırık koptu. Gözleri bir cevap arar gibi suratımda gezinirken "sen" demiş tahmin ettiği cümlenin devamını getirememişti. Sanırım bunu bana yakıştırmıyordu. Onu sevme ihtimalini bile yakıştırmamıştı bana.

 

 

O an kendimden en son bekleyeceğim şeyi yapıp çenemi dikleştirdim. "Evet ben Pusat?" dedim cümlesinin devamını getirmesini isteyerek. Yüzündeki sorgulayan çatık kaşlı ifadenin yerini hayret ve yarım yamalak bir gülümseme aldı. "Pusat?" dediğinde o an dediğim şeyin farkına vardım. İçimden abi dememeye o kadar alışmıştım ki normalim bu olmuştu artık. Bu konumdayken en son takılması gereken yere takılırken kafamı eğdim. Artık inkar da edemezdim kendi kendimin topuğuna sıkmıştım.

 

 

"Pusat abi demek isted-" cümlemin devamını getiremeden çenemden tutmuş başımı kaldırmıştı. Gözlerim tekrar gözleriyle buluştuğunda o an ne düşündüğünü anlayabilmek için ömrümden verebilirdim.

 

 

Ben hala ağlarken "sakın" dedi. "Sakın bana abi deme" dediğinde kafamda sıraladığım vereceği tepkiler arasında en sonda bile olmayacak olan o cümleyi kurunca ağlamam daha da şiddetlenmişti. Gözyaşlarım ağzıma girerken hiçbir şeyi umursamıyordum.

 

 

Pusat gözlerini havaya dikip çaresizce gökyüzüne baktı. Ben hala o ve duvar arasında sarsıla sarsıla ağlarken bir çıkış yolu arıyordu. "Leyla'm ağlama. Beni bi dinle sana her şeyi anlatacağım tamam mı? Her şeyi baştan sona ama önce bir ağlama" deyip yüzümdeki gözyaşlarımı silmiş. Her dokunduğunda alev alev olan yüzüme değen buz gibi parmaklarıyla irkilmiştim.

 

 

Nefesimi tutup gözlerindeki yoğunluk altında ezilirken bir elini önüme gelen saçlarımı da çekmek için alnıma götürdü. O an bizi bu dünyadan çıkaran, ikimizin olduğu baloncuğu patlatan parmağındaki yüzüğe takılı kırmızı kurdele değdi yüzüme. Nasıl bir adamla böyle yakın olduğumu fark ettiğimde kendimden utandım.

 

 

Her ne olmuşsa olmuştu. O yüzüğü takmıştı. Şu an kollarının arasında olduğum adam nişanlı bir adamdı. Ben bu karaktersizliği bir başka kıza yapamazdım. Şok içinde açılan gözlerime anlamsızca bakan Pusat ile kafamı iki yana salladım.

 

 

"Yok... yok.. hayır, olamaz... olmaz" kendi kendime hızlı bir şekilde konuşurken itikledim önümdeki varlığı bunu beklemediği için sendelenirken "olmaz... dinleyemem... hayır... hayır" demiştim. Kendimden geçmiş gibi hissediyordum. Artık daha fazla dayanamamış delirmiş gibi.

 

 

Beynim uğulduyor yüzüme değen kırmızı kurdele bıçakmışta yüzümü kesmiş gibi canım acıyordu. Arkama bile bakmadan hızla olduğum yeri terk etmek istedim. Bir adım atmıştım ki olduğum transtan beni çıkarmak isteyen Pusat iki omzumdan tutup beni sarsmıştı. Sadece ağlayıp başımı hayır anlamında salladığımın farkında bile değildim. Arkamızdan gelen hışırtı sesi ile dikkati dağılmış ben ise o anda eve doğru koşmuştum.

 

 

 

İçimde bir şeyler resmen fokur fokur kaynıyordu. Kollarıma değen elleri yüzünden kendimi kazımak istemiştim. Bana yapılsa kendime gelemeyeceğim bir şeyi az kalsın başka bir kadına yapıyordum. Ben her ne olursa olsun Ahu'nun kalp kırıklığına sebep olmayacaktım. Aldatılan bir kadın rolüne sokmayacaktım. Ne yaşanmışsa yaşanmıştı Pusat o yüzüğü takarak benden zaten çoktan vazgeçmişti. Şimdi nedenlerini dinleyip boş avuntulara kapılamazdım.

 

 

 

Odama girip kapıyı kapattığımda yatağıma kendimi atıp hıçkıra hıçkıra ağladım. Peşimden gelmemesi için dua ediyordum. Bu çıkmazdan o kadar çok yorulmuştum ki artık dayanayacak gücüm kalmamıştı. Hayat beni bu kadar sarsmamalıydı. Bir anda odamın kapısı şiddetle açılınca korkudan yatağımdan doğruldum. Annemin odaya sinirle girişine şok olmuşken hızla yanaklarımı silip "anne" demiştim.

 

 

 

Yirmi iki yıllık ömrümde annemi çok fazla duygu durumunda görmüştüm. Üzgünken, sinirliyken, mutluyken, korkmuşken ama bu gördüğüm hiçbiri değildi. Tarifi olmayan bir bakışla bakıyordu bana. Ayağa kalkıp ona bir adım attığımda en son bekleyeceğim şey geldi annemdem. Yanağıma alev gibi çarpan bir tokat.

 

 

 

O an dünyamın yıkıldığını hissettim. Şu ana kadar çektiğim hiçbir acı bu anla mukayese bile edilemezdi. Savrulduğum yataktan kendimi güçlükle doğrulturken elim sızlayan yanağıma gitti. Az önce çözemediğim bakışlar şu an gayet netti. Annem bana nefretle bakıyordu.

 

 

 

"Utanmadın mı hiç o kızın yanından ayrılıp gelip burada nişanlısıyla kırıtmaya?" duyduğum sesle olduğum yerde kaldım. Gözlerim şokla açılırken tekrar gözyaşları hücum etmişti. Kendimi savunmak işin aslını anlatmak için açmaya çalıştığım ağzım kendiliğinden kapandı. Annem böyle bir şeye nasıl ihtimal dahi verebilirdi? "Utanıyorum senden." dedi nefretle bakarken.

 

 

 

Gözyaşlarım sızlayan yanağıma akarken tüm vücudumum kanadığını hissettim. Sanki birisi tüm yaralarımın üstünde tuz gezdiriyor gibi sızlıyordu bedenim. "Ben de diyorum var bu kızda bir haller boynu bükük geziyor ama konduramadım. Nasıl yaptın he bunu?" diye tekrar bağırdı.

 

 

Artık sözleri bir uğultu gibi geliyordu kulağıma. Başımı eğmiş yere yığılmamak için kendimi zorluyordum. "Defol git evimden" diye tekrar bağırdı. Duyduklarım ile zaten zor ayakta duran bedenimi daha fazla taşıyamayıp olduğum yerde yığıldım. Yerde hıçkıra hıçkıra ağlarken gözlerimin kaydığını hissediyordum. Her şey çok ağır gelmişti ama bu, bu en ağırıydı.

 

 

 

Şu yaşıma kadar bir kere bile bana el kaldırmamış annem şimdi beni neyle itham edip vurmuştu. İçim acı acı kanarken bir elimle halıdan güç almaya çalıştım. Arkasında bir enkaz bıraktığını umursamadan çekip gitmişti annem. O an anne kelimesi bile eğreti durmuştu dilimde.

 

 

Ben bugün her şeyimi kaybetmiştim.

 

 

Sevdiğim adamı.

 

 

Ailemi.

 

 

Yuvamı.

 

 

Ve en acı şekilde de annemi.

 

 

Diğer yaralar annemin açtığı yaranın yanında bir hiçken kendime gelmeye çalıştım. Burada bayılıp kalsam bile kimse kurtaramazdı beni. Benim benden başka kimsem yoktu. Ne başkasıyla nişanlanan Pusat ne kendi öz kızına öteki kadın muamelesi çeken annem. Kimsem yoktu benim.

 

 

 

Bir gecede kimsesiz kalmıştım.

 

***

 

 

 

Leyla'yı böyle görmek beni çok üzüyor o kadar alışmıştım ki neşeli hallerine...

 

 

 

Yorumlarınızı bekliyorum, keyifli okumalar.💖🌺

 

Bölüm : 02.01.2025 13:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...