
Sare Aksoy'un Ağzından,
Hayatta hep en önemli hedefin başarı olduğuna inandırılmıştım. Bir adım gerisi ya da ilerisi yoktu. İnsan, başarısı kadar saygı görürdü. Her şey benim için planlı ve projeli olmalıydı. Kendi çizgimden taşan her şeye düşmandım.
Projenin son taslağına bakarken elimi koyu kahverengi saçlarıma daldırıp stresimi çıkarmak istercesine çekiştirdim. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım asla o mükemmeliyete ulaşamıyordum. Masanın üzerindeki kalemler ve kağıt yığınlarına bakarken derin bir nefes alıp kafamı masaya sertçe vurdum. "İmdat" diye bağırdım avazım çıktığı kadar. Kafayı sıyıracaktım artık.
Sesimi duymuş olan annem ise her seferindeki gibi telaşla odama koştu. Açılan kapıdan bana bakan annem kalite kontrol yapar gibi hızla gözlerini üzerimde gezdirdi. "Ne oldu kız yine niye bağırıyorsun?" dediğinde kafamı masadan usul usul çektim. "Olmuyor" dedim kaşlarımla artık bilgisayara geçirmeye başladığım taslağı gösterirken. Annem bir iki adım yaklaşıp ekrana bakarken gözlerini kısıp inceliyormuş gibi yaptı. Bu rollenmesi gülme isteğimi tetiklemiş ağzımdan minik bir kıkırtı kaçmıştı. "Olmuş işte memnuniyetsiz seni" dediğinde en uç noktadan laf yemiş olmakla gülüşüm yarıda kesilmişti.
"İnanamıyorum sana ben mi memnuniyetsizim?" dedim kirpiklerimi hızlı hızlı çırparken. Annem ise benimle uğraşmaktan keyif alıyorcasına gülümseyip "nasıl bu memnuniyetsizlikle koca beğeneceksin bilmiyorum artık" deyip gelecek cümlelerimi bildiği için hızla odamdan kaçmıştı. Ben ise arkasından saydırmaya başladım artık marşım olmuş olan o cümleleri.
"Evlenmeyeceğim ben."
"Başınıza kalacağım."
"Turşumu da kurarsınız."
"Hem ben işimle evliyim."
Annemin beni umursamadığını fark edince saatte baktım. Öğlen daha yeni olmuştu kahvaltıdan beri oturduğum masadan kalkıp esnedim. Üstüme hızla bir beyaz tişört ve altına kot pantolon geçirip aynadan saçlarımı düzeltip telefonumu da aldıktan sonra kapıya doğru ilerledim. "Anne ben teyzemlere gidiyorum" dediğimde annem koşa koşa mutfaktan çıktı. "Ay ne oldu Leyla döndü mü?" dediğinde bu hevesli halini kırmak her ne kadar üzse de başımı iki yana salladım.
"Teyzemi göreceğim, bir de Meriç abilerle oturacağız" dediğimde başını sallayıp tekrar mutfağa girdi. Leyla'nın dönmediğini duymak yeniden bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Gittiğinden beri bir gözü kapıdaydı, sanki her an çıkıp gelecekmiş gibiydi. Kardeşi yüzünden gittiğini bilse belki de ilk önce o tavır alırdı.
Derin bir nefes alıp evden dışarıya adımladım. Havanın güzelliği içimi mest etmişti. Yavaş adımlarla iki sokak ötede oturan teyzemlere doğru yürümeye başladım. Kollarımı göğsümde birleştirmiş yolu izleye izleye yürüyordum. Arkamdan duyduğum "Sare" sesi kaşlarımın çatılmasına sebep oldu.
Yavaşça arkamı dönüp gördüğüm kişiyle hafiften kaşlarım çatılmış neden seslendiğini anlamaya çalışıyordum. "Fatih abi?" dedim sorgulayan bir sesle. Kocaman adımlarla bana doğru ilerleyen Fatih abi yanımda durdu. Meriç abi, Yusuf, Kağan ve Pusat ile aynı sınıftaydı Fatih abi de. Onlar kadar samimi olmasa da ara sıra eşlik eder, selamlaşırlardı.
"Nasılsın görüşmeyeli?" deyip gülümsediğinde bir elimi arka cebime koyup tekrardan baktım içten içe 'ciddi misin?' derken. Sanki görüşüyormuşuz gibi kurduğu cümleye gülmek istemiştim. "İyiyim, sağ ol" dediğimde yoluma gitmek için bir adım attım. "Ben de iyiyim sağ ol sorduğun için" dediğinde yaptığım ufak ayıp ile başımı eğdim hafifçe. "Kusura bakma acelem vardı da biraz" dedim elimle sokağı gösterirken.
Fatih abi ise bir adım atmış "eh, o zaman yürürken eşlik ederim" dediğinde anlamsız ısrarı şaşırtmıştı ama sorgulama gereksimi duymadım. Yürüsündü, aynı mahalledeydik sonuçta. "Peki Fatih abi" dedim muhabbetin saçmalığını belirtmek istercesine.
"Abi demene gerek yok aramızda üç yaş var şunun şurasında" dediğinde bakışlarım tekrar Fatih abiyi bulmuştu. Küçüklüğümden beri Meriç abimlere bir gün abi der diğer gün isimleriyle seslenirdim. Asla ne abi demeye ne de abi dememeye alışmıştım. O yüzden şimdi Fatih'e abi demem bana da garip geldi. "Peki Fatih" dedim oldukça verimli sohbetimizi kesmek için.
Önüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken yürümeye devam ediyorduk. "Ben aslında senden bir şey isteyecektim" dediğinde sohbetimizin asıl sebebine gelmiş olmak şükür çektirmişti. Biraz daha saçma sapan muhabbete tahammül edemeyecektim. Başımı sallayıp "yardım edebileceğim bir şeyse tabii" deyip anlatmasını bekledim.
Gözlerini yüzümde gezdirirken önüne dönüp konuşmaya başladı. "Bir kafe açmak istiyorum mahallede. Biliyorsun hepimiz burada doğduk, büyüdük. İstiyorum ki her akşam da toplanabileceğimiz hem gençlere uygun hem bizim mahallenin havasını verecek bir kafe olsun." cümlelerinin sonunda bizim için orası Leyla'nın binbir emeğiyle düzenlediği bahçe demek istemiştim ama devam etmesini bekledim.
"Bizim dükkan var onun kiracısı çıkıyor şimdi. Ama perişan halde dükkan adam etmek uzun sürecek. Benim de işin ehli bir iç mimara ihtiyacım vardı" deyip gözleriyle yandan yandan bana bakınca içimde bir heyecan oluşmuştu. Mesleğimle ilgili herhangi bir şey duymak bile beni mutluluktan uçuruyordu. Ne kadar stres yapsam delirsem de çok seviyordum.
"Bulabileceğim en iyi isim de sendin hem mahalleyi biliyorsun" dediğinde o an ellerimi birbirine çarpıp yerimde zıplamak istemiş ama çizdiğim imajin dağılmaması için kendimi dizginlemiştim. İşin ehli bir iç mimardım yahu ben!
"Tabii seve seve yardımcı olurum. Sen kiracı çıktığı zaman bana haber verirsin. Gelir dükkana bakar ona göre bir proje çizeriz." dediğimde hevesle başını sallamış o esnada da Leyla'ların sokağına varmıştık bile.
"Harika oldu bu fiyatı konuşmak için de bir kahve sözünü alırım" dediğinde kollarımı göğsümde birleştirdim. "Kahvemin parasını fiyattan düşemezsin ama" dediğimde bunu beklemiyor olacak ki tok bir kahkaha attı. "Yani bu benimle kahve içeceksin demek oluyor" dediğinde göz devirmek istemiştim. Param için gelecektim ulan.
Önünden geçtiğimiz ev Uluöz ailesinin eviyken gözüm ister istemez bahçeye doğru kaydı. Tam o esnada açılan kapıdan çıkan sarı kafayla gülmemek için dudağımı ısırdım. Bu çocuk kesinlikle benim kokumu alıyordu başka açıklaması olamazdı.
"Sare" dedi Oğuz büyük bir neşeyle. Kaşlarım çatılırken sürekli ettiği saçma sapan iltifatlar yerine Sare demesi garibime gitmişti. Yanımdaki Fatih hala gitmezken bir bana bir de benim gözlerimi ayırmadığım Oğuz'a bakıyordu.
Hızla bahçeden çıkıp yanımıza adımlarken üstünü düzeltiyordu bir yandan da. "Oo merhaba Fatimatiko" diyen Oğuz ile yüzümü buruşturdum. Bu çocuğun isimlerle kesinlikle bir sıkıntısı vardı. Fatih bir adım uzaklaşıp iki parmağını alnına vurarak selam vermişti. "Merhaba Oğuz ve güle güle Sare sonra görüşürüz" dediğinde ben de başımla selam verip kalan yolumu yürümek için önüme döndüm.
Oğuz ise bir bana bir de Fatih'e bakarken yürümeye başladığım için hızlı adımlarla yanıma gelip "nereye?" diye sormuştu. Beklediğim soru bu olmadığı için bir iki defa ağzım kapanıp açılmış kendimi toparladıktan sonra "teyzemlere" dedim. Oğuz önüme geçip geri geri yürürken yüzüme bakarak konuşmayı tercih ediyordu.
"Daha var Meriçlerin gelmesine" dediğinde telefonu cebimden çıkarıp saatte baktım. Harbiden de daha vardı ama olsundu benim zaten biraz teyzemle konuşmam gerekiyordu. "Teyzemle otururum" dediğimde usul usul başını salladı. Elimle arkamı gösterip sokaktan çıktığını tahmin ettiğim Fatih'i belli belirsiz işaret ettim. "Sormayacak mısın?" dediğimde keyifle tek kaşını kaldırdı. "Neyi çikolatam?"
"Fatih'i" dedim hala şok içindeyken. Oğuz normal şartlarda yanımdaki erkek sineği bile sorgulardı. Şimdi beraber yürüdüğüm bir erkeği sormaması tuhaf hissettirmişti. Yüzündeki sırıtış büyüdüğü an düştüğüm tuzağı fark etmiş anında ağzım açılmıştı. "Sormadım say" dediğimde başını arkaya yaslayıp kahkahasıyla sokağı inletti resmen.
"Kıskanmamı mı istiyorsun seni?" dediğinde koluna vurdum hızla. "Ne münasebet" dedim sert çıkması için uğraştığım sesimle. "Yo baya kıskanmamı istedin" dediğinde kollarımı göğsümde birleştirdim. "Niye isteyecekmişim?" dediğimde resmen kıvranıyordum. Nasıl düşmüştüm bu tuzağa bilmiyordum.
"Ben sana güveniyorum zencefilli çöreğim" dediğinde başımı arkama çevirip Fatih'in gittiği yola baktım. Tekrar bakışlarım onu bulurken ne yaptığımı anlamaya çalışıyor gibiydi. "O kadar güvenme" dediğimde bu sefer tuzağa düşme sırası ondaydı.
"Sare" dedi uyarır bir tonda ben ise saçımı savurup onu dumura uğratmanın keyfi ile yürümeye devam ettim. "Bana Fatih'i dövdürtme bak" dediğinde dilimi damağıma vurup 'tch tch' sesi çıkarmıştım. "Hangi mağaradan kaçtın sen?" dediğimde gerçekten canı sıkılmış gibi duruyordu. Benimle uğraşırsan sonu buydu Oğuz efendi.
"Leyla'dan haberin var mı?" dediğinde yeniden geri geri yürümeye başladı. Ne yaparsam yapayım bu çocuğun üstünde yıkıcı bir etkim olmuyor, anında sirkeleniyordu. "En son seninle görüntülü konuştuk işte" dedim dünkü konuşmamızı hatırlatırken. Bakışları vardığımız evin bahçesini bulurken bahçeye doğru adımladım. Leyla gittiğinden beri teyzemlere ilk gelişimdi. Sebebini Leyla anlatmasa da az çok tahmin edebiliyordum ve bu teyzeme dair içimde bitmek tükenmeyen bir öfke oluşturuyordu. Benim içim böyle acırken Leyla ne haldeydi düşünemiyordum bile.
Bahçeye girdiğimde bir hafta önceki lodostan ötürü masanın üstündeki toz ve yaprak yığınına döndü bakışlarım. Ardından devrilen sandalyelere. Leyla'nın binbir emekle büyüttüğü ve bir aydır sulanmadığı belli olan çiçeklere. Sanki biri buradaki yaşamı çekip almış gibiydi. Her yer cıvıl cıvılken bu bahçe sanki kış ayının ortasında sert rüzgarlara maruz kalmıştı.
Gördüğüm görüntü içimdeki sıkıntıyı arttırırken zihnimde geçen düşünceleri Oğuz dışarıya vurdu "Leyla'nın yokluğu belli oluyor" dediğinde acı içinde gülümsedim. Yokluğu benim için o kadar katlanılmazdı ki. İki sokak ötemdeki en yakın arkadaşımla arama kilometreler ve kırık kalpler girmişti. Daha fazla bu bahçede duramayacağım sandım. Açık hava ve bir bahçe insani ne kadar nefessiz bırakabilirse o kadar bırakmıştı.
Kendimi hızla sokağa geri atarken kaldırıma çöküp ayaklarımı kendime çektim. Beni insanların üzgün görmesi her zaman çok savunmasız hissettirdi ama şimdi üzüntümü saklayacak bir kuytu köşe bulamamıştım. Başımı dizlerime yaslarken yanıma oturan kişiyi tahmin etmek çok da zor olmamıştı.
"Git Oğuz" dedim boğuk çıkan bir sesle. İçten içe ses tellerime söverken bir iki öksürükle kendime gelmeye çalıştım. Oğuz'dan beklenmeyecek bir sessizlikle karşılaşınca acaba başkası mı oturdu yanıma diye düşünürken "ağlıyor musun sen?" diye sordu ılımlı bir ses.
"Hayır" dedim başımı kaldırmazken. Şu an her türlü muzipliği yapmasına razı olacağım çocuk kendinden beklenmeyeni yapıyordu yine. "Kaldır kafanı Sare" diyen Oğuz'a küçük bir çocuk gibi omuz silkmekten hiç utanmadım. Ağlamıyordum ama dolu dolu gözlerimi de görsün istemiyordum.
Saçlarımda hissettiğim ufak dokunuşlar nefesimi tutmamı sağladı. "Leyla seni üzgün görse kendinden nefret ederdi" dedi benim de bildiğim gerçeği yüzüme vururken. Leyla, onun yokluğu ile kahrolduğumu görse kendi acısını bırakır bana koşardı o yüzden zaten göstermemek için çabalıyordum. "Görmüyor" dedim huysuzluğumu hala bir kenara bırakamazken.
"Görsün ister miydin?"
"Hayır!"
"Kaldırır mısın kafanı Sare?"
"Hayır!"
"Kaldır kafanı Sare."
"Hayır!"
Saçma konuşmamızı devam ettirmeyen taraf gülen Oğuz olmuştu. "Kelime haznenin genişliği tarafından saldırıya uğradım şu an" dedi büyük bir oyunculukla. Bu sinir bozucu haline sövmek için hızla başımı kaldırdığımda gözlerim mavi gözlerine değdi. "Yine kandırdım seni." dedi sonunda başını kaldırmış bana zafer kazanmışcasına bakarken.
Omuz silkip yerimde kıpırdandım biraz "seninle savaşmıyorum" dedim sessiz bir şekilde. "Kazanan yok yani" diye de adeta kükremiştim yüzüne karşı. Beni gerçekten de delirtiyor, üzüntümü bile yaşamama izin vermiyordu.
"Var."
"Yok."
"Var."
"Yok."
"Var dedim."
"Peki aşk var mı sence?"
Sorduğum soruyu beklemiyor olacak ki hazırlandığı "var" cevabı ağzından çıkamadı. Gözleri ciddi ciddi sorduğum soruyu anlamlandırmak ister gibi yüzümde gezinirken son durak olarak gözlerime kitledi bakışlarını.
"Gözlerinin içine bakarken tüm yoklar kayboluyor."
Kurduğu cümle kirpiklerimi hızlı hızlı kırpıştırmama sebep olurken başımı hızla iki yana sallayıp ayaklandım. Kaldırımda oturduğum için toz olan pantolonumu sirkelerken başımı asla kaldırmıyordum. Oğuz'un sürekli benimle sana aşığım diye dalga geçmesine alışkındım ama aniden kurduğı yoğun cümleler beni eziyordu. İlkini tercih ederdim.
"Gitmem lazım" dedim bir parmağımla evi gösterirken arkamı döndüğümde bileğimi kavrayan parmaklar adım atmamı engellemişti. "Kaçacak mısın?" dediğinde tekrardan döndürdüm bakışlarımı ona.
"Ben mi kaçıyorum?" baş parmağımla abartılı bir şekilde kendimi gösterirken laf cambazlığı yapıp konuyu dağıtmaya çalıştığımın gayet farkındaymış gibi bileğimdeki elini çekip kollarını göğsünde birleştirdi. Başını onaylarcasına aşağıya yukarıya sallayıp "hmhm" demişti.
"Asıl sen kaç be" dedim benden beklemediği bir yüksek sesle. Elimle etrafımı gösterirken "gördüğüm tüm aşkların sonu buna dayanıyor çünkü" dedim. Öyleydi benim için aşkın tanımı, kaçmaktı.
Her aşk eninde sonunda bir taraf için biterdi. Bir gün gelir karşına ben artık seni sevmiyorum derdi. Bunu söylerken ne geçirdiğiniz yıllar, ne büyüttüğünüz çocuklar umrunda olmazdı. Bir dönem seninle olabilmek için kendince dünyasını karşısına almış adam bir gün gelir seni karşına alırdı.
Babam da öyle yapmıştı. Ne annemle geçirdiği yılları ne ona duyduğu aşkı ne büyüttükleri iki kız çocuğunu ne de o akşam kapının arkasında onları dinlerken ağlayan küçük beni umursamıştı. Seni sevemiyorum artık demişti. Bunu yaşamaktan korktuğum içindi belki de benim de kaçışım. Kötüyü yaşamaktan korktuğum içindi iyiyi itişim.
"Kaçmıyorum bir yere" dedi yine kendinden emin bir şekilde. Oğuz böyleydi işte eser, gürlerdi. Ama biliyordum bir gün ona gitsem o gün benden giderdi.
Tekrar bir adım attım eve doğru bu sefer beni durdurmasına da izin vermeyecektim. "Aşk falan saçma sapan işler ben kariyer yapacağım hem o beni üzmez" dedim bu konuşmadan sıkıldığımı belli etmek istercesine. Sanki ben açmamışım gibi şimdi de kapatmaya çalışıyordum.
Hem aşk üzerdi. Leyla keyfinden mi gitmişti oralara. Üzüntüsü sığmamıştı hiçbir yere. Günden güne çöküşünü izlemiştim. Kariyerim bir sabah ben başkasıyla nişanlanıyorum demezdi.
"Başka insanların hatalarının acısını benden çıkarma" dediğinde derin bir nefes almak istedim. Sabahtan beri içimde dolan her his artık beni boğuyordu. Tekrar arkama dönüp baktığımda mavi gözlerindeki hüzün içimi daha da sıkmıştı.
"Çıkarmıyorum, üzülmememiz için uğraşıyorum" deyip tekrardan adımladım. Artık şu Allah'ın belası eve girebilir miydim?
Arkamdan fısıltıyı andıran "kendimi üzerim seni üzmem" cümlesini de duymazdan geldim. Daha fazla konuşmanın bir anlamı yoktu. Oğuz benim telaşlarımı anlamaya çok uzaktı. Ayrıca onun üzülmesini de istemediğimi asla fark edemiyordu.
Leyla'nın bu kapıdan çıkıp gittiği günden beri çalmadığım kapının ziline basıp beklemeye başladım. Teyzeme ne diyecektim bilmiyordum. Niye buradaydım onunla konuşacak neyim vardı kestiremiyordum. Sadece konuşmak istemiştim.
"Sare, kara kuzum" beni karşısında gören teyzemin kendinden geçercesine sarılmasını bekledim. Kara kuzum lakabından da hiç haz etmediğim için biraz yüzüm buruşmuştu. Esmeriz diye de bu kadarına da gerek yoktu canım.
"Hoş geldin" dedi teyzem buruk bir sesle. Beni içeriye buyur ederken "hoş buldum" dedim, umarım hoş bulurdum.
"Bir kahveni içeyim dedim" dediğimde yüzündeki telaşın dinmesini istemiştim. Sanki ben buraya ona bağırıp çağırmak için gelmişim gibi yüreği çarpıyordu, görebiliyordum. "İçelim içelim hemen yapayım ben" dediğinde peşinden mutfağa ilerledim.
Ben bir sandalye çekip oturmuşken teyzem kahveleri yapmakla uğraşıyordu. Bu eve her geldiğimde Leyla bana kahveleri yaptırdığı için şimdi yapmak istememiştim. Sanki onunla olan her anımı saklamaya çalışıyor gibiydim. Belki de içimin bu kadar hüzüne bulanması sesimi kimseye çıkarmamaya uğraşmamdandı.
"Leyla'dan bir haber var mı?" dedi teyzem kahveleri masaya koyup karşıma geçerken. Bakışları yüzümde umutla gezinirken bir yudum alıp başımı iki yana 'hayır' dercesine salladım. Leyla, annem bilmesin dediyse bilmeyecekti.
"Sana hiçbir şey anlatmadı mı?" dedi tekrardan. Kafasında binbir soru geçiyor gibi hızlı hızlı konuşuyordu. Başımı tekrardan iki yana sallarken bu sefer sözlü bir cevap da verme gereksinimi duyup "hayır" dedim. Bana her ne anlatmadıysa bunun teyzemin yaptığı bir şey olduğunu biliyordum. Ne yaptı da şu an yusuf yusuflardaydı acaba?
Kahvesinden bir yudum alırken dolan gözlerini gizleme gereği duymadan "insanın evladının ondan olgun olması çok acı" dedi. Neyden bahsettiğini anlamaya çalışırken konuşmaya devam etti. "Esip gürlemedi benim gibi. Sineye çekti yaptığımı ben ise" acı içinde eline bakarken "elim kırılsaydı" diye ekledi.
Anladığım şeyin gerçekleşmemiş olması için dualar ederken "teyze sakın bana Leyla'ya vurdum deme" dedim panikle. Eğer öyle bir şey yaptıysa Leyla'yı toparlamak sandığımdan zor olurdu. Ailesi en hassas noktasıydı, oradan aldığı darbe kolay kolay tamir olmazdı.
"Elim kırılsaydı, dilim kopsaydı keşke. Çok üzülüyorum Sare söyle Leyla'ya tamam mı? Biliyorum o seninle konuşmadan dayanamaz. Söyle ona annen de çok pişman de" hızlı hızlı sıraladığı cümlelerden aklımda sadece Leyla'ya vurmuş olması kalıyordu. "İnanamıyorum sana teyze neden?" dedim öfkeyle.
"Ben sandım o ve" cümlenin sonunu getiremedi. Elini ağzına götürüp yaşlı gözlerle bana bakarken "fikrim donsaydı da öyle düşünmeseydim ben nasıl kızıma yakıştırdım öyle bir şeyi" dediğinde artık cinlerimin tepeme çıktığını hissediyordum.
"Ne yaptın teyze açık açık anlat?!"
Bir hiddetle masadan kalktığımı fark ederken sakinleşmek için tezgahtaki su dolu bardağı diktim kafama. Bir de ben teyzeme bağırıp çağırıp zaten darmadağın olmuş aile bağlarını koparmamalıydım. Buraya bir şeyleri çözmeye gelmiştim daha çok bozmaya değil.
"O.. ve... Pusat'ı... öyle..." her kelimesinden sonra aldığı nefeslerle ağladığını fark etmiştim. Leyla gittiğinden beri gözleri yaşla doluydu. Bunun sebebini bilmezken üzülüyordum ama şimdi içimdeki öfke merhamet duygumun önüne geçiyordu.
"Nasıl görmüş olabilirsin de Leyla'yı üzebilirsin Allah aşkı için Tülay teyze sen iyi misin?" dedim çaresiz çıkan bir sesle. Leyla'nın neden Meriç abiden sakladığını anlıyordum şimdi. Eğer Meriç abi duysa önce annesini pişman eder sonra da kardeşini üzdü diye canım kanım dediği Pusat'ı gömerdi bu bahçeye.
"Ben Pusat'a da çok kızdım, bağırdım, çağırdım" hala bir şeyleri açıklamaya çalışan Tülay teyzeye karşı kendimi dizginlemek için üstün bir çaba sarf ediyordum. "Nişanlı adam sonuçta" dedi hıçkırıklarının arasında "kızıma laf gelmesin istedim" dediğinde artık çıldıracaktım. Sakinleşmek için aldığım nefesleri her kurduğu cümleyle dar ediyordu bana.
"SOKAYIM LAN NİŞANINA!"
Sesimin mutfakta adeta yankılanmasını beklemezken. Bakışlarını ağlayarak masaya eğmiş olan Tülay teyze bana çevirirken tekrar konuştum.
"Sen kızını yıkıp geçmişsin hala burada bana maval okuyorsun. Eşşek kafam geldim bir de dedim belki aralarını düzeltirim. Pişmanmışsın, döktüğün göz yaşından çok döktürdün sen. Hiç demiyorsun o kız benim kızım değil mi? Canın, kanın o kız senin."
Delirmiş gibi ardı ardına kurduğum cümlelerin sonunda sesimin daha da yükselmesini beklemiyordum.
"SEN DOĞURDUN, SEN!"
Çalan kapının zil sesi kulağımı doldururken bir yandan da kapı adeta tekmeleniyordu. Girdiğim transtan çıkaran seslere yüzümü buruştururken hızla mutfaktan çıkıp kapıyı açtım.
"Hayırdır bu ne böyle alacaklı gibi" diye yükseldiğimde karşımda gördüğüm sinirli sinirli bakan mavi gözlerin sahibi ile anında sesim kesilmişti.
Bu mavi gözler...
Gözlerim, Oğuz'un mavi gözlerinin sahibi Yusuf'un mavi gözlerinin sahibi biricik Esma teyzede takılı kaldı. İşte şimdi bitmiştim.
Muhtemelen içimden de olsa ona biricik dediğimi duyduğunda bana saç baş girişirdi çünkü kelimenin tam anlamıyla Esma teyze benden nefret ediyordu. Kaynana diye ben buna derdim işte. Ama Esma teyzenin sorunu sadece benimle değildi. Esma teyze genel olarak kızlardan nefret ederdi Leyla hariç. Hep bir kızı olsun istemiş, Oğuz'u da doğana kadar kız sanmıştı. İkinci bir erkek evlat ve Oğuz gibi bir felaket başına gelince kadında şok etkisi yaratmış içinde kızlara karşı bastıramadığı bir sinir çıkmıştı ortaya. Ya da ben kendimi böyle avutuyordum ve kadının tek derdi benimleydi.
Sahii Sahra ablayla ettiği kavgalar aklıma gelince halime şükretmiyor değildim. Leyla'ya sorsak muhtemelen 'Ne münasebet benim Esma teyzem melek gibidir' derdi. Evet, haklıydı şeytan da bir melekti sonuçta.
"Ne bağırıyorsun kız tüm mahalleyi inlettin o cıyak sesinle" diye beni düşüncelerimden çekip alan kapıdaki Esma teyze hızla beni itip içeriye doğru adımladı. Mutfaktan çıkan gözü yaşlı Tülay teyzeyi görünce de ağzından kocaman bir "hih" sesi çıkmıştı. "Ne yaptı bu kız sana Tülay'ım?" dedi abartılı bir ses tonuyla.
Tülay teyze hızla gözlerini kurularken "beni kendime getirdi" dedi bana bakıp gülümseye çalışırken. Her ne olursa olsun dışarıdaki sorunu Esma teyzeye yansıtmak istememişti sanırım çünkü karşımdaki tam bir akbabaydı. Ve ben de garip garip yaşamaya çalışan bir yemdim gözünde.
Hala kapının önünde duran bana bakan Esma teyze ise "nasıl korkuttuysa arkadaşımın gözünü" dediğinde şokla açıldı gözlerim. Esma teyze hızla Tülay teyzenin koluna girerken "gel hadi Zehra bekliyor bizi bekle bekle gelmedin merak ettim. İyi ki de etmişim kurtardım şunun elinden" şu diye kimden bahsettiğini gayet tabii biliyorduk. Benden.
"Düzgün konuş kızla Allah rızası için Esma çocukla çocuk oluyorsun" diyen Tülay teyzeye eh terzi kendi söküğünü dikemiyormuş demek ki bakışlarımı atmaktan geri kalmadım. "Ne çocuğu be benim onun yaşında Yusuf kucağımdaydı" deyip kapıya doğru orada da ben olduğum için bana doğru adımladılar.
"İsterseniz benim de kucağımda dokuz aya kadar torununuz olabilir Esma teyze" dedim sevimli olduğunu düşündüğüm bir gülümseme yüzüme kondururken.
O ise şok içinde açılmış ağzını eliyle kapatıp "duydun mu Tülay ne diyor edepsiz" demekle yetindi. Kendi aralarında yaptıkları şakaları bilmesek inanacaktık bu ahlak abidesi tavırlarına. "Ayrıca benim pırlanta gibi oğlum seni almaz" dediğinde içimdeki kötü kadın Sare bugün yerini oldukça sağlamlaştırmak istiyor gibiydi. Telefonu hızla cebimden çıkarıp sık aramalardan Oğuz'un isminin üstüne basıp hoparlöre aldım.
Ne yaptığımı izleyen Esma teyze ise buruşturmuş yüzüyle beni izliyordu. "Oğuz telefonunu on defa arasak anca açar" dedi memnuniyetsiz bir sesle. İlk çalışta açılan telefonun karşı tarafından gelen yüksek çoşkulu ses sayesinde yüzüme bir zafer gülümsemesi kondurmuştum.
"Sare'm. Hayatımın ışığı, dünyamın güneşi, ahiretimdeki cennetim. Bugünü bayram ilan eder her sene kutlarım. Graham Bell'in mezarının yerini bulayım çiçeklerle de donatayım be gülüm."
Esma teyze yanımdan geçerken "benim oğlan da salak" demiş asılan suratı daha da asılırken Tülay teyze de "ev sana emanet" demişti. Kapıyı çat diye kapatıp çıkarken telefonun başında bülbül gibi şakıyan Oğuz'a döndüm.
"Yeni İskoçya" dedim mutfağa doğru yeniden adımlarken.
"Ne?"
"Graham Bell'in mezarı, Yeni İskoçya da."
"Onca şey söyledim bu mu Sare cidden tepkin?" dedi bıkmış bir sesle. O an takıldığım noktanın saçmalığına ben de gülerken "şah mat için aramıştım işim bitti kapatıyorum" dediğimde Oğuz ise dramatikleştirdiği sesi ile "kullanılmış hissediyorum" dedi. Tam olarak öyle olmuştu ama bilmesine gerek yoktu.
"Ha bu arada Meriç'in yanına geçiyorum şimdi iki saatte geliriz istediğin bir şey var mı?" dediğinde "hayır" demekle yetinmiştim. "Görüşürüz, öptüm" deyip kapatınca ağız alışkanlığı olarak söylediğim şeyin daha yeni fark ediyordum. Elimi alnıma götürürken derin bir of çektim. Bir hafta 'öptün mü sahiden?' diye başımın etini yiyecekti.
Telefonu masaya fırlatırken masadaki buz tutmuş kahvemi tezgahın içine döküp kendime yeni bir kahve yapmak için cezvenin başına geçtim. Normalde bu bahçe buluşmalarında çok olmazdım. Bu gruba Leyla ve Meriç'in kuzeni olarak dahil olmuştum. Bayramlarda ve her tatilde Tülay teyzelere gelirdik annemle. O zaman tanışmıştım onlarla.
Parkta, bu bahçede küçücükken oyunlar oynadığımızı hatırlardım ama hiçbir zaman tam anlamıyla bu gruba ait hissedemezdim. Bursa benim için cennetin tanımıydı. İlkokulum tatil için buraya geleceğim günleri saymakla geçmişti. Babam ve annem boşanınca da Tülay teyzem ve Ekrem eniştem başka şehirde bırakmamış bizi burada, iki sokak ötede ev tutmuşlardı. Her gece ağlarken bir anda Bolu'dan Bursa'ya taşınmanın hayaliyle uyur olmuştum. Taşındıktan sonra da kendimi derslerime adamış, bu çocuklarla kısıtlı bir zaman geçirmiştim. Çalışmalarıma rağmen dibimden ayrılmayan ise sarı kafalı bir çocuktu.
Üniversite zamanı herkes yazık edeceksin kendine daha iyi bölüm oku dese de iç mimarlık hayalime tutunup en iyi üniversitede okumuş, bölümü birincilikle bitirmiştim. Hem başarılı olmuş, hem hayalimi gerçekleştirmiştim.
Şu hayattaki en büyük amacım anneme iyi bir hayat yaşatmaktı. Ben küçükken çalışan annem hem beni hem ablamı okutmuştu. Ablam liseden sonra okumak istememiş ona da saygı duymuştu. Sonrasında evlenmiş Antalya'ya taşınmıştı. Onu Leyla kadar özlemiyor olmamın sebebi mutlu olduğunu kocası ve çocuklarıyla güzel bir hayat çektiğine olan eminliğim miydi bilmiyordum. Sanırım beni bu kadar üzen Leyla'nın apar topar kalbi kırık gidişinin yaşattığı yokluk hissiydi.
Kahvem tam taşacakken kendimi düşüncelerimden sıyırıp hızla çıkardığım fincana döktüm. Bir fincan kahve belki de ilk defa içimi böylesine eziyordu. Yanımda kıkır kıkır gülmeyen, habire konuşmayan bir Leyla'nın olmayışını her fırsatta hatırlatıyordu hayat bana.
Tam masaya doğru ilerleyecekken bahçe kapısına yaklaşan birini görmemle olduğum yerde durdum. Saat daha erkendi Meriç abiler şimdi gelmiş olamazdı. Tül perdenin arkasından cama yaklaşırken gördüğüm kişi ile ağzım şaşkınlıkla aralandı.
Pusat, bahçe kapısının üstüne koyduğu eliyle kararsızlığı buradan bile belli bir şekilde öylece duruyordu. Sanki içeri girmek istiyor ama çekiniyor gibiydi. Onu da Leyla gittiğinden beri görmediğim için kaşlarım şaşkınlıkla havalanmıştı.
Yavaşça bahçeye girişini izledim, gözünü bahçede dolandırışını. Önce toz toprak içinde kalan masaya baktı, ardından Leyla'nın ektiği kurumuş çiçeklere. Sonrasında gözü yerdeki sandalyelere kaydı. Hepsini gözlerinde belli olan acıyla izliyordu.
O an ilk bahçeye girdiğimde hissettiklerimi bir bir hissedişini izledim. Aynı yerlere bakmış gözümde aynı acıyla izlemiştim belki de. Benden farklı olarak bakışları duvara dönerken orada takılı kalışını kaşlarımı çatarak izledim. Sanki duvar dile gelip onunla konuşacakmış gibi bakıyordu.
Dağınık saçları uzamıştı, Pusat abiyi bildim bileli saç traşını asla sektirmezdi. Sakallı gezmez sürekli temiz ve jilet gibi bir görünümü olurdu. Şu an gördüğüm adamı sokakta görsem muhtemelen yoluma devam eder Pusat olduğunu anlamazdım bile.
Ne yapacağını izlerken elimdeki kahveyi tekrar soğutmamak için hızla dudaklarıma götürdüm. Bir yudum alırken cama daha da yaklaşmış görünmeyecek bir açıdan izliyordum.
Benim yaptığımı yapmadı. Sırtını bu darmadağın olmuş kurumuş bahçeye dönmedi. Bakışları acı dolu olmasına rağmen sanki her milimini zihnine kazımak ister gibi izledi bahçeyi. Ardından köşedeki hortuma doğru ilerledi büyük adımlarla. Hortumu eline alıp tekrardan masaya doğru gelirken ne yapacağını merak ediyordum.
Açtığı çeşmedeki suyun hortumdan gelmesiyle beraber toz toprak olmuş masaya tazikli suyu tuttu. Masanın asıl rengi olan beyaz kirli suların akmasıyla ortaya çıkarken yerin çamur olmasını umursamıyor gibi görünüyordu. Dışarıdan bakan masayı temizler sanarken o tam tersi eline yüzüne bulaştırıyor gibiydi. Ardından hortumu kurumuş, bükülmüş çiçeklerin yanına doğru çekiştirdi.
Su vermeye başladığında değil basit bir çeşme suyu hayat suyu bahşedilse canlanmayacağı belli olan çiçekleri sabırla suladı. Hepsinin tamamen sulandığından emin olmak istercesine hassas davranıyordu. Az önce masaya karşı uyguladığı o hoyrat tavır onu terk etmişti.
Bu bahçeye onun da Leyla gittiğinden beri girmediğini anlamıştım. Zaten nişanından beri onu gören kendini şanslı sayabilirdi. Çiçekleri suladığından emin olduğunda hortumu çekiştire çekiştire eski yerine getirip çeşmeyi hızla kapattı. Arkasını dönüp bahçenin yeni haline bakarken bir köşede altı çamur olmuş masa ve hala yerde duran sandalyeler diğer tarafta altı resmen bir göle dönmüş kuru dallardan başka bir şey yoktu.
Sırtı bana dönük Pusat uzun uzun izledi bu manzarayı. Neydi aklından geçen bilmiyordum. Bahçeye bakıp neyi anlamaya çalışıyordu bilmiyordum ama bu tavrı hiç hayra alamet değildi. Yerdeki sandalyelere ilerleyip tek tek düzelttikten sonra bakışları bir sandalyede takılı kaldı.
Sürekli sandalyeler için ettikleri kavgaları hatırladım. Her seferinde Oğuz kolunun kırık olduğu sandalyeyi Leyla'ya bırakıyor Leyla da çıldırıyordu. En son Pusat geliyor Oğuz'a söve söve oturuyordu o sandalyeye. Leyla en son kendi sandalyesini belirtmek için bir sandalyenin üstüne sarı ojesiyle L harfi yazmıştı.
Pusat'ın parmakları yarım yamalak duran L harfinin üstünde gezinirken göğsü inip kalktı. Çektiği derin içi buradan bile görebilmiştim. L harfinin üzerinde gezen parmaklarından birinde içinde başka birinin isminin yazdığı bir alyans olmasa aşk acısı çeken bir adamı izlediğimi düşünürdüm. Ama o alyans tüm teorilerimi çöp ediyordu.
Sanki bahçedeki tek eksik güzel ışıklandırmalarmış gibi Leyla'nın ağaca sardığı led ışıklara doğru ilerledi. Işığın açılması için köşedeki düğmeye bastığında açılmayan ışıklarla kaşları çatılmıştı. Ağaç mutfak camına diğerlerinden daha yakın olduğu için şimdi yüz ifadelerini daha net görebiliyordum. Açılmayan led ışık sanki düşmanıymış gibi bakarken tekrar açmaya çalıştı ve tekrar ve tekrar...
Belki de elli defa düğmeyi aç kapa yaptıktan sonra derin bir nefes alıp vurdu düğmeye. Azıcık aklı eren bir insan zaten o led ışığın çoktan bozulduğunu bilirdi ama Pusat bunu kabullenmek istemiyor gibiydi. Üstünde düğmenin olduğu küçük kutuya sanki karşısında ezeli düşmani varmış gibi yumruk attığında ağzım şokla açıldı. Kendimi çığlık atmamak için dizginlediğimden ötürü kutluyordum. Kutu paramparça olurken yumruğu ağaca çarpmış ve hasar aldığı belli olan elini sallamakla yetinmişti.
Sanki led ışıklar onun hayatla olan bağıymış gibi davranmasına anlam veremiyordum. Çatık kaşlarla izlerken gördüğüm şeyle elimin ayağımın boşaldığını hissettim.
Pusat ağlıyordu.
Bir elinden sızan kanlara bir elinde sımsıkı tuttuğu dağılmış düğme kutusuna bir de olduğu yerde çökmüş dolu gözlerle kutuyu izleyen Pusat'a baktım.
O kadar çaresiz duruyordu ki en son onu böyle çaresiz ne zaman görmüştüm bilmiyordum. Hatta onu hiç böyle çaresiz görmemiş bile olabilirdim. Babasının cenazesinde bile bir çocukken dimdik durmuş dağ gibi adamın ağlıyor olması ne yapacağımı şaşırtmıştı. Öylece olduğum yerde izliyordum.
Elimdeki fincani tezgaha bırakırken gözlerimi camdan çekmeden yıkılıp kalmış adamı izledim. Bana Pusat'ı böyle göreceğimi söyleseler onlara ağız dolusu gülerdim. Her zaman aralarında en dirayetli olanıydı o. Dağ gibiydi, yıkılmazdı. Eser, gürlerdi, yürüdüğü yolun korkudan titremesini sağlardı.
Yavaş yavaş ayaklanıp elindeki dağılmış küçük kutuyu cebine yerleştirdi. Sanki hiç ağlamamış gibi dimdikti şimdi. Yavaş adımlarla az önce bıraktığı hortuma ilerleyip açtığı çeşmeden akan suyla yüzünü yıkadı. Her hareketini kocaman açtığım gözlerle izliyordum.
Dimdik yürüyüşünden ödün vermeden hızlı ve büyük adımlarla bahçeden çıktığında tuttuğum nefesimi verdim. Ne yaşanmıştı az önce bilmiyordum ama tek gördüğüm Leyla'nın yokluğu yüzünden kahrolan bir adamdı.
Kahrolmak ne kelime adam resmen mahvolmuştu. Adam ağlamıştı be.
Şok içinde mutfaktan çıkarken evde ordan oraya yürüyordum. Gördüklerimi hemen Leyla'ya anlatmak istiyordum. Belki de bu nişanın arkasında başka bir şey vardı. Ben kendimi bildim bileli Pusat'ın Leyla'yı sevdiğine inanıyordum. Bugün kendi gözlerimle görmüştüm. Ama ya benim gördüklerimin anlamı Pusat'ta başka ise? Bu riski alıp Leyla'yı üzemezdim. Keşke, dedim içimden merak edip bakmasaydım.
Leyla'nın odasına ilerlerken gözümün önünden bir an silinmeyen sahneler hala şok etkisinde bırakıyordu beni. Pusat, sanki hayatı biri tarafından emilmiş gibiydi. Sanki biri onun bedenini yürütüyordu. Leyla'nın odasının kapısını açarken yatağın üstünde gördüğüm elbiseyle elimi hızla kalbimin üstüne koydum.
Leyla'nın nişan gecesi giydiği siyah elbise hala hiç dokunulmamış gibi duruyordu. Elim elbiseye değerken ateşim de parmaklarımı yakmış gibi hızla çektim. Bugün duygu durum değişimlerimi takip edemiyordum artık.
Gözüm odadaki diğer eşyalara kayarken her şeyi yerli yerinde görmek yüzümde bir gülümseme oluşturdu. Leyla'nın apar topar çantasına koyduğu eşyalar dışında hiçbir şey eksik değildi.
Odanın havasızlığından ve eşyaların üstünün tozlanmasından anladığım henüz Tülay teyzenin cesaret edememiş olduğuydu. Odadan yavaşça çıkarken lavaboya uğrayıp kendime gelmek için elimi yüzümü yıkadım. O sırada açılan kapı sesiyle hızla salona doğru adımladım. "Hoş geldin Meriç abi" dedim neşeli tutmaya çalıştığım bir sesle. Zaten adamın derdi başından aşkındı bir de benim için endişelenmesini istemedim.
"Hoş buldum" derken elindeki eşyaları kenardaki masaya bırakıp başını kaldırdığında yüzüme bir gülümseme yerleştirmiştim. "Sen iyi misin abisinin gülü?" dedi hızlı adımlarla yanıma gelirken. "İyiyim" dedim hızla başımı sallarken. "Gözlerin bir dolu dolu geldi gözüme" dediğinde yeniden başımı iki yana salladım. "Kahve içtim de fazla sıcak sıcağa içtim içini yaktı" dedim yalan olmamasını umarak. İçmiştim ve içim de yanıyordu sonuçta.
"İnanayım madem Oğuzlar bahçede geç sen de geliyorum" dediğinde başımı salladım. Bahçeye geçerken gördüğüm Oğuz ile yüzüme bir gülümseme yerleşmişti. Ayakkabısına bulaşan çamurlarla debeleniyordu. "Oğlum bu havada bu bahçe neden çamur biri bana açıklayabilir mi?" diye bağırdı etrafında kimse yokken.
Yusuf ve Kağan da bahçeye girdiklerinde "bağırma lan" diye bir ses yükseldi Yusuf'tan. Onların arkasında isimleriyle seslenip yüzlerine abi dediğim için kendimden utandım bir beş saniye ama sonra hemen geçti.
"Şu masayı çekelim altı hep çamur" diye Kağan ile onlar masayı çekerken ben de yanlarına varmıştım. "Yağmur yağdı herhalde" dedim zaten bilmeme rağmen sebebini salağa yatmaktan keyif alırcasına. "Sadece bu bahçeye mi?" dedi Oğuz şaşkın şaşkın bakarken bana. "Mümkündür" demekle yetindim. Yağmur yağmamıştı belki ama Pusat fırtınası geçmişti buradan.
Masaya yerleştiklerinde Yusuf masaya bir poşet bıraktı. Her zamanki gibi mahalledeki tatlıcıdan alınmış poşeti kimse açmak için bir hamlede bulunmadı. Meriç abi de geldiğinde yanımdaki sandalyeyi çekip yerleşti. "Pusat nerede?" dedi sessizliği bozarken. "Az önce konuştum ofisten çıkmıştı en son geliyordur" dediğinde herkes başını sallayıp onaylamakla yetindi.
O esnada bahçe kapısında görünen Pusat ile bakışlar ona döndü. Sanki şahit olduğum adam değil bambaşka biriydi. Dimdik duruyor, kendinden emin adımlarla ilerliyordu. O zayıf tarafını o kadar kusursuzca örtüyordu ki kimse şüphelenmiyordu acısından.
"Vay kardeşim Alaaddin'in sihirli halısını mı çaldın ne bu hız?" diye sordu Kağan abi şakasına onun dışında kimse gülmezken "trafik yoktu" diye cevaplayıp bir sandalyeye yerleşti Pusat. Bakışlarım ona değerken zaten mahallede olduğunu bilen tek kişi olduğum için ardı ardına döndürdüğü dolaplara şaşırmıştım.
Masadaki herkes suskunlik yemini etmiş gibi birbirinin suratını izliyordu. "Bu bahçe niye böyle?" diye sordu Kağan etrafına göz gezdirirken. Sabahtan beri bahçenin durumu herkese dert olmuş konu bir şekilde ona geliyordu. "Nesi varmış?" dedi Meriç abi bakışlarını masadan çekmezken. Gerçekten de merak ettiği için değil Kağan cevapsız kalmasın diye sormuş gibiydi. "Böyle bir şeyler eksik gibi anlamadım" dediğinde hala etrafına bakıyordu boş boş.
Masada Leyla'nın yokluğunun sebebini bilmeyenlerdendi. Kafa tatili yapmaya gittiğini sanıyordu ve uzun bir süre bana nasıl veda etmeden gider diye triplenmişti. O yüzden onun rahat tavırlarının etkisi üzerimizde yoktu. Ona söylenmemesinin sebebi tabii ki Leyla'nın yanında olduğu kişiydi. Asya abla hakkında bir şeyleri duymaya pek niyetli değildi Kağan hala ablasına oldukça kızgındı.
Masada Leyla'nın nerede olduğundan haberi olmayan bir diğer kişi de tabii ki Pusat'tı. Sahi şimdiye kadar merak ettiğinden de şüpheliydim ama bugün gördüklerimden sonra içinin nasıl yandığını biliyordum.
Düşüncelerimle beraber başımı masadan çekip Pusat'a baktım. Her ne kadar kendinden taviz vermiyormuş gibi dursa da gerçekten bakan görebilirdi. Gözündeki yorgunluğu, çaresizliği, özlemi. Yüzündeki perişanlığı ve acıyı. Neydi onu bu kadar çaresiz yapan? Kendi verdiği kararlardan dolayıydı yaşananlar. O nişanlanmıştı kimse kafasına silah dayamış değildi. Neden şimdi bir ayda on yıl yaşlanmış gibi oturuyordu burada?
"Merhaba çocuklar" diyen sesle hepimizin kafasını bahçe kapısına döndü yeniden. Bir kişi hariç. Tülay teyze içeriye doğru gelirken masanın sallanmasıyla bakışlarımız senkronize olmuş bir şekilde Pusat'a kaydı. Masadan öyle bir kalkmıştı ki hepimiz titremiştik resmen. "Nereye kardeşim?" diye bir ses yükseldi Meriç abiden. Tülay teyze ise hızla içeriye adımlamış sanki burada dursa Pusat onu Meriç'e şikayet edecekmiş gibi korkmuştu.
"İşim var kalkayım" dedi Pusat abi sinirli sinirli. Tülay teyzeye olan öfkesi az önce gözünde gördüğüm tüm çaresiz hisleri bir kenara bırakmıştı. "Yeni geldin" dedi Kağan abi. "Sana mı soracağım Kağan ne zaman gelip ne zaman gideceğimi?!" Pusat'tan böyle bir çıkış beklemeyen herkes birbirine bakarken gözlerimi sıkıca kapattım.
Umarım Kağan karşılık vermezdi diyordum ama Kağan'dan bahsediyorduk beyninin yüzde doksan dokuzunu öfkesi kontrol ediyordu. "Hayırdır kime babalanıyorsun sen?" diye yükseldi o da. Bir hışımla masadan kalktığında çaresizce Oğuz'a diktim bakışlarımı. "Toplanmışız şurada iki sohbet edeceğiz hepinizin suratı sirke satıyor. Leyla desen ortalıkta yok ne arıyor ne soruyor. Kime sorsam tatile çıktı diyor. Yersen tabii. Salak mıyım oğlum ben ne olduğunu görmüyor muyum?" Kağan'ın kurduğu cümlelerle çaresiz bakışlarım Oğuz'dan Kağan'a dönmüştü. Sanki madem sinirlendim madem yükseldim içimdeki her şeyi dökeyim der gibiydi.
"Ne halt yiyorsunuz bilmiyorum. Benden ne saklıyorsunuz onu da bilmiyorum ama bu işin sonu hayra alamet değil" bunları söylerken bakışları hala masada oturan sessizliğini koruyan Meriç abiye kaydı. "Kız öldü mü kaldı mı?" cümlesini daha tamamlayamadan Pusat Leyla ile ölümün aynı anda içinde geçtiği cümle ile deliye dönmüş gibi atladı Kağan'ın üstüne. "Öldürürüm oğlum seni."
Onu resmen havada tutan kişi Yusuf olurken sakinleştirmek için zor bela iki koluyla sarılmıştı Pusat'ın iri gövdesine. Oğuz da bir yandan tutarken iki kardeş zor da olsa zapt etmişler ben ise korkuyla izliyordum.
"Yalan mı oğlum? Bana böyle öldürürüm havaları kesme. Hiç mi merak etmiyorsunuz şu kızı? Sesi soluğu kesildi lan. Leyla'dan bahsediyoruz, kardeşimizden." Kağan'ın cümleleri ılımlı olmaya yaklaşırken derin bir nefes aldım. En azından daha da hiddetlenip kavganın şiddetini arttırmamıştı. Hala debelelen Pusat'ı Yusuf resmen arkaya doğru fırlatırken iki üç defa sendeleyip dengede durmaya çalışan Pusat'ın ağzından sadece benim duyabileceğim bir şekilde "kardeşimmiş" lafı çıkmıştı.
Bakışlarım hızla ona kayarken o ise sadece hala oturan Meriç'e bakıyordu. Meriç abi ise dümdüz ağaca sarılmış olan dağılmış ledlere. "Kesin kavgayı" dedi net bir sesle. Kağan'ın da bakışları Meriç'i bulurken "belki de kız sizin didişmelerinizden bıkıp gitmiştir he" deyip ayaklandı. Bunun gerçek olmadığını hepimiz biliyorken Yusuf da "haklı Kağan" diye fısıldadı. Oğuz "Ne yapıyoruz burada toplandık Leyla yok ne anladım ben bu işten" diye yorumunu katarken bahçeden ateş hızıyla çıkan Pusat'a yetişmek için hızlı adımlarla koştum peşinden. İçeride herkes birbirine girdiği için yokluğum çok da zorgulanmazdı.
"Pusat abi, dur" dediğimde sanki bunu bekleyen Pusat sokağın ortasında durmuştu. Hızlı adımlarla geri dönüp yanıma vardığında tek kaşını kaldırıp başını salladı "ne var?" dedi öfkesini hala korurken. "Gördüm seni" dedim kollarımı göğsümde birleştirip meydan okurcasına burnumu diktiğimde. "Ayrıca duydum da" diye de ekledim.
Yüzündeki öfke dolu bakışın yerini şaşkınlık alacak sanarken mimiklerinde bir gram değişim olmadı "iyi aferin sana" dediğinde hayretle açıldı ağzım. "Leyla nerede?" diye sordu Pusat abi kurduğu cümledeki kelimelerin üstüne bastıra bastıra. Bir iki adım gerilerken "bilmiyorum" dedim. Gözü dönmüş gibiydi.
"Bana yalan söyleme Sare" dedi tek tek yeniden. "Leyla nerede?"
"Bu kadar merak ediyorsan arayıp bulsaydın ya?" dedim korkmadığımı belli edercesine. Tamam, her zaman Pusat'tan diğerlerine göre daha çok çekinirdim ama beni istediği kadar korkutsundu Leyla hakkında hiçbir şey öğrenemezdi.
"Aradım" dedi bu cevabı beklemezken o ise ağzından zehir saçarcasına öfkeyle konuşuyordu.
"Bursa'nın her çevre şehrini. Leyla'nın arkadaşlarının memleketlerini. Gidebileceği her yeri aklına gelebilecek her şehri karış karış aradım. "
Ne diyeceğimi bilemez bir şekilde orada öylece dururken bulamamış olmasına şaşırmış sonra Asya ablanın hala Mardin'de oturduğunu sanan Pusat'ın köye dair bir iz bulamayacağını fark edince içten içe sevinmiştim. Madem Leyla bulunmak istemiyordu o zaman da bulamayacaktı.
"Nişanlı adam olmasan aşkından yapıyor diyeceğim" dedim kaşlarımla parmağındaki yüzüğü gösterirken. Bakışları parmağındaki yüzüğe kayarken cevapsız bıraktı beni.
"Leyla nerede?" takılı plak gibi yine aynı soruyu sorduğunda omuz silktim.
"Bilmiyorum belki de yurt dışına kaçmış orada yakışıklı bir italyan oğlanına nikahi basmıştır" dedim bir elimi havada süzdürüp uçuyormuş gibi yaparken. Pusat iki eliyle hızla yüzünü sıvazlayıp "ya sabır" çekti.
"Yer yarıldı içine mi girdi bu kız Sare beni delirtme" dediğinde yüzümdeki gıcık olduğuna emin olduğum sırıtışı silmeden "emin ol senden kaçmak için onu yapması gerekiyorsa onu bile yapardı" deyip saçımı savurdum ve arkamı dönüp bahçeye doğru ilerledim.
Arkamda sinirden delirmiş, üzüntüden darmadağın olmuş bir adam durduğunu bilsem de yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. Leyla'yı üzenin üzülmesinde bir sakınca görmüyordum. Hem kendini biraz da olsa toplamış Leyla'yı bulup kendini hatırlatmasına gerek yoktu.
Bahçeye girdiğimde masada sadece Yusuf'u görünce etrafıma bakındım. "Neredeler?" diye sorduğumda başıyla evi işaret etti. "İçeriye geçtiler" dediğinde başımı usul usul sallayıp yanına doğru adımladım.
"Sen niye buradasın?"
"İçimden gelmedi eve girmek."
Başımı anlayışla sallarken masanın üzerinde dokunulmamış olan poşete baktım. Yusuf yüzüne buruk bir gülümseme koyarken baktığım poşeti gösterip konuştu.
"Bu sefer tiramisuyu doğru almıştım."
❄️
Merhabaa, onları özlemiştik değil mi? Şahsen ben çok özlemiştim. Hem Sare'nin ağzından bölüm okuyup onu da tanıdığımız için oldukça mutluyum.
Bu benim bildiğim eski mahalle değil... Leyla'nın gidişinin üzerlerindeki etkisini umarım istediğim gibi verebilmişimdir. Hepsi üzgün, hepsi buruk. Hepsi kız kardeşlerini kaybetti, biri hariç🤭
Sare'nin de dediği gibi hepsinin bu kadar üzülmesinin sebebi Leyla'nın gitmesi değil de Leyla'nın kalbinin kırık gitmesi olduğu yerde mutsuz olduğunu bilmeleri...
Ve "aslanın inine girmek" bölümünden itibaren bölümler düzenlendi, ek sahneler eklendi. Yeniden okuyabilirsiniz. Ayrıca son iki bölüm kaldırıldı bu bölümden sonra yeniden güncellenecek.💖
Keyifli okumalar, oy ve yorumlarınızı bekliyorum.💖
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 36.53k Okunma |
2.07k Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |