6. Bölüm

Kırık Heykel

Tuğba e
tuaekn

 

"Aptal herif" yaklaşık bi yarım saat önce gelen masaya elimdeki silme bezini sertçe vurdum. "Hayır aptallık onda değil ki bende" tekrar yükselip az önce vurduğum bezi elime alıp tekrar attım. Sesim yükseldikçe yükseliyor burnumdan hızlı hızlı soluyordum. Etrafıma bi bakış daha atarken sakinleşmek adına pencereye doğru yürüdüm.

 

"Resmen beni bırakıp gitti ya" bu sefer sesim biraz ağlamaklı çıkınca hızla pencereyi açıp rüzgarın yüzümü serinletmesine izin verdim. Sıkı topuzumdan çıkan saçlarım yüzüme değerken bu sefer de sinirimi onlardan çıkarmak ister gibi kulağımın arkasına sıkıştırdım. Beyefendi gelen bir telefon aramasıyla beni ofiste bırakıp gitmişti. Evet, gitmişti. Ben de o gittiğinden beri aynı masayı silmiştim sadece. Sinirden söylene söylene ellerim kızarana kadar kocaman masayı silmiştim, gereğinden fazla.

 

Kafamda gittiğini bilmem kaçıncı kez tekrarlarken lavabo olduğunu öğrendiğim kapıyı açıp geri kapattım. Musluğu açtığımda kıpkırmızı olan suratıma göz devirip ellerimi güzelce yıkadım. Ardından yanaklarıma da su tutup saçımı da düzeltmek istedim. Cadıya dönmüştüm biraz şekli şemali toparlamakta fayda vardı. Ellerimi saçlarıma bir kaç kez geçirip açılmasını sağlarken ofisin kapısının açılma sesi ile hareketlerimi durdurdum.

 

"Çok ferah olmuş böyle işlerin bayası da bitmiş duruyor" duyduğum kadın sesi ile gözlerimi devirmeden edemedim. Aynen bayası bitmişti mesela o üstünde masa tenisi bile oynayabileceği masa kırk defa silinmişti. Hem de kim tarafından bendeniz Leyla tarafından efendim. Kendi kendime saydırırken en başta takılmam gereken kısıma gitti aklım. Kadın sesi mi?

 

"Bir kahve ikram etseydik" ardından gelen Pusat abinin kibar ses tonu ile daha fazla dayanamayıp hızla lavabodan çıktım. Hala kapının önünde duran iki kafada aynı anda bana döndü. Önceliğim tabii ki de hanımefendi olmuştu. Rahatsız etmeyecek bir şekilde ki öyle olduğunu umuyordum hızla bir bakış atıp süzdüm kadını. 20li yaşlarının sonunda olduğuna kanaat getirdiğim sarışın uzun boylu beyaz önlüklü biriydi. Ardından bakışlarım Pusat abiye döndü elinde iki üç tane paket diğer elinde de evrak çantası vardı. Aramızdaki çok kısa saniyeler süren bakışmadan fazlasıyla verim almış ikisini de inceleyebilmiştim.

 

"Yok ben gideyim hastaya lokal anestezi uygulayıp çıkmıştım uyuşmuştur şimdi" diyen tahminimce diş doktoru hanımefendi bana da bi baş selamı verip koridorun sonuna doğru yürümeye başladı. Gittikçe uzaklaşan topuklu sesine odaklanmışken Pusat abi'nin "geçeyim ben bi" terslemesi ile kendime geldim. Kapının tam önünde durmuş geçmesine fırsat tanımamıştım yavaşça kenara çekilirken kapıyı kapatıp içeri girmesini bekledim. Kapı kapanır kapanmaz da dilimin ucundaki o cümle döküldü. "Ya pardon da kahveyi neremizde pişirip ikram edecektik?" evet bi muftağımız vardı ama sadece mutfağımız vardı bir de çeşmeden akan suyumuz.

 

Evrak çantasını ve paketleri sildiğim masaya koyup sorduğum soruyla gram umursamadan küçük bir çakı çıkardı. Paketleri tek tek açarken hala kapının tarafında durmuş onu izliyordum. "Ayrıca nereye gittin? Hiçbir şey söylemeden çekip gidiyorsun tek başıma bırakıyorsun beni?" söylene söylene daha yeni masaya yaklaşırken kafasını kaldırmadan konuştu. "Ne o tek kalınca kurtlar mı kapacak seni" dalga geçer gibi konuşunca derin bir nefes aldım gerçekten de kime ne anlatıyorum farkındalığı beynime şimşek gibi çakmıştı. "Kaparlar belki ne biliyorsun?" dedim fısıldarcasına.

 

"Kapamazlar" çok net bir şekilde konuştuktan sonra bir sürü pıtpıta sarılmış süs eşyalarını sonunda açabilmişti. Elindeki siyah at kafasına bakarken ağzımdan bi kıkırtı kaçtı. Pusat abi dünyadaki en garip şeymiş gibi bakışlar atıyordu gariban atın yerinde olmak istemezdim. "Bu ne çirkin bir şey zevkine tüküreyim Ahu" sessizce söylenmesi ile kıkırtım daha çok gülmeye evrilmişti ki sertçe dönen bakışlar ile sustum. At kafasını kenara koyup diğer kutuyu açması ile az önce pıtpıtları attığı çöp kutusunu da açıp içine atması bir oldu. "Neydi o neden hemen attın? Ben de bakayım?" masaya eğilip onun tarafındaki kutulara bakmaya çalışırken elini alnıma koyup iteledi beni. "Uzaklaş, bakamazsın."

 

Daha da meraklanırken hemen masanın diğer tarafına Pusat abinin yanına geçtim. "Bakıcam banane özeliniz falansa da şahsen özel hayata saygım olmadığını söylemek isterim" cümlemin sonunda da güzelce sırıtıp çöp kutusuna yöneldim. Zaten sadece karton şeyler atıldığı ve yeni olduğu için rahatça içinden bir şeyi alıp bakabilirdim. "Bakmayacaksın Leyla geç kenara" dediğinde kafamı onu onaylarcasına salladım. Bakmayacaksın dediyse bakmayacaktım bu kadar basit.Ben söz dinleyen bi kızdım.

 

Ki Pusat abi son kutuyu da açmak için masaya eğilmişken bir hışımla çöp kutusundan kutuyu çıkarıp açtım. Gördüğüm heykelcikle çığlığı basıp kutuyu yere fırlatmam bir oldu. Yere atınca da sanki ayaklarımın altında geziyormuş gibi hissedip ne yapacağımı bilemeyerek zıplamaya başladım. Ayaklarımın altında gezindiği düşüncesi gözlerimi resmen karatıyordu. "Ben sana bakma dedim değil mi? Bir kere dinle ya bir kere dinle kurban olduğum" duyduğum sitemkar sese kulak bile asamamıştım. Huylanmaktan içim geçmişti. Pusat abi yere düşen kutuyu alırken kutunun arka tarafı da açıldı ve heykel bu sefer tek başına yere düştü. Oldukça gerçekci yılan heykeli ile gözgöze gelince sanki üstümde geziniyormuş gibi tekrar çığlık attım. Küçüklüğümden beri yılandan çok korkardım. Biri ismini andığında bile tüylerim ürperir sanki üstümde gezip beni boğuyormuş gibi hissederdim. Sıkı sıkı kapattığım gözlerimi ayaklarımın yerden kesilmesi ile açmıştım.

 

Pusat abinin belimden tutup beni havaya kaldırdığını görmeyi hiç beklemiyordum. Korkudan irileşmiş mavi gözlerim onun koyu kahve gözleri ile kesişti. Bir an her şey hafızamdan silinmiş gibi hissettim. Bomboş, tüy kadar hafif. Bu dünyaya hiç konmamış gibi yanından yamacından geçmemiş gibi anımsayamadım hiçbir şeyi sadece baktım gözlerimi kırpıştıra kırpıştıra. Saniyeler saat oldu sanki "korkuyordum" diyebildim sadece. Kendimi açıklama ihtiyacı duyarak sanki karşımdaki adam beni hiç tanımıyormuş gibi bir yabancıymış gibi açıkladım. Beni masanın üstüne oturtunca belli belirsiz "biliyorum" deyişini duymuştum. Ardından beni masada bırakıp arkasını dönüp gitmesine baktım. Giydiği siyah tişörtünün kapladığı sırtını izledim. Arkadaki küçük mutfak kısmına ilerleyip göz açımdan kaybolana kadar sesimi çıkarmadan suçlu bir çocuk gibi izledim onu.

 

Gerçekten de başına bela olmuştum. Tamam ne denli korktuğumu küçüklükten beri ismini bile duyduğumda kötü olduğumu biliyordu ama unutmuş olabilirdi. Bu tavrımı hala çocuk kalmış diye yorumlayabilirdi. Sahi aramızdaki yaş farkını düşünürsek onun gözünde hala çocuktum. O da benim gözümde abi. Elinde faraş ve süpürgeyle gelince kafamı yavaşça diğer tarafa çevirdim. Gereksiz bir utanç kaplamıştı yüzümü. O kırılan heykeli temizlerken hala masanın üstündeydim. Hiç inmeye niyetim yokmuş gibi duruyordum. Ama tabii ki de vardı hızla masadan indiğimde kendiyle getirdiği evrak çantasını çekmeceye koyan Pusat abiyi izledim. Başka da yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. Artık tamamen susacaktım. Zaten benim yüzümden süs eşyasını da çöpe atmıştı.

 

"Hadi gidelim kalanları yarın ben kendim yaparım." dediğinde hızla etrafıma bakındım kalanlar dediği kısmın mutfak, lavabo ve ofisin sildiğim masa dışında geri kalanı olduğunu fark edince hiçbir iş yapmadığımı gerceği ile karşılaşmıştım. Ama bu biraz da onun suçuydu beni yalnız bırakmayacaktı. "Birlikte yapardık" dedim kısık bir ses tonuyla. "Gerek yok, hadi." söyler söylemez cevabımı beklemeden kapıya doğru ilerledi ve ben de el mecbur peşinden. Arabaya doğru ilerken ikizimden de çıt çıkmamıştı. Arabaya binerken de öyle.

 

Tüm yol boyu kapattığım gözlerimi yeni açmış camdan dışarıyı izliyordum hala üstümdeki uykulu hal dağılmamıştı. Bildiğim mahalleye girerken derin bir nefes verdim inatla Pusat abiye taraf dönmüyordum o da benimle konuşmak için hiçbir adım atmamıştı. Arabayı park ederken gözlerini bana çevirmeden sonunda aramızdaki o sessizliği bozdu. "Teşekkürler yardımın için."

 

Emniyet kemerimi çıkarıp tamamen ona döndüm gülümseyerek "teşekkürlük bir şey yapmadım gerek yok yani" dediğimde kafasını belli belirsiz salladı. Yüzündeki o her zamanki ciddiyetin yerinde başka bir ifade vardı ve ben bunu seçememiştim sanki yüzüme bakmak istemiyor gibiydi. Bu biraz tadımı kaçırınca hızla arabadan indim. Görüşürüz deyip kapıyı kapatacaktım ki gelen sesle odağım evin bahçesine kaydı. Aynı anda hem arabadaki Pusat abi hem bahçedeki abim seslenmişti ismimi. İki ağızdan duyduğum "Leyla" sesi doldurdu kulağımı.

 

Abimin bize doğru geldiğini görünce Pusat abi konuşurken hızla kapıyı kapattım ne dediğini duymamış çokta ilgilenmemiştim yol boyu susup inince mi konuşacağı tutmuştu onun da. Meriç abim arabanın önüne gelince bir bana bi de hala arabanın içindeki Pusat abiye baktı. "Nereden böyle?"

 

Anlamlandıramadığı şeyi sonunda sorunca huzursuzca kıpırdandım ki huzursuz olacağım bir şey de yoktu. "Pusat abi ofisi temizleyecekti annemler de beni peşine taktı" diye kısaca bi açıklama yapıp abimin yanına geçtim. O sırada Pusat abi de sonunda biricik arabasından ayrılmıştı. Abim sırtıma sertçe iki defa vurup "Aferin aferin abilerine yardım et böyle kerata" dediğinde abartılı bir şekilde öksürdüm. "Sırtım koptu be düşmanına mı vuruyorsun?" diye huysuzca konuştuğumda kocaman bir kahkaha attı Meriç abim gözlerimi devirip ben de ona hızla vurup eve doğru koştum. Dayak yemek istemiyordum.

 

İçeriye girdiğimde iki üç defa salona seslendim görünürde kimse yoktu. Mutfaktan gelen annemin "buradayız" sesi ile yönümü hızla mutfağa çevirdim. Buradayız derken iki kişilerdi ya da daha fazla? Kıvrak zekam yine iş başındaydı.

 

"Sen şaka yapıyorsun" içeri girer girmez gördüklerimle ilk dediğim şey bu olmuştu. Mutfak masasının bir yanında annem diğer yanında Sare oturmuş sarma sarıyordu. İlk dikkatimi çeken sarmalara sonra da kuzenim Sare'ye dönmüştüm. "Ne işin var burda be" dediğimde gülerek ellerini yıkamak için kalktı. "Telefonuna baksaydın ne işim olduğunu anlardın" dediğinde sabahtan beri sessizde olan telefonumu daha yeni hatırlamıştım. Günün yoğunluğu bundan bile anlaşılabilirdi. "Teyzemin yarın günü varmış yardıma geldim" diye kendini açıklayınca ben çoktan dibine girip sarılmıştım bile.

 

Sare'nin kollarındayken anneme dönüp "ya madem günün var beni niye taktın Pusat abinin peşine" diye sitem ettim. Gerçekten de her şey annemin başının altından çıkmıştı. "Sen bu saatte kadar Pusatla mıydın?" Sare'nin gülerek sorduğu soruya göz devirdim. "Temizlik yapmak için evet" gözleri anlamsızca kıpırdaşınca annem araya girdi omuz silkip "bilmem çocuğun ihtiyacı vardır sana diye düşündüm hem Sare yetişti bana" dediğinde mutfak masasından bi sandalye çektim.

 

"Başka ne var gün menüsünde" konuyu hızla dağıttığımda annem direkt güne odaklanıp saymaya ve görev dağılımı yapmaya başlamıştı. Sare ise hala mutfak tezgahının önünde sırıtarak bakıyordu bana bu durumu lehime çevirmek için bir şey arar gibi etrafıma bakındım. "Ne arıyon kız öyle kocasını kaybetmiş gibi" annem dünyanın en saçma benzetmesini yaptığında masanın altına eğdiğim kafamı çıkarıp büyükçe bi yuh çektim. Çıkmaya çalışırken de kafamı masaya vurmuş yine de bozuntuya vermemiştim. Sare'nin Pusat abiyle olduğumu öğreninceki sırıtışını soldurmam lazımdıç "Oğuz'u arıyorum henüz damlamamış herhalde" cümlemin son kelimesini uzata uzata Sare'ye baktığımda gülüşü yüzünde dondu. Hedefime ulaştığımı bilmenin rahatlığıyla gülerek arkama yaslandım.

 

"He Meriç abinledir o şimdi" diyen anneme kafamı salladım gerçekten de merak ettiğimi düşünmüş kafası yarınla dolu olduğu için jetonu düşmemişti. Ki ben düşürmek istediğim jetonu çoktan düşürmüştüm anneminki lazım değildi.

 

"Sare işler nasıl kızım?" annem sarmaları bitirip ayağa kalktığında yönelttiği soru ile Sare de yanıma oturdu "harbiden ya geçen başın çok kalabalıktı naptın halletin mi?" diye annemin açtığı konuyu devam ettirdim.

 

"Halletim hallettim son dakikaya yetiştirdim projeyi" dediğinde kafamı sallayıp masadaki mandalinaya uzandım. "Tam iş kadını olma yolundasın he ben hala sürüneyim okulda" dediğimde mandalinanın yarısını ona uzatıp diğer yarısını da kendim yedim. "Biz de senin yaşındayken okulda dirsek çürütüyorduk Leyla hanım" demesiyle gülmeye başladım. "Gören de yıllar önceyi anar sanar daha geçen sene mezun oldun" dediğimde kahverengi saçlarını elinin tersiyle itip bana yanaştı "boşver bunları da bence bana anlatman gereken şeyler var" dediğinde gülmeden edemedim. Vardı sanırım çok fazla şey vardı hatta.

 

Aramızda bir yaş vardı Sare ile ama biz daha çok kuzen gibi değil de kardeş gibi en yakın arkadaş gibi büyüdüğümüz için yaş farkı yanyanayken sıfıra iniyordu. Şu sıralar projesinin yoğunluğu ile çok görüşememiştik ve haliyle anlatacaklar da dağ gibi büyümüştü. Ona kahveyi kitleyip ben de kahve yanına bir şeyler hazırlamaya başladım. Bizim yazılı olmayan kuralımızdı eğer bir şey anlatacaksak ortamı kurmayana kadar bundan bahsedilmezdi.

 

Odamın balkonundaki küçük masanın üstünü doldurduktan sonra ikimiz de koltuğa yerleştik. Şu balkona bir de salıncak gerekiyordu hemen kafamda bir köşeye not etmiştim. Sare'ye Gökhanı anlatmaya başladığımda önce sessizce dinledi. İlk gördüğüm andan başlayıp son gördüğüm ana kadar en ince detayıyla anlattım. "Sonra bugün de işte Pusat abiyle- " lafımı bölen Sare'nin hih gibi bi ses çıkarıp konuşmasıydı.

 

"İşte şimdi ilgimi çeken kısma geldik."

 

*****

Şimdiden favoriniz olan bir karakter var mı? Varsa kim?

Keyifli okumalar.💖

 

 

Bölüm : 22.11.2024 22:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...