
"Bu Deniz"
Arabadaki aynaya bakıp saçımı düzeltirken Pusat'ın sesi ile aynayı kapatıp ona döndüm. "Ne olmuş Deniz'e" dedim şaşkınlıkla. Konunun neden Deniz'e geldiğini ve bu sessizliğini neden bu cümle ile bozduğunu merak etmiştim.
"Deniz, abi neden yok?" dedi yüzünde yarım bir gülüş belirirken. Sanki kendini sınırlandırmak istiyor gibi gülümsediğinde iyice ona doğru dönmüştüm. "Sevmiyor, Güneş'in bile ismiyle seslenmesini istiyor" dedim tane tane. Neye takıldığını az çok anlamıştım ve olmayan bir şeyi varmış gibi imalandırmak istemiyordum. Açık ve net olmak her zaman tercihimdi.
"Kim peki?" diye sordu baş parmağını alnına götürüp bakışlarını kaçırmak istercesine kaşırken. Sesi sorguya çekiyor gibi değil de daha çok içindeki merağı daha fazla bastıramıyor gibi çıkınca gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Deniz işte" dedim onun tarafında kalan omzumu silkerken.
Sakin ve çekingen tavrını korumak istediğini belli edercesine derin bir nefes aldı. Tanımasam yiyecektim bu İstanbul Beyefendisi triplerini. "Neci işte bu herif" dedi daha fazla kibarlık yapamayacağını belli eden bir sesle. Bu kadar dayanmasına bile şaşırmıştım.
Kaşlarımı çatıp kollarımı göğsümde birleştirerek döndüm Pusat'a. "Herif ne ya? Ayıp!" dediğimde bakışları bana döndü saniyelik.
Vitesin üzerindeki elini kaldırıp baş parmağını çatılan iki kaşımın arasına yerleştirdi. "Çatma şöyle kaşlarını" dedi bir fısıltı gibi. Sorduğu sorudan uzaklaşmıştı daha da uzatacağını sanarken. Bu sefer de bu sessizliğini bozan ben oldum.
"Ne oldu soruna cevap mı aldın?" beklemediğim kadar keyifli çıkan sesim onun da yüzünü güldürmüştü. Zaten yola çıktığımızdan beri tamamen silinmiyordu dudaklarımızdan gülüşlerimiz.
Dilini damağına vurup 'tch' sesi çıkarttıktan sonra kırmızı ışıkta durunca tamamen bana döndü. "Sevgili olur olmaz göstermeyelim kıskanç taraflarımızı dedim" dedi yüzündeki kocaman gülümseme ile.
Elimi uzatıp gülüşünü kapatırken çenesini kavrayıp sarıya dönen ışıklara döndürdüm başını. O an duyduğum kelimeye jetonum geç düşerken tek kaşımı kaldırmaya çalıştım. Yine ve yeniden olmayınca "benim yerime tek kaşını kaldırsana" dediğimde Pusat hiç sorgulamadan tek kaşını kaldırırken önce onun kaşını sonra kendi kaşımı işaret edip konuştum.
"Sevgili mi?"
Pusat'ın benim için kaldırdığı tek kaşına şoku sayesinde diğeri de eklenirken "değil miyiz?" diye sordu. Saçımı savurup sorusunu cevapsız bırakırken konudan konuya atladığımız için yeniden unuttuğu konuya döndüm. "Deniz, Asya ablanın liseden arkadaşı. Yalovada tanıştık biz de abi kardeş gibiyiz" dediğimde hiç sorgulamadan o da bu konuya geri dönüş yapmıştı. 'Deniz' ismiyle çatılan kaşları cümlemin sonuna doğru tamamen yumuşamıştı.
"Yalova'daki evde birlikte şarkı söylediniz."
Dediğinde bunu söylemeyi kendi de beklemiyormuş gibi cümlesinin sonunda gözlerini sımsıkı kapatıp elini direksiyona vurmuştu. Yolu izlerken duyduğum cümle ile hızla gözlerimi kırpıştırarak Pusat'a döndüm. "Sen, nereden biliyorsun?" şok içinde kurduğum cümleyi tamamlamaya çalışırken gözlerini benden inatla kaçırıyordu.
"İçime doğdu" dedi kısık çıkan bir sesle. İnanmadığımı belli ederek kaşlarımı kaldırırken vardığımız sokak ile arabaya yer arıyordu. Bir elini ensesine atıp kaşırken "oradaydım" diye kaçamak bakışlarla cevap verdi.
"Ne işin vardı?" dedim üzerimdeki şaşkınlığı atamazken. Doğum günüm, o gece, Mardin adliyesi derken yani Pusat sürekli iki adım gerimde miydi?
Yüzümdeki şaşkın ifade onu gülümsetirken dalga geçercesine "Meriç'i görmeye gelmiştim hasretine dayanamadım" dediğinde arabayı da park etmişti. Omuzuna vurup yerimde doğrulup adeta bağırdım. "Benimle dalga geçme!"
Başını beni onaylarcasına sallayıp hala gülümserken çantamı da alıp tam inecekken aklıma gelenle yeniden hala hiç inmeye niyeti yokmuş gibi oturan Pusat'a döndüm. "Kimseye bahsetmeyelim tamam mı? En azından biraz" dediğimde kaşları çatıldı.
Bunu söylemek istemezdim ama annem hala onu nişanlı sanarken iki şoku aynı anda yaşatıp zaten hassas olan kalbine bir zarar daha gelmesini istemiyordum. İlki için yeteri kadar vicdan azabı çekmiştim. Ayrıca herkesin atlatması gereken bir nişan travması vardı.
"Neyden bahsetmeyelim?" diye sordu tahmin ettiği şeyi kabul etmeyeceği için son bir umutla. Elimdeki çantayla önce onu sonra kendimi gösterirken "bizi" demiş ardından çantamı koluma takmıştım.
Biz şu an bile kulağıma o kadar imkansız geliyordu ki. Bir an olduğumuz duruma inanmamış bu da diğerleri gibi rüya mı acaba diye düşünmüştüm. O an aklıma gelenle kaşlarım yeniden çatıldı ve bir hışımla Pusat'a döndüm. "Ayrıca biz diye bir şey de yok ben daha seni affetmedim."
Önce gözleri yavaş yavaş büyüdü ardından yüzüne geniş bir gülümseme yerleşti. Sanki öpmemişim de bir sihir yapmışım gibi o andan beri gülümsüyordu. Hayatımda ilk defa onu bu kadar gülümserken görmüş olabilirdim.
Benimle mutluydu, bana bakarken şu hayatta en değerli şeye bakıyormuş gibiydi. Öfke dolu gözleri gitmiş yerine ışıl ışıl bakan sıcacık kahveler gelmişti. Süslü sözlere gerek bile bakmıyordu, bana bakarken ışıldayan hareleri yetiyordu.
"Onu da oldururuz rahatta kal" dediğinde yüzümü buruşturdum. Az önce zihnimde canlanan tüm güzel sözler dağıldı. Daha fazla park edilmiş arabada durmamak için inmek için hareketlenirken kapıyı açıp arkamı döndüm.
"Keko" dedim az önceki tavrına ve cümlesine ithafen. Öncesinde kestiği tüm İstanbul beyefendisi triplerini bir kenara bırakmıştı. "Biz de Monako Prensi olduğumuzu iddia etmedik Leyla Hanım" dedi arabadan indiğim için yüksek bir sesle ve sondaki hanımı bastıra bastıra.
Yüzümdeki gülümsemeyi silmeye çalışırken arabanın kapısını kapatıp saçımı savurdum. İki öptü diye affettim sanmasındı. Süründürecektim o burnunu. Arabadan peşimden inerken hızlı adımlarla benim tarafıma geldi.
Elini arabaya yaslarken "öpeyim mi?" sorusuna "aa!" diye ona dönerek cevapladım. Biz adama kimse bilmesin diyorduk o sokağın ortasında öpmekten bahsediyordu. "Ne aası Leyla?" dedi omuzları çökerken. "Olmaz" dedim son heceyi uzatıp usul usul olduğum yerde sallanırken.
"Bir kere" masumca konuşmasına kanmayacağımı belli ederek gözlerimi kısıp "kimse bilmeyecek dedim" diye direttim.
İçimden bir ses 'kimse bilmesin değil de Pusat'ın burnu sürtsün diye yapıyorsun' dese de geri adım atmayıp çenemi dikleştirdim. "Hiç mi bilmeyecekler" diye sordu sabırsız bir çocuk gibi.
Dilimi damağıma vurup 'tch' sesi çıkartırken "zamanı gelince" dediğimde hevesle başını sallamıştı. Yüzündeki gülüş yüzünden benim de gülesim geldiği için "şöyle sırıtma" dedim sert bir sesle.
Başını tekrar hevesle sallayıp anında sözümü emir bilerek yüzündeki gülümsemeyi silip kaşlarını da çatmıştı. Bu haliyle memnun olurken, ki öbür hali öpme isteği uyandırıyordu.
Daha da gecikmeden eve doğru adımladım. Tabii kuyruğum da peşimden "sen nereye?" dedim topuğumun üzerinden arkama dönerken. Pusat o an ne yaptığını fark etmiş gibi arkasını dönüp eve gidecekken hızla yaklaşıp yanağıma bir öpücük kondurdu. Onu itip etrafıma bakınırken koşar adımlarla kendi evine doğru gitmişti.
Yüzümdeki gülümseme ile yeniden arkamı döndüğümde evin bahçesinde gördüğüm kişi ile gözlerim kocaman oldu. Saklayalım dediğimiz an da birine yakalanmak tam bize göreydi gerçekten de.
Hızlı adımlarla bahçeye doğru giderken hiçbir şey olmamış gibi gülümsedim. "Ne işin var burada Asya abla üşümeyesin" dediğimde kendi kurduğum cümleye gözlerimi devirmek istemiştim. Yaz ayında ne üşümesiydi gerçekten de. Tamam Asya abladan da saklayacak değildim ama benden duymasını istediğim için şu an üzerimde manyak bir suçluluk hissetmiştim.
"O eşşek neden pişmiş kelle gibi sırıtıyor?"
Asya ablanın kaşları çatık sorduğu soruyla bahsettiği eşşeğe bakmak için çaktırmadan arkamı döndüm. Pusat yüzündeki sırıtış ile bizi izlediğinde hiçbir rahatsızlık duymadan bağırdı keyifli sesiyle. "Naber la çakma sarı Asya?"
Asya abla yüzünü buruşturduğunda bu hallerine gülmek istesem de ablamı savunmak boynumun borcuydu. Gözlerimle yere bakınırken "taş yok mu ya taş?" diye söylendim yüksek sesle. Pusat sesimi duyup gülerek eve girdiğinde Asya abla hala memnuniyetsiz bir yüzle bakmaya devam ediyordu. "Tamamen fabrika ayarlarına döndürmüşsün."
Eskiden de sürekli Asya ablanın saçlarına laf ettiği için söylediği cümleye daha da gülerken koluna girip eve doğru adımladık. Gözleri tekrar arkaya döndüğünde "emin misin Leyla?" diye sordu. Pusat'a olan tavrını bildiğim için omuz silktim. "Gönül işte abla.."
⏳
Fırının sesi geldiğinde elime aldığım bezle sıcak tepsiyi çıkardım. Üzerindeki mis gibi kokan puf puf olmuş poğaçalara bakarken mutfağa kucağında Güneş ile Asya abla girdi. "Kızım alıyor musun mis gibi kokuyu?" deyip gülümsediğinde ben de gülümsedim. Hızla Güneş'in saçlarını öperken poğaçalardan birini bölüp içinden çıkan dumana rağmen bir lokma ağzıma atıp biraz da Asya ablaya uzattım.
"Keyfin yerinde bakıyorum" dediğinde dudaklarımı birbirine bastırıp tezgaha yaslandım. Nasıl olmasındı ki? Aylar sonra ilk defa başımı yastığa huzurla koymuştum.
"Öyle" dedim sebepsiz yere utanırken. Kaynayan ocaktaki çayın altını kapatıp hazırladığım masaya da götürdüğümde kahvaltı hazırdı.
Tam Asya ablaya bir şey diyecektim ki uyanan babam odadan çıkınca sustum. "Misler gibi kokmuş ev" dedi içine derin bir nefes çekerken. "İnsanın kızları gibisi yok" dediğinde Asya ablanın yüzünde canlanan gülümseme ile ben de gülümsemiştim.
Meriç abim de odasından çıkarken ovuşturduğu gözleriyle banyoya doğru ilerledi. Babam arkasından onaylamaz bakışlarla gidişini izlerken "bir de bu ilk insandan bozma şey var tabii" dediğinde hepimiz kahkaha atmış masadaki yerimize geçmiştik.
Annem de bugün bizimle yemek istediğinde, genelde ilaç saatlerine göre yiyordu. Ona da bir servis açıp yerime oturdum. Abim "günaydın ailem" deyip Asya ablanın yanındaki boş sandalyeye kurulduğunda Güneş'in başına kocaman bir öpücük kondurdu.
"Şahsi Güneş'i olan kaç aile vardır acaba?" dediğinde sıcak çayımdan aldığım yudum gülmemden ötürü boğazımda kalmıştı.
Keyifle yaptığımız kahvaltıdan sonra abim ve babam uyanık Güneş'i sevmek için kucaklarına alıp salona ilerlediklerinde ben ve Asya abla da masayı toplamış pazar kahvelerimizi yapıyorduk.
Asya abla fincanları çıkarırken cezveye bakıp sırıtan bana döndü. "Mutlu olmak en çok sizin hakkınızdı. Sakın kimseyi düşünme artık Leyla. Sevdiğine kavuşmuşken tadını çıkar." söylediklerine hazırlıksız yakalanırken sadece başımla onaylayabilmiştim.
Asya abla bana biraz daha yaklaşırken "Pusat, hep seni sevdi. Hepimiz görüyorduk bakma bazıları inanmak istemiyor" deyip bakışlarını salona çevirince ben de istemsiz oraya döndüm.
"Ama azıcık görmeyi bilen anlardı. Siz sadece size uygulanan basma kalıplar yüzünden anlayamadınız." dediğinde her cümlesine hak vermiş başımı sallıyordum. Haklıydı, o kadar bazı şeyler bize fark edilmeden dayatılmıştı ki birbirimize olan aşkımıza kör olmuştuk.
"Seni üzdü, üzmedi asla demem ki bu onu boğma isteğimi tetikliyor" dediğinde aniden değişen moduna gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Cezveden taşmaya yakın olan kahveleri fincanlara pay ederken "yani affetmeyeyim mi Pusat'ı?" dedim kaşlarım havalanırken.
"Ay bundan bunu mu anladın?" sesi biraz yükselince hemen bana doğru hafifçe eğildi. "Hayat aşkına kör olmak için fazla kısa sadece. Bulmuşken sahip çıkmayı da öğren."
Kahveleri tepsiye koyarken başımı usul usul salladım. Bize gelince profesör olan Asya ablanın söz konusu kendisiyken nasıl olacaktı merak ediyordum. "Tecrübe konuşuyor" dediğinde "canla başla dinliyorum" diye onayladım onu.
"İnat olsun diye de yapma bir şeyleri. Sonra yapayalnız bir hayat kurmaya çalışırsın" dediğinde bir anlık elimdeki tepsiyi düşüreceğim sanmıştım. Bu cümleyi bana değil de kendisine söylediğini bilmek içimi parçalamıştı. "Asya abla.."
Cümlemin devamını getiremedim çünkü Asya abla konuyu dağıtmak istercesine gülümseyerek salondakilere seslendi. "Kahveler hazır" dediğinde derin bir nefes verip herkesin kahvesini önündeki sehpaya bıraktım.
Babamın kahvesini verecekken gördüğüm manzara ile kocaman gülümsemiştim. Babam göbeğinin üzerine uzattığı Güneş ile uyuyakalmıştı. Herkesin bakışları bu ikiliye dönerken "babam torun sevgisini doruklarında yaşıyor" dediğimde Asya abla dolan gözlerini çaktırmadan sildi. Eh, tabii aylardır aynı evi paylaşan benden saklayamazdı.
Aile saadeti ile geçirdiğimiz anlardan sonra abim işim var diyerek evden çıkmış babam güzellik uykusuna koltukta devam ederken Asya abla mızmızlayan Güneş'i alıp emzirmek için odasına geçmişti. Ben de odama geçip yatağımda uzanırken aklıma gelen şey ile hızla doğruldum. Poğaçalardan bir kısmını Sinem teyzelere götürmek için bir tabağa koymuş ardından da unutmuştum.
Hızlı adımlarla mutfağa giderken tabağın üzerine dört katlı peçeteyi açıp koyarken odasındaki anneme seslendim. "Ben poğaçaları Sinem teyzelere götüreceğim" dediğimde annemden gelen 'iyi iyi' kelimeleri ile evden çıktım. Ayağıma geçirdiğim annemin minik topuğu olan terlikleri ile şıpıdı şıpıdı evimizin karşısındaki eve doğru yürüdüm.
Sinem teyze bahaneme içten içe gülerken zillerine basıp bir adım geri attım. Kapıyı açan Pusat gözlerini ovuşturup yüzüme bakarken gülümseyerek tabağı uzattım. "Poğaça, al."
Bir tabağa bir bana bakarken uykusundan yeni uyanmış olduğunu oldukça belli ediyordu. Tabağı burnuna yaklaştırıp derin bir nefes alırken gülümsedi. "Fırın mı açsak beraber" dediğinde aniden söylediği şey ile gülmüştüm.
"Ne alaka be? Yazarım ben" dediğim de yüzünü buruşturdu. "Romantik olmak bu kadar mı zor? Ben de avukatım bir şey diyor muyum?" dediğinde saçımı savurup çenemi diktim. "Diyemezsin zaten."
Arkadan gelen Sinem teyzenin bakışları bir bana bir Pusat'a dönerken gülümsedi. "Hoş geldin kızım" dediğinde Pusat'in elindeki şimdiden yemeye başladığı tabağı gösterdim. "Poğaça getirmiştim de" dediğimde Sinem teyze Pusat'ın koluna cimcik atıp ağzının içinden "düzgün ye" diye uyardı.
"Teşekkür ederiz kızım ne zahmet ettin" dediğinde ağzındaki poğaçayı yutmadan konuştu Pusat "getirmese miydi anne?" dedi dehşete düşmüş gibi bir sesle.
Sinem teyze hala barışmadığımızı sandığı için Pusat'ı benden uzaklaştırırken "içeri gel bir kahve içelim" dediğinde arkasında kalan Pusat başını hevesle sallayıp ağzını 'gel' diye oynattı. Onun yüzündeki neşeyi bozmaktan keyif alacağım için "biz az önce içtik teşekkür ederim gideyim artık" dediğimde yüzü an ve an düştü.
Arkamı dönüp salına salına evime doğru ilerlerken şortumun cebindeki telefonuma gelen bildirim sesi ile adımlarım yavaşladı. Telefonu çıkarıp Pusat'tan gelen mesajı okudum.
"Sen böyle yaptıkça sokağa çıkıp bağırmak istiyorum."
Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşurken arkamı döndüm. Hala açık olan kapının pervazına yaslanmış beni izlediğini fark edince hiç umursamadan önüme dönüp kalan yolumu zıplaya zıplaya tamamlamıştım. Telefonumu çıkarıp hızla bir cevap yazdım.
"Sen böyle şapşal bir şey miydin ya?"
Ben daha telefonu geri cebime koyamadan gelen bildirimle kaşlarım şaşkınlıkla havalanmıştı. Telefon başında mı bekliyordu bu?
"Bazı dış etkenler tarafından şapşallaştırıldığımız doğrudur."
Her lafımı itinayla iltifata dönüştürmesine göz devirirken aralık kapıyı itekleyip içeriye girdim. Bugün Sare'yi hiç görmediğimi fark ederken yanına gitmeyi aklımın bir köşesine not etmişken artık bu dağınıklığa bir son vermeliyim diye düşünerek tüm dolabımı halının üstüne döktüm. Kıyafetlerin çoğunun varlığını unutmuştum. Bazılarını gerçekten de ben mi aldım diye sorgularken buldum kendimi.
Yatağımın üzerindeki telefon çalınca yarısını katladığım kıyafetlere baktım. O kadar zamandır sadece yarısını mı toplamıştım yani. Derin bir nefes alıp oturduğum yerden kalkarken kapanmaya yakın olan telefonumu aldım elime.
Arayan Kağan abiydi, normalde beni en az arayanlardan biri olduğu için hafif bir telaş kapladı yüreğimi. Hızla telefonu açıp yatağa oturdum.
"Alo" dediğimde karşı tarafta kısa bir sessizlik oluşmuş ardından Kağan abinin "Leyla nasılsun?" sesini duymuştum. "İyiyim abi seni sormalı?" dediğimde derin bir nefes alış sesi geldi. Bir derdi vardı ve nedense bu derdin içerideki Asya abla ile ilgili olduğunu düşünmüştüm.
"İyiyim abicim de ben senden bir şey isteyebilir miyim?" sabırsız sesini işittiğimde kaşlarım çatıldı. Konuşma tahmin ettiğim kişiye evriliyor gibiydi.
"Güneş'i görebilir miyim? Tabii Asya'nın haberi olmadan" dediğinde bunu beklemiyordum. Gözlerim şokla açılmışken "ne?" demiş bulundum.
"Asya'ya kızgın olabilirim Leyla ama bu yeğenimi merak etmediğim anlamına gelmiyor. Hastanede üzerine sardığı örtüyü gördüm sadece" diye açıkladı kendini tane tane. Kağan abinin sesini ilk defa böyle duyuyordum.
"Tamam bir bahaneyle çıkarırım, sen bizim bahçeye gel" dediğimde resmen gülümseyen sesiyle "teşekkür ederim" deyip kapatmıştı.
"Asya abla" salona girerken nerede olduğunu bilmediğim Asya ablaya seslenirken cevap olarak annemin odasından "buradayız" almıştım. Annemin yattığı odaya giderken bir an Asya ablaya söylemeli miyim diye düşünmüş sonra hemen vazgeçmiştim. Kızını kaçırmıyordum sonuçta altı üstü dayısına gösterecektim. Kendi kendimi akladıktan sonra içeriye girip gülümsedim.
Annemin yatağının yanına uzatılmış Güneş'e uzandım. "Ay ay teyzesi kurban olur nasıl da özledim" dedim kendimden beklenmeyen bir oyunculukla. Asya abla gülüp "bir saat içinde mi?" diye sormuştu. Ne olmuştu özleyemez miydim? "Evet sorun nedir?" dedim alınmış gibi yaptığım bir sesle.
Annemle beraber gülen Asya ablayla Güneş'in yüzüme değen parmaklarını öptüm. Minnacikti yahu. "Bir gün senin bebeğini de severiz böyle" diyen bizi izleyen annemle bakışlarım hızla döndü "ay hayır" demiş bulunmuştum. Hiç bebek yapma gibi bir düşüncem yoktu şahsen Güneş bana yetiyordu.
Tepkime güldüklerinde omuz silkip küsmüş gibi yaptım. "Hadi gidelim teyzoşum bunlar bize gülüyor" deyip odanın kapısına yöneldim. "Nereye kız?" diyen Asya ablayla aha dedim hemen yakalandık.
"Bir bahçeye çıkalım Güneş'imle hava alalım" dediğimde başını onaylarcasına sallayıp eliyle bekle yapmıştı. Hızla misafir odasına gidip Güneş'in eşyalarının arasından getirdiği örtüyü üstüne örtmüştü. "Üşümesin" dediğinde başımı salladım. Bu havada üşümezdi ama annesi daha iyi bilir diyerek sesimi çıkarmadım. Hem sesimi çıkardığım an yakalanma ihtimalimiz vardı.
Sonunda evden çıkmayı başarırken gözlerim etrafta dolandı. Derin bir nefes alıp keşke tam bir nokta söyleseydim diye düşünürken bahçenin arka tarafından "pişt" diye bir ses duymuştum. Bakışlarımı o tarafa çevirirken resmen ağacın altına saklanan Kağan abi ile Pusat'ı gördüğümde ağzımdan bir kahkaha kaçmıştı. Ciddi ciddi saklanmışlardı.
"Ne yapıyorsunuz be siz burada?" deyip adımlarımı onlara doğru atmaya başladım. "Sessiz ol lan yakalanacağız" diye fısıldayarak bana kızan Kağan abiyle gülmem devam etmişti. Kağan abi heyecanla kucağımdaki Güneş'e yaklaşıp bakmış "oğlum çok güzel lan bu" demişti.
Kağan abinin anlık tepkisine gülüp Pusat'a çevirdim kıstığım gözlerimi. "Senin ne işin var burada Pusat abi" dedim cümlemdeki abiyi bastırırken.
Yüzüne muzip bir gülümseme yerleşirken "ben de bebek sevmeye geldim" demişti gayet rahat bir tavırla. Cümledeki bebeğin neye ithaf olduğunu ben gayet iyi anlarken bizi duymadığına emin olduğum Kağan abinin bakışları kucağımdaki Güneş'ten ayrılmıyordu.
Pusat'a göz devirip Kağan abiye baktım. "Abi alsana kucağına" dediğimde çekingen gözlerle baktı bana. Ellerini dizlerine silip derin bir nefes aldı. Sanki çocuğa gel cephede savaşalım demiştim öyle hazırlıyordu kendini.
"Düşürmem değil mi? Çok küçük bu." dediğinde Pusat kafasına bir tane yapıştırmıştı. "Ne avel adamsın" dediğinde bu salak halleri güldürmüştü beni. Kağan abi sounda cesaretini topladığına emin olup Güneş'i kucağına aldığında şu hayatta en son bekleyeceğim şey oldu.
Kağan.
Abi.
Ağladı.
Zihnim gördüğümü algılamamış gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırmıştım. Elindeki bebeği çok değerli bir mücevher tutuyormuş gibi telaşla tutan Kağan abinin gözünden akan yaşlar gerçek mi diye Pusat'a bakmıştım.
Kafamı iki yana hızla sallarken Pusat gülümsedi. Bir elini Kağan'ın omzuna koyarken Kağan abi sesli bir şekilde burnunu çekmiş bu da kucağındaki Güneş'i korkutup ağlatmıştı. "Ağlıyor bu Leyla bir şey yap ağlıyor" diye telaşlandığında Güneş'i kucağıma alıp sırtına yavaşca vurup pışpışladım.
Pusat "ilk defa bebek mi görüyorsun ayı?" dediğinde susan Güneş'le gülümsedim. Kağan abi küsmüş gibi bana bakarken "bu neden bende ağlayıp Leyla'da susuyor ablam kesin beni kötüledi ona ulan Asya ulan Asya" diye kafasında kurduğu senaryo ile söylenmeye başlamış ben ise kaşlarımı çatmıştım.
"Ciddi misin sen?" dediğimde Pusat ensesinden tutup yürütmüştü "hadi yeter lan üşüyecek bebeler" dediğinde gülmemek için yanağımın içini ısırdım. Herkesin bu sıcakta üşüyecek lafından ötürü acaba yanan ben miydim de havayı sıcak sanıyordum diye düşünmeden edememiştim.
Kağan abi 'bebeler' kısmını anlamamışken el sallayıp önden yürümüştü. Ağladığı için kaçırdığı bakışlarla da Pusat'ın bulduğu ultra saçma bahaneyi de fark etmemişti.
Ben de içeriye gitmek için adımlamıştım ki Pusat kolumu tutup durdurdu beni. Yüzündeki kocaman sırıtışa tek kaşımı kaldırıp "hayırdır?" diye sormuştum. O an içten içe kendime yüzümü buruştururken onun gülüşü büyümüş bir gözüyle arkası dönük yürüyen Kağan'a bakarken "öpmeden mi gideyim seni?" demişti.
Kucağımdaki Güneş'i kendime daha da sararken burnumu havaya diktim. "Evet kış kış hadi bekleme yapma" dediğimde hızla bir adım atıp başımı kaldırdığım için açıkta kalan boynuma soğuk dudaklarını bastırdı. Kokumu içine çekerken korkuyla Kağan abiye bakmıştım. Yine çalan telefonu ile birine harıl harıl bağırıp bizi unutmuştu bile.
Boşta kalan elimle Pusat'ı iterken bir iki adım sendelemiş yüzüne yerleştirdiği serseri bir bakışla gülmüştü. Başımıza bela almıştık yahu "oğlum senin topuğuna sıktırırım bak" dedim tehditkar bir biçimde. İyi ki bi saklayacağız demiştik iyice ailem aşiretmişte yasak aşk yaşıyormuşuma bağlamıştım.
Alnına düşen saçlarını bir hareketle düzeltirken tavırlarına göz devirdim. Düşeceğimi mi sanıyordu bu havalı hareketlerine? He, düşüyordum da konumuz asla bu değildi.
Bir adım atıp artık eve gitmek için elimle "kış kış" yapmıştım sanki tavuk kovuyormuşum gibi ama arsız oğlanın hiç gidesi yoktu. Yemin ederim ikinci günden yakalatacaktı bizi.
"Bebek yakışmış eline biz de mi yapsak bir tane?" dediğinde ağzım şokla açıldı. Az önce annemin de ima ettiği şeyi şimdi de Pusat'ın ağzından duyunca utanmış kızaran yüzümü görmemesi için bir şey arıyormuş gibi kafamı yere eğmiştim.
Ceplerine koyduğu elleriyle rahat bir tavırla beni izlerken bir şey aradığımı fark edince kaşlarını çatıp başını öne doğru hafifçe eğdi. "Taş yok mu taş? Kovayım şunu ya" dedim kendi kendime konuşuyormuş gibi. Bunu duyan Pusat gülerek bahçe kapısına doğru kaçarcasına giderken arkasını dönüp öpücük atmayı da ihmal etmemişti.
Yüzümdeki gülümsemeyi silmeye çalışırken kucağımdaki Güneş'i pışpışlayarak içeriye girdim. Güneş'i Asya ablaya postalarken ki onunla işim bitmişti salondaki koltuğu boşalmış babamın yerine baktım.
"Babam nerede?" dediğimde Asya abla Güneş'i emzirmeye başlamışken "sipariş gelmiş dükkana gittiler abini de çağırdı ama gitti mi bilmiyorum" diye açıklama yaptığında başımı usul usul sallayıp duş almak için banyoya ilerledim.
Hava o kadar sıcaktı ki gün içinde duş almazsam boğuluyormuş gibi hissediyordum. Kendimi buz gibi suyun altına atarken ilk bir kaç saniye titreyen vücudum hemen alışmış soğuk suyun tadını çıkarmaya başlamıştım. Sabahlara erken başladığımız için burada gün kırk sekiz saatmiş gibi hissettiriyordu.
Üstüme giydiğim mavi beyaz çizgili bluzun önündeki ipleri bağlayıp altıma örgü desenleri olan sarı şortumu giydim. Lotus çiçekli vücut losyonumu da sürüp üzerine parfümümü sıktım. Ayna karşısına geçip yanaklarıma pembe krem allık sürdükten sonra dudaklarımı da nemlendirip kırmızı rujumu hafifçe dokundurup dağıttım. Islak saçlarımı kurutma gereği duymadan tarayarak salona çıktım.
Annem salondaki koltukta otururken bakışları bana döndü. "Gel tarayayım saçlarını" dediğinde elimdeki tarak adeta havada kalmıştı. Hızla kendimi toparlarken "dur toka da getireyim" deyip odama geri döndüm. Toka bahanemdi hala ara sıra dolan gözlerimi saklamaya çalışıyordum. Derin bir nefes alıp toka kutumu elime alırken geri salona döndüm.
Koltukta oturan annemin önünde yere otururken bağdaş kurdum. Elleri önce saçlarımda dolanırken "kurutayım mı?" diye sordu sessizce. Başımı iki yana sallayıp "sevmiyorum" dediğimde gülüşünü duydum. "Çok değişmişsin ama hala benim kızımsın" dediğinde buruk bir şekilde gülümsemiştim. Değişmiş miydim? Bilmiyordum.
Ben buraya döndükten sonra bir yıl önce terk ettiğim o küçük kızı elimde tutuyormuş gibi hissediyordum. Yeniden ona dönmüş gibi ya da öyle olsun istiyordum. Annem uzattığım tarağımı alıp taramaya başladığında diğer elini de başımın üstüne koyup yavaş yavaş okşadı. "Ben olsam kendimi affetmezdim" dedi sessizce. Sustum yine ve yeniden, sustum ve sadece dinledim.
"Hep böyleydin, içinde nefret yoktu. Babasının kızı işte hep duygularınla hareket ediyorsun. Gurur duyuyorum ama seninle hakkım yok belki ama" dediğinde derin bir nefes aldı. "Affetme beni Leyla ama gitme de burası senin evin. Benim hatamın fişini seni her şeyden çok seven baban ve abine kesme. Her geçen gün daha da çöktü baban fark ettirmemeye çalışarak, sen dönünce adam yeniden on yaş gençleşti sanki" gözlerimle halının desenlerini izlerken annemin bilmem kaçıncı kez kurduğu cümlelerden sadece babam olan kısmı düşündüm.
Telefonda her konuştuğumuzda sesini zorla neşeli tutmaya çalışırdı. Buraya ilk geldiğim zaman da çöküklüğünü annemin durumuna bağlamıştım. Cevapsız bıraktığımda yanına koyduğum toka kutusuna baktı "öreyim mi saçlarını?" duyduğum cümle içimi karıncalaştırırken başımı usul usul salladım. "Olur."
Annem sessizlik içinde saçlarımdan küçük küçük tutamlar alıp sabırla örerken aklım yeniden çocukluğuma gitti. O zaman da duş aldıktan sonra ıslak saçlarımı örerdi. Örüklerimi açıp o gün kıvırcık gezmeye bayılırdım. Kapı çalınca hala saçlarımı ören annem yüzünden ayağa kalkamazken odadan çıkan Asya abla bize bakıp gülümsemiş ardından "ben bakarım" diyerek koşa koşa kapıyı açmaya gitmişti.
Oturduğum açıdan kapı yarım gözüktüğü için başımı biraz daha uzatıp kimin geldiğine bakmaya çalıştım. Asya abla kapıyı tamamen açtığında elini kapının pervazına yaslayıp derin derin soluyan abimin yorgun yüzü resmen ışıldamıştı.
Elinde tuttuğu ekmek poşetini Asya ablaya uzatıp içeriye geçti. Arkasından babam da içeri girince ben ve annemi görüp gülümsedi. "Oo hanımlar eski günleri hatırlattınız bana" deyip banyoya ilerlerken gülümsedim sadece.
Abim söylene söylene içeri girdiğinde banyoya giden babamı eliyle gösterdi "aradı oğlum bir saat işimiz var gelir misin dükkana dedi gittim depodaki tüm siparişi bana taşıttırdı" deyip eliyle tişörtünü silkti.
Bu haline kıkırdarken "oh olmuş sana tüm gün yatıyordun" dediğimde sinirli gözlerini bana çevirince hızla arkamdaki annemin bacaklarının arasına biraz daha girip gözlerimi ellerimle kapadım. Sanki gözlerimi kapatırsam abim beni görmeyecekti.
Pantolonun cebine zor bela sıkıştırdığı şeyi çıkarıp yanında dikilen Asya ablaya fırlattı. Asya abla refleksle ona atılan küçük peluş güneş şeklindeki oyuncağı tuttuğunda abime doğrulttu. "Bu ne?"
"Oyuncak."
"Ne gerek vardı?"
"Sana almadığıma göre fikrinin bir önemi yok" dedi abim burun kıvırıp boşalan banyoya doğru ilerlerken. Asya abla bir banyoya ilerleyen abimin arkasından bakıp bir de elindeki oyuncağa bakarken sabır çekmiş ardından dayanamayıp gülümsemişti. Abim her eve geldiğinde eli boş gelmese de Asya abla asla alışamamıştı bu duruma.
Annem saçımı örmeyi bitirdiğinde başımı iki yana sallayıp incecik örgülerimin yüzüme çarpması ile güldüm. "Saçların çok uzamış" annemden gelen cümle ile elim saçlarıma gitti. Belki de ilk defa bu kadar uzunlardı "kestireceğim" dedim hemen sanki uzaması suçmuş gibi kendimi savunurken. "Yakışmış böyle" dedi annem de yerinden yavaşça kalkarken.
Bazen çok iyi olsa da bazı günler en ufak bir harekette nefes nefese kalıyordu. Hızla koluna girip "nereye?" dediğimde gülerek "çarşıya Leyla nereye olacak odama" dediğinde sorduğum sorunun absürtlüğü ile ben de güldüm. Birlikte odasına doğru ilerlerken yatağına oturmasına yardım ettim. "Nasıl hissediyorsun bugün?" dediğimde başını salladı usul usul. "İyiyim iyiyim o nefes nefese kalmam eskiden de olurdu" dediğinde ben de başımı salladım.
Komodinin üzerindeki ilaçlardan artık kullanmayacağı ilacı elime alıp çekmecesini açtım. Tam ilacı koyacakken gördüğüm şey ile elim havada kaldı.
Annem elimin gittiği saç boyasına bakarken elini havaya savurdu "ay almıştım bir ara kalmış öyle orada" dedi alelacele. İkimiz de bunun neren burada olduğunu gayet iyi bilirken.
Başımı sallayıp odasından çıkarken hızla odama gidip telefonumu aldım. Hızla sık aramalarda olan Deniz'in ismine tıklarken açmasını bekledim. İkinci çalışta açılırken hemen lafa girdi "hasta bakıyorum hasta gelene kadar çabuk konuş" dediğinde gülüp sanki görebilecekmiş gibi başımı salladım. "Annemin saçını boyasam bir sorun olur mu?"
"Olur tabii ki de Leyla. Bir ay bekle en azından" deyip şak diye suratıma kapatırken neden olabileceğini soramamış olduğum için omuzlarım çöktü. Bir hafta olmuştu daha yeni, nasıl bekleyecektim üç hafta daha.
Odamdan çıkıp mutfağa ilerlerken çilek yiyen Asya abla bana da bir tane uzattı. Bu hareketine karşı kaşlarımı çattığımda "ay unutuyorum ne yapayım Leyla sevmeyen tek insan sen olabilirsin" deyip beni yargılarken keyifle yemeye devam etti çileklerini.
Yüzümü buruşturup buzdolabını açınca gördüğüm mürdüm erikleri ile adeta gözlerimdem kalpler fışkıracaktı. Hemen poşeti alıp erikleri yıkamaya başlarken Asya abla oturduğu sandalyeye daha da yayıldı "geri dönerken Meriç'i de götüreyim en azından diğer Yaman gibi alışveriş yapmayı sürekli unutmaz" dediğinde yediğim taşa rağmen kahkaha attım. Sürekli alışveriş yapmayı unutuyor eğer Asya abla takip etmezse aç kalacağımız günlerin kıyısından dönüyorduk.
Gülüşüm durunca bir anda akan çeşmeyi kapatıp Asya ablaya döndüm "diğer Yaman derken ben ne olacağım?" dedim sinirle. Kadın bir alışveriş yapmıyoruz diye gözden çıkarmıştı resmen beni. "Geri mi döneceksin Leyla?" dedi zaten cevabını biliyormuş gibi bir rahatlıkla.
Hiç düşünmeden başımı sallarken "seni yalnız mı bırakacağım?" dedim dehşete düşmüş bir sesle. Nasıl geri dönmeyeceğimi düşünürdü ki. "Birlikte çıktık bir yola hatırlatırım" deyip bir sandalye çektikten sonra erik dolu tabağımı da masaya koyarken oturdum.
Asya abla omuz silkip önümdeki tabaktan bir erik alırken "Güneş'i yaparken hiç yanımdaymışsın gibi hatırlamıyorum ama" dediğinde bir anda duyduğum cümle ile lokmam boğazımda kalmıştı.
Asya abla gülerek sırtıma vurup "helal, helal" dediğinde çattığım kaşlarımla ona öfke dolu bakışlar atıyordum öksürüklerimin arasından. "O nasıl laf ya?" dediğimde bir bacağını diğerinin üstüne atıp bir tane daha erik arakladı.
"Ne nasılı? Benim yaptığım hataların bedelini niye benimle ödemeye bu kadar meraklısın? Bak benim dönecek bir evim yok diye neredeyse bir haftadır sizinle kalıyorum. Ama senin için her şey daha farklı Leyla aç gözünü. Kapısı sonuna kadar açık bir aile evin var, seni seven biri var" dedi tek tek sanki cümlelerini kafama sokmak istiyordu.
Aniden yerimde dikleşip "senin de var" dedim bir hışımla. Cümlemin sonunun nereye gideceğini düşünmezken yavaşça yutkunup "aile evin yani burası benim olduğum kadar da senin de evin görmüyor musun?" deyip elimi içeriye doğru uzattım.
"Hepsi çok seviyor sizi" dediğimde başını salladı. "Asla inkar edemem çok da minnet doluyum bunun için emin ol ama Leyla aileye minnet duymazsın" dediğinde cümlelerinin sertliğinin sebebinin benim bir şeyleri fark etmem olduğunu biliyordum.
"Asya abla" dedim ki mutfağa giren abimin sesi ile cümlem yarıda kaldı. "Of kurt gibi açım var ya. Yemekte ne var?" diye bağırdı resmen bir yandan da elindeki havlu ile ıslak saçlarını kurutuyordu.
Asya abla benim tabağımdan çaldığı eriklerden sıkılmış gibi kendi tabağındaki çileklere dönerken "sen ne yaparsan o" dedi. Abim bir eliyle kendini bir eliyle tezgahı gösterirken "ben mi?" diye sormuştu kaşları havalanırken.
Biz Meriç abime çoraplarını banyo kapısına değil de sepete atmayı daha yeni iki sene önce öğretmişken Asya ablanın beklentileri beni şok ediyordu. Sessiz kalıp ki aralarında çıkan bir laf atışmasına atlayacak kadar sıyırmamıştım henüz eriklerimi yemeye devam ettim.
Asya abla şöyle ayağından başına kadar yavaş yavaş abimi süzerken abim daha da dikleşip kaslarını sıkarken yüzüne kocaman bir sırıtış yerleştirdi. Asya abladan ne duymayı bekliyordu bilmiyordum ama kesinlikle beklediği "bir engelin yok gibi görünüyor" demesi değildi. Çünkü bunu sırıtan yüzünün an ve an düşmesinden anlıyordum.
"İyi, tamam" diyen abimle doğru mu duydum diye hızla başımı kaldırırken buzdolabını açmış içini görmek için kapının önünde iki büklüm olan abimle doğru gördüğümü anlamıştım.
Abim doğrulurken hala elinde tuttuğu ıslak havluyu kafama fırlatıp "ne yemek istersiniz Asya Hanım?" diye sormuştu oldukça resmi bir sesle.
Yüzümü kapatan havluyu yavaşça yüzümden çekerken kenardaki sandalyeye attım. Asya abla büzdüğü dudaklarıyla düşünüyormuş gibi davranırken bu haline hafifçe gülmüştüm. Karşıdan o kadar tatlı duruyordu ki.
Eliyle çenesini kaşırken biraz daha düşünüyormuş gibi rol kesti abim derin bir nefes alıp "seçme hakkını kaybettin bildiğimi yapacağım" dediğinde hızla bakışlarımı yeniden Asya ablaya çevirdim. Aç kalacaktık!
Asya abla yerinden doğrulurken hızla dolaptan sebze çıkaran abimin yanında aldı soluğu. "Düşünüyordum ama" dedi ondan beklemeyeceğim bir mızmızlıkla abim dilini damağına vurup Asya ablanın omzundan hafifçe itikleyip kapattığı yolunu açarken "çok düşündün süren geçti" dediğinde bakışlarımı masaya çevirdim, aç kalacaktık.
Asya abla tezgaha yaslanıp sebzeleri yıkamaya başlamış abime bakarken kollarını göğsünde bağladı. "Ne yapacaksın?" dediğinde abim yıkama işlemini detaylı bir şekilde sürdüyordu. "Şefin spesyeli" dediğinde ağlamak istiyordum, kesinlikle aç kalacaktık.
Asya abla ile Meriç abimin binbir kavga ile çıkarmaya çalıştıkları yemekten ilgim dağılmış biten erik tabağımı izliyordum. Canım her ne kadar biraz daha istese de kendimi harika yemeğe saklıyordum.
"Afrikalı yardım etmeyi düşünmüyor musun?" diyen abimle arkamı döndüm. Sırf saçlarımdaki örgüler nedeniyle yaptığı acayip komik şakayı görmezden gelirken tezgah başında adeta savaşan ikiliye baktım. "Yok ben iyiyim böyle."
Tekrar masayı izlerken aklımda Asya ablanın sözleri dönüyordu. Dönmeyecek miydim? Dönmesem bir dert dönsem bin dertti.
Derin bir iç çekerken aklıma Pusat geldi. Hiç aramadığını fark edince kaşlarım çatıldı. Daha ikinci günden bu nasıl bir salmışlıktı böyle ilişkinin cicim aylarındayken aramayacaktı da ne zaman arayacaktı? Tamam, bugün iki defa görmüş olabilirdim ama yine karışık duygularımdan kaçmak için bulduğum sinirlenme bahanemdi bu.
"Güneş uyanacak" dedim birbirlerine bağırmaya başlayan ikiliyi susturmanın tek yöntemi buydu çünkü. "Asya domates öyle mi doğranır?" diye beni umursamadan yükseldi abim.
Asya abla elindeki domates ve bıcağı bırakırken "al doğra bakalım domates profesörü" demiş elini yıkamaya başlamıştı bile.
Abim Asya ablaya cevap vermeye korkunca ilk söylediğimde umursamadığı cümleme döndü. "Uyanırsa döverim seni."
İki elimle kendimi gösterirken "ben ne yaptım ya şimdi" demiş yine cevapsız kalmışken kalkıp salona gitmiştim.
Yazın en sevdiğim aktivite olan televizyon karşısına uzanırken ev programlarından birini açtım. Babam annemin odasından çıkıp baş ucuma oturduğunda sessizce "uyudu" dedi. Helal olsundu kadına içeride birazdan birbirini boğazlayacak ikiliye rağmen uyuyabilmek büyük bir yetenekti.
Sonunda Asya ablayla Meriç abim yaptıkları yemeği biririp masayı hazırlamaya başladıklarında yardım etmek yerine koltukta uyuyakalmış gibi rol kesmenin canımın sağlığı için çok daha iyi olacağını biliyordum.
Babam bu halime bıyık altından gülerken bir gözümü açıp çaktırmadan uyardım babamı. Meriç abim keyifli sesiyle "yemek hazır" diye seslendiğinde yerimde azıcık dönüp sanki bu sese uyanmış gibi gözlerimi ovuşturdum.
Babamın peşinden masaya yürürken abim kafama vurup "bari rol yapmayı becer" dediğinde esneyip "ne rolü ya" diye diretmeye devam ettim hiç utanmadan.
Gözlerimi masadaki yemeğe çevirirken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Sanki kuzu tandır yapıyormuş gibi triplenen abimin yaptığı yemek tam olarak domates soslu kızartmaydı. Domates sosunun Asya ablanın yaptığı domates soslu kızartmaydı hem de.
Babam tabaktaki patlıcan, biber, havuç ve patates kızartmasına bakarken başını usul usul sallayıp bana döndü. "Kızım buzdolabının üstünde pideci magneti vardı getirsene" dediğinde duyduğum cümleyle elimi karnıma koyup gülmeye başladım. Meriç abim bakışlarını anında bana çevirirken babamdan aldığım cesaret ile daha da güldüm.
Asya abla da gülüp "domates sosu ve yoğurtla yenir Ekrem amca ya" dedi kendi de buna inanmamış gibi. Babam başını iki yana sallarken "Asya kızımın hatrına" deyip sandalyesini çekip oturdu.
Meriç abim beğenilmemenin yaşattığı gurur kırıklığı ile konuşmazken biz hala gülüyorduk. En son gülmemi durdurup "çaba var ya çaba" dedim kendi kendime.
Asya abla çatalını yamuk yumuk kesilmiş bir patatese batırıp havaya kaldırdığında "hiç olmadı karpuz peynir yeriz" dediğinde Meriç abim bir tabaktaki küfür etsek utancından daha çok kızaran sebzelere bir de Asya ablaya baktı.
"İyi yemeyin ben yerim" deyip ortadaki büyük cam tabağı önüne çekince "bizim için bu iyiliği yapar mısın cidden?" dediğimde ağzına bir tane patates attı hırsla.
Babam arkasına yaslanırken "ben pide fikrimin hala arkasındayım" dediğinde abim hırsla çiğnediği patatesi yutmaya çalışırken babama da cevap vermek istediği için boğazına kaçmıştı.
Öksürmeye başladığında Asya abla telaşla su uzatıp sırtına vurmaya başladı ama ben hala otuz iki diş sırıtıyordum. Suyunu yudumlayıp kendine gelince babama döndü "sonra göbek yaptım diye söyleniyorsun Ekrem Başkan oğlun yapmış iste mis gibi yemek pide de pide" dedi utanmadan.
Babam bir göbeğine bir masaya bakarken ayaklandı "en iyisi karpuz doğrayayım" dediğinde yeniden gülmüştüm. Yazın karpuz peynir yemeyi sevdiğim için benlik hava gayet hoştu.
Asya abla tabağa bakarken "benim domates sosum bile kurtaramadı" dediğinde yeniden kahkaha attım. Babamın olmayışını fırsat bilen abim masanın üzerinden uzanıp kafama vurduğunda gülüşüm yarıda kaldı. "Baba oğlun bana vurdu."
Babam mutfaktan "Meriç" diye seslenince abim geri yerine oturdu. Ben de kalkıp peynir çıkarırken karpuzu tabaklara dolduran babamla beraber yeniden masaya oturduk.
Asya abla hafif kızarmış sebzeleri 'fırınlayalım bir şeyler yapalım israf olmasın' deyince çıkan fikirlerle beraber yemeğimizi yemiştik. Abim arkasını yaslarken "bu arada çocuklar akşam toplanalım bahçede semaver yakalım" dediğinde son lokmamı hızla ağzıma attım. Hemen çıkmak istiyordum.
Ayaklandığımda hala yedikleri için hızla elimi yıkayıp odama koştum. Minik örgülerimi açıp ki böyle dışarı çıkamazdım iyice saçlarımı karıştırıp bu kadarcık zamanda bile oluşan kıvırcıklarımı düzelttim. Saçlarım kabarmasın diye elime sıktığım köpükle düzelttikten sonra allık ve rujumu tazelemiş kirpiklerimi de kıvırmıştım. Üstümün iyi olduğunu düşünürken askılı bluzumun önündeki ipleri yeniden sıkıca bağladım. Oturduğum için kayan şortumu da düzeltirken tamam olduğumu düşünüp çıktım odadan.
Uyanan Güneş ile ilgilenen Asya ablaya gülümseyip masayı toplayan abime yardım ettim. Her geçen gün beni daha da şaşırtıyordu kesinlikle. Ya ben yokken ailedeki tek çocuk olduğu için her şeyi yapmaya başlamıştı ya da değişmişti o da. Masayı topladıktan sonra çay tepsisini de hazırlayıp salondaki Asya ablanın yanına gittim. "Hadi Asya abla çıkalım."
Hevesli sesim Asya ablanın bakışlarını görünce adeta içime kaçmıştı. "Biz evde kalsak hem Güneş de durmaz şimdi" dedi çekingen bir sesle. Asıl çekinçesinin Kağan abiyi görmek olduğunu biliyordum. Kağan abi normalde o kadar sinirli biriydi ki diyeceklerinden çekiniyor ortamı germek istemiyordu. Ama bilmiyordu ki Kağan abinin Güneş için canını verebileceğini. Bunu bugün bizzat görmüş ve hissetmiştim.
Koltuğa yerleşmiş babam gülümseyerek Asya ablaya döndü. "Torunumla vakit geçirmek istiyorum ben siz gidin" dediğinde ben de Asya abla da Meriç abim de bir ağız gülümsemiştik. Belki Güneş'in asıl dedesi ve nenesi küstü ona ama burada aslanlar gibi dedesi vardı. Babama minnetle gülümserken onun odak noktası kollarının arasına aldığı Güneş'ti. Hepsi çoktan alışmışlardı ona.
Üçümüz sonunda bahçeye çıktığımızda gelen seslerle bizimkilerin de geldiğini anlamıştım. Adımlarımı hızlı hızlı atarken abim arkamdan bu halime gülmüştü. Özlem, beni tekrardan o küçük kıza döndürmüştü.
Bahçede semaverle uğraşan Yusuf abi ve ekürisi Kağan abiye selam verip elimdeki tepsiyi masaya bıraktım. Kağan abiyle Asya abla birbirlerini görünce verecekleri tepkiye bakmak için başımı masadan yavaşça kaldırıp ikisine baktım.
Kağan abi göz ucuyla Asya ablaya bakıp yaptığı işe geri dönmüştü. Asya ablanın yüzü hayal kırıklığı ile düşerken adımları durdu. Hala bir adım bekliyordu bin adım atmaya yüzü olsun diye.
Meriç abim bir kolunu Asya ablanın omzuna atıp onu yürütürken gülümsedim. Onu asla yalnız bırakmıyor her daim yanında kapı gibi duruyordu. Zamanında onun için Kağan abiye bile vurmuştu neticede.
Gözlerim bahçemde gezinirken içeriden fırsat buldukça elimden geleni yapmış burayı biraz adam etmiştim. Son hali kesinlikle ilk halinden çok daha iyiyken yarın pazartesi pazarından mevsimi olan çiçekleri almayı da zihnime not ederken açılan bahçe kapısı ile bakışlarım oraya döndü.
Sare'yi görür görmez gülümseyip hızla yerimden kalkıp resmen kollarına attım kendimi. Yeni aldığı bir projeden ötürü sabahtan akşama kadar çizim yapıyordu ve onu çok fazla göremiyordum. Bir de hanımefendi telefonla konuşmaktan nefret ettiği için sana bir şey anlatmam lazım diye aradığım her an gerekirse on sene bekle yüzüme anlat derdi.
Biz sıkı sıkı sarılırken arkasındaki Oğuz'u görmemle gülüşüm büyüdü. Çocuk asla ama asla düşmüyordu Sare'nin yakasından.
"Sabahtan beri çizim yapıyorum geberdim oğlum geberdim" diye söylenerek abimlerin yanına doğru ilerledi. Tek tek herkesle selamlaşırken Sare burun kıvırıp konuştu. "Olmasaydın mimar. Sana mimar ol diyen mi vardı? Yok."
Evet, bir de bu mevzu vardı. Sırf Sare iç mimarlık istiyor diye ondan bir yaş büyük olan Oğuz daha Sare üniversiteye başlamadan sabah akşam çalışmış mimarlık kazanmıştı.
Yeniden Sare'nin yanına adımlayıp "ileride yuvamızın içini sen dışını ben yapalım diye katlanıyoruz be tarçınlı kekim" dediğinde dayanamayıp kahkaha atmıştım.
Sare esmer diye aklına gelebilecek her esmerliği çağrıştıran kelimeyi kullanıyordu. Gülüşlerimin arasında "gerizekalı" derken bana dil çıkarıp tekrar sevdiceğine döndü.
Yusuf abi "ailedeki tüm zekaya ait genleri ben alınca bu da böyle yaşamaya mahkum oldu" dediğinde hepimiz gülmüştük. "Bari senden iki yaş küçük olmama rağmen senden önce mezun olduğum gerçeğini hatırlayıp utansan" dediğinde Oğuz bir savaş başlatmış ben ise daha rahat izlemek için sandalyemi çekip oturmuştum.
Yusuf abi sigarasını yakmak için semaverin ateşine doğru eğilmişken Oğuz'un attığı lafla hızla doğruldu. "Oğlum tıp okuyorum ben" derken cümlesini kendi çığlığı yarıda kesti.
Önündeki saçların tutuştuğunu görünce önümdeki Asya ablanın son dakika tepsiye koyduğu koca bir bardak suyu adeta yüzüne fırlattım. Sigarayı yakayım derken kendini yakacaktı herif resmen.
Kağan abi söndüğünden emin olunca gülerek "az önce zekiyim falan bir şeyler diyordun neydi kardeşim devamı?" dediğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
Yusuf abinin eli azıcık yanmış saçlarına giderken "çizdik fiyakayı" dedi melül melül. Sare oturduğu sandalyeden doğrulup "hala on numarasın" diyerek elini kaldırdığında Yusuf abi de elini göğsüne koyup başını hafifçe eğerek selamladı onu.
Anlık yaşadığımız korku geçince gülüşmelerin arasında gözlerim kendi sevdiceğimi aradı. Herkes masanın bir tarafına oturmuşken Asya ablamın yanına Meriç abim kurulmuş Kağan abi ise onlara en ters kalacak köşeyi tercih etmişti. Oğuz tek başına saniyelik oluşan bu gergin havayı dağıtırken herkes bir ağızdan gülüyordu.
Kimseye Pusat'ı soramazken ki sanki normalde de arkadaşım değildi de şimdi sorsam hemen anlaşılır gibi hissediyordum. Yerimde suspus olmuş yolunu gözlüyordum. Arkadaşlarımdan bir çekincem yoktu sadece hem ortalık az durulsun bir kendimize gelelim istiyordum hem de Pusat'ın böyle kıvranması hoşuma gidiyordu.
Bahçe kapısı açılırken bakışlarım oraya döndü. Yavaş yavaş içeriye adımlamasını izlerken sanki o an sandalyede nefesim tutulmuştu. Sokak lambasının aydınlattığı yüzünde gezdirdim gözlerimi. Uzun boyu ben otururken sanki daha da uzunmuş gibi duruyordu. Kahverengi gözleri ışığın altında adeta parlarken keskin yüz hatlarında gezindi bakışlarım. İçimden bir ses 'şimdi biz kaptık değil mi bu oğlanı?' derken gülümsedim. Vallahi de ben kapmıştım.
Elindeki poşeti önüme koyarken yanımda oturan Oğuz'a tek bir bakış atmıştı ki bu da Oğuz'u Sare'nin diğer tarafında kalan boş sandalyeye postalamıştı. Hiçbir şey demeden gelen hoş geldinlere başıyını hafifçe eğip yanıma kuruldu.
O an benim yanımdaki Pusat ile insanların yanındaki Pusat'ın farkını iyiden iyiye anlamıştım. Her ne kadar bu insanların her birini çok sevse de çoğu zaman üzerinde bir ağır ifade olurdu. Bazen kırıyordu o ifadesini işte o zaman onu ısırmak istiyordum resmen.
Bu düşünce içimde bir sürü havai fişek patlamasına sebep olurken örüldüğü için kıvır kıvır olan saçlarım önüme düşüp duruyordu. Hızla kulak arkama sıkıştırıp yandan yandan Pusat'a bakmıştım. Keşke karşıma otursaydı çok daha rahat izleyebilirdim diye düşünürken o masadaki sohbeti gözleriyle takip edip rahat bir hareketle kolunu sandalyemin arkasına attı.
Konunun ne ara Asya ablanın üniversite yıllarına geldiğini anlayamamışken Sare kocaman bir iç çekti. "Ay Asya abla o zaman gözümüze o kadar havalı geliyordu ki. Biz tabii yeni liseye geçmişiz Asya ablanın üniversitede üçüncü yılı falan bi gelirdi Bursa'ya o kombinler o saç nefesimiz kesilirdi" iki elini de çenesine koyup dirseklerini masaya yasladığında hatırladığım zamanlarla beraber gülümsedim. Asya abla yıllarca mahallenin en popüler kızı olmuştu.
"Şimdi tabii çocuklu anne oldum çirkinleştim mi Sare?" dedi Asya abla yüzüne kondurduğu sahte sinirle. Tam bir şey diyecektim ki sırtımda hissettiğim parmaklarla kelimeler boğazıma dizilmişti adeta. Pusat yerinde keyifle otururken parmağının ucuyla sırtımda daireler çizmeye başlamıştı.
Sanki herhangi bir tepkimde herkes bizi yakalayacakmış gibi ki benden duymalarını isterdim nefesimi tutmuş bir dikenin üstünde oturuyormuş gibi dimdik olmuştum. Ben saklayalım dedikçe bu kuduruyordu.
Delici bakışlarımı yandan yandan Pusat'a dikerken yerinde daha da yayıldı. Beni gram umursamıyordu. Bu şimdiden böyleyse birilerine söyledikten sonra nasıl olur diye korkmaya başlamıştım.
Gözlerim yeniden masadakilere kayarken tekrar eskisi gibi aynı masanın etrafında toplanmış olmanın verdiği mutluluk içimi ısıtıyordu. Yanımdaki herifi görmezden gelmeye çalışırken Oğuz sohbetten kopup Pusat'ın getirip önüme bıraktığı poşeti açtı.
"Ana tiramisu" dediğinde hatırladığım anlarla yüzümde bir gülümseme belirmişti.
İstanbul'dan geldiği zaman da aynı böyle getirmişti tiramisuyu. Sert bir sesle "Leyla'nın" demişti. O zaman ona olan öfkemi hatırlıyordum hiç geçmeyecek gibiydi. İki yılın sonunda hatırladığı tek kelime ile aralamıştı gönlümün kapılarını.
Tatlıma aşkla bakarken bunca insanın içinde tek başıma bunu yememi düşünmüyordu herhalde diye geçirdim içimden. "Sizinkileri Yusuf getirdi" dedi sanki içimden geçen cümleyi okumuş gibi. Gruptaki herkes farklı tatlılar sevdiği için Yusuf abi poşetten çeşit çeşit tatlı paketi çıkarırken herkes havada kapıyordu.
Onların gülüşmeleri bahçeyi sararken tiramisumu önüme aldım. Tepsideki kaşıklardan birine uzanıp onu da alınca "Teşekkür ederim Pusat abi" dedim abiyi bastırıp şirince sırıtırken. Bu sefer tamamen gıcıklığına demiştim. Madem o üstüme oynuyordu ben de üstüne oynardım. Gün savaş günüydü.
Bir bacağını diğerinin üstüne yavaşça atıp belimdeki parmaklarını saçlarıma doğru çıkardı. Sırtıma dökülen saç tutamlarımın büklelerine parmaklarını sararken ağzıma götürdüğüm kaşığın havada kalmasına sebep olan o cümleyi kurdu keyifle.
"Abin yesin seni."
❄️
Merhabaa, kullandığım bir saç ürünü gözüme alerji yaptığı için ekrana çok bakamıyordum o yüzden bölüm biraz gecikti. Kusura bakmayınn💖
Sonunda huzurlu bir bölüm onların günlük hayatını çok özlemişim... Keyifli okumalar diliyorum yorumlarınızı bekliyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 36.53k Okunma |
2.07k Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |