Öyleydi çocuk, biraz kırgın biraz mutlu.
Hayatının değdiği parmak uçlarının artık eskisi kadar yumuşak olmadığını da biliyordu.
Büyümüş, serpilmiş ve hüzünlenmişti.
Etrafına baktığında gördüğü kalabalık ise aynı kalmıştı.
Silik silüetler netleşmiş, buruk bakışlar sevinçle dolmuştu.
Ona koşan insanların yüzlerini tek tek tanırken en çok görmek istediğini aradı.
Onlarca bakış arasında muhtaç olduğu tek bakışı, bir çift kahverengiyi.
Yoktu, bu içinde bir fırtına başlatırken kalbini bindirdiği gemi dalgalara karşı duruyordu.
Sonra biri yaklaştı arkasından, bir el tuttu soğuk elini.
Elinden tüm vücuduna hızla bir sıcaklık yayıldı, en iyi bildiği histi bu.
"Geldim" dedi hasret kaldığı ses.
"Hep buradaydım" diye de devam etti.
"Beni görmeni bekledim" demesini beklemiyordu.
"Görmedin" dediğinde arkasını dönmek istedi.
"Hep burada olacağım görmesen bile" diye noktaladı konuşmasını.
Beline kuşak gibi dolanan kollarla güvenli limanı saydığı göğüse sığındı. Her ne olursa olsun dönüp dolaşıp varacağı yer burasıydı.
Baştan başladığı yer sonu da olacaktı.
Yazdığım cümlelerle derin bir nefes verdim. Defterimin arasına koyduğum kalemle kapağını kapatmış esen rüzgarın önüme getirdiği saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırmıştım. Kaç saattir bu sahildeydim bilmiyordum. Masmavi denize baktığımda deftere bir bir dökülen cümlelerim içimde dönüp duruyordu.
Sonunda kitabı bitirdiğime kanaat getirmiştim. Asya ablanın aklıma soktuğu bir kaç yayınevine gönderecektim. Bunun için artık eve gitmem gerektiğini düşünerek ayaklandım. Üstüme bulaşmış kumları bir kaç hareketle temizlerken uyuşuk adımlarla çıktım sahilden.
Kafamın bu kadar boşalmış olması kuş gibi hafif hissettirmişti. Sanki yazdığım cümleleri birebir yaşamış gibiydim. Ayağımın ucundaki taşa vuruyor bir kaç adım ilerledikten sonra durduğu yere varıp tekrar vuruyordum. Bu taşla beraber evin önüne kadar geldiğimizde yol arkadaşım olan taşıma el sallayıp binaya girdim. Kol saatime baktığımda Asya ablanın çoktan eve gelmiş olması gerektiğini fark etmiştim. Umarım beni merak etmemişti çünkü telefonumun şarjı bitmişti aradıysa da ulaşamamıştı.
Evin kapısına varınca derin bir nefes aldım birazdan yiyeceğim azarlara kendimi hazırlarken anahtarı takıp çevirdim. Kapı açıldığında koşa koşa kapıya gelecek olan Asya ablayı beklemiş göremediğimde de kaşlarım çatılmıştı. Banyodadır herhalde diyerek içeri girdim. Salona doğru adımlarken bir yandan da kaderime teslim olmuş "Asya abla ben geldim" diye seslenmiştim sesimi oldukça neşeli ve sevimli çıkarmaya çalışıyordum ki bana kızamasındı.
Salona girdiğimde gördüğüm Asya abla ile elimdeki defter yeri boyladı. Kalbimin hızlı hızlı attığını hissediyor anında basan ter vücudumda süzülüyordu. Kendime geldiğimde koşarak yerdeki Asya ablanın yanına oturdum. Elimi yanaklarına koyup kendine getirmeye çalışıyordum. "Asya abla duyuyor musun beni? Asya abla bir şey de" panikle konuştuğumda hala gözleri kapalı olan Asya ablayla yüzümün ıslandığını hissetmiştim.
Ne ara ağlamaya başlamıştım bilmiyordum ama muhtemelen yere düşerken kendiyle beraber düşen telefonuna uzandım. Benim numaramı görünce içime çöken vicdan azabını göz ardı etmek zorundaydım. Şu an sakin kalıp ambulansı aramaya çalışmak önceliğimdi. Tabii ne kadar sakin kalabilirsem.
"Alo ambulans... alo Asya abla bayılmış ben eve geldiğimde... adres mi? Evet söylüyorum" ben kiminle konuştuğumu bir anlık unutup telaşla Asya ablayı gördüğüm andan bahsediyordum ki karşı tarafın sorduğu soru bulanık zihnimi toparlamış gözlerimden akan yaşlar dudağımla buluşurken hızla adresi söylemiştim. Hatırladığım kadarıyla hastane bize çok yakındı, umarım şanslı sayılırdık.
Bir yandan hala Asya ablaya sesleniyor uyanması için yapabileceğim şeyleri düşünüyordum. Sanki beynim durmuştu hem üzüntü hem suçluluk duygusu içimi sararken derin bir nefes verdim. Hala yerde yatan Asya abladan hiçbir hareket gelmemişti. Ambulans sesini işittiğimde şükür etmiştim. Sanırım şimdilik şanslı sayılırdık.
Ambulansa bindirildiği an gözümün önünden şerit şerit geçerken sedyeyle hastaneye girmiştik bile. Sedyenin peşinden koşar adımlarla giderken tek isteğim bir an evvel gözlerinin açılmasıydı. Duyduğum hiçbir tıbbı terim içimi rahatlatmıyor durumdan bir haber etmiyordu beni. Başımıza gelen doktorlardan biri "hastanın adı?" diye sormuştu bana. Kafamı kaldırıp tam cevap verecektim ki sedyenin yanına hızla gelen doktor benim yerime cevapladı.
Duyduğum şeyle kafamı hızla kaldırıp konuşan doktora baktım. O ise gözünü bile kırpmadan Asya ablaya bakıyordu. Gözlerimi kırpıştırıp tanıdık biri mi diye bakmıştım ama değildi. Tahminimce abimlerin yaşında belki daha büyük olan bu kişiyi ilk defa görmüştüm. Tekrar odak noktam Asya abla olurken elimi saçlarıma geçirdim hırsla. Onu böyle görmek delirmiş gibi hissettiriyordu.
Asya ablanın olduğu sedye benden uzaklaşırken nefeslenmeye çalıştım. Omuzlarım hüzünle çökerken Asya ablaya müdahale ediyorlardı. Duvara yaslanmış sabırla bekliyordum. Ellerimi birbirine geçirip geçirip açarken son günleri düşündüm. Taşınalı beş gün olmuştu. O günden beri bir kaç defa daha kusmuştu ama sürekli midesini üşüttüğü ya da regl olmadan önce sürekli kustuğunu söylemişti. Yemek de pek yemiyordu belki de yorgun düşmüştü. Kendi başıma koridorda kendime teselli vermeye çalışırken hızlı hızlı inip kalkan göğsümü dinginleştirmeye çalıştım.
Bir doktor içeriden çıkınca sadece Asya ablanın ismini söyleyen doktor kalmıştı içeride daha fazla dayanamayıp içeri girmiştim. Aldıkları test sonuçları çıkmış önündeki sonuçlara bakıyordu. Kaşları çatılıp an ve an kafasının Asya ablaya geri dönmesini izledim. Bir garip bakıyordu, çözememiştim.
Artık sabrımın tükendiğini ne olduysa söylemeleri gerektiğine dair bir şey söyleyecektim ki Asya ablanın gözlerinin kıpırdadığını gördüm. Hızla yatağa yaklaşırken Asya ablanın tamamen açılan gözleri önce bana ardından arkamdaki doktora değmişti. Gözleri takılı kalınca ben de yavaşça arkama döndüm. Aralarındaki saçma bakışma burada bilmediğim bir şeyler olduğuna işaret ederken kaşlarım çatılmıştı tekrar Asya ablaya dönerken sorgularcasına kafamı salladım.
Tam ağzını açmıştı ki arkamdaki doktorun sesi kulaklarımda yankılandı. "İki aylık hamilesin Asya yorgun düşmüşsün şu an değerlerin gayet düzgün."
Duyduklarımla ağzım yavaş yavaş yere doğru inerken gözlerimi kırpıştırdım. Doğru duymuş olamazdım değil mi? Bir hışımla doktora dönecektim ki yüzünde zerre şaşkınlık belirtisi olmayan Asya ablada takılı kaldı bakışlarım. "Şaka değil mi?" dediğimde gözlerini kapadı sıkıca. Sessizce dediği "keşke" lafıyla zaten bildiğini anlamış bir elimi karnıma koymuştum. "Nasıl?" dedim hala kabullenmeyerek madem biliyordu bana neden söylememişti de ecel terleri dökmüştüm. "Şüphelenip test yapmıştım sen evde yokken gelene kadar da dayanamadım sanırım" dediğinde kafamdaki eksik parçalar yavaş yavaş oturmuştu.
Ben hala olduğum yere çakılı kalmışken beynimde resmen bir sürü soru cümlesi akıyordu. Bundan sonra neler olacaktan başlayıp ucu bucağı olmayan sorulardı. Ben odanın ortasında kendi iç savaşımı verirken Asya abla doğrulmaya çalışmış arkamdaki doktor hızla gidip onu tutmuştu. "Acelen ne?" dediğinde bir doktorun hastasıyla konuştuğu gibi konuşmadığını fark etmiştim.
Bir garipti ve bu beni felaket gıcık etmişti. Zaten yeteri kadar sorunum varken bir de ona gıcık olmakla uğraşamam deyip kafamı iki yana salladım. Onun tuttuğu Asya ablayı tutmak için adım atmıştım ki geçireceğim ikinci şok için konuştu Asya abla "bırak Deniz hava almak istiyorum."
Deniz mi? Doktorun adını nereden biliyordu? Kartlık falan mı vardı da ben anın korkusuyla görememiştim. Başımı hafifçe isminin Deniz olduğunu öğrendiğim doktorun göğsüne doğru eğerken hala bir kartlık görmemiştim. Onlar ise birbirinden bakışlarını çekip gizlice bakmaya çalıştığımı sanan bana bakmışlardı. Ardından ikisi de gülmeye başlayınca delirmiş gibi hissediyordum. Acaba deniz kenarında uyuyakalmıştım da bu bir rüya mıydı? Deniz dediğimde bu Deniz değil he mavi olan hani var ya akıyor böyle.
Bir an kendimi cimciklediğimde acı içinde yerimden sıçradım. Rüyada değildim. O halde birbirine bakıp gülümseyen Asya abla ile Doktor Deniz tanışıyordu. O an içimdeki küçük küçük adamcıklar yerlerinden çıkıp beni alkışlamaya başladı 'tüm sırrı çözdün Leyla aferin' dediklerinde bakıştığım duvarla kesin bir karar aldım. Delirmiştim.
Gözlerim tekrar Asya ablayı bulurken "lan hamilesin" diye bildiğiniz çığlık atmıştım. Hala kabullenemediğim şeyle Doktor Deniz Asya ablaya baktı "arkadaşını psikiyatriye yönlendireyim mi?" dediğinde Asya abla gülmüş "yok ya tanısan seversin" demişti. Sanki ben orada değilmişim gibi konuştuklarında sadece olaylara şaşıran ben miydim diye düşündüm. "Bir an beni tanıyamadın sandım" dediğinde Doktor Deniz Asya abla gülümseyip "tanımamam mümkün mü?" demişti. Tamam o zaman tanışmışlığınızı da konuştuğunuza göre asıl mevzumuza dönelim diyerekten hızla Asya ablanın yanına gitmiş Doktor Deniz denilen şahsı hafif bir omuz hareketiyle saf dışı bırakmıştım.
"Hamilesin?" dedim sorarcasına Asya abla başını usul usul sallayıp "bir daha sorarsan istemediğini düşüneceğim" demişti. O zaten şokunu yaşadığı için şaşıran tek kişi bendim. Hızla Asya ablaya sarıldığımda dolan gözlerim tekrardan boşalmıştı iyice sulugöz bir şey olmuştum. "Sana bir şey oldu sandım" dediğimde eliyle sırtımı sıvazlayıp "özür dilerim" demişti.
Kollarından ayrılırken bu sefer sanki ben orada o yokmuş gibi davranarak ki hala buradaydı hastası falan da mı yoktu bu herifin çakılıp kalmıştı yanımızda. "Kim bu arkadaş?" dediğimde Asya abla arkamdaki Doktor Deniz'e bakışlarını değdirip "liseden arkadaşım Deniz" demişti. Şimdi taşlar yerine tamamen oturuyordu işte. Asya abla biz daha buraya ilk geldiğimizde bir iki defa bahsetmişti liseden bir arkadaşının burada doktorluk yaptığını. Demek ki denk gelmek bugüne kısmetti.
Geldiğimden beri yok saydığım Deniz'e doğru dönüp elimi uzattım. "Ben Leyla" dediğimde yüzüne sıcak diyebileceğimiz bir gülümseme kondurdu. Kahverengi saçları, kahverengi gözleri ve uzun boyuyla oldukça yakın bir siması vardı.
"Ben de Deniz" deyip sıktı elimi. Asya abla gülerek "desenize artık Yalova'da üç Bursalı olduk diye" demişti. Deniz de ona gülümserken ben ise Asya ablanın karnına bakıp "dört kişiyiz" dediğimde Asya abla elini karnına götürüp kararsızca dokundu. Onun için kabullenmek zordu tahmin edebiliyordum.
Deniz'e dönerken "eve gidebilir miyiz peki biz?" dediğimde Asya ablaya bakmış kafasını olumlu anlamda sallamıştı. "İsterseniz biraz bekleyin son iki hastama da bakıp çıkacağım sizi ben bırakayım eve" dediğinde ben de Asya ablaya bakmıştım. Taksiyle eve dönmektense onunla dönmek daha iyi bi seçenekti. Çünkü anın korkusuyla ne cüzdan almıştım yanımıza ne telefon. Asya abla gözlerini kırpıştırıp "bir kahvemizi içersen" demiş Deniz ise gülerek odadan çıkmıştı.
"Şok üstüne şok yaşıyorum" dedim Asya ablanın yarı uzanmış yatağına otururken. "Ben de saatler öncesinde öyleydim" dedi eli hala karnındayken ben de elimi elinin üstüne koydum. "Ne yapacaksın?" demiş bulundum dudaklarımdan dökülür dökülmez bu cümle pişman olmuştum. Asya abla başını eğerken gözleri doldu.
"Bilmiyorum ondan vazgeçecek değilim gerekirse hem anne hem baba olurum ama onu hayata eksik başlamaya mahkum etmek baba yarası olarak büyütme riskini almak gözümü korkutuyor" dediğinde sonlara doğru gözyaşları şiddetlenmişti. "Hop hop orada duracaksın kardeş benim yeğenimden bahsediyoruz burada değil eksik herkesten fazlası da olacak onun" dedim kendimden emin bir sesle. Hızla Asya ablayı kendime çekip sıkıca sarılmıştım. Eğer o bebeği dünyaya getirmek istiyorsa tüm dünyayı ikisi için karşıma almaya hazırdım.
Deniz içeri girdiğinde ikimiz de gözyaşlarımızı silip hızla toparlandık. Asya ablanın koluna girip ayağa kalması için yardımcı olurken artık daha da pimpirikli olacağımı anlamış göz devirmişti. "Hadi hanımlar gidelim" diyen Deniz'in neşeli haline gülmeden edememiştim. Üçümüz de hastaneden çıkarken arabaya binmiş yol boyu ben sessiz kalırken Deniz ve Asya abla eskilerden bahsetmiş kısa sürede de eve varmıştık.
Kapıyı açıp içeriye buyur ettiğim Deniz geçmiş arkasından da biz geçmiştik. Asya abla salonu işaret edip onlar geçerken ben de bir elimi yüzümü yıkamak istemiştim. Fazlasıyla ağladığım bir gündü palyaçoya dönmüş olabilirdim. Banyoda hızlıca tipimi düzeltip saçlarımı da topladıktan sonra salona geçtim. Yerdeki defterimi hala aynı yerinde görünce gülümsedim. Asya abla zaten alıp bakmazdı ama Deniz'in almaması da hoşuma gitmişti. Saygılı biriydi ki bu devirde böyle insan görünce şaşırıyordunuz. Hızla defteri alıp masanın üstüne koyduktan sonra "kahvelerinizi nasıl alırsınız?" diye sormuştum. Üçümüzün de orta içmesi işime gelmiş hızla mutfağa ilerlemiştim. İki arkadaşı biraz da olsa yılların hasretini geçirmek için yalnız bıraktım. Aklıma gelen şarjı bitmiş telefonumu da mutfaktaki prize takmak için hızla odama yönelip şarj aletini de almış mutfağa geçmiştim.
Kahvenin pişmesini beklerken arkamdan gelen Deniz'le daldığım düşüncelerden sıyrılmıştım. "Uyuyakaldı" dedi sessizce. Ne kadar yorulmuştu günlerdir kim bilir. Kafamı sallayıp pişen kahveyi bardaklara döktüm. "O halde iki bardak içeceksin" dediğimde gülerek bir bardağı önüne çekti. "Seksen yılı kitleyeceğim yani sana bana uyar" dediğinde ben de gülmüş ardından sesim salona gitmesin diye dudaklarımın üstünü ellerimle kapatmıştım.
Mutfak masasına yerleşirken "ne zamandır buradasın?" diye sordum Deniz'e. Bir gözünü kısıp sayıyormuş gibi yaptığında kahvemden bir yudum aldım "7 ay olmuş ben de yeniyim" dedi o da kahvesinden bir yudum alırken. "Siz ne zamandır buradasınız?" dediğinde ben de aynı onun yaptığı gibi bir gözümü kıstım ardından "beş gün" dediğimde tok bir kahkaha atmıştı. Panikle koluna yapışıp "sussana be uyanacak" dediğimde ağzına fermuar çekiyormuş gibi yaptı. Yerime geri kurulurken asıl sormak istediğim soruyu sordum. "Değerleri gerçekten de düzgündü değil mi? Yorgunluktan bayıldı sadece?" dediğimde Deniz gülümsemiş kahvesinden bir yudum daha almıştı. "Hastalara yalan söyleyemeyiz Leyla." dediğinde derin bir nefes verdim.
"Onun iyi olması benim için her şeyden önemli" dedim fısıltıyı andıran bir sesle. Öyleydi, Asya ablaya bir şey olmasına dayanamazdım. "Sadece bu süreçte onun yanında ol. Kendisini yormasına, zorlamasına izin verme. Ve her ne karar verirse versin yanında olduğunu belli et gerisi düzelecektir" dediğinde içimden geçen her bir hissi döktüğü cümlelerle ifade etmesi gülümsetmişti.
"Öyle olacak şüphen olmasın" dedim samimi bir gülümseme ile. Önüme düşen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken gözleriyle hareketlerimi takip edip o da benim gibi gülümsedi. Ciddi ciddi ikinci bardağı da önüne koydum. "İçeceksin" dediğimde yüzünü buruşturdu. "Ben onu şaka niyetiyle söylemiştim hastanede saat başı içiyorum" dediğinde mızıkçı haline kaşlarımı çattım. İki omzumu da umursamadığımı belli ederken bardağı biraz daha ona yaklaştırdım. "İçeceksin." net sesimle başını hızla aşağı yukarıya salladı "emrin olur."
Sohbetin devamında yeni tanışan iki insanın birbirine sordukları rutin soruları sormuştuk ardından Deniz gitmesi gerektiğini söylemişti. Onu evden yolcu ederken gülümsedim. Bazı insanları ilk tanıdığınız an sonsuza kadar yanınızda olacakmış gibi hissedersiniz ya geleceğinizde ona da yer varmış gibi aynı öyle hissetmiştim. Deniz'in Yalova'daki hayatımızda büyük bir rol oynacağını bilerek kapıyı kapattım.
İçeri girip Deniz'in Asya ablanın üstüne örttüğü televizyon battaniyesini düzeltmiş ardından da masanın üstündeki defteri alıp odama geçmiştim. Bir kaç yayınevine mail üzerinden ulaşmak için abimin aldığı bilgisayarımı kucakladım. Deftere yazdığım her sayfayı bu beş günde bilgisayara da geçirmiştim. Yeni yazdıklarımı da geçirdikten sonra gerekli mailleri de yollamıştım.
Hiç umudum yoktu ama sırf zihnimi biraz daha meşgul tutması içindi yaptıklarım. Çünkü kendimi telaşa kaptırmazsam tek yaptığım bir köşede durup Pusat'ı düşünmekti. İsmi içime acı içinde sızarken onu ne kadar özlediğimi her geçen gün daha da çok fark ediyordum. Gözden ırak olan gönülden de ırak olmuyormuş bunu öğrenmiştim.
Böyle düşünmek sanki bir suç işliyormuş gibi hissetmemi sağlıyordu her seferinde. Nişanlı bir adamı özlemeyi kendime yakıştıramıyordum. Daha fazla dayanamayarak yatağımın içinde kaydım. Gözlerim kapanırken biraz uyumanın iyi geleceğini düşünmüştüm.
"Şu an yanımda olsan, sana neler söylerdim."
"Kafam hafif dumanlı, her derdimi dökerdim."
"Biraz ümidim olsa, ömür boyu beklerdim."
"Sesin hep kulağımda fakat yoksun yanımda."
"Dediler ki aşıksın, ben buna inanmadım."
"Sana olan aşkımı sen gidince anladım."
Sessizce çalan şarkıya eşlik ederken üzerimdeki battaniyeyi biraz daha çekiştirdim. Yağan yağmur seslerine karışan sesim karanlık sokağın sessizliğinde kayboluyordu. Dolan gözlerimi havaya dikip derin bir nefes alırken kulağıma gelen şarkıyı da mırıldanmaya devam ettim.
Balkonda tek başıma oturmuş saatten bir haberken yağmuru izliyordum. Hava soğuktu ama uyuyamadığım geceler odam üstüme çöküyordu. Kendime söylediğim iyiyim yalanları her boşlukta yüzüme çarpıyordu.
Karşımda duran sandalyenin üstündeki telefonumu alıp arşivlediğim gruba baktım. Bir zamanlar sabah akşam konuştuğumuz mesajlaşma uygulamaları sessiz kalmış, bildirimler durmuştu. Sare'nin attığı mesajlara göz ucuyla bakarken saate bakmak aklıma geldi. Neredeyse on iki olacaktı. Galeriye girip bir kaç ay öncesine gitmek gibi bir yanlışı yapmamak için zor dururken çalan telefonum ile yerimden sıçradım.
Ekranda yazan 'Deniz' yazısı ile iki üç defa öksürmüştüm. Sesimin ağladığımı belli etmesini istememiştim. "Efendim" diye açtım telefonu neşeli çıktığını umduğum bir sesle. Bu saatte araması artık şaşırtmıyordu nöbet saatlerini takip edemiyorduk artık. "Niye bu havada balkondasın?" sorusuna kaşlarım çatıldı. Hızla kendimi balkon korkuluğundan resmen aşağıya sarkarken telefonum düşecek sanmıştım. "Burada mısın?" dediğimde karşı taraftan bir gülme sesi geldi.
"Hastaneden çıkmıştım malum eve geçerken sizin sokaktan geçiyorum o sıra gördüm." dediğinde başımı salladım usul usul. "Uyku tutmadı" dediğimde karşı tarafta biraz sessizlik oluştu. "Şu sıralar bu uyku tutmadı lafını çok duyuyorum" dediğinde tekrar yerime sindim. "Çünkü uyku tutmuyor" dedim omuz silkerken gelmiyordu uykum ne yapayım.
"Çabalamıyorsun" dedi net bir dille. "Bir şeyi de çabalamadan elde edemiyor muyum yahu ben?" dedim isyan bayrağını çekmişken. "22 yaşında ergenlikten çıkmış oluyoruz yalnız Leyla" dedi dalga geçer bir şekilde. Kestiğim isyan tripleri ona geçmiyordu asla.
Tahminimce konuştuğumuz süre zarfında on ikiyi geçmek üzereydi. Karşı taraftaki sessizliği fırsat bilip yeniden saate baktığımda bir dakika kaldığını gördüm. "6 ekim" dedi şaşkın bir sesle. Görecekmiş gibi başımı sallarken bir iki defa sormuştu ama söylememiş olduğum içindi şaşkınlığı.
"Doğum günün kutlu olsun, nice senelere Leyla."
Kurduğu cümleyle gülümserken "teşekkür ederim" diyebilmiş ardından da hemen kapatmıştım. Sabahtan beri üstümde olan o melankolik havam yeniden beni bulurken sandalyeden kalktım. Balkon korkuluğuna yeniden yaslanıp dışarıyı izledim. Yağmur dinmiş mis gibi toprak kokusunu ardında bırakmıştı. Yüzümde mağrur bir gülüşle sokağı izlerken sokak lambasının turuncu ışığının yüzümü aydınlatmasına izin verdim.
Kimse kutlamamıştı Deniz dışında. Normalde gece yarısını vurduğu an abimler odama dalar ellerinde mavi balonlarla beni her seferinde şok ederlerdi. O zaman başka bir şekilde kutlamayı bilmiyor musunuz diye mızmızlanırken şimdi o kutlamaya hasret kalmış olmak içimi acıttı. Gözümden yanağıma akan bir damla yaşı parmak ucumla silmek için yüzüme yaklaştırmıştım ki elim havada kaldı.
Balkona doğru yükselen mavi balonu görünce ağzım şok içinde açıldı.
Sandalyede uyuyakaldım da rüyada mıydım diye düşünürken iyice balkona yaklaşan mavi balona hızla elimi uzattım. Düşmeden ipini kavradığım balon ile heyecandan titriyordum. Varlığını hissettiğim kişinin sanrı olmaması için içten içe yalvarıyordum adeta.
Balkondan aşağıya bakarken kimseyi görmemiştim ama umudumu kaybedecek değildim. Balon tam balkonun hizasında geldiği için muhtemelen her kimdi ise balkonun altında saklanıyordu. Koşa koşa evin kapısına doğru giderken elimdeki balonun ipine sanki hayatım bağlıymış gibi sımsıkı tuttum. Üstümdeki battaniye yeri boylarken eğilip almakla vakit bile kaybetmedim. Ayakkabılarımı bile görmedi gözlerim. Çıplak ayak üzerimde pijamalarımla ve elimde balonumla hızlı hızlı iniyordum merdivenleri.
Sokağa attığımda kendimi etrafıma bakındım. Ayaklarımdaki çoraplar ıslak sokağa basarken ışıl ışıl parlayan gözlerimle etrafımı aradım. O an onca kişinin olabilme ihtimaline rağmen birinin ismi çıktı ağzımdan.
Sesim sokakta adeta yankılanırken etrafıma bakınmaya devam ettim. Onun olacağına kendimi öyle bir inandırmıştım ki saniyeler içinde aksini düşünmek korkunç geliyordu.
Sokakta adımlarken sesim yalvarır gibi çıkmıştı. Buradayım demesine ihtiyacım vardı. Dayanamıyordum artık bir şeyleri içimde halledemiyordum. Bomboş sokakta sesim bana geri dönerken gözlerim sokağın en başına bizden oldukça uzak bir noktaya değdi. Bir araba sokağın ucuna doğru ilerliyordu.
İnsanın zehri umuduydu. Bilemedim, o olmasının umudu beni öyle bir büyüledi, öyle bir zehirledi ki başka bir şey düşünemez oldum.
Kendimi, olduğum yeri, üstümdekileri umursamadan koşmaya başladım. Yeniden başlayan yağmur her tarafıma değerken yağmura karışan yaşlarımla koştum. Araba çoktan sokaktan çıkmışken ben de peşinden koştum.
İsmi bilmem kaçıncı kez dudaklarımdan dökülürken ayağıma takılan taşla sendeleyip yere düşmüştüm. Olduğum yer beni gerçek dünyaya döndürürken o an tek derdim kanayan dizlerim, avuç içim değil patlamamış olmasını dilediğim mavi balonumdu.
Olduğum yerden kalkamaya gücüm yetmezken çoktan gözden kaybettiğim arabanın onun olup olmadığını bile bilmezken koşmuş olmak beni acıtıyordu. Acizliğim içimde en büyük yarayı oluşturuyordu.
Yavaşça yerden kalkarken eve doğru adımladım. Üstüme sanki ölü toprağı atılmış gibiydi. Saniyeler öncesinde burada hevesle etrafına bakınan kızın yerini elli sene yaşlanmış biri almış gibi hissediyordum.
Binanın açık kapısından içeri girmeden önce belki sonrasında milyon kere kendime sövecek olsam bile başımı çevirip yeniden balkonun altına baktım. Yoktu, belki de hiç gelmemişti. Belki de saatler önce bir çocuğun ellerinden kayıp gelmişti bu balon bana.
Merdivenleri yavaş adımlarla çıkarken hiçbir şey hissetmiyordum. Duygularım alınmış gibi adımladım koridoru. Açık olan daire kapısı bile o an beni sarsmadı. Normal şartlarda delirirdim belki de.
Kapıyı usulca kapatıp yavaş adımlarla balkona doğru ilerledim. Hamileliğin getirdiği uyku halinden ötürü odası koridorun en ucunda olan Asya ablanın beni duymayacağını bilsem de yavaş ve sessizdim. Sanırım bu hallerim kendimden saklanmak içindi. Varlığım, yaptıklarım beni rahatsız etmişti. Kendi sessimden ürperiyordum.
Balkondaki sandalyeme çökerken elimdeki balona baktım. Neden bana geldin? Demek istiyordum cevaplayamayacak olsa da. Neden umutlarımı yeşerttin?
O an balonu gördüğüm andan beri fark etmediğim kağıtla ellerim dondu adeta. Balonun düğüm kısmına yapıştırılmış minicik not kağıdını titreyen ellerimle aldım. Belki az önce bu balonun bir tesadüf eseri balkonuma uğradığına inansam da gördüğüm not tüm inançlarımı yıkmak ister gibi bembeyazdı.
Yağmurda ıslandığı için mürekkepi akmış olan sert kağıdın üzerindeki kelimeleri gayet net bir şekilde anlamıştım.
Balonu sımsıkı tutarken belki bir umut yeni bir balon görürüm diye sandalyenin üzerine adeta tünedim. Gözümü bir an bile ayırmadan sokağı izliyordum. Elimde tuttuğum balonun ipi yüzünden tırnaklarım kanayan avucumu daha da kanatmak istiyor gibiydi.
"Leyla bu ne hal?!" Duyduğum çığlık sesi kulağıma sanki çok uzaklardan geliyormuş gibiydi. "Leyla!" telaşlı ses zihnimde yankılanırken tüm vücudumun sızladığını hissediyordum. "Uyan" dedi tekrar aynı ses. Gözlerim kıpırdanırken görüş açıma giren Asya ablanın kahverengi gözleriyle neler olduğunu anlamaya çalışıyordum.
"Hm" dedim sesim çıkmazken. Gözleri tüm vücudumda gezinirken ağlamamak için kendini zor tutuyor gibi gözüküyordu. Gözlerimi tamamen açtığımda hissettiğim acı ile sızlandım adeta. Üstümden tır geçmiş gibi her kemiğim kırılmış gibi bir sızı hissetmiştim.
"Bu ne hal kafayı yiyeceğim ne oldu sana? Burada ne işin var?" diyen Asya ablanın sesi yüzümü buruşturmama sebep oldu. Adeta beynimde yankılanıyordu sesi. O an fark ettiğim şeyle hızla sandalyeden doğruldum. Ellerimi önüme doğru uzatırken gece sımsıkı tuttuğum balonun yokluğunu görmek gözlerimin fal taşı gibi açılmasına sebep oldu. Kanayan avuç içlerimi gören Asya abla ise adeta çığlık atmıştı. "Leyla bu ne?!"
"Balon?" Dedim etrafıma bakınırken. Yoktu.
"Balon Asya abla mavi balonum" delirmiş gibi küçük balkonun her tarafına bakarken avuçlarımı korkuluğua yaslayıp sokağa doğru eğilmek istedim. Ama yara olmuş avuçlarım korkuluğa değer değmez acı içinde bir inilti yüksekdi dudaklarımdan. "Ne balonu beni delirtecek misin sen ne bu hal?" dedi artık ağlamaya başlamış Asya abla.
"Doğum günümü kutladı. Buradaydı, balon... Balon verdi." hızlı hızlı kurduğum cümlelerle etrafıma bakınmaya devam ettim. Hareket ettikçe acıyan hiçbir uzvum umrumda değildi. "Leyla" dedi endişeli bir ses. "Balon görmedim ben hiç."
"Ben gördüm, buradaydı Asya abla. Pusat." dedim ismini söylerken titreyen sesimle ürperirken. Asya abla endişeli gözlerle bana bakarken hızla kendine çekip sarıldı. Kirli ve ıslak üstümü umursamadan sımsıkı sarıldı. Tüm acılarımı sırtlanmak istercesine sardı beni. "Lütfen sakinleş" dediğinde daha yeni sarılmasına karşılık verebilmiş girdiğim transtan çıkmıştım. "Dayanamıyorum" dedim sonunda bir fısıltıyı andıran sesle.
Dayanamıyordum, bu kadar basitti işte. Herkesin acı eşiği farklıydı. Ben hayatın bana yaşattığı her şeye birlikte göğüs gerdiğim kişinin yaşattıklarına tek başıma göğüs germeyi bilmiyordum, hiç öğrenmemiştim.
Asya abla kolunu belime dolarken beni banyoya doğru ilerletmeye çalıştı. Hamile olduğunun bilinci ile gücümü ona vermemeye çalışsam da ayakta duracak gücüm yoktu. Beni banyoya soktuğunda klozet kapağını kapatıp üstüne oturtturmuştu. Tüm hislerim ve düşüncelerim alınmış da bomboş bir bedenmiş gibi her hareketine uyum sağladım sıcak suyu ayarladıktan sonra önümde diz çöküp yavaşça üzerimdeki kirli ve ıslak pijama üstünü çıkardı.
Hiçbir şey söylemiyordu. Hiçbir şey sormuyordu sakin sakin yaralarıma dikkat ede ede yardım ediyordu bana. Üstümü çıkardıktan sonra iç çamaşırlarımla kaldığımda utanacağımı düşünmüştü ki öylece duşakabine soktu beni. Utanacak halim bile kalmamıştı artık. Beni en aciz halimle görmüştü.
Üstüme akan sıcak su saatlerdir buz tutmuş vücudumda akarken ürperdim. Alışamamıştım. Üstümdeki ellerimde, ayaklarımda biriken çamurlar suyla arınırken gidişlerini izledim. Ona gideceğim yolda bulandığıö çamurların beni terk etmesini büyük bir sakinlikle izledim.
Asya abla sessizce saçlarıma şampuan döküp köpürtürken ellerimi ellerinin üstüne koydum. Benim için ıslanıp, üşümesine gerek yoktu. "Ben yaparım" dediğimde sesimin sonunda çıkıp balondan başka bir kelime duyması ile gözleri ışıldadı. "Emin misin?" dediğinde başımı salladım.
"Çorba yapayım ben de sana" dedi sanki utandığımı düşünmüş gibi. Başımı yeniden sallarken onun çıkması ile buz gibi bakışlarla izlediğim fayanstan bakışlarımı çekip saçlarımı köpükleme işini üstlendim. Avuç içlerime değen şampuan yaksa da umursamamıştım. Ben ki parmağı kanayınca kıyametler koparan bir kızdım, bu halime gülümsedim. Annem sonunda kızım büyüdü diye gurur duyabilirdi bir yerlerde. Banyo kapısının çalınması ile bakışlarım banyoya döndü. "Leyla" diyen Asya ablanın telaşlı sesini duydum. Bir şey olmasından korkuyor gibi kontrole gelmişti. "İyiyim" dedim su seslerini aşıp ona gitmesi için yükselttiğim sesimle.
Tamamen üstümdeki kıyafetlerden kurtuldum. Vücudumu da yıkadığıma emin olurken yavaş hareketlerle bornozumu giyip odama doğru ilerledim. Asya ablanın yatağımın üstüne koyduğu kıyafetlere baktım. Yavaş hareketlerle üstüme her bir parçayi giydiğimde adeta lahana olmuştum.
"Leyla" sesini yeniden duyduğumda odamdan yavaş yavaş çıktım. Ayaklarıma giydiğim kalın çoraplara değdi bakışlarım. Ayaklarımın acısı hala yerinde duruyordu ama en azından üşümüyordum artık.
"Şu hırkayı da geçir üstüne" dedi Asya abla koltuğun üstündeki hırkayı gösterirken. Belki soğuktan bir şey olmamıştı ama birazdan sıcaktan fenalık geçirebilirdim. "İyiyim" dedim donuk bir sesle. Şu an neşe saçıp Asya ablanın tüm endişelerini alıp götürmeyi her şeyden çok istiyordum ama kolumu kıpırdatacak halim yoktu.
Koltuğa çökerken Asya abla elindeki tepsi için bir sepha önüme koydu. Üzerine koyduğu sıcak çorbaya kaşlarım havalandı. "Hazır çorba" dedi gülümseyerek. Gülümsemesine yarım yamalak karşılık verdiğimde gözleri adeta ışıldamıştı. "Saçlarını kurutalım" deyip tekrar banyoya ilerlediğinde gözüm salondaki balkon kapısına değdi. Balonum uçup gitmiş miydi yani?
Asya abla elindeki havluyla yanıma oturduğunda itiraz etmeden saçlarımı kurutmasını bekledim. İtiraz edecek halim de yoktu zaten. "Ne oldu Leyla?" diye sordu fısıltıyı andıran bir sesle. Merak ediyordu biliyordum.
"Pusat geldi sandım" dedim kurabileceğim en uzun cümleyi kurarken. Sanmıştım ve bu benim hayattaki en büyük imtihanım olmuştu.
"Ne zaman?" dedi şaşkın bir sesle. Bir yandan da saçlarımı usul usul kurutuyordu. Benden cevap alamayınca tekrar kalkıp bu sefer tarak ile geldi. Yeniden yerini alırken dolaşmış saçlarımı yavaşça taramaya başladı.
"Dün gece" dedim cevapsız bırakmamak için. "Mavi balon geldi balkona üzerinde iyi ki doğdun yazıyordu" cümlelerim ne kadar çaresiz olduğumu yüzüme vururken Asya abla tereddüt ettiği belli olan bir sesle "acaba rüya görmüş olmayasın?" dedi. Ellerimi açıp ona gösterirken acı içinde yüzü buruştu. "Ya yaralarım onlarda mı rüyada oldu?" dedim. Belki, kanıtlarım yoktu ama yaralarım yerinde duruyordu. Asya abla yerine kulaklarımı zilin sesi doldururken Asya abla hızla kapıya doğru ilerledi.
"Leyla, Deniz geldi müsaitsen içeri girsin mi?" diye sordu Asya abla. Onun çağırdın bildiğim için başımı onaylarcasına salladım."Ne müsaitliği Asya çekil şuradan buraya nasıl geldim ben bile bilmiyorum" dedi sinirli bir ses. Gözlerimi sıkıca kapatırken muhtemelen sağlığım için endişelenen Asya abla çağırmıştı ve durumdan az çok haberdar olan Deniz öfkeyle girdi salona.
"Ne bu halin?" diye sesi yükseldiğinde hiçbir şey demedim. Ne diyebilirdim ki? "Seni buraya kızı azarla diye çağırmadım Deniz" dedi Asya abla uyarır bir sesle. Deniz sakinleşmek adına başını tavana dikerken derin bir nefes alıp koltukta oturan bana doğru yaklaştı. Elindeki çantayı yere bırakırken önümde diz çöküp ellerimi avuçlarının içine alıp baktı. "Ne oldu diye sorsam da anlatmayacaksın değil mi?" dediğinde başımı onaylarcasına salladım.
Asya abla da yanımıza otururken Deniz ateşimi ölçmüş yüksek ateşten ötürü üstümü çıkarmam için tembihlemişti. Üşümemi umursamadan üstümdeki katlardan beni arındırırken ince bir tişört ve taytla kalmak yüzümü buruşturdu. Deniz ellerim ve ayaklarıma pansuman yaparken hepimiz oldukça sessizdik. "Çorbanı da iç ilaç almaya gideceğim sana" dediğinde ardında sanki aklına bir fikir gelmiş gibi bakışları tekrar buldu beni. "Hatta ne ilacı hastaneye geleceksin benimle yatıracağım seni" demesiyle belki de saatler sonra ilk insanı tepkimi verip "yuh" dedim.
"Gözümün önünde olacaksın iyileşene kadar." dediğinde tam cevap verecektim ki öksürüğüm engel oldu buna. "Gözümle röntgen çekip elimle test yapamıyorum Leyla sağlam bir kontrol için hastaneye geleceksin" dediğinde yüzümü buruşturdum. "İstemiyorum" dedim net bir sesle. "Zorlama kızı" dedi Asya abla da Deniz'in açılan ağzını kapatmak istercesine. "Bir şartla dediğim her şeyi yapacaksın" dediğinde usulca başımı salladım. Evden çıkmak istemiyordum.
Deniz evden gerekli şeyler için çıkmışken Asya ablayla baş başa kalmıştık. Çorbamı içtiğim için oldukça memnun bir şekilde bitki çayı yapmak için mutfağın yolunu tuttu. Koltukta bana yaptığı yatağa girerken üstüme yavaşça battaniye örttüm. "Örtme" sesi gelince gözlerimi devirdim. Nasıl görmüştü bunu yahu?
Kendimi biraz daha iyi hissediyordum. En azından kafamda manyak gibi hastalıklı düşünceler geçmiyor kocaman harflerle Pusat yazmıyordu.
Asya abla yaptığı bitki çayları ile yanıma gelirken kapı çalmış Deniz içeriye girmişti. Verdiği ilaçları içtikten sonra bitki çayımı da içmeye başladım. Olduğum yerde mayışırken "bana ne verdin?" dedim kısık bir sesle Deniz'e bakarken. Sanki biri içime huzur üflemiş gibiydi. "Doktora soru sorulmaz" gibi saçma bir cümle kurduğunda yüzümü buruşturup olduğum yere daha da sindim.
Daldığım uykudan uyanırken gözlerimi ovuşturdum. Deniz mutfaktan çıkarken yanıma gelip ateşime bakmış biraz da olsa düşmesi ile derin bir nefes almıştı. Tam adım atmışken hem Deniz hem de Asya abla aynı anda "nereye?!" diye bağırmışlardı. Şişen göbeğimi gösterirken "izniniz olursa tuvalete" dediğimde ikisi de birbirine bakmıştı. Bu hallerinin benim için olduğunu bilmek gülümsetirken lavaboya ilerledim.
Elimi yüzümü de yıkadıktan sonra saçlarımı dolapta bulduğum bir toka ile toplayıp geri salona doğru adımladım. İçeriye girmemle gördüğüm kişiler gözlerimin kocaman açılmasını sağladı. "İyi ki doğdun" sesleri kulağımda yankılanırken hepsinin elindeki mavi balonlara baktım. Gözlerim bir bir en sevdiğim insanların yüzlerinde gezindi.
Meriç abim ve elindeki mavi balon ile en önde duruyordu.
Yanındaki Asya abla elindeki mavi balon ile kocaman gülümsüyordu.
Oğuz ve Sare ise hemen yanlarında elindeki mavi balonlarla izliyordu beni.
Yusuf abi bir elinde tuttuğu mavi balon ile en köşedeki yerini almıştı.
Gözüm tam ortadaki kişiye değerken Deniz kocaman gülümsesi ile elinde tuttuğu iki mavi balon ile bana bakıp gülümsüyordu.
Salonun ortasındaki masada duran çikolatalı pastaya da bakarken gözlerim ışıldamıştı. Herkes benden bir tepki beklerken elimle Deniz'i gösterip yüzümü buruşturdum. "Onda neden iki tane var?" dediğimde şaka amaçlı söylesem de hepsinin yüzündeki gülüş sönmüştü.
O an onun elindeki bir balonun Kağan abinin balonu diğerinin de Pusat'ın olduğunu fark etmek beni yeniden sarsmışken gözümdeki hayal kırıklığını fark eden Sare neşeyle konuştu. "Dilek tut ve mumu üfle artık."
Ben de anı bozmamak için yüzüme yeniden eklediğim gülümseme ile pastaya yaklaştım. "Her zaman sevdiklerimle mutlu ve yanyana olayım" diye dileyip gözlerimi kapatak üfledim. Ardından Yusuf abi yüzünü buruştururken "ben bu pastayı yemem hasta hasta üfledi" demişti. Kaşlarım hızla çatılırken hem ne ara hasta olduğumu öğrendiğine şaşırırken hem de söylediği şeyle sinirle ona döndüm. "Pardon?" derken Asya abla gülümseyip "yayınevi dönüşü yağmura yakalandıp üşüttüğünden bahsetmiştim de" dediğinde minnetle baktım ona. Yine, yeniden durumumu bir şekilde kurtarmış beni açıklamalarla uğraştırmamıştı.
Yusuf abi yüzüne gülümseme yerleştirirken "şaka" deyip hızla sarıldı. Hepsine tek tek sarılırken Oğuz da "sarılmayı uzatma hastalanmak istemiyorum sonra bir çorba yapanım bile olmuyor" deyip gözlerini Sare'ye diktiğinde Sare sıranın ona geldiğini belli etmek istercesine hızla sarıldı bana. Kulağıma doğru yaklaşırken "iyi ki doğdun kardeşim" dediğinde gülümsedim.
Ardından en sona kalmış abimin kollarına adeta atladığımda "iyi ki" demişti. Bu iki kelimeye neler neler sığıyordu en iyi bilen kişiydim. "İyi ki" dedim ben de cevap olarak.
Eksik ama bir o kadar da tamdım. Pasta kesilip yerken herkes yüzündeki gülümseme ile sohbet ediyordu.
"Çaylar" diye içeriye giren Oğuz ile gülümsemiştim. Herkesin çayını tazelerken tabağımdaki çikolatalı pastanın tadını çıkarıyordum. Tüm yaralarımı pansuman değil de sevdiklerim sarmıştı yeniden. Onlar fark etmese de minnetle izledim gülüşlerini.
Salonumuzdaki en mutlu anlar bu ekinin geldiği günlerdi. Her ne kadar Asya abla ile hala küs olan ve hiç barışmaya yanaşmayan Kağan abi eksik olsa da. "Çayımı doldurur musun?" dedim yanımda oturan Deniz'e tatlı olduğumu düşündüğüm bakışlarımı çevirirken. "Tabii" dedi hasta olduğum için hemen kalkarken. "Başka isteyen var mı?" diye sorduğunda herkes çayına fondip yapıp boş bardağı uzatırken şok içinde baktı bardaklara. Eh, işte şimdi hoş gelmişti bu arkadaşlığa.
"En iyisi çaydanlığı getireyim" dediğinde herkesten bir kahkaha yükseldi. Son çayları da içtiğimizde yanımda oturan abim ikide bir bana sorduğu "iyi misin?" sorusunu yeniledi. "Asya abla dedi ya yayınevinden dönerken yağmur yedi diye" dedim yeniden. Her ne kadar ikna olmasa da başını usul usul salladı. "Biz gideceğiz bak istediğin bir şey varsa söyle" diyen abime başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. Deniz gülümseyerek "ben buradayım" demişti.
Herkesle vedalaştıktan sonra onlarla beraber çıkan Deniz'le de vedalaştık. Sare gitmeden önce çıkan bulaşıkları toplamak için mutfağa girmişti ve şu an hiçbir işimiz yoktu. Yatağa doğru ilerlerken peşimden Asya abla da geldi elindeki ilaçları ve su dolu bardağı uzattığında hemen aldım. Artık vicdan azabı çekmeye başlamıştım. "Sen kendinle ilgilensene" dedim karnını gösterirken. "Sen iyi ol gerisini düşünme" dediğinde gözlerimi devirdim.
Sonunda yatağıma girerken gözlerimi kapattım. Bu yataktan hiçbir güç beni çıkaramazdı artık. Şöyle bir üç gün uyusam anca kendime gelebilirdim. Oldukça uzun ve yorucu bir gündü benim için. Gözlerim kapalıyken bir fısıltıyı andıran sesimle konuştum. "İyi ki doğdun Leyla."
Sanırım pastamı üflerken ki dileğim yerine yastığa başımı koyarken ki dileğimi kabul etmişti doğum günü perileri. Üç gündür çok az yataktna çıkmıştım. Bunun etkisi pinpirik prensesi Asya abla ve doktorluk ünvanını üstümde bir hayli kullanan Deniz de olsa halimden memnun gibiydim. Bilgisayardan izlediğim diziyi durdurken yatakta doğrulup esnedim. "Leyla!" diye duyduğum çığlıkla şok içinde kapıya doğru döndüm. Bir günümüzü olaysız geçirmemeye yemin etmiş iki kızdık sanki.
Odamın kapısı açılırken Asya abla dolu gözlerle ve karnını tuttuğu eliyle yanıma doğru adımladı. "Ne oldu?" dedin telaşla bir yandan da yataktan çıkmaya çalışıyordum.
Büzdüğü dudaklarıyla kararsız bir şekilde bana bakarken gözleri dolmuştu. "Canım şeftali çekiyor" dediğinde duyduğum cümle ile kocaman bir kahkaha attım. Bu kahkaha biraz da kafamda sıraladığım felaketlerden kurtulmanın kahkahasıydı. Odaya elinde bebekle bile geleceğini düşünmüştüm bir an.
"Ondan kolay ne var" dedim rahat bir tavırla. Yaz biteli şuradan şuraya ne kadar olmuştu ki illa bulunurdu bir yerden. "Market market gezdim manavlara baktım yok" deyip yanıma çöktüğünde kaşlarım çatıldı. "Bu şeftali ne zaman var ki?" diye sorduğumda hayretke baktı bana. Bakışları yedi büyük günahı aynı anda işledim demişim gibiydi. "Bursalıyım demeye utan" dediğinde tekrardan gülmüştüm.
"Her Bursalı şeftalinin hangi aylarda olduğunu biliyor mu ya?" dedim kollarımı göğsümde birleştirirken. "Manavcı abi ağustos sonunda bitiyor iki ay geçti üstünden dedi" dediğinde durumun vahamiyetini anlamıştım. "Manavcı abi mi dedi?" dedim. Şu an gözüme Asya abla o kadar tatlı gelmişti ki yanaklarını ısıra ısıra sevmek istiyordum. "Manavcı abi dedi" dedi hızla başını sallarken.
"Leyla ya bulamazsak ve bebeğim kocaman bir şeftali lekesiyle doğarsa" dedi dehşete düşmüş gibi. "Dövme yaptırmasına gerek kalmaz" dediğimde yatağımın üstündeki yastığı alıp yavaşça bana vurdu. Hala kıyamıyordu.
"Buluruz çıkarım ben şimdi" dediğimde başını olumsuz anlamda iki yana salladı. Evden dışarıya çıkarmıyordu resmen. "Sipariş ederiz" dedim aklıma gelen diğer bir fikirle. "Baktım ona da yok" dediğinde adeta sızlanıyordu. Başka fikirler sunacaktım ki çalan telefonum beni yarıda kesti. Komodinin üstündeki telefonumu alırken arayan abimdi.
"Efendim" dediğimde karşı taraftan neşeli bir ses geldi. "Bugün nasıl oldu bakalım prensesim" dediğinde gülmeden edememiştim. "Ben iyiyim de" dedim cümlenin sonunda sızlanan Asya ablayı görmemle eklediğim de abimi meraklandırmış olmalı ki "de?" diye sordu. "Asya abla iyi değil" dedim hızlıca.
Biraz daha şeftali bulamazsak kendinden geçecek gibiydi. Hep bu aşerme nasıl bir şeydir diye düşünmüştüm canlı canlı görmek garip hissettirmişti. Az önce neşeli çıkan abimin sesi telaşla yükseldi "neyi var? Ne oldu?" dediğinde bir cümle daha kurmasına izin vermeden "şeftali aşeriyor" dedim. Rahat bir nefes almasını dinlerken "ben de bir şey oldu sandım" dedi. Asya abla telefonumdan yükselen sesi yanımda oturduğu için duymuştu ki telefona yaklaşıp bağırdı. "Bir şey oldu zaten şeftali yok" dediğinde yüzümü buruşturdum. "Sanırım sağırım" deyip telefonu kapattım.
"Bulacağız merak etme" desem de kollarını göğsünde birleştirip odamdan çıkmıştı. Ben de peşinden çıkarken uygulamadaki şeftali alternatiflerine bakıyordum.
"Bunu kendim için alayım canım çekti" dediğimde Asya abla koltuğa oturmuş telaşla etrafına bakınıyordu. "Ya bulamazsak" dediğinde iki elimle etrafımı gösterdim. "Evden çıkmama izin versen gider ararım" dediğimde başını iki yana salladı.
"Ayakların iyileşsin öyle" dese de omuz silkip ben çıkamıyorsam diğer bakıcımdan isterim diyerek Deniz'i aradım.
"Asya abla şeftali aşeriyor" dedim dan diye konuya girerken. Vakit kaybetmek istemiyordum çünkü Asya abla hiç iyi durmuyordu.
"Bu mevsimde?" diyen Deniz ile gözlerimi devirdim. Bir de doktorum diye geçiniyordu. "Aşermenin mevsimi mi vardı doktor bey bilemedik ya tüh" dediğimde karşı taraftan bilmiş bir ses yükseldi. "Aşerme durumu tamamen psikolojik bir şey Leylacım" dediğinde sabır çektim. "Bak doktor senin tıp bilgilerini dinleyemem şeftali bulcaksan bul bulmayacaksan oyalama beni" dediğimde pes edip kabul etmiş telefonu kapatmıştı.
Neredeyse iki saattir evden nereleri arayabilirsen aramıştım. İnternette bulduğum market numaraları ve alışveriş siteleri de dahil. Hiçbir şekilde bulamıyorduk. Deniz'de çıkmış market market geziyor yine de bulamıyordu. O sırada çalan zil ile Asya abla koltuktan adeta fırladı. "Deniz buldu herhalde" deyip koşarcasına kapıya gittiğinde içimden umarım demiştim.
"Meriç" Asya ablanın sesi ile ben de koşa koşa koridora gidip kapıda elinde bir kasa şeftali ile kocaman gülümseyen abim ile olduğum yerde kaldım. Biz kendi şehrimizde bulamazken o başka şehirden bulup gelmişti.
Gülümseyen bakışlarla Asya ablayı izlerken "şeftali" deyip kasayı uzattı Asya ablaya. Ardından taşıyamayacağını düşünüp içeriye adımlarken peşinden gelen Asya abla şok olmuştu. "Ne gerek vardı" dedi gülümseyerek. Bu cümlesi iki saattir bulamazsan sana şunu bunu yaparım diye başlayan tehditlerini bana hatırlatırken şok içinde baktım Asya ablaya. O ise gülümseyen bakışlarla bakıyordu abime.
"Bu kadar şeftaliyi ne yapacağız?" dedi Asya abla kasaya bakarken. Abim ise gülümsemesini asla bozmadan "yaranamıyoruz sana da" demişti. Bu cümle ufak da olsa bir teşekkür beklediğini belli ederken Asya abla adeta kollarını açarak tezgahın önündeki abime yaklaştı. Abim de kollarını sarılmak için açtığında Asya abla onu geçmiş tezgahtaki şeftali kasasına sarılmıştı. Abim şok içinde bakarken "bir de ne gerek vardı diyor" dedi.
Bu hallerine gülerken "nereden buldun?" diye sordum. Çünkü tamamen umudumu kesmeye başlamıştım. "Halden bir tanıdık ayarladı son kasalarmış zaten" dediğinde gülümsedim. Asya abla kavuştuğu şeftalisini büyük bir iştahla yerken abim ise onu izliyordu. "Teşekkür ederim" dedi Asya abla kocaman gülümsemesi ile.
"Rica ederim" dedi abim geldiğinden beri yüzünden silinmeyen gülümseme biraz daha büyürken.
"Ben de yiyebilir miyim?" diyen abimle ben de gülmüştüm. Asya abla sanki canını istemiş gibi bakarken abime kahkaha atmamak için dudaklarımı birbirne bastırıp bir iki adım geriledim. Asya abla sağlam şeftalilerini vermeye kıyamamış olacak ki ısırdığı şeftaliyi uzattı abime.
Normalde evde bizim içtiğimiz bardaktan bile içmeyen bir bardağı içine sinmedi diye ikinciye bana yıkattıran abim beni yeniden bir şok sokacak hamlesini yaptı. Yüzündeki memnun ifadeyle Asya ablanın ısırdığı şeftaliden kocaman bir ısırık aldı.2
Keyifli okumalar diler oylarınızı ve yorumlarınızı beklerim.💖
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
27.12k Okunma |
1.6k Oy |
0 Takip |
33 Bölümlü Kitap |