38. Bölüm

Neden Hep Ben?

Tuğba e
tuaekn

"Ben varya kesin boşluğuma geldi de seninle evlendim."

 

Asya ablanın bağırışından sonra havada süzülen onun tarafından atılan yastık abime gitmek yerine hala uyanmaya çalıştığı için salonun ortasında dikilen bana çarpınca gerçek manada uyanmıştım. Yüzümü acı içinde buruşturduğumda kafamdan seken kırlente baktım. Bu ne zamandan beri bu kadar acı verici olmuştu?

 

Dağınık saçlarımı kaşıyıp yediğim darbeyi atlatmaya çalışırken asıl yemesi gereken kişinin kahkahası doldurdu kulaklarımı.

 

"Heyt be karıma bakın nasıl da vurdu on ikiden" abim keyifle konuşurken gözümü devirip daha fazla Asya abla ve Meriç abim kavgasının ortasında kalıp hasar görmemek için banyoya doğru ilerledim.

 

Arkadan duyduğum "ben senin karın değilim" çığlıkları ile zaten alıştığım durumu umursamayıp gözlerim yarı kapalı dişlerimi fırçalıyordum.

 

Abimin en ufak şeyde Asya ablayı bu kadar delirtmesine artık hepimiz alışmıştık. Şiddetli geçimsizlik yaşıyorlardı.

 

Eh, ilişkinin aşamalarına bu kadar tersinden başlarlarsa olacağı da buydu. Asya ablanın odama dalıp tatil diye uyandırmasıyla ki tatil diye bahsettiği şey de Pusat'ın planladığı iki günlük bağ eviydi, gözlerimi açmıştım.

 

Hazırladığı iki bavula Meriç abim itiraz edince de kavgaya tutuşmuşlar sonu da Asya ablanın günde elli defa getirdiği iyi madem boşanalım konusuna gelmişti.

 

Son günlerin kritiğini yaparak işlerimi hallettim. Banyodan çıkıp üstümü giyinmek için odama geçerken de tekrardan bir darbe yememek için resmen koşmuştum. Bu ilişkide en çok ben yıpranıyordum.

 

Yanıma lazım olabilecek en gerekli eşyaları alıp hepsini sırt çantama doldurmuştum. Herkes bizim evin önünde bir saatte toplanacaktı o yüzden daha vaktimin olması ile rahat rahat giyiniyordum.

 

Askılı beyaz üzerinde minik maviçiçeklerin olduğu bir üst ve altına beyaz keten pantolon giydiğimde iki üç takı ve parfümümle tamamlanmıştım. Hava sıcak olduğu için gayet makul gelmişti. Sırt çantamı da elime alırken saçlarımı da gevşek bir at kuyruğu yapmıştım.

 

Odadan çıkarken çevre kontrolü yapıyordum havada uçuşan herhangi bir kesici delici alet görmememle beraber derin bir nefes alıp çıktım.

 

Salona gittiğimde Asya abla hala söyleniyordu. Hiçbir şey demeden Güneş'i kucağıma aldım. Üstündeki mavi çiçekli tişörtü görünce "ay teyzesi ile uyumlu da giyinirmiş bebeğim" deyip yanaklarına minik öpücükler konduruyordum. Yüzünde açan gülüşler içimi ısıtırken arkadan abim "halası oluyorsun" diye müdahele etmişti. Hem halası hem teyzesi olurdum ben onun.

 

Asya abla abime göz devirirken neye bu kadar sinirli olduğunu bilmediğim ve açıkcası Asya ablanın gazabından korktuğum için rahat rahat sırıtan abime kaş göz yapıp sebebini sordum.

 

Bana hiçbir şey demeyip hala gülerken Asya abla konuşmaya başladı "Leyla ben bu abinle evlenirken beni neden durdurmadın?" dediğinde az önceden beri kaçtığım kavganın tam ortasında olduğumu fark edince sessizce "siz nikah masasındayken haberim olduğu için olabilir" diyebilmiştim.

 

Asya abla cevabımdan memnun olmadığını belli ederken Güneş'in eşyalarını bebek çantasına hışımla koyuyordu. "Aşkıma dayanamayıp soluğu nikah masasında aldın ya karıcığım" diye konuşan abimle artık kaçmam gerektiğinin farkına varmıştım.

 

"Oldu, size iyi kavga etmeler biz kapıda sizi bekliyoruz değil mi halateyzecim" cümlemin başında abimlerle sonunda ise kucağımdaki Güneş ile konuşurken kendime bulduğum yeni lakaba gülümsemiştim.

 

Güneş'in elleri yanaklarıma değerken mis kokusunu içime çekerek dışarıya adımladım. Sabah erkendi ve herkesin toplanmasını bekliyorduk ki yola çıkalım. Konuştuklarını göre Pusat ve abimin arabası yeterli olacaktı bize. Etrafıma bakınırken Güneş'i de kucağımda sıkılmasın diye yavaş yavaş sağa sola sallıyordum.

 

"Bunlar iyice delirdi sabah akşam kavga sabah akşam kavga bünyem kaldırmıyor bak" dedim abimlerden bahsederken. Güneş ise hiçbir şey anlamadığını belli eden suratıyla izliyordu beni.

 

"Evlilik aşkı öldürüyor mu yani baksana?" diye sorduğumda verebileceği tek cevap ağzından çıkardığı garip bir ses olmuştu.

 

"Sahi bunlar önce evlenip sonra aşık oluyor mantıken" dedim onun yerine kendimi cevaplarken. Ben Güneş ile olan konuşmamıza dalmışken sokakta bir o yana bir bu yana yürüdüğümü fark etmemiştim bile o esnada karşı evin kapısı açıldı. Duyduğum sesle resmen başımı dikleştirip tahmin ettiğim kişinin çıkmasını bekledim.

 

Pusat sabahın erken saatlerine rağmen tüm karizmasıyla görünürken derin bir iç çekip Güneş'in kulağına doğru "bak benimki" demiştim. Çok da ilgilenmemiş olsa da ben ağır ağır kapıyı kapatıp bize dönen kişiyle oldukça ilgileniyordum. Güneş gözlüğünü takmış elindeki eşyalarla bahçeden çıkmıştı.

 

Bizi görsün diye el sallarken zaten sokakta tek biz vardık da yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu.

 

Gözlüğünü çıkarıp tişörtüne asarken arabasının kilidini açıp bize doğru ilerlemişti. Arabası da tam önümüzde durduğu için acaba sevgilim bana mı geliyor arabaya mı diye iki saniyecik düşünüp sonra aman kime geliyorsa gelsin geliyor ya sonuçta deyip hızla yanına adımlamıştım.

 

Elindekileri arabanın arka koltuğuna koyup kapıyı kapatırken yanına varan ben ve kucağımdaki Güneş'i hızla sardı kollarıyla.

 

"Günaydın bebeğim ve bebek" dediğinde önce benim saçlarımı sonra da Güneş'in saçlarını öpmüştü. Söylediği kelimelerle yüzümde kocaman sıcacık bir gülümseme oluşurken resmen şakımıştım "günaydın" diye. Kucağımdaki Güneş'i alırken Pusat da benim gibi gülümsüyordu.

 

"Gel bakalım biraz da bana prenses" deyip Güneş'i havaya kaldırmıştı. Az önceden beri kucağımda olup suratsız suratsız beni izleyen Güneş'in yüzü bir anda aydınlanmış ve ağzı iki metre açılmıştı.

 

Bu haline şaşırıp gözlerimi hızla açıp kapatırken Güneş Pusat'ın kucağında olmanın keyfini çıkarıyordu.

 

"İnanamıyorum benden daha mı çok seviyor seni?!" diye Pusat'a şiddetle döndüm. Gözlerimden alev çıkacaktı şimdi. Ben hem teyzesi hem halası olaraktan doğduğu gün bile yanındaydım be. Bir Pusat'a satmıştı beni.

 

"Karşı konulamaz bir karizmam olduğu doğrudur" diye kendini öven Pusat'a göz devirmekle yetindim. Olduğu durumdan oldukça keyif alıyor gibi duruyordu.

 

"Gel bakalım halateyzeye" diye Güneş'e uzandığımda Pusat'ın yüzü duyduğu kelime ile buruşmuş garip garip bakıyordu bana. Güneş ise bugün beni satmaya ant içmiş gibi yüzünü diğer tarafa çevirip daha da sindi Pusat'ın göğsüne.

 

"Pes ya" deyip iki kolumu göğsümde birleştirirken Pusat'ın keyifli gülüşü doldurdu kulaklarımı. Onun gülüşüyle gülmek istesem de hem sevgilim hem de yeğenim tarafından ihanete uğramış tarafım ağır basıyor yanağımı içten içe ısırıyordum.

 

"Şimdi sen beni mi kıskandın yoksa Güneş'i mi?" diye sordu Pusat keyifle bir yandan da kucağındaki Güneş'i daha da çok güldürüyordu nispet yaparcasına. "Ne kıskanacağım be sizi." diye yükselip kıskandığımı belli edercesine saçlarımı savurmuştum. Bal gibi de kıskanıyordum işte.

 

"Gel buraya" deyip bir koluyla da beni saran Pusat ise trip oyunumu kısa kestirmişti. İkisine de huzurla bakarken arkadan gelen bağırış sesleri ile gözlerimi sıkıca kapattım. "Neden tek gitmiyoruz ki bunları da bela ettik başımıza?" diye sordum sessizce Pusat'a gözlerim hala kapalıyken.

 

"Benimle baş başa vakit geçirmek istiyorsan hemen kovayım hepsini güzelim" dedi net bir sesle. Bunu yapabilecek potansiyele sahip olduğu için hızla gözlerimi açıp başımı iki yana salladım.

 

Ardından üçümüz de arkamızdaki seslere dönmüştük. Kağan abi, Yusuf abi ve Oğuz birbirlerini resmen döve döve geliyorlardı. "Oğlum yavaş lan tüm mahalleyi ayağa kaldıracaksınız" diye yükseldi Pusat. Bunların da hakkından ancak Pusat gelebiliyordu zaten.

 

Kağan abinin tekmesinden kaçan Oğuz Pusat'ın arkasına saklanıp sarıldı sırtına. Delici bakışlarımı Oğuz'a değdirirken o ise bana burun kıvırıp Pusat'a bakıyordu. "Pusat kahramanım nolur beni bunların elinden kurtar" dediğinde ise göz devirdim.

 

Alo ya bir tane sevgilim vardı benim hepinizle paylaşacak mıydım? Sevgilim gereken cevabı verircesine konuştu. "Salak salak konuşma gevşek."

 

Kağan abi Oğuz'u Pusat'ın arkasından almak için doğrulmuştu ki hedefini şaşırıp Pusat'ın kucağındaki Güneş'e döndü sevinçle. Az önce Oğuz'a bakarken sinirden yanan gözleri şimdi merhamet ve sevgiyle dolmuştu.

 

"Gel dayıya" diyen Kağan abinin uzattığı ellere hızla uzanan Güneş ile gülümsedim. Eh, benden Pusat'a gidiyorsa Pusat'tan da Kağan abiye gidebilirdi. "Her firavunun bir musası vardır Pusat efendi" dedim bilmiş bakışlarımı yüzünde gezdirirken.

 

Kağan abi Güneş'e kavuşmanın keyfini yaşarken sokağın başından görünen Sare ile bir kahkaha daha kaçmıştı ağzımdan. Kafasına taktığı kocaman güneş gözlükleri ilkokulda taktığımız gibi olan tekerlekli sırt çantasıyla neye uğradığımızı şaşırmıştık resmen.

 

Bir kolunda da ağırlığı yüz metre ileriden belli olan bir bez çanta varken acaba iki günlüğüne değilde iki haftalığına mı gidiyoruz diye düşünmüştüm.

 

Hadi Asya abla ben anneyim her şey lazım olacak diye düşünüp bir sürü şey getirmişti ama Sare'ye ne olmuştu böyle. Ben hala gülerek onu izlerken o ise bir elini kaldırıp yardım ister gibi çırpındı. "Ay kolum koptu yardım edin" diye bağırdığında asıl niyetini bildiğim için kılımı dahi kıpırdatmamıştım.

 

Gözlerim Oğuz'un üzerinde gezinirken o Sare dışında her yere bakıyordu. Yusuf abi hızla Sare'nin yanına adımlayıp kolundaki bez çantayı aldığında ağzı şokla açılmıştı.

 

"Ne var bunun içinde böyle?" demişti. Sare o telaşlı halini bir kenara bırakıp "size tatlı poğaça falan yaptım" dediğinde hepimizin gözleri mutlulukla açılmıştı resmen. Kimsenin aklına gelmeyen şeyi düşünmüştü yine.

 

Biz arabalara yerleştirdiğimiz eşyalarla hala evden çıkamamış çifte kumruları beklerken yüzüme vuran güneş ile gözlerimi kırpıştırdım. Ciddi manada gölge dahi yoktu sokakta.

 

Bir el yüzüme siper edilirken sahibini çok iyi tanıyordum. Nasıl tek ifademden sıkıntımı anlamıştı bilmiyordum ama şu an elini siper ettiği gözlerimle aşkla bakıyordum Pusat'a.

 

"Tamam Asya sırtlan evi kaplumbağa gibi sen de rahatla ben de" abim elindeki çantalarla çıktığında bu kadar geç kalmalarının sebebini Asya ablanın bavullardan vazgeçirmeye çalışmasından ötürü olduğunu anlamıştım.

 

Asya abla oflaya puflaya çıkarken Kağan abinin keyifle gülmesini işitti kulaklarım.

 

Bu kaos anında romantik dakikalar geçirmeye çalışan sevgilim ise sabır çekercesine nefeslenmişti. Tam yanağına uzanıp moral öpücüğü vermek istemiştim ki arkadan abimin "sakın" demesi ile uzaklaştım Pusat'tan.

 

Gerçekten de şansımıza tüküreyimdi yani. Huzurlu bakışları yerini öfkeye bırakırken "abini dövsem bana kızar mısın?" diye fısıldadı. Bu yola artık çıkmak istediğim için başımı evet anlamında aşağıya yukarıya sallamıştım.

 

Yolumuz zaten uzundu bir de sokakta oyalanmaktan başka bir şey yapmıyorduk. Ellerimi birbirine çarpıp alkışlarken tüm dikkati üzerime toplamaya çalıştım.

 

"Haydi artık arabalara dağılıp yola çıkalım" dediğimde herkes birbirine bakıyordu. Benim kafamdaki araba düzenine uymaları için içten içe dua ediyordum. Tabii ki de çiftleri yanyana oturtup ki buna küs çiftler de dahildi Yusuf abi ve Kağan abiyi ise herhangi bi yere oturtmak istiyordum.

 

Meriç abimin arabasına eşi kontenjanından Asya abla ve kızları Güneş binerken dayılık hormonları zirve yapmış Kağan abi de "Güneş nereye ben oraya" demişti. Abim ise bu duruma gayet açık bir şekilde sövüp arabaya yerleşmişlerdi.

 

Kafamda hızlıca yanlarına Yusuf abiyi yollamak ve bizim arka koltuğa ise Oğuz ve Sare'yi oturtmak geçerken sanki bunu anlamış olan Oğuz bakışlarını bana değdirip gözlerini yapma dercesine kapatıp açtı.

 

Onu umursamadan konuşacaktım ki bir anda Meriç abimin arka koltuğunu açıp oturmasıyla ayakta kalan Yusuf abi ve kırgın Sare'de arkamıza geçmişlerdi. Sanki suçlu benmişim gibi Sare'ye bakıp başımı yana eğdim.

 

O ise hiç moralimizi bozmak istemezcesine neşeyle konuştu. "Ee, hadi şarkı falan açın" dediğinde arabanın daha çalışmamış olması ile gülmüştüm. Pusat elimi tutup öptükten sonra arabayı çalıştırdı. Bunu sanki totemmiş gibi her arabayı çalıştırmadan önce yapmaya başlamıştı.

 

Abimlerin araba önde biz arkada ilerlerken radyodan sızan şarkılarla camı açmış saçlarımı da rüzgar dağıtsın diye serbest bırakmıştım.

 

Pusat hayatıma girdikten sonra en sevdiğim ikinci şeydi rüzgarı böyle hissetmek. Yüzümde bir gülümseme ile Pusat'a dökerken bana bakan kahverengileri ile karşılaştım.

 

Başını tekrar yola döndürdüğünde asıl manzaramın camda değil de burada olduğunu bilerek kafamı koltuğa yaslayıp onu izlemeye koyulmuştum.

 

Kusursuz çizilmiş yüz hatları, kahverengi gözlerini gölgeleyen gür kirpikler, dudağının altındaki minicik beni, hafiften çıkmaya başlamış sakalları, alnına düşen siyah saçları ile bana dünyanın en mucizevi en doyulması imkansız manzarası gibiydi.

 

"Çok beğendin herhalde" dedi bakışlarımı yakalarken sessiz ama bir o kadar da keyifle. Elimi çeneme koyarken "çok" demiştim uzata uzata.

 

Yoğun bakışları arabayı sürerken dikkati dağılmasın diye kısa kısa üstümde gezinirken ikimizin arasına koyu sarı bir kafa girdi.

 

Anlık gördüğüm surat biraz da dalmamın etkisiyle beni korkuturken "bölüyorum ama şuradaki benzinlikte durur musunuz? Acil." diyen Yusuf abi ile gülmemek için yanaklarımı içten içe ısırdım.

 

Pusat hiçbir şey demeden arabayı resmen benzinliğe dalarcasına sürdüğünde ise hala kendimi zor tutuyordum. Yüz ifadesi Yusuf abinin korkmasına sebepti. Pusat arabayı durdurduğu an inip arka koltuğu açtı.

 

Hala ne yaptığını anlamayan Yusuf abi ise gariban bakışlarla izliyordu. Pusat şak diye ensesinden tutup Yusuf abiyi indirirken artık tutmaya çalıştığım gülüşüm Sare'nin kahkahası ile ağzımdan kaçmıştı.

 

"Oğlum sizi bana sayıyla mı gönderdiler lan?!" diye bağırdığında Pusat benzinlikteki iki üç surat bize dönmüştü.

 

Yusuf abi acil tuvalet ihtiyacını belli etmek amacıyla parmağını kaldırıp söz istercesine konuştu "aga tuvalete gideyim öyle öldür bari ölüm rahat etsin" dediğinde bu hallerine gülmekten başka bir şey yapamıyordum.

 

Pusat, Yusuf abiyi serbest bıraktığında koşarcasına tuvalete girmiş dakikalar önce solladığımız Meriç abimler de benzinlikte durmuşlardı. Verdiğimiz kısa 'çok ihtiyaç molasında' ben de markete girip soğuk kahve almıştım bize.

 

Yolumuz totalde belki de iki saat anca sürerdi ama sanki iki günlük yola çıkmışız tripleri beni felaket eğlendiriyordu. Sare de kahvelerden bir çoğunu alıp diğerlerini dağıtırken elimde iki tane kahve kalmıştı.

 

Pusat'ın yanına doğru adımlamış elimdeki kahvelerden birini ona uzatmıştım. Hala Yusuf abiye diktiği bakışlarını kesmesi için görüş alanına girdim.

 

"Zaten azıcık romantik an yaşıyoruz onu da bu hayvanlar bölüyor" dedi Pusat sinirle. Felaket kurulmuştu Yusuf abiye geçmiş olsundu gerçekten de.

 

Bir iki adım daha ilerleyip tam dibine girmişken elimdeki soğuk kahveyi uzattım. "Teşekkürler yavrum" deyip aldığında ise yüzümde kocaman bir gülümseme olmuştu.

 

Marketten teker teker çıkan bizimkilerle herkesin nasıl bu kadar hızlı ihtiyacı olmuş olabilir diye düşünürken kendimi de Pusat'a yaslamış sırtımı göğsüne koymuştum. Bir kolunu arkadan belime sararken kahvesini yudumladı.

 

Ben de keyifle kahvemi yudumlarken bu halimizden memnun olmadığı yüzünden okunan abim hızla yanımıza doğru geliyordu ki Asya abla kolundan tutup arabaya ilerletti. Alışsınlardı canım ben yanlarında sevgilime hasret kalacak değildim sonuçta.

 

Tekrar arabalara yerleştiğimizde Pusat herkesi oldukça kibar bir şekilde bir daha durmayacağımız hakkında uyarmıştı. Bu kibar uyarış Güneş'in uyanıp ağlamasına sebep olurken Pusat'ın omzuna vurup arabaya çekiştirmiştim. Sare ve Yusuf abi de arka koltuktaki yerlerini aldıklarında yola devam edebilmiştik.

 

Pusat bir evin önünde durduğunda "geldik güzelim" demişti. Kendime gelip başımı etrafta hızla gezdirdim. Bolca ağaçlık olan bir yerdeydik ve manzara oldukça huzur vericiydi. İçime çektiğim hava ciğerlerimi resmen çoştururken sessizlik bana garip gelmişti ki arkama döndüm.

 

Gördüğüm manzara kahkaha atmama sebepken Pusat da yüz ifademi görüp arka koltuğa dönmüştü. Sare ve Yusuf abi birazdan koltuktan düşercesine uyuduklarında hemen telefonumu çıkardım. Bu rezil hallerini ileride koz olarak kullanabilirdim.

 

Meriç abimler de yanımıza park ederken arabadan hala inmemiş gördüğümüz manzaranın komikliği ile ilgileniyorduk. Çünkü birazdan resmen Yusuf abinin ayağı Sare'nin ağzına girecekti.

 

Meriç abimler arabadan inip bizim arabaya doğru ilerlerken Kağan abi camıma vurup "kırmızı halı mı bekliyorsunuz?" diye sormuştu memnuniyetsizlikle.

 

Ben hızla arabadan inip arka koltuğu açtığımda kafasını kapıya yaslayan Yusuf abinin kafası düşmüştü. Gördüğümüz manzara ile tekrardan kahkaha atarken bizimkiler de gülmüş Kağan abi Yusuf abinin başına vurup "koğuş kalk" dediğinde hızla ayaklanan Yusuf abi ile gülüşüm daha da büyümüştü. Bir saatte nasıl böyle dağınık ve derin uyumuşlardı hayret edilesiydi.

 

Ben de bu gürültüye rağmen uyanmayan Sare'yi daha kibar bir şekilde uyandırırken hepimiz inebilmiştik arabadan. Bağ evine eşyaları taşıdıklarında ise bir oda bir salon ve kocaman bir bahçesi olan bu eve sonunda girebilmiştik.

 

Tahmininden daha uzun süren yol keyifli geçtiği için mutluydum. Herkes sanki buraya kadar onları yürütmüşüz gibi bir tavırla koltuklara yığıldığında ise gülmeden edememiştim.

 

Akşama hızlıca yapılan mangal planı ile zaten gelirken arabalara doldurdukları yiyecek malzemelerini de indirmişlerdi. Kızlar olarak mutfağa geçip salata ve mezeleri hazırlayacaktık erkekleri ise mangal başına kovmuştuk.

 

"Sizce etleri yapabilecekler mi?" diye bir şüpheli soru geldi Asya abladan. "Kocana olan güvenin gözlerimizi yaşarttı" diyen Sare ise salata malzemelerini yıkıyordu. "Pusat halleder" dedim kendimden emin bir sesle.

 

Ne zaman böyle piknik işleri olsa hepsi atlar mangalı yapacağız derler en son da Pusat'a kalırdı. Bunu tahmin ettiğim için kocaman bir bardağa soğuk su doldurup sevgilimin yanına bahçeye adımladım hızla.

 

Tam da tahmin ettiğim gibi Meriç abim, Yusuf abi, Kağan abi ve Oğuz mangalı neden yakamadıkları hakkında bilimsel konuşmalar yaparken biricik sevgilim tek başına uğraşıyordu mangalla.

 

Yanına yaklaşıp suyunu uzattığımda gülümseyerek baktı bana. "Şu sahne hiç değişmeyecek galiba" dedi etrafını gösterirken. Başımı omzuma doğru eğerken "değişmesini mi isterdin?" dedim.

 

Yüzü tamamen bana dönerken sanki arkamızdaki abimlerin duymasını istemezmiş gibi yaklaşıp "isterdim" dedi.

 

Bu cevabı beklemediğim için kaşlarım çatılırken parmağını kaşımın ortasına koyup düzeltti. "Bu angutlar yerine küçük Leyla ve küçük Pusat'ların etrafta gezinmesini isterdim" dedi gülümseyerek. Zihnimde dolananları tahmin ettiği için yüzümün an ve an değişip gözlerimin şaşkınlıkla açılmasını izledi keyifle.

 

Başımı iki yana sallayıp girdiğim hayal dünyasından sıyrılırken o ise beni uğrattığı dumurdan memnun bir şekilde mangalla ilgilenmeye devam etti.

 

Abimler birbirlerini yemekten vazgeçmiş buldukları topla oynarken daha yeni bir tepki verebilmek için ağzımı açmış "yuh ya" demiştim. Kolunu beni umursamadığını belli etmek için sirkelediğinde "tencere getir kadın" demişti.

 

Öküzlüğüne kızmak için ağzımı açmışken kafama gelen topla neye uğradığımı şaşırdım.

 

Hani böyle hayatınız gözünüzün önünden geçer ya yemin ederim onu yaşıyorum sanmıştım. Gözlerimi sıkıca kapatırken ortaokulda kaybettiğim bayram harçlıklarımı nereye koyduğum da belki gözümün önünden geçer diye düşünüyordum.

 

Etrafımdaki silik sesler netleşmeye başlarken ilk Pusat'ın sesini seçmiştim. "Hayvan oğlu hayvanlar bittiniz lan" demişti.

 

Elimi havaya kaldırıp onu tutmak isterken elim geri düştü yere. Beynim resmen çalkalanıyor benden izinsiz hareket ediyor gibiydi sanırım bugünü havada uçan şeylerin kafama çarpma günü ilan etmişlerdi.

 

Gözlerimi açarken görüntü biraz daha netleşiyordu ki direkt Pusat'ın telaşlı bakışlarıyla karşılaştım. Bu gülme isteğimi tetikleyince de kendimi tutamamış kahkaha atmıştım.

 

Hala bana endişe ve korku içinde bakan Pusat ise gülmemle daha da dehşete düştü. "Ulan kız travma geçiriyor öldüreceğim sizi" diye bağırdığında ise sesi resmen beynimde yankılanmış yüzümü buruşturmuştum.

 

Yusuf abi de yanımda durumuma bakmaya çalıştığında iyi olduğumu belli etmek istercesine tuttum Pusat'ın kolunu. Hızla elini alnıma götürürken "iyi misin?" diye sormuştu. Ben iyiydim de Pusat neden bağırıyordu?

 

"İyiyim" dediğimde bu sefer yüzünü buruşturan Pusat olmuştu. "Değil" dedi telaşla Yusuf abiye doğru. Her konuştuğunda beynim resmen uğulduyordu. Ne yapmışlardı taş mı koymuşlardı topun içine böyle.

 

Elimi susması için Pusat'ın ağzına götürürken donup kaldı hareketimle. "İyiyim sevgilim" dedim gözlerimi kırpıştırırken. İlk gülmem de benim için bu kadar telaşlanmasından ötürüydü aslında.

 

"Sırnaşma lan adama" diye duyduğum abimin sesi ve ensemde hissettiğim buz gibi el ile neye uğradığımı şaşırırken gözlerim şokla açılmıştı. Zaten allak bullak olan beynim bir de enseme yediğim tokatla tamamen kontağı kapatmış gibiydi.

 

Pusat'ın öfke, endişe karışık bakışlarına bakarken artık yediği hasarları kaldıramayan başım dönüyordu resmen. Kendimi Pusat'ın kollarına atarken de son sözüm vasiyetim olsun bari umuduyla konuşmuştum.

 

"Mezarımın başına ömrü yarıda aklı Pusat'ta kaldı yazın."

 

Ben öldüğümü düşünüp melekleri falan beklerken hala olduğum yerde sessizlik içinde uzanıyordum. Sessizliği bozan Yusuf abi "bayılmış olamaz" dediğinde Kağan abi ise başına vurup "kes la doktorcuk bayıldı kız" demişti.

 

İşin aslı bayılmamıştım sadece dönen başımı daha fazla tutamamış kendimi de biraz da bu durumu kullanmak amacıyla atmıştım Pusat'ın kollarına. Gözlerimi yavaşça açarken tepemde gördüğüm bir sürü meraklı gözle gülmemek için dudağımı ısırmıştım.

 

"Aha, uyandı" dedi heyecanla Sare sanki diğerleri bunu algılayamamış gibi. "Görüyoruz" diye konuşup göz deviren ise Oğuz olmuştu. Daha şakacıktan yaptığım bayılmamdan uyanır uyanmaz bunların tatsız hallerini görünce geri kapattım gözlerimi. Ben biraz daha bayılabilirdim sanırım.

 

"Lan yine gitti" diye resmen hönküren ise abim olmuştu. O an Pusat'ın sesini seçemediğimi fark edince bir gözümü çaktırmamaya çalışıp açtım ona bakmak için. Hepsi pür dikkat beni izlediği için çaktırmama ihtimalim yoktu. "Geldi." dedi bu sefer de Kağan abi.

 

"Elektrik mi bu geldi gitti geldi gitti açılın bi kızın başından hava alsın" diye sonunda mantıklı bir ses ise Asya abladan gelmişti. Bunca yarım akıllının arasında henüz bir akıllı olması içten içe şükür çekmemi sağlamıştı. Gözlerimi sımsıkı kaparken tek düşündüğüm Pusat'tı. O neredeydi?

 

"Yalancı uyuyan güzel" diye bir ses duyduğumda hızla açtım gözlerimi. Az önceden beri beklediğim sesti bu. Pusat'ın yüzüme eğilmiş olmasını beklemezken şokla büyüdü gözlerim. O ise keyifle doğrulmuştu. "Nereden anladın?" dedim gözlerimi kısarken.

 

Asya abla hava almam gerektiğini söyledikten sonra sürükleyerek uzaklaştırmıştı diğerlerini başımdan. "Gülmemek için dudağını ısırdın" dediğinde ise yakalanmamın saçmalığı ile gözlerimi devirip tekrar başımı geriye attım.

 

"Benim bi bayılma işi vardı devam edeyim" dediğimde ise tok kahkahası kulaklarımı doldurmuş bu sebeple de az önce başımdan kovulanların dikkatleri tekrar üstümüze çekilmiş iyi olduğumu da görmüşlerdi.

 

"Biraz daha açmasaydın gözünü birilerinin cenaze namazını kılacaktık" dedi Pusat bana doğrulmam için elini uzatırken. İki elimle elini sarıp ayaklandım iyi olduğumu belli etmek için de yerimde bir kere zıpladım.

 

"Çiçek gibiyim valla böyle beynime reset attılar sanki" dediğimde ise kolumdan tutup önüne çekmişti beni. "Çiçek gibisin ondan ne şüphe" demesiyle gülümsedim. Her fırsatta yüzümde güller açtırabiliyordu.

 

Guruldayan karnımla gözlerimi kaparken dudaklarımı büzmüştüm. Ben de itinayla her fırsatta kendimi rezil edip romantik anlarımızı bozabiliyordum.

 

"Hadi masayı kurun" diye seslendi topla oynamaya devam eden bizimkilere. Topa sanki katilimmiş gibi diktiğim bakışlarımla en kısa sürede onu tenhada kıstırıp bıçak takacağımı not etmiştim kafama.

 

Erkekler salondaki masayı bahçeye taşırken biz de yemekleri ayarlıyorduk. Salatayı soslayan Sare'nin yanına sokuldum hemen. "Nasıl gidiyor?" dediğimde neyden bahsettiğimi çok iyi anlamıştı ki omuz silkti. "Gitmiyor" dedi net bir dille. Omuzlarım çökerken bir şeyler düşünmeye çalışıyordum.

 

Bir şekilde buradan onları barıştırmış bir şekilde dönmeliydik. Kendi başıma düşünerek bir sonuca varamayacağımı fark edince yedek beynim olan sevgilimin yanına adımladım.

 

"Oğuz ve Sare'yi barıştırmak için bir şeyler düşünmeye çalışıyorum" dedim sessizce. Pusat ise başını usul usul sallayıp uzakları izliyordu bir kovboy edasıyla. Bu tavrına gülerken hızla mutfağa geri gidip son tabakları da getirdim. O artık düşünürdü bir şeyler.

 

Hepimiz masanın etrafına kurulurken Asya ablayı bekliyorduk. Güneş her zamanki gibi yine tam yemek hazır olunca uykusundan uyanmıştı. Belki geri uyuturum umuduyla giden Asya abla ise geri gelmişti bahçeye. "Uyumuyor" dedi bezmiş bir sesle.

 

Abimin yanındaki yerini alırken Kağan abi hızla Güneş'e uzandı. "Hayırdır siz burada alem edeceksiniz de yeğenim uyuyacak mı yok öyle bir dünya" dediğinde Asya abla hemen vermişti Kağan abiye Güneş'i. Madem konuşuyordu baksındı.

 

Bol bol kahkaha eşliğinde yemeklerimizi yerken yanımdaki Pusat'a değiyordu bakışlarım sürekli. İyice onun yamacında olmaya alışmıştım. Sanki zaten normalim bu gibi her anımda onun yanında buluyordum kendimi.

 

Her zamanki gibi yemeği yedikten sonra masada oturup muhabbet etmeye devam ediyorduk ki Yusuf abi ben ve Pusat'a bakıp tahmin ettiğim şeyi söyledi. "Hadi patlatın bizim klasiğimiz olan şarkıyı da iyice keyiflenelim."

 

Gözlerim Pusat'ı bulurken gözlerini yavaşça kapatıp açıp beni onaylamıştı. Yüzümde kocaman bir gülümseme olurken şarkıya giriş yapmasını beklemiştim. Ne zaman bu şarkıyı söylesek yüreğim resmen küçük bir kelebek gibi hızla kanat çırpıyordu. Onun sesine kendimi bildim bileli hayrandım.

 

"Bir sabah çıksam kaybolsam

Dönmesem kalsam anılarda

Belki bir sevda türküsünde vurulurdum"

 

Şarkıya devam etmek yerine gözlerini masadan çekip ona heyecanla bakan gözlerime dikti. Nefes almak dahi o an benim için çok zor olmuştu. Ne kadar zaman geçerce geçsin o bana baktığında heyecanla titreyecektim. Sanki bak bunu sana söylüyorum der gibi devam etti.

 

"Gel künyemi al dağlardan."

 

Sıranın bana geldiğini anladığımda hızla önümdeki su bardağını kafama dikmiştim. Boğazım kuruyup da sesimin çıkmaması şu an benim için felaket olurdu.

 

"Aşk nedir söyle, kayboldum

Belki bir düşte unutulmak

Her sabah bir dev masalında uyanınca

Hep çocuk kalmak, kurtulmak"

 

Bakışlarım sadece Pusat'ın üzerindeydi. Bana aşkla bakan kahvelerine kitlenmiştim. Bir anda oturduğu yerden doğrulunca yerini düzeltecek sanarken o ise ayaklanmış ardından elini bana uzatmıştı.

 

Elini tuttuğumda şokla açılmıştı gözlerim. Ne yaptığını anlamazken bir anda masadan bir iki adım uzaklaştı. Bir elini belime koyarken diğer eliyle de tuttuğu elimi havaya kaldırmıştı.

 

Sonunda yaptığı şeyi kavradığımda hızla uyum sağlayıp boşta kalan elimi omzuna koydum. Şarkının küçüklüğümüzden beri hep birlikte söylediğimiz kısmı söylemeye başladık.

 

"Kar yağıyor bu gece

Öyle beyaz ki şehir

Anlamak bir ömür sürer

Hayat niye kirlenir"

 

Adımlarımı Pusat'ın adımlarına uydururken sevgili olarak ilk dansımız hep birlikte söylediğimiz şarkıyla bu bahçede ediyorduk. Heyecan ve mutluluk kalbimi resmen göğsümden fırlatacak kadar hızlı attırıyordu.

 

Abim bu anımıza sesini çıkarmak yerine şarkıya eşlik ederken Asya ablaya uzattı elini Asya abla da yüzü kızararak elini tuttuğunda hem kendi dansımla ilgileniyor hem de görümcelik esası olaraktan onları dikizliyordum.

 

Sanki bahçenin bu kısmı dans pistiymişcesine yanımıza geçtiklerinde yüzümdeki gülümseme daha da büyüdü. Şarkının Pusat'ın söylediği kısma geldiğimizde buradaki oksijen tekrar bana yetmemiş gibi nefesim kesilmişti.

 

"Karlı bir gece sen buldun

Kaldırımlarda kalbimi

Al götür, rüzgarlara savur hadi durma

Ver benim eski yarimi"

 

Hem dans ederken hem de duyduğum sözler ile Pusat'ın bana hatırlattığı belki de şu hayatta unuttuğum için en pişman olduğum anları düşündüm. Biz aslında yıllarca kendi aşk hikayemizi söylüyorduk birbirimize. Sadece bunu kabullenip fark etmemiz zor ve acı verici olmuştu.

 

Şimdi burada onun kollarında bu şarkıyı tekrar söylüyor olabilmek bile benim mucizemdi. Pusat'ın dudağından dökülen her sözü hayran hayran dinlerken Kağan abi de kucağındaki Güneş ile diğer yanımıza geçmişti. Küçük yeğeni ile dans etme çabası yüzümü güldürürken şarkıyı söylemeye devam ettim.

 

"Ben kimim söyle, kayboldum

Dönmedim kaldım anılarda

Her sabah bir çöl masalında, uyanırdım

Belki de yanlış bir Leyla"

 

Derin bir nefes alırken gözlerim sadece Pusat'ın gözlerindeydi. Hepimiz sanki son ses bir şarkı çalıyor gibi dans etmeye devam ediyorduk. Pusat zaten aramızdaki mesafeyi daha da kısaltmak istercesine yaklaştıktan sonra kulağıma eğilip konuştu.

 

"Kesinlikle doğru Leyla."

 

Yakınlığı ve nefesinin değmesi beni huylandırırken kıkırtıyla güldüm. Pusat ise beni dansa olan bilgisiyle şaşırtmaya devam ederken beni kolunun altında döndürüp belimden tutmuştu. Sadece onun bilgisine güvenip hareket etmeyi tercih eden ben ise tamamen doğaçlama ilerliyordum.

 

Gözlerim o an hala masada Uluöz kardeşlerin arasında oturan Sare'ye değdi. Şarkıya eşlik edip kendi etrafında sallanırken oldukça keyif almaya çalışsa da yüzündeki buruk ifadeyi gizleyemiyordu. Oğuz'un ise dansa kaldırmaya hiç niyeti yok gibi duruyordu.

 

Bu da boşa gitti diye omuzlarım düşerken muhtemelen Sare'nin böyle oturmasına gönlü razı gelmeyen Yusuf abi ayaklandı. Bir elini Sare'ye uzatırken şaşıran Sare ise gülümseyerek hızla elinden tutup kalkmıştı.

 

Onlar da sessizce pist bellediğimiz bahçenin kısmına geçmişlerdi. Gözlerim tekrar asıl ilgilenmem gereken kişiye dönerken o ise gülümseyerek tüm dikkatini bana verdiğini belli ediyordu.

 

Şarkıyı hep birlikte söylemeye devam ederken Kağan abinin döndüre döndüre dans ettirdiği Güneş'in gülüşleri de eşlik etmişti bu keyifli anımıza. Gerçekten de hayatımın sonuna kadar hatırlamak istediğim andı bu.

 

Oğuz oturan tek kişi olduğu için büyük salata kaşığını alıp dans edenlerin tam ortasına geçti. Elindeki salata kaşığını mikofonmuş gibi tutarken hem şarkı söylüyor hem de dans ediyordu. Her ne yaşanırsa yaşansın burada, bir arada mutlu olmayı başarabilmemiz benim şu hayatta isteyeceğim tek gerçekti.

 

Romantik dansımız Oğuz'un telefondan açtığı ama eşlik etmemizle beraber daha da çoşturduğumuz romana oradan da halaya kaymış yediklerimizi sindirmiştik bile.

 

Herkes büyük salonda oturmuşken evdeki oyun köşesindeki oyunların sacmalığı hakkında konuşuyorlardı."Belki de eşşek kadar olduğumuz için beğenmiyoruz" dedi Kağan abi elindeki kutu oyununa bakarken.

 

"Sen eşşek gibisin biz değiliz" dedi Yusuf abi Kağan abinin elindeki oyunu alırken. Kağan abi garip bakışlar atıp bize dönerken "aynı yaşta değil miyiz ben mi bir şey kaçırdım?" diye sormuştu.

 

Oturduğum koltuğa daha da sinerken benim kafam çok daha başka bir yerdeydi."Nerede uyuyacağız?" dedim daha önemli olduğunu düşündüğüm konuya ilgilerini çekmek için. Uykum gelmişti.

 

"Biz yatak odasında uyuyalım" dedi Asya abla parmağıyla beni ve Sare'yi işaret ederken."Siz de burada uyursunuz" diye de ekledi. Yanındaki Meriç abim resmen yerinden fırlamıştı.

 

"Hop hop" dedi elini havaya kaldırırken parmağındaki alyansı hepimizin gözüne sokmak istercesine gösterdi. "Burada tek evli biziz bizim hakkımız."

 

Kendince çok haklı olduğunu düşünerek kurduğu cümleye Kağan abinin kucağındaki yastığı kafasına fırlatması ile son bulmuştu. Bir fısıltıyı andıran sesimle "Yamanların kaderi" dedim atılan yastığın yere düşmesini izlerken.

 

Hem abimler neredeyse bir haftalık evli bir çift olmalarına rağmen bizim evde de ayrı odalarda kalıyorlardı. Şimdi mi fark etmişti evli olduğunu. Uzayacağı şimdiden belli olan kim nerede yatacak kavgasını kapanan gözlerimle dinliyordum artık.

 

En son duyduğum ise Yusuf abinin "başka ev mi yoktu oğlum havuzu kendinden büyük evi tutmuşsun" demesiydi. Pusat'ın son dakika anca burayı bulduğunu bildiğim için yüzümde belli belirsiz bir gülümseme oluşmuştu.

 

Gözlerimi yavaşça açtığımda karanlık odada etrafıma bakınmaya çalıştım. Doğrulup oturduğumda yatakta olduğumu fark etmiştim.

 

Yanımdaki Asya abla ve Sare'yi görünce gecenin sonunda bizim kazandığımızı anlayıp gülümsedim. Güneş için beşik olduğunu fark edince gülüşüm daha da büyümüş yataktan çıkıp paytak adımlarla yeğenimi kontrol etmiştim.

 

Saat kaçtı? Ne zaman uyumuştum? Hiçbir şey hatırlamıyordum doğru düzgün.

 

Adımlarımı banyoya doğrulturken salondakilere göz attım. Bir koltukta abim ve Pusat uyurken diğer koltukta da Yusuf abi ve Kağan abi uyuyordu. Biri başını bir tarafa diğeri diğer tarafa verdiği için Yusuf abinin ayağı Kağan abinin ağzına girecekti adeta.

 

Bugün ikinci vakası olduğu için gülmemek için elimle ağzımı sıkı sıkı kapattım.

 

Gözlerim Oğuz'u ararken yere bakmamla ağzımı daha da sıkı kapatmam gerekmişti. Çocuğu resmen cezalandırmak istercesine halıda uyutmuşlardı. Daha fazla bu sefil hallerine bakıp gülmemek için banyoya gittim.

 

Sare'nin çoktan yerleştirdiği kişisel bakım eşyalarına gülerken kendi diş fırçamı bulup dişlerimi fırçaladım. Ardından yüzümdeki akmış makyajı silip güzelce nemlendirdim. Saçlarımı da tararken az önceye nazaran oldukça güzel olan manzarama gülümsedim.

 

Yavaş adımlarla tekrar odaya giderken çantamdan pijama takımımı çıkardım. Üzerimdeki kıyafetlerden kurtulup açık sarı askılı üst ve şorttan oluşan pijamamı giydim. Saçlarımı da açık bırakıp yatağa doğru ilerledim. İşte şimdi uyuyabilirdim.

 

Bildirim sesiyle adeta yerimden sıçrarken etrafıma bakındım. Komodinin üzerindeki telefonumu görünce hızla elime alıp gelen mesajı okudum.

 

Pusat'tan gelen mesaj kaşlarımın havalanmasına sebep olmuştu."Bahçeye gelsene" mesajını okuyup telefonumu yerine koyarak hızla yatak odasındaki kapıdan bahçeye çıktım.

 

Etrafıma bakınırken Pusat'ı görmemle ona doğru koştum sanki saatler önce görmemişim gibi bir özlem çökmüştü içime.

 

Kollarını belime saran Pusat çıplak ayaklarımı yerden kesmişti. "Ben mi uyandırdım seni?" diye sordum sezzice. Herhalde çok ses çıkarmıştım.

 

"Yok abinin yanında çok da uyku tutmamıştı zaten" dediğinde ağzımdan bir kıkırtı kaçmıştı. "Ben gördüm gayette uyuyordunuz" dediğimde o da benim gibi gülmüştü.

 

"Bir ara bayılmıştım" dediğinde daha da sırıttım. Çıplak ayaklarımı yere koymak yerine kollarında biraz zıplayarak yükselip bacaklarımı beline sardım.

 

"Bir şey yapacağım ama çığlık atıp herkesi başımıza toplama" dediğinde daha cümlesini sorgulayamadan kucağında ona koala gibi sarılmış benimle birlikte koşmaya başlamıştı.

 

Ağzımdan sadece bir "ne" çıkarken havuza atlamıştı bile. Çığlık atmamak oldukça zorken yüzeye çıkar çıkmaz daha da yapıştım Pusat'a. "Hain" diye de kızmayı ihmal etmemiştim.

 

Suyun üzerinde dengesini kurmuş ıslak saçlarını da savurup yüzümü daha da ıslatmıştı. Kocaman gülerken ondan uzaklaşıp üşümemek için hareket etmek amacıyla tekrar daldım suya.

 

Biraz yüzüp havuzun diğer ucuna varırken başımı kaldırıp gökyüzüne baktım hava oldukça açıktı bu da tüm yıldızları adeta bize sunuyordu.

 

Pusat'ta yanıma yüzünce elimle suya vurup sıçramasını sağladım. Bu hareketim bir savaş başlattığımın belirtisi olduğu için gülerek belimden tutup suya fırlattı beni.

 

Ben de daldığım suyun altından bacağını tutup çekerken kahkahası dolmuştu kulaklarıma. Resmen havuzda savaş verirken sırtına atlayıp batırmaya çalıştım.

 

Çevik bir hareketle sırtındaki beni kucağına alırken şok içinde bakakalmıştım. "İçinde tuttuğun tüm hırsını almak ister gibi bir haliniz var Leyla hanım" dediğinde kıkırdamıştım.

 

Bir tık fazla hırpalamıştım galiba."Uyandırmayalım içeridekileri" dediğinde başımı sallayıp kucağına daha da sığındım.

 

"Sessiz olalım" dedim yüzüne yaklaşıp bir fısıltıyı andıran sesimle konuşurken. Sanki ben bir denizkızıymışım da sesim sihirliymiş gibi büyülenmiş gözlerle baktı bana.

 

"Tamam mı?" diye tekrar fısıldadığımda anlamadığını emin olmama rağmen hızla salladı başını.

 

Gözleri üzerime kayarken zaten açık renk olan pijama takımım bir de ıslandığı için daha da iç gösterir bir hale gelmişti. Yutkunuşunu inip kalkan adem elması ile takip ederken biraz daha başımı geriye atıp gülmüştüm. Böyle büyülenmiş gibi bakması içimi bir hoş ediyordu.

 

"Bu geceliği kızlarla uyurken mi giyecektin?" sorusuna daha da gülmüştüm. Evet, çok da uygun bir pijama takımı sayılmayabilirdi ama genel tüm pijamalarım böyleydi şort askılı giymeyi çok seviyordum. Uyurken üzerimde yokmuş gibi hissettiriyordu.

 

Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşurken beni kendine daha da çekip gülümsememe tüy kadar hafif bir öpücük kondurdu.

 

Dudaklarımız ayrıldığında arada sanki çetin bir rüzgar geçmiş gibi titremiştim. Pusat yıldızlara bakarken ellerimi omuzlarına yerleştirip bu sefer ben birleştirdim gülüşlerimizi.

 

Az önce bir pamuğun yumuşaklığını andıran öpüşü şimdi ikimizi de titretecek kadar sertti. Bedenimi taşımıyormuş gibi hissederken ondan güç almak istercesine boynuna sarıldım.

 

Eli ıslak üstümün içinden rahatlıkla geçip belime giderken beni kendine bastırıp ondan daha da güç almamı sağlamıştı. Artık tamamen onu kendime bırakırken dudakları boynuma doğru ilerlemişti.

 

İsmi dudaklarımdan bir fısıltı gibi dökülürken titreyen bacaklarımı bacaklarına sardım. Diğer eli bacağıma gidip yavaş yavaş okşarken hareketlerimiz sayesinde üzerimizde dalgalanan havuz bir örtü misali içine almıştı bizi.

 

Aşkı öğrendiğim gibi diğer tüm hisleri de Pusat'ın kollarında öğrenmek benim şansımdı. Ve ben bu şansa aşıktım.

 

Hayatta hiçbir şeyi bu kadar isteyemezdim ve ben ne yaparsam yapayım hiçbir şeyi bu kadar mükemmelleştiremezdim. Ne yaparsak en güzelini birlikte yapıyorduk. Birbirimize karışmak en güzel halimizi bulmamızı sağlıyordu.

 

Öpücükleri sadece bedenimde değil ruhumda da silinmeyecek izler bırakıyordu. Sanki öptüğü her yerde minik çiçekler açtırıyordu.

 

Kolumdan düşen askılarım ile göğsümde açan binbir çiçek beni daha da titretmişti. İçim cayır cayır yanarken nasıl böyle titreyebiliyordum bilmiyordum. Elimi Pusat'ın ıslak saçlarına geçirirken daha da çok sarıldım ona.

 

Kollarında hayat bulmuş gibiydim. Başımı boynuna gömerken kesik nefeslerimin tenine çarpmasına izim veriyordum. Ara ara da minik öpücüklere süslüyordum.

 

Pusat beni tamamen sarmıştı. Her yanım oydu. Ruhum, bedenim, aldığım her nefesim haline gelmişti. Ve bundan hiç şikayetçi değildim.

 

O gece yıldızların altında gün doğana kadar bir masalın içindeymiş gibi hissettim.

 

🌑

 

Kalbimi çaldın bir anda kaçmamı beklemedin sen" sesimi daha da yükseltirken elime hareketlerimle de şovumu daha izlenir kılıyordum.

 

"Kaçmamı beklemedin sen belki de hep zile basıp da kaçmayı sevdiğinden" kendi kendime balkonda bir şeyden kaçıyormuş gibi yaparken korkuluğa sarıldım.

 

"Ateşle oynamak isterim yana yana yanyana" diye devam ederken sesimi daha da yükselttim. Resmen sokakta yankılanan sesim yine de istediğim kişiye ulaşamamıştı.

 

Odamın kapısı açılırken başımı pencereden çekmedim abim kolumdan tutup beni çekiştirmeye başladığında da bakmaya da bakmaya devam ediyordum. "Hadi sen de söyle" dediğimde abim bakışlarını bana çevirdi. "Neyi?" dediğinde yüzümü buruşturup şarkıyı söyleme devam ettim.

 

"Aşka gel de böyle deli delice" dediğimde şarkıyı söylemeye devam ettiğimi anlayan abim yüzüme dünyanın en salak insanıymışım gibi baktı.

 

"Ateşin içinde yanmıyorsa sevda neyime" diye bağırırken abim resmen kucağına almış salona doğru sürüklüyordu beni. "Gerisi bahane ben divane öpse beni delice" dememle kafama gelişigüzel bir tokat yemem bir oldu.

 

"Düzgün konuş lan delirdi dedik sineye çektik benim içimdeki mağara adamını çıkarttırma" dediğinde abimden uzaklaşıp kendimi koltuğa attım. "Ay sanki çok duruyo o içinde sürekli mağara adamısın" dediğimde annem gülerek fasulye kırmaya devam etti. "Aynı Yaprak Dökümü Leyla oldu bu" dediğinde bu sefer düşman bakışlarımı anneme doğrulttum.

 

"Pusat ne zaman dönecek?" sorusu da misafir odasından çıkan Asya abladan gelmişti. O da artık düşman saflarında olduğu için yastığa kafamı gömüp ağlıyormuş gibi yaptım. "Yarın" dediğimde üçü de birden derin bir nefes almıştı.

 

Pusat iş için biz tatilden döner dönmez üç günlüğüne İstanbul'a gitmişti ve bu üç gündür evde kafayı sıyırmış gibi davranıyordum. Çünkü gerçek manada sıyırmıştım. O kadar alışmıştım ki ona sanki üç yıldır görmemiş gibi hissediyordum.

 

İçimdeki ses üç yıl görmediğin zamanları ne çabuk unuttun dese de göz ardı ettim. Şimdi üç gün bile dayanamıyordum. Koltukta debelenmeye devam ederken yere düşünce biraz da halıda debelenmeye devam ettim. Abim bana böcek muamelesi çekerken Asya ablaya döndü. "Biz ne zaman taşınıyoruz?" dediğinde gözlerimi kısarak baktım ikisine de.

 

"Ben artık bununla aynı evde yaşamaya dayanamıyorum" diyen abime göz devirip halıda uzanmaya devam ettim. "Asya abla elini uzatıp beni kalkmam için teşvik ederken "biz de Leyla ile eve gideceğiz eşyalar gelmiştir" dediğinde elini tutmadım.

 

"İyi abimle gidin" dedim küs olduğumu belli etmek için. Asya abla beni hiç umursamayarak zorla kaldırırken "abin işe gidecek" demişti. Aniden dank eden cümle ile hızla doğruldum. "Ne evi?" diye sorduğumda abimle yengem birbirine kısa bir bakış attı.

 

"Ev tuttuk dedik ya gelir gelmez" dediğinde bunu nasıl unutmuş olduğumu sorguluyordum. Sanırım bu üç gün oldukça gıcık birine dönüşmüştüm. Bazen sevdiklerimden uzakta geçirdiğim günlerden sonra yaşadığım tüm olgunlaşmayı üzerimden atmak için gereksiz yere çocuklaştığımı düşünüyor kendimi sorguluyordum.

 

Derin düşüncelere girmenin hiç sırası değilken hızla yerimden fırladım. "Hadi gidelim o zaman" dediğimde Asya abla hızla banyoda hazırladığı temizlik eşyalarını alıp geldi. Elindeki bir kovayı da ben alırken Sare'yi de aramıştık. Güneş'i annemin yanına bırakıp evden çıktık.

 

"Kağan'ın yanına uğrayacağız imza mı ne gerekiyormuş kira kontratı için bir şeyler söylüyordu" dediğinde başımla onaylayıp zaten bir sokak altımızdaki mahallenin minik meydanına doğru ilerledik. Kağan abinin emlak dükkanı da buradaydı.

 

Dükkana vardığımızda içeriye girince şaşırmıştım. Bu dükkana en son ne zaman geldiğimi hatırlamıyordum bile. "Buraya ne olmuş böyle? Ne zamandır gelmemişim" dedim yeni dizaynı ile oldukça iyi görünen dükkana bakarken.

 

Oturduğu sandalyeden kalkıp yanımıza gelen Kağan abi "bir de ağzıyla söylüyor gelip abisini ziyaret etmediğini" dediğinde sırıtıp "başka neremle diyecektim abi" dememle beraber kafama gelişigüzel vurmadı bir oldu. Şamar oğlanına dönmüştük iyice. "Ben yazıyorum bunları bir kenara Pusat gelince hepinizi dövecek" dedim işaret parmağımı savururken Kağan abinin sırtına doğru.

 

O ise beni umursamadığını belli ederek Asya ablaya bir şeyler anlatıyordu. Ben de onu umursamayarak koltuğa attım kendimi. "Bizi bir çayla ya sana zahmet" dediğimde gülerek telefonunu çıkardı.

 

Bir yandan Asya ablaya önündeki kağıtları açıklarken bir yandan da telefondaki kahveci ile konuşuyordu. "Bana bir çay" ardından bana döndü tek gözünü kırpıp ne istediğimi sorarken sırıtarak "kuşburnu" dedim. Her ne kadar çay demiş olsam da burada en çok kuşburnu içmeyi severdim.

 

Asya abla da çay istediğinde Kağan abi telefonu cebine koymuş bilgisayar başına geçmişti. "İşler nasıl gidiyor?" diye sordum meraklı bakışımla. "Söylesem anlayacak mısın?" diye benimle dalga geçen Kağan abiye masadaki kalemi fırlattım hızla. "İyi ya da kötü diyebilirsin en azından" dediğimde kahkaha atarak fırlattığım kalemi havada kaptı.

 

"İyi iyi oturttum artık düzeni" dediğinde başımla onayladım onu. Liseden sonra ben üniversite falan okumam diyerek işe girmiş ardından da bu dükkanı tutarak emlakçı olmuştu. Açıkcası tipine bakınca böyle serseri motorcu falan bir şey bekliyordunuz ama insanı şaşırtan tutkuları vardı. Motor da hiç sevmezdi.

 

Kuşburnum gelince keyifle yudumladım. Tadı tam da hatırladığım gibiydi. Bu beni daha da mutlu ederken Asya ablanın çalan telefonu dikkatımı dağıttı. Mobilyacılarla konuştuktan sonra kapattı.

 

Çoğu şey hallolmuştu ilk temizliği de abim şirketle anlaşıp yaptırmıştı. Biz sadece bu üç günde mobilyacıların eve girip çıkarken ve monte ederken çıkardığı kiri temizleyecektik. Bu yüzden iş yükümüz oldukça hafifti. Abim benden nasıl bıktıysa her şeyi o kadar hızlı hallediyordu ki şok olmuştum.

 

Tamamen Asya abla ile bir düzenleri olsun isteğinden kaynaklı olduğunu bilen tarafım bir köşede kıs kıs gülüyordu. Sonunda dükkandan çıkıp yol üstünde Sare'yi de alırken bizim evin yaklaşık beş sokak altındaki yeni yapılan siteye gelmiştik.

 

Eve vardığımızda Asya abla cebindeki anahtarı çıkarıp adeta titreyen elleriyle açtı kapıyı. Bu heyecanı yüzümde kocaman bir gülümseme oluştururken biz de içeriye adımlamıştık. Elimizdeki eşyaları koridora bırakıp kurulan mobilyalara bakmak için ilk önce yatak odasına doğru adımladık.

 

Kapıyı açınca Asya abla yatak odasına dehşete düşmüş gibi bakarken yeni kavramış gibi elini kaldırmış ve "ben şimdi Meriç ile aynı odada mı kalacağım?" diye sormuştu.

 

Yüzümü buruşturup "gözümün önünde canlanmaması gereken şeyler canlanacak susar mısın yengeciğim" dediğimde yüzündeki ifade daha da korkunç bir hal aldı. Hızla bana dönüp "sakın" demişti.

 

Ardından yatak odasına tarlası yanmış köylü gibi bakarken bu haline gülmeden edememiştim arkamızdan gelen Sare ise "takdir ediyorum Meriç abiyi seni ketenpereye getirip nasıl da nikahı bastı ama" dediğinde daha fazla tutamamış kendimi kahkaha atmıştım.

 

Asya ablayı kendi iç savaşıyla başbaşa bırakıp temizliğe girişmiştik bile. O da sonunda bize eşlik etmeye başlayınca üç kişi olduğumuz için tahminimden hızlı yapmıştık bunda evin de oldukça küçük olmasının katkısı vardı tabii.

 

Sıra eşyaları yerleştirmeye gelmişti. Asya ablanın da abimin de hiçbir şeyi olmadığı için annelerinin çeyiz diye aldıklarıyla idare ediyor ve iki gündür harıl harıl alışveriş yapıyorlardı. Bu yüzden oldukça makul sayıda olan eşyaları yerleştirmek de kolay olacaktı.

 

"Oğuz'u çağıralım perdeleri assın" dedim annemin ne ara yaptırdığını bilmediğimiz perdelerin olduğu poşete bakarken. Sare dediğim şeyle gülerken "yine isyan edecek" demişti. Omuz silkip telefonumu cebimden çıkardım.

 

Oğuz hepimizin perde asıcısıydı kimin evinde perdeler yıkansa o çağırılırdı. Bunun sebebi boyunun uzun olması falan değil de perde asmaktan nefret etmesiydi. Hepimiz topluca ona işkence çektirmekten zevk alıyorduk sanırım.

 

Telefonu açtığında bir şey demesine izin vermeden "beş dakika içinde Asya ablaların evinde ol" deyip telefonu suratına kapattım. O iş kolay bu iş kolay demiştim ama şimdiden yorulmuştum bile.

 

Çalan kapı ile şok içinde bakarken bu kadar hızlı gelmesine şaşırmayı bir kenara bırakıp Sare'nin açmaya gitmesiyle koltuğa yığılmıştım.

 

İçeriye Oğuz'un girmesini beklerken elinde kolilerle önce Meriç abim ardından Kağan abi ve Yusuf abi girmişti. Hepsi eşyaları bir köşeye koyarken gözüm sevgilimi aradı. Özlemiştim böyle ciğerimin sol köşesi hafiften tutuşuyordu.

 

Gelen kolileri açarken çoğunda yeni alınmış mutfak eşyası olduğunu görünce hepsini mutfağa taşıttırdım. Önce hepsini yıkayıp kurulayıp öyle yerleştirmeliydik ve bu iş benim gözümde büyüdükçe büyüyordu.

 

O esnada çalan kapı ile bu sefer Oğuz olduğunu tahmin etmiştim. Mutfağa geçip saçlarımı topladım. Omuzlarım çökerken kaderime boyun eğip koliden çıkardığım tabak çanakları köpüklemeye başlamıştım.

 

Biri arkamdan sarılıp açıktaki boynuma minik bir öpücük kondurduğunda adeta yerimden sıçramıştım. Kim olduğunu arkama dönmeme gerek bile kalmadan anlarken sevinçle yerimde zıpladım. "Yarın gelecektin" diyerek köpüklü ellerimi hızla yıkayıp sımsıkı sarıldım.

 

"Gideyim yarın geleyim" diye gülerke konuşan Pusat'ın omzuna vururken "üç gün bana yetti de arttı" dedim kızarak. Çatılan kaşlarıma gülerken parmağıyla düzeltip alnımı öptü. "Çok özledim" dediğinde gözlerim kendiliğinden kapanmıştı.

 

Mutfak kapısından bağırıp "ayrılın lan" diyen abimle gözlerimi devirip tıpış tıpış ayrıldım Pusat'ın kollarından. Önümdeki bulaşık yığınına dönerken Pusat'ın hırkasını çıkarıp sandalyeye astıktan sonra yanıma gelmesiyle kaşlarım yeniden çatılmıştı.

 

"Ne yapacaksın?" dedim merakla. İçerideki işlere yardım edeceğini düşünürken o ise kocaman cüssesiyle yanımdaki yerini alıp köpüklü bulaşıklardan bir tanesini aldı eline. Suya tuttuğunda "sana yardım edeceğim" dedi çok sıradan bir işmiş gibi. Elbette sıradan bir işti ama evdeki erkeklerden çok görmediğim için şaşırmıştım.

 

Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken önüme dönüp gülümseyerek bana ayrılan köpükleme görevine devam ettim. Açıkcası abim kendi çoraplarını bile yerden almayan biri olduğu için Pusat'ın bana yardım etmesi garibime gitmişti.

 

Evet, az çok iş yapıyordu ama bulaşık yıkaması beklediğim bir şey değildi. Eh, artık bulaşık makinesi henüz bağlanmadığı için de ikimizin de eline kuvvetti.

 

Bir bulaşık yıkama olayı ne kadar keyifli geçebilecekse o kadar keyifli geçmişti. Pusat üç gününden zaten telefon konuşmalarımızdan bahsetmişti ama tekrar bir özet geçerken ben de sıradan günlerimden bahsetmiştim ve ilgiyle dinlediği her an yeniden aşık olmuştum.

 

Bizim bol köpüklü aşk dolu dakikalarımızı Oğuz'un "yuh şuna bakın koskoca Pusat efendi kılıbık olmuş" demesiyle bölünmüştü.

 

Tamam her dönem hepsinden bir tık hatta bir on yirmi tık daha ağır abi takılırdı ama yapardı da yani bir şeyler şu anki tepkileri fazla abartılıydı. Eh, konu Oğuz olunca da şaşırmamak gerekiyordu.

 

Ellerimi yıkayıp kurulamak için havada sallarken tezgaha dizdiğimiz bir sürü bulaşığa göz gezdiriyordum. Oğuz'un salak saçma tepkilerine gülen Pusat ise "mutlu hayatın sırrı hanımcılıktan geçer" demiş onun verdiği cevaba da ben gülmüştüm.

 

İçerideki işlere bakmak için onları mutfakta bırakıp salona doğru ilerlediğimde herkes bir işin ucundan tutmuştu. Kağan abi yeri silerken Sare ve Yusuf abi salona ait eşyaları kolilerden çıkarıp silerek yerleştiriyorlardı.

 

Hatta Meriç abim bile çekmece siliyordu. Sanırım gerçekten de mutlu hayatın sırrı hanımcılıktan geçiyordu.

 

Elimle abimi gösterip etrafıma bakındım "bu gördüğümü siz de görüyor musunuz?" dediğimde hepsi gülmüştü abim ise ters ters bana bakarken ardından sırıtıp "Asya etkisi" demişti. Helal olsundu yengeme böyle böyle adam edecekti bizimkini.

 

Ben abime gülerken Oğuz içeriye girmiş elinde ne olduğunu göremediğim şeyi salonun diğer ucundaki Yusuf abiye fırlatmıştı.

 

"Al lan getirdim" dediğinde başımı çevirip ne olduğuna bakmak istemiştim ama havada hızla süzülen şeyin ne olduğunu anlayamadan başıma yediğim darbe ile resmen vurulmuştum.

 

Yusuf abiden gelen bi "hassi-" sesinin devamını bile duyamamış dengemi kaybedip olduğum yere yığılmıştım.

 

Gözlerim yarı açık yarı kapalıyken beynim resmen uğulduyordu. Kafamda sıcak bir sıvı hissederken elim belli belirsiz kafama gidip sıvıya değdi.

 

Başıma toplanan meraklı bakışlar içinde seçtiğim bir çift telaşlı kahve ile elime bakmış parmaklarıma bulaşan kırmızı muhtemelen benim kanım olan sıvı ile gözlerim kapanmadan önce konuşmaya çalışmıştım.

 

"NEDEN HEP BEN?!"

 

***

Keyifli okumalar yorumlarınızı bekliyorum.🩷

Bölüm : 13.09.2025 04:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...