
Mezopotamya, her türlü kültüre beşik olmuş çeşitli dinleri kucağında büyütmüş binlerce efsane doğurmuştu.
İnsanının merhameti, sevgisi, kalbinin büyüklüğü kendini sorgulatırdı. Duyduğum ve bana anlatılan doğu tasvirinden çok daha fazlasını görmüştüm burada. Bu sarı toprakların ev sahipliği yaptığı kocaman yüreklerdi beni karşılayan.
Çalı süpürgeyle kapının önünü süpürdükten sonra toz içeriye atmasın diye biraz da ıslatmıştım. Suyun karıştığı toprak kokusunu içime çekerken Asya abla seslendi "hadi bırak orayı da bugün benimle okula gel öğrenciler başımın etini yedi." Duyduklarımla gülerken üstüme çeki düzen vermek için ben de içeriye girdim.
Buraya geleli günler olmuş iyiden iyiye köye alışmıştım. Çok dışarı çıkmasam bile burada tamamen yeni insanların yanında kendime gelmiş hissediyordum. En azından aklım çok daha hayırlı işlerle meşguldü, kendimi üzmekten biraz da olsa uzaktı.
Üstüme giydiğim yeşil çiçekli elbise ile dün gece örüp uyuduğum saçlarımı da açıp elimle şekillendirdim. Elektrik kesintisi çok fazla oluyordu bu yüzden geceden saçımı yapmak mantıklı gelmişti. Hızlı hızlı hareket edip beni bekleyen Asya ablanın peşinden evden çıktım.
Bahçeye kediler için koyduğumuz yoğurt kaplarına su ve yemekleri de koyduğumuzda gitmek için hazırdık. "Seni çok merak ediyorlar" dedi köydeki çocuklardan bahsederken. Burada yeni insan görmek onlar için günlerce hayal kurabilecek bir şeydi. Bu meraklarının sebebini böylesine hissetmek içimi burktu.
Dışarıdan baktığınızda ev diyebileceğiniz kadar küçük okulumuza girdik kol kola. Sınıftaki sobayı görünce afallamıştım. Sobaya baktığımı gören Asya abla gülerek "kışın burada olsaydık görürdün nasıl soba yakıyorum" dediğinde kaşlarım çatıldı. Kışın burada olmayacak mıydık ki? İçeri giren öğrencilerle bu soruyu sonraya erteledim. Meraklı gözlerle beni izleyen öğrencilere beni tanıttı Asya abla "bu Leyla kardeşim gibi olan arkadaşım biraz burada kalacak" daha fazla merakta bırakmamak için bu minikleri ufak bir açıklama yapmıştı. Aralarından bir erkek çocuk atladı "o da Şehmus ağayla evlenecek" dediğinde kaşlarım çatıldı. Şehmus kimdi?
Asya ablanın yüzü resmen dehşete düşerken hızla "hayır bir daha böyle şeyler söylediğinizi duymayayım" dedi. Ben anlamsızca dönen sohbeti dinlerken kızların hayran bakışlarıyla gülümsedim. Durumun daha da uzamaması için asıl konumuza döndü Asya abla "hem Leyla ablanız da edebiyat öğrencisi son sınıf belki ileride onunla da başka sıralarda karşılaşırsınız" dediğinde içime bir sıkıntı saplandı. Tabii bu şartlar altında mezun olabilseydim karşılaşırlardı.
Asya abla ders anlatırken ben de ödevleri kontrol ediyordum. Masum bakışları ve heyecanla gösterdikleri ödevlerine yıldız atarken birbirlerine yıldızlarını göstermelerini izledim. En ufak şeyden bile o kadar mutlu oluyorlardı ki. Asya abla hava güzel olduğu için bugünkü kitap okuma saatini okulun bahçesinde yapma fikrini ortaya attığında hepsi mutlulukla zıplamışlardı.
Çocukları bir bir sınıftan çıkarırken Asya abla arkamdan gelip kolumu okşadı "seni sevdiler" dedi sessizce. İçim ısınırken ağzımın içine bakan çocuklarla ben de gülümsedim. Sevgileri karşılıklıydı. Kitap okumak için hepsi bir köşeye oturduğunda yanlarına oturmuş ben de getirdiğim deftere yazmaya başladım. Bir hocamızın ödev olarak verdiği roman yazma işinin aslında bende çok derinden gelen bir tutku olduğunu kabullenmiş ve zihnimi boşaltmak için yazmaya başlamıştım.
Asya abla sıkıldığını hissettiği çocuklara biraz burada oyun oynayabilirsiniz demişti. Ben o kadar odaklanmıştım ki kaç sayfa yazdığımın farkında bile değildim. İki kız yanıma gelip kafama taktığı çiçekten yapılmış taça kadar da nerede olduğumu dahi unutmuştum. Şok içinde kafamı kaldırırken kocaman gülümseyen kızlara baktım. "Ne yazıyorsun?" dediklerinde yanıma oturmaları için kayıp defteri göstermiştim. "Bir kızın hikayesini" dedim nasıl anlatacağımı bilemeyerek. O esnada kafamdaki çiçekli taçı alıp bakmış tekrar kafama takmıştım. "Senin gibi güzeldir?" diyen kızlardan biriyle gülümsedim. "Hayır, sizin gibi güzel" dediğimde ikisi de gülüp elleriyle ağızlarını kapatmışlardı. Bana taç yapmayı öğretmelerini istediğimde ise resmen havalarda uçmuş koşarak çiçek toplamaya gitmişlerdi. Ayrımcılık yapmak istemediğim için diğer kızları da yanıma çağırmıştım. Hep birlikte yaptığımız çiçekli taçlara erkekler de eşlik etmiş onlar da annelerine ya da kız kardeşlerine yapıyorlardı. Günün sonunda bahçede herkesin elinde ya da kafasında bir tane taç vardı. Bu görüntü beni o kadar tatmin etmişti ki huzurla onları izledim.
Biz okulun bahçesinde keyifle oynarken köyün görünen girişinden resmen sarı bir toz bulutu kalkmıştı. Bir iki adımda bahçe kapısına varınca bir elimi gözlerime siper edip toz bulutunun arasındakine bakmaya çalıştım.
Gördüğüm lüks siyah arabanın arkasında peşi sıra gelen diğer siyah arabalarla içimi kaplayan huzursuzluk hissi ile bir iki adım geriledim. Neler olduğunu anlamak için Asya ablaya döndüğümde evlerine yolcu ettiği öğrencilerinden ayrılıp yanıma geldi. "Şehmus'un arabası bu" dedi fısıltıyı andıran bir sesle. Anlamsızca bir köyün içine doğru ilerleyen konvoya bir Asya ablaya baktım. Şehmus sabahki derste öğrencinin bahsettiği Şehmus'tu sanırım.
"Sabahki Şehmus mu?" diye sorduğumda bahsettiğim şeyi anlayıp kafasını salladı. "Baran'ın kardeşi Şehmus." dediğinde bir adım gerilemiş Asya ablanın yanına yaklaşmıştım. Arabalar olduğu gibi lojmana doğru giderken içimi anlamsız bir korku kapladı. "Onlar" cümlenin devamını getiremeden gözlerimi kırpıştırırken yutkunup tekrar konuştum "onlar bizim eve mi gidiyor?" dediğimde Asya abla dünyanın en normal anını yaşıyormuşuz gibi omuz silkti. "Gerçek hayatıma hoş geldin."
Bir mafya dizisinin içindeymişim gibi hissettiğim anlardan beni sıyırıp alan Asya ablanın saçlarını düzeltip kendine cesaret verircesine silkelenmesiydi ardından eve doğru yürürken ben de arkasında kalmamak için ona yetişmeye çalıştım.
Bahçeye girecekken Asya abla arkasını dönüp "sen burada kal" dedi bir şeyleri sorgulamanın sırası olmadığını anlayıp hızla başımı salladım. Onları duyabileceğim kadar yakın olduğum için kabul etmiştim aksi takdirde onu tek bırakmazdım. Duvarın arkasından bahçeye bakarken siyah takım elbiseli bir adamın bahçedeki plastik sandalyeye oturduğu diğer erkeklerinse ayakta durduğunu görmüştüm. "Ne istiyorsun Şehmus?" Asya abla sert bir ses tonuyla konuştuğunda karşıdaki adamın dalga geçercesine attığı gülüşü duydum.
"Bi abim başıma belaydı şimdi de sen başıma bela oldun gel sarhoş kocanı al başımızdan" dediğinde bunu duymayı beklemiyordum. Tam tersi Asya ablanın eve dönmesi için tehditler savurur, namus konuşmaları yapar sanmıştım. Nefesimi tutup dinlemeye devam ettim. "Ayrıldık, boşanma davasını da açtım abin akıllı olsun da anlaşmalı boşanmaya yanaşsın" dedi Asya abla taviz vermeyeceğini belli eden bir duruşla.
İsminin Şehmus olduğunu öğrendiğim adam ise "abim akıllı olsa karı diye seni koynuna almazdı" demişti. Duyduğum sözler beynime sinirin fırlamasına sebep olmuştu. Hışımla sindiğim duvarın dibinden resmen fırlamıştım. Sinir tüm hücrelerimde yankılanırken arkası bana dönük olup sandalyede gayet rahat bir şekilde oturan Şehmus'un sandalyesine tekme attım. "Düzgün konuş lan it" dediğimde bu tepkiyi ben bile kendimden beklemiyordum.
Tekme atarken yere düşen çiçekten tacımın yanına sandalyeyle birlikte yere düşen Şehmus da eklenmişti. Tam o esnada aynı anda hareket eden adamların çıkardığı ürkütücü sesi de bana dönen yirmiden fazla silahı da beklemiyor olacaktım ki şok içinde olduğum yerde kaldım.
Gözlerim fal taşı gibi açılırken o an nereye daldığımı yeni fark etmiştim. Ulan adam ağa çocuğuydu ağa. Korkuyla bakarken Asya abla elini kaldırıp "indirin silahları" demişti. Onun korkmamış olması da içten içe beni şaşırtırken Allah bilir beş yıldır nelere şahit olabileceği geldi aklıma. Adamlar hala silahları indirmezken tekrar konuştu Asya abla "hala yengenizim farkındaysanız" dediğinde tüm silahlar inmişti. Tuttuğum nefesimi verirken ağa bozuntusu düştüğü yerden kalkmış siyah takımına bulaşan toprağı silkeliyordu. Alttan alttan bana baktığını gördüğümde tekrar saldırmamak için kendimi dizginledim. "Vay vay vay kimmiş bu böyle" deyip bir adım attı bana doğru.
O esnada Asya abla hızla Şehmus'un önüne geçmiş gözleriyle bana içeriyi işaret edip "git" demişti sadece. Bu komutu beklemiş gibi koşarcasına içeriye gittiğimde cama yaklaşıp dışarıyı izledim. Korkudan göğsüm hızlı hızlı inip kalkıyordu.
Asya ablanın "sen de defol" dediğini duyduğumda Şehmus teslim olur gibi iki kollarını yana açıp geri geri adımladı. Ardından sanki orada olduğumu biliyormuş gibi kafasını cama kaldırıp göz kırptı. Beni görmemesi için hızla duvara sinerken gözlerim dolmuştu. Laubiali tavırları hem sinirlendirmiş hem ürkütmüştü. Adım sesleri duyunca derin bir nefes aldım. Birazdan içeriye gelip beni azarlayacak olan Asya ablaya kendimi hazırlarken tam da tahmin ettiğim gibi oldu.
Hiddetle içeri giren Asya abla resmen kapıyı kıracaktı. "Leyla ne yaptığının farkında mısın başına bela mı edeceksin Şehmus'u?" dediğinde mahçup bir şekilde başımı eğdim. Haklıydı, düşünmeden hareket etmiştim. "Sana öyle deyince benim gözüm döndü" dedim başımı yerden kaldırmazken. Zaten korkmuş olduğum için iyiden iyiye karşısında ezilip büzülmüştüm. "Tamam gel buraya" deyip sarılmasını beklemezken hızla sarıldım. "Sadece korkuyorum Leyla seni de bir ateşe atarım diye. Şehmus tehlikeli Baran'dan çok daha fazla" dediğinde kafamı onaylarak salladım "dikkat edeceğim" dediğimde sırtımı sıvazladı.
Koltuğa otururken camdan dışarı izleyip derin bir nefes aldım. Hala kendime gelmiş sayılmazdım. Silahların bana dönerken çıkardığı ses aklımda dolanıp duruyordu. Şehmus'un göz kırptığı an ise silahlardan daha çok ürkütüyordu beni. Asya abla mutfaktan çıkıp yanıma oturduğunda o da sessizce camdan dışarıyı izlemeye başladı. "Tayinimi istemiştim tahminimce bir iki haftaya sonuç alırız" dediğinde kafamı salladım. Bu sabahki soruma cevap niteliğindeydi.
"Boşanma?" dediğimde alnını kaşıdı. "Davayı açmıştım mahkeme beş gün sonra" dediğinde kafamı salladım. Umarım sancısız bir şekilde geçirecektik bu süreci. "Bu Şehmus" kafasını hızla bana çevirince dışarıyı izlemeye devam ettim. "Sorun çıkarmaz değil mi?" dediğimde yüzümde gezdirdi gözlerini "başlı başına sorunun teki zaten" dediğinde anlamsızca gülmüştüm. Bize sanırım uzun bir süre huzur haramdı.
Telefonum çalınca ikimiz de ona dönmüştük. Sare görüntülü arıyordu. Çok fazla özlemiştim. Böylece çekip gitmek iyiydi ama arkamda bıraktıklarımı her geçen gün daha da özlüyordum. Telefonu açtığımızda gördüğümüz kameranın dibine giren Oğuzla sanki az önce dertli dertli oturan biz değilmişiz gibi gülmeye başladık. Sare arkadan "ya salak bi çek koca götünü" dediğinde Asya ablayla tekrar kahkaha attık. "Kocaya saygı da kalmamış nasıl bir devir lan bu" dedi Oğuz. Onlar kendi aralarında tartışırken biz ise sadece gülüyorduk. İçim özlemle dolarken telefonu biri ikisinin de elinden çekmişti. Görüş açıma giren Meriç abimle kocaman gülümsedim.
"İyi misiniz siz?" dedi abim sorgulayıcı bir sesle. Asya ablayla birbirimize bakıp tekrar telefona döndük. "Gayet iyiyiz" dediğimde abim omuz silkti. "Gözüme bir sarı geldiniz" dediğinde aklıma gelen ilk bahaneyi sundum "telefonun rengindendir" dediğimde sorgulamayıp kafasını sallamıştı.
Hiç konuşmayan Asya ablanın dibine sokmuştum telefonu "bak Asya abla da burada" dediğimde karşı tarafta ufak bir sessizlik oluşmuş ardından abim "görüyorum" demişti. Asya abla da gülümseyip selam verircesine başını eğdiğinde abim de aynı hareketi yapmıştı. Ardından telefon yeniden çekildi. "Pardon da çok lazımsa gidin kendi telefonunuzdan arayın" diyen Sare ile tekrar güldüm.
"Çok özledim sizi" dedi cümlesinin sonuna ritim katıp uzatırken. Bu abartılı halleriyle bazı şeylerin değişmemiş oluşu içimi rahatlatmıştı. "Biz de" dedik aynı anda. "Nasılsın?" dedim onu ihmal etmenin verdiği mahcubiyetle. "İyi-" lafını bölen Oğuz olmuştu. "Ben ona çiçek paket bakıyorum iyi olmama şansı yok" dediğinde Sare kafasına bi tane vurdu. "Maalesef bunun yüzünden çok kötüyüm" dediğinde güldüm.
"Konuştun mu?" dedi Sare Asya ablaya bakarak neyden bahsettiğini anlamadığım için tek kaşımı kaldırara bakmıştım Asya ablaya. "Sayılır" dediğinde Sare de kafasını sallamıştı. "Kiminle konuşacaktın?" dediğimde "Baran'la anlaşmalı boşanma konusunda" dedi sessizce "hee" deyip başımı sallamıştım ki telefon yine Sare'nin elinden çekildi.
"Ne boşanması?" abim şok içinde konuşurken bunu nasıl duydu diye "yuh" çekmiştim. "Baran ile boşanıyoruz" dedi Asya abla da dümdüz bir şekilde. Çok rahattı bunu söylerken ekmek almaya gidiyorum der gibiydi. Oğuz yine kadraja zor bela girip konuştu "Kız ne ara evlendin?" dedikoducu teyze tavrına bu durumda bile gülmüş bulunmuştum.
Asya abla da göz devirirken Sare Oğuz'u susturmuştu. "Mahkeme beş gün sonra" dedi Asya abla. Karşı taraftakilerden gelen onaylayıcı seslerle de daha fazla konuşmamak için kalkmıştı. Zordu onun için her ne kadar bu kadar rahatmış gibi göstermeye çalışsa da. Oğuz telefona yaklaşıp sanki çok gizli bi bilgi veriyormuş gibi elleriyle ağzını siper etti. "Leyla aramızda kalsın Pusat abi-" dediğinde telefonu salladım. "Ay sesin gelmiyor görüntü de gitti burada net çekmiyor herhalde" dediğimde Oğuz cümlesini yarıda bırakmış "eee ben seni duyuyorum" demişti. Rolüme devam edip "sesin anlaşılmıyor ne diyorsun ay ben kapatayım sonra ararım sizi" deyip şak diye kapattım.
Derin bir nefes alıp arkama yaslanırken kapıdan beni izleyen Asya abla gülmüştü. "Oyunculuğuna hayran kaldım" dediğinde elimle alnıma vurdum. Mecburdum böyle davranmaya. Bu kadar iyileşmişken onunla ilgili bir şey duyup tekrar başa dönmek istemiyordum. Hayatımdaki tüm izlerini silemezdim belki ama yenilerinin gelmesine izin vermemek benim elimdeydi. Ben de bunu gayet iyi değerlendirecektim.
Asya abla elinde kahve ile gelince defterimi de alıp yeniden camın yanına tünedim. Biraz daha yazmak istiyordum. Sanki dile dökemediğim her hissim kalemden deftere akıyordu. Bu da biraz olsun içimi serinletiyordu.
Gözümün önünde canlanan Pusat ile derin bir nefes aldım. Maalesef ki çok özlemiştim. İnsan birinden uzak kalınca onunla yaşadığı her kötü anı siliyordu hafızasından. Sadece iyiler kalıyordu ve bu içinde kocaman bir boşluk oluşturuyordu. O an düşündüm o İstanbul'a gittiğinde nasıl hissetmişti? Kesinlikle benim şu üç haftada hissettiklerimi iki yıl boyunca hissetseydi kafayı kırardı. Bende olan hislerin onda olmadığını bilmek de içimi eziyordu. Kahvemden bir yudum alırken kendime kimsenin sana aşk borcu yok diye kızmıştım.
Öğrencilerine yaptıracağı etkinlikler ile uğraşan Asya abla sessizliği bozup "Meva'ya gitmeyecek miydin?" diye sordu. Aklımdan tamamen uçan görevimle yerimden sıçradım. "Aklımdan çıkmış" dediğimde telaş içinde odama doğru ilerledim. Asya ablanın üstündeki öğrenci yükünü almak için Meva'ya evde dersini ben veriyordum. Saate baktığımda yarım saat geçikmiş olmak içime büyük bir sıkıntı düşürdü. Beni beklerken onun için zaman geçmek bilmiyordu, biliyordum.
Odamdan kitaplarımı alınca Asya ablaya el sallayıp evden çıkarken "dikkatli ol tamam mı?" sesini duydum. Kafamı belli belirsiz sallarken koşa koşa ezbere bildiğim evin yolunu tuttum.
Kapıda gördüğüm mavi gözlü güzeller güzeli kızla içimdeki pişmanlık hissi daha da büyümüştü. Elindeki deftere sıkı sıkı sarılmış evinin kapısından yolumu gözlüyordu. Hızla yanına gittiğimde eğilip kollarımın arasına girmesini bekledim. "Özür dilerim geç kaldığım için" dediğimde benden uzaklaşıp gülümsedi. "Bir şey olmaz ki ben de zaten daha yeni işi bitirdim." dediğinde beklemesine rağmen verdiği tepki gülümsememi sağlamıştı.
Bahçedeki sandalye ve masayı görünce parmağımla orayı işaret ettim "bugün bahçede çalışalım mı?" dediğimde gözleri ışıldadı. "Bana da çiçekli taç yapar mıyız?" diye sorduğunda ellerimi belime yerleştirip tek kaşımı kaldırdım. Ciddi olmaya çalışırken içten içe gülüyordum. "Sen bunu nereden duydun Meva Hanım?" dediğimde kocaman gülümsemesini küçük eliyle kapatmaya çalıştı. "Okuldakiler söyledi" dedi son heceyi keyifle uzatırken.
"Yaparız gel" deyip elini tutarak sandalyelere ilerledim. Mavi plastik sandalyeye ben otururken yeşiline de Meva oturmuş çıkardığım kağıtları merakla inceliyordu. Asya ablanın verdiği programa göre önce türkçe sonra matematik dersi yapacaktık. Türkçe dersindeki okuma metnini önüne uzatıp okumasını bekledim. O önce bir defa içinden okuyacağı için ben de ona yapacağımız taç için çiçek toplayıp hızla gelmiştim. Masanın bir köşesine çiçekleri yığıp bu sefer de sesli bir şekilde okumasını bekledim.
İlk günlere göre çok daha iyi olan okuması yüzümde kocaman bir gülümsemeye sebep olmuştu. Onun başarısı benim için paha biçilemezdi. Evin kapısından bize doğru gelen Meva'nın annesine başımla ufak bir selam verip gülümsedim. Elindeki çay tepsisini sessizce masaya bırakırken kızının dikkatini dağıtmamak için bir iki adım uzaklaşıp yeniden gülümsedi. Dudaklarımı oynatıp "teşekkür ederim" dediğimde türkçe anlamasına rağmen mimiklerle anlaştığımız için beni anlamış gülümseyerek içeri geçmişti.
Meva'ya okuttuğum metin Leyla ile Mecnun mesnevisi ile alakalıydı. Metni tamamen bitirip anlayıp idrak edebilmek için sessizce tekrar üstünden geçmesini bekledim. Parmağıyla metnin üzerindeki çizimi gösterdi. "Bu Leyla" deyip kaşlarını çattığında gülümsedim. "Evet o Leyla'nın çizimi" dediğimde parmağıyla bu sefer beni gösterdi. "Sen Leyla, bu yüzden Leyla?" dediğinde başımı iki yana salladım. "Bilmiyorum babama hiç sormadım" dediğimde gülümsedi. Gelecek şeye kendimi hazırlarken utandığını belli eden hareketi yapıp parmaklarıyla ağzını örttü. "Senin Mecnun nerede?" dediğinde beklemediğim soru ile bir an durdum. Sahiden benim Mecnun'um nerede?
"Yok benim Mecnun'um" dediğimde annesinin getirdiği tepsideki çayımı alıp yudumladım. "Zaten Mecnun'un olsaydı Leyla olmazdın" dediğinde kaşlarım çatılmıştı. Küçük hanımın neyden bahsettiğini pek anlayamadığım için "nasıl yani?" derken buldum kendimi. O da tepsideki bir çayı önüne çekerken gözüme baktı. Metni parmağıyla gösterip "Onlar kavuşamadı" dedi başımla onu onaylarken "kavuşsalar Leyla ile Mecnun olmazlardı" demesi yüzümün şaşkınlık içinde kalmasına sebep olmuştu.
Yaşına göre düşüncelerinin şekli ve bunu ifade edişi o kadar hoşuma gitmişti ki. Başımı usul usul sallayıp "haklısın" dedim. Kavuşsalardı Leyla ile Mecnun olmazlardı. Tepsideki pestil tabağını uzatırken ondan da bir lokma alıp çayımı yudumladım. Okuduğu metin onu etkilemiş gibiydi kafasını kurcalayan soruların olduğunu görebiliyordum. O yüzden tam sindirmeden matematiğe geçmek istemedim.
"Mem u zin gibiler" dedi sessizliğini bozarken. Duyduğum kelimelere kaşlarım yeniden çatılırken önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "O ne?" dediğimde bilmediğim şeyi bana anlatabileceği için gözleri heyecanla ışıldamıştı. "Anlatayım" dedi soru sorarcasına. Başımı olumlu anlamda sallarken pestilden bir lokma daha alıp çayımı yudumladım. O hikayesini anlatırken ben de ona çiçekli taç yapabilirdim önüme aldığım çiçeklerle dinlemeye başladım.
"Zin ve Siti bir akşam şenlik için erkek kılığına girip sokaklara çıkarlar. Mem ile Tacdin de iki yakın arkadaştır. Zin ile Siti'yi görüp aşık olurlar. Tacdin ve Siti evlenir ama Mem ile Zin kavuşamaz." zorlandığı türkçesi ile yavaş yavaş anlatırken odaklanmış bir şekilde dinliyordum onu sabırsızca "neden?" diye sorduğumda anlattığı hikayenin benim tarafımdan merak edilmesi hoşuna gitmiş yerini daha da rahatlarak sözüne devam etmişti.
"Zin o zamanki Cizre beyi Mir Zeynuddin'in kardeşidir. Sözü de geçer ha beydir sonuçta" dediğinde sonundaki kendi yorumu gülmeme sebep olmuştu. Çiçekli tacı yaparken bir kulağımda heyecanla anlattığı hikayedeydi.
"Bunlar şenlikte birbirlerine aşık olunca yüzüklerini değiştirirler. Tacdin heyecandan bayılmış uyandığında parmağında Siti yazan yüzüğü, Mem ise Zin yazan yüzüğü bulmuşlar. Dadıları Hezebun, hekim kılığına girip Mem ile Tacdin'in yanına gelip yüzükleri geri ister. Mem yüzüğü vermez."
Hikaye daha da ilgimi çekerken çay molası veren Meva'yı sabırsızlıkla bekledim. Sanki bir kitaptan okuyormuş gibi cümleleri netti.
"Cizre'de herkes bu aşkları duyar bey Tacdin'e Siti'yi verir ama iki düğün birden olmaz diyerek Mem'e Zin'i vermez. O esnada da beyin kapıcısı Beko fitne çıkarır. Beko kapıcı ama şeytandır ha" yine dayanamayıp kendi yorumunu katan Meva gözlerini kısmış sanki Beko denilen kişi karşısındaymış gibi tavır almıştı.
"Bey Beko'nun yaydığı fitneler yüzünden Zin'i Mem'e vermekten vazgeçer. Bey ve Tacdin ahaliyi toplayıp ava gittiklerinde Mem ile Zin gizlice buluşur. O esnada avdan dönen bey onları yakalamasın diye Tacdin evini yakar."
Tacdin'in fedakarlığına şaşırırken aşıkların hala kavuşamamış olması içimde büyük bir sıkıntı yaratmıştı hikayeyi heyecanla dinlerken kavuştukları yere gelmesini bekledim. Çiçekli tacın son kısmına da gelmişken bitirip Meva'nın kafasına koydum. Örgülü saçlarının üzerinde ahenkle duran taç güzelliğine güzellik katmıştı.
"Beko tabii rahat durmuyor kendine. Gidiyor bu sefer Mem'i ateşliyor diyor gel bey ile oyun oyna. Şimdiki satranç oyunu gibi bir şeydir ha oyunları da. Mem ilk üç oyunu kazanıyor ama Beko yine fenalık yapıyor. Diyorum ya Leyla abla şeytandır şeytan." Beko'ya olan nefretini her kısımda belirtmekten geri kalmıyordu.
"Zaten insanın başına ne gelse böyle kötü kalpliler yüzünden geliyor vallahi. Beko oyunda Mem'in tarafını değiştirip Zin'i görsün istiyor. Mem tabii Zin'i görünce kendine hayale dalıyor. Sonra da oyunu kaybediyor. Mem madem oyunu kaybettim bari aşkta kazanayım diye Zin'e aşık olduğunu itiraf ediyor." Bu acıklı hikayeyi bile gülecek hale getirdiği için her cümlesi ile yüzümdeki gülümseme daha da büyüyordu.
Aha dedim aşıklar sonunda kavuşacak.
"Ama Bey Mem'i zindana atar. Mem orada kahrından ölür. Mem öldüyse yaşamamın anlamı yok diyen Zin de kendi canına kıyar." Tam kavuşacaklar diye düşünürken duyduğum son gözlerimin kocaman açılmasına sebep olmuştu. "Kavuşamadılar mı yani?" dedim şok içinde.
"Kavuşsalardı şimdi sana burada anlatıyor olmazdım." dedi Meva gülümseyerek.
Hikayenin devamı olduğunu belirtmek istercesine öksürüp devam etti. "Mem ile Zin'i beraber gömelim derler Tacdin'de Mem'in ölümünden şeytan Beko'yu sorumlu tutar. Gider onu öldürür. Sonra da Beko'yu giderler Mem ile Zin'in mezarlarının arasına gömerler. Orada bile aralarına girer kavuşmalarına engel olur." dediğinde garip bir şekilde içimin burkulduğunu hissetmiştim.
"Öldüklerinde de rahat yok yani" dediğimde başını usul usul salladı. "Mem ile Zin'in mezarları çiçeklerle doludur. Büyüyen çiçekler birbirlerine ulaşmaya çalışır. Beko'nun mezarı ise dikenlerle doludur." dedi hikayenin sonuna geldiğini belli ederken.
Dinlediğim hikaye içimi acıtırken Meva'nın bu kadar kendinden emin ve akıcı bir şekilde anlatması katettiğimiz yolu net bir şekilde gösteriyordu. Bir yandan da Meva için içimde yeşeren umut daha da büyümüştü. "Çok güzel anlattın" dediğimde aldığı iltifatla gözleri ışıldadı.
"Nereden biliyorsun peki bunu?" dediğimde eliyle etrafını gösterdi. Gözlerimi köyde gezdirirken ucu bucağı görünmeyen sarı topraklara baktım. "Doğduğumdan beri bu hikaye buradaki kum tanesi kadar anlatılmıştır bana."
Söylediği cümleyle başımı usul usul sallarken burun kıvırdım. "Mem de adam olsaymış kaçırsaymış kızı" dediğimde bu cümleyi beklemeyen Meva içimi ısıtacak bir kahkaha attı. "Zalimin kudreti iyinin sevdasını ezer" dediğinde bugün beni oldukça şaşırtan bir yandan da içimde binbir sorgu defteri açtıran Meva'ya döndü bakışlarım.
"Sen böyle afilli sözleri etmeyi nereden öğrendin bakalım" dediğimde biten çayını tepsiye koyup kaşlarıyla evini gösterdi. "Annemin söylediği sözleri türkçe söylüyorum" dediğinde kocaman gülmüştüm. Resmen annesinin cümleleri ile bana hava atıyordu küçük arkadaşım.
Matematik kağıdını masaya koyarken hala konuşmak isteyen Meva ile başımı iki yana salladım. "Yeter bu kadar aşksal mevzular şimdi matematik çözeceğiz" dediğimde omuzlarını kabullenmişlikle çökertti. Anlattığım konuyu sindirmesi için örnekler gösterirken "sen çok güzelsin" demişti. Bu iltifatı beklemiyordum ki başımı kağıttan çekip beni inceleyen gözlerine çevirdim gözlerimi.
"Bir Beko'nun seni üzmesine izin verme." dediğinde aklının hala anlattığı hikayede kaldığını anlamıştım. Sanırım benim sorularımı kafasında hikaye ile birleştirmişti.
"Ya benim Mem'im Beko gibiyse" dedim daha fazla direnememişken. Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. "Sevenin kalbinde diken olmaz."
Kurduğu her cümle ve anlattığı hikâye beni yerden yere vurarken kaşlarımı çattım. "Benim aklımı böyle bulandırıp dersten kaçamazsın Meva Hanım" dediğimde tekrardan güldü. Gülmenin ona ne kadar yakıştığını fark ettikçe içim eriyordu resmen. "Senin kafa zaten" deyip elini salladığında uğradığım saldırıyla elimi göğsüme koydum. "Kalbimi kırıyorsun" dediğimde oyunculuğum onu oldukça eğlendirmişti.
Küçük arkadaşımla ettiğim sohbet beni oldukça mutlu etse de daha fazla geç olmadan matematiğe döndük. Meva'nın oldukça keskin bir beyni vardı. Anlattığım her şeyi eğer türkçesinde takılmazsa çok hızlı kavrıyordu. Asya ablanın diğer çocuklara verdiği ödevleri de verirken yapması için bir tane de etkinlik kağıdı vermiştim. "Güzel güzel yap ödevini tamam mı?" dediğimde başını salladı. Masadaki tepsiyi de alıp elinden tutarak içeriye geçirdim. Kapıda beni karşılayan annesine gülümseyip elimdeki tepsiyi uzattım "teşekkür ederim" dediğimde bu sefer sessiz kalmamış "rica ederim" demişti. Buna şaşırırken arkasındaki Meva yerinde zıplayıp "ben öğrettim" demişti.
Kendi öğrendiği her şeyi annesine öğretmesi ona olan saygımı daha da büyütüyordu. "Aferin sana" dedikten sonra daha da tutmak istememiş eve doğru yürümeye başlamıştım.
Eve girdiğimde Asya abla beni kapıda karşıladı. "Nerede kaldın?" dediğinde geç olduğunu fark etmiştim. "Meva ile sohbet ettik biraz" dediğimde elimdeki defterleri masaya bırakıp koltuğa kuruldum. "12 yaşındaki bir kıza göre fazla zeki değil mi?" dediğinde kaşlarım çatılmıştı. Kaç defa yaşını sormuştum Meva'ya ama hep geçiştirmişti. "Yaşını nereden biliyorsun beni hep geçiştiriyor?" dediğimde gülümseyerek yanıma kuruldu.
"Boyu diğer çocuklara göre fazla kısa kaldığı için utanıyor yaşından ondan geçiştiriyor seni." dediğinde içime yeniden bir sıkıntı düştü. Meva, hayatımda görüp görebileceğim en derin çocuktu. "Konuşmaları beni her seferinde şok ediyor öyle cümleler kuruyor ki kendimi sorguluyorum. Bu yaşta böyle olabilmesi hem mutlu ediyor hem üzüyor. Harcanıp gidecek diye korkuyorum." dediğimde Asya abla omzumu okşadı. "Annesi de öyle. Kadına baktıkça içim darlanıyor. Okusa, imkanı olsa o kadar başarılı biri olurdu ki. Bakma türkçe bilmiyor oluşuna Meva'nın kurduğu her cümle onun eseridir." dediğinde başımı sallamakla yetinmiştim.
Asya abla çamaşırları asmak için kalkarken ben de camdan kararan gökyüzünü izliyordum. Bugün oldukça uzun bir gün geçirmiştim. İçimdeki sıkıntı artarken aklıma gelen Şehmus yüzümün buruşmasına sebep olmuştu. Camın arkasındayken bana bakıp gülümsemesi içimi ürpertmiş etkisi hala daha sürmüştü. Sonrasında zihnimde Meva'nın anlattığı hikaye canlandı. Zin'in acısının bir kısmını içimde hissediyor olmak gözlerimi doldurmuştu. Meva'nın kurduğu cümleler zihnimde yankılanırken bir cümlesi çok netti.
Kavuşsalar Leyla ile Mecnun olmazlardı. Kavuşsalar Mem u Zin olmazlardı. Kavuşmayanların hikayeleriydi dilden dile dolananlar. Başaramayanların, sevdaları acı olup yüreğini zehirleyenleri anlatırdık yıllarca.
Orada öylece mayışmışken üzerime örtülen örtü ile üstümdeki defter de alınmıştı. Gözlerim iyiden iyiye kapanırken son düşündüklerim zihnimde dağılmış günün verdiği yorgunlukla uykuya dalmıştım.
Çektiğim uykudan beni uyandıran kapının resmen kırılacak gibi çalınmasıydı. Zaten salonda uyuyan ben yerimden sıçramış ne olduğunu anlayamadan kapıya doğru ilerlemiştim. Gün daha yeni doğarken kimdi böyle anlam verememiştim. Kapıyı sonuna kadar açarken gördüğüm kişiyi net seçememiş gözlerimi kaşımıştım. Karşımda simsiyah giyinmiş kafasına da siyah bir tülbent örtmüş dik duruşlu orta yaşlı kadına kaşlarım çatık bir şekilde baktım. Duruşu bile ben seni satın alırım gibiydi. "Kimsiniz?" dedim uykulu bir sesle.
Uykumdan uyandırılmaktan nefret ederdim hele böyle baskın yapılır gibi olması da ayrı sinirlendirmişti. Kadın göz ucuyla beni süzüp "Asya'yı çağır" dedi nefret kusan bir sesle. Ben tam içeriye dönecektim ki Asya abla gelmişti. Kapıya yanaşıp beni eliyle arkaya doğru itikledi. "Ne istiyorsun?" dediğinde kadın yüzünü buluşturdu.
Her kimdi ise Asya abladan haz etmediğini belli etmek için üstün bir çaba sarf ediyordu. "Boşanma davası açmışsın" dedi zaten bildiği şeyi doğrulatmak ister gibi Asya abla başını sallayıp konuştu "eh artık bir yerlerine kına yakarsın" dediği şeyle bir an güler gibi olmuştum. Kendinden büyük birine saygısızlık yapacak biri değildi ama karşısındaki kadın bu tavrı hak ettiğini belli ediyordu.
"Baran boşanmak istemiyor" dedi tahminimce annesi. "Valla istesin istemesin boşanacağım" dedi Asya abla da net bir tavırla. Onlara karşı o kadar dik duruyordu ki içten içe takdir etmiştim.
"Bak gel bu iş uzamasın" dedi annesi bir adım daha yanaşırken. Şimdi derdi belli olmuştu buraya bir şeyler istemeye gelmişti bu saatte. "Bu iş bitecek lamı cimi yok" dedi Asya abla altta kalmamak için bir adım atarken. Başımı bir ona bir buna çevirmekten boynum ağrımıştı.
O an ikimizin de beklemediği bir teklif geldi kadından. Tehditler havada uçuşur sanarken kurtulmak istediği Asya ablaya yanaşıp konuştu.
"Baran'ımı ikna edeceğim ama tek bir şartım var."
Ne isteyeceğini merak ederken umarım dedim umarım başımızı yakacak bir şey değildir. Derin bir nefes alıp kadının bir an evvel konuşmasını istedim.
"Buralardan çekip gideceksin" bunu beklemiyorduk. İşimize gelecek bir teklifti açıkcası. Asya abla bana dönüp çaktırmadan gülümserken karşısındaki kadın fark etmesin diye hızla ona geri döndü. Ardından ikimizin de içten içe sevinçinin üstüne bir ihtimal kara bulut gibi çökmüştü. Kadın parmağıyla Asya ablanın arkasında kalan beni gösterdiğinde ben ne alaka diye şaşırmıştım.
"Özellikle de bu kızı götüreceksin. Bir daha da buralara adımını dahi atmayacak."
***
Ay pardon da biz de size çok meraklı değildik zaten???
Şehmus çok gözüme battın oğlum Leyla'mızdan uzak dur.
Ben Mem u Zin hikayesini çevremden duyduğum şekilde yazmaya özen gösterdim. Sanki böyle daha bir içime sindi. İnternettr farklıysa bilemiyorum ben yıllardır bu halini biliyorum o yüzden ufak bir not bırakayım dedim.
Meva, yüreği kendinden büyük güzeller güzeli kızım ona olan düşkünlüğüm Leyla ile kapışır bir hale geldi.
Yorumlarınızı bekliyorum keyifli okumalar.💖
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 36.53k Okunma |
2.07k Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |