31. Bölüm

Sorular ve Cezalar

Tuğba e
tuaekn

"Gel hayatım" ben odadaki eşyalarımızı tamamen topladıktan sonra çıkış işlemlerimizi yapan babam annemin koluna girmiş arabaya doğru ilerliyorlardı. Her ne kadar tekerlekli sandalye getirelim desem de annem iyi olduğuna bizi ikna etmek istercesine yürümek istemişti. Hastanede beş gün geçirince haliyle o da boğulmuştu.

Babam annemin yürümesine izin vermeyip tüm yükü üzerine alırken ben de paytak adımlarla onları takip ettim. Yorgunluktan tüm kemiklerim adeta sızlıyordu. Bu beş günde hem annemin durumuna olan telaşım hem gelen ziyaretçiler derken nefes dahi alamamıştım. Bir de köşe buçak kaçtığım birinin varlığı da oldukça yoruyordu beni. En son konuşmamızdan sonra hiç konuşmamış, benim çabalarımla yüz yüze bile gelmemiştik. Ama o uzak kaldığı tüm zamanların acısını çıkartmak istercesine her fırsatta odanın kapısında bitmişti.

Çalan telefonuma yüzümü buruştururken elimdeki karton çantaları arabaya yerleştirdim. Babam da annemin daha rahat etmesi için arka koltuklara oturttuğunda kendisi de şoför koltuğuna geçmişti. Tam kapanacakken elime aldığım telefonda yazan 'Deniz' yazısı ile kocaman gülümsedim. Arabadakileri bekletmemek için ön koltuğa yerleşirken "efendim Deniz" demiş babamın telaşlı bakışlarını annemden kendime çekmiştim.

"Vardım ben Yalova'ya" dediğinde emniyet kemerimi takmaya çalışıyordum. Geri dönmüştü bugün ve vedalaşmaya geldiğinde kırk defa vardığında haber et dediğim için ilk iş beni aramıştı sanırım. "İyi kazasız belasız" dedim gülümsemem sürerken. Benim için zor bela izin almış kalmıştı bugüne kadar.

"Var mı istediğin bir şey?" sorusuna sanki görebilecekmiş gibi başımı iki yana sallamıştım. "Canının sağlığı" dediğimde verdiğim mahalle ağızı cevap kocaman kahkahasını duymama sebep olmuştu. "Hadi kapatıyorum ben işim gücüm var" dediğinde tam ağzımı açmıştım ki 'bip bip' sesi ile ters ters kapanan ekrana baktım. Bunun da kibarlığı buraya kadardı işte.

Arabada sessiz kalan annem ve babamın bakışlarını üzerimde hissederken ilk konuşan babam olmuştu. "Sağlam oğlanmış günlerdir uğraştı bizimle teşekkürlerimizi yeniden ilet" dediğinde gülümsedim. Öyleydi, babama da kendini sevdirmişti.

"Öyledir, Meriç abim gibi benim için" dedim ben de bakışlarımı cama çevirirken. Her ne kadar abi dememden haz etmese de beni kız kardeşinden ayırmadığını her daim hissetmiştim. "Aslında bizim Semra'nın bir kızı var hemşire" diyen annemin saatlerce konuşmayıp ilk cümlesinin bu olması kahkaha atma isteğimi tetiklese de ağzımın içinden yanaklarımı ısırdım. Yüzüme ciddi olduğumu düşündüğüm bir ifade yerleştirirken hafifçe arkama döndüm. "Bakıyorum da çöpçatanlık yapacak kadar iyileşmişsiniz Tülay Hanım en iyisi ben bi Yalova bileti bakmaya başlayayım."

Annem dehşete düşmüş bir ifadeyle önce bana sonra babama dönüp "görüyor musun her fırsatta yokluğu ile tehdit ediyor" dedi. Babam ise sonunda yanında kızının olmasının getirdiği mutluluğu gizleyemeden "hakkıdır" dediğinde zafer kazanmışcasına sırtımı yaslayıp kollarımı göğsümde birleştirdim. "Hem iyi hoş çocuk bir ailesi olsun dedim" diyen annem ise az önceye nazaran daha kısık sesle konuşup yerine sinmişti.

Camdan dışarıyı izlerken bir yıldır görmediğim eski mahalleme girince elim benden bi haber kalbimi yokladı. Nedensizce heyecanlanmıştım. Önce gözlerim sokağın başındaki parka ardından Uluöz ailesinin evine sonra da tam karşılarında olan Gençer ailesinin evine dönerken gülümsedim.

"Zehra teyze evin rengini değiştirmiş" dedim kendi kendime konuşuyordum daha çok. Açık yeşil olan evlerinin dış cephesini griye boyamışlardı. Ardından babam arabayı park edince gözlerim ilk önce değmemesi gereken eve değdi, Arga ailesinin evine. Bakışlarım Pusat'ın perdesi çekili olan camına çıkınca hızla emniyet kemerimi çıkarıp arabadan indim.

Babam yeninden annemin koluna girdiğinde ben de arabadaki eşyaları almış evin yolunu tutmuştum. En son bu evde yaşadıklarım bir bir gözümün önüne gelince bir an evvel annem iyileşse de eski hayatıma dönsem diye geçirdim içimden. Belki orada mutlu değildim ama en azından sade bir yaşam sürdürüyor, kötü hatıraları anımsamıyordum. İçimdeki ses 'unuttun mu ağlayarak uyandığın geceleri?' diye bir soru yönelttiğinde açılan evin kapısı ile kendimi cevapsız bıraktım.

Asya abla kucağındaki Güneş ile kapıyı açınca kocaman gülümsedi. "Hoş geldiniz" deyip ardından kendi sözünü kesti. "Sahi sizin eviniz böyle de bir garip oldu" deyip gülümsediğinde annemi içeriye geçiren babam "senin de evin Asya" demişti. Babamın sırtına aşk dolu bakışlar atarken içeriye adımlayıp elimdekileri kapının yanına bıraktım. Kaşlarımla babamı gösterip "duydun" dedim sırıtarak Asya ablaya.

Asya abla bana burun kıvırıp babamların yanına doğru ilerledi. "Ben yatağını hazırladım Tülay teyzenin Ekrem amca oraya götür istersen direkt" dediğinde hastanede boğuştuğum şeyler yüzünden aklıma gelmeyeni de Asya ablanın halletmiş olmasıyla derin bir nefes aldım.

Babam ve annem odaya geçtiklerinde Asya abla da salonda kucağındaki Güneş'i bir ileri bir geri yaparak pışpışlıyordu. "Hadi uyu annecim ya" dediğinde sanki el kadar bebek ona cevap verecekmiş gibi bakınca gülmeden edemedim. Sanırım annem iyileştiği içindi her şeye ağız dolusu gülmem. "Ben bi aklanıp paklanayım alacağım yeğenimi" deyip banyoya doğru ilerledim. Günlerdir Asya ablanın gönderdiği eşyalar sayesinde hastane odasında aldığım kısa duşlar yeterli gelmemişti.

Banyoya doğru ilerlerken burnuma gelen mis gibi kokularla rotam mutfak olmuştu. Önce fırındaki tavuğa bakıp ardından ocaktaki tencerelerin kapaklarını bir bir açtım. Mis gibi kokan domates çorbası ile gülümserken diğer tenceredeki pirinç pilavı ile şaşkınlığım katlanmıştı. Mutfaktan çıkıp kafamı salona doğru uzattım hala durmayan Güneş ile uğraşan Asya ablanın bakışları bana dönerken "hala girmedin mi banyoya sen?" diye azar çekmeyi de atlamadı. "Mutfaktakiler" dedim elimle mutfağı gösterirken "senin eserin mi?" diye sordum.

"Hastaneden yorgun gelirsiniz diye öyle alelacele hazırladım bir şeyler hadi al duşunu da kuralım sofrayı" diyen Asya ablanın sanki yaptığı çok sıradan bir şeymiş gibi bahsetmesi içimdeki minnet duygusunu daha da büyüttü.

"Teşekkür ederim" dedim gülümseyerek sadece yemek için teşekkür etmediğimi bilen Asya abla da benim gibi gülümsedi. Ardından gülüşü durdu ve bir ayağını öne doğru salladı. "Eğer terlik yemek istemiyorsan gir o banyoya" dediğine gözlerim şokla açılmış olası bir terlik darbesinden korumak için ellerimi arkama siper edip banyoya adeta koşmuştum. Bu kız ömrü hayatı boyunca anne olmak için beklemişti herhalde.

Üstümdeki kıyafetlerden kurtulup hızla kendimi sıcak suyun altına attığımda anında gevşeyen bedenim ile adeta huzura ermiştim. Uzun uzun aldığım duştan sonra bornozumu almak için kapının arkasındaki askıya elimi attım. Askıda bornozumu görmeyince içten içe dalgınlığıma sövüp banyo dolabındaki misafir havlularından birini sardım vücuduma. Aynanın buğusunu silip kesik kesik görünen yansımama bakarken buruk bir gülüş belirdi yüzümde. Kendi ailemin evinde misafir eşyası kullanmak bana buradaki konumumu yeniden hatırlatmak istiyor gibiydi.

Dolan gözlerimi silip banyodan çıktım. Bir elimle havluyu tutarken salondan babamın "ben bi Tülay'ın yemeğini yedireyim konuşacağız seninle" cümlesini duyunca muhtemelen telefonla konuştuğunu düşündüm. Çünkü bu ses tonuyla Asya ablayla konuşacak değildi. Kapının kapanma sesi gelince salonda kimsenin olmadığını anlayıp bir yıl sonra odama gitmek için adımladım.

Az önce kendi kendime kurduğum teorinin çürümesi ile adeta olduğum yere çakılı kaldım. Kucağındaki Güneş ile salonun ortasında volta atan Pusat'ın da benim içeriye girmemle adımları durmuştu. Far tutulmuş tavşan deyimine gayet iyi bir örnek olurcasına salonun girişinde dururken Pusat şok içindeki bakışlarını gözlerime kilitledi.

Ağzı açılıp geri kapanırken yutkununca kendini belli eden adem elmasına bakakaldım. Her ne söyleyecekse de kelimeleri unutmuş gibi bakıyordu. Gözlerini gözlerimden çekmese de ilk girdiğimde gördüğü manzaranın şokunu hala atlatamamıştı. Günlerdir kaçtığım adamın karşısına böyle çıkmak tüm yüzümün alev alev yanmasına sebep olmuştu.

Sonunda kendime geldiğimde geçen saniyeler adeta sene gibi hissettirmişti. Pusat kafasını iki yana sallayıp kendini sirkelerken "Leyla" dedi tekleyen sesi ile. Ben ise sanki ismi geçen Leyla ile uzaktan yakından alakam yokmuş gibi koşar adımlarla odama girip kapımı kapattım.

Sırtımı kapıya yaslarken küt küt atan kalbimin sesini duymamaya çalışıyordum. Kendi kendime 'altı üstü havlu ile gördü seni ne abarttın' derken aklıma bakışları gelirken parmaklarımla kıpkırmızı kesildiğine emin olan yüzümü kapatıp adeta yerimde sinirle tepindim.

Adamı cezalandırmak isterken resmen mükafatlandırmıştım. İçten içe kendime sövüşlerim bitmeyince üşümemek için dolabıma doğru ilerledim. Odadaki hiçbir şeyin değişmemiş oluşuna kaşlarım havalanırken Asya ablaya daha fazla iş yıkmamak için elimden geldiğince hızlı olmaya çalıştım.

Sarı pijama takımımı görünce elime alıp biraz izledim. Çoğu eşyamı hatta neredeyse doğru düzgün hiçbir eşyamı götürmemiştim. Ne kadar yeni şey alsam da buradakilerin hissiyatı hala ruhuma dokunuyordu. Üzerimi giyindikten sonra saçımı kurutmak için elime aldığım havluyu "Leyla yemek hazır" diyen Asya abla ile hızla yatağın üstüne bırakıp odadan çıktım.

"Ne beklemiyorsun beni hazırlardık beraber" dedim sesimin sinirli çıkmasına özen gösterirken. Sanki burada kaldığı için bize yük oluyormuşcasına her şeyi yapmaya çalışması beni sinirlendiriyordu. Salona hışımla girdiğim için arkamdaki koltukta oturan Pusat'ı görmezden gelmeye çalışmam da sanırım başarılı oluyormuştu.

"Merak etme ben bakıyorum Güneş'e hem görünüşe göre yeğenim beni çok sevdi" diyen Pusat'ın keyifli sesine rağmen arkamı dönmedim. Duymamazlıktan gelmek daha iyi bir çözümdü. Hem salonda ne işi vardı bunun?

"Geldim" diyerek salona giren babama bakışlarım dönünce banyodan çıkarken duyduğum cümleyi anımsadım. Sanırım Pusat ile konuşacağı bir şeyler vardı bu da neden salonda rahat rahat oturduğunu gayet net açıklıyordu.

"Pusat bak Asya kızım döktürmüş sen de otur yemeğe şimdi soğutmayalım" diyen babam ile içimden bir 'ya sabır' çektim. Tamam, hep Pusat'a çok düşkündü ama bu düşkünlük şu an beni çok olumsuz etkiliyordu. Ne konuşacaksa konuşsun da gitsindi bir an evvel.

Takma Leyla dedim kendime. Yokmuş gibi davran hem sen buna beş gün önce 'nefret ettim' demedin mi? Yüzsüz değil ya baban için gelmiştir konuşur gider. Takma Leyla diye kendimi temkinlerken Pusat'ın keyfinden bir gram eksilmediğini belli eden sesini duydum. "Tabi Ekrem amca valla kurt gibi de açıkmıştım" dediğinde yüzümü buruşturmadan duramadım.

Gıcık herif açıkmışmış evin karşıda be kalk git ne yiyeceksen ye. İçimdeki Pusat'ı düşman belleyen her insancığı sakinleştirmeye çalışırken gözlerimi kapatıp bir nefes aldım.

"Saçlarını kurut" bir fısıltıyı andıran sesi duyduğumda resmen yüreğim hoplamış kapattığım gözlerimi hızla açmıştım. Pusat masaya doğru giderken yanımda geçtiği sırada kurduğu cümle ile adeta aklımı almış salondaki kimseye de çaktırmamıştı.

Parmaklarım belli belirsiz ıslak saçlarıma giderken Pusat çektiği sandalyeye yerleşmiş kucağındaki Güneş'i de sallamaya devam ediyordu. Sabahtan beri mız mız takılan Güneş'in ise sesinin çıkmamasına şaşırmıştım. Sanırım dediği gibi gerçekten de Güneş onu sevmişti.

"Ben servis açayım" diyen Asya ablayı elimle durdurdum. Zaten yeteri kadar yorulmuştu bunu da ben getireydim bari. "Ben getiririm otur abla sen" dediğimde başıyla onaylayıp Pusat'ın karşısındaki sandalyeyi çekip oturdu. "Güneş'i ver bana" dediğini duyduğumda Pusat'ın cevabını duymadan mutfağa ilerledim.

Tabak, kase, çatal, kaşık, bardak derken ellerim dolu dolu tekrar masaya dönmüştüm. Pusat yüzündeki sırıtış ile gelişimi izlerken şeytan diyordu ki geçir şu elindeki tabakları çirkin sıfatına. 'Çarpılırsın' diyen sesime karşı savaş vermek istesem de haklı olan oydu. Güzel sıfatına da gayet geçirebilirdim tabakları.

Önüne her birini kafasına vuruyormuş gibi koyarken her hareketimle daha da gülüşü büyüdü. Bunun da suratına tükürsek Yarabbi şükür diyecekti neredeyse. "Teşekkür ederim Leyla" dediğinde cevap vermeden Asya ablanın yanına oturacaktım ki çalan kapıyla yönümü kapıya doğru çevirdim. Muhtemelen gelen abimdi normalde anahtarı olmasına rağmen kapıyı çalmasına şaşırsam da açtım. Tam da tahmin ettiğim gibi abimi otuz iki diş sırıtarak gördüğümde bakışlarım elindeki kocaman şeye döndü. Sanırım bundan dolayı anahtarla kapıyı açamamıştı.

"Hoş geldin" dedim demesine de abim beni duymamıştı bile. Ayakkabılarını adeta fırlatıp içeriye girdiğinde ben de peşinden adımladım. "Merhabalar" dedi içeriye doğru yüzündeki gülümseme hala silinmezken. Herkesin bakışı abimden çok elindekine kayarken konuşan ben olmuştum. "Bu ne?" dediğimde bakışları beni buldu. "Roket kardeşim nasıl anlamazsın" dediğinde sahte bir kahkaha yükseldi dudaklarımda. Kendini komik sanan abime yeterliydi bu. "Baba valla senin kızın olmamış" diyen Meriç abime babam ters ters bakarken "düzgün konuş kızımla" demeyi de ihmal etmemişti.

Abim elindekini yere koyarken iki eliyle gösterdi. "Güneş'in beşiği" dediğinde gülümseme sırası bendeydi. Beşiğin Güneş'in olduğunu anlamak kolaydı da ihtimal vermeyen Asya ablanın bakışlarını anlamak çok da kolay değildi. "Ne?" dedi sadece elindeki kaşığı yavaşça kasenin yanına bırakırken. "Beğenmedin mi rengini?" diyen abim ise sanki sorun rengiymiş gibi turuncu beşiğe bakmaya devam ediyordu.

"Yok rengi değil de" diyebildi sadece Asya abla. Babam burada olmasa abimin üstüne çullanıp nasıl alırsın diyeceğini bildiğim için şimdi kızmamak için kıvranışını izliyordum. "Gerek yoktu" dedi Asya abla zor bela cümlesinin devamını getirirken ama bakışları Meriç abimi ilk fırsatta çiğ çiğ yiyeceğim der gibiydi. Pusat'ın ise hiçbir şey umrunda değildi keyifle çorbasını içiyordu. Sinem teyze bunu evde aç bırakıyordu galiba.

"Uyusun işte rahat rahat" dedi abim Asya ablanın kızmasına ki bu daha kızmış hali değildi, anlam veremezken. Asya abla tam ağzını açacaktı ki konuşmalarını bölen Pusat'ın boş kaseyi kaldırıp "ben bir kase daha çorba alabilir miyim?" demesi olmuştu.

Herkesin bakışları Pusat'a dönerken içimden 'zıkkım iç' desem de dışımdan sessiz kalmayı tercih ettim. Abim hızlı adımlarla Asya ablanın yanına giderken kucağındaki Güneş'i alıp yanındaki sandalyeye oturdu. Ben ise hala olduğum yerde otururken Asya abla Pusat'ın çorbasını doldurdu.

Abimlerin ufak atışmasına sessiz kalan babamın bakışları bana dönerken "otursana kızım" dedi sofrayı gösterirken. Masada sadece Pusat'ın iki yanındaki sandalye boş olduğu için bir de yanında oturmak istemediğimi fark edip bakışlarımı tekrardan babama çevirdim. "Ben aç değilim size afiyet olsun" dediğimde Pusat'ın çorba dolu kaşığı havada kaldı. Saniyeler öncesine kadar hevesle yemek yiyen adam kaşığını yavaşça geri bırakıp bakışlarını benden çekerek masaya döndürdü. Her ne kadar babam sebebimi bilmese de o gayet iyi biliyordu.

Bakışları masadan tekrar bana dönerken kalkacak gibi olup babama bakınca geri oturdu. Muhtemelen şimdi kalkarsa babamın onun yüzünden oturmadığımı fark edip zor durumda kalacağımı biliyordu. Sandalyesine geri otururken Asya ablanın bakışları ikimizin arasında gidip geldi.

"Hem anneme bakayım bir" deyip annemin odasına doğru bir adım attım ki masadaki gerginliği anlamayan babam gülümseyerek "uyuyor" demişti. İyi olması babamı çok mutlu ediyordu adam resmen yeniden dönmüştü hayata. Başımı usulca sallayıp odama doğru ilerledim. Daha fazla bir şey sormamalarına şükür çekip kendimi yatağa adeta atmıştım.

Gözlerimi sımsıkı kapatırken yüzüme değen ıslak saçlarımla aklıma Pusat'ın kurduğu cümle doldu. Hiçbir şey olmamış tavrı beni delirtiyordu. Yeniden döndüğüm için miydi sevinci bilmiyordum ama uzun sürmeyecekti. Yataktan kendimi kazıyarak kalkıp salona gitmeden önce attığım havluyu yeniden elime alıp saçlarımı kurutmaya başladım. Sanki o demese benim aklıma gelmeyecekti.

İçime dolan siniri göz ardı etmek için derin derin soluklanıyordum. Bu halim Pusat'ın İstanbul'dan döndüğü zamanları hatırlatmıştı bana. O zaman da ona karşı anlamlandıramadığım bir sinir ile tutuşuyordum. Şimdi gayet farkındaydım her şeyin, her zaman ona olan özlemim sinire dönüşüyordu bende. O zaman da ne yaptıysam özlemimden yapıyor ama bunu kendime açıklayamacak kadar korkuyordum.

Ben bile Pusat'a olan hislerimden korkup peşinde abi abi diye gezerken onun anlamamış olmasına neden kızıyordum? Bu soru elimin adeta havada kalmasına sebep olurken kuruduğuna kanaat getirdiğim saçlarımı bırakıp yeniden yatağıma doğru ilerledim.

Bakışlarım Pusat'ın camındayken dalgın dalgın izlemeye başladım. Artık neye nasıl davranacağımı bilmiyordum. Buraya yeniden alışmak da istemiyordum. Aniden açılan kapım ile zihnimdeki düşünceler bir toz bulutu gibi dağılırken bakışlarım sinirli sinirli gelen Asya ablaya döndü.

Kendini masanın önündeki dönen sandalyeye atarken yatakta oturan bana doğru döndü. Gözlerinden adeta birazdan alev çıkacaktı. "Ne bu halin?" dediğimde bakışları yüzümde gezindi. "Asıl bunu benim sormam gerekiyor da ben gayet iyi biliyorum" deyip eliyle kapıyı gösterdi. "Pusat sıktı canını değil mi?"

Bakışlarım sanki Pusat kapının arkasındaymış gibi kapıya dönerken omuz silktim. "Ne işi var burada?" dediğimde kendi kendimi dizginlemeye çalışıyordum. "Baban çağırmış anlamadım ben de ama bir şeyler konuşuyorlar" dedi kararsız bir sesle. "Muhtemelen sahte nişan mevzusu için sorguya çekecek baban" dediğinde gözlerimle onayladım tahminini. Herkes bir açıklama bekliyordu ondan.

"Sana ne oldu?" dediğimde anında konuştuğumuz konuyu unutup hırsla elini saçına geçirdi. "Görmedin mi abinin yaptığını?" dediğinde gördüğüm tek şeyin Güneş rahat etsin diye aldığı beşik olduğun için neye sinirlendiğini hala anlayamıyordum. "Almış gelmiş beşik gideceğiz şunun şurasında iki üç güne ne yapmaya çalışıyor?" dedi öfke saçmaya devam ederken. "Babanın yanında kavga etmemek için zor tuttum kendimi" diye devam ettiğinde onu gayet net anlamıştım.

"Güneş rahat uyusun diye" dedim abimi savunurken. Kendince iyi bir şey yapmıştı sonuçta. "Alışsın istemiyorum Güneş" dediğinde yüzüm buruştu. Üç aylık çocuk neye, kime alışacaktı? Asya ablanın saçma savunmasının arkasına saklanma sebebini anlarken sırıttım. "Güneş mi sen mi?"

Elini göğsüne koyup ağzını kocaman açtı "ay üstüme iyilik sağlık" dediğinde bu abartı tepkisi sırıtışımı daha da büyüttü. "Ben bilmem artık orasını" deyip kendimi geri geri yatağa attım. "Hayır misafiriz yani" diye hala kendini ikna etmeye çalışan Asya ablayı cevapsız bırakmıştım.

Konuyu değiştirmek istercesine "Pusat'ı da anlıyorum" dediğinde birden uzandığım yataktan doğruldum. "Ne alaka şimdi?" diye sorduğumda çalan zil ile yüzüm buruştu. "Sare gelecekti" diyen Asya ablayla buruşan yüzümde hızla güller açmıştı. Kapıya doğru ilerlerken salondan geçmeden önce biraz kapıda durup bizimkileri dinlemek istedim. Yaptığım doğru değildi ama merak ediyordum.

"Hasan senin gibi bi oğlu olduğunu görse çok gurur duyardı" diyen babamın sesindeki üzüntüyü sezince nefesimi tuttum. Sare biraz kapıda bekleyecekti artık. "Ben kendimle duymuyorum ama" dedi Pusat babamı cevaplarken. "Yalan söylemek zorunda kaldım herkese. İpin uçu kaçtı gitti. Bitti ama ben de bittim Ekrem amca" dediğinde babamın derin bir nefes alışını duydum. Çoğu zaman böyle dertleşir, konuşurlardı o yüzden Pusat'ın rahat rahat kurduğu cümlelere şaşırmamıştım. Babam onun için her zaman sığınacak bir liman gibiydi.

"Yoksa gönlün mü kaydı o kıza? Neydi adı Ahu muydu?"

Babamın kurduğu cümle nefesimin teklemesine sebep oldu. Böyle bir ihtimal bile beni yeniden yıkıp geçerdi. Günlerdir yaptığım unuttum rolleri bir bir yıkıldı üstüme. Pusat'ın cevap verene kadar geçtiği saniyeler bana bir ömür oldu. "Asla."

Zil tekrar çalınca yerimden çıkıp sanki hiçbir şey duymamış gibi saçımı savurarak geçtim önlerinden. Beni gören babam sessizleşince Pusat'ta susmuştu. Ben ise Pusat'ın önünde alına salına yürürken bakışlarını üstüme çekmiştim. Ben varken kime kayıyordu onun gönlü gözlerini oyardım beni delirtmesinlerdi.

Sabırsız Sare tekrar zile basınca karşı odanın kapısı açıldı. Abim kafasının üstüne koyduğu sarı örtüyle çıkınca gülmemek için dudaklarımı ısırdım."Açsana şu kapıyı uyanacak Güneş" dedi sinirli sinirli.

Parmağımla kafasındakini gösterirken "bu ne?" dedim. Elinin tersiyle önüne düşen sarı örtüyü iterken "Güneş beni Asya sansın diye" dediğinde havadaki elim hızla ağzımı kapattı. Şok içinde abime bakarken o odaya geri girmişti. Biraz daha açmasam kapıyı kıracak Sare'yi bekletmemek için şokumu erteledim.

Kapıyı açtığımda yüzüme azar yememek için sevimli bir gülüş yerleştirdim. İki elini beline koymuş çatık kaşlı Sare ise kızmak için çoktan hazırlanmıştı. "Biraz daha açmasan Oğuz'a yakalanacaktım, çekil" deyip beni iterek içeriye girip kapıyı kapatmasına gülmeye başladım. Elini bana kaldırıp "sakın" dediğinde ağzıma fermuar çekiyor gibi yaptım. Allah bilir yine ne yapmış da delirtmişti kızı.

"Odama geçelim" dediğimde bakışları arkasında kalan bana döndü. "Teyzem?" dediğinde bu gürültüye rağmen hala uyanmayan anneme ben de şaşırıyordum. "Uyuyor, gece hiç uyuyamamıştı" dediğimde anlayışla salladı başını.

Sare önde ben arkada salondan geçerken "merhaba enişte" deyip el sallayınca hem babam hem Pusat'ın bakışları Sare'ye dönmüştü. "Ekrem enişte" diye kendini düzeltip gülümseyen Sare'ye her ne kadar görmese de gözlerimi belirttim. Pusat sesini duyup bakmıştı enişte dediği için değil herhalde.

Tezimi Pusat'ın sırıtan yüzü çürütürken içimden sabır çekip Sare'yi arkamda bırakıp yürümeye başladım. "Hoş geldin kızım" diyen babama "hoş buldum enişte" diye cevap veren Sare Pusat'a dönüp "sen de hoş geldin" dediğinde onları tamamen arkamda bırakmıştım. Odaya girdiğimde hala sandalyede oturan Asya ablanın bakışları bana döndü. "Nerede kaldın be altı üstü kapı açacaktın?"

Pijamamın kol kısımlarını iyice avuçlarıma çekerken tam cevap verecektim ki Sare girdi içeriye. Kapıyı kapatırken kendini yatağıma atıp "ne işi var bunun burada?" dediğinde anında değişen tavrı beni yeniden güldürmüştü. Zaten çevremdekilere gülmek dışında pek bir şey yapmıyordum artık. Asya abla sandalyede Sare'de yatağımda olduğu için oturacak yeri kalmayan ben halıya uzanıp ayaklarımı yatağa doğru kaldırdım.

"Babamla konuşuyor" dediğimde Sare yatakta bize taraf dönüp elini kafasının altına yerleştirdi. "Ne konuşacakmışlar?" dediğinde "Kandemir mevzusunu" dedim sanki hiç ilgimi çekmiyormuş gibi. Az önce Ahu'dan hoşlanma ihtimali yüzünden nefesi kesilen ben değildim sanki. "Ben biliyordum sahte olduğunu" dedi Sare omuz silkerken. "Biliyordun madem bize niye söylemedin?" dedi Asya abla şaşkınlıkla.

Ardından bakışları bana dönerken "Güneş Meriç'in yanında mı?" diye sordu elimi havaya kaldırıp tüm parmaklarımı kapatıp baş parmağımı açıp 'evet' işareti yaparken "kafasına sarı örtü atmış sen sansın diye" de demeyi ihmal etmemiştim. Asya abla kahkaha atarken Sare iki sahte öksürükle dikkatleri üzerine çekti.

"Tahmindi benimki. Ama azıcık gören anlardı zaten" bakışları bana dönerken "Leyla görmek istemediği için anlamadı" dediğinde içime dolan sıkıntıyla derin bir nefes verdim. "Benim gözümde nişanlı bir adamdı. Göremezdim onu kendime yakıştırmadım" dedim net bir dille. Sahtesi, gerçeğini bilmiyordum ben sonuçta. İşin sonunda bana göre doğru olanı yapmıştım.

"Sen gelmeden önce ben de bunun hakkında konuşacaktım" dedi Asya abla zil çalınca yarıda kalan konuşmasını hatırlatırken. "O da kendince doğru olanı yaptı. Babasının intikamını aldı" dediğinde aklıma dolan ki hiç çıkmıyordu diğer gerçekle gösğümü sıkıntıyla şişirdim. "Babasının ölümüne sebep olan adamın kızıyla nişanlı gibi davranmak kolay değildir" dedi Asya abla daha çok kendi kendine konuşuyormuş gibi kısık bir sesle.

Sessiz kalmayı seçtim konu aşkından öldüğünüz insanken çok bir şey diyemiyordunuz. Yatağa uzattığım ayaklarımı bir o yana bir bu yana sallarken Sare yanındaki yastığı kafama fırlattı. "Başım döndü be dur" dediğinde tripli tripli ayaklarımı kendime çekip attığa yastığa sarıldım. "Bana gerçekleri anlatabilirdi" dedim ben de sessizliğimi bozarken. İkisinin bakışları bana döndüğünde yastıkla yüzümü kapattım.

"Yanında Gökhan vardı da gitti yeniden İstanbul'a" diyen Sare ile yüzümdeki yastığı yavaş yavaş çektim. Bir anda 'cee' demek istemiş olsam da duyduğum isim ile şok olmuştum. Asya abla anımsamak istercesine bana döndüğünde ağzımdan fısıltıyla "Gökhan" ismi döküldü. Tamamen unuttuğum şu ana kadar da aklıma gelmeyen Gökhan.

"O kimdi?" dedi Asya abla hatırlamaya çalışıyor gibi. Sare bir anda eliyle kendini gösterip "ay tövbe Pusat'ı savunuyormuş gibi oldum böyle" dediğinde yaptığı role karşılık bana attığı yastığı geri fırlattım ona. İyiden iyiye çıkmaza girmiş gibi hissederken içeriden seslenen babamın sesini duymuştum. "Leyla annenin ilaçları neredeydi?"

"Yeter bu kadar" deyip hızla yerimden kalkarken Sare arkamdan "kaç kaç" diye seslendi. Kapıyı kapatıp ikisini de odada bırakırken babamın yanına ilerledim. Pusat gitmişti, babam da annemin yanında oturuyor uyanmış annemin durumunu yokluyordu. İlaçları çıkarıp annemin başucuna koyduktan sonra su şişesini de doldurup bir bardakla başına koydum. Sessiz sessiz yaptığım işleri annemle babam izlerken onlara karşı sürekli soğuk davrandığımı fark edince duraksadım. Farkında olmadan yapıyordum ne yapıyorsam da.

"İyi misin?" dedim anneme bakarken. Nereye koyacağımı bilemediğim elimi kolumu en son göğsümde birleştirirken usul usul salladı başını. "Çok uykum geliyor" dediğinde ilaçlara baktım. "İlaçlardandır" dediğimde sanki ağzımdan çıkan her kelime emir yükmündeymiş gibi onayladı beni. "Ben kızların yanına geçeyim" dediğimde babam gülümsedi. "Bakın siz keyfinize ben yanındayım annenin" dediğinde ben de gülümsedim. Ne keyif ne keyif ama...

Odanın kapısını açıp "kahvelerinizi nasıl alırsınız?" dediğimde Sare yataktan doğruldu. "Ne kahvesi geç oldu eve gideyim" dediğinde omuz silkip kapıya yaslandım. "Kal burada" dediğimde alnını kaşıdı. "Zaten teyzem hasta bir de benimle uğraşma" dediğinde bahanesine göz devirmiştim. "Koynuma alıp uyutmayacağım" dediğimde Asya abla kahkaha atmış Sare ise yüzünü buruşturmuştu. İkisini de peşime takıp mutfağa geçerken odadan çıkan Meriç abim ile karşılaştık.

"Sessiz olun Güneş uyuyor" dediğinde Asya abla öne atıldı. Savaş boyalarını sürmüştü bile. "Uyanırsa da uyutursun canım değil mi?" dedi ters ters. Meriç abimin beşik almasına neden bu kadar sinirlendiğine sebep aramayı bırakmıştım. İnada bindirip aldıysan beşik Güneş'i de uyut o zaman demiş vermişti abime. Abim bir adım atıp sinirli sinirli bakan Asya ablaya yaklaştı. "Uyuturum canım" Asya ablanın dalga geçercesine söylediği canım kelimesini bastıra bastıra söyleyen abim karşısındakini delirtmek için uğraşıyordu.

Olası bir krizi daha kaldıramayacağım için kendi can sağlığımı hiçe sayıp aralarına girdim. "Kahve yapacağım içer misin abi?" dediğimde dilini damağına vurup 'tch' sesi çıkardı. Üzerine giydiği ceketi yeni fark etmişken "çocuklarla toplanacağız" demişti. Çocukların kim olduklarını gayet net bilirken başımı salladım. Abimin bakışları sessiz kalmış tırnaklarına sürdüğü ojelerini izleyen Sare'ye dönerken ben de ona baktım. "Abicim bu gece buradasın değil mi?" dedi abim gülümseyerek.

"Yok abi yarına yetiştirmem gereken bir işim var gece çizim yapacağım" dediğinde abim usul usul salladı başını. "Eve gideceğin zaman ara gelip alayım seni" dediğinde onları arkamda bırakıp mutfağa ilerledim. Asya abla ayaklarını hırsla vura vura gelirken istediği gibi kavga etmediği için geçirdiği krize gülümsemekle yetindim. Fincanları çıkarıp tezgaha bırakırken cezveye de üç orta türk kahvesi ölçeğine göre koyuyordum malzemeleri.

Sare de bir sandalye çekerken "bizim bahçede buluşmayacaklarsa nereye gidiyorlar ki?" dedim bakışlarım mutfağın bahçeye çıkan kapısına kayarken. Normalde en büyük bahçe ve oturma alanı bizim diye hep burada buluşurlardı. Çok fazla mahalle dışında oturmayı da sevmezlerdi. "Kağan abilerin bahçede takılıyorlar artık" diyen Sare ile cezvedeki bakışlarımı kaldırmadım. Anlaşılan ben yokken çoğu şey değişmişti.

Sessiz kalışıma karşı Sare yeniden konuşmaya başladı. "Sen gittikten sonra Pusat pek sıcak bakmadı bu bahçeye" dediğinde aklıma dolan son anlarımızla derin bir iç çektim. Onu sevdiğimi öğrendiği gün kaybetmişti beni.

Taşmaya başlayacak olan kahveyi hızla fincanlara pay ederken tezgaha sırtını yaslamış ayakta duran Asya abla bozdu sessizliği. "O bahçeye de ben sıcak bakmıyorum" dediğinde bakışlarım onu buldu. Dalga geçercesine konuşmasına her ne kadar sinirlensem de bir şey demedim. Sürekli kırgınlıkların üzerini gülerek kapatıyordu.

Kahveleri masaya koyduğumda ayakta olanlar olarak biz de iki sandalye çekip oturduk. "Konuşmuyor mu hala Zehra teyze?" dedim son olanlara hakim olmadığım için. Beş gündür Bursa'da olan Asya abla ile hastanede olduğum zamanlar çok fazla görüşememiştik. "Gördüğü yerde yolunu değiştiriyor" dedi acı acı gülümseyerek. Kahvesinden bir yudum alırken "haksız da sayılmaz" dediğinde bir elimi omzuna koydum. "Öyle deme" dediğimde bakışları beni buldu.

"Gözünde bir erkek için ailesini karşısına almış bir kızım. Neden küs diye sorgulamaya hakkım yok." dediğinde kendine yaptığı haksızlığa sinirlenmiştim. Sonuç itibariyle Asya ablayı bu evliliğe iten çok fazla şey vardı böylesine net çizgi çekmelerine tahammül edemiyordum. Ya da olaya objektif bakamıyor Asya ablanın tarafını tutuyordum. "Ben annemi affettim bak o da illa affeder." dedim kahvemden bir yudum almadan önce.

Sare'nin hevesli bakışları bana dönerken "affettin mi cidden?" diye sordu. Önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına itelerken başımı usul usul salladım. "Hayat sevdiklerine küs kalmak için fazla kısa" dedim kahvemi içmeye devam ederken. Annemin haberini aldıktan sonra geçirdiğim her saniye azap gibiydi. Birini kaybetmenin sınırında dolanmadan ona olan sevgini anlayamamak insanın özelliğiydi. Bir şeyler kafamıza kolay kolay girmezdi.

"Dönmeyeceksin yani?" dedi umut dolu bir sesle. Sare'nin burada ikimizin de olmadığı zamanlarda ne kadar yalnız kaldığını tahmin edebiliyordum. Kaçamak bir şekilde "annem toparlanana kadar" dediğimde düşen yüzü içimi burkmuştu. Anında kendini toparlarken "neyse canım bizim de Yalova'da bir evimiz oluyor böylelikle" dedi. Benim için yaptığı mutlu taklidine derin bir iç çekebildim sadece. Kahvesinden kocaman bir yudum aldıktan sonra suyuna da fondip yapıp ayaklandı. "Ben kalkayım artık" dediğinde ben de ayaklandım hızla.

"Ben de geleyim seninle" dediğimde başını iki yana salladı. "Yok, yok yorgunsun zaten gir yatağına artık" dediğinde ben çoktan mutfaktan çıkmıştım bile. Asya abla da ayaklanınca ona döndüm. "Sen de gelecek misin abla? Yürüyüş olur hem" dediğimde bakışları kaldığı odanın kapısını buldu. "Güneş açıkmıştır şimdi hem yalnız bırakamam" dediğinde hızla başımı salladım.

Sare kapıya ilerlemişken işaret parmağımı kaldırıp 'bir dakika' der gibi yaptım. Adımlarımı odama çevirirken hafif hafif esen rüzgar yüzünden hasta olmak istemediğim için hızla elime ilk gelen hırkayı aldım. Üzerime geçirerek yürürken "geldim, geldim" dedim beni kapıda gülümseyerek bekleyen Sare'ye. "Abimi de arama boşuna Kağan abilerin oradan alırız onu" dediğimde söylediğim cümleye gülüp koluma girdi. "Meriç abi mi bizimle gelecek biz mi onunla gideceğiz?" dediğinde ben de sırıttım.

"Kafasına sarı örtü atmış Güneş onu annesi sansın diye" dediğimde Sare'nin kahkahası sessiz sokakta adeta yankılandı. "Kafayı kırmıştı zaten yokluğunda iyice gitti" dediğinde ben de gülmüştüm. "Nasıldı?" dedim sokağa bakarken. Buradan uzaktayken iyileşme çabalarımdan ötürü hiçbir şey duymak istemiyordum. Sanki hiç dönmeyecek gibi. "Ne nasıldı?" diye sordu Sare afallarken.

"Burası işte ben yokken" dedim sesim sonlara doğru kısılırken. Sanki herkes arkamdan yas tutmuş gibi triplere girmek istemiyordum. "Neler oldu bitti?" dedim az önceki hüzün dolu sesime nazaran daha neşeli çıkarmaya çalıştığım sesimle. "Dürüst mü olayım yoksa boşa avuntu mu vereyim? Hangisini istersin?" diye soran Sare soruma oldukça iyi bir cevap vermişti. Ben ise onun sorusunu cevapsız bırakıp adımlarımızı izlemeye başladım.

"Sanki birisi hepimizin ruhunu çekip almış gibiydi. Herkes farkındaydı kalbin kırık gittiğinin" dedi Sare kelimelerini tek tek seçerken. Başımı kaldıramadım bile öyle adımlarımızı izlerken dinledim sadece. "Geldik" dedi sessiz kalışımı bile sorgulamazken. Her an dolmaya müsait olan gözlerimi sımsıkı kapatıp açtım ve bahçeden içeriye girdim.

Kağan abilerin bahçesine koydukları sandalyelere oturmuş sıfatlar bir bir bize dönerken "yazıklar olsun" diye resmen bağırmıştım. Elimi yavaş yavaş kalbime doğru götürürken az önce üzüntüden konuşamayan ben değilmişim gibi anında değişen moduma kocaman sırıttı Sare. "Bensiz buluşmalara iyi alışmışsınız" deyip kendimi yavaş yavaş Sare'nin kucağına doğru bıraktım. Bayılma taklidime hızla ayak uyduran Sare kollarımdan tutup "ay yetişin doktor" diye seslendi.

Kapalı gözlerimden birini açıp oynadığımız tiyatroya verdikleri tepkiyi görmek istemiştim. Küçücük görüş açıma arkasına yaslanmış yüzündeki sıcacık gülümseme ile bizi izleyen Pusat girince hızla geri kapatıp biraz daha kendimi saldım.

"Açılın ben doktorum" diyen Oğuz'un sesini duyunca gülmemek için yanağımı içten ısırmaya başlamıştım bile. "Allah'ım bu değil" diyen Sare'nin sesini işittiğimde ağzımdan ufak bir kıkırtı kaçmış ama hemen kendimi toparlamıştım. Bu sefer kulağıma "açılın asıl doktor benim" diyen Yusuf abinin sesi gelirken peşine de Kağan abinin "Oğuz bile daha inandırıcıydı" sesini duymam daha fazla bu küçük oyunumu sürdürmememe sebep olmuştu.

Kahkahalar içinde doğrulurken sımsıkı kapattığım gözlerimi açtım. Kağan abi yıllar da geçse Yusuf abinin doktor olacağını kabullenmeyecekti. Ve bu her seferinde beni oldukça fazla eğlendiriyordu. "Küçük oyununuz bittiyse beni neden aramadığınızı sorabilir miyim?" diyen abimle saçımı savurup hala ayakta olan Oğuz'un sandalyesini koşarak kaptım. "Ben getirdim işte."

"Kalk sandalyemden" diye başımda dikilen Oğuz'u duymamazlıktan gelip sanki omzuma bir sinek konmuş gibi parmak uçlarımla silkeledim. "Pardon ama benim eve gidip çizmem gereken bir proje var" dedi Sare oturmuş bize kolundaki saati kaldırıp gösterirken. Saat gece yarısı olmuştu resmen.

"Bu saatten sonra ne çizmesi?" dedi Yusuf abi hepimizin zihnindeki soruyu sorarken. "Sabahlarım bitirene kadar sonra vurur kafayı uyurum" diyen Sare ise bıkkın bir sesle cevaplamıştı. Daha fazla onu bekletmemek için hızla ayaklandım. Abimin bakışları bana dönerken kaş göz yaptı. Hiçbir şey anlamayan ben de aynı onun gibi kaş göz yapmaya başladım.

"Sen nereye?"

"Ben de geleceğim".

"Neden?"

"Yürüyüş olsun, gece yürüyüşü" abim verdiğim cevaptan çok da memnun olmamış gibi yüzünü buruşturup beni bir kolunun altına Sare'yi bir kolunun altına çekti. "İyi gel bakalım" dediğinde kolunun altından çıkmak için çırpınmak yerine yerime daha da yerleştim. "İzin isteyen yoktu" dedim burun kıvırırken.

Arkamızda kalan Oğuz önümüze atladığında "ben de geleceğim" dedi. Yusuf abi ensesinden tutup karşıdaki evlerine doğru çevirirken Oğuz'u "hiçbir yere gitmiyorsun anneme demedin mi gelince asacağım perdeleri diye" dediğinde sırıttım. Hala Oğuz perde asmaktan kaçtığına göre bazı şeyler de aynıydı.

Abim de Yusuf abinin söylediği ile "vay vay vay" dedi. Her 'vay' dediğinde yüzündeki gülüş daha da büyüyordu. "Birileri hala perde asıyor" dedi kaşlarıyla Oğuz'u işaret ederken. Oğuz ise çattığı kaşları ile abisine bakıyordu. İki parmağını birleştirip Yusuf abiye karşı tehditvari bir biçimde boğazını gösterdi. "Öldüreceğim lan seni" deyip abisine doğru atılırken ayaklanan Pusat ikisinin arasına girdi. "Kedi köpek gibi didişmeyin lan gece gece milleti rahatsız edeceksiniz" diye azarlamaya başlayınca Uluöz kardeşleri, bakışlarımı bahçedeki diğer ilgi çekiçi şeylere çevirdim. Şu ağaç görmeyeli de ne kadar büyümüştü böyle.

"Hayır anlamıyorum Yusuf benden uzun ama her seferinde ben asıyorum" diyen Oğuz hala isyanlardayken abim beni ve Sare'yi yürütmeye başladı. "Susmaz bu şimdi tüyelim" dediğinde sırıtarak bahçeden çıktık üçümüz.

Sessiz sessiz Sare'nin iki sokak ötedeki evine yürürken abim derin bir nefes çekti içine. "Özlemişim kardeşlerimi yanımda görmeyi" dediğinde Sare ile aramızdaki abim yüzünden başlarımızı aynı anda hafifçe öne doğru eğip birbirimize bakarak gülümsedik. İkimiz de abimin kolunun altında olmayı küçüklüğümüzden beri çok seviyorduk.

"Gören de sanır beni hiç görmediniz geliyordunuz Yalova'ya" dedim bilmiş bir şekilde burnumu havaya dikerken. Ardından kendime bir arka aradığım için Sare'ye döndüm. "Gelmiyor muydunuz? Korkma, söyle" dediğimde hızla başını sallayıp onayladı beni. "Geliyorduk vallaha."

Desteklenmenin verdiği haklı gururla abime gözlerimi bellerttiğimde kolunu daha da sıkıp çekti beni kendine. "Çok biliyorsun sen. Burası gibi olmuyor" dediğinde sessiz kaldım her zaman yaptığım gibi. Haklı oldukları içindi sessizliğim. Ben de biliyordum burası gibi olmadığını. "Meriç abime hak versem beni vurur musun?" diye bana doğru eğilip fısıldayan Sare'nin alnına elimi bastırıp itekledim. "Hain sat hemen beni."

"Sen her zaman hakkın yanında ol abicim" dedi Meriç abim Sare'ye arka çıkarken. Vardığımız evin önünde dururken Sare önce abime sonra bana sımsıkı sarıldı. "Ben sadece sizin yanınızda olurum" deyip kurduğu duygusal cümleden utandığı için hızlı hızlı evine doğru koştu. Bu haline kahkaha atarken arkasından "Oğuz bu halini kaçırdığını duysa kafasına sıkardı" dedim. Zordu Sare'yi duygusal görmek, haksız sayılmazdım.

Sare anahtarla açtığı kapıyı kapatmadan önce bana dil çıkarttı. Gülüşüm daha da büyürken kollarımı göğsümde birleştirdim. "Hadi gidelim" dediğimde hala evi izleyen abim "odasının ışığı yansın bir demişti." Benim de bakışlarım odasının penceresine kalkarken "koridorda kurtlar kapmayacak kızı" dedim abime sırıtırken. Oldum olası çok hoşuma giderdi Sare'ye karşı olan korumacı tutumu. Meriç abim iç çekip "abi olunca anlarsın" deyip beni yeniden kolunun altına çekmişti.

"Yalnız bu anne lafı ayrıca ben niye abi oluyorum?" dedim kolunun altından çıkmak için debelenirken. Tabii bu abimin hayvan gibi cüssesinde hiçbir etki etmezken yürümeye devam etti. "Çok konuşuyorsun Leyla, çok" dediğinde kolunu ısırsam mı acaba diye düşünmekle meşgüldüm.

"Dağıldı mı acaba çocuklar?" diye başka konuya geçen abimle başımı dikmiş etrafıma bakındım. Sokağın başına girmişken Kağan abilerin bahçesine doğru ilerledik. O esnada bahçeden çıkan Oğuz ve Yusuf abiye baktım. Hala didişirlerken bizi görmeleri ile kestiler kavgalarını. Yusuf abi bana bakarken "soracaktım unuttum Deniz döndü mü?" dediğinde başımı aşağıya yukarıya salladım "evet" diye de ekledim.

"İyi yolu açık olsun" Yusuf abiden cevap beklerken bahçeden çıkan Pusat ters ters konuşurken abime daha da sokuldum. Ona neydi Deniz'in yolunun açıklığı?

Ben yine onu cevapsız bırakırken Oğuz öyle içten "amin" demişti ki Pusat'ın sinirli bakışları ona döndü. Bu yeni bir azar yiyeceğini belli ederken "git perde as yoksa ben asacağım seni perde diye" diyen Pusat ile içimden 'hah hoş geldin eski Pusat biz de nerede kaldı?' demiştik diyordum. Zaten şu sıralar onunla sadece içimden konuşmakla yetiniyordum.

Hala sokağın ortasında durduğumuz için annesinin eteğini çekiştiren çocuklar gibi abimin ceketini çekiştirdim. "Gidelim hadi" dediğimde abimin bakışları benden Pusat'a kaydı. "Hadi dağılalım evlere" dediğinde daha fazla dayanamayıp ergenler gibi göz devirmiştim. İki adımlık yolu da Pusat ile beraber yürümek zorunda değildik. Ben uzak durmak istedikçe dibinde bitiyordum. En iyisi en kısa zamanda geri dönmekti gerçekten de.

"Yok, ben benzinliğe gideceğim" dedi Pusat sinirli halinde bir gram eksilme olmazken. Ardından bakışları sarı kafa Uluöz kardeşlere döndü. "Malum bazıları sigara içmiyorum deyip paketimin sonunu ekmekle sıyırdıkları için" dediğinde bahsettiği kişinin Yusuf abi olduğunu anlamak zor olmamıştı. Tıp kazandığından beri ayda otuz defa falan sigarayı bırakma kararı alıyordu.

Pusat sokağın bizim geldiğimiz tarafa doğru yürürken bakışlarını üzerimde hissetsem de dönüp bakmadım. Ne kadar uzak durabilsem o kadar kârdı. En azından kafam bu kadar karışık ve ben bu kadar öfkeliyken en doğrusu buydu. Beynimde dolanan 'kandır kendini' düşüncesini başımı iki yana sallayıp silmeye çalıştım.

Eve girdiğimizde bizi karşılayan sessizlikle parmak uçlarımızda yürüyerek odalarımıza dağıldık abimle. Üzerimdeki hırkayı bir kenara atarken üstümdeki sarı pijamalarıma baktım. Saatlerdir bunlar mı üzerimdeydi? Fark etmemiştim bile. Her ne kadar etrafa gülücükler saçsam da kafamın doluluğu asıl kendimle baş başa kaldığımda ortaya çıkıyordu.

Babam annemle ilgilendiği için kendimi rahat rahat yatağa atabildim. Perdemi sonuna kadar açıp yattığım yerden az buz görünen Pusat'ın perdesi kapalı, ışıkları sönük penceresini izlemeye başladım.

Elimle en son yatağa attığımı hatırladığım telefonumu yokladım. Bildirimlerime bakarken bir yandan da ara ara gözüm pencereye değip duruyordu. Telefonu yeniden eski yerine atarken ışıkların yanması ile bir an yerimden doğrulacaktım ki kendimi dizginledim. Sabahtan beri yamacındayken yüzüne bakmadığın adam bir ışık yaktı diye mi bu kadar heyecanlanmıştım cidden?

Pencereyi izlemeye devam ederken gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu hala açık olan ışığın sızdığı perdenin kapalı oluşuna sövmeden edememiştim. Sanki o an dilek kapım açıkmış gibi perdenin çekilmesi ile kendimi yatağa daha da gömdüm. Yakalanma korkusundan yaptığım şeyin saçmalığını geç fark etmiştim. Beni buradan görmesi imkansızdı.

Bakışlarımı tekrar pencereye çekerken camı açan Pusat sanki burada olduğumu biliyormuş gibi birden kafasını kaldırıp odama bakınca tekrar kendimi gömdüm yatağa. Üzerime hızla battaniyemi çekerken kalbim kütküt atıyordu. Gözlerimi sımsıkı kapattım sanki ben onu görmeyince o beni görmeyecekmiş gibi.

Gözlerimi yavaş yavaş aralarken kollarımı iki yana açıp kocaman bir şekilde esnemiştim. Elim telefona çarpınca miskin hareketlerle telefonu elime alıp ekranı açtım. Sabahın altısı olduğunu fark etmemle geri gözlerimi kapatmak istemiştim. Yatakta diğer tarafa dönerken gördüğüm şeyle anında elektrik çarpmış gibi uyandım.

Pusat hala camdan dışarıyı izliyordu.

Bu saatte kadar camda olmuş olmasına şaşırırken acaba rüya mı görüyorum diye gözlerimi ovuşturdum. Gayet ciddi bir şekilde karşıdaki camda duruyor ağzındaki küçücük kalan sigarayı söndürmeden başka bir sigarayı yakıp devam ediyordu izlemeye. Acaba ben uyurken geri gitmişti de sonra yeniden mi gelmişti diye düşündüm. En mantığıma yatan buydu çünkü.

Geri yatağımda kıvrılırken düşünme dedim kendi kendime o sırada gece uyumadan önce en son aklımı meşgul eden şey yeniden doldu zihnime. İstanbul'daki Ahu olayının hala aslını öğrenememiş kimseye de bahsedememiştim. O kadar şey üst üste gelmişti ki neyi kime söyleyecektim bilmiyordum. Ahu kimden kaçmıştı? Massimo dediği kişi kimdi? Yakalanmış mıydı?

Ve en çok da aklımı kurcalayan koskoca İstanbul'da aynı oteli mi bulmuştuk kalacak sorusuydu. Gözlerimi sımsıkı kapatıp yeniden uyumaya çalıştım. Ben uyumaya çalıştıkça bir soru daha eklendi zincire. Ardı arkası gelmedi zihnimdekilerin. Hızla yataktan fırlarken oturur pozisyona gelip ellerimi önüme attım. Derin bir 'of' çekerken bakışlarım yeniden penceresini buldu. Gitmişti.

Alnımı kaşırken ayaklanıp banyoya doğru yürüdüm. Dişlerimi fırçalayıp yüzümü yıkadığımda aynadaki yansımamı izledim biraz. Madem sorularım bitmek bilmiyordu en azından bana bazı soruların cevabını vermek zorundaydı. Kendi kendimi gazlarken hızla banyodan fırlayıp odama geri döndüm. Kenara attığım hırkamı yeniden üstüme geçirirken hırkanın altında kalan saçlarımı çıkarıp üzerine bıraktım.

Yatağın üstündeki telefonumu da alırken sanki bir kere daha durup düşünsem vazgeçecekmişim gibi hızlıydı hareketlerim. Telefonumu hırkanın cebine koyarken ön kapıdan çıkmak yerine mutfak kapısına doğru ilerledim. Orası daha sessiz olmamı sağlar böylelikle evdeki kimseyi uyandırmazdım erken saatte.

Annemin bahçe terliklerini ayağıma geçirirken hızla kendimi sokağa attım. Karşı evin bahçesine girerken tereddüt etmeye başlamıştım. Zile basıp Sinem teyzeyi uyandırmak istemediğim için telefonumu çıkarıp sildiğim için gittiğimden beri konuşmadığımız ortak gruptan numarasını bulup mesaj kısmına tıkladım. Derin bir nefes alıp parmaklarımı telefon klavyesi üzerinde gezdirdim.

"Aşağıya inebilir misin?"

Yazıp gönderdikten sonra sebebini de söylese miydim diye düşünmüştüm. En azından bir konuşmak istiyorum mu yazsaydım bu böyle olmadı mı derken mesajı daha görmediğini fark edip ikinci bir aydınlatıcı mesaj için telefona dokunmuştum ki kapı açıldı.

Bakışlarım açılan kapıya dönerken Pusat yüzündeki şok ve mutluluk biraz da heyecan barındıran bakışlarıyla bakıyordu bana. Burada olduğuma ona mesaj attığıma inanmadığı her halinden belliyken ne yapacağını bilemeyerek önce bana doğru bir adım attı. Ardından eliyle içeriyi gösterip "istersen içeriye gel kahvaltı hazırlayayım" demesini elimi havaya kaldırıp durdurdum. Heyecanlı konuşmasını anca böyle bölebilmiştim.

Havadaki elimi geri indirip hırkamın iki tarafını tutarak önümde birleştirirken "uzun sürmez" dedim bahçeyi kaşlarımla gösterirken. Başını hızla sallayıp yanıma doğru adımladı. Tam karşımda durduğunda derin bir iç çekmekten kendimi alamamıştım. "Ben imza günüm için İstanbul'a gittim" dedim konuya nasıl gireceğimi bilemezken. Ardından gözümü hafifçe kısıp kaç gün önce gittiğimi hatırlamaya çalıştım. Gün algım iyice çöp olmuştu.

"Yedi gün önce" dedi Pusat düşündüğüm şeyi dile dökerken. Nereden bildiğini sorgulamayı bir kenara bırakırken elimi salladım "aynen" dediğimde yüzümdeki bakıştan ötürü "abin otel önerisi istemişti ondan biliyorum" diye kendini açıkladı. Bir eliyle yeni traş olduğu belli olan çenesini kaşırken konuşmanın devamını merak ediyor gibiydi.

Aslında asıl kafama takılan kısma ise çoktan parmak basmıştı. "Ben de bunu soracaktım neden o otel?" dedim içimdeki merağın sonunda aydınlanacağını düşünürken. Beni bilerek o gece oraya göndermiş olma ihtimali bile katlanılmaz geliyordu artık. Eğer öyle bir şey yaptıysa arkama bile bakmaz çekip giderdim.

Gözlerini gözlerimden çekmezken tane tane konuşmaya başladı. "Meriç geldi otel sordu. Aklı sende kalıyordu tek kalıyorsun diye. Haklıydı da" dediğinde sabırsızca yerimde kıpırdandım. Böyle birebir konuşmak beni çok fena köşeye sıkıştırıyordu. Bakışlarımı gözlerinden çekerken konuşmaya devam etmesini bekledim.

"Metin Kandemir'e sonraki gün bir baskın planlamıştık. Seni tehlikeye atabilecek bir durum olmaması için en güvenilir otele baktım. Metin'in ulaşamadığı bir otele. Hem güzel, temiz, güvenilir olup hem de adamlarının olmadığı tek otel orasıydı" dediğinde başımı usul usul salladım. "Sanırım böyle düşünen tek sen değildin" dedim bakışlarımı tekrar ona çevirirken. Bu cümlem kaşlarının şaşkınlıkla havalanmasına sebep olmuştu. Ardından ne düşündüyse bilmiyorum çenesi gerildi.

"Bir şey mi oldu o gece?" dedi sesi adeta titriyordu. Bu tepkiyi beklemediğim için bir adım geriledim istemsizce. "Ahu" dedim sadece cümlenin devamını nasıl kuracağımı bilemezken. Sabırsız Pusat "Ahu, ne?" diye hızla konuştu. "Ahu o gece o otelden kaçtı" dedim tek cümlede tüm her şeyi dökerken.

Bakışları yüzümün her noktasında dolanırken söylediğim şeyin şokunu yaşamasını izledim. Anlaşılan o ki bi haberdi olanlardan. Ağzı açılmıştı ki muhtemelen küfür edeceği için hızla kapatıp elini saçlarına daldırıp başını havaya kaldırdı. Sakinleşmek için içine çektiği nefesten sonra bakışları yeniden benim mavilerime dönmüştü. "Korktun mu?" diye sordu sadece.

Ahu neden kaçtı? Sen nereden biliyorsun? Yanında kim vardı? Neden söylemedin? Tarzı sorular beklerken duyduğum soru ağzımın bir iki defa açılıp kapanmasına sebep oldu. Elimi sımsıkı sıkarken tepkisiz kalmak için uğraştım. Ona yalan söylemeyecektim bana yaşattığı her şeyi bilmesi lazımdı. "Evet" dedim çenemi havaya dikerken. "Çok korktum, otel odasının kapısına eşya yığacak kadar" dedim konuşmama devam ederken. Bakışları acı içindeydi adeta. Her kelimemle ona işkence ediyormuşum gibi baktı.

"Özür dilerim" dedi kısık ama içimi okşayan bir sesle. Başımı iki yana salladım "dileme" derken. Şu an kafamdaki sorulara cevap almak için buradaydım. Hatalarımızı telafi etmek için değil. "Massimo kim?" diye sordum bu sefer. Pusat buna diğer söylediklerim kadar şaşırmamışken cevabı benim ağzımın şokla açılmasına sebep olmuştu. "Ahu'nun sevgilisi."

Gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırırken "seninle nişanlıydı" dedim algılayamadıklarımla. Tamam sahte bir nişan olduğunu öğrenmiştim ama şimdiye kadar Ahu onu seviyor sanmıştım. "Anlaşmalı bir nişandı. En baştan beri Ahu ile sadece arkadaştık. Ahu babasının yaptıklarıyla gurur duymuyordu bu yüzden bana yardım etti. Böylelikle o da özgürlüğüne ve sevdiğine kavuştu" dedi 'sevdiğine' kısmını özellikle bastırırken.

Aklım almıyordu bir insan babası ne kadar kötü olursa olsun neden hapse girmesine göz yumar hatta bunun için uğraşırdı ki? "Nasıl yapar böyle bir şeyi babasına?" dedim şaşkınlığımı gizlemeyerek. İçten içe de iyi ki yardım etmişim demeyi ihmal etmiyordum. Demek ki bir insanın kökleri ne kadar çürük olursa olsun kendisi güzelce filizlenebilirdi.

"Babam demeye utandığı birisiydi" dedi Pusat hızla. Her soruma en içten şekilde cevap verirken gözleri yüzümde geziniyor derin derin nefesler alıyordu. Aklımdaki çoğu sorunun cevabını alırken arkamı dönmüştüm ki tekrar Pusat'a döndüm. "Ahu nasıl şimdi?" diye sordum yakalanmış olmasından korkuyordum. Her ne olursa olsun madem babası böyle kötü biriydi yakalamışsa canını yakmış olabilirdi. "İtalya'da" dedi gülümseyerek. "Massimo ile evlenecekler haftaya" diye de devam etti.

Başımı salladım sadece. Demek ki hala görüşüyorlardı. Bu garip bir biçimde her ne kadar arkadaş olduklarını bilsem de içimde ufak tefek kıskançlık krizleri yaşatırken dışıma yansıtmadım. En azından ben öyle sanıyordum. "Bahadır Massimo ile görüşüyor. Bize yardımı çok dokundu. Metin'in iş ortaklarından birinin oğluydu" diye açıklama yaptığında omuz silktim sadece.

Sanki kıskanmıştık da açıklama yapıyordu. Kendimle çelişen düşüncelerimle biraz daha burada kalmamın benim için pek hayırlı olmayacağını fark edip arkamı dönüp bir adım attım. "Bu kadar mı?" diye seslendi hayal kırıklığı dolu bir sesle. Adımlarım yavaşlarken hızla adımlayıp önüme geçti Pusat.

Daha ne bekliyordu bilmiyorum ama bakışlarımı yerden çekip de yüzüne çıkarmadım. Dik duruşum her geçen saniye biraz daha kırılıyor ve bu belki de bir hafta sonra geri dönecek olan benim için pek iyi olmuyordu.

"Bu kadar" dedim çekilmesi için adımlarken. Hiçbir şekilde kıpırdamadı bile. Karşımda etten bir duvar oluştururken bakışlarım yüzüne çıktı. "Peki, biz?" diye sordu çaresiz çıkmasını umursamadığı sesiyle. Bu soruyu beklemiyordum ki zor bela yutkundum. "Biz diye bir şey yok" dedim sesimin çatallaşmaması için dualar ederken.

"Yapma Leyla hiç mi şansımız yok? Hiç mi umudun yok?" dediğinde bakmadım yüzüne. Biliyordum ki bakarsam yok diyemezdim. Gözlerim bahçede dolanırken "yok" dedim.

Elini kaldırıp yavaşça çeneme doğru dokunurken parmakları adeta bir tüy gibi kondu yüzüme. "Gözlerime bakarak söyle bir daha çıkmam yoluna" dediğinde 'ciddi mi' diye bakışlarım hızla yüzünü buldu.

"Rahatsız etmem seni ama sevmekten de vazgeçmem. Seni gönlümce sevebilmenin tadını çıkarırım en azından" dediğinde içimdeki her kemik sanki kırılmışta tek tek bana batıyormuş gibi nefesim kesildi.

Gözlerine bakarak 'yok' demek tahmin ettiğimden de zordu. Dudaklarım kurumuş ağzımdaki tüm su çekilmiş gibi hissediyordum. Yeniden yutkunurken bakışlarımı kaçırıp "çekil" dedim. Hiçbir şekilde kıpırdamadığında elimi yumruk yapıp göğsüne vurdum bir kere. İçimdeki acı sinire dönüşürken karşısında ağlamamak için dizginlemeye çalışıyordum kendimi.

Göğsüne değen yumruğumla kendini salmış hafifçe yana doğru savrulmuştu. Bu savrulmanın yumruğumun etkisiyle değil de sözlerimin etkisiyle olduğunu biliyordum. Yüzünde acı içinde bir gülümseme varken "hiç mi iyi bir şey yaşamadık?" dedi son bir umut gözlerime bakarken.

"Keşke yaşamasaydık" dedim cümlemin sonunda ağlamamak için alt dudağımı dişlerimin arasında ezip adımlarken. Zamanında yaşadığımız her iyi an bizi şimdi bir çıkmaza sokuyordu. Ama o bunları görmüyormuş gibiydi.

Onu arkamda yeniden darmadığın bir halde bırakıp mutfak kapısına kadar hiç durmadan hızlı hızlı yürüdüm. Bu sefer kendimi tutamamış mutfak kapısını kapattığım gibi gözlerimden akan yaşları durduramamıştım. Elim hala kapının kulpundayken omuzlarım sarsıla sarsıla ağlıyordum.

Ona varamamak ve ondan gidememek arasında savrulup duruyordum. Yorgun düşmüş ne yapsam sonunda ben zararlı çıkmıştım. Bu saatten sonra nasıl ona gidebilirdim ki? Ağzımdan çıkan her kelime aylardır harmanlanmış üzüntümden dolayı zehir oluyor ikimizi de delip geçiyordu.

Arkamdan gelen "Leyla" sesi ile bakışlarım yavaş yavaş mutfak kapısında şaşkınlıkla bana bakan kişiye döndü. Asya abla uyku mahrumu gözlerle bana bakarken ağlarken büzülen dudaklarımı düzeltmeye çalıştım. Titreye titreye ağzımdan sadece "abla" çıkarken hızla yanıma adımlayıp sımsıkı sarıldı. Kollarının arasında ağlamaya devam ederken bir fısıltıyı andıran sesini duydum.

"Kendini cezalandırmaktan ne zaman vazgeçeceksin bilmiyorum ki?"

 

❄️

Merhabaa, baktım bölüm bir gün gecikti dedim o halde biraz daha uzun olsunn.

Kitabı yazarken açıkçası her olayda o karakterin ruhuna bürünüp tepkilerini öyle dile getiriyorum. Ki zaten bir zaman sonra karakterler kendi yollarını benden bağımsız çiziyor...

Bu yüzden okurken kendinizi onların yerine koymanızı istiyorum sizden. Yaşadıklarını, seçimlerini ve arasında kaldıkları şeyleri düşünerek okursanız daha da bütünleşip onları anlayacağınızı düşünüyorum. Gerçeklikten uzak olsunlar istemiyorum. Onlar da insan neticede. Doğrularıyla, yanlışlarıyla, verdikleri kararlarla var oluyorlar.

Neysee çok konuştum sanırım. Keyifli okumalar diler oylarınızı ve bol bol YORUMLARINIZII beklerim.🩷

Bölüm : 14.02.2025 10:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...