
"Evet, bugün bizimle son zamanlarda ismini oldukça duyduğumuz rafların yeni yüzü Leyla Yaman var. Merhaba, Leyla Hanım" ellerimi dizimde biten eteğime silerken heyecanımı kontrol altına almaya çalıştım. Hazır olduğumu hissetmek istercesine omuzlarımı dikleştirip bana söylenen kameraya çevirdim bakışlarımı.
"Merhabalar" dedim sesimdeki heyecanı göz ardı etmeye çalışırken. Yüzüm parlamasın diye yapılan pudralama işlemi yüzünden kaşınan yanağımı görmezden gelmeye çalışıyordum.
"Öncelikle davetimizi kırmayıp programımızın ilk konuklarından olma nezaketini gösterdiğiniz için teşekkür ediyorum ben ve ekibim adına" sunucu olarak daha öncesinde de tanıdığım sarı saçlı kadın gülümsediğinde biraz daha rahatlamış hissederek gülümsedim. "Benim için bir zevk asıl ben teşekkür ederim güzel davetiniz için" dedim bana ezberletilmiş sözleri söylerken.
"Evet, bir anda yaptığınız çıkış edebiyat dünyasındaki tüm bakışları da size çevirdi. Ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?" diye hazırlanmış sorulara başlayan sunucu ile yaptığım provalara rağmen kalbim küt küt atıyordu.
"Açık konuşmak gerekirse bu yola girdiğimde böyle sonuçları hayal bile etmemiştim. Ama buradayız bu da başladığım işin aldığı yolun ne kadar güzel yerlere çıktığını bana gösteriyor umarım herkesin zihninde güzel bir şekilde yer edinmişimdir" dedim son cümlemle bakışlarımı sunucudan çekip kameraya gülümserken. Elindeki kartlardan diğerine geçen sunucu da kamera ona dönmeden iyi gittiğime dair göz kırpmıştı. Bu biraz daha rahatlatırken gelecek diğer sorulara hazırlandım.
"En çok merak edilen sorulardan bir tanesi de bu kitabı yazarken aldığınız ilhamlardı. Kitabın ilk bölümlerinde sık sık gördüğümüz doğu motifleri mesela?" denildiğinde kitaba ilk başladığım yer olan o kerpiç evin cam önünü hatırladım. Nereden nereyeydi gerçekten de.
"Bu kitaba başlarken Mardin'in bir köyündeydim" dediğimde hazırladığımız cevap bu değildi. Verdiğim amatörce cevaba yüzüm ekşirken kamera arkasındaki adam gözlerini 'sorun yok' dercesine kırpmış eliyle de 'devam et' işareti yapmıştı. Ezberlediğim sorular bir bir gelirken hepsini içtenlikle cevapladığımı düşünüyordum. Heyecanım her geçen dakika ile daha da azalmıştı.
"İmza günlerinizde sıkça bahsettiğiniz bir hayır kurumu kurduğunuzu da biliyoruz. Biraz da bunun hakkında bilgi alabilir miyiz?" denildiğinde yerimde kıpırdandım. Benim için asıl önemli olan kısıma gelmiştik. Az önce üstümden uçup gittiğim heyecan yeniden yerine konumlanırken derin bir nefes alıp önüme omuzlarımdaki saç tutamlarını kibar bir hareketle sırtıma attım.
Kameraya bakarken "Evet, bir hayır kurumu kurduk. Eğitim hakkı elinden alınmış ve maddi açıdan zorlanan çocuklara el kol olmak yürüdükleri yollara köprü olup ışık tutabilmek için çıktık bu yola. Geldiğimiz yere baktığımda istediğimizin bir kısmını kısa bir sürede başarmış olduğumuzu görüyorum. Bu beni sevindirirken yolumuza daha da katıp devam edeceğimiz, yeni tanışacağımız hayatlar için de heyecanlandırıyor. Ulaşmadığımız çocuk, dokunmadığımız hayat kalmasın istiyorum." dediğimde sonlara doğru yüzümde sıcacık bir gülümseme oluşmuştu. Sunucunun da gülümsediğini gördüğümde içim rahatlamıştı. Sanırım iyi gidiyorduk.
"Evet, yaptığınız işi en içten bir şekilde takdir ediyoruz. İzleyicilerimizden de buraya bağış yapmak isteyen olursa altta adresimiz olacak. Teşekkür ederiz Leyla Hanım değerli vaktinizden bize de ayırdığınız için umarım başka kitaplarınızı da raflarda görebiliriz." dediğinde gülümseyip "kısmet" dediğimde kamera arkasındaki adamın "kestik" komutuyla derin bir nefes verdim.
Sorgulayan gözlerim beni izleyen gözlere dönerken "harikaydın" denilmesi ile gerçekten de rahatlamıştım. Madem bir iş yapıyorduk layığıyla yapmalıydık. "Sen de star ışığı var gel değerlendirelim bunu" diyen kamera arkasındaki komutları veren isminin Ferit olduğunu öğrendiğim adama döndüm. Samimi gülüşü gülmemi sağlarken "bu bile benim için çok fazlaydı" dedim az önce oturduğumuz alanı elimle gösterirken.
"Alışırdınız Leyla Hanım" dediğinde kaşlarımı kaldırmıştım hayretle. Çalışanlardan biri çantamı getirdiğinde mahcubiyetle aldım elinden "ben alırdım ne zahmet ettiniz" dediğimde Ferit Beyin kahkahasını işitti kulaklarım. "Kız iki büklüm oldun utancından alış artık bu hayata" dedi eliyle kameraları gösterirken. Söylediği cümle saçma gelse de adamı bozmak istememiştim. Bir şeylere alışmak için kendimden ödün vermem gerekmiyordu neticede.
Konuşmayı uzatmak istemediğim için bunun en büyük etkeni ayağımdaki hala alışamadığım topuklu ayakkabılarım da olabilirdi. Saatler öncesinden tanıştığım insanlarla vedalaşıp çıktım stüdyodan.
Sabah erken kalktığım için uyku ihtiyacı ile kapanmaya çalışan gözlerimi zor da olsa açık tutuyordum. Binadan çıktığımda yan tarafta gördüğüm kahve dükkanı ile adeta çölde su bulmuş gibi ışıldadı gözlerim. Hızla dükkana adımlayıp bir kahve almıştım.
Telefonda notlar kısmına girip uyumadan önce yapacaklarımı yazdığım notu açtım. Gün içinde kafamda binbir çeşit şey geçtiği için bazen Asya abla 'yemek yedin mi?' diye sormasa yemek yemeyi bile unutuyordum. Kahvemden bir yudum aldıktan sonra taksi beklemek için bile ayakta durmak istemeyince bulduğum banka adeta attım kendimi.
Kahvemi banka koyup dağınık kocaman çantama telefonumu attım. Mandal tokamı da ufak bir arayışla bulduktan sonra dağılmış saçlarımı toplamak istemiştim. Topuklu ayakkabı giymeye de şu son iki aydır alışmış olmam gerekirken hala ayaklarım sızlıyordu.
Kahvemden bir yudum alıp öne doğru uzattığım ayaklarıma döndü bakışlarım "artık biraz alışabilir misiniz ya?" diye sordum fısıldayarak. Cevap gelecekmiş gibi ayaklarıma bakarken gelen taksi ile hızla toparlanmış arabanın arka koltuğuna yerleşmiştim. Evin adresini de verdikten sonra başımı hafifçe cama yaslayıp dışarıyı izlemeye başladım.
Geçtiğimiz sokaklardan sonra tanıdık sokakla biraz doğruldum. Beni en çok heyecanlandıran dükkan olan kitapçının önünden geçerken hala camında posterimin asılı olduğunu görmek kocaman gülümsememi sağlamıştı. Bir anda taksici abiye dönüp "abi bak ben" diye yükseldiğimde adam neye uğradığını şaşırmıştı. "Af buyur abla" dediğinde sesimin fazla yüksek çıktığını o an anlamıştım.
Önünden biraz uzaklaşmış kitapçıyı gösterdim heyecanla "şu kitapçı varya camında benim kitabımın posteri var" dediğimde adamın bakışları dikiz aynasını buldu. Kitapçının camını bu açıdan göremezken "göremedim abla kusura bakma" dedi sessizce. Adam resmen heyecanımdan ürkmüştü.
Elimi 'boşver' dercesine sallarken eve geldiğimizi fark etmemle beraber çantamı koluma takıp indim taksiden. Tam kapıyı kapatacaktım ki adam gülümseyerek "abla şimdi oradan geçince bakacağım" dedi bu tepkisi beni de güldürürken elimi belime yaslayıp gururla konuştum. "Yazarım ben biliyor musun?" dediğimde adamın da gülüşü büyümüştü. "Artık biliyorum abla" dediğinde kapıyı kapattım.
Yazardım be.
Eve adımlarken yüzümde silinmeyen gülüşle sızlayan ayaklarımı göz ardı etmeye çalışıyordum. Ayaklarım ise adeta 'biz buradayız' dercesine sızlıyordu. Evimizin kapısına varırken çantamı kucakladım. İçinden anahtarımı aramaya başlamıştım Hermione'nin çantası gibi olan çantamla bu çok da kolay olmamıştı. Elime gelen şıkır şıkır ses ile sonunda zafer kazanmış gibi elimi çantamın içinden çıkarıp ödül almışcasına havaya kaldırmıştım.
Elimdeki Güneş'in çıngırağı adeta bana pis pis sırıtırken Asya ablanın sürekli söylendiği dağınıklığıma hak vermeye başlamıştım. Çıngırağı geri çantama atarken yeniden anahtarımı aramaya başladım. Bu sefer daha kısa süren bir çalışma ile bulunca derin bir nefes almıştım. Artık şu ayakkabıları çıkartmak istiyordum.
Güneş uyanmasın diye zile basmıyor anahtarla giriyordum eve. Kapıyı açıp ayakkabılarımdan kurtulunca düz zemine basmak derin bir nefes almamı sağlamıştı. Bir oh çekerken sessizce içeriye adımladım. Güneş uyanmasın diyeydi tüm çabam çünkü hanımefendi çok duran bir bebek sayılmazdı.
Üç aylık olmuştu bu üç aylık süreçte resmen anamızdan emdiğimiz sütü de burnumuzdan getirmişti. Tüm hayatımızı ve attığımız adımlarımızı ona göre şekillendiriyorduk.
Salona girdiğimde gördüğüm kişiyle kocaman gülümsedim. O kadar anahtarla uğraşmıştım ki ayakkabısını bile fark edememiştim. Çantamı masaya atarken boşu boşuna sessiz olmaya çalıştığımı Deniz'in kucağında duran uyanık Güneş ile anlamıştım. "Ben geldim" dedim coşkuyla çıkardığım sesle.
Salonda kucağındaki Güneş ile mekik dokuyan Deniz'in bakışları hızla bana dönerken "hoş geldin" dedi sesi bile perişandı adeta. "Elimi yıkayıp geliyorum" dedim hızla odamdaki banyoya koşarken. Güneş daha küçücüktü o yüzden dışarıdan gelir gelmez dokunmaya kıyamıyordum içim rahat etmeyince hızlı hareketlerle üstümü de çıkarıp pijama takımımı geçirdim.
Geri salona giderken hala salonda dönüp duran Deniz'in kucağındaki minik yeğenime doğru adımladım. "Gel bakalım teyzeye" dediğimde Deniz bana uzatıp güldü. "Yeteri kadar sabah sporu yaptım al" dediğinde ben de gülmüştüm. Kollarımın arasına aldığım yeğenimi sımsıkı sardım.
Mızmızlayan Güneş başını göğsüme doğru getirip bir iki defa çevirdikten sonra kokumu almış gibi sessizleşmeye başladı. Anında kesilen mızıltısı yerini huzurlu mırıldanmalara bırakmıştı. Bu hali yüzümde kocaman bir gülümseme oluştururken kucağımda pışpışlamaya devam ettim.
Asya abla mutfaktan geldiğinde elindeki biberon ile şok içinde bize baktı. Saçları dağılmış yüzünde uykusuz olduğunu gayet açık belli eden bir yorgunluk vardı. Pijamalarıyla da bu yorgun anne görünümünü gayet net tamamlıyordu. "Yemin ederim ben mi doğurdum bu kızı Leyla'mı anlayamıyorum."
"Tadını çıkar işte baksın Leyla" diyen Deniz'e Güneş'i rahatsız etmemek için cevap veremiyordum. Onun yerine etkili olacağımı düşündüğüm bir şekilde dilimi çıkarmakla yetindim. Deniz kendini koltuğun bir yanına Asya abla diğer yanına atarken yorgun hallerine gülmeden edememiştim.
Güneş, bazı geceler olduğundan daha da huysuz oluyordu. Asya ablanın tek başına bakması imkansız oluyordu adeta. İkimizin yetmediği anlarda da devreye eğer nöbette değilse Deniz giriyordu. Bu gecede onlardan biriydi. Deniz her ne kadar şikayetlense de o da aynı bizim gibi çok düşkündü Güneş'e. Bu minik üçümüzün de hayatına Güneş gibi doğmuş bizi bir aileye çevirmişti.
Ben saatlerdir mızmızlandığım yorgunluğumu göz ardı edip kucağımda sonunda huzurla uykuya dalan yeğenimi uykusu ağırlaşsın diye pışpışlamaya devam ederken Asya abla sessizce konuştu. "Nasıl geçti?"
Şöyle bir baştan sona düşündükten sonra "beklediğimden iyiydi" diye fısıldadım. Gerçekten de öyleydi, bu kadar iyi geçmesini ben bile beklemiyordum."Zaten biliyordum" dedi Asya abla yattığı yerde omuz silkerken bu haline kıkırdarken kucağımdaki Güneş'in uykusundan emin olup beşiğine koymak için Asya ablanın odasına doğru ilerledim.
Güneş'i yatağına yerleştirdikten sonra hafifçe eğilip mis kokusunu içime çekmiştim. başında bir civcivi anımsatan sarı minik minik saçları adeta içimi eritiyordu. Beşiğin baş ucuna sesini duymamız için Asya ablanın aldığı aleti de koyduktan sonra yeniden salona döndüm. Az önce bıraktığım gibi hala oldukları yerden kıpırdamayan ikiliye göz devirmekle yetinip koltuklarda yer yok diye ben de kendimi yere attım. Halının üzerine uzandığımda yorgunluğum şimdi kendini vuruyor gibiydi.
Gözlerim duvardaki saate değdiğinde henüz öğlen bile olmadığını görmemle yüzümü buruşturdum. Bugün bitmeyecekti anlaşılan. "Kahvaltı yaptın mı sen? diyen Asya ablayla dudaklarımı büzüp bir elimi karnımın üzerinde gezdirdim. "Kahve sayılırsa, evet" derken aklıma gelen kahvem ile yüzüm buruştu. "Ben onu bankta unuttum" dediğimde sessiz kalan Deniz bir gözünü açıp bana baktı. "Bir ara yanıma uğra da şu değerlerine baktıralım" deyip geri gözünü kapatıp uyku moduna geçtiğinde gözlerimi şaşkınlıkla açtım. "Değerleri gayet iyi bebeğimin bugüne bugün kanallara çıkan bir yazar kendisi çok normal böyle şeyler" diye beni savunan Asya ablaya yarım ağız gülmekle yetindim.
Çıktığım kanal da sabah programını yeni başlatmış hiç kimseyi ilk konuk olarak ayarlayamamış bütçesi kimseye yetmeyince de son çare bazı yayınevlerindeki yazarlar olmuştu. Ama Asya abla sanki arkasında paparaziler dolanan bir ünlüymüşüm gibi davranmaktan vazgeçmiyordu. Artık ona laf yetiştirmekle uğraşmıyordum.
Ayaklanıp mutfağa giden Asya ablaya yardım etmeye gidecekken koltuğun kenarındaki yastığı alıp uyuklayan Deniz'e fırlattım. "Kalk davar" dediğimde gram umursamadan attığım yastığa da sarılıp yerini daha da güzelleştirdi. "Akşama nöbetim var dokunma bana" dediğinde bir an haline acıdım ama sonra hemen geçti.
Mutfakta Asya ablayla kahvaltı hazırlarken ikimiz de sessizdik. Bu sessizliği çayı demleyen Asya abla bozdu elindeki dem kavanozuyla bana dönüp "bavulunu hazırladın mı sen?" dediğinde vereceğim cevaptan ötürü muhtemelen başıma uçacak olan kavanozu elinden sakince alıp tezgaha koydum. "Hayır" dedim fısıltıyı andıran bir sesle. Asya abla gözlerinden alev çıkacakmış gibi bakınca "oldu o zaman ben bir koşu hazırlayayım" deyip adeta odama komuştum. Salonda uzanan Deniz can havliyle koşmama güldüğünde bir an duraklayıp tehditvari bir bakış attıktan sonra geri hızlandım.
Odama girdiğimde dolabımın üzerindeki kabin boy bavulumu indirdim. İmza günüm için İstanbul'a gidecektim. Yine her zamanki gibi işleri son dakikaya bırakmış olduğum için biraz daha azar yemeden önce lazım olabilecek her şeyi bavula atmaya başladım. Bir yandan da Meriç abime bana otel ayarlaması için mesaj attım.
Bir gece kalacaktım ama her ihtimale karşı yanıma çok fazla şey almıştım. Bavuldan emin olunca fermuarı kapatıp dış kapının yanına sürükledim. Telefona gelen bildirim ile bakışlarım abimin mesajında dolandı. "Bekle, sorup soruşturur ayarlarım." okuduğum cümleyle göz devirmeden edemedim. O kadar pinpirikliydi ki tek gitmeme bile zor ikna olmuştu. Allah bilir otel için nerelere bakacaktı.
Asya abla kahvaltıyı hazırlamıştı, Deniz'i yine daldığı uykusundan uyandırıp öğle yemeği mi kahvaltı mı olduğuna karar veremediğim öğünümüz için hepimiz masaya geçtik. Sıcak çayımdan bir yudum alırken Deniz ovuşturduğu gözlerle bana bakıyordu. Tek kaşımı kaldırmaya çalışıp "ne var?" diye sordum. Asya abla da sorumla beraber Deniz'e bakarken Deniz derin bir nefes verdi.
"Çok değişmişsin."
Kurduğu cümle elimdeki çay bardağının havada kalmasına sebep olurken neden birden böyle bir kanıya vardığına olan merağım daha da arttı. Sandalyede huzursuzca kıpırdanırken "ne konuda?" diye sordum. Hala tam olarak ayılmış sayılmayan Deniz başını iki yana sallayıp gülümsedi."İlk tanıştığımız zamanları düşündüm de bir yıl olmuş ama sanki yıllar gibi geliyor."
Kurduğu cümleleri başımı usul usul sallayıp onayladım. Bu bir yıl da ayrı geçirdiğimiz zaman yoktu neredeyse. "İlk zamanki hallerinden şimdiye bir bakıyorum da. O ürkek bakışlı kızın yerini kendinden emin, başarıdan başarıya koşan bir kız aldı. Seninle ne kadar gurur duysam az geliyor Leyla. Çok başkasın, bunca zamandır hep merak ettiğim ama sormaya çekindiğim şeyler vardı. İlk zamanlardaki o hüznünün sebebi mesela? Ama artık merak etmiyorum. Farkında değilsin belki ama iyileştin. Ve bunu tek başına başardın." bir anda başladığı ciddi konuşma gözlerimin dolmasına sebep olurken Asya abla da gülümseyerek bakıyordu bana. Sanki o da aynılarını düşünüyor gibi.
Elimdeki çay bardağını masaya bırakıp hızla sandalyemden kalktım. Hala oturan Deniz'e sımsıkı sarıldığımda bunu beklemiyormuş gibi afalladı. "Tek başıma değildim, siz vardınız" dedikten sonra yan sandalyedeki Asya ablaya da sardım bir kolumu. Deniz "açım ben rahat bırak beni" deyip kendi kurduğu duygusallığı bozarken gülerek yerime geçtim.
"Ayrıca seni ilk tanıştığımız zamandan beri görmesem sokakta karşılassak tanımam." dedi yüzünü buruşturken. "Ne yaptın kendine?" diye devam edip saçlarımı gösterdiğinde sinir bozucu haline geri dönmesiyle kaşlarım çatıldı. Kimse yeni imajimdan memnun değildi. Röfle diye başladığım saç işlemlerim sonu iyiden iyiye sarı olan saçlara dönüşmüştü. Bir yıldır da hiç kestirmediğim saçlarım neredeyse belime gelecekti. "İstanbul'dan dönünce kuaföre gidelim biraz kestireyim" dedim Asya ablaya. Deniz elini sallarken "ben kıza saçlarını rahat bırak kahve saçlı Leylayı görmeyi özledik diyorum o ne diyor" dediğinde öpücük atmakla yetindim.
Krem rengi bol bir triko alt üzerine de beyaz dar bir tişört geçirdikten sonra kol çantamı da alıp uyanmış Güneş'i öptüm. Asya ablaya da sarılırken "durmazsa görüntülü ararsın" dediğimde Deniz "üç aylık" dediğinde omuz silktim. Gayet de anlayabilirdi görüntülü konuşmaktan benim yeğenim. Asya ablanın kendine dikkat et temalı konuşmasını dinlerken Deniz bavulumu alıp aşağıya inmişti. Arabaya bindikten sonra yayınevinin gerekli bilgileri verdiği mesajları okuyup feribota kadar gözlerimi dinlendirmek amacıyla kafamı koltuğa yasladım.
"Geldik" Deniz kolumu koparırcasına dürtüklediğinde huzurca açtım gözlerimi. "Hayvan mısın ya?" dedim kolmu tutarken Allah bunun hastalarına sabır versindi gerçekten de eli o kadar ağırdı ki. "Abartma abartma" deyip inince ben de peşinden indim. Gerekli işlemlerden sonra binmeden önce arkama döndüm. "Beni özle Deniz abi" dediğimde sinirden deliren Deniz ile gülümseyerek ilerledim. Abi denilmesinden nefret ediyordu bir tık yaşı ile ilgili problemleri vardı ve beni her sinirlendirdiğinde basacağım damarı gayet iyi öğrenmiştim.
Sonunda feribottan inip bindiğim taksiden de otelin önünde inince derin bir nefes aldım. Günübirlik git gel yapmayı göze alamamıştım. En azından şimdi otelde güzel bir duş alır uyur yarın sabah da dinlenmiş bir şekilde giderdim diye düşünüyordum. Otel odama girdiğimde bavulu bir kenara fırlatıp hızla kendimi yatağa attım. Sanırım duşu uyanınca alacaktım.
Hayal ettiğimden daha güzel bir uyku çektiğim şişen gözlerimden belliydi. Duşa girerken saate baktım akşam olmuş neredeyse üç saat uyumuştum. Yavaş yavaş aldığım duştan sonra pijamalarımı giymiş yatağa uzanıp cilt bakımı yaparken ki bu tek kullanımlık maskeyi yüzüme yerleştirmekten ibaretti babamdan gelen görüntülü arama ile gülümsedim. Şu sıralar eskiye nazaran daha çok konuşmaya çalışıyordum onunla. Annemin hatasının fişini herkese kesmem hataydı. "Babacığım" dedim sesim neşeyle çıkarken. Babam ekranın dibine girmiş gülümserken "o yüzündeki ne?" diye sormuştu.
"Yarın için biraz güzelleşmem lazımdı" dediğimde biraz da olsa ekrandan uzaklaştı. "Sen hep çok güzelsin prensesim" dediğinde kocaman gülümsedim. Bu maskenin bir kısmının ağzıma girmesine sebep olurken yüzüm buruştu. "İstanbul'da mısın?" diye sorduğunda kamerayı çevirip otel odasını gösterdim. "Evet uyuyabilmek için bir gün erken geldim" dediğimde kocaman bir kahkaha atmıştı. Uykuya olan düşkünlüğümü en çok o biliyordu tabii.
"Ben de biraz Güneş'i göreyim diye aramıştım" dediğinde ağzım şokla açıldı. Yine ağzıma giren maskeyi sabrımın tükendiğini hissedip yeter bu kadar bakım diye komodinin üzerine fırlattım adeta. "Bari böyle şak diye yüzüme söyleme kıskanıyorum" dediğimde babam yine gülümsemişti. "Alıştırdın ne yapayım?" dediğinde yüzündeki gülümsemenin bir benzeri bende de oluştu. Her beni aradığında Güneş'i de gösteriyordum. Babam da torun sevdasını onunla yaşamaya çalışıyordu.
"Ekrem" arkalardan gelen annemin sesi ile yüzümdeki gülüş durdu. Babam başını arkaya çevirip "geliyorum" diye seslenince geri bana döndü. "Annen biraz rahatsız da yanına gideyim ben kendine dikkat et kızım" dediğinde kendimi tutamayıp "nesi var?" diye sordum ama babam bu sorumu duymamış cevap olarak kapanan bir ekran almıştım.
Kendimi yatakta geriye doğru atarken kocaman bir iç çektim. Yeniden arayıp sormaya çekinirdim ama içten içe merak etmiştim. O an keşke dedim keşke biraz kindar bir insan olabilseydim. Bir şeyleri yok sayabilseydim ama değildim maalesef ki her seferinde beni yakacağını bildiğim ateşe elimdeki bir avuç su ile koşuyordum. Söndüremeyeceğimi bilsem bile deniyor sonunda da ateş bana sıçrıyor ve yanan ben oluyordum.
Depresif düşüncelerimden sıyıran karın guruldamam ile yataktan kalktım. Otelin restorant kısmına üstümdeki bordo üzerinde minik yıldızlar olan pijama takımı ile inmek ve inmemek arasında kalırken omuz silktim. Tanıdık kimse yoktu sonuçta bir daha nerede görecektim bu insanları.
Oda kartımı telefonumun kılıfının arkasına koyup yemek yemek için aşağıya indim. Her ne kadar tek başıma yemek yemekten nefret etsem de bir akşamlık katlanacaktım. Cam kenarında boş bir masaya otururken Boğaz manzarasına baktım. İstanbul çok aşina olduğum bir şehir değildi. Çok az gelmiştim ve hepsi günübirlik sayılırdı bir ara doya doya gezmek için gelmeyi not ettim kafama midemin ağrıması ile uğraşmamak için salata sipariş etmeyi planlarken menüde gördüğüm yemeklerle odağım dağılmış kendimi pizza sipariş ederken bulmuştum.
Yemeğim de geldiğinde bu şık restoranta Boğaz'a karşı tek başıma olmak canımı sıkmıştı. Umursamadan sessizce yemeğimi yemeye başladım.
"Geldin mi? Bekliyorum seni. Yok kimse görmedi." arka masamdan gelen ses ile kaşlarım havalandı. Dejavu yaşıyormuş gibi hissederken tahminimce telefonla konuşan kişiyi dinlememeye çalışarak yemeğime devam ettim. Açtım ve kimse umrumda değildi.
"Yarın bitecek her şey dedi. Aptalca belki ama güveniyorum ona Massimo." duyduğum isimle yüzüm buruştu. Millet çocuğuna abuk subuk isim koymaya ne meraklıydı böyle. Sonrasında belki yabancı biridir diye düşündüm. Sahii yabancı biriyle neden türkçe konuşsun ki derken belki de yarı türktür demiştim. İçten içe düşüncelerime bir yuh çekerken resmen can sıkıntısından başkasını dinlediğimi fark edince başımı iki yana sallayıp kendime gelmeye çalıştım.
"Nasılını bilmiyorum artık umrumda da değil tek isteğim kurtulmak. Kendime bir hayat kurmak anla beni" sanki arkamdaki kadın duymamı istemedikçe daha yüksek sesle konuşuyordu ya da ben öyle bir kuruntu yapıyordum. Bir dahakine otel için abime danışmayacaktım belki daha mütevazı bir otelde bu kadar sıkılmaz başkasını dinlemezdim.
"Bu otele adım atmaz. Burada hiç adamı yok" benim otel hakkındaki düşüncelerimi duymuş gibi konuşan kızla kaşlarım daha da çatıldı. Her konuştuğunda zihnimin derinliklerinde bir ses yankılanıyordu. Dejavu mu oluyordum yoksa zaten hali hazırda tanıdığım bir ses miydi ayırt edemiyordum. Daha fazla oturmak istemediğimi fark edince hızla ayaklandım.
Kız sonunda telefonunu kapatmıştı. Tam onun masasının yanından geçerken kafamı kaldırıp bakmak istedim ardından içimden bir ses 'sana ne Leyla' deyince başımı daha da eğerek adımladım. Yanımdan hızla geçen garsonu eğdiğim başım yüzünden fark edemeyince sendelemiştim. Düşmemek için yanımdaki masaya hızla elimi attım.
Masanın üzerinde dik duran çantaya elim çarparken yere düşen çantayla kendime sövüyordum. Garson hızla uzaklaşınca azar yememek için ilgisi yokmuş gibi davranmasına göz yumarak hızla yere eğilip dağılan çantasını toplamaya başlayan kadına yardım etmeye çalıştım. "Kusura bakmayın gerçekten de birden öyle gelince düşmemek için" dediğimde yerdeki sarı alyansa değdi gözlerim. Kadının çantasından fırlayan alyansı parmaklarımın arasına alırken işittiğim "Leyla?" sesi adeta beynimde yankılanmıştı.
Dakikalardır iç savaşlar verdiğim biri tarafından bakmamak için adeta sımsıkı tutulduğum kadına döndü bakışlarım. Ahu, tüm ihtişamıyla tam karşımda dururken ben miyim diye emin olmaya çalışıyor gibiydi. Ben ise emindim. Biri tarafından tutulma hissim aslında kalbimin daha da parçalanmaması için uğraşan zihnim olduğunu kavramıştım.
Elimde sımsıkı tututtuğum alyansın sahibi, Pusat'ın nişanlısıydı karşımdaki, Ahu'ydu.
Yeniden ismimi seslendiğinde de bir tepki verememiştim. Kulağımda yankılanan "Leyla" sesi az önce duyduğum ve şimdi zihnimde dönüp dolaşan cümlelere karıştı. Hiçbir şey demeden elimdeki alyansı uzattığımda telaşla alıp çantasına attı. Yerdeki pasaportunu da çantasına attıktan sonra hızla doğruldu. Gür siyah saçlarını omuzlarının üzerinde düzeltip dikleştirirken kitlenmiş gibi hareketlerini izledim. Bir şey demek için ağzımı açmak istiyordum ama yaşadığım tesadüf beni bundan alıkoyuyordu.
"İyi misin?" deyip elini koluma koyduğunda hızla kendimi çektim. Yüzündeki tedirgin ifade ile kendinden emin duruşu öyle çatışıyordu ki ne hissettiğini anlayamyordum. İçimden bir ses az önceki konuşmasını duyup duymadığımı merak ettiğini söylüyordu. "Gitmem lazım" dedim sonunda ağzımdan bir kelime çıkarken. Şok anlarımda böyle savunmasız kalmak beni sinir ediyordu. Bir adımla önüme geçip yolumu kesti. Benden uzun boyundan ötürü sanki tek sorun boyummuş gibi sinirlenmiştim.
"Geçebilir miyim?" dedim sanki bir yabancıymış gibi. Öyleydi de o benim için Ahu değil restorantta çantasını düşürdüğüm herhangi bir kadındı. Daha fazla hayatımı etkilemelerine izin veremezdim. Ben çekilmesi için beklerken Ahu tedirgin bakışlarıyla etrafını kontrol ediyordu. "Bana yardım eder misin?" diye sordu bir tık bana doğru eğilip fısıltıyı andıran bir sesle. İçimde resmen bir şeyler köpürüyordu. İnsanların yardım adı altında bana bir şeyler dayatmasından sıkılmıştım.
"Hayır, acelem var." dediğimde yüzünde reddedileceğini düşünmediği için dumura uğramış bir ifade vardı. Kollarımı biraz da olsa kendimden emin durabilmek adına göğsümde birleştirirken çenemi havaya diktim. Acelem yoktu, odama gidip biraz dizi izleyip uyuyacaktım ama olsundu.
Geçebilmek adına bir adım attığımda Ahu'nun bakışları benden yanımızdaki Boğaz'a bakan cama döndü. İçimdeki merak duygusunu bastıramayıp bakışlarımı o tarafa çevirdiğimde otelin iskelesine yaklaşmış olan tekne ile gözlerimi kırpıştırdım. Ne yaşanıyordu burada bilmiyordum ama içim hiç rahat değildi.
Otelin büyük kapısından içeriye giren adamların çıkardığı gürültü bakışlarımı oraya çekmemi sağladı. Sanki Ahu'nun tüm tedirginliğinin sebebinin bu adamlarla ilgili olduğunu hissedebiliyordum. Ahu hızla iskeleye giden arkamızdaki kapıya doğru ilerlerken arkasını dönüp gözlerimin içine adeta yalvarırcasına. "Ne olur Leyla" deyip adımlarını hızlandırdığında ne için ne olur dediğini bile anlayamamıştım. Benden nasıl bir yardım istiyordu ki?
Olduğum yerde kalırken bir adım atmaya çalıştım. Koluma dokunan el yüzünden çığlık atacakken zor dizginlemiştim kendimi. Karşımda otelin ana kapısından giren adamlardan birini görünce yüreğim yerinden fırlayacakmış gibi korkuyla atıyordu. "Bacım burada uzun boylu esmer siyah saçlı bir kadın gördün mü? İsmi Ahu belki duymuşsundur" o an Ahu'nun istediği yardımın bu adamı oyalamam olduğunu anlamıştım. Adamın kaba ve sorgulayan sesi beni adeta titretirken bakışlarım arkasının dönük olduğu camdaydı. Başını azıcık arkasına doğru çevirse tarif ettiği kızın iskeleye yanaşmış tekneye bindiğini görebilirdi.
Başımı aşağıya yukarıya olumlu anlamda sallayıp "evet" dedim.
Adamın bakışları hazine bulmuş gibi parlarken "Nerede?!" diye adeta haykırdı. Sesi beni yeniden sarsarken çokta tekin olmadıklarını anladığım adamla parmağımı kapıya doğru guzatıp çıkışı gösterdim. Bakışları önce gösterdiğim kapıya ardından bana dönerken "gitti" dedim buz gibi çıkan bir sesle.
"Ne zaman?!" adamın sabrının taştığı belli olurken derin bir nefes alıp konuştum. "Arka masamda oturuyordu telefonla konuşurken duydum uçağım var bir saatte falan dedi hemen hemen yarım saat önce de ana kapıdan çıkıp gitti" dedim düşünüyormuş gibi yaparken.
Yalan söylediğimi anlasa canımı alacakmış gibi bakan adama rağmen iyi rol kesmiştim. Başta konuşmayıp oyalanırken arkasını görse de artık uzaklaştığı için anlayamayacağı tekne ile derin bir nefes verdim. Adam birlikte girdiği adamları bir el hareketiyle çağırırken hepsi birden çıktı otelden.
Sarsak adımlarıma rağmen hızla odama gitmeye çalıştım. Her ne kadar yardım etmeyeceğim desem de yapamamıştım. Bile bile bir kadını öyle adamların eline bırakamazdım. Bu kadın şu hayattaki en büyük acıları yaşamama sebep olan biri bile olsa yapamamıştım. Odama girip kapımı kilitlerken korku içinde sırtımı kapıya yasladım. Betimin benzimin attığını hissedebiliyordum. Elimi göğsüme yaslarken birazdan göğsümü yırtıp çıkacakmış gibi hızla atan kalbimle olduğum yere çöktüm.
Bu kadar adrenalin bana fazla gelmişti. Köşede duran masayı hızla kapının önüne çekmeye çalıştım. Dizlerimle iterken tamamen kapının arkasına yerleştirmiştim. Sanki adamlar Ahu'yu havalimanında bulamadıkları an yeniden otele dönüp odamın kapısında belireceklerdi. Otelin kamera kaydına bakıp konuştuğumuzu gördükleri an biterdim. Kendimi tehlikeye attığım için sövüp dururken cama doğru ilerleyip perdeyi kenarından kaldırdım. Boğaz'a bakan manzaramda tekne görünürde yoktu. Sanırım ne yapmak istediyse de başarmıştı.
Adımlarımı yatağıma çevirip hızla yorganın altına girdim. Başıma kadar çektiğim örtü ile kalbimin küt küt attığını adeta duyabiliyordum. Bildiğim her duayı kendim için okurken sonuna Ahu'yu da eklediğimin farkında bile değildim. Gördüğüm adamların ciddiyeti böyle şeylere asla alışkın olmayan beni ürkütmüş Ahu'ya ulaşma ihtimallerini ise düşünmek dahi istemiyordum.
Gözlerimi çalan telefonum ile açarken yatağımın içinde hızla telefonu aradım. Elime gelen telefonda arayanın yayınevinden biri olduğunu görünce panikle sıçradım yatağımdan. Henüz ölmediysem eğer tamamlamam gereken sorumluluklarım vardı neticede. Ve odamın basılmasıyla değil de telefon sesiyle uyandığıma göre ölmeyecektim de. Gece kendi zihnimde kurduğum binbir mafya konulu senaryoları kafamı iki yana sallayarak dağıttım. Sorun yoktu.
Bir saate orada olacağıma dair konuştuktan sonra hızla hazırlanmaya başladım. Yüzüme çarptığım su ile kendime az da olsa gelmiştim. Dün geceyi sanki uykumda gördüğüm bir kabus olarak hatırlamak istedim o an. Yeni bir gün dedim içten içe.
Elimde bavulumla lobiye indim. Otele geri dönmek gibi bir niyetim yoktu. Alandan direkt evime gidecek belki de bir daha asla İstanbul'a ayak basmayacaktım. Resepsiyondan bir taksi çağırmalarını rica edip otelin çıkışında beklemeye başladım. Gelen taksi ile de alana ulaşmıştım.
Alanda yayınevinin ayarladığı oda gibi kısma eşyalarımı bırakırken ismen duyduğum diğer iki yazarla daha tanışmıştım. Keyifsizliğimi göz ardı etmeye çalışıp oldukça eğleniyormuş gibi davranıyordum. Her ne kadar zor olsa da.
"İsmin neydi?" imza attığım kitabın sayfasına yazmak için sorarken gülümsedim "Beyza" diyen yeşil gözlü kızdan bir an gözlerimi çekememiştim. "Beyza" dedim fısıltıyla. İsimini de yazarken "gözlerin çok güzelmiş" dediğimde utanıp gülümserken gülüşüm büyüdü. "Teşekkür ederim" dediğinde fotoğraf da çekinip sıradakine geçmiştik. Her ne kadar ayakta durmakta bile zorluk çeksem de yüzümdeki gülümsememi eksik etmiyor herkesle ufak da olsa konuşmaya çalışıyordum. Sonuçta bu insanlar ben ve eserim için buradaydı.
Sonunda Yalova'ya vardığımda yuvama dönme hissiyle derin bir nefes aldım. Taksiden inip eve doğru yürürken neden imza saaatini bu kadar erken yaptıklarını düşünüyordum. Resmen yeni öğlen olmuştu. "Ben geldim diye içeriye seslendiğimde kucağındaki Güneş ile kapıya doğru hızlı adımlarla gelen Asya ablayla gülümsedim. Üzerimdeki tüm kötü hisler uçup gitmişti bile. "Neler yaşadığıma inanamazsın?" dediğimde gözleri kocaman oldu. Bu cümleyi beklemiyordu.
"Korkutma beni" dediğinde Güneş'in ağlaması ile yüzü buruşmuştu. Birden kucağındaki minik beden sarsılıp kustuğunda neye uğradığımı şaşırdım. Korku içinde Asya ablaya bakarken "yeni emzirmiştim" dediğinde yüzündeki ifade ile normal bir şey olduğunu anlamıştım. Asya abla Güneş'in ve kendi üstünü değiştirmek için odasına giderken ben de bavulumu odama bırakıp üstümü de değiştirdikten sonra mutfağa geçtim. Çayın suyunu koyarken çalan kapı ile kaşlarım çatıldı. Birini mi bekliyorduk?
Kapıyı açtığımda gördüğüm kişi ile kapıyı geri kapatmaya çalıştım. Ayağını atıp "çok misafirperversin bakıyorum" diyen Deniz'e göz devirdim. "Utanmıyorsun da kendine misafir demeye kiraya ortak edeceğim seni." dedim onun peşinden salona ilerlerken.
Gram şikayetçi değildim varlığından sadece sataşmak bir anlık tüm dertlerimi unutturuyordu. "Ödememi bununla yapıyorum o halde" deyip uzattığı poşete baktığımda içinde gördüğüm tiramisu ile mutlulukla zıpladım. "Her zaman gelsen ya böyle" dediğimde "dönek" deyip koltuğa kurulmuştu.
Asya abla odadan Güneş ile dönünce hızla kucağıma almıştım yeğenimi. "Çok özledim" deyip kokulu bir öpücük aldım. "O da özledi seni" deyip koltuğa yerleşen Asya abla kumandayı eline alıp televizyonu açmıştı. "Arasaydınız ya" dediğimde bakışları beni buldu. Bakışlarından bir şey anlamayınca televizyona dönmüştüm. "Niye açtın?" dedim merakla. Güneş doğduktan sonra televizyon ile aramıza mesafe koymuştuk. En azından o uyanıkken hiç açmazdık.
Asya abla ve Deniz'in şaşkın bakışları bana dönerken "bugün yayımlanacaktı ya röportaj" dediğinde tamamen aklımdan çıkan şey ile bakışlarım hızla ekrana döndü. Daha programın başlamasına yirmi dakika vardı. Hızla kucağımdaki Güneş'i Deniz'e verip koşa koşa mutfağa gittim. Kaynayan unuttuğum suyu demledikten sonra bardakların olduğu tepsiye tiramisu için kaşık da koyup içeriye geçtim.
"Kurumdan geldim buraya" diyen Deniz ile bakışlarım ona döndü. "Dün nöbette değil miydin?" dediğimde gülümsedi. "Nöbet çıkışı oraya gittim oradan da buraya geldim. Seni izleyelim de koyar kafayı yatarım" dediğinde gülmüştüm. Ona minnettardım.
Gözlerindeki yorgunluğa rağmen yanımdaydı. Göğsüne yatırdığı Güneş ile arkasını yaslanıp gözleri kapalı bir şekilde konuştu. "Artık normal bir yer tutmalıyız dernek için olmuyor böyle" dediğinde açılan konudan bir daha kaçamayacağımı anlayıp omuzlarımı çökerterek koltuğa oturdum. Hala içten içe Yalova'da tamamen kalmaya alışkın olmadığım için tamamen burada açılan bir derneğe sıcak bakamamıştım.
"Tamam yarın çıkıp bakalım" dediğimde tek gözünü açıp ciddi miyim diye baktı yüzüme. Ciddiydim, geri dönüşüm yoktu artık Bursa'ya.
"Ay beş dakika kaldı" diyen Asya abla ile sanki ne dediğimi bilmiyormuş gibi heyecanlanmıştım. Telefonuma gelen bildirim ile Meriç abimin attığı fotoğrafı açtım. Evde televizyonu açmış o da programın başlamasını bekliyordu. Yüzümdeki gülümseme büyürken Deniz'den "aha" diye bir ses geldi. Bakışlarımı heyecanla ekrana çevirirken sunucuyu görmemle terleyen ellerimi dizlerime sürttüm.
Sunucunun konuşmasından sonra ekrana çıkan kendime baktım. Asya abladan bir "ay" sesi geldiğinde iyi göründüğüm için şükür etmiştim. Oradaki heyecanı resmen yeniden hisseediyordum. Konuşurken kendimden emin duruşuma şaşırmadan edememiştim. İlk soruyu cevapladığımda hala bu anın yaşandığına inanamıyordum. "Nasıl da yakıştın ekranlara" diyen Asya abla ile gülümsemem büyüdü. Kesinlikle benden daha heyecanlıydı.
Sunucu diğer soruya geçtiğinde cevap olarak "Bu kitaba başlarken-" demiştim ki yayın kesildi.
Kaşlarım şokla kalkarken bir başka spikere çevrilmiş kameralar ile arkamı dönüp anlamsız bakışlarla beni izleyen Deniz ve Asya ablaya bakıp tekrar televizyona baktım. Ne olduğunu onlar da benim kadar anlamamıştı. Kırmızı bir başlıkta kocaman harflerle yazan "SON DAKİKA" yazına bakmış hızla geçen altyazıyı algılayamamıştım bile.
"Evet sayın seyirciler elimize gelen son bilgiler ile sizlerleyiz. Ünlü iş adamı ve avukat Metin Kandemir evine yapılan bir baskın ile tutuklandı."
Duyduğum kelimeleri idrak edememiş açılan ağzımı geri kapatmıştım. Acaba isim benzerliği mi diye bile düşünürken televizyonun kenarında çıkan fotoğrafla emin olmuştum. Oydu, dün neyden kaçtığını bilmememe rağmen kaçmasına yardım etttiğim Ahu'nun babasıydı.
Kameralar Metin Kandemir'in tutuklandığı anı gösterirken Metin Kandemir'in başını yere kadar eğmiş yüzündeki iğreti dolu ifadeyle bakan polise değdi bakışlarım. Onu da tanıyordum.Pusat'ın nişanın da gördüğüm Bahadır abiydi.
Gördüklerimle gözlerimi hızla kırpıştırırken hepimiz suspus olmuştuk adeta. Ayaklanıp ekrana biraz daha yaklaşma ihtiyacı duyduğumda Asya ablanın "ne oluyor ya?" demesini işitmiştim. "Bilmiyorum" dedim fısıltıyı andıran bir sesle şu an sesimi bulup konuşabildiğime bile şükür edecektim. Spiker tekrar konuştu.
"Evet arkadaşlar Metin Kandemir davasını yakından takip eden ve ihbar ettiği iddia edilen damatı Avukat Pusat Arga'da burada."
Duyduğum isimle tüylerimin ürperdiğini hissettim. Kameralar ve mikrofonlar şu hayatta en çok tanıdığım yüze dönerken rüyada mıydım diye düşündüm. Bu bir kamera şakası falan mıydı diye ama değildi. Dünyanın en garip tesadüflerini yaşadığım bir gerçeklik içinde savruluyordum.
Parmaklarım şokla açılmış ağzımı örterken Pusat ona uzatılan mikrofona doğru eğilip konuştu. "Öncelikle eski damadı." diyerek elini kaldırıp yüzük olmayan parmağını kameralara resmen sokarcasına göstermişti. "Sonrasında da iddia edilen değil bizzat ihbar eden" demişti yüzündeki gururlu gülümseme ile.
Yeni traş olmuş yüzü, giydiği takım elbisesi, ve kendinden emin duruşu ile bu benim Pusat'ımdı. Aylar sonra onu ilk defa bir ekranda görmüş olmak her yerimin titremesine sebepti. Gözlerim dolarken sesi tekrar kulaklarıma doldu. Muhabirlerin sorduğu sorulara kafa sallarken konuştu.
"Evet, Metin Kandemir tutuklandı. Davayı bizzat takip etmeye devam edeceğim. İçinde benim de bulunduğum çocukları babasız bırakmanın bedelini ödeyene kadar da bu işin peşini bırakmayacağım." dediğinde duyduklarımla o an orada bayılacağım sandım. Asya abla'nın ağzından fırlayan "ne?!" çığlığı ise kulağımda yankılanmıştı adeta.
Asya abla kendi şokunu bir kenara bırakıp bana destek olmak istercesine arkadan omzumu sıkarken gözlerim ıslanmıştı. Hasan amcanın iş kazası sandığımız ölümünden bu herif mi sorumluydu yani?
İçimde bir sürü anlamandıramadığım duygu aktı. Fotoğrafı dönen adama duyduğum nefret, Hasan amcanın ölümüne sebep olanın ceza çekeceğine dair duyduğum mutluluk, Pusat'ın aylardır içinde olduğu durumun yaşattığı şaşkınlık ama en çok da ona olan aşkım ve özlemimi seçtim onca duygunun içinden.
Başını kaldırıp gözlerini sanki bana bir şey demek istermişcesine kameraya dikti. O an her şey soyutlandı olduğum yer, onun olduğu yer her şey silindi adeta. Sadece o ve ben kaldık. Aramızdaki televizyon bile kalkmış sanki karşımdaymış gibi bakmıştı. Sanki birazdan söyleyeceklerini benim duymamı istiyor gibi baktı bana.
"Bu yolda en sevdiğim insanı kaybettim bunun telafisi yok. Ama buradayız sonunda başarmış olmanın biraz da olsa sevincini yaşıyoruz" dediğinde daha fazla dayanamamış olduğum yere çökmüştüm. Kameraları ardında bırakıp giderken gözyaşlarım bir bir akıyordu.
Buradaydı, sonunda babasının intikamını sessizce almıştı. İçinde kopan fırtınaları duymamıza izin vermeden hikayedeki kötü adam olmaya razı olarak tek başına yapmıştı her şeyi.
Gözlerimden akan yaşları durdurmaya çalışırken hiçbir şey sormayan ve bir şeylerin yolunda olmadığının farkında olan Deniz'in getirdiği su bardağını titreyen ellerimle tutmaya çalıştım. Tüm hisler üstüme binmişti sanki de gücüm çekilmiş gibiydi. İki gündür yaşadıklarım çok fazla geliyordu. Ben sanırım sandığım kadar güçlü biri değildim. Derin bir nefes alıp suyu içerken koltukta çalan telefonuma kaydı bakışlarım.
Arayan numara Meriç abimdi. Beni bu halde duymasını istemediğim için telefonun kapanmasını beklemiş tek yudumda suyu içmiştim. Daha iyi hissederken ısrarla çalan telefonuma yeniden döndü bakışlarım. Sanırım açmam gerekiyordu önemli bir şey olmasa en fazla iki defa arar kapatırdı çünkü. Asya abla eline alıp bana uzattığında derin bir nefes aldım.
Koltuğa otururken telefonu açıp kulağıma götürdüm "Efendim abi" dedim tahmin ettiğimden çok daha iyi çıkan ses tonumla. "Leyla şimdi bir şey söyleyeceğim ama panik yapma tamam mı?" dedi nefes nefese bir sesle. Bu bile paniklememe sebep olmuştu.
Elim kalbimi bulurken neden her şey üst üste geliyor diye sorgularken buldum kendimi. "Annem kalp krizi geçirdi" dediğinde telefon elimden kayıp gitmiş yerde tok bir ses çıkarmıştı.
Hayatta her şeyi yoluna koyduğumu düşündüğüm her an bir taş geliyor ve direkt önüme koyuluyordu. Tam unuttum derken biri çıkıp her şeyi hatırlatıyordu. Tam iyileştim derken daha büyük yaralar açılıyordu.
Duyduğum kelimelerin hepsi zihnimde bir toz bulutu gibi dolanırken kafamı iki yana sallayıp düşüncelerimi dağıtmaya çalıştım. Abimin dediği gibi şu an panik yapmak yerine sakin kalmalıydım. Ama olmuyordu içimdeki annemi kaybetme korkusu kalbimin üzerine bir yük gibi binmişti. Onu, ona kırgınken kaybetme düşüncesi adeta nefesimi kesiyordu. Hala affedemediğim annemin yokluğunu düşünemiyordum bile.
Gözümden çeneme akan yaşların ardı arkası kesilmezken başımı kaldırdım. Panikle bana bakan ve anlamaya çalışan iki gözün ardında aylardır hayatımı zehir ettiğinden haberim dahi olmayan adamın Metin Kandemir'in fotoğrafına baktım. Beynimdeki düşünceler ve kalbimdeki hisler birbirine karışmış beni yere savurmak istiyor gibi ağırlık yapıyordu.
Tek bildiğim bir şey varsa o da annemdi. Annem, yaşamalıydı. En azından ona bak demeliydim ben suçsuzdum demeliydim kızına kızgın, kızı ona kırgınken gitmemeliydi.
Vicdan azabı, pişmanlık, üzüntü içimi zehirli bir duman gibi sararken. Korku dolu gözlerle bana bakan Asya abla ve Deniz'e döndüm tekrar. Ne diyeceklerini bilmiyorlar ne oldu diye sormaya korkuyorlar gibiydi.
Bir elimle gözyaşlarımı silip çenemi diktim havaya. Benden en son bekleyecekleri cümle dudaklarımdan dökülürken ikisi de şok içinde açtı gözlerini.
"Bursa'ya gidiyoruz."
❄️
Merhabaa, sonunda evimize dönüyoruz
Bu bölüm fazla kaostu Leyla'mı rahat bırakın bir artık...
Nasıl buldunuz bölümü? Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 36.53k Okunma |
2.07k Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |