22. Bölüm

21:Bölüm

Tuana Qəhrəmanlı
tuana_miy

Bölüm:21

 

Kanlı intikam

 

Kapının önünden hızla geçen bir adam, "Abbasiler harekete geçmiş! Avşin'in olduğu konağa baskın yapacaklar!" diye bağırıyordu.

 

Bu sözler Jiyan'ın kanını dondurdu. Avşin... Tehlikede miydi?

 

Gülden, Jiyan'ın koluna yapıştı. "Ne yapacağız?"

 

Ama Jiyan, gözlerini kısarak kapıya yöneldi. "Ben gidiyorum. Beni durdurmaya çalışma."

 

Gülden, arkasından "Jiyan, yapma!" diye seslense de Jiyan çoktan harekete geçmişti. Kapıya koştu ve dışarıdaki arabalardan birine atladı.

 

&&&

 

Sevmek sadece bir buse değilmiş meğer sevmek ona bir şey olacağını hiss etdiğin andaki o çaresizlikmiş.Avşin kimdi benim hayatımda? konağı öylece basmaya gelen düşman aşiretin bir ağasıydı.Ben seçtim onu aslında ben kabul ettim onunla görüşmeyi sonra oldu bir şeyler.Onunla yaşadığım her an paha biçilemezdi.Seviyordum işte onu delilerce seviyordum onun her zerresini her anını her nefesini seviyordum benim son nefesim olsa bile...

 

Arabada okadar korkaktım ki, lütfen bu duyduklarım yalan olsun diye Allaha yalvarıyordum.Orada onu sadece ayak üste görmekti tek isteğim onun yine bana içimi ısıtan bakışlarına şu an okadar muhtaçdım ki.Bu gün bana kızması bile aklımda buhar olup gitmişti şu an sadece yanımda olmasını istiyordum.

 

Hisslerim garipti çok korkuyordum.Arabanın ön aynasından kendime baktım korkudan bembeyaz olmuştum ve birde titreyen ellerim vardı elbet.Göğüs kafesimde çırpınan kalbimi hesap etmiyordum bile.O yol sanki bir ömürmüş gibi bitmek bilmiyordu.

 

Bir azda kendimi suçluyordum benim yüzümdendi oysa ki ilk önce Gülden de bu izdivacı onaylıyordu birden bire onun bu karar değişikliği de kafa karıştırıcıydı.Belkide bir plandı benim Gülden’i öylece bırakmayacağımı bildikleri için Gülden’i bana karşı kullandılar.Sırf Ferman ağanın kanı yerde kalmasın onun canı yerine Avşinin kanı dökülsün istediler.Mantıklıydı böyle bir şey ola bilirdi ama konduramamak var insan ablasına konduramıyor.Ritaj ağadan herşeyi beklerim onun kendi kızına yaptıklarını düşman düşmanına yapmaz hele kızına asla...

 

o bitmek bilmeyen yol bitdi titreyen ellerim dahada titredi.Şöför arabadan indi ve kapımı açtı.Bir anda ayaklandım anladım ki titreyen sadece ellerim değil hemde ayaklarım dı.Konağın kapısına 4 tane koruma vardı muhtemelen diğerleri içerideydi.Onlara taraf gitmeye başladım hiç yüzlerinden bir mimik bile oynamadı öylece ne yapmaya çalıştığıma bakıyorlardı.

 

Bu kez kimse onu durduramayacaktı.

 

Konağın kapısının önünde durdum.Korumalar öne geldi ve hiç kimsin diye sormadan dediler

*Dışarıdan kimseyi içeriye almıyoruz

 

Kafamdan aşağıdaki kaynar sular döküldü.Tiz sesimle karşımdakini ürkütmek için bağırdım

 

"Sen kim olduğunu zann ediyorsun da benimle böyle konuşuyorsu Ben JİYAN ZEMHEROĞLU AVŞİN ZEMHEROĞLUNUN karısıyım!"

Küçümser bakışları dahada kısıldı

 

"Bu bizim için bir şey ifade etmez bize söylenen bu kimse içeriye girmeyecek"

 

Biz dışarıda tartışır ken içeriden 2 el silah sesi geldi o an önümde çin seddi olsaydı bile aşardım.Önümdeki korumaları itdirerek konağın kapısına tekmeyi bastım.Tahta kapılar bir anda açıldı.İçeriye kendimi attığımda hiç bir sesi yoktu.Acaba ona bir şey mi oldu düşüncesi beni bitiriyordu.Tekrar bağırdım ama bu kez sesim can çekişir gibiydi.Avşinin ismini defalarca zikr ettim.

 

Sanki sesim duvarlara çarpıp geri dönüyordu ama Avşin’den hiçbir yanıt yoktu. Gözlerim delirmiş gibi etrafı taradı. Boğazımda düğümlenen çığlıkla merdivenlere koştum. Yüreğim, göğüs kafesime sığmıyordu artık.

 

"Avşin!"

 

Ayaklarımın altındaki halı kayıyordu ama umursamadım. Üst kata vardığımda, salonun ortasında kan izleri gördüm. Kalbim sanki duracak gibi oldu. Bacaklarım titredi ama devam ettim. İçeride biri vardı, nefes alışını duyabiliyordum.

 

Kapıyı tekmeyle açtığımda gözlerim karardı.

 

Avşin, duvara yaslanmış oturuyordu. Yüzü kan içindeydi, gömleği yırtılmıştı. Ama hâlâ nefes alıyordu!

 

Yanına koşup dizlerimin üzerine düştüm. Ellerimi yüzüne götürdüm ama titrediğim için dokunmaya cesaret edemedim.

 

"Avşin... Ne olur gözlerini aç!"

 

Bir şey söylemek istedi ama sesi çıkmadı.

 

Öfkem damarlarımdan kaynar zehir gibi akarken, kapının oradan biri konuştu:

 

"Geç kaldın, Jiyan."

 

Başımı hızla çevirdim.

 

Gülden…

 

Orada durmuş, gözlerini kısıp bana bakıyordu.

 

Bütün nefesim ciğerlerime hapsoldu.

 

"Sen…" dedim kısık bir sesle.

 

O ise bir adım daha yaklaşıp gülümsedi. Ama o gülümsemenin ardında ne vardı, bilmiyordum.

 

Şimdi anladım.

 

İhanet en çok güvendiğin kişiden gelirdi.

 

Ve bu gece, kan dökülmeden bitmeyecekti.

 

Öfkemi bastırmaya çalışarak yerimden doğruldum. Kalbim hem korku hem de öfkeyle çarpıyordu. Gülden’in gözlerindeki parıltıyı okuyabiliyordum artık. Bu, zafer kazanmış birinin gülümsemesiydi. Ama nasıl? Neden?

 

Titreyen sesimle fısıldadım:

 

"Bunu… sen mi yaptın?"

 

Gülden başını hafifçe yana eğip alaycı bir kahkaha attı. İçimi lime lime eden bir kahkaha…

 

"Ah, Jiyan. Sen hâlâ neyin ne olduğunu anlamayacak kadar körsün."

 

Kelimeleri mideme bıçak gibi saplandı. Yumruklarımı sıktım. Ellerim titriyordu ama bu sefer korkudan değil, öfkeden.

 

"Bu kadar kör değilim, Gülden." dedim dişlerimin arasından. "Ama neden? Neden Avşin?"

 

Gülden’in yüzündeki alaycı ifade bir anlığına silindi. Gözleri buz gibi soğuktu.

 

"Çünkü sen onunla olduğun sürece hiçbirimiz huzur bulamayacaktık. Senin aşkın, Jiyan… kan getiriyor. Ölüm getiriyor."

 

Sert bir nefes aldım. Bunu yapamazdı. Bu benim tanıdığım Gülden olamazdı. Ama o, adım adım bana yaklaşırken anladım ki, onu bunca zaman hiç tanımamışım.

 

"Senin derdin benimleydi." diye fısıldadım. "Neden Avşin’e dokundun?"

 

Gülden gözlerini kısıp başını iki yana salladı. "Çünkü en büyük acıyı böyle yaşarsın, Jiyan. Sevdiğin adamın kanı ellerine bulaştığında…"

 

İçimde bir şey koptu. O an, geri dönülemez bir yola girdiğimi biliyordum. Gülden’i affetmeyecektim. Onu bağışlamayacaktım.

 

Ve bu gece… gerçekten kan dökülecekti.

 

Bir adım attım.

 

"Sen de benim gibi sevseydin, Gülden… ihaneti değil, aşkı seçerdin."

 

Ama o, sadece gülümsedi.

 

Ve o an, koridorun sonunda yankılanan bir sesle zaman durdu.

 

Bir el silah sesi…

 

Önce donup kaldım. Sonra Avşin’in olduğu yere döndüm.

 

Gözlerim, en büyük korkumla buluştu.

 

Avşin’in göğsünden kan sızıyordu.

 

Ve ben, onun ellerimde can vermesini izlemek zorunda mı kalacaktım?

 

Avşin’in göğsünden sızan kanı gördüğümde zaman durdu sanki. Dizlerimin bağı çözüldü, kalbim yerinden çıkacakmış gibi attı. Ellerim titreyerek onu sarsmaya çalıştı.

 

“Avşin! Dayan! Ne olur dayan!”

 

Avşin’in solukları ağırlaşmıştı. Gözleri yarı açık, acıyla kıvranıyordu. Parmakları hafifçe elimi kavradı ama konuşmaya gücü yoktu.

 

Tam o anda, konağın kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. Kalabalık ayak sesleri ve öfkeli bağrışmalar yankılandı. Korumalar silahlarını çekmişti ama bu gelenler düşman değildi.

 

Baran Ağa…

 

Yılların verdiği sert bakışlarıyla koridoru hızla geçti. Yanındaki adamları, konağı saran Abbasileri birer birer etkisiz hâle getiriyordu. Silah sesleri kısa sürede kesildi. Gülden’in yüzündeki zafer ifadesi yerini endişeye bırakmıştı.

 

Baran Ağa gözleriyle hızla ortamı taradı, sonra Avşin’in yerde yatan bedenine kilitlendi.

 

“Yetiştik!” diye mırıldandı. Sonra sert bir sesle emretti: “Onu hemen buradan çıkarın! Çabuk!”

 

Avşin’in bilinci kapanmadan önceki son anlarında, gözlerimi zorla açıp bana baktığını gördüm. O bakışta korku da vardı, güven de…

 

Adamları hızla sedye benzeri bir şey hazırlayıp Avşin’i taşıdı. Ben de onlarla birlikte koşarak dışarı çıktım. Arabalara bindiğimizde Baran Ağa bana dönüp sert bir şekilde sordu:

 

“Bu hâle nasıl geldi?”

 

Cevap veremedim. Boğazımdan tek kelime bile çıkmadı. Tek bildiğim, Avşin’in yaşaması için dua etmekti.

 

Hastaneye gidemeyeceğimizi biliyordum. Polisler ve düşman aşiretler buraya akın ederdi. Baran Ağa’nın konağı şu an en güvenli yerdi.

 

Yolda, Avşin’in nefesinin hala düzenli olup olmadığını kontrol etmek için defalarca başımı ona çevirdim. Zayıftı, ama buradaydı. Yaşıyordu.

 

Baran Ağa’nın Konağında

 

Arabalar, Baran Ağa’nın konağının geniş avlusuna girdiğinde içimdeki endişe daha da arttı. Adamlar hızla araçlardan inip Avşin’i taşımaya koyuldular. Onun her an bilincini kaybetme ihtimali beni delirtmeye yetiyordu.

 

Baran Ağa önden yürüyerek, konağın en korunaklı odalarından birini işaret etti. “Oraya götürün! Hemen!” diye emretti.

 

Herkes hareket halindeydi. Ben ise bir an bile Avşin’in yanından ayrılmak istemiyordum. Fakat Baran Ağa sert bakışlarını bana çevirdi.

 

“Sen burada dur, Jiyan. Onu içeri alıp müdahale edecekler. Bize biraz zaman ver.”

 

“Ben… onsuz bekleyemem,” dedim kısık bir sesle.

 

Baran Ağa’nın ifadesi yumuşadı ama kararlılığını bozmadı. “Yaşaması için en iyi yolu bulmaya çalışıyoruz. Onu daha fazla tehlikeye atmak istemezsin, değil mi?”

 

Boğazımdaki düğümü yutkunarak geri çektim. Ellerimi yumruk yaptım ama geri çekildim. Adamları içeri girerken izledim.

 

İçimde fırtınalar koparken bir ses duydum. Tanıdık, zarif bir ses.

 

“Nerede abim?”

 

Başımı çevirdiğimde, uzun lacivert bir elbise içinde, gözlerini endişeyle kısan Nûpel’i gördüm. Saçlarını gevşek bir şekilde toplamıştı. Her zamanki gibi asil ve dimdik duruyordu ama gözlerindeki korkuyu saklayamıyordu.

 

Baran Ağa, Nûpel’i görünce bir an duraksadı. Bakışları derinleşti, sesi ise her zamanki kadar otoriterdi.

 

“İçeride,” dedi kısa bir şekilde. “Merak etme, adamlarım onun için elinden geleni yapıyor.”

 

Nûpel’in yüzündeki kaygı dağılmadı ama bir şey demeden başını salladı. Tam abisinin olduğu odaya yöneldiğinde Baran Ağa hafifçe önüne geçti.

 

“Odaya girmen doğru olmaz. Bırak işlerini yapsınlar.”

 

Nûpel, kollarını göğsünde bağlayıp ona ters ters baktı. “Sana mı soracağım, Baran Ağa?”

 

Baran Ağa hafifçe gülümsedi. “Eğer bir savaş istiyorsan, şimdi sırası değil, Nûpel.”

 

Nûpel ona meydan okuyan bakışlarını birkaç saniye daha sürdürdü ama sonra iç çekerek geri adım attı. “Tamam,” dedi usulca. “Ama bana her şeyi anlatacaksın.”

 

Baran Ağa başıyla onayladı ve ikisi konağın yan tarafındaki oturma odasına geçtiler.

 

Baran Ağa ve Nûpel

 

Oda büyük bir sedirle döşenmiş, duvarlarda eski aşiret fotoğrafları asılıydı. Bir masanın üstünde bakır bir ibrik ve birkaç bardak vardı. Baran Ağa bardağa su doldurup Nûpel’e uzattı.

 

“İç,” dedi. “Sakinleş biraz.”

 

Nûpel, bardağı alıp dudaklarına götürdü ama içmeden önce bir kaşını kaldırarak sordu:

 

“Beni böyle kolayca susturabileceğini mi sanıyorsun, Baran?”

 

Baran Ağa hafifçe gülümseyerek başını iki yana salladı. “Sana bir şey anlatmadan susmayacağını biliyorum, Nûpel. Ama önce bir rahatla.”

 

Nûpel, elindeki bardağı yavaşça masaya bıraktı. Sonra hafifçe Baran Ağa’ya yaklaşıp gözlerini onun yüzüne dikti.

 

“Ben rahatım, Ağa,” dedi sesi yumuşak ama alaycı bir tonda. “Ama sen de biraz endişelisin gibi. Yoksa beni gördüğüne mi şaşırdın?”

 

Baran Ağa derin bir nefes aldı. “Seni her zaman görmek güzel, Nûpel,” dedi sakince. “Ama şimdi mesele daha büyük.”

 

Nûpel, kollarını sedire yaslayarak hafifçe yana eğildi. Gözleri, Baran Ağa’nın gözlerinde bir cevap arıyordu. “Şimdi mesele büyük diyorsun… Peki ya sonra? Bizim meselemiz ne olacak, Baran?”

 

Baran Ağa bir an durdu. Yüzündeki sertlik yerini ince bir yorgunluğa bıraktı. “Senin abin ölüm kalım savaşı verirken bu sorunun zamanı mı, Nûpel?”

 

Nûpel hafifçe güldü. “Senin için ne zaman doğru zaman oldu ki?”

 

Baran Ağa gözlerini kaçırmadı ama derin bir iç çekti. “Sana zarar gelsin istemiyorum.”

 

Nûpel gözlerini devirdi. “Ben de sana zarar gelsin istemiyorum. Ama bak, yine buradayız. Yine aynı yerdeyiz.”

 

Aralarındaki gerilim havayı keskin bir bıçak gibi doldurdu. Birbirlerine ne kadar mesafeli olmaya çalışsalar da, ikisi de hissettiklerinden kaçamıyordu.

 

Tam o sırada dışarıdan bir adam hızlı adımlarla içeri girdi. Baran Ağa hemen doğrulup ona baktı.

 

“Ağam, Avşin Beyin durumu bir az kötüleşti .”

 

Nûpel bir anda ayağa fırladı. “Gidip görmeliyim!”

 

Ama Baran Ağa kolunu hafifçe tuttu. “Sakin ol, Nûpel.”

 

Nûpel ona öfkeyle baktı ama elini çekmedi. “Abimi görmem lazım, Baran.”

 

Baran Ağa derin bir nefes alarak elini bıraktı. "Sakin ol ”

 

İkisi de hızla odadan çıkıp Avşin’in yanına doğru yürüdüler. Nûpel’in kalbi, korku ve umut arasında gidip geliyordu.

Baran Ağa’nın Konağında

 

Baran Ağa’nın konağında geçen dakikalar, içimdeki belirsizlik ve korkuyu iyice derinleştiriyordu. Avşin’in durumu her geçen saniye daha da kritikleşiyordu. Avşin’in bilincinin kaybolduğunu öğrenmekten korkuyordum. Adamlar Avşin’i hızla odasına taşıdı, ben ise her an onun yanında olmayı umut ederek kapıdan çıkmadım.

 

Baran Ağa, hiç vakit kaybetmeden konağın her köşesine gözcüler yerleştirdi. Aşiret üyelerinin bir araya gelip Avşin’in yaşamını korumak için her türlü önlemi aldıklarını biliyordum. Ama bu yine de yetersizdi. Avşin’in hayatta kalması için zamanın yetip yetmeyeceğini bilmiyordum.

 

O esnada, Baran Ağa’nın yüzündeki öfke ve kararlılık, ona yaklaşan tehditleri hissettiğini gösteriyordu. Herkes bir şeyler yapmaya çalışıyordu ama Avşin’in durumu başlı başına bir sorun haline gelmişti. Bir elin neredeyse tamamı kan içindeyken, Avşin'in yaşaması için dua ediyordum.

 

Birden kapı açıldı ve konağa giren bir başka grup adam, Baran Ağa’nın dikkatini çekti. Kalabalık, adeta bir düşman ordusuna benziyordu.

 

“Gelenler kim?” diye sordum, ancak gözlerimle tüm odadaki hareketi taramaktan bir türlü görebilmedim.

 

Baran Ağa’nın yüzü hemen değişti. “Aşiretler. Bizimle aynı safta olduklarını iddia ediyorlar. Ama burada hiçbirine güvenemeyiz.”

 

Benimle birlikte, odadan çıkarak konağın diğer kısmına yöneldik.

 

“Daha önce bu kadar kalabalık gelmemişti,” dedi Baran Ağa, yavaşça. “Avşin’in hayatta kalması, bizim için hayati önemde. Bu yüzden, düşmanlarımıza fırsat vermemeliyiz.”

 

Avşin’in hayatta kalabilmesi için her şeyin yerine oturması gerektiğini fark ettim. Artık sadece Avşin’in sağlığıyla değil, aynı zamanda aşiretler arasındaki güç dengesinin de kırılmak üzere olduğunu hissediyordum.

 

Aşiretler ve Kaos

 

Konağın dışındaki çadırlar ve kamplar hızla büyümeye başladı. Aşiretler, Avşin’in durumunu duyar duymaz harekete geçmişti. Herkes kendi savaşına hazırdı, bir yanlarında Baran Ağa, diğer yanlarında kendi liderleri ve güçleriyle... Her şey daha da karmaşık hale geliyordu. Ancak hiç kimse, olayların yönünü değiştirecek adımları atmıyordu.

 

Birbirlerine bağlı olan aşiretler, Avşin’in abisi Avşar Ağa’yı korumak için kendi içindeki bütün güçleri seferber etti. Yalnızca Baran Ağa’nın konağında değil, dışarıda da karışıklık artıyordu. Düşman aşiretler de boş durmuyor, her an bir saldırı planı yapıyordu. İçimdeki huzursuzluk giderek büyüdü. Şu anda yalnızca Avşin değil, bütün aşiret için büyük bir sınav başlamıştı.

 

O arada, konağın odasında yalnız kalmak zorunda kalan Avşin, gözlerini bir an için araladı.

 

"Jiyan..." dedi, sesi zayıf ama bir o kadar da kesikti.

 

“Buradayım, Avşin. Seninle birlikteyim. Hemen her şey yoluna girecek,” dedim. Ama içimdeki korkuyu bastırmaya çalışarak bunu söyledim.

 

Avşin, gözlerini tekrar açmaya çalıştı. Acı içinde bir sızı hissettiği her an, her kelime daha da zorlanıyordu. “Beni bırakma… gitme…”

 

O anda, Nûpel hızla içeri girdi. Gözleriyle Avşin’i taradı ve hemen yanına oturdu.

 

“Abim... Seninle kalacağım,” dedi, Avşin’in elini nazikçe tutarak.

 

Avşin’in gözleri Nûpel’e odaklandı, yüzündeki ifade kaybolmuştu. O anda Nûpel’in söyledikleri, içimde bir şeylerin kırıldığını hissettirdi. Avşin’i tutmak, ondan umudu almak artık imkansız gibi görünüyordu.

 

Ama Nûpel bir an için bana döndü ve hafifçe bir gülümseme takındı. “Her şey yoluna girecek, Jiyan,” dedi, sesi daha sakinleşmişti.

 

Fakat, kapı sertçe açıldı. Baran Ağa içeri girdi, bir adamın yanında olduğu belliydi. Adam, yoğun bir telaş içinde Baran Ağa’ya döndü.

 

“Ağam, Avşar Ağa’dan haber var. Bütün aşiretler birleşmek için harekete geçiyor,” dedi adam.

 

Baran Ağa aniden sertleşen bir tavırla cevap verdi. “Hangi aşiretler? Neler oluyor?”

 

“Aşiretler, Avşin’in ölümüne son vermek için birleşiyorlar. Giderek büyüyen bir kaos başlamak üzere. Bu gece… tehlikeli olabilir.”

 

Baran Ağa hemen hızla emir verdi. “Herkes her adımı dikkatle atacak. Avşin’in durumu her şeyden önce geliyor.”

 

Baran Ağa, bu bilgiyi aldıktan sonra derin bir nefes alarak yanıma yaklaştı. “Dışarıda çok şey değişiyor, Jiyan. Bu kaos, Avşin’in sağlığı kadar bizim için de bir dönüm noktası. Her şeyin nereye gideceğini bilmek zor.”

 

Nûpel, avuç içini Avşin’in üzerine koyarak hafifçe başını eğdi. “Her şey değişecek, değil mi? Bir başkası için, belki de bizim için,” diye mırıldandı.

 

Baran Ağa, ona dönüp bakmadan şöyle dedi: “Zamanı gelince, her şey yerli yerine oturacak.”

 

Ama herkesin içinde bir soru vardı;

 

“Ya Avşin yaşarsa?”

 

~Süveyda~

 

BÖLÜMÜN SONU

 

Kızlar Gülden hakkında fikirlerinizi bekliyorum burada >>>>

 

Bide yorumlarınız esirgemeyin izci kurtlarım 🧌

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 02.02.2025 01:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...