
Merak etme, ölmüyorsun. Bu hikayenin mutsuzu benim; sen değil...
____
Ayakta duramıyordum. Kollarıma bağlı ipler olmasa çoktan yere yığılmıştım. Derin bir nefes almaya çalıştım, ama ciğerlerim yanarcasına ağrıdı. Gözlerimi kapattım, karanlığa sığınmak ister gibi.
"Hazar, Hazar..." dedi. "Hadi anlat bana, kim delirtti seni?"
Gözlerimi araladığımda, karşımda duran manyak ruh hastasını gördüm. Kanın metalik kokusunu alabiliyordum; kendi kanımın kokusu odayı doldurmuştu.
Baygın gözlerimle ona baktım, bakışlarım odaklanmakta zorlanıyordu. "Sen söyle," dedim, kelimeler ağzımdan zor çıkıyordu. "Seni kim bu hale getirdi? Annen mi, yoksa baban olacak piç mi?"
Asrın'nın çenesinin kasıldığını gördüm, sinirlenmeye başlamıştı. Ağzımdan akan kanı hissedebiliyordum, sıcak sıvı boynuma doğru süzülüyordu. Her nefes alışımda ciğerlerim isyan ediyordu sanki.
"İlk ben sordum," dedi Asrın, sesi buz gibiydi. "Cevap ver." Diye bağırdı.
Üç bıçak yarasıyla ayakta durmaya çalışıyordum. Beni kim delirtti? Bu sorunun cevabını verebilecek kimse yoktu aslında. "O kadar çok kişi var ki," dedim, kelimeleri seçmekte zorlanarak, "hangisini saysam bilemiyorum. Ama bir isim verebilirim: Hamza Saraçoğlu. Kendisi dedem olur."
Ağzımdaki kanı yere tükürdüm, bedenimden sızan kanlar ayaklarımın dibinde küçük bir gölet oluşturuyordu. Tekrar ona baktım. Sandalyeye yaslanmış, bir bacağını diğerinin üzerine atmış, rahat bir şekilde oturuyordu tipsiz herif.
"Gelelim senin soruna," dedi, nefesim giderek zayıflıyordu. "İnsanlara işkence ederek öldürürüm. Bunu dedemden öğrendim, senin gibi diyelim." Dedi.
Onunla benzer bir yönüm olması mide bulandırıcıydı. Ne o ne ben normal bir şekilde büyüyen çocuklar değildik; bizi birileri bu hale getirmişti. Uykum geliyordu, ama biliyordum bu uyku değildi, ölüm yaklaşıyordu. Acı bir şekilde kıkırdadım.
"Ölmekten korkmuyorum Asır," dedim, sesim artık bir fısıltıdan farksızdı. "Asırcık, defalarca intihar ettim. Ama bir türlü başarılı olamadım. Demek ki ölümüm senin ellerinden olacakmış. Ölürsem, en azından mezarıma çiçek ek. Ailenin mezarı benim sayemde rengarenk çiçeklerle kaplı."
Hırıltılı nefesler alıp vermeye başladım. Asrın'nın yüzündeki ifade değişti, belki de ilk kez bir duygu belirtisi gösterdi.
"Neden?" diye sordu, sesi merakla doluydu. "Neden bu kadar çok intihar girişiminde bulundun?"
Gözlerimi tavana diktim, cevabı orada arıyormuşum gibi. "Çünkü yaşamak acı veriyor," dedim sonunda. "Her nefes, her an... Hepsi bir işkence. Ama görüyorsun işte, ölüm bile beni istemiyor."
Asır ayağa kalktı, bana doğru birkaç adım attı. "Peki ya intikam? O seni hayatta tutmuyor mu?"
Acı bir gülümseme yayıldı yüzüme. "İntikam mı? O da bir zaman sonra anlamını yitiriyor. Geriye sadece boşluk kalıyor."
Hazar şimdi tam karşımda duruyordu. Elindeki bıçağı gördüm, parlayan metal ışığı yansıtıyordu. "Öyleyse," dedi, "sana bir iyilik yapayım mı? Seni bu acıdan kurtarayım mı?" Gözlerimin içine baktı, ben de onunkilere. O an, aramızda garip bir bağ oluştu sanki. İki kırık ruh, birbirini anlamış gibiydi.
Yer ayaklarımın altında kayıyordu, zar zor ayakta durabiliyordum. Vücudumdaki her hücre acı içinde çığlık atıyor gibiydi. Gözlerimi kırpıştırarak Asrın'a baktım, silueti bulanıklaşıyordu.
"Ailen olmayan bir ailenin çocuğu gibi davranmak nasıl bir duyguydu söylesen ne?" diye sordu, sesi merakla doluydu.
İçimden acı bir gülümseme geçti. Ölüyoruz, adamın sorduğu sorulara bak! Kafamı zorlukla kaldırıp ona baktım, gözlerim odaklanmakta zorlanıyordu.
"İğrenç bir duyguydu," dedim, sesim kırık ve boğuktu. "Ben bu hatayı yaptım, sen yapma bari Asırcık."
Kelimeler ağzımdan dökülürken, geçmişin acı anıları zihnimde canlandı. Çakır ailesi... Onlar benim en büyük hatamdı. Keşke o aileye hiç girmeseydim. Karan ölmemiş olurdu. Onu öldürdüğüm gün, ben zaten ölüydüm aslında, sadece bir mezarım yoktu.
"Biliyorsun," dedim, nefesim giderek zayıflıyordu, "Karan'ı ne zaman babam olarak kabul ettiğimi hatırlamıyorum bile. Ama o ölünce... sanki dünya durdu."
Asrın'nın yüzünde bir anlık şaşkınlık belirdi. "Peki ya gerçek baban?" diye sordu.
"Kendi öz babamı görünce bile," dedim, gözlerim uzaklara dalarak, "Karan'ı gördüğüm ilk anki gibi duygular yaşamamıştım. Belki de hastalıklı aklım Karan'ı babam olarak kabul etmemi sağlamıştı. Kim bilir..."
Bir an duraksadım, içimi çektim. "Keşke biraz daha zamanım olsaydı. Kızıltuğ ailesi ile birlikte biraz daha vakit geçirseydim."
Tam o anda, silah sesleri yükselmeye başladı. Asır telaşla oturduğu yerden kalktı. Onun panik halini görünce, acı içinde bile olsam, kahkaha atmaya başladım.
"Ne o, korktun mu?" dedim, sesim hırıltılı ve zayıftı.
Silah sesleri giderek yaklaşıyordu. Asrın'nın gözlerinde korku ve öfkenin dans ettiğini gördüm. Aniden yanıma yaklaştı, elindeki bıçağı çekip tekrar sapladı. Ağzımdan kan fışkırdı, midem bulandı ve daha fazla kan gelmeye başladı.
"Senin hikayen mutlu sonla bitmiyordu," dedi Asrın, sesi soğuk ve duygusuzdu. "Cehennemde görüşmek dileğiyle, kardeşim."
Bıçağı çekip çıkarınca çığlık atmak istedim, ama sesim çıkmıyordu. Sadece boğuk bir inilti duyuldu. Asrın koşarak depodan çıkıp giderken, gözlerim kapanmaya başladı.
Son bir çabayla deponun kapısına baktım. Çok soğuktu, bedenim uyuşmaya başlamıştı. Her yer bulanıklaşıyordu.
"Demek böyle bitiyor," diye düşündüm. "Tüm o acı, tüm o mücadele... Ve şimdi, karanlığın içinde kayboluyorum."
Nefes almak için kanı yutmak zorunda kalıyordum. Her yudum, boğazımı yakıyor, midemde çalkantılar yaratıyordu. Ağzımdaki kanı tükürmeye çalıştım, kırmızı damlalar betonun üzerine düşerken, hayatımın da böyle damla damla aktığını hissettim.
Aniden, deponun kapısı şiddetle savrularak açıldı. Gözlerim bulanık, içeri kimin girdiğini seçemiyordum. Karanlık bir siluetin bana doğru koştuğunu gördüm. Güçlü kollar beni sardı, kendimi bu tanıdık kucağa bıraktım. Bileklerimi sıkan ipler gevşedi, düştü.
"Hazar! Oğlum, aç gözlerini!" diye haykırdı bir ses, "Yalvarırım sana, hadi aç gözlerini!"
Tuğrul beyin sesi, sanki derin bir kuyunun dibinden geliyordu. Gözkapaklarım kurşun gibiydi, ama son bir gayretle araladım. Bulanık görüntüler arasında, Tuğrul Kızıltuğ'un yaşlarla dolu gözlerini seçebildim.
"Her şey için çok geç kaldın," diye fısıldadım, "hem de fazlasıyla geç..."
Tuğrul bey başını iki yana salladı, ama ikimiz de biliyorduk - artık çok geçti.
Ölümün soğuk nefesini ensemde hissediyordum. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı, yıllardır içimde biriktirdiğim acı dışarı taşıyordu.
"Çocukken," diye başladım titrek bir sesle, "bir ailem olsun isterdim. Yıllar sonra bir ailem oldu sanki... Onların beni seveceğini hayal ederdim. Babamın saçlarımı okşadığı, birlikte güzel bir yaşam sürdüğümüz anlar... Ama bunların hiçbiri olmadı. Ben onlara zarar verdim, onlar bana... Nasıl bir aile olunur, nasıl sevilir - bunları hiç öğrenemedim."
Derin bir nefes aldım, her kelime göğsümü yakıyordu.
"Ben çocuk olamadım, şimdi de genç olamadım," diye devam ettim. "Annemin intikamını alırsam içimdeki yangın söner sanmıştım. Ama olmadı. Yaşadığım her şey için pişmanım. Tek başıma yaşamak zordu, ama bir şekilde idare ediyordum. Ta ki biri hayatıma girip, hayatın toz pembe olmadığını öğretene dek... O zamanlar iyi bir çocuktum, ellerimde kan yoktu. Sen beni o zaman bulsaydın, belki de sonum böyle olmayacaktı."
Tuğrul Kızıltuğ hıçkırarak ağlıyordu. Onu üzmek için söylemiyordum bunları, sadece içimde yıllardır biriken her şeyi dökmek istiyordum. Ruhum çoktan ölmüştü, şimdi tamamen özgür kalacaktı.
"Lütfen böyle konuşma," dedi Tuğrul bey, sesi titriyordu. "İyi olacaksın. İstediğin gibi bir aile oluruz biz sana."
Acı bir gülümseme yayıldı dudaklarıma. Bu asla olmayacaktı. Gülümsemem soldu. Hiç güldüğünüz sırada aslında mutlu olmadığınızı fark ettiğiniz oldu mu? Ben şu an fark ediyordum - ben aslında hiç mutlu olmamıştım. Bu, ölümün eşiğinde kavradığım en acı gerçekti.
Ölünce üzüntüler ve hayal kırıklıkları da son bulur mu dersiniz?
"Ben yaşarken ruhum öldü içimde," diye fısıldadım, sesim kırık bir fısıltıdan ibaretti. "Bu yüzden ölürsem eğer fazla üzülmeyin. Ben zaten ölüydüm, sadece bir mezarım yoktu. Ama artık o da olacak."
Uzaktan gelen ambulans sirenleri, sanki başka bir dünyadan geliyormuş gibiydi. Ruhum, yavaş yavaş bedenimi terk ediyordu; hafif, neredeyse özgür hissediyordum.
Safir, yaralara baskı uygulamaya devam ediyordu. Kafasını kaldırıp bana baktığında, gözlerinde birikmiş yaşları gördüm. O da ağlıyordu, sessizce.
Zihnimde pek çok "keşke" dolaşıyordu. Mesela, Kızıltuğ ailesi hayatıma daha önce girseydi, her şey nasıl olurdu? Bu düşünce, içimi burkan tatlı bir acıyla doldurdu.
Sağlık ekipleri depoya daldı, hızlı ve profesyonel hareketlerle ilk yardım yapmaya başladılar. Beni bir sedyeye yatırdıklarında, bedenimin ağırlığını hissetmedim bile. Safir, elimi sıkıca tutuyordu; parmakları buz gibiydi, ya da belki benim ellerim öyleydi. Bu mücadelenin boşuna olduğunu biliyordum, ama onlara engel olmadım. Belki de içimde, küçücük bir umut kırıntısı hala yaşıyordu.
Ambulansın içinde, üzerimde çalışmaya devam ediyorlardı. Soğuk, kemiklerime kadar işliyordu. İyisiyle kötüsüyle bir yerlere kadar gelmiştim, ama artık çok yorgundum. Gözlerimi kapatsam, sanki her şey son bulacaktı. Üzerimdeki bu yorgunluk hissi, belki de ancak ölünce geçecekti.
Düşler vardır, bir de düşüşler. Ben düşlerimi gerçekleştiremedim, ama çok hızlı düştüm. Her veda üzücüdür, bunu biliyordum. Ama veda edecek olan kişinin ben olacağımı hiç düşünmemiştim.
Nereye ait olduğumu hiç bulamadım, ama nereye ait olmadığıma çoktan karar vermiştim. Hüzünle bana bakan iki kişiye - Tuğrul ve Safir'e - onların bana baktığı gibi baktım. Vedaları sevmezdim, ama bunu yapmak zorundaydım. Ve bunu çok iyi biliyordum: yaşımla yaşadıklarım hiç adil değildi.
Sabahattin Ali'nin sözleri zihnimde yankılandı: "Perişan bir haldeyim. Fakat içimde kendimden bile sakladığım bir ümit var..."
Son bir gayretle Tuğrul beye baktım. Bu ona son vedamdı, artık gitme zamanı gelmişti.
"İyi bir adamsın," dedim zorlukla, "ve iyi bir babasın. Mezarıma çiçek ek baba. Elveda... baba."
Monitör tiz bir ses çıkardı. Safir bağırmaya başladı, sesi uzaktan geliyordu sanki. Tuğrul beni sarstı, ama artık çok geçti. Gözlerimden üç damla yaş süzüldü ve benim için zaman durdu.
Aslında her sonun bir başlangıcı vardı...
Benim başlangıcım da ölümümdü.
Son düşüncem, annemeydi. Sanki onu görür gibi oldum, kollarını bana açmış bekliyordu.
"Her şey senin içindi anne..." diye düşündüm ve kendimi o kolların arasına bıraktım.
Karanlık, yumuşak bir örtü gibi üzerime çöktü. Belki de şimdi, hiç tanımadığım huzuru bulacaktım. Belki de şimdi, gerçekten eve dönüyordum.
Devam edecek...
___
Hazar Saraçoğlu
2.10.2023🕯️
Çok fazla üzgünüm oturup ağlamak istiyorum. Yazdığım ilk kitap değil ama final yaptığım ilk kitap Hazar için çok üzgünüm iyi bir sonu hak ediyordu ama kitabın finalini hep biliyordum lütfen çok fazla küfür etmeyin bende böyle olsun istemezdim ama yapacak bir şey yok.
Kitabı yazarken çok fazla düşündüm aslında Hazar Karan Çakır'ı öldürdüğü zaman benim kafamda ölmüştü sadece yazmaya devam ettim. Belki bir ihtimal biyolojik ailesiyle iyi bir sonu olur diye ama yapamadım.
Bu bölüme kadar gelen herkese teşekkür ederim yeni bir kitapta buluşmak dileğiyle..
Ve unutmadan Hazar kitabı iki seri olacak bu son yeni bir başlangıç olacak.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |