3. Bölüm

Blue kız?

Eftalya Atalar
tugayydemir_cevike

Anne?"

Ahşap kapıdan kafasını uzattı minik kız. Mutfakta masanın yanına çökmüş, içli içli ağlayan annesini gördü. O an kendisini sevmese bile annesine bir yardımı dokunabileceğini düşündü.

Kapıyı aralarken çıkan gıcırtı kulak tırmalarken annesi sonunda kafasını kaldırdı. Minik kız annesine bakarken içinde büyük bir hüzün hissetti.

Ama annesi öyle düşünmüyordu. Şu an hiç iyi değildi ve kim gelirse gelsin tersleyecek tiplerdeydi.

"Anne iyi mis-"

Sertçe sözünü kesti. Sanki karşısında kızı yokmuş gibi davrandı.

"Git başımdan."

Ama minik kız böyle durmazdı. İnadını kendi bile biliyordu. Annesi ne derse desin sebebini öğrenmeden gitmeye niyeti yoktu.

"Anne neden ağlıyorsun?"

Minik adımlarla yanına yürüdü. Annesi dahada sinirleniyordu. Kimseyi yanına istemezken kızı ısrarla gitmiyordu.

"Git dedim sana. Ödevlerini yap."

Annesinin yanına oturdu minik kız. Belki annesi ona vururdı ama hep yaşadığı şeyler olduğu için alışıktı. Şu an annesi iyi değildi ve ona yardım etmek istiyodu.

"Anne sen ağlayınca ben üzülüyorum."

Annesi ifadesizce kızının suratına baktı. Artık ona karşı bir sevgi hissetmiyordu. Önceden de hissetmezdi ama artık hiç hissetmiyordu.

"İster üzül ister ağla beni ilgilendirmiyor Mavi. Git başımdan sırası değil."

Yardım etmeye çalışıyordu. Annesi neden böyle yapıyordu ki?

"Anne sen beni neden sevmiyorsun?"

Kadın kafasını masanın yanındaki dolaba yasladı. Başını havaya kaldırdı. Gözyaşları yeniden süzülüyordu beyaz tenli yanaklarından aşağı.

"Neden mi? Sen benim hiç bir zaman sevdiğim adamın kızı olmadın olamazsın. O herifin kızı olduğun günden beri seni sevmiyorum. Bir hata ile olmuştun."

Ne kadar zoruna gidiyordu 6 yaşındaki bir çocuğa bu sözler. Kendisini suçluyorlardı ama minik kız onlara bir şey yapmamıştı. Onlar dünyaya getirmişti onu.

Neden ölmedim ki ben?

Diye düşündü. Ölseydi hem annesi hem babası hem kendisi acı çekmezdi.

"Anne benim ne suçum var? Ben size ne yaptım?"

"Doğdun ve keşke ölseydin."

Minik kız yanaklarındaki sıcaklıkla gülümsedi. Her zaman bir eksiklik hissederdi ama şimdi o eksiklik yüzüne vurulmuştu. İlk defa annesi sesli söylüyordu. Boğazında oluşan yumru gözlerini yaktı, kıvılcımlar oluştu, alevler oluştu, yangınlar çıktı ama o asla kaybetmedi gücünü.

"Bende öyle düşünüyordum anne."

Minik kız yavaşta ayağa kalktı. Hafif sendeledi ama önemsemedi. Şimdi yukarı gidip resim ödevini yapacaktı. Öğretmeni ona elma ağacı çizmesini söylemişti.

Ama o günkü resim bir ebru sanatına dönüşmüştü. Desenleri vardı daire şekillerinde. Yeşillikler ve kırmızılıklar birbirine karışmıştı.

Öğretmeni ona bu sebeple tam not vermemişti. Ona kızmıştı, azarlamıştı. Minik kızın yine kalbi kırılmıştı.

O gün sınıf arkadaşları onunla dalga geçmişti. Ve öğretmeni buna izin vermişti. Yakın arkadaşı bile susmuştu o gün küçük düşerim düşüncesiyle.

O günün akşamı babası eve sarhoş gelmişti. Masada tuz eksik diye ise annesine defalarca vurmuştu. Kendisini ise surat asıyor sanıp sırtına darbeler vurmuştu.

O günün gecesi aklına birşey geldi ve hemen kalkıp gece lambasını açtı. Bugün onun doğum günüydü. Doğduğu gündü. 27 Haziran.

Kağıtlara balonlar çizdi. Kendisini çizdi. Yanlarına kalpler çizdi. Mutfaktan sessizce bir adet küçük kek aldı. Üstüne de kağıttan yaptığı mumu koydu.

Ellerini birleştirdi dileğini diledi ve üfledi.

O dilek hiçbir zaman gerçekleşmedi.

"Nasıl bir kadın anlamıyorum. Düşünün demekten başka bir halt bilmiyor. Bilerek gönderilmiş olma ihtimali aklımı çeliyor."

Komiserin sabırsız ve düşünceli sesi kulağıma ulaştığı an ayıldığımı anladım ama savcının sesini de duymayı bekledim.

"Cinayeti o işlemedi. Bir bağlantısı var ve ben bunu bir şekilde öğreneceğim. Elimden kaçamaz şimdi bir ipucu, bir umut bulmuşken bırakmam."

Savcının hemen yanımdaki sesi tüylerimi ürpertti.

"Savcım tamam ama konuşacak gibi durmuyor sadece düşünerek bulmamızı istiyor."

Götümü yırtmıştım şu cümleyi duymak için.

"Sence sadece bunu yapmak isteseydi buraya bu şekilde mi gelirdi Kaan?"

Tebessüm etmek istedim ama uyandığımı belli edemezdim.

"Savcım tehdit ediliyor olabilir mi?" Belki zorla gönderildi bu oyunu onun oynanması istendi."

Boğazımdan bir kahkaha yükseldi ama dışarı tıkım çıkmadı.

"Olabilir veya olmayabilir. Sorgudaki tavırları hiçte bir oyun için zorla tutulan bir kadının haraketleri değildi."

"Zaten oyunculuğu iyi olan kişiyi buraya göndermeleri gerekmiyor mu? İyi oynuyor olabilir rolünü. Korkak birini yollayamazlardı."

"Bunu neden yapsın?"

Neden yapayım öyle mi? Ruhum benimle beraber şu an içimde kahkahalar atıyordu.

"Savcım çok seçenek yok mu? Ailesi, bir çok değer verdiği sevgilisi, arkadaşları, kendi hayatı. Ya da işlediği bir suçun delilleri ile tehdit bile etmiş olabilirler. Öyle bir şey varsa tabi."

Oda bir an buz kesince bileklerimdeki metallerin varlığını yeni hissedebilmiştim. Yatakta sırt üstü yatıyordum ve bileklerim yatağın iki yanına kelepçeyle sabitlenmişti. Başım cam tarafına savcının tam tersi yönüne dönüktü.

"İhtimal. Ama benim işlerimde ihtimale yer yok. Net ve kesin bilgilere yer veriyoruz."

"İhtimalleri eleyerek gerçeğe ulaşıyoruz savcım."

"Zaman kaybını sevmem Kaan."

"Bizim mesleğimizin tüm zamanı zaten bu işlere gidiyor."

"Ve bir an önce çözmeye odaklanıyoruz."

Kalbimin atışını beynimde hissediyordum. Başım çatlayacak derecede ağrıyordu.

"Bu hale gelebilecek, üstüne intihar edebilecek konuma gelecek ne yaşadın sen?"

Gözlerim yandı, göz kapaklarım açılmak istedi. Hava almak, oksijeni hissetmek istedi. İzin vermedim. Ne yanmasına ne hava almasına.

Ben ne kendimin ve çevremin yanmasına ne de onların yaşamasına izin verdim.

Normal bir hayatı olan kız gibi görünüşüm herkesi kandırıyordu. Bu benim işime geliyordu. Sarı saçlarım mavi gözlerim masum bir kız imajı veriyordu. Ama bakışlarım baktığım kişiye göre çok değişiyordu.

İzin vermediğim halde çevremin hava almasına sebep olanlara asla göremediğiniz gözlerle bakardım.

Bu sebeple kimse o çevreye oksijen sokmaya cüret edemezdi.

"Hala niye uyanmadı?"

Savcının düşünceli sesi hala yanımdan geliyordu.

"Ben bir doktora sesleneyim."

Kapının açılıp kapatılma sesi ile manyak savcı ve ben kalmıştık.

Umarım birşey yapmaz.

"İntihar etseydin ölmene izin vermezdim. Bir şekilde yaşatırdım seni."

Lan ne çeşit bir psikopatsın sen?

"İnternette veya televizyonda görünce hafife alıyorsunuz ama yaşatırdım ne amaçla buraya geldiğini öğrenmeden ölemezdin."

Başka savcı mı yoktu amına koyayım?

"Bu sebeple bir daha intihara kalkışırsan bunuda bil."

Bu benim uyanık olduğumu biliyor muydu?

"Başka rol yapabiliyor musun bilmiyorum ama uykucu rolün bana kesmiyor."

Yememiş lan tüh.

Yavaşça göz kapaklarımı açtığımda tepemdeki ışıkla gözlerim yanmıştı. Aydınlık bekledik de bu kadar değil! Kör oldum şu an!

"Kalbim kırıldı şu an ne demek kesmedi? Düşündüğüm kadar aptal değilmişsiniz savcı."

Alaylı bir şekilde burnundan kaçan nefesi duydum. Kafamı onun oturduğu tarafa çevirdiğimde dirseklerinin dizlerine yaslı ellerini ise önde birleştirdiğini gördüm.

"Hiç kimseyi aptal yerine koyamazsın. Karşındakinin ne çeşit bir kimliğe büründüğünü bilemezsin.

Histerik bir gülüş koydum.

"Bana gönderme var savcı."

"Seni aptal yerine koyduğumuz yok. Zeki olduğunun farkındayım. Biz seni tanırız ama sen bizi tanıyamazsın farkımız bu."

"Pardonda siz beni nasıl tanıyacakmışsınız? Elinizdeki dosyamla mı? Yoksa sorgudaki ifadeyle mi? İfade bile sayılmaz. Bir kez daha yaşayacağız gibi görünüyor çünkü hala ne istediğimi anlamamışsınız."

"Abin desem?"

Anlık haraketlerim duraksadığında ve yüz ifadem değiştiğinde bunu nasıl öğrendiklerini düşünüyordum.

"Benim abim yok."

Abim yoktu. Olamazdı. Ben onu seneler önce silmiştim ve bir dahada görmeye niyetim yoktu.

"Kayıtlar öyle demiyor?"

Dişlerimi sıkıyordum sinirden. Zayıflıkları kullanan insanlardan nefret ederdim.

"Zayıf nokta mı arıyorsunuz savcı? Öyleyse abim zayıf noktam değil pas geçebilirsiniz."

Tek kaşını kaldırdı sorgulayan bir ifadeyle. Umursamaz görünmeliydim. Soğuk ve alaylı bir maske takınmıştım şu an hiç bir şekilde anlaşılmıyordu ne hissettiğim.

Bu konudan üstüme gelecekti ama eline koz vermeyecektim. Abim benim o günden sonra hiçbirşeydimdi. Abim değil bir yabancıydı o benim için.

"Kelepçeleri çıkarsanız mı artık ya? Bakın yazık bana bileklerim kesildi hep. Siz her sorguya çektiğiniz insanlara böyle mi davranıyorsunuz? Ne kadar ayıp yaptığınız? Neye göre ben bu muameleyi görüyorum? Ah evet siz direkt bir tanık bir ipucu buldunuz dediniz 'A, evet bu suçlu hemen tutuklayalım. Ne de olsa kan varsa işin içinde kesin suçlu. Alın hemen 25 yıl belki 40 yıl. Hadi yallah başka vaka var mı?' havası. Daha saatler önce intihara kalkıştım ben burda. Umurunuzda oldu mu? İntihar ne demek biliyor musunuz siz? Ben intihara kalkışıyorum siz diyorsunuz ki "Senden bir şeye ulaşmadan ölemezsin.' bilmem ne? Ölseydim kendinizi de öldürecek miydiniz? O bıçağı boynuma saplasaydım sülalemi değil yanımdan geçen her insanı araştıracaktınız biliyorum. Yanından geçti bir şey biliyor. Ne kadar komik haliniz? Şu saf komiser bile anladı ama siz çok zeki çok psikopat savcı anlamadı öyle mi? Yazık."

Savcı bir eli başında işaret parmağı ve baş parmağı ile ovalarken kesilen sesimle başını kaldırdı.

'Ne?' dercesine kafamı salladım.

Gözlerim dehşetle büyüdü. Kaç dakika konuşmuştum?

"Konuşan ağzını sikeyim gerizekalı! Çenen durmuyor bir."

Şizofren olduğumu gören savcı hafif psikopat psikolojisi ile başını iki yana salladı.

"Hep konuşur musun sen?"

Konuşmamdan rahatsız olan yeni çeşit listeye eklenen bir insan.

Rahatsız olmayan mı vardı sanki?

"Arada oluyor da cevap bekliyorum çenem yoruldu insaflı olur musunuz?"

"Hangi birine?"

Büyük bir kahkaha attım. Gerçekten hangi birine cevap verecekti?

"Başla birinden n'olacak?"

Savcı kaşlarını çattı. Haklı oturmuş adama soru soruyorum.

"Normalde soruları ben sorarım ama?"

"Bak hala soruyorsun soru. Birde sormuyorum diyor cık cık cık."

Savcıyla sen diye konuşuyorum vallahi canıma susadım.

"Resmiyetten çıkma. Suçlu veya değilsin. Buraya bir cinayetten sorumlu olup olmadığını öğrenmek için getirildin. Hemde o diğer cinayetlerle ilişkin var mı öğrenmek için."

"Emredersiniz sayın savcım?"

Beğen birşeyide hayvan herif.

"İlk olarak, bunun imkanı yok bir cinayetten sorgulanıyorsun. Hırsızlık veya başka birşey değil. Tek bir cinayet bile değil bir çok cinayetten bahsediyoruz o sebeple bu kelepçeler bileklerinde kalacak."

Lan ben bileğimi kestim saatler önce mal mısınız?

"Lan savcı. Pardon sayın canım savcım. Anlayışlı savcım ben saatler önce bileğimi kestim. Siz o bileğimi şu an kelepçeler arasına aldınız farkında mısınız? Sarılı bileğimle ve kelepçeyle yatıyorum ben şu an? Kesik bilekle başımdaki yastıkla sizi mi doğrayacağım ben? Lan sizin beyin nasıl çalışıyor? İntihar ettim ben intihar! Alo?"

"İlk olarak kelepçe kestiğin yere denk gelmiyor bir baksan anlarsın."

Başımı çevirdim sol bileğime baktım. Gerçekten de kelepçe bileğimi değil bileğimin 3 parmak üstüne denk geliyordu.

"Ben bir dikelsem şurada kolum da yukarı çıkacak kelepçe üstüne gelecek. Belki dik oturmak istiyorum?"

Sorgulayan bakışlarımı ona yönlendirdim. Kara gözleri nasıl bu kadar soğuk ve ruhsuz olabilirdi? Mimikleri olmasa bir robot olabileceğinden şüphelenirdim.

"O zaman iki metre ilerideki kapının önünde bir memur dikiliyor ona seslenirsin oda kelepçeyi ayarlar. Oldu mu?"

Dudaklarımı büzdüm çocuk gibi. Kelepçe çıksın istiyordum kelepçeler benim baş düşmanımdı.

"Olmadı. Çıkartın şu kelepçeleri. Nefret ediyorum bunlardan."

"O zaman hiç çıkarmayacağım."

Tekrar ediyorum. Zayıflıklardan yararlanan insanlardan nefret etmeyi bırakın öyle tiksiniyordum ki bunu dışardan belli ediyordum.

Öfkeli gözlerimle baktım savcıya. Bu gözlerimi sık sık göstermezdim. Zaten korkunç görünüyordu bu gözlerim. Kullanmayı da tercih etmezdim. Hassas konularda tepem atarsa yapıyordum.

"Zayıflıklardan yararlanan insanların en büyük zayıflığı nedir savcı bilir misin?"

Sesimden kendim korkmuştum.

Savcı ufak bir şaşkınlıkla ilk afalladı daha sonra kollarını göğsünde birleştirip geriye yaslandı.

"Kendi zayıflıklarının bilinmek istenmemesidir. Size eski karınızdan bahsetsem ve zayıflığınızı yüzünüze vursam anlayabilir miydiniz beni? Demekki zayıflıklar kolayca saklanamıyormuş savcı. Bir kişiyi zayıflığından vurmadan önce iki kere düşünün."

Bakışlarım alaylı ve zafer gülümsemesi ile aydınlandığında çenesinin kasıldığını gördüm. Empati yapamayan bir adet bencil psikopatlar da mı çıkacaktı karşıma?

Aniden kalkıp çenemi tutup sıktığında ne yaptığını anlamaya çalıştım. Sinirlenmişti ve sıktığı çenesi öyle seyiriyordu ki içimdeki şaşkınlık nidası büyüyordu. Keskin yüz hatları yüzüne çok iyi oturuyordu. Ve koku, kokusu çok tanıdıktı.

"Senin ne boklar çevirdiğini bulmadan rahat nefes almana izin vermeyeceğim. Öyle ki oksijen diye çırpınacaksın, hava solumak için pişman olacaksın herşeyden. Başına ne iş aldığını öğreneceksin. Asla senin için acımayacağım."

Bu ses ne lan? Lan bu ses ne! Transformerstan, Optimus Prime mi indi lan yeryüzüne bir anda? Ne biçim psikopat bir manyak bu? Ne yapacaktı bu manyak deli bana?

Bir süre gözlerimin içine baktığında kafası yerine gelmiş gibi geri çekildi ve hızlıca odayı terk etti.

Ne yaşadığımı idrak etmek yaklaşık 10 dakikamı aldı desem yalan olur muydu?

Hangi amaçla çıktığım yolda ne yaşacağım belli bile değildi ve şimdiden bu adam hayatımın içine etmiş gibi duruyordu. O ses asla çıkamayacaktı kafamdan.

"Oksijen diye çırpınacaksın, hava solumak için pişman olacaksın herşeyden."

Bir anlık yaşadığım hayatım gözlerimin önünden geçtiğinde delirmiş gibi odanın içinde yüksek bir kahkaha attım. Durmuyordu kahkahalarım. Öyle acı kahkaha atıyordum ki bunu bir tek ben anlıyordum. Kahkahamdan acı akıyordu, kimse görmüyordu. Kahkahamdan gözyaşı akıyordu, kimse görmüyordu. Kahkahamdan bir çığ düşüyordu, kimse görmüyordu. Zaten kimse göremezdi. Benim kimsem yoktu.

Koridordan gelen ses ile alçaldı sesim. Tanıdık bir kadın sesiydi. Ah evet yazgı gelmiş olmalıydı. Kendisi uzun süredir tanıştığım bir arkadaşımdı. Gece gündüz onunlaydım çünkü kimsem yoktu değil mi? Gülünçtü.

"Çekilin müvekkilimi görmek istiyorum."

"Avukat izin yok. Kimseyi almıyoruz."

"Lan o henim müvekkilim diyorum duymuyor musunuz?" Konuşmam gerekiyor."

"Avukat izin yok dedim. Savcıdan izin almanız gerekiyor."

Optimus Prime savcı.

İçsesime ayak uydurarak bir kahkaha daha attım.

Kapıdaki sesler bir süre sustu. Ben gülüyordum onlar dinliyordu.

"Lan naptınız kıza? Delirttiniz mi lan kızı? Çüş hayvanlar! Müvekkilimi göreceğim dedim. Açın kapıyı!"

"Aç kapıyı girsin baksın ne görecekse."

Konuştu Optimus prime.

Yapma içses yanarız.

Kendi kendime deli deli gülerken savcının hala burda olmasına şaşırmıştım.

"Vay savcı. Siz bakıyorsunuz davaya? Müvekkilimi delirten kişi şüphesiz siz olmalısınız. Bakın bala gülüyor."

"Kendiniz görmek istemez misiniz? Kendiniz sorun bakalım neler diyecek?"

"Ben biliyorum zaten cevapları. Cevaplarını bilmediğim soruları sorarak vakit kaybetmek benim işim değildir."

"Ah öyle mi? Soruyordunuz halbuki?"

"Her neyse. Delirmiş müvekkilimi göreceğim."

Kapının açılmasıyla o manyağı ve en yakın arkadaşımı gördüm. Aslına avukatım.

Ne manyağı? Optimus prime demedin kalbim kırıldı Mavi.

İçses yapma lan. Deli raporu mu istiyorsun?

Yeniden tutamayarak kahkaha attığımda Yazgı gözlerini devirdi.

"Kızım ben yapacağın işe sokayım tamam mı? Yiyeceğin boka da sokayım. Sen ne yapıyorsun?"

Gülmekten nefesim tıkandığı için konuşamıyordum.

"Lan ne gülüyorsun hala pezevenk? Şşt kızım bak lan bana."

Kafama geçirdiğinde sakinleşmiştim.

"Boşversene. Optimus Prime nasıl soktu seni içeri?"

Anlamayan ve şok gözlerle baktı. Gözlerini kırpıştırdı defalarca.

"İçses böyle diyor bende gülüyorum buna yarım saattir. Çok yakışmadı mı? Hem robot gibi adam."

Aniden kafasını kaldırıp güldüğünde bende güldüm. Gerçekten bu hikayenin sonunda sağlıklı bir beynim olmayacaktı.

"Sen delirdin biliyorsun değil mi? Ne haltlar yediğine bakar mısın? İnanılmazsın."

"Ne sandın lan kahpe? Şu hale bak intihar etmişim bileğimde kelepçe var. İnsan değil bunlar valla bak. Diyorum çıkar. Diyor ki 'Zaten kesilen yerde değil kelepçe.' manyak herif. Ben bundan daha zekiyim."

"Kızım sen iyi misin? O kadar iyi oynuyorsun ki yerlerinde olsam bir bok anlamazdım. Zehir gibi plan zehir gibi kız. Daha ne olsun lan?"

Ayağımla ittirdim üstündeki eteğin ucunu.

"Ne sandın lan?"

"Salak ya!"

Deli gibi gülüşürken kapıdan gelen seslerde Yazgı bir anda maske takındı bende alaycı gülüşümü.

Bazen takacağınız maske düşerse ne yaparım diye düşünürken o maskenin düşmemesi için ayrı bir çaba sarfetmeniz gerekiyordu. Zayıflıklarınızdan vuran insanlara karşı işte o an maskem düşerse diye düşünürken maskenizi de korumanız gerekiyordu. Zayıflıklar kaybetme sebebiydi. Zayıflıkları saklamanız gerekirdi. Zayıflıklarınız sizi zayıflatmak için kullanılmasın diye.

Komiser içeri girdiği an gülüşüm büyüdü. Biraz geç kalmamış mıydı?

"Tabiki uyandın. Doktora gerek kalmadı."

"Geç kaldınız komiser. Neler yaptınız acaba bensiz geçen bu değersiz sürenizde?"

"İnan seni ilgilendirmiyor."

"Benim hakkımda yaptığınız işler beni ilgilendirmiyor öyle mi? Doğru. İntihar etmişken taktığınız kelepçeler buna kanıt komiser."

Komiser bir avukata baktı. Sorgulayan bir bakış attı.

"Avukatı?"

Yazgı yapay ve o kadar içten olmayan bir gülüş koydu ki gülüyor mu yoksa boş mu bakıyor emin olamazdınız.

Bunu komiser gibiler anlamazdı.

"Ta kendisi komiser."

"Seni savunacak bir avukat var mıymış?"

Ben bu bumble bee'ye o belindeki silahı sokarım.

İçses sırası mı?

Bir anda patladığımda bumble bee lakabına gülüyordum.

"İçsesimle konuşuyorduk da avukat. Anlarsın sen."

Yazgı bana dönünce samimi tebessümü ile baktı. Sesli gülmek istedi ama içine attı. Anlamıştım.

"Acaba o serseri hangi cümlesiyle yine yargı dağıttı?"

Komisere baktım alaylı gülüşle. Yazgı ona bakınca bu sefer sesli güldü.

"Şu Optimus Prime muhabbeti değil mi?"

"Tabiki lan."

İkimizde birbirimize bakıp güldüğümüzde komiser öyle bakıyordu ki birde ona gülmüştüm.

"Senin avukatın ancak böyle olurdu zaten."

Az önceki cümlesi aklıma geldiğinde gülüşüm aniden kesildi. Buz gibi bir suratla ona baktım.

Bu değişimi fark ettiği gibi kaşlarını çattı. Yazgı da aynı soğuklukla bakıyordu ona.

"Herşeyi anlarım ama asla hakareti kabul etmem. Düşmana bile bir saygı vardır komiser. Çevreme saygıda kusur etmeyeceksiniz. Yüksek makamdasınız diye önünüze gelene hakaret edebileceğinizi sanmayın. Özellikle avukatım."

Soğuk çıkan sesim odayı da soğutmuştu sanki. Soğukluğu hissettim.

"Müvekkilime hangi muameleyi uyguluyorsanız hepsi tek tek kulağıma geliyor komiser. Tek hatanızda elime düşersiniz. Hiç birşey kanıtlanmamışken ona tek bir laf edemezsiniz. Hakaret, küfür, argo. Saygıyı öğrenmediyseniz zamanı gelince öğrenirsiniz. O zamana kadar ya kendinizi kontrol edin ya ondan uzak durun. Özellikle müvekkilim."

Bayılıyorum bu Yazgı'ya. Kudurur şimdi bumble bee.

"İkiz misiniz lan siz? Aynı dili nasıl farklı konuşabiliyorsunuz?"

"Cık argo yok komiser."

Komiser göz devirirken alaycı gözlerimizden bıkmış olmalı ki tek kelime etmeden çıktı odadan.

O gidince tek bakışmamız ile kahkaha atmamız aynı anda oldu.

"İdolümsün benim kızım! İlk defa böyle canlı canlı tanık oldum inanamıyorum! Nutkum tutuldu resmen ama belli edemedim."

Tebessüm ettim ona.

"Seni de tebrik ederim lan. Güzel konuştun."

Saçlarını savurdu.

"Sana çekmişim lan tabi. Kime çekecektim başka?"

"Salak komiser nasıl tıkandı ama?"

Yazgı başını iki yana sallayarak gülerken yanımdaki sandalyeyi kaptı.

"Sen neye güldün o an? O eşek içses ne dedi yine?"

"Savcı Optimus Prime ya hani, komisere de bumble bee koydu amına koyayım! Aniden deyince tutamadım."

"Ne?"

Öyle bir güldü ki kapının dışarıdan biri kapı kolunu indirecek gibi oldu. Bütün oda inlemişti.

"Ay yeter. Dizi çekeceğiz bu gidişle."

"Canım içses çok yaratıcı bayılıyorum bu herife."

Aniden heyecanlandı ve yerinde zıplamaya başladı.

"Sıradakini ben koyabilir miyim?"

Başımı geriye atıp küçük bir kahkaha attım haline. Ne kadar gerekli bir muhabbetti.

"İçses kabul ederse?"

Tabiki ederim Yazgı'yı dinlemeyen ağzımı şey yapsınlar.

Dıt* küfür sana yasak içses.

Sen ediyorsun!

Ben ederim lan eşek. Sen etmeyeceksin. Transformerüyelerini saymak serbest.

Çok gıcıksın Blue kız.

Haha çok komik.

Öyledir canım benim.

"Lan konuşmayı kes artık ben burdayım!"

İçses beni lafa tutuyor.

"Hadi isim koy!"

Elini çenesine attı. Tam aydınlanıp bir şey söyleyecekken başıma giren ağrı ile bir şey deneme kalmadan yatağa geri düştüm.

Kalbim atmayı kesmişti. Niye bilmiyorum ama nefes alamıyordum. Biri büyük ihtimal Yazgı bağırıyordu, boğazımı rahat bırakmaya çalışıyordu.

Anlamıştım ben nefes almayı kesmiştim o an. Kalbim atmayı kesmişti. Durmuştu.

Ruhsuz olduğu düşünülen o kalbim benim şu an durmuştu ve ben gerçekten nefes alamıyordum.

Ciğerlerim sıkışıyordu, göğüsüm daralıyordu, boğazım kuruyordu, basım ağrıyordu ayaklarımdaki uyuşukluk hissi geçmiyordu.

Daha sonra sesler arttı. Başıma insanlar üşüştü. Herkes bağırıyordu. Niye bağırıyorlardı? Gürültüden nefret ederdim.

Yazgı'nın sesi uzaklaştı. Ama hıçkırıklarını duyuyordum. Hassas bir kadındı. Soğuk ama hassas bir kadındı.

Göğüs kafesimi açtılar daha sonra göğüsüm üstünde soğuk metali hissettim. Derim yandı.

Savcının sesini duydum. Endişeli sesini duydum. Hayır endişesi bana değildi. Kaybedeceği izdeydi endişesi.

Kalbim atmıyordu ve nefes alamıyordum.

Gördün mü blue kız bazen yaşarsın ama ölürsün. Yaşarken gelip geçer insanlar. Ama ölürken başına üşüşürler peki neden? Korku. Yanlarından geçen sadece bir candır. Ama ölen kişinin sonu onlara da gelebilir değil mi? Yaşarsın görmezler. Ölürken görürler ve ölürken ise geçtir herşey. Ama değerin o an bilinir.

Nasılda bilindi değerin değil mi blue kız?

İşte bu canını acıtıyor değil mi?

Çok acıtıyor.

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 27.01.2025 23:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...