
"Meşaleler? Onlarla mı görüşeceğiz?"
Derin bir nefes aldım. Meşalelerle anlaşma yapacaktık. Yani hiç birşey ters gitmez ise bugün ateşkes yapacaktık.
"Biz yapmayacağız. Herhangi bir tehlikeye karşı lideri koruyacağız."
Keskin nişancılar ayarlanmıştı. Bir terslik olursa acımadan hepsini indirecektik. Bunu sadece biz düşünemezdik. Onlarda aynı şeyi yapacaklardı. Bu sebeple bölgede önceden yerimizi almıştık. Bir haraketlilik olursa bana bildirilecek ve har keskin nişancı başına bir keskin nişancı düşürecektik. Anlaşma alanındaki adamları ise yeniden benim emirime göre halledecektik.
"Sen liderin yeğenisin Mavi. O seni burda görevlendirmez."
Yüzümü histerik bir gülüş kapladı. Ölümden kendime güvenim olduğu sürece asla korkmazdım. Ölüm benden korkardı.
"Aksine Muratcan, aksine lider anlaşma alanına güvenilir ve tecribeli adamlar koymalı. Onları da benim yöneteceğim konusunda süphesiz haklıyım. Kontrol elden gitmemeli. Lidere zarar gelirse hesabını herkese keserim."
Ben hatayı kabul etmezdim. Lider yani dayım katlanamazdı. Bana güveniyordu ve güvenini boşa çıkarmazdım. Ben eğer bir hata yaparsam bunu lidere bildirirdim. O bana cezamı verirdi asla saklanmazdım. Fakat sadece bir kere hata yapmıştım. Güveninin en büyük kanıtı buydu.
"Emiriniz olur kraliçe."
Bu adam niye habire bana kraliçe demek zorunda?
Sağ kaşımı havaya kaldırdım ve tek ayağımı yerde 90 derece döndürerek bir bakış attım.
"Şu sesini kıçına tekmemi geçirmeden sus Muratcan."
Muratcan dudaklarını birbirine bastırdı ve kafasını çevirdi. Hiç düşünmeden omuzlarından tutup tekmemi indirdim. Acı mı? Bu ona hiç birşeydi.
Kızarmış suratla eğilerek bana bakınca kollarımı birbirine bağladım ve ona kahkaha atarak baktım.
Muratcan'ı kardeşim gibi görüyordum.
"Hadi kaldır 40 kilo kıçını da liderin yanına gidelim."
"Galiba kısır kaldım zalımın kızı! Öyle vurulur mu? Dağ ayısı mısın sen?"
Saçlarımı geriye savurdum. Onunle eğlenmek en sevdiğim şeydi.
"Bir daha mı istiyorsun? Ayrıca dağ ayısı çok ayıp bir laf. Dağ tavşanı daha iyiydi."
Bana öyle bir baktı ki, sanki herşey olur ama bu mümkün olmaz gibi bakıyordu.
"Sen ve tavşan? Dağ ayısı ve tavşan? Şizofren ve tavşan? Göt ve tavşan?"
"Lan ben senin üstünüm hayvan herif!"
"Banane be! Sen bana vuruyorsun ya şizofren ayı!"
"Muratcan ecelin ben mi olayım istiyorsun? İstiyorsan seve seve! Hatta istemene gerek yok. Gel lan buraya!"
Topuklarını vura vura koşarken buradaki 3. şansım olan çocuğa gülüyordum.
"Selis! Yardım et kızım öldürecek bu beni!"
Koşarak esmer kızın arkasına saklandığında bende durmuştum. Korkak çocuk ama seviyorum.
Selis gözlerini açarak bana baktı ve Muratcan'ın önünden çekildi ama Muratcan kızın arkasına yapışmıştı.
"Sülük gibi bana yapışmayı bırak Muratcan! Mavi karşıma almak isteyeceğim son kişi. Şimdi çık arkamdan ve götümü sal!"
Arkadan yaklaşan Aden ile bir saniye göz teması kurdum. Tabikide beni anlamıştı. Muratcan hala esmer kıza yapışmakta kararlı iken Aden sessizce kıs kıs gülerek arkadan yakkaşıyordu.
"Vahşi kız! Sen bu platinin neresinden korkuyorsun? Şuna bak, tatlılığa bak!"
Selis kocaman gözlerle bakarken iki elimi kaldırıp başımı iki yana salladım.
Aslında "İyi değil, delirdi." demiştim ama Selis ne anlar düşünemiyordum.
Aden Muratcan'ın saçlarına asıldığı an bende hemen yanlarına gittim.
"Şimdi canım benim nereye kaçacaksın?"
Muratcan saçına asılan kişiye bakmaya çalışırken bana dil çıkardı.
Hiç büyümeyecekti.
"Bunlar tam bir korkak! Salsanıza oğlum beni! Kim tutuyor lan beni!"
Muratcan eğer saçlarını düşünmese Aden'i o pozisyonda çok rahat engelleyebilirdi. Ama saçlarına zarar gelmesini asla istemezdi.
Bana platin diyordu ama o benden platindi. Saçları güneş altında güneşten daha parlaktı.
"Bana bak lan bücür! Ne diyordun sen bana? Dağ ayısı!"
Aden onu saçlarından asıla asıla hayvaya kaldırdığında cüssesi gerçekten büyüleyiciydi. En güçlümüz ve dayanıklımız oydu.
"Platin hanım şu arkamdaki vatandaşı alır mısınız? Ben nasıl bu kadar rahat kalktım havaya oğlum! Lan elephant adam mı o?"
Aden'e elephant diyordu ve hakkını veriyordu.
Gülerek sarışın çocuğa baktım. Tam konuşacaktim ki arkamdan bir askerin sesini duydum.
Anında ciddileşen suratla arkamı döndüğümde Aden, Muratcan'ı salmıştı ve hepsi arkamdaydı.
"Lider size haber vermemi istedi efendim. Hemen gelmenizi istedi. Acilmiş."
Başımla selam verdim ve diğerlerine de el haraketi yaptım. Tek beni istemeyeceğini biliyordum. Zaten buraya gelecektim ama çocuklarla oyalanmıştık.
Burası bir üs gibiydi. Örgüt gibi değildik. Bir üs içinde yaşıyormul hissi uyandırırdı. Başımızle selam verirdik ve asla askerlerle konuşmazdık. Bizim biden başka kimseye güvenimiz olmazdı.
Dik duruşa geçtim ve kapıyı tıklattım. İçeri girdiğimde tabikide abimi bekliyordum. O benimle aynı rütbeye sahipti ama benden daha az işlerle ilgilenirdi. Sebebi asla güvensizlik değildi. Abim benim herşeyim sayılırdı. Fakat onun dışarısıyla bağlantıları vardı. Bizimle pek ilgilenemiyordu. Onun görevi bilgi sızdırmaktı.
"Geçin bakalım. Tek gelmeyeceğini biliyordum Mavi."
Liderle burada asla normal konuşma yapılmazdı. O bizim üstümüzdü, bizde ondan emir alırdık ve itaat ederdik, emirlerini yerine getirerek bir adım ilerlerdik.
Az önceki halimizden eser yoktu. Hepimiz bir taştık ve buna zamanla alışmıştık.
"Herşeyi ayarladık değil mi? Meşalelere asla güvenilmeyeceğini biliyorsunuz. Bu akşam asla rahat durmayacaklar."
Abim ve ben yanyanaydık diğerleri bir adım arkamızda ve yanlarımızdaydı.
"Keskin nişancılar öğlen saat 13.00'da yerlerini aldılar ve hala meşalelerden bir iz yok. Biz sizinle geleceğiz ve bir aksilik olmayacağı umuduyla yerlerimizde bekleyeceğiz. Fakat ben hala aynı görüşteyim. Sizin oraya gelmeniz çok riskli. Hedef halindesiniz ve anlaşma yapmaya ben veya Savaş Mir gidebilir. Sizin zarar görmeniz bizim için bir deprem etkisi yaratır."
Lider ayağa kalktı ve masaya eğildi. Yüzünde kaskatı bir ifade vardı fakat bizimleyken daha yumuşak kullanıyordu.
Yumuşak hali bu olsa da.
"Size güveniyorum Mavi. Sadece kısa bir süreliğine işimize engel olmamaları için anlaşma yapacağız. Daha sonra onlarla ilgilenebiliriz."
Dayımla yani liderle konuşmaktan asla çekinmezdim. Ben onun zarar görmesi karşısında gözüm kimseyi görmezdi.
"Biliyorum. Fakat bunun olacağının onlarda farkında. Siz oraya gelmişken, sizi asla salmazlar. Ben bize güvendiğinizi biliyorum fakat onlara güvenmiyorum. Kimsenin de güvenmemesi gerekiyor. Tek amacım sizin yara almanıza engel olmak."
Lider bana bakarken ben vazgeçmeyecektim ama oda geçmeyecekti.
Abim sözü devraldığında rahatlamış hisettim.
"Mavi haklı. Ne derseniz diyin oraya gelmeniz bastığınız mayından ayağınızı çekmek ve sonucunda yok olmak. Çekip çekmemek sizin kararınız tabikide. Biz sizi korumak için canımız pahasına savaşırız. Tek korkumuz nasıl bir planın içinde olduğumuzu bilmemek ve size zarar gelmesi. Burada deprem yaşanırsa hasar alırız ve bize ikinciyi yaşatarak enkaza çevirirler. Meşaleler kolay kolay ateşkes ilan edecek değiller biliyorsunuz."
Dayım ellerini masadan çekti ve pencerenin kenarında dışarıyı seyredaldı.
"Dediğim gibi size güveniyorum. Bir karmaşa çıktığı an yer gök inleyecek. Bunuda siz yapacaksınız. Merak etmeyin bana ve bize asla zarar gelmeyecek. Şimdi çıkabilirsiniz. Rahatça hazırlanın, çok vakit kalmadı."
'Çıkabilirsiniz' kelimesinden sonra bize söz söylemek düşmezdi. İkna olmayacağını ve geri adım atmayacağını biliyordum.
Korku duygusu yok. Korku duygusu yok.
Siktir.
Hızlı adımlarla kendi odama daldım. Nefes almaya ihtiyacım vardı. Nefes.
Nefes al. Nefes al. Nefes lazım. Nefes.
Masadaki ilaç gözüme çarptığı an ellerimi duvara dayayarak kalktım ve zorlukla da olsa şişeyi alarak hapı ağzıma direkt atarak yuttum.
Nefes alıyordum.
Ellerimi başımın üstüne geçirdim. Nefesimin düzenini sağlamaya çalışıyordum. Stres benim kaybım ve en büyük düşmanım sayılırdı. Yaptığım iş ve yapacağım işlere engel olabilme olasılığı çok muhtemeldi. Bu halde bu işi yapmama asla izin verilmezdi ki zaten biz devlet tarafından atanılan işlerden yapmıyorduk. Biz bir örgüt yönetiyorduk. Ne kadar avukat olmak istesem de örgütte güvenilir kişiler vardı. İfşa edilmemiz ise bunu devletin öğrenme olasılığından düşüktü.
Kapının çalınmadan açılmasıyla kimin geldiğini elbet biliyordum. Abim hemen önümde eğilirken başımı kaldırıp onun ilk çene hattındaki büyük ize baktım. Acı vermiyordu ama acı vermemesi acı çekmediği anlamına da gelmiyordu.
"Minik iyi misin?"
Ellerini dizlerime yerleştirdiğinde gülümsedim. O benim evimdi, yuvamdı. Önce abim sonra ben gelirdim. Kendi canımı ona verebilirdim ki ben kendi canımı çok seven biriydim.
"İyiyim abi. Sadece anlık bir korku. Biliyorsun stres yapınca oluyor. Ben bize güveniyorum."
"Herşey yolunda gidecek inan bana kardeşim."
Ellerimi iki yanıma açtım ve ayağa kalktım. Oda kalktığı an zıplayarak boynuna atladım. Oda belimi yakaladığında kıkırtım odamı doldurmuştu.
Saçlarını karıştırdım.
Elimde koyu birsıvı hissettiğimde taş kestim. Kan değildi değil mi?
Geri çekilip elime baktığımda göz kapaklarımı sıkıca kapattım. Görmedin kan yok.
Abimin başı kanıyordu.
Elim tamamen abimin kanıyla kaplıydı.
Gözlerimi açtığım an başımı kaldırdım ve ona baktım dolu gözlerimle. Oda bana bakıyordu. Neden kanıyordu?
Herkes kanasın, bende kanayayım ama abim kanamasın olmaz mı?
"Abi?"
Anlık yeni oluşan farkındalıkla odadan fırladım. Abim bu halde niye odama gelmişti ve öylece yüzüme bakabiliyordu?
Tanrım saçmalık!
Bu kadar kan ile nasıl yüzünde mimik oynamadan durabiliyordu? Acı hissetmiyor muydu? Tabiki hissediyordu fakat o kadar belli etmemişti ki bunu fark etmemiştim.
"Luna! LUNA! Buraya bakman gerekiyor! Hemen!"
Luna bizim acil durumlar için eğitimli doktorumuzdu. Abim o halde iken nasıl susabilirdim?
Yeşil gözlü kadın odasından fırladığı an aceleyle kollarından tuttum.
"Luna abim! Abimin başı kanıyor ama niye bilmiyorum! Eline ne alıyorsan hemen al ve odama benimle gel!"
Ben niye burada bekliyorum! Kız zaten odamın yerini biliyordu!
Koşar adım fırladım ve elime geçen beyaz bir bezi aldım. Aklım almıyordu! Sapasağlamdı!
"Abi!"
Odaya girdiğimde yerde oturmuş ve elindeki kana bakan abimi beklemiyordum.
Bunu onunda beklemediği açıktı.
"Abi! Abi bana bak gözünü seveyim! Sakin ol Luna gelecek al şunu bastır bir şey yap!"
Abimin kanla kaplanmış eline bezi sıkıştırdım. Oda robot gibi kolunu kafasına yerleştirdi.
Kafası önüne düşmüştü. Ah siktir!
Ellerimin kirini umursamadan yanaklarını tuttum ve kaldırdım. Gözleri kayıyordu!
"LUNA!"
Çığlığımı duyuyor musun abi? Ne kadar çaresiz ve korkmuş. Duy abi, duy beni. Sar beni kollarınla, öp saçlarımdan. 'İyi olacağız.' de bana de ki acım dinsin, sessizleşsin kafamdaki düşünceler. Bir kerede onlar sussun abi. Çok mu imkansız?
Yeşil gözlü kız odaya girdiği an abimin yanına çöktü.
Sonrası felaketti. Herkes odama gelmişti. Selis hemen yanıma çökerek beni kaldırırken ben kitlenmiş bir şekilde abime bakıyordum.
Onu kaybetmeyecektim değil mi?
O benim herşeyimdi. Gidemezdi. İzin vermezdim.
Selis ellerimi kazıya kazıya yıkamaya çalışıyordu ama ben sadece dümdüz bakıyordum.
"Mavi! Mavi bana bakar mısın? Abin iyi olacak. Bak kaç defa yırtıldı bu işlerden! Kaç defa yaralandı! Sadece bir kanama-"
Ellerimi setçe çektim ve karşımdaki aynaya yumruğumu geçirdim. Durduk yere olamazdı böyle bir şey! Evet kaç defa vuruldu ama bunun sebepleri vardı. Şimdi neden başından o kadar kan akıyordu?
"Sadece bir kanama falan değil! Anlıyor musun? Değil! O benim herşeyim! Durduk yere ne kendine zarar verir nede burada bir karşı güç bir şey yapabilir! Bunu başka biri yaptı. Başka biri anlıyor musun beni?"
Çaresizce duvara tekme atmaktan başka bir şey yapamıyordum. Örgütümüzde bir köstebek vardı ve elime geçtiği an onu ölmekten pişman edecektim!
Selis dediklerimi bir an düşündü ve daha sonra gözlerini kocaman açarak ellerini ağzına kapadı.
"Hassiktir kızım hassiktir!"
"Onu geberteceğim! O köstebeği bulduğum an kellesini sembol olarak kapıma asacağım!"
"Delirdin iyice! Gel lidere anlatalım."
Koluna uzandım ve onu kendime çevirdim. Bunu kimseye söylemeyecektik. Eğer herkes duyarsa önlem artardı. Biz tedbirleri artıracaktık.
Ya Selis ise köstebek?
Saçmalama Mavi. Abart.
Düşüncene sokayım. Düşünmek bile ihanet!
"Kimseye söylemeyeceğiz Selis. İkimiz arasında bana söz vereceksin."
Tereddüt geçti gözlerinden. Çünkü burada liderden gizli iş yapmak lidere ihanetten ölüm demekti.
"Bunu öğrenirlerse bizi öldürürler Mavi. İhanetten senden önce bizim kellemizi keserler!"
Histerik bir şekilde güldüm. Dayım mı bana zarar verecekti?
"Hiç bir şey olmayacak. Ben seni koruyacağım bana güven. Şimdi abimin yanına gidiyorum. Bana söz ver Selis."
Kararlılıkla gözleri kısıldı ve güldü. Doğru kişi olduğunu biliyordum.
"Hadi şu pezevenkin canına okuyalım."
-----------
Karakolda deli gibi gülen bir insan vardı,
Kendine zıt ama kan rengine en çok alışmış olan bir kız vardı,
Rol yapmakta usta ama bunun ne kadar acıttığını belli etmeyen tek bir kız çocuğu vardı,
O kız çocuğu adaleti getirecekti. Buna olan güveni her şeye rağmen tamdı.
Hastaneden çıkış işlemlerini hallettikleri an beni tekrar karakola götürmüşlerdi. Çok sıkıcı geçiyordu burada zaman.
Kaçmak zor değildi. Hatta istersem şu an bile kaçabilirdim ama iblisin yüzünü burada görene ve karşıma geçene dek beklerdim.
Ölüm bir adım önünde olacaktı.
Ne bir battaniye ne bir oylanacak şey vardı burada. Kimse de yoktu. Eğlenmek istiyordum.
Aden halledebilecek mi?
İçses! Kaç defa diyeceğim, güven hem bana hem ona. Nefes benden kurtulduğunu sanıyor ve rahat rahat dolaşıyor. Belki iblis onu uyarmıştır? Peki bu onu aklayabiliyor mu?
Nefes'in Meşalelerden olduğunu saymazsak gayet basit Mavi.
Ama en salakları da Nefes içses.
Onu başından öldürmeliydin. Sana söylemiştim ve bu senin 3. hatan olacak. Bu seferde onu bırakırsan seni tanıyamıyor olacağım Mavi.
İçses bunu nasıl söyleyebiliyorsun? O benim herşeyimdi, önceden.
İhanet geri dönülemez bir yoldur Mavi. Bir yaparsın gerisi de gelir. O yol boş kalmaz. Sen yolun boş kalacağını düşündün.
Yuvarlanmasını sağlayacağım.
Umarım Mavi. Umarım blue kız.
Kaçarken ne yapmayı düşünüyorsun?
Gülüşüm büyüdü. Yöntemler tükenmezdi.
Sana benzeyen kızı mı diyorsun?
Bana benzeyen değil içses. Fiziksel olarak bana benzeyen kız diyeceksin. Ve evet ondan bahsediyorum. Bu aptal karakolun güvenlik önlemleri yok denecek kadar az.
Aptal dediğin karakolun komiseri ve dosyamızla ilgilenen savcının kişiliği ortada.
Komiser zaten malın malı. Her dediğime boş boş bakıyor. Savcıda belki biraz iş var gibi. Ayrıca sakın savcının seksiliğinden bahsetme. Nefret ediyorum ondan.
Aynen aynen. Gelde külahıma anlat.
Senin külahın bile yok. Dondurma falan mı sanıyorsun kendini?
Siz diyorsunuz ama? Sizin külahınız mı var? Hani göremiyorum?
Sanki görebiliyorsun gerizekalı.
Külahım yok diye gerizekalı mı oldum? O zaman sende gerizekalısın.
Ne boş boş konuştun lan? Banane külahtan? İşim gücüm yokmuş gibi külah diye tutturdun!
İşin ne? Burda yapacak iş mi var? Şu çürümüş ve güzel götümüzü kirleten tahtayı mı cilalayıp zımparalayacaksın?
Sus artık!
Burda benden başkası yok! Kıymet bil kıymet! Zalim kız!
Yok. Bak kim geliyor?
Burnumdan çıkan ses güldüğüme işaret iken gördüğüm bedenle kıkırtıya çıkmıştı. Geleceğini biliyordum. Beni burda görmekten zevk alırdı.
Parmaklıklara yürüdüğümde gözlerimiz kesişti. Ardından çok oyalanmadan bakışlarımı çenesine, ordanda hafif sağa kaydırdım. O ize bakıp tiksinti dolu bakışlar atarken gözlerini benden kaçırdı.
O izden nefret etmiyordu, önceden. Çünkü ben o izin onu ayrı yansıttığını ve ona çok yakıştığını söylerdim. Evet sadece söylerdim. Artık tiksinti bakışlarım oraya değerken mutlu oluyordum.
Bu nasıl bir çelişkiydi?
Polis karşıma geçtiğinde üstten üstten ona baktım. Bu tombul yağ torbasının buradaki işi neydi?
"Sadece 5 dakika. Daha fazlası yasak. Herhangi bir aksaklıkta cezanı ödersin."
Yağ torbası türkürerek sarı dişlerini gösterirken öğürür gibi haraket yapıp elimi kaldırdım. Parmaklarımı sırayla sallarken giderken 'sürtük' dediğini duydum. Ağız ucu ile sırıtırken kafamı omzuma eğdim ve o iğrenç ağzından çıkan lafın altında kalmadan konuştum.
"Yağdan yürüyemeyen birine göre bu ağır bir laf Polis bey. Pardon neydi adınız? Yağ torbası çok yakışıyorda ondan sordum. Bu saygısızlığımı mazur görün lütfen."
Sarı dişlerini sıkarak dikilirken elimi tik işareti yaptım ve boynuma soldan sağa doğru çektim.
'Sen öldün yağ torbası. Ecelin, o sarı dişlerini ve kafanı kökünden koparacak.'
Bir anlık üstümde gelecekken aklına bir şey gelmiş gibi sadece öfkeden soluyarak baktı. Ne iğrenç görünüyordu ama.
Bir şey demeden uzaklaşırken iblis karşıma dikildi. Bende yavaş adımlarla şarkı mırıldanarak çürük tahtaya oturarak bacak bacak üstüne attım.
"Vay vay vay! Canım iblisim. Bende seni özlemiştim. Nerelerde kaldın? Gururum kırıldı."
Dümdüz ve boş bakışlarla bana bakıyordu. Daha çok anlamaya çalışır gibi. Nereyi anlayacaktı? Onun yüzünden bu olanlar olmamış gibi bir de karşıma dikilmişken bana, beni anlamaya çalışır gibi bakma hakkı yoktu.
Hakkı olamazdı. Onun benim üzerimde gram hakkı yoktu.
"Değişmişsin. Hemde çok."
Elimi çeneme yasladım ve hafif eğildim. Düşünür gibi yaptım ve gözlerimi kıstım.
"A-a neden öyle diyorsun? Çok şaşırdım inanır mısın? Nasıl olabilir böyle bir şey?"
Geriye yaslanıp çenemi kaldırdım. Ona zayıflığımı göstermek hayatımın 4. hatası olurdu.
"Çok ta düşünmemek gerek değil mi abiciğim? Çok düşünmek nelere sebep oluyor gördük. Hatta bu sebep tam karşımda. Ne komik! Bu sebebi de ben yarattım kendi ellerimle. İnanılmaz!"
Kaşlarını çatmıştı. Delirdiğimi düşünüyor olmalıydı. Üstünde dinleme cihazı olduğuna parmak basardım ama bunu kanıtlayamazdım.
"Büyümüşsün kardeşim. Bu güzel."
Ayağa kalktım. Yüzsüz gibi benimle ne şekilde konuşuyordu!
"Ben zaten büyümüştüm o günden sonra. Sen farkında değildin. Olmanı da istemedim."
Sırttı. Her haliyle bana benzemesinden nefret ediyordum.
"O zaman gel beni öldür kardeşim. Ne bekliyorsun? Git ve gelme kardeşim. Git ve gelme. Sözler tutulmadı. Ne duruyorsun? Yoksa beni öldürmek istemez misin?"
En çok bunu istiyorum ve bu çok kolay olacak.
Yavaş adımlarla kaşlarımı kaldırarak yürüdüm ve parmakların tam önünde kollarımı bağlayarak durdum.
"Ne o? Korkaklık yaparak bizi dinlemelerine izin mi veriyorsun? Bu şekilde ancak kendini kandırırsın abiciğim. Nefes almak ve nefes vermek. Sen nefes mi almak yoksa nefes mi vermek isterdin?
Hayır ona seçenek sunuyordum. Nefesinin kesilmesi mi yoksa Nefes'in kesilmesi mi?
Aynı korku gözlerindeydi. Bu kadar korkak ve kaltak olmamalıydı. Ama yinede bana direniyordu. Onun bu ihanetinin beni yıkacağını düşünüyordu ama yıkılan binanın yerine daha sağlamı gelmişti. Depremi yaşamıştım ama enkaz altından çıkarak en sağlam kolonlarımı kendim dikmiştim.
Hafifçe yakasına doğru eğildim. Boynunda gördüğüm kolye ile bir an duraksadım ama ifademi bozmadım. Kolyesine yansıyan ışıktan bihaberdi. İşte bu herif bunu bile fark edemeyecek kadar aptal ve korkaktı.
"Savcı... Savcı. Bu şekilde mi? Gerçekten bu şekilde? Zaaflarla oynanmaması gerektiğini size bildirdiğimi hatırlıyorum. Sanırım pek bir işe yaramadı?"
İblisi aniden kafamı geri çekerek parmaklıktan elimi çıkardım ve yakasını tutarak onu parmaklıklara yapıştırdım.
Yağ torbası haraket edecek gibi oldu fakat telsiz de aynı anda ses çıkardı.
"Dokunma ve geri çekil." Savcı...Savcı! Hala aptal olduğumu düşünüyor.
Yakasını tutan elimdeki küçük kağıdı fark ettirmeden gömleğinin içine attım. Kulağına sadece ikimizin bildiği bir dil ile son sözlerimi söyledim ve saniyeleri geri saymaya başladım.
10...9...8...7...6
"Çenendeki o iğrenç iz hala tiksindirici ve kelemlikte olan 2. silgiden başka bir görev görmüyor. Aynı senin gibi gereksiz ve boşa yer kaplıyor. Nefesini boşa tüketme abiciğim. Çünkü artık ikiside yok."
5...4...3...
Tükürür gibi onu geri ittiğim an sendeledi ve bir süreliğine eli çenesine gider gibi olduğunda elini indirdi.
2... ve 1 sonumuz böyle gelecek abiciğim.
Yağ torbası gelip onu dışarı çıkardığında kameraya bakarak asker selamı verdim. Bu anları bir bir izleyeceklerdi ama umurumda değildi.
Mesajımı alan almıştı sırada sadece zamanının gelmesi vardı.
Kağıtta ne mi yazıyordu?
"Nefes'i mi istiyorsun? Nefesini vereceksin. Ölüm mü istiyorsun? Ölümü tadacaksın. Gitmek mi istiyorsun? Çıkışları kapatacağım ve kafesinde çaresiz çırpınan bir kuştan farkın kalmayacak."
Kuşun kanatları kırılacak abiciğim. Ve sonunda sıkıştığı yerde ölümü çaresizce izleyecek.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |