
Karanlık gökyüzü, uzakta çakan şimşeklerle aydınlanıyor, ardından gelen gök gürültüsü toprağı titretirken dört hükümdar, kaderlerini belirleyecek masaya oturuyordu.
Gece, soğuk bir hançer gibi tenlerine işlerken, aralarındaki nefret havada keskin bir bıçak gibi asılı kalıyordu.
Masa, topraklarında kimsenin hakkı olmayan, dört krallığın da sınırına eşit mesafede yer alan eski bir harabenin içinde kurulmuştu. Yıkılmış sütunlar, savaşların izlerini taşıyan taş duvarlar ve zamanın unuttuğu bir yer...
Tıpkı bu masanın başına oturanlar gibi; unutulmuş kinlerin, bitmemiş savaşların, yarım kalmış intikamların yüküyle doluydu.
Altun, sırtını geriye yasladı. Omuzlarında kürkünden dökülen kar taneleri vardı. Sessizdi. O konuşmadan önce, kurtları bile ulumazdı. Ancak gözleri konuşuyordu. Kaelan'a kilitlenmişti. Kaelan da ona.
Kaelan, sandalyesine otururken bile sanki her an sıçrayıp bir savaşın ortasına atılacakmış gibi gergindi. Elini masanın ahşabına koyduğunda, parmakları hafifçe titredi; öfkeden mi yoksa sabırsızlıktan mı belli değildi.
Tyran, gözlerini devirdi. "Bunu konuşacak ne var ki? Eğer Vaelkar uyanmışsa, hepimiz için son kaçınılmaz. Ama ne hikmetse burada bir anlaşma yapmaya çalışıyoruz, değil mi?"
Elion, içini çekti. Parmaklarını birbirine kenetledi. "O, sadece bir efsane," diye fısıldadı. Ancak sesi kararsızdı. Belki de buna kendisi bile inanmıyordu.
Altun, bir kaşını kaldırarak gülümsedi ama bu gülümseme, içinde kin ve alay taşıyan bir keskinlikteydi.
"Efsaneler de bir zamanlar gerçektir. Ama ben asıl buradaki efsaneye inanıyorum. Dört kralın aynı masaya oturduğu bir masal anlatılırdı, çocukken dinlediğim. O masal, herkesin birbirini öldürdüğü yerde biterdi. Bakalım gerçek nasıl yazılacak?"
Kaelan masaya eğildi, sesi soğuktu. "Sana bir şey diyeyim mi, Altun? O masaldaki krallardan biri ihanete uğrayarak öldü. O rol sana yakışır."
Altun, tehditkâr bir şekilde başını yana eğdi. "İhanet etmek için önce güvenmek gerekir, Kaelan. Sana güvenen oldu mu ki ihanet edesin?"
Kaelan, öfkeden dişlerini sıktı. Yumruğunu masaya vurduğunda, odadaki gerginlik neredeyse dokunulabilir bir hâl aldı. Elion ve Tyran gözlerini birbirine dikti.
Kahramanların bile diz çökeceği bir çağı başlatan kişi, burada birbirine nefretle bakan dört hükümdarın içlerinden biri olabilirdi.
Elion, gözlerini Kaelan'a çevirdi. "Eğer gerçekten bir anlaşma istiyorsan, kılıcını değil, dilini kullanmalısın. Ama elbette senin gibi biri için bu imkânsız."
Tyran alaycı bir kahkaha attı. "Sizden biriniz bile bu masaya anlaşma için oturmadı. Hepiniz, içten içe bu toplantının bir savaşın fitilini ateşleyeceğini biliyorsunuz. Birbirinize nasıl güveneceksiniz? Hangi geçmiş ihanetiniz unutulacak? Hangi kanın intikamı alınmayacak? Söyleyin bana!"
Bir an sessizlik oldu. Ama bu, fırtına öncesi sessizlikti.
Kaelan ayağa kalktı. Altun'un bakışları onun hareketini takip etti. Elion ve Tyran da bir adım geri çekildi. Kaelan, masanın üzerine eğildi, yüzü Altun'un yüzüne yaklaştı.
"Ne olursa olsun, senden emir almayacağım."
Altun başını yana eğdi. "Ben emir vermem, Kaelan. Ama kader verir. Ve bizden hangisinin kaderi burada yazılacak, işte onu göreceğiz."
Tyran sinirle kılıcını kınından çekti. "Yeter!"
Elion da elini belindeki hançere götürdü. Kaelan kılıcının kabzasına dokundu. Altun ise hâlâ gülümsüyordu. Ancak gözlerindeki tehdit, bir fırtına gibi yaklaşıyordu.
O an, soğuk bir rüzgâr masanın üzerindeki mumları söndürdü. Gece, dört hükümdarın üzerine çöktü.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |