
Elion, tahtına döndüğünde kendisini bekleyen şaşırtıcı bir mesaj buldu. Masmavi mühürlü bir mektup, haberciler tarafından ona ulaştırılmıştı. Elion, mührü parmaklarıyla incelerken, yüreğine bir huzursuzluk çöktü. Mektubu açtığında, satırlar ona tanıdık bir isim fısıldıyordu.
Naevor.
Tyran'ın sakladığı kardeşi, onu kurtarması için Elion'a yalvarıyordu. İşlerin bu kadar kritik olduğu bir zamanda, Tyran'ın küskünlüğünü kazanmak, kurulan kılı payı birliği tehlikeye atabilirdi. Ama Naevor orada, bir kulede, bir tutsak olarak bekliyordu. Elion'un vicdanı ile mantığı arasında bir savaş başlamıştı.
Elion, mektubu ellerinde evirip çevirdi, parmakları kağıdın üzerindeki mühürlü harflere hafifçe bastı. Göğsüne bir ağırlık çöktü. İçindeki fırtınaya rağmen titizlikle katladı ve iç cebine yerleştirdi. Onu görmezden gelebilirdi ama zihni buna izin vermeyecekti. Satırlar gözlerinin önünde yeniden belirirken, kalbinin derinliklerinde bir sancı hissediyordu. Vicdanı ve aklı, birbirine düşman iki savaşçı gibi çarpışıyordu.
Altun, ala kurdunun sırtında, uçsuz bucaksız bozkırın üzerinde süzülüyordu. Rüzgâr, kulaklarında eski şarkılar mırıldanırken, gözleri ufka dikiliydi. Savaş yaklaşırken, halkının geleceği omuzlarına bir dağ gibi çökmüştü. Ala kurt, sert toprağı hışırdatan adımlarıyla ilerlerken, Altun'un zihni geçmişin yankılarıyla doluydu.
Bir hükümdar olarak her zaman güçlü olmalıydı, ama içindeki huzursuzluk onu yiyip bitiriyordu. Bozkırın sonsuzluğunda bile, yaklaşan fırtınanın gölgesi kalbini daraltıyordu. Fakat fark etmediği bir şey vardı; Ala kurt, alışılmadık şekilde kendi iradesiyle hareket ediyordu. Sanki görünmez bir güç, onu hep aynı noktaya döndürüyordu. İlerliyor, ama başladığı yere geri dönüyordu.
Altun, kaşlarını çattı. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, bozkırın içinde kaybolmuş gibiydi. Ala kurdun sırtında, yüreğine bir ağırlık oturmuş halde, bir kez daha ileri sürdü kendini. Ama artık biliyordu: Kendi toprağında bile yabancıydı ve bir şeyler onu yolundan çeviriyordu.
Fakat bir an geldi ve fark etti ki, tekrar ormanın girişindeydi.
Kaşlarını çattı, geri dönmediğini biliyordu. Ama buna rağmen, ne kadar ilerlerse ilerlesin, hep başta buluyordu kendisini. Ala kurt, onun istemi dışında hareket ediyordu. Bu, Altun'un ilk defa yoldaşına söz geçirememesi demekti.
Altun, dişlerini sıkarak, Ala Kurdun sırtında ilerlemeye devam etti. Bozkırın sınırlarını zorluyor, ama her defasında başladığı yere geri dönüyordu. Rüzgâr, fısıltılarla kulağına bir şeyler söylüyor, ama Altun onları anlamıyordu. Ala Kurt, daha önce hiç olmadığı kadar kararlıydı; sanki bir güç onu bilinçli olarak yönlendiriyordu.
Ve sonra, aniden fark etti. Önünde uzanan ağaçların gölgesi, bilinçsizce geçtiği sınırın işaretiydi. Bozkırdan ormana adım attığını, ancak ormanın içindeki ağır ve baskılı havayı hissettiğinde anladı. İçine tuhaf bir ürperti yayıldı. Orman, onu içeri almıştı.
Burası Kaelan'ın topraklarıydı.
Ve buraya izinsiz girmek, savaş ilan etmek demekti. Ama artık geri dönüş yoktu. Ormanın derinlikleri, bir girdap gibi onu içine çekiyordu. Bir kez adımını attığında, çıkmak, girmekten çok daha zor olacaktı.
Bir şeyler yanlıştı. Ama neyin yanlış olduğunu, ancak çok geç olduğunda anlayacaktı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |