
Altun'un büyük çadırının içi, geniş bir masanın etrafında toplanmış danışmanlarıyla doluydu. Çadırın kalın kumaşları rüzgârın uğultusunu kesiyor, içerideki ağır havayı daha da bunaltıcı hale getiriyordu. Meşalelerin titrek ışıkları, bronz işlemeli ahşap sütunların üzerindeki kurt başı motiflerini parıldatıyordu. Ancak o an çadırın içindeki en parlak şey, Altun'un gözlerindeki ateşti.
Hükümdar Altun, dimdik ayakta, omuzlarına dökülen siyah örgülü saçları ve keskin hatlı yüzüyle etrafına korku ve hayranlık saçıyordu. Kürklü pelerini arkasında dalgalanıyor, kollarındaki gümüş bilezikler kılıcının kabzasına her dokunduğunda ışıldıyordu.
Gözleri, masanın etrafındaki adamlara tek tek kilitlenirken, derin bir nefes aldı ve buz gibi sesiyle konuşmaya başladı.
"Hepiniz burada, krallığın en yüksek meclisinde bulunuyorsunuz. Bunu asla unutmayın! Buraya boş yere toplanmadık. Krallığımızın içinde bir hain var! Ve ben o haini bulana kadar ne huzur bulacağım ne de bir an olsun duracağım! Kendi kanımdan beslenen bir leş yiyici aramızda... Ama bilin ki, er ya da geç onun boynunu kendi ellerimle kıracağım."
Gözleri etrafında dolaştı. Masadakilerden bazıları, öfkesi karşısında dillerini yutmuş gibiydi. Birkaç kişi, ellerini yumruk yaparak masanın üzerine koymuş, ama ses çıkarmaya cesaret edememişti. Altun, gözleri kısılarak devam etti.
"Son zamanlarda planlarımız bozuluyor, baskınlarımız başarısız oluyor, gizli bilgilerin düşmanın eline geçtiğini görüyoruz. Ben size güvenmek istedim! Ama aranızdan biri güvenimi ayaklar altına aldı. Kurtlarımın içinde bir çakal dolaşıyor!"
O sırada, Altun'un sağında duran siyah kürklü devasa kurt, uluyarak ayağa kalktı. Hayvanın keskin dişleri, meşale ışığında parıldıyordu. Altun, elini usulca kurdunun başına koydu ve alaycı bir gülümsemeyle devam etti:
"Kurtlar ihanet etmez. Ama insanlar... İnsanlar ihanet eder. Ve ben de bir insanım. Ama affetmeyi bilen bir insan değil!"
Bir anda, belindeki kılıcı hızla çekti ve büyük bir gürültüyle masaya sapladı. Odadaki herkes irkilmişti. Ahşap masa, kılıcın darbeyle içine gömülmesiyle titredi. Bazıları nefesini tuttu, kimisi gözlerini kaçırdı. Birkaç cesur adam yerinde kıpırdanarak konuşmaya yeltendi ama kimse ilk sözü söylemeye cesaret edemedi.
Sessizliği, Altun'un en güvendiği yaşlı bilge Tanuk bozdu. Adam, sakallarını sıvazlayarak bir adım öne çıktı ve bozkır rüzgârı gibi derin ve yavaş bir sesle konuştu:
"Hükümdarım... Haini bulacağımıza şüphem yok. Ama yalnızca haini bulmak yetmez. Krallığımız büyük bir felaketin eşiğinde olabilir."
Altun'un gözleri kısıldı. "Ne demek istiyorsun, Tanuk?"
Tanuk gözlerini kısarak devam etti. "Kızıl Ateşlerin Diyarından bir haber geldi. Vaelkar... Uyanmış."
Bu söz üzerine masada uğultular yükseldi. Bazıları kısık sesle lanet okudu, bazıları ise fısıldaşarak konuşmaya başladı. Altun'un sadık generallerinden birisi olan Aruz, yüzüne yerleşen sert ifadeyle gözlerini masadakilerin üzerinde gezdirdi. Fısıltıları bir çırpıda susturacak bir sesle sordu:
"Vaelkar... O lanetli yaratık gerçekten uyandı mı?"
Tanuk başını yavaşça salladı. "Evet. Ve Tyran, diğer krallıklarla birleşmemiz için bize bir mektup gönderdi."
Masadakiler bir anda daha da hararetle konuşmaya başladı. Kimisi bu fikri doğru buluyor, kimisi ise şiddetle karşı çıkıyordu.
"Bizim o kibirli ateş hükümdarıyla işimiz olmaz!"
"Bizi yıllarca küçümsedi! Şimdi mi yardıma ihtiyacı varmış?"
"Altun, onlara güvenemezsin!"
Altun, onları susturmak için elini kaldırdı. Gözleri, kılıcına saplandığı masanın çatlamış yüzeyinde gezindi.
Tyran... O aşağılık kibirli adam. Ona asla güvenemezdi. Hem de asla. Onun yüzünden ablasını ve sevdiğini kaybetmişti. Kalbi, geçmişin derin yaralarıyla sızladı. Ama şimdi yalnızca intikam peşinde değildi; krallığını ve halkını korumak zorundaydı.
Altun derin bir nefes aldı ve gözlerini Tanuk'a dikerek sert bir sesle konuştu:
"Bu konuda aceleyle karar vermeyeceğim. Ama asla ve asla düşmanımla aynı sofraya oturmaya gönüllü değilim."
Toplantıdaki herkes onun kararını bekler gibi ona baktı. Ama Altun, bir şey söylemedi. Gözleri kılıcına, yanındaki kurduna ve masadaki çatlaklara odaklandı. Kararsızlık, ilk defa yüzüne bir gölge gibi düştü.
Bu ittifak, düşmanıyla bir araya gelmek, geçmiş yaralarını açmak anlamına mı geliyordu? Yoksa halkını korumak için tek çaresi gerçekten de bu muydu?
Odanın içinde sessizlik yankılandı. Kimse ona baskı yapmaya cesaret edemedi. Ve böylece, kararını vermemiş ama tartışmayı da bitirmiş şekilde toplantıyı dağıttı.
Dışarı çıkarken, kurtları rüzgâra karşı uluyordu. Bozkır, henüz kaderinin ne olacağını bilmiyordu. Ama Altun, içten içe fırtınanın çoktan yaklaştığını hissediyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |