18. Bölüm

ORMANIN KALBİ

Tuğba
tugba_mortaldance

Ormanın derinlikleri her zaman Kaelan'a fısıldardı. Ağaçların hışırtısı, rüzgârın taşıdığı toprak kokusu, hayvanların sessiz gözleri... Hepsi ona bir şeyler anlatırdı. O gün de farklı değildi. Ormanın dokusunda bir değişim vardı. Kaelan bunu hissetmişti.

Fakat Kaelan'ın hissettiği bu değişimi yalnızca kendisi değil, halkı da fark etmişti. Bir yabancı vardı ormanda. Sessiz ama yankılanan bir varlık, ormanın özüne dokunmuştu. Halk Kaelan'a haber getirdiğinde, tek bir kişiden söz ediyorlardı:

Altun.

Ancak bu durum Kaelan'ın krallığında yankı uyandıran tek şey değildi. Halk, uzun süredir Kaelan'ın biriyle evleneceğini düşünüyordu. O kişi, Ilythia idi. Kaelan'a olan aşkı herkes tarafından biliniyordu. Derin, sarsıcı, tutkulu bir aşktı. Öyle ki, halk çoktan onları birbirine layık görmüştü. Ama Ilythia'nın kalbindeki bu sevgi, bir başka duyguyla da sarılıydı: nefret.

Altun'a karşı duyduğu nefret.

Bunu Altun'la ilk karşılaştığında gizleyememişti. Gözlerindeki buz gibi soğukluk, yüzüne düşen gölge, hatta kelimelerini sararken bile içinde taşıdığı kıskançlık, ona ihanet etmişti.

Fakat Altun, onun hislerinin farkında bile değildi. O an tek düşündüğü, kurdunun ona oynadığı garip oyundu.

Altun, dizginleri sıkı sıkıya tutmasına rağmen kurdunu durduramıyordu. O her zamankinden farklıydı. Yolunu biliyormuş gibi, hiç duraksamadan, kararlı adımlarla ilerliyordu. Normalde en ufak bir komutunu dahi sorgulamadan yerine getiren yaratık, şimdi kendi yolunu çiziyordu.

Altun, içindeki rahatsız edici hisse rağmen hayvanın peşinden gitmeye devam etti. Kendi iç sesi bile ona 'Dur, geri dön' diyordu ama o, içindeki merakın peşinden gitmeyi seçti.

Sonunda, kurt durdu.

Altun nefesini tutarak başını kaldırdı. Gördüğü manzara karşısında bedeni kilitlendi, düşünceleri suskunlaştı, hatta kalbi bile atmayı unuttu.

Önünde devasa bir ağaç yükseliyordu. Ama bu, sıradan bir ağaç değildi. Dallarında dünyada var olduğuna inanmadığı canlılar vardı. Küçük kanatlı varlıklar, ışık saçan kelebekler, minik ve ince vücutlu, zarif hareket eden periler... Olanları tahayyül edemedi.

Hatta... Gerçek olduğuna inanamadı.

İçten içe, bu manzaranın bir yanılsama, bir hayal olmasını diledi. Ama havada yankılanan o tuhaf titreşim, hissettiği o derinlik, zihnine kazınan görüntü... Hepsi ona bunun gerçek olduğunu haykırıyordu. Göğsü inip kalkarken, içinde kontrol edemediği bir ürperti dolaştı. Çünkü kurt, dizlerinin üzerine çökmüştü. Eğilmiş, başını hafifçe yere yaklaştırmıştı.

Sanki... Bir varlığa hürmet gösteriyordu.

Bu, Altun'un bildiği dünyanın sınırlarını yerle bir eden bir andı. Onun boyun eğmez, vahşi kurdu... Şimdi, bilinmez bir kudretin önünde saygıyla eğiliyordu.

Altun'un zihni altüst olmuştu. Neler olduğunu anlayamıyordu. O an dizginleri elinde tuttuğu dünyası, tamamen tersine dönmüştü.

Ve sonra...

Ağaç konuştu.

Ses, derinlerden, toprağın kalbinden yükselen bir yankı gibiydi. Gür, kadim ve zamana meydan okuyan bir tını ile yankılandı:

"Kelimeleth... An'velya... Shar'torhen..."

Bu sözler, kulaklarında yankılanırken, Altun'un zihninde anlamları belirdi. Sanki... Sanki ağaç, ona çok eski, unutulmuş bir dilde fısıldıyordu.

Kaelan'ın savaşçıları, nefeslerini tutmuş bir halde donup kaldılar. Bunu... Bu olmamalıydı.

Bu imkânsızdı!

Ağaç, yalnızca Kaelan'ın soyundan gelenlerle konuşurdu. Kaelan'ın ataları dışında kimseyle bir bağ kurmamıştı. Ama şimdi, ilk kez, yüzyılların suskunluğunu bozarak bir yabancıya seslenmişti.

Altun'un avuçları terledi. İçinde garip bir huzursuzluk ve hayranlık, aynı anda yükseliyordu. Sanki yıllardır duyulmayan bir çağrı, en derin köşelerinden kopup ona ulaşmıştı. Ağaç neden onu bekliyordu? Hangi sırların eşiğindeydi?

Kurdu hâlâ eğilmiş haldeydi, sadakatle, itaatkâr bir şekilde bekliyordu. Ve ormanın her köşesindeki canlılar... Sessizlik içinde Altun'un cevabını bekliyor gibiydiler.

Altun, ağır adımlarla bir adım öne çıktı, sesi kısıktı ama içinde yankılanan sorular kadar derindi:

"Bana ne anlatacaksın?"

Ağaç, rüzgârın melodisiyle cevap verecekmiş gibi hışırdadı. Ve sonra, gökyüzüne kadar uzanan varlığıyla, çok daha derin bir sırra işaret eden sözlerini fısıldadı:

"Sana anlatacak çok şeyim var...

Ama önce, gözlerindeki karanlığı görmek istiyorum.

Ruhunun derinliklerine bakmak, gölgelerinde kaybolmuş olanı duymak istiyorum.

Uzun zaman boyunca sustum.

Uzun zaman boyunca bekledim.

Ve şimdi... Nihayet, kaderin taşları yerine oturuyor. Hazır mısın?"

Altun'un gözleri korkuyla, hayranlıkla ve tarifsiz bir şaşkınlıkla büyüdü. Ağaç... Konuşuyordu. Ama daha da önemli olan şey, onunla konuşuyordu!

Kaelan ve savaşçıları bu manzara karşısında adeta taş kesildi. Bunu... Bu mucizeyi... Kaelan'ın soyundan olmayan kimseye daha önce konuşmamıştı. Ama şimdi, ilk defa... Bir yabancıyla konuşuyordu.

Ve bu, her şeyi değiştirebilirdi.

 

Bölüm : 18.03.2025 23:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...