
KAN, TOPRAĞA DÜŞTÜĞÜNDE , DÜNYA NEFESİNİ TUTTU
Vaelkar ve Lira, insana benzeyen , Elf benzeri ama kendilerine özgü bir türünün üyeleriydi. Yüksek, ince yapılı, uzun ömürlü ve doğasıyla derin bir bağları vardı. Ancak Elflerden farklı olarak, onlar daha savaşçı, daha sert ruhlu bir halktı.
Yüzyıllar boyunca güçlü bir uygarlık kurmuş ve kendi diyarlarında huzurlu bir yaşam sürmüşlerdi. Kendilerine "Eydrialı" derlerdi. Eydrians, insanların benzer özellikleri geliştirmiş olsa da, vücutları ışıkla dans eder gibi , doğa elementleriyle çalışmalarda bulunan varlıklardı.
Ancak insanlığın, bu türün gelişmesinin farkına vardığında, korku ve kıskançlıkla dolu bir düşmanlık beslediler. Eydriyalılar, insana benzer bir şekilde düşünsel kapasiteye sahip ama daha derin ve mistik güçlere sahiptiler. Uzun yıllar boyunca barışçıl bir toplum olarak yaşamışlar, ancak insan ırkı Eydrians'ın gücünden korkarak onları yok etmek için savaş açtılar.
Eydrians'a ait birçok efsane, onların üstün güçlere sahip yöntemleri ve insanlığın çözümleri, tehditlerinin sonucu ortaya çıktığını anlatıyordu. Bu nedenle insanlar, birer birer Eydrians'ları öldürüyorlar. Yaşamak için haklarını öldüren bir halk olarak, insanlığın sonunda Eydriansları azaltmayı silmeyi başardı. Vaelkar ve Lira, Eydrians'ın son kalıntılarından ikisiydi ve onların büyük aşkı da, insanlığın yok etmeye çabaladığı son umutlardan bir tanesiydi.
Kuzgunlar, gökyüzünü karanlık tüyleriyle lekelemişti. Gri bulutlar, gün ışığını yutuyor, göğün derinliklerinden yankılanan rüzgâr, ölümün fısıltılarını taşıyordu.
Vaelkar, kolları zincirlerle bağlı, dizleri kan içinde, soğuk taşların üzerine çökmüş haldeydi. Gözleri, zalim insanların kurduğu darağacına kilitlenmişti. O darağacı, dünyasının yıkılacağı yerdi. Lira...
İnce bedeni, sert iplerle bağlanmış, rüzgârda savrulan gece siyahı saçlarıyla bir hayalet gibi duruyordu. Gökyüzü bile onun yasını tutarcasına ağlıyordu. Lira'nın solgun yüzünde korku yoktu, sadece derin bir hüzün vardı. Gözleri, Vaelkar'ın gözlerine kilitlenmişti.
Sanki ona son kez fısıldıyordu: "Beni unutma."
Lakin unutmak mümkün müydü?
Vaelkar, göğsünde alevlenen zehirli bir öfke ile çırpındı. Zincirleri kan içinde kalana kadar çekti, kükredi, adını bilmediği tanrılara lanetler savurdu. Ama insanlar, merhametten yoksun, Lira'yı darağacına çektiler. Kalın ip, narin boynuna dolandı.
Rüzgâr durdu.
Dünya sessizleşti.
Ve Lira'nın bedeni boşluğa bırakıldı.
İlk önce kemiklerin çatırdama sesi duyuldu. Sonra, sessiz çığlıkların, hıçkırıkların yankısı... Ama en korkuncu Vaelkar'ın sessizliğiydi. O an, gökyüzü yarıldı, kara bulutlar iç içe geçti. Yağmur kan gibi toprağa düştü. Vaelkar, sadece izledi. Onun dünyası, Lira'nın cansız bedeniyle birlikte asılı kalmıştı.
Ama insanlar yetinmedi.
Öfke yetmemişti. İpleri kestiler, Lira'nın cansız bedenini yere attılar ve kılıçlarını kaldırdılar. Bir tanesi, acımasız bir kahkaha attıktan sonra ilk darbeyi indirdi. Lira'nın beyaz elbisesi kana bulandı. Bir diğeri de katıldı, sonra bir başkası...
İnsanlar onun cansız bedenini parçalarken Vaelkar'ın içinde bir şeyler kırıldı. Bir zamanlar insana ait olan ne varsa, o an paramparça oldu.
Kan çamura karışırken, o yemin etti.
Öfkesi, yıldırımlar gibi gökyüzüne yükseldi. Öyle bir yemin etti ki, dağlar yankılandı, ağaçlar kurudu, nehirler karardı.
"İnsanlık...!
Kendi yarattığı karanlıkta boğulacak.
Tüm krallıkları küle dönecek.
Beni zincirleyenler, bana ihanet edenler, Lira'nın kanına elini sürenler... Hepsi! Gün gelecek, bana yalvaracaklar, ama merhamet bulamayacaklar.
İnsanlığın adı, gökyüzünden silinene kadar yeminimden dönmeyeceğim!"
Ve o gün, yıldızlar söndü.
Vaelkar'ın bedeni, öfkesinin ağırlığını taşıyamadı ve karanlığa gömüldü.
Toprak onu yuttu, zincirleriyle beraber, lanetiyle beraber...
O artık bir ölüydü.
Ama ölüler bazen geri dönerdi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |