
ÇARESİZ BEKLEYİŞ
Bu sözün üzerine Tevfik bir şey demeden yürümeye başladı. Mirali öylece arkasında kalmıştı. Düşmüş omuzları üzüntüsünü gün yüzüne çıkartıyordu. İstemeye istemeye evin avlusundan içeri girmişlerdi. Önde Tevfik arkada boynu bükük Mirali vardı. Aziz tarladan eve öğlen yemeği için gelmişti. Sofrada yemeğini yerken gelen misafire şaşkın gözler ile bakarken arkasında saklanırcasına duran oğlunu fark etti. Bir şeyler olduğunu anlayan Aziz önündeki tepsisini kenara koyup misafirini yanına buyur etti. Tevfik Aziz'in yanına otururken Mirali ellerini namaza duracak gibi önünde kavuşturmuş duruyordu. Babasının gözlerine bakmaktan ölesiye utanıyordu.
"Hoş geldin sefa getirdin Tevfik Efendi." Elini Aziz'in dizine dostça vurarak "Hoş buldum Aziz Efendi."
Aziz bakışlarını oğluna çevirip yüzünü incelemeye başladı. Kızaran gözleri, sararan teni, sıkmaktan beyazlaşan parmak boğumları Azizi ürkütüyordu. Babasının karşısında bu hale gelecek ne olmuş olabilirdi ki. "Neler oluyor Tevfik Efendi anlat bakalım."
"Akıllı adamsın vesselam." deyip gülümsedi Tevfik. Ortamı yumuşatmak istiyordu ama ne mümkün. Tekrar eski yüz ifadesine dönüp olayları usulünce anlatmaya başladı. Yer yer Aziz'in yüz hatları geriliyor Mirali'ye kızgın bakışlar atıyordu. "Olan biten bundan ibaret Efendi. Akşam al oğlunu gel konuşalım bu hali çözelim."
"Çözeriz elbet. Amma anlamadığım bir yer var. De bakalım Mirali kız ile ahırda ne işin vardı? Oğlanı kaçırdıktan sonra ne diye dönüp tarlaya gelmedin oğul?" Oğul kelimesini o kadar tok söylemişti ki. Öfkesini bastırma çabası ortaya çıkıyordu. Tevfik hemen söze girdi "Haklısın, işin içinde anlatmadığım ama önemli olan bir şey var."
Mirali konunun nereye geldiğini anlayıp iyice gerilmeye başladı. "Ne kızın gönlü varmaya ne de Yusuf efendinin kızı o adama vermeye gönlü var. Dersen ki bu bizi ne ilgilendirir, asıl orada başlıyor derim. Mirali ve Bige kızım birbirlerine sevdalanmışlar. Biz büyüklere de onlara ön ayak olmak düşer. Araya girmek isteyenlere de fırsat vermemek gerek. Hem siz Yusuf Efendiler ile akrabasınız. Eldense siz öncelikli gelirsiniz. Yusuf'ta bunun bilincinde olup ılımlı davranacaktır." Aziz gözleri ile oğlunu gösterip "Demek gerçekten utanıp sıkılacağı bir mevzu varmış. Bu halde olmayı hak etmiş. Sen hangi cesaret avlularından içeri girersin? Ne had ile yalnız başınıza ahıra girersiniz? Hiç mi aklın kesmez oğul! Gören duyan olmaz mı sanırsın! Allah'ı da unutursun zar. Ah ben ne dem Tevfik Efendi?"
"Haklısın Efendi. Cahilliğine ver. Gel akşam oturup konuşalım bu mevzuyu."
"Ben ne diyeceğim adamlara. Ahırda ne işleri vardı demezler mi?"
"Derler elbet. Ama denilen gibi değil. Doğrusu ne ise o anlatılacak."
"Bak Efendi namus bu. Dile alınıp konuşulmaz. Hele gösterilecek iki şahite biz ne edeceğiz?"
"İftira ederler, anlattım ya evvel."
"Sen ben biliriz iftiradır. Mahallede duyanlar inanır mı sanırsınız? Şimdiden dolamışlardır dillerine."
"Onların ağızlarını kapatmak içinde bir hal yol bulmak gerek."
Aziz duydukları karşısında ne diyeceğini bilemiyordu. Evladının halden hale giriyor oluşu yüreğini yiyip bitiriyordu. Mirali kendini zor bir duruma düşürmüştü. Bir iftiraya zemin oluşturmuştu. Baştan sona haksızdı.
Mirali güçlükle başını kaldırıp babasının gözlerine baktı. Baba oğulun gözleri birbirine değdiği an kalpleri konuşmaya başlamıştı. Dilin dönmeye mecali yoktu. Sözlerin ise hükmü kalmamıştı. Geriye kalan tek şey akşamı beklemekti. Akşamı beklemek bir ızdıraptı. Mirali kendini ya ipin ucunda bulacaktı ya da cennete açılan bir kapıda. Babası artık her şeyi biliyordu. Sevmek günah değildi ama Mirali utanıyordu. Hem de çok utanıyordu. Bu şekilde öğrenilmesi ona hiç yakışmamıştı. Babasının karşısına kendi geçip "Baba ben sevdiğim kız ile evlenmek istiyorum." demeliydi. Böyle çetrefilli işler ona ve babasına yakışmıyordu.
Mirali kafasında dönen felaket hayalleri ile bahçenin kuytu bir kenarında oturuyordu. Yatsı ezanının okunmasına çok az bir zaman kalmıştı. Yüreği korkuyla doluydu. Minareden yükselen ezan sesi Mirali'nin vücudunda fevkalade bir titremeye sebep oluyordu. Ezan ile birlikte ellerini semaya açıp Allah'tan yardım istemişti. Biliyordu Rabbi onu yalnız bırakmayacaktı. Abdest almak için ibriğin başına geçti. Tenine değen her su tanesi ile biraz daha rahatlıyordu. Su bütün sıkıntısını söküp alıyor gibiydi. Babasına olan mahcupluğundan içeriye bir türlü giremiyordu. Bir şey sorar ya da söylerse ne derim diye korkuyordu. Annesi ve kardeşleri ne kadar ısrar etse de sofraya oturmamıştı. Aile halkı meraklı sorular soruyordu ama baba oğulun ağzını bıçak açmıyordu. "Akşama işimiz var gideceğiz" sözünden başka bir şey diyen yoktu. Mirali bahçede yere serdiği kilimin üzerinde namazını kılmaya başladı. Olabildiğince uzun sureler seçiyordu. Ama ne çare vakit gelmişti ve kaçış yoktu. Tesbihadını yapmış, bugün ona seccade olan kilimin üzerinde oturmuş gökyüzünde süzülen yıldızları izliyordu. Bu akşamın iyi sonuçlanması için dualar ediyordu. Huşu içinde oturan Mirali'yi silkeleyen babasının "Hadi düş önüme" demesi oldu. Oturduğu yerden doğrulup babasının ardından yürümeye başladı. Aziz bahçenin tahta kapısını açarken bir an durakladı. Onunla birlikte Mirali de durmuştu. Başını eğmiş bir vaziyette babasının ne yapacağını merakla bekliyordu.
Oğluna dönüp "Bu yaşına kadar bir kere bile beni üzmedin. Seni, kalbini bilirim elbet ama böyle bir şekilde adının anılması olmadı. Yakışmadı. Şimdi o evin kapısından geçip doğruları konuşacağız. Aranızda bir şeyin geçmediğini bir yanlış anlaşılma olduğunu söyleyeceksin. Sadece konuşma maksatlı oradaydın. Unutma." Mirali ağzını açıp "Ama seviyorum ve onun ile evlenmek istiyorum" diyemedi.
Babasının peşine takılıp öylece yola koyuldu. Sokakların boşluğu Mirali'yi yalnızlaştırıyordu. Evlerin pencerelerinden süzülen bir avuç ışık aydınlatıyordu yollarını. Toprağa usulca değen lastik ayakkabıların çıkarttığı sesler ninni gibi geliyordu kulaklara. Mirali babasının belli belirsiz varlığını gösteren gölgesine sığınmıştı. Her bir adımında yüreği titriyor, insanların karşısına çıkmaktan imtina ediyordu. Eceline çare yoktu elbet. Ama Mirali bütün cesaretini sırtlanıp aşkı için savaşacaktı. Bu ithamlar karşısında güçlü duracaktı. Adına yakışmayan bir konu ile anılıyor olmanın üzüntüsünü bir kenara bırakıp çıkış yolu için var olacaktı. Kaçınılmaz son gelmiş Bigelerin evinin önüne gelmişlerdi. Aziz bahçe kapısını açmak için elini kaldırdı. Bir an duraksayıp oğlunun yüzünü süzdü. Öğlenin aksine daha emin bakışlar vardı gözlerinde. Başı ve omuzları dikti. Haklılığını kanıtlamaya hazır duruyordu. Aziz eskimiş ahşap bahçe kapısını açtı. Evin giriş kapısına doğru giderken arkalarından tekrar ahşap kapının açılma sesini duydular. Tevfik efendi gelmişti. Baba oğulun yanına yarı koşar adımlarla geldi. "Sizi kapıda yakaladığım iyi oldu" dedi. "Hayırdır Efendi ne oldu?"
"Olan bir şey yok telaş etme. Bir iki diyeceğim var."
"De hele."
"Bu gelecek adamlar sizin gibi laftan sözden anlayan tipler değilmiş. Bir iki sordurdum. Aman ha deyim fazla muhatap olmamaya çalışın. İşi çirkinleştirmesinler. Bizim sözümüz Yusuf Efendi'ye." Tevfik uyarısını yaptıktan sonra kapıyı çaldılar.
Kapıyı Hatice Hanım açmıştı. Kaşları çatık, burnundan soluyordu. Kadın öfkesini daha nasıl açığa vururdu bilmiyordu ama öfkesinin çürük kokusu mide bulandırıyordu. Hatice sinsice Mirali'nin önünü kesip "Senin gibi namusa göz koyan bir adamı avlumdan içeri sokmazdım ama Yusuf Bey'e dua et." diye fısıldadı. Mirali hiçbir söz etmeden içeriye doğru yürüdü. Sedir kaplı salonun baş köşesinde oturmuş gelenleri buyur eden Yusuf, Mirali'yi görmesiyle kaşlarını çattı. Karısı ile aynı tavırda olması Mirali'yi ürkütmüştü. Usulca babasının yanına oturdu.
Tevfik Efendi ise Yusuf Efendi'nin yanına baş köşeye geçmişti. Geriye sadece o adam ve oğlunun gelmesi kalmıştı. Salonda oturan üçlü konuşmadan öylece gelecekleri bekliyorlardı. Ortam o kadar sessizdi ki nefes sesleri Mirali'nin sabrını sınar cinstendi. Kafasını dağıtmak için salonu incelemeye başladı. Salon, duvarlarını çevreleyen bordo desenli sedirler aynı renk kalın yün halılarla bezeliydi. Nakış işlemeli güneşlikler, kanaviçe işlenmiş tablolar ile uyum sağlıyordu. Naftalin kokulu salonun havası bir anda içeriye girenler ile birlikte bozulmuştu. İki kişi olmalarına rağmen o kadar büyük bir gürültü ile giriş yapmışlardı ki.
Salondaki herkes büyük bir rahatsızlık duymuştu. Pişkin ifadeleri ile yerlerini alan baba oğul üsluptan bir haber konuşmaya başladılar. "Gelin kızım gelip bir elimi öpeydi, hoş geldiniz diyeydi. Özrünü dileyeydi. Bakarsın affederim onu, hal olur mesele. Böyle millet ile yüz göz olmamıza gerek kalmaz." Yusuf Efendi konuşmalardan rahatsız olmuştu. Yüzünde kendini açık bir şekilde gösteren öfke karşı tarafa işlemiyordu. Tevfik emmi olaya el atıp konuşmaya başladı. "İlk önce hoş geldiniz Efendi. İsmin cismin nedir de hele."
Adam kendini beğenmiş bir eda ile "Adım Cemildir Efendi. Adilcevaz da kime sorsan söyler beni. Büyük bir çiftliğin sahibiyim. İleri gelenlerindenim. Hatırım da sözüm de geçer evvel Allah." Kendini öveme faslını bitirdikten sonra "Oğlum Yavuz da babasının yolunda ilerler. Neyim var neyim yok onundur. Bir dediğimi iki etmez. Edemez de izin vermem. Babasının sözünde, işinde gücünde bir çocuktur." Adam konuşmalarında o kadar fazla tonlama yapıyordu ki. Odadaki herkese göz dağı veriyordu sanki.
Tevfik "Olanları oğlun sana anlatmıştır. Ama bir de bizden dinle."
"Dinleyecek bir şey yok Efendi. Oğlum müstakbel nişanlısını görmeye gelmiş. O esnada aralarında bir tatsızlık olmuş. Olabilir gençler, toylar sonuçta. Ama oğlum özür dilemek için geri döndüğünde tanık oldukları hiç hoş şeyler değil. İzahını nasıl yapacaklar ne anlatabilirler? Bana kalsa torununu almam Yusuf Efendi. Oğlum diretmese bu kapıya gelmezdim bile. Kaldı ki bu saatten sonra da bizden başka alanı olmaz. O yüzden namus meselesini uzatmadan bizden özürlerini dilesinler. Cezalarını ödesinler. Bizde bunları görmemiş olalım."
Bu söylenenler karşısında Mirali öfkeden oturduğu yerden bir hışımla kalktı. Onunla birlikte oturan herkes ayaklandı. Bir kıvılcım çaksa alev alacaktı ortalık. Yusuf Efendi gür sesi ile "Otur Mirali." diye emir verdi. Aziz oğlunu omuzlarından bastırarak zorla yerine oturttu. Ardından herkes yerlerine oturdu.
Yusuf "Hayırdır Cemil ne zaman sana kızı verdim de böyle konuşur oldun? Oğlunun ne haddine de torunumu itip kakar? Sen önce bunun izahatını ver." Cemil kötü bir kahkaha atıp "Ne olmuş bir kolundan tuttuysa. Suçu yanlış yerde arıyorsun Efendi."
"Kimse benim torunumun canını yakamaz!" diyerek Cemilin üstüne yürüyen Yusuf'u Tevfik durdurdu. "Size verilecek kız yok haydi uğurlar ola."
Bu sefer hışımla ayağa kalkan Cemil olmuştu. "Torununun namusu birkaç güne dillere düşmeye başladığında da bakalım aynı şekilde kükrüyor olacak mısın? Yürü Yavuz gidiyoruz."
Yavuz şekeri elinden alınan bir çocuk gibi "Ama baba." dedi.
"Sana düş önüme dedim. Başka bir herifle bastığın kızdan ne umarsın anlamam."
Yusuf Tevfik'in, Mirali de babasının ellerinden kurtulabilselerdi Cemil bu evden iki ayağı üzerinde çıkamayacaktı. Sert geçen görüşmenin ardından Tevfik Yusuf'u sakinleştirmek için başka bir odaya götürdü. Yusuf başını iki elinin arasına almış kara kara düşünüyordu. Ne yapacaktı şimdi. Torununun adının lekelenmesinden o kadar korkuyordu ki. Küçük yerde yaşanılanların duyulması an meselesiydi. Kim bilir şimdiden neler konuşulmaya başlanmıştı. Mirali ve Aziz hala olanların stresi içerisindelerdi. Adamın sarf ettiği laflar fazlası ile can sıkmıştı. Aziz Tevfik'in uyarılarına istinaden sessiz kalmıştı.
İçeride nelerin olduğunu bilmeden oturmak Mirali'yi yiyip bitiriyordu. Salon halısının tüm desenlerini ezberlemişti. Derin bir nefes alıp bıkkınlığını dışa vurmuştu. Biraz sonra ikili odadan çıkıp yanlarına gelmişti. Tevfik'in yüzünde belli belirsiz bir mutluluk vardı. Mirali bu tebessümü zar zor okuyabiliyordu. Yusuf ise başını eğmiş memnuniyetsizliğini sergiliyordu. Meraklı gözler ile Tevfik'in ağzından çıkacakları bekliyorlardı.
Tevfik oturuşunu dikleştirip konuşmaya başladı. "Aziz Efendi şimdi al git oğlunu. Yarın akşam ailen ile birlikte tekrar buyurun gelin. Gelirken çiçeğin ve çikolatan da olsun." demişti.
Yüzündeki mutluluk bu sefer özgürlüğünü ilan etmişti. Saklamadan gizlemeden Mirali'nin gözlerine büyük bir gülümseme ile bakıyordu. Bakışları "Hallettim işini evlat." dercesine bir gurur bezeliydi. Ama ne olmuştu da olay buraya gelmişti. Aziz şaşkın bir halde "Gidelim elbet ama bu alınan karar nedendir?" Tevfik Aziz'in işleri bozmasından korkup hızla oturduğu yerden kalkıp "Bende Azizler ile kalkayım yarın Allah'ın izniyle gelirim." deyip baba oğlu önüne katıp Azizlere gelmişti. Bahçedeki sedirde oturmuş Tevfik'in diyeceklerini bekliyorlardı. "Anlat artık Efendi nedir bu? Nerden çıktı şimdi kızı istemek."
"Bu ne celal Aziz. Başka nasıl olmasını bekliyordun! Oğlan ile kız ahırda görülmüş bir kere. Karşımıza geçip oturan adamları da gördün. Hem size ceza kesiyor hem de kıza lütufta bulunuyor gibi oğlu ile evlendiriyor. Bu işin tek yolu var oda Mirali ile evlenmeleri. Mahallenin diline düşerlerse hal daha kötü olur. Kavgadan gayrısı bilinmiyor zaten."
Tevfik iki cephede savaşan bir asker gibiydi. Sözleri kurşunları, duruşu siperiydi. Büyük bir güç gösterip olayları buraya kadar getirmişti. Artık mühim olan bundan sonrasını hızlı bir şekilde halletmekti. Yusuf'u ikna etmek için fazla dil dökmesi gerekmişti ama başarmıştı. Torunu için en iyi seçeneğin Mirali olduğunu istemeye istemeye anlamıştı. Tevfik "Bak Yusuf gördün demi adamların üslubunu. Senin torun bunlara yakışır mı hiç de hele?
Bir de Aziz ve Mirali'ye bak. Hem akraban hem de saygıda kusur edecek tek hareketleri yok. Senin bu hayatta torunundan başka varisin yok. Senden sonra her şeyin onun olacak. Benim anladığım senin hanımın niyeti de bu varlığın kendi tarafında kalması. Bige'yi düşündüğü yok. Hem torunun hem de malın layığında olur. Bige gönlünce yaşar. Bir kızı bin kişi ister bir kişi alır Efendi. Laf söz kısmına gelirsek eğer nişan takıldıktan sonra kimse konuşmaya cesaret edemez. Ama işi uzatırsak insanlarında dili uzayacak benden sana söylemesi."
Tevfik'in sözleri Yusuf'un aklını allak bullak etmişti. Ama bir o kadar da haklıydı. Acaba torununun Mirali de gönlü var mı diye düşündü bir an. Bir diğerinden kaçarken başka bir ateşe atmak istemiyordu torununu. Ama başka çarede yoktu. Yusuf eğdiği başını kaldırıp Tevfik'in gözlerine uzunca baktı. Ne diyeceğini bulmaya çalışıyordu ama kelimeler yok olmuştu. Zihni bomboş bir derya gibiydi. Ağzından tek bir kelam döküldü "Yarın gelip istesinler."
Desteklerinizi ve yorumlarınızı bekliyorum ❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |