8. Bölüm

8. Bölüm

Tuğba Zerey Çelebioğlu
tugba_zeycel


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“Daha bir çeyize sahip çıkamıyorsun. Evlilik senin neyine?” deyip alaycı bir gülüş atmıştı. Bige öfkeden dişlerini sıkarken dedesi araya girip “Ne oldu kızım?” diye sordu.

Hatice’ye bakarken takındığı öfkeli bakışları dedesine dönünce medet uman küçük bir çocuğa dönmüştü. “Dede çeyizlerimi vermemiş. Ortada yoklar, lütfen bul ver eşyalarımı.”

Yusuf Hatice’ye dönüp yüzüne tükürdü. “Bunu da yaptın ha. Utanmadın mı hiç? Ne istersin şu garibin çeyizinden. Hemen sakladığın yerden çıkart getir. Yoksa boşarım seni kadın. Çabuk!” diye bağırdı. Bige dedesini ilk defa böyle sinirli görmüştü. Hatice tüm bağırış ve tehditlere rağmen asla geri adım atmıyordu. “Çeyiz burada değil. Nerede bilmiyorum. Düğün ahalisinden birine Bige’ye götürmesi için verdim.” dedi.

“Yaptığın şeyi asla kabul etmeyeceksin demi? Ama beni yıkamayacaksın. Evet bu sefer canımı fena yaktın ama bu son Hatice Hanım. Bu son.” deyip Mirali’yi de alıp dışarı çıktı. Evin bahçesinden henüz çıkmışken komşulardan biri Bige’yi durdurup “Neler oluyor Bige, ne bu bağırış?” diye sordu. “Sevgili babaannem çeyizime el koydu olan bu.” deyip kadını arkasında şaşkın bırakıp gitti. Eve geldiklerinde Aziz ve Hilde bahçede oturmuş yeni evli çifti bekliyorlardı. Bahçe kapısından içeri girenleri gören Hilde telaşla ayağa kalkıp “Neredesiniz siz?” diye sordu. Bige evin büyüklerini görmezden gelip odasına gitti. Anne ve babası ile yalnız kalan Mirali olan biten her şeyi anlattı. Hilde olanlara pek de şaşırmıyordu. Babaanne ve torunun anlaşamadıklarını elinde sonunda bir aksiliğin çıkacağını biliyordu. Aziz “Başa gelen gelmiş bir kere oğul. Sen karına sahip çık. Böyle düğün sabahı kapılara dayanmak olacak şeyler değil. Yaşadığı üzüntünün farkındayım haklı da ama bu tarz üsluplar uygun değil. Böyle bağrış çağrış ile iş yürümez. Şimdi kalk git karının yanına destek ol ona.”

 

Mirali odasından içeri girdiği gibi Bige gözyaşlarını silmeye başladı. Durumu fark eden Mirali sevdiceğinin yanına gelip ona sıkıca sarıldı. Hangi söz onun acısını hafifletirdi ki? Şu an ihtiyacı olan tek şey yanında olduğunu bilmesiydi. Bu her şeye bedeldi. Bige'yi sarıp sarmalayan, acısını kendi acısı bilen biri vardı yanında. Doğru bir seçim yaptığını en derininden hissetmişti. Asiliğinin ateşini sakinliği ve huzuru ile karşılıyordu. Ömründe eksik olan en güzel parçaydı. Şimdi tamamlanmıştı Bige. Yeni evli çift öğlen vaktine kadar birbirlerine sarılı kaldılar. Kâh birlikte ağladılar kâh birlikte güldüler. Eş olmanın ne demek olduğunu ilk günden birbirlerine hissettirmişlerdi. Kalplerinden usulca birbirlerine her daim yanı başındayım, ben varım dediler. Öğlen vaktine kadar odadan çıkmamaları Hilde’yi rahatsız etmişti. Bahçede kuruyan çiçekleri sularken kendince söylenip duruyordu “Ayıp denen bir şey var. Utanmıyorlar mı ataları evdeyken böyle odalara kapanmaya. Vallahi bu kız uğraştıracak bizi.”

Aziz karısının söylenmelerine hak veriyordu ama daha ilk günden karışmanın doğru olmadığını düşünüyordu. Daha tazelerdi, kanlarının deli kaynıyor oluşunu anlıyordu. “Hatun daha tazeler. Hala düğünün yorgunluğu vardır üzerlerinde anlayış göster.”

“Ben nerede anlayış göstermem gerek nerede gerekmez bilirim bey. Tanıyorsun beni. Dediğin şeye bak. Sabahın bir vakti kapılara dayanması, yanımızdan öyle haşin bir şekilde geçiyor oluşu şimdide odalara kapanma. Bir güne bunlar fazla. Tabi benden başka durumun ehemmiyetinin farkında olan yok.” dediği sırada Mirali evin dış kapısının önünde bahçede oturan anne ve babasına bakıyordu. “Ne oldu ana neye söyleniyordun?”

Hilde oğluna kızgın bakışlar atıp işini yapmaya devam etti. Mirali bakışlarını babasına çevirip ne olduğunu soracağı sırada Aziz oğluna fırsat vermeden konuşmaya başladı. Konuyu değiştirmenin en doğru karar olduğunu düşündü. “Bu çeyiz işi ne olacak oğul? Bige kızım emin mi babaannesi gel mi koymuş?”

Hilde “Hala sorar mısın bey? Kızın sabahki tavrı ne kadar emin olduğunun kanıtı değil miydi?”

“Emin baba. Zaten Hatice teyze de yaptığından memnun bir halinde karşıladı bizi. İnkâr ediyor elbet olanlar ortada.”

“Ah oğlum baştan işinizi sağlam yapacaktınız.”

“Sadık alacaktı baba tembihlemiştim. Bahşişi verip sandığı alıp bizim yanımıza gelecekti.”

“E almışta zaten. Getirirken düşürüyor sandığı içindekiler sokağa dökülmüş. İçi çat çaput, eskiler ile doluymuş. Hepsini geri toplayıp benim odama koymuş. Sabah olsun abime olayı anlatırım Yusuf amcaya gideriz diye düşünmüş. Ama ne bilsin çocuğum yengesinin onlardan önce davranıp ev basacağını.”

“Anne lütfen Bige’nin yanında da böyle konuşma. Zaten kız geceden beri Per perişan oldu.”

“Tamam oğul dert etmeyin siz Allah’ın izniyle Bige kızımın tüm eksiklerini temin ederiz.”

 

 

Eksikler yerini bulurdu elbet ama Bige’nin kalbindeki eksiklik nasıl dolardı. Hayaller ile işlediği her bir parça o kadının elinde kalmıştı. Hırsla doluyordu kalbi. Bir yolunu bulup elinden almalıydı ama nasıl? Sonra yüreğini sıkan o gerçek ile karşılaştı. Tüm çeyizi çoktan evden çıkartmıştır. Kim bilir çöpe mi attı yoksa yaktı mı? Bir kez daha yaşlar dökülmüştü gözünden. Başında bir annesi ya da bir babası olsa bunları yaşamayacağını düşünüp duruyordu. Annesine olan nefreti bir kez daha artmıştı. Babasına olan özlemi ise göğsünü zedeleyen bir acıya dönüyordu. Kimsesizliği her yere düşüşünde dizindeki bir yaraya dönüşüyordu. Usulca kanıyordu yarası ama silmeye gelen kimse olmuyordu. Gözlerinden akan yaşlar yarasına damlayıp sızısına sızı ekliyordu. Yetiş baba. Sar yaralarımı. Bak dizim kanıyor, acısı kalbimi kül ediyor. Bende ki bu sadece bir et acısı değil, yürek sızısı. En çok ora acıyor baba. Bakma dizime ağladığıma. Aslında içimde kopan fırtınaların, çaresizliklerin, kimsesizliğin verdiği bu yaş gözümden dökülenler. Sırtım boşluk, ayaklarım güçsüz, kanadım yok. Belki sen olsan en güzel kanatlar benim olurdu. Gönlümün özgürlüğü kuşatırdı şu fani dünyamı. Tüm yürek acılarından pürü pak olurdum, sen olsaydın...

Her canlı sevgiye, güvene muhtaçtır. Eksikliği deler geçer köz eder ruhu. Ruh ki Allah’ın nurundan saf bir cevher. Tüm bu eşsizliğine rağmen bir o kadar da kırılgan. Ruhun dilini, kıymetini ancak kalben inananlar bilir. Varlığını bilmek demek onu tanımak ve nasıl davranacağını bilmek demektir. Ruhlara iyi gelecek insanlarla bezensin hayat.

Akşam vakti gelmiş ev halkı sofranın başında toplanmıştı. Bige ilk defa başka bir evin sofrasına kaşık uzatıyordu. Her lokmasını utana sıkıla yutuyordu. Kaşığına kuş yemi kadar aldığı yemeği herkesin dikkatini çekiyordu ama söz söyleyen yoktu. Halini anlayıp durumuna üzülüyorlardı. Hilde gelin kızının ortama biraz daha adapte olabilmesi için her sohbete onu da dahil ediyordu. Bige bazen kısık bazense gür çıkan sesi ile konuşmaya çalışıyordu. Bir türlü ölçü veremediği sesine kızıp duruyordu. Kendini küçük düşürdüğünü düşünüp içlenirken Mirali’nin bakışlarına denk geldi. Öylesine hayran bakıyordu ki Bige’nin tüm kasvetli düşünceleri silinip gitmişti. Yemek faslı bitmiş sofra toplanmaya başlanmıştı. Bige yapabildiği kadar yardım etmek istese de Hilde izin vermemişti. “Sen bırak kızım bugün Gül halletsin. Sen benimle gel.” deyip yanına çağırdı. Kayınvalidesinin yanına giden Bige eline tutuşturulan bohçaya anlam vermeye çalışıyordu. “Bunlar senin kızım. Bilirim senin çeyizlerin kadar güzel değiller ama bir süreliğine seni idare ederler.” bohçayı açıp içerisinden yeşil pazen kumaş üzerine pembeli morlu çiçekleri olan bir kumaş çıkarttı. Bige o kadar beğenmişti ki kumaşı elindeki bohçayı yere bırakıp hemen alıp incelemeye başladı.

“Bu çok güzel.” dedi.

“Sana da çok yakışacak. Dikiş biliyorsun demi?”

Bige'nin gülen gözleri bir anda solmuştu. Bir anneden öğrenilecek ne varsa Bige hepsine öksüzdü. Durumuna üzülen Hilde “Ben öğretirim sana. Hem zor bir şey değil. Üstesinden geliriz.” dedi. Son söylediği cümlede bir anne şefkati saklıydı. Bige boğazında oluşan yumu, zor çıkan sesi ile “Teşekkür ederim.” diyebildi. Yerdeki bohçayı alıp odasına geçip diğer parçaları incelemeye başladı. Hepsi yeni ve güzeldi ama kendi çeyizinin yanında ucuz kalıyordu. Layığım bu değildi diye düşünürken Hilde’nin anaç yaklaşımı geldi aklına ve düşüncelerinden pişman oldu. Bohçadan çıkan her bir parçayı özenle katlayıp dolabına yerleştirdi. Ardından bahçeye çıktı. Tüm aile bahçedeki veranda da oturmuş çay içiyordu. Bige kendi aralarında sohbet edip gülüşmelerini hayranlık ile izledi. Bu tarz bir ortamda hiçbir zaman bulunmamıştı ama şimdi bu ailenin bir parçasıydı. Uzaktan onları izleyen Bige’yi fark eden Aziz “Kızım buyur gel otur hele şöyle.” dedi.

Bige kocasının yanına usulca oturdu. Gül hızlıca yengesinin çayını doldurup önüne uzattı. Uzun sohbetler, tatlı kahkahalar ve yenen meyvelerin ardından herkes yavaş yavaş odasına çekilmişti. Yıldızların gökyüzünü süslediği bu güzel gecede Mirali ve Bige sakinliğin tadını çıkartıyorlardı. Işıklarında sönmesiyle birlikte verandaya uzanıp yıldızları izlemeye başladılar. Bir zamanlar yıldızlara iliştirdikleri dualarını bugün olmuş yaşıyorlardı. Mirali'nin kolları arasında olmak, Bige’nin benliğine huzur ekliyordu. Uzunca bir süre yıldızları izleyen çift üşüdükleri için odalarına geçmişlerdi. Dün gece yaşanan elim olaydan kaynaklı ilk yalnızlıklarını anlayamamışlardı. Ama şimdi ayan beyan baş başalardı ve birlikte aynı yatağı paylaşacaklardı. İkisinin üzerinde de anlamsız bir panik ve utanç vardı. Kim yatağın sağında yatacak kim solunda yatacak diye uzunca bir konuşma yaptılar. İkisi de “Bana far etmez sen seç deyip” duruyordu. En son Mirali “Sen en çok soluma yakışıyorsun.” deyip sağ tarafa uzandı ve Bige’yi de yanına çağırdı. Yüzlerine Munzur bir gülüş bezenen çift gecenin karanlığına ışık oldular.

Sabah kahvaltıları yapılmış erkekler tarlaya yabani otları biçmeye gitmişlerdi. Evde kalan hanımlar günlük işleri yapmaya koyulmuşlardı. Gül mutfak işleri ile Hilde ise öğlen yemeği için hazırlıklara başlamıştı. Hilde sabah herkesten önce uyanır ekmeğini yapar, kahvaltıyı hazırlar ev halkını uyandırırdı. Öğlen yemeğini kahvaltının hemen ardına ekmekten kalan köz olmuş tandır ateşinde ağır ağır pişirirdi. Her zaman dakik ve işini aksatmazdı. Bige’nin bu hıza alışabilmesi için çaba sarf etmesi gerekiyordu. Ama ne yapacağını nereden başlayacağını bilmiyordu. Hilde Bige’nin etrafa boş bakışlar atmasından ne yapacağını seçemediğini fark edip “Bige sende evin içini silip süpür. Olur mu kızım?” dedi.

Bige başı ile onaylayıp içeri geçti. Elinde çalı süpürgesi, kovasında deterjanlı su ve bezi vardı. Çalı süpürgesini halına her sürtüşünde tozlar havaya kalkıp etrafa dağılıyordu. Daha hızlı yapması gerektiğini düşünmüştü ama nafile daha beter olmuştu. Süpürgenin iyi olmadığına kızarken içeri Gül girdi. “Ne yapıyorsun yenge?” diye sordu. Elindeki süpürgeyi gösterip “Bu süpürmüyor Gül. Baksana olmuyor” deyip süpürüşünü gösterdi. Gül büyük bir kahkaha ile gülmeye başladı. Kaşları çatılan Bige “O kadar komik olan ne var?” diye çıkıştı. “Öyle tabi olmaz yenge. Halının saçlarına göre süpürgeyi vuracaksın. Bak halının saçları aşağı bakıyor demek ki sende aşağı doğru süpüreceksin. Tersine iş yapıyorsun ondan olmuyor.” dedi. Bige hemen doğrusunu yapmayı denedi. Bu sefer daha kolay ve temiz oluyordu. Bilmezliğine kızıp Güle de bunu kimseye anlatmaması konusunda tembihte bulundu. Gül yengesinin yüzüne gülümseyip “Merak etme sen aramızda.” deyip kendi işinin başına geçti. Bige evin tüm odalarını süpürüp yerlerini de silmişti. Ama gram hali kalmamıştı. Babaannesi hiçbir işte Bige’ye yer vermemiş, olabildiğince onu dışlamıştı. Ama Bige her şeyi öğrenmeye hazırdı. Çünkü artık oda kendi ailesini kuracaktı. Her konumdan yeterli ve bilgili olmalıydı.

Öğlen yemeği için evin yolunu tutan Mirali ve Aziz çeyiz mevzusunu konuşabilmek için Tevfik efendinin kapısını çaldılar. Olan biten her şeyi anlatan baba oğul Tevfik Efendiden iki aile arasında kavgaya mahal vermeden bu işi çözmesini istediler. Tevfik olaylardan önceden haberinin olduğunu mahallede herkesin bunu konuştuğunu anlattı. Hatice Hanım’ın bütün çeyizi mahalledeki gelinlik kızlara dağıttığından bahsetti. Mirali duyduğu şey karşısında afallamıştı. Nasıl olurda böyle bir kötülüğü yapabilmişti. Nasıl bir kalpti bu? Mirali “Kimlere dağıttıysa gidip tek tek alayım emmi deyi ver hele.”

“Keşke dediğin mümkün olsaydı oğul. Olanları duyduğum vakit çeyizi alan bir evlerden birine hanımımı yolladım ama “Verilen mal geri alınmaz” deyip durmuşlar. Bazıları da inkar etmiş. Görgüsüz insanlarla uğraşılmaz. Ne desen suçlu sen olursun. Olan oldu artık sen edenleri ve ona çanak tutanları Allah’a havale et.”

Evin kapısının önüne gelmişlerdi ama Mirali içeriye girme konusunda ikilem yaşıyordu. Babası “Hadi oğul geç içeri.” dedi.

“Baba ben bunu Bige’ye nasıl söylerim?”

“Söylenecek bir şey yok. Bu onu daha fazla üzmekten başka bir işe yaramayacak. O yüzden susacaksın.”

“Ama baba bu sırrı ondan saklarken nasıl yüzüne bakacağım?”

“Onun iyiliğini düşünüyorsan bakacaksın.”

Mirali mahcup bir o kadar da huzursuz bir şekilde yemeğini yiyip hemen tarlanın yoluna düşmüştü. Haline anlam veremeyen Bige yorgunluktan böyle olabileceğini düşündü ama yine de ikna olamamıştı. Akşam saati geldiğinde Mirali yine aynı tavırdaydı. Bige'nin yüzüne bakmıyor sohbetlere dahil olmuyordu. Bige en sonunda dayanamayıp “Bir şey mi oldu Mirali? Durgun gözüküyorsun diye sordu. Mirali öce babası ile göz göze geldi. Babasının bakışlarında uyarıcı bir ifade vardı. Bige'nin üzülmesindense susmayı tercih eden Mirali “Bir şeyim yok sadece yorgunum. Uyusam sabaha bir şeyim kalmaz.” Bige son bir kez daha “Emin misin?” diye sordu. İçinde hala ona inanmayan bir his dolanıyordu. “Eminim.” dedi Mirali çatallaşmış sesiyle. Mirali sır saklamanın vermiş olduğu suçluluk altında ezilerek birkaç gün daha geçirmişti.

Bölüm : 09.08.2025 15:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...